Bölüm 6 - 'Kader Tanrıçası Fortuna'
" dilediğine iyi talih dilediğine de kötü talih verir."
✨✨
Roma
Gökyüzüne yerleşmiş yağmur bulutlarının, parlak güneşin ışığını kestiği kasvetli bir sonbahar gününde, Maddalena perdesini araladığı at arabasından dışarıyı izliyordu. Bitmesini hiç istemediği yolculuklarının sonunda, Roma şehrinin yıpranmış yüksek kapılarından içeri girerken doğduğu kent gözüne eskisinden daha büyük ve kalabalık görünmüşü. Bunun yanı sıra birçok şehrin ötesinde olan görkeminden herhangi bir şey kaybetmiş değildi. Zenginlerin ve kardinallerin kare formundaki nefes kesici sarayları kapalı havaya baş kaldırırcasına gümüşi parıltılar saçarak göz almaya devam ediyordu. Taş duvar işçiliğinin birçok örneğini sergileyen ön cepheleri, mermer heykeller, pagan mitolojisinden rölyeflerle süslüydü. Sokaklar, hatırladığı gibi geniş ve zengin kesimin lüks at arabalarıyla dolup taşıyordu.
Maddalena başını hafifçe yukarı kaldırmış, uzaktan görebildiği bazı malzemelerinin sökülerek başka yapıların inşaatında kullanılmasıyla deforme olsa dahi hala ilk günkü ihtişamını koruyan, gözlerini kapattığında arenada yaşanan gladyatör dövüşlerini, saldıran ve öldüren yırtıcı hayvanları zihninde canlandırabildiği Colosseum'a bakarken içini bir ürperti kaplamıştı.
Tıpkı eski Romalılar gibi turnuvaları seven Bernardo, Roma'ya gideceğini duyduğu an soluğu Cardello Köşkünde almıştı. O sırada odasında, giysilerini sandıklara yerleştiren Natilda'ya yardımcı olan Maddalena, halasının Bernardo'nun onunla görüşmek istediğini haber verdiğinde hem sevinmiş hem de üzülmüştü. Bir ay sonraki ablasının düğünden sonra Lucca'ya döneceği için vedalaşmak istememiş, kendini bir ayın hemen geçeceğine arkadaşlarını özleme fırsatı bile bulamayacağına inandırmıştı.
Cardello Köşkü'nün daha küçük ve samimi olan bekleme salonlarına alınmış Bernardo'nun yanına indiğinde, veda etmekten korkar bir haldeydi. Bir süreliğine baş başa kalmalarına izin vermiş halasının ikisinin arasındakileri bildiğini gösteren tatlı tebessümü daha fazla gerilmesine sebep olmuştu.
Bernardo onun kapıyı arkasından kapatışını sessizlikle beklemiş, yüzünü döndüğünde birkaç uzun adımda karşına geçip onu göğsüne çekerek, kollarını bedenine sarmıştı. Bir elini uzun saçlarının arasına doğru yükseltip, okşamaya başladığında sesi yalnızca onun duyabileceği kadar kısıktı.
"Gidişini izlemek zorunda olmak berbat bir his."
"Benim içinde gitmek zorunda olmak."
Genç adamın bu güven verici yakınlığı, yıllardır duyumsadığı o kendine has kokusu Maddalena'nın kalbine dokunmuştu. Geri çekilmek yerine yüzünü göğsüne biraz daha yaslamış, annesinin mektubunu aldığından beri dökülmek için fırsat kollayan gözyaşlarını sessizce dökmeye başlamıştı. Üzüntüsünü dizginlemeyi başarana dek yüzünü Bernardo'nun ıslanmış ceketinden ayırmamış, ellerini çekinerek de olsa göğsüne yerleştirmişti. Nihayet gözü yaşlı bir şekilde başını kaldırdığında, büyük elini yanağına yaslayan Bernardo ile göz göze gelmişti.
"Fakat bir ay sonra ablanın düğününde görüşeceğiz. Aslında Roma'ya gidiyor olman iyi bile olmuş olabilir, ben de ne zamandır ağabeyinle bir konu hakkında görüşmek istiyordum. Senin de orada olman işleri daha da hızlandırır. Sonrasında hep birlikte Lucca'ya döneriz."
Bernardo'nun boğuk sesiyle söyledikleri Maddalena'nın çaresiz bir şekilde dudaklarını birbirine bastırıp, yarım bir tebessüm göstermesine sebep olmuştu. Vedalaşmaları ikisi için de yeterince zorken annesinin bu evliliğe rızası olmadığını öğrendiğini söylemeye dili varmamıştı. Karşısında onu şefkatle kollarında tutan, saçlarını okşayan ve onun için en iyisini isteyen adamın hayallerini yıkmak istememişti. Üstelik birlikte Lucca'ya dönme fikri o an için oldukça güzel bir fikir gibi duruyordu. Agnesia halası, Sinyor Cardello ve Bernardo'nun bir ay sonra Roma gelecek olmaları Maddalena için hasretle bekleyeceği sonunda mutluluk olan bir kurtuluş halini almaya başlamıştı. Bu fikirle içinden gelerek gülümseyen Maddalena, kısık sesiyle kalbinden geçeni dile getirmişti.
"Seni özleyeceğim Bernardo."
"Ben daha çok."
Sözlerinin ardından yargılayıcı gözlerden uzak olmalarının rahatlığıyla yeniden onu kollarının arasına alan Bernardo, altın rengindeki saçlarını yana çektiğinde yana eğdiği başıyla dudaklarını boynuna yaklaştırmıştı. Tam olarak öpmemiş sanki kokusunun hep yanında kalması için derin bir nefes almıştı.
Bu yakınlıkla birlikte şaşırmış olan Maddalena, huylanarak kıkırdamaktan kendini alamamıştı. Zihninin içinde, ona bu kadar yakınlaşmaması gerektiğini söylemesi için bağıran Natilda'nın sesi kulaklarına dolsa dahi geri çekilememişti. Burnunu, saçlarında gezdiren Bernardo başını kaldırdığında fısıltı ile konuşmuş ardından dudağının kenarına küçük bir öpücük bırakmıştı.
"Sadece bir ay, sonra orada olacağım."
Maddalena günler öncesine ait bu anları ne zaman düşünse, içini kaplayan güven verici hisle rahatlıyor, Roma ziyareti hakkındaki endişelerini kısa bir anlığına olsa da unutabiliyordu.
Bernardo evliliğe dair olan şüphelerinin geçmesi için zaman tanıyacak kadar onu önemsiyor ve değer veriyordu. Öte yandan Isabella'nın düğün gecesi karanlık bahçede Sandrino Panzio ile yaşadıklarından sonra kalbi hiç olmadığı kadar kırılmıştı. Hissettiği bu hayal kırıklığı, pek çok kez ailesi sebebiyle hissettiği kırgınlıktan çok daha farklı bir yere dokunmuştu. Sandrino Panzio canını en derinine kadar acıtmıştı. Maddalena hatanın en büyüğünü, adamın içten içe eğlenerek alay eden yaklaşımlarını onunla flört ediyor olmasına yormakla yaptığını düşünüyordu. Onunla karşılaştığı her anda keyfine bakmış adam, verdiği toy karşılıklarla eğlenmişti.
Fakat buna rağmen Maddalena, tanıştıkları günden bu yana yaşanılanları kafasında bir noktaya kadar oturtabiliyordu. Onu, onun gibi toy bir kızın dahi hissedebildiği bir tutkuyla öpmesi kafasını en çok karıştıran şeydi. Sandrino Panzio'ya ailesi dışında hiçbir kimseye hissetmediği kadar öfkeli ve kırgın olsa dahi o anları zihninde bir türlü silip atamıyordu.
Onu bu denli üzen; her zaman sahip olduğu neşesini esir alıp yerine kalbini kıran bir şey yaşamış da hüznü ve acısını atlatamamış gibi anlamlı bakan bir çift yeşil göz bırakan bu adama, ne zaman onu böylesine üzme ve hayallerini emanet etme kudreti verdiğiydi.
At arabası De Benardi Köşkü'nün bulunduğu geniş sokağa döndüğünde Maddalena ani bir panikle perdeyi kapatıp, geriye çekilmişti. Koltuğun üzerine bıraktığı eldivenlerini takarken elleri titriyordu. Eğdiği başını kaldırdığında karşısında oturan Natilda'nın da aynı ölçüde gergin olduğunu fark etmişti. Kadın bir savaşa gireceklermiş gibi koltuğunda dikleşmiş, kaşlarını hafifçe çatmıştı.
Hiçbir zaman şaşmayan intizamlı görüntüsüne ve bir kaya gibi duruşuna dışarıdan bakıldığında Natilda, katı bir dadı gibi görünüyordu. Fakat Maddalena onun sert görünüşünün altında gizli olan sıcaklığı biliyordu. Öyle ki göz göze geldiklerinde, ona güven verici bir şekilde başını sallamıştı.
"Hemen içini karatma, ağabeyin ve ablanla olacaksın. Belki de Roma'da olmak hoşuna bile gidecektir."
Maddalena, bir an için gözlerini kapatıp içine cesaret verici bir nefes çekmişti. Natilda'ya tekrar baktığında kadının yüzündeki gergin ifadeyi silemeye yetmeyen kırıntılarını dahi zor bulduğu iyimserliğiyle onunla paylaştığını görebiliyordu. Annesinin onu baştan aşağıya ezici bakışlarıyla inceleceğini bildiğinden elbisesinin eteğini ve üzerindeki pançosunu düzelmeye koyulduğu sırada gülümseyerek konuşmuştu.
"İçimdeki bir ses, öyle hoşuma gidecek ki mutluluktan Roma'da Lucca'ya koşarak döneceğimi söylüyor. "
Sıkıntıyla içini çeken dadısı koltuğunda öne doğru kaydığında uzanıp çenesini iki parmağının arasına alarak göz göze gelmelerini sağlamıştı.
"Maddalena! Contessa De Benardi'nin yanında alaycı diline hâkim olmalısın. Seni azarlamasına, üzerine gitmesine izin vermeyeceksin. Beni anladın mı?"
Sözleri karşısında Maddalena, yılgınlıkla gözlerini devirmişti. Aynı şeyi o da istiyor olsa da bunun mümkün olmadığını iyi biliyordu. Kadının çenesindeki eline uzanıp, avucunun içine aldığında sevgiyle sıkmıştı.
"Tatlı Natilda, ben nasıl davranırsam davranayım Madonna De Benardi beni zaten azarlayacaktır. En azından bırakalım da yapmadığım bir şey için değil yaptığım bir şey için azarlasın. Ben umursamıyorum sen de umursama."
Hiçbir zaman söz dinlemedin ki zaten diyerek çıkışan Natilda koltuğunda geriye çekilirken söylenmekten kendini alamamıştı. Gözleri hala karşısında eteğini düzelmeye çalışan Maddalena'nın üzerinde dolaşıyordu. Saklamaya çalıştığı kırgınlığı çok iyi biliyordu. Normal bir zamanda üzerindekilerin kırışık veya kirlenmiş olmasını asla umursamayan kızın şimdi hali hazırda kusursuz olan eteklerini düzeltmesi de eldivenlerini giymeyi unutmaması da annesinin taktirini toplamak içindi.
Roma kentinin merkezindeki sokaklardan birinde yükselen, Antik Roma mimarisiyle inşa edilmiş De Benardi Sarayı, dikdörtgen biçimi, kireç beyazı taş duvarları ve en etkileyici kısmı olan ön cephesindeki aile armasıyla dışarıya etkileyici bir görüntü sunuyordu. Vatikan'da kardinal olarak görev yapan büyük amcaları Roma'ya hitap etmek istediğinde davetleri sarayda yapıyor, bu da aileye büyük bir saygınlık kazandırıyordu. Yavaşlayan at arabaları köşkün ön kapısında durmuştu. Yüksek kapılardan çıkan bir uşak arabalarının kapısını açıp kenara çekildiğinde rahat adım atabilmek için eteklerini kenara çeken Maddalena, başını dik tutarak elini adamın avucuna bırakmıştı. Ayağını taş zemine bastığı ilk an kalın kemerli pencerelere ve hemen karşısındaki aile armasına doğru bakışlarını kaldırıp bir süre yerinde kalmıştı.
Arkasında onu takip eden Natilda ile kapılardan geçip iç avluda ilerlerken, onu birinin karşılayıp karşılamayacağını merak ediyordu ki biraz ilerideki ağabeyi Alfonso ve Marianna'yı görmüştü. Onu izleyen bakışlarından gelişini haber aldıklarını anlamıştı. Alfonso, son görüştükleri üç yılın aradından artık oturmuş olan görüntüsünü memnuniyetle süzerken, Marianna sıkılmış bir ifadeyle bakıyordu. Adımlarının yavaşladığını fark ettiğinde aralarındaki mesafeyi kapatan Alfonso, mesafeli bir tavırla uzattığı elini tutmak yerine içtenlikle sarılmıştı.
"Hoş geldin ufaklık. O minik çillerin bu kez tamamen yok olmuş."
Böylesine sıcak bir karşılama beklemeyen Maddalena'nın dudaklarında bir gülümseme tomurcuklanmıştı. Tereddütlü kolları sırtına doğru yükselip aynı samimiyetle karşılık vermeye çalışmıştı. Alfonso, çocukken annelerinin tavrı yüzünden ondan uzak durur fakat aynı zamanda yalnız kaldıklarında sıklıkla onu neşelendirmek için sataşır, konuşturmaya çalışırdı. Ailenin içinde onunla vakit geçirmekten gerçekten hoşlanan ve beceremese dahi onu korumaya çalışan tek kişiydi.
Kendisinden beş yaş büyük olan ağabeyinin sözlerine eğer başka bir zaman olsa Senin de görme yeteneğin yok olmuş Alfonso, tekrar bak artık ufaklık değilim diyecek olan Maddalena o an içinde olduğu gergin ortamın havasından dolayı basit bir cevap vermek zorunda kalmıştı.
"Seni görmek çok güzel Alfonso."
Omzuna elini koymuş ağabeyi yavaşça geriye çekildiğinde, Marianna'nıın yanlarına geldiğini fark etmişti. Uzun boyu, küçük omuzları ve biçimli vücuduyla ablasının soğuk güzelliğine hayran kalmamak olanaksızdı. Annelerinin adeta küçük bir kopyası olarak yetiştirilmişti. Dudaklarını kıvırarak gülümserken samimi olup olmadığını anlamak dahi güçtü. Aralarında oluşan kısa sessizlikte, Maddalena ondan bir adım görmeden herhangi bir şey söylememeye özen gösterirken Marianna, önünde birleştirdiği ellerini çözdüğünde, kollarını uzatıp yavaşça sarılmıştı.
"Hoş geldin Maddalena, umarım rahat bir yolculuk geçirmişsindir."
Geriye çekilen ablasına tebessümle bakarken, gözleri parlaklığıyla dikkatleri üzerine toplayan mücevherlerine kaymıştı. Annelerinin taktıklarına göre daha sade olsa dahi usta bir işçiliğe sahip olan kolyesi ve küpelerinin oldukça kıymetli olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. Bakışlarında geçen düşünceleri belli etmemek için bakışlarını kaçıran Maddalena'nın bu kez hala dirseğinde olan sağ elindeki parlaklık dikkatini çekmişti. Usul usul kolunu okşadığı elinin işaret parmağında De Benardi mühürlü bir yüzük taşıyordu. Yutkunan Maddalena bakışlarını kaldırdığında onu izleyen ablasının yeşil gözlerindeki memnun bakışlarla karşılaşmış buna rağmen gülümseyerek cevap vermişti.
"Rahat ve keyifli geçti. Natilda bana her zaman iyi bir yolculuk arkadaşı oluyor."
"Şu sıkıcı ve yaşlı dadından mı bahsediyorsun? Neden hala onu yanında tutuyorsun ki, yerine seni iyi bir şekilde temsil edecek genç bir nedime seçmenin zamanı gelmiş geçiyor bile. Buradayken ben senin için seçebilirim, hizmetçilerden ne beklenmesi gerektiğini iyi bilirim."
Ablasının arkalarında olan Natilda'nın sözlerini duymasını umursamadan kibirle yaşlı ve sıkıcı diyerek aşağılamasından duyduğu rahatsızlık Maddalena'nın yüzüne yansımıştı. Öylece yerine genç birini seçmesini söylediği o orta yaşlı kadın, ona öz annesinden daha fazla annelik yapmıştı. Natilda'yı değiştirmesi söz konusu dahi olmazdı. Dirseğini yavaşça geriye çekerken tartışmaya açık olmayan bir ses tonuyla karşılık vermişti.
"Ben Natilda'dan çok memnunum."
Bunun üzerine araya giren Alfonsa her ikisinin de omzuna dokunarak yönlerini köşkün üst katına ulaşan geniş merdivenlerine doğru çevirmişti. Tam o sırada merdivenlerden inmekte olan bir çift topuk sesi kulaklara dolmuş gerginliğe yol açacak uzun bir bekleyişin ardından Contessa De Benardi, kendini göstermişti.
Attığı her adımda savrulan siyah etekleri, esen rüzgarda havalanan ensesinde topladığı sarı saçlarının üzerine sabitlediği ince siyah şalı ve ve dik duruşuyla basamakların başında duraksamıştı. Olduğu yerde yavaşça onların olduğu yöne döndüğünde muhatabı Maddalena'ydı. Soğuk bakışları görünüşünün her detayında sanki bir değerlendirme yapıyormuşçasına dolanmıştı. Üzerindeki bakışın gerginliğiyle dudaklarını sıkarak yutkunmuş Maddalena, dik durmaya çalışsa dahi ürkmüştü. Ne Alfonso ne de Marianna araya girmeye cesaret edememişti. Nihayet değerlendirmesinin sonuna gelen Contessa, katı bir tavırla sessiz işkenceyi sonlandırmıştı.
"Maddalena, güzel iyice büyümüşsün."
Annesinin soğuk karşılaması Maddalena'yı şaşırtmamıştı. Yol boyunca kafasında tekrar tekrar kurduğu karşılama neredeyse gerçeğiyle bire bir örtüşüyordu. Karşısındaki kadının hiçbir zaman onu Marianna gibi bağrına basmayacağını çok küçük yaştayken kabullenmişti. Eskiden onu sevmemesi zoruna gider, neden yaşanılan her kötü olayda inatla onu suçladığını anlayamaz içten içe hep bir açıklama fırsatı tanımasını umardı. Bir dönem onun ilgisini çekebilmek umuduyla Marianna'nın kopyası gibi davranmayı dahi denemişti. Fakat büyüdükçe, ona karşı olan öfkesinin külleneceğine dair olan umudunu kaybederek, istenmediği gerçeğiyle barışmıştı. Maddalena bu sevgisizliği kendine yük etmek yerine yapabildiğince görmezden geliyordu.
Onu küçük ve değersiz hissettiren annesinin bakışlarına karşılık vermeye devam ederken konuşmakta tereddüt etmişti. Nihayet bir şeyler söylemek için dudaklarını aralamıştı ki Contessa, bu kez üçüne de hitap eden sert sesiyle konuşmuş ardından siyah eteklerini yavaşça kaldırıp, arkasına bakmadan merdivenleri çıkmaya başlamıştı.
"Neden hala orada oyalanıyorsunuz, yukarı çıkın."
Marianna ve Ağabeyi Alfonso'nun arkasında kalan Maddalena, merdivenleri ağır ağır çıkmıştı. Bakışları tanıdık görüntülerde, büyük holün duvarlarındaki soluk kırmızının ağırlıklı olduğu fresklerde, aile büyüklerinin çerçeveli portrelerinde ve büyük mermer heykellerde gezdirmeye başlamıştı. Aile evinde olmanın verdiği o eskiyi anımsatan garip hisle dolup taşıyordu.
Maddalena, sol tarafında kalan taş duvara asılı tabloyu göz ucuyla fark ettiğinde, annesinin karşısındayken bakışlarını üzerine çevirmeye cesaret edememişti. Her şey aynı görünüyordu, göz önünde tutulmaya devam eden geçmişin acı hatıraları dahi yerindeydi. Evdeki hizmetçilerin gereğinden fazla ses çıkarmaya korkan özenli halleri bile aynı şekilde işliyordu. De Benardi evinde sesler büyük bir durum olmadıkça asla yükseltilmez, kavgalar dahi sessizlikle yapılırdı.
Holdeki yüksek şamdanların üzerindeki mumları, yanına çektikleri iskelelerin üzerinde değiştiren hizmetçileri ve davet salonunun olduğu kemerli koridordan gelen kısık sesleri işitten Maddalena, bir davete hazırlandıklarını anlamıştı. Önündeki ağabeyine yetişip, annesinin dikkatini çekmeden dikkatlice fısıldamıştı.
"Davet mi veriyorsunuz?"
"Küçük bir akşam yemeği. Marianna'nın nişanlısı Ercolo Nicoletta'nın ailesi davet edildi."
Duydukları karşında dudaklarını sıkarak başını salladığında bakışlarını yeniden hazırlıkların sürdüğü yöne çevirmişti. Verilen akşam yemeğinin davetli sayısı sınırlı olsa dahi Contessa De Beardi'nin düzenlediği bir davet asla küçük ve basit olmazdı. Gösterişten hoşlanır, insanların zenginliklerini görmelerini sağlardı. Fakat bunu öylesine ustaca yapardı ki davetlilerin hiçbiri bundan rahatsız olmazdı.
"Anladım. Benim de masada olmam gerekmiyor değil mi? Eskisi gibi odamda yerim."
Alfonso bakışlarındaki onaylamayan ifade ile ona dönmüş konuşacakken, büyük salonun olduğu kemerin önünde akşam yemeğinde servis edilecek yahni hakkında kahyalarıyla konuşan anneleri bir çift keskin kristali andıran gözlerini üzerine çevirmişti.
"Maddalena, senin için eski odan hazırlandı. Odana çıkıp, eşyalarını yerleştiren hizmetçileri yönlendir. Akşam yemeğinden önce hazırlanmış bir şekilde aşağıya inmiş ol."
Odasının mahremiyetini kavuşacak olmak Maddalena'nın öylesine hoşuna gitmişti ki annesinin onu ortalıkla istemediğini belirten sözlerini görmezden gelebilmişti.
On iki yaşına kadar kullandığı eski yatak odasının kapısı sonuna açılmış, içerisi eşyalarını yerleştiren üç hizmetliyle doluydu. Lucca'dan gelen eşyalarının olduğu ahşap sandığı taşıyan iki genç hizmetliye yol verdiğinde, içine derin bir nefes çekerek içeriye adım atmıştı. O Lucca'dayken odası baştan aşağıya yenilenmişti. Küçük yatağının yerinde daha büyük dört direkli bir yatak yerleştirilmiş üzerine mavinin en koyu tonu olan kalın bir yatak örtüsü serilmişti. Aynı renkteki perdeler duvara dayalı kırmızı brokar kaplı bir sedir ve koyu renk ahşaptan bir yazı masası da değişiklikler arasındaydı. Çevresinde yavaşça dönerek odasını inceleyen Maddalena, Lucca'daki renkli odasının koyu tonlardaki bir kopyası olduğunu düşünmüştü.
Odasının en sevdiği yanı hala Roma meydanını gören balkonuydu. Hizmetçileri yönlendirme işini Natilda'ya bırakarak balkona çıktığında sedirin üzerinde bacaklarını kendine çekerek oturup çiselemeye başlamış yağmuru seyretme zevkine varmıştı. Yemek vakti yaklaştığında, Natilda'nın hazırlattığı küvette yol yorgunluğunu atabilmek için sıcak suyla yıkanmıştı. Seçtiği bahar renklerinden oluşan elbisesini giyerek dadısının hala ıslak olan saçlarını kurutup taramasını sabırla beklemişti. Normal bir zamana göre fazlasıyla sessizdi. Natilda üzerindeki işini bitirdiğinde aynanın karşısına geçmiş Maddalena, yıkandıktan sonra her zaman daha çok ve iri buklelerin oluştuğu sarı saçlarını göz atmıştı. Bukleleri bozmaya kıyamamış dadısı üst kısmının bir kısmını örmüş geri kalanının omuzlarından dökülmesine izin vermişti.
Mavi ve yeşilin yumuşak bir tonlarına sahip olan ipekten yapılmış ince belini saran elbisesinin üst kısmına menekşe rengi iplikler işlenmişti. İçine giydiği beyaz ipek iç elbisesi, dirseklerinin ve omuzlarının birleşim noktalarından dışarı çıkıyordu. Daha önce hiç evlenmemiş genç bir kıza uygun olarak yakasındaki hafif dekolteyi yine içindeki elbisesinin fırfırları çevreliyordu. Takı taşımayı tercih etmeyen Maddalena görüntüsünden memnun bir ifadeyle uzun parmaklarına saçlarını doladığı sırada Natilda, sandıktan çıkardığı bir mücevher kutusuyla yanında durmuştu.
"Bu nedir Natilda?"
Bakışları dadısının ona doğru uzattığı ahşap kutuya çeviren Maddalena'nın alnı kırışmıştı. Aklına ilk olarak Sandrino Panzio'ya attığı gelmişse de önündeki muhafazayı ilk kez görüyordu. Natilda sorusuna karşı hafifçe gülümseyerek karşılık vermiş, uzanıp mandalını açtığı kutunun kapağını onun için kaldırırken sesindeki merak uyandırıcı tonla konuşmuştu.
"Neden kendin bakmıyorsun."
İçinde yatan inci kolyeyi görünce dudakları şaşkınlıkla aralanırken ellerini mutlulukla kalbinin üzerinde birleştirmişti. Parlamaya başlamış yeşil gözleri kolye ile Natilda'nın yüzünde gidip eğliyordu.
"Benim incilerim mi? Benim kolyem."
"Evet senin kolyen. Sinyor Cardello topladığın incileri yeniden kolye haline getirtmiş, halan Roma'ya geldiğimizde vermemi istedi. Her zaman yanında olduğunu hissetmen için."
Kolyeyi kutunun içinden çıkartırken yoğun hislerinin gözyaşları gözpınarlarına birikmişti. Halası Agnesia'ya sahip olduğu için kendini çok şanslı hissediyordu. Üstelik sadece halasını değil ona her zaman iyi davranmış ve kızı gibi sevmiş Sinyor Cardello'yu da şansı olarak görüyordu.
"İkisini de çok seviyorum."
Eğdiği başını kaldırdığında, hevesle kolyeyi takması için Natilda'ya uzatmıştı. Elindeki kutuyu kenara bırakan dadısı incilerini boynuna yeniden takarken hiç kıpırdamadan sabırsızlıkla beklemişti. Ardından aynada görüntüsünü mükemmel bir şekilde tamamlayan kolyesine parmaklarının ucuyla dokunup düzeltmişti. Artık çok daha dikkatli olacağım diye mırıldandığında keyifle dadısına dönerek sarılmıştı.
"Seni de unutmadım Natilda, her zaman yanımda olduğun için teşekkür ederim."
"Her zaman yanında olacağım hatta senin mutlu bir yuvaya kavuştuğunu da göreceğim."
Bir süre birbirlerine kollarını dolayarak öylece kalmışlar tam geri çekilmeye niyetlendiklerinde odasının kapısı izin istemeye gerek duyulmadan açılmış öndeki Contessa ve onu bir adım arkasında takip eden Marianna içeri girmişti.
İlk geri çekilen Natilda olmuştu. Maddalena olduğu yerde yönünü onlara doğru döndüğünde, annesinin denk geldiği manzaradan hoşlanmadığının bakışlarına yansıdığını görmüştü. O ne söyleyeceğini bilemezken, kadın ilgisiz ve katı bakışlarını Natilda'nın üzerine çevirmişti.
"Görünüşe göre işini bitirmişsin Natilda, dışarı çıkabilirsin."
Maddalena aynanın önünde öylece dururken Natilda'nın başını eğerek odadan ayrılışını serseme dönmüş bir tavırla izlemiş sonrasında bakışlarını yavaşça annesinin üzerine çevirmişti.
Ağır adımlarıyla önce odasının içinde gezinmiş, sanki yeni düzeni ilk kez görüyormuşçasına dudaklarının gördüklerinden memnun olduğunu gösteren bir şekilde kıvırmıştı. Adımları onu hizmetlilerin açık bıraktığı iki büyük sandığın önüne getirdiğinde önce parlak elbiselere üsten bir bakış atmış sonrasında belini hafifçe bükerek eğilmişti. Üsteki açık sarı elbiseyi ucundan kaldırarak önünü çevirdiğinde, dudakları bu kez memnun olmayan bir küçümsemeyle kıvrılmıştı. Yandaki diğer sandığa uzanırken, yüzüne bakmadan konuşmuştu.
"Senin bütün elbiselerin bunlar gibi açık renklerden mi oluşuyor? Agnesia'nın aklına hiç Roma'nın modasına uygun koyu renk, gösterişli bir şeyler diktirmek gelmedi mi? Yoksa Lucca'da iyi terzi mi yoktu?"
Olduğu yerde kıpırtısıza annesinin Toskana modasına uygun rengarenk elbiselerini değersizmişçesine diğerinin üzerine bırakışını izleyen Maddalena, o ana kadar sakin kalmayı başarabilmiş, elbiselerini beğenmemiş olmasını umursamamıştı. Fakat halasından bahsederken takındığı yargılayıcı tavır karşısında yüzü hoşnutsuzlukla kırışmış, karşılık vermekten kendini alamamıştı.
"Açık renk ve sade olmayı ben tercih ediyorum. Halam değil."
"Sadenin hiçbir amacı olamaz. Üzerindeki elbise gibi."
Sandıkların önünden ayrılan Contessa, yüzüklerle bezeli elini öne çıkardığında duygusuzca üzerindeki elbiseyi göstermişti. Ona doğru ilerlerken bakışlarını bir an için omzunun üzerinden Marianna'ya çevirmişti.
"Marianna, kâhyaya söyle yarın terziyi burada istiyorum. Maddalena için yeni elbiseler dikecek."
"Aşağıya indiğimizde söylerim."
"Marianna'nın önerisini çok yerinde olmuş, bence de Natilda'nın gitme vakti çoktan gelmiş. En kısa zamanda yanına yakışacak daha genç ve ailemize bağlı bir nedime seçeceğim."
Maddalena, bu sözleri duyduğu an, huysuzlanan yeşil gözlerini keskin bir dönüşle yatağının önünde duran ablasına çevirmişti. Çocuklukları boyunca yaptığı gibi, vakit kaybetmeden onunla uğraşmaya başlamıştı. O an bağırıp çağırarak üzerine gitmemesinin tek sebebi annesinin önünde oluşuydu. Elbisesinin eteklerini sakin kalmak adına sıkmaya başlamışken titreyen sesiyle karşılık vermişti.
"Natilda ailemize bağlıdır. Hizmetinden de çok memnunum, kalmasını rica ediyorum."
Soğuk bir taşı andıran katı ifadesiyle bir süre yüzünü süzen annesi sözlerini duyduğuna dair herhangi bir tepkide bulunmamıştı. Kale alınmamak Maddalena'nın daha çok canını sıkıyordu. Sözlerini tekrarlamak, Natilda'nın kalmasını istediğini uzun uzun açıklamak istiyorsa da cesaret edememişti. Eğer üstelerse annesini hiçbir şekilde ikna edemeyeceğini çok iyi biliyordu.
O sırada Contessa, bakışlarını giydiği ince pabuçlarından başlayarak oldukça rahatsız edici bir şekilde üzerinde gezdirmeye başlamıştı. Hafifçe yana eğdiği başıyla bu kez daha yakından kaskatı kesilmiş bedenine değer biçmeye çalışıyordu. Ön cepheden değerlendirmeyi bitirdiğinde ağır adımlarıyla çevresinde dönerken aynı anda da yeterince iyi yetiştirilip yetiştirilmediğini sorgulamaya başlamıştı.
"Agnesia'nın riayet etmen gereken görgü kurallarını öğrettiğini düşünüyorum. Dans etmeyi ve nakış işlemeyi de öğrendin mi?"
"Öğrendim."
"Latince'yi sökebildin mi?"
Arkasında olan annesinin kısık sesiyle tüyleri ürpermiş olan Maddalena gerginlikten vücudunu hissetmemeye başlamıştı. Bir anlığına gözlerini yummuş bu işkenceye katlanabilmek için kendine sabır dilemişti. Sessiz kalmasıyla sana bir soru sordum diyerek irkilmesine sebep olan sesini işittiğinde bakışlarını omzunun üzerinden yüzüne doğru çevirip cevap beklediğini gösterircesine kaşlarını yukarı kaldırışını görmüştü. Israrlı sorusuna Latince cevap vermişti.
"Söktüm, en iyi şekilde konuşup yazabiliyorum."
Bu karşılık üzerine dudaklarını birbirine bastırarak başını sallayan Contessa, kendisine karşı takındığı tavırdan hoşlanmamıştı. Fakat bunu sözlü dile getirmek yerine bakışlarını bu kez ince beline doğru çevirdiğinde aynı katı tavırla devam etmişti.
"Yemek yeme alışkanlığın düzelmiş gibi duruyor, kekelemelerinde geçmiş. Geçmediyse de bir an önce halledeceksin, hiçbir şekilde insanların önünde kekelediğini duymayacağım. Şiir ve müzikte kendini geliştirdin mi? Çalmayı becerebildiğin bir enstrüman var mı?"
Bakışlarını önüne çevirmiş Maddalena, annesi konuştuğu sırada Marianna ile göz göze gelmekten kaçınarak karşısındaki duvara işlenmiş fresklere odaklanmıştı. Uğradığı hakaretlere hazırlıklıydı, o an en büyük huzursuzluğu arkasında dikilen annesinin bedeninde gezinen ürkütücü bakışlarıydı. Önünde dikilmeye devam ederken ona kendini hiç olmadığı kadar savunmasız ve çıplak hissettiriyordu. Gittikçe daha fazla bozulan sinirleriyle içinden geldiği gibi cevap vermişti.
"Şiir okumayı severim. Fakat müziği sevsem de birilerinin bana söylemesi gerekir, tiz sesimle şarkı söylemeye başladığımda insanlar eminim kulaklarını tıkarlar. Enstrüman da ancak birilerinin keyfini kaçırmak istediğim zaman çalarım."
Halihazırda sinirli olan Agnesia, Maddalena'nın esprili yanıtını duyduğunda, bakışları kararmış yüzü kaskatı kesilmişti. Hızla karşısında geçerek tek eliyle sıkıca çenesini tutmuştu. Tavırlarında açık bir şiddet vardı. Parmak uçlarını derine batırırken panik içindeki yüzünü kendi yüzüne doğru çekmiş, gözlerinin içine bakıp hiddetli sesiyle konuşmuştu.
"Tüm bunlar senin için aptal bir şakadan mı ibaret?"
Son sekiz yıldır hiç kimse ona bu şekilde davranmadığından ciddi ölçüde korkmuş olan Maddalena, kapana kısılmış gibi hissederken bir an nefesi kesilir gibi olmuştu. Annesine bu kadar yakın olmak, hayatı boyunca oldukça nadir hissedebildiği anne kokusunu içine çekmek dahi onu alt üst etmeye yeterken çenesini sıkan elinin acısıyla ne yapacağını şaşırmıştı. Parmaklarını biraz daha derine batırışından bir cevap beklediğini anlamış kenetlenmiş dişlerinin arasından güçlükle konuşabilmişti.
"Hayır."
"Burası Agnesia halanın evi değil, oradaki rezil davranışlarının hiçbiri burada devam ettiremezsin. Bundan sonra De Benardi çatısı altında, benim kurallarıma göre hareket edeceksin. Ağırbaşlı ve itaatkâr bir kız olmayı bilmiyorum diyorsan da önünde iyi bir örnek var. Marianna'yı izleyecek, onun davranışlarını örnek alacaksın. Bundan sonraki hayatın için benden sana bir tavsiye Maddalena; altına yakılmak için odun döşersen bende meşaleyi atmadan önce tereddüt etmem. Davranışlarına çok dikkat et."
Annesinin sert bakışları onun acı ve korkuyla perdelenmiş yeşil gözlerini çivi gibi delip geçiyordu. Parmaklarını biraz olsun gevşettiğinde kendisine yönelttiği yeşil gözlerinin içindeki bakışları işaret ederek konuşmaya devam etmişti.
"Gözlerindeki o bakışı da hemen sileceksin. Anladın mı beni?"
Maddalena yavaşça başını salladığında, elini hızla geri çekmiş Conessa, arkasını dönmeden önce son kez konuşmuş sonrasında odadan ayrılmak için kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı.
"Görünüşe göre Lucca'da lakaytlık ve isyankarlıktan başka bir şey de öğrenmemişin. Seninle çok işimiz var."
Yaşadıklarından sonra dizlerinin bağı çözülmüş Maddalena o sırada yere kapaklanmamak için arkasındaki sandalyenin sırt kısmından destek almaktaydı. Annesinin gidişini izlerken başını kaldırıp arkasından seslenmişti.
"Öyle görüyor olsanız da benim zekamda hiçbir sorun yok. Katalanca, Fransızca ve İngilizce de biliyorum. Lucca'dayken hümanist edebiyatta iyi eğitim aldım."
Bir müddet omzunun üzerinden sessizce onun bir şey söylemesini bekleyen yüzünü süzmüş annesi herhangi bir ifadenin yer edinmediği soğuk bakışlarını önüne çevirdiğinde odadan ayrılmıştı.
Aynanın önünde kalan Maddalena, bastırmaya çalıştığı yoğun duygularıyla titreyen ellerini önüne birleştirip sıkarken önündeki sandalyeye çökmüştü. Gittikçe artan halasına olan özlemi içine dalga dalga yayılmaya başlamıştı. Roma'dan bir an önce ayrılıp yeniden Lucca'daki hayatına dönmek ve annesinden fersah fersah uzaklara kaçmak istiyordu. Olduğu yerde parmaklarını sıkıntıyla ovarken Marianna'nın ona doğru yaklaşan ayak seslerini işitmişti.
"Hemen o suratını asma, çirkin oluyorsun."
Maddalena gözlerini devirerek iç geçirdiğinde bakışlarını aynanın önünde duran ablasına doğru çevirmişti. Annesinin karşısında ona asla destek olmayacağını bildiğinden sözlerine alayla gülerek karşılık vermişti.
"Kahkahalarla gülmemi mi beklemiştin?"
"Somurtmak sana hiçbir şey kazandırmaz, annemi tanıyorsun. Elbiselerin konusunda da haklıydı, hepsi son derece basit şeyler. Üstelik doğru dürüst mücevher de takmıyorsun. Şanslıysan sana benim üzerimdeki gibi elbiseler bile diktirebilir. Kumaşları Venedik'ten özel olarak getirildi, kolları ipek taftadan, üst kısmı ise Şam ipeğinden dikildi."
Marianna, kulak tırmalayıcı sesiyle sözcükleri uzatarak konuşurken aynı zamanda nişanlısı için özel olarak giydiği elbisesini gözden geçirmeye başlamıştı. Kabarık kollarını düzeltmiş, kadifeden eteklerindeki kalın pililerde uzun parmaklarını gezdirmişti. İyi bir terzinin elinden çıkmış olan gösterişli elbise, onun giymeyeceği tercih etmeyeceği lacivert, siyah ve altın biyeli renklerden oluşuyordu. İçine giydiği korse göğüslerini yukarı kaldırıp, sıkıştırarak daha gösterişli hale getirmişti. Tıpkı kıyafetleri gibi boynundaki mücevherde annesinin tarzını yansıtıyordu. O anlarda, bozulan sinirleriyle dudaklarını birbirine bastırarak kıkırdayan Maddalena, arkasına yaslanarak karşısındaki tuhaf manzarayı izlemişti.
İkisine tarafsız bir gözle bakıldığında Marianna'nın üstünlükleri her zaman kolayca göze çarpardı. Maddalena, çocukluğunda senenin yarısını büyükanneleri ve dadısı ile Roma'nın kırsalındaki malikanelerinde, geri kalan yarısını De Benardi sarayında, on bir yaşından sonra ise Lucca'da geçirmişti. Oysa ki Marianna tüm hayatını seçkin annesinin yanında kusursuz bir eğitim alarak büyütülmüştü. Marianna bir melek gibi şarkı söyler, pek çok enstrümanı çalardı. Maddalena müzikten zevk alırdı fakat dinlemeyi sever, dans etmekten hoşlanırdı. Marianna'ya belagat öğretilmişti ve halka açık konuşmalarda kendini zarif bir şekilde ifade edebiliyordu. Maddalena ise gerildiğinde kekeler, üzerine gidilirse hiç konuşamayacak noktaya kadar gelirdi. Marianna annesini dikkatli bir şekilde izlemişti; onun gibi ağırbaşlı, mağrur kibirli ve vakurdu. Evlendiği zaman aralarına katıldığı ailede De Benardi ailesini kusursuz bir şekilde temsil edecekti. Maddalena, renklerin büyüsüne inanırdı, kütüphanedeki tüm kitapları ve ulaşabildiği tüm aşk romanlarını okumuştu. Balkonunda uzun saatler hayaller kurar, verilen öğütleri önemsemez, öngörülemez bir yapısı vardı. Hastalıklı küçük bir bebek olarak doğmuş olması ve zayıf bünyesi onun ömrü boyunca en büyük zayıflığı olmuştu. Yemekle hiçbir zaman arası olmamıştı ve bedeni hep zayıftı. Oysa ki Marianna, hem sorumluluklarına sahip ağırbaşlı hem de dolgun kıvrımlara sahip kadınsı bir vücuda sahipti. İki kız kardeşin arasındaki zıtlıklar kolayca göze çarpıyordu. Biri yeryüzüne diğeri ise gökyüzüne ait gibiydi.
Ablasını göstermekten sakınmadığı alaycı bakışları ile süzmeyi bitirdiğinde oturduğu yerde kollarını bağlayan Maddalena, çenesiyle elbiseyi işaret etmişti.
"Artık dışarıdaki yeni dünya, aristokratların güzel elbiseleriyle değil insanların yetenekleriyle inşa ediliyor Marianna. O süslü kafanı kumaşların arasından biraz olsun çıkarırsan belki bunu fark edersin."
Sözlerine karşılık olarak aynadan ona küçümseyen bir bakış atmış Marianna, gülerek konuşmuştu.
"Sen mi inşa edeceksin o yeni dünyayı? On dokuz yaşına gelmişsin fakat hala bulutlar üzerinde gezinmeye devam ediyorsun. Hiçbir zaman büyümeyecek bir çocuksun sen Maddalena, sorunlu bir çocuk."
"Sen de aptal yalakanın tekisin Marianna. Hiç vakit kaybetmeden anneme Natilda'nın gitmesini söyleyecek ve bundan kendine pay çıkarak kadar yalakasın."
O ana kadar her ikisi de şakacı bir ifadeyle birbirlerine takılan abla ve kardeş görüntüsüne bürünmüşlerdi. Birbirlerine karşı olan hoşnutsuzluklarını gülümseyerek dile getiriyorlardı. Fakat Maddalena'nın son sözleriyle birlikte Marianna'nın koyu renkteki yeşil gözleri sinirle parlamaya başlamıştı. Eteklerini yana çekerek karşısına geçtiğinde kolunu kavramış, kendine doğru çekerken dişlerinin arasından tıslayarak konuşmuştu.
"Ben senin ablanım benimle bu şekilde konuşamazsın."
Aynı şekilde sinirlenmiş olan Maddalena, çek elini üzerimden diyerek çıkıştığında kolunu hızla geriye çekmişti. Oturduğu sandalyesinden ayağa kalkarak ona tepeden bakan ablasının önünde durduğunda neredeyse aynı boydalardı. Aralarındaki mesafe hali hazırda oldukça azken huysuz bakışları birbirlerine kenetlenmişti.
"Ablamsın öyle mi? Üzgünüm bana saygı göstermeyene ben hiç göstermem."
"Bu sözlerini annem duyacak."
"Benimle tartışmaya girdiğin için sana daha çok kızacaktır. Sonuçta benim olduğum şey belli, bu evin proje kızı sensin. Ebediyen oynamak zorunda olduğun o kusursuz kız rolünden çıkamazsın sevgili ablacığım."
Marianna bu sözler üzerine hınçla ona biraz daha yaklaşmıştı. Sıkmaya devam ettiği dişlerinin arasından terbiyesiz diye mırıldandığında eliyle omzunu itelemişti. Normal bir zamanda Maddalena buna aldırış etmez sinirini bozmak adına sakinlikle gülerdi. Fakat ittirdiğinde bir adım gerilemek zorunda kalmış olması sinirine dokunmuştur. Yaklaşıp aynı şekilde ablasını itelediğinde yalaka diyerek karşılık vermişti. Bununla birlikte aralarında bir atışma başlamış, birbirlerine sataşıyorken kollarını çekiştirmişlerdi. Sonunda elbisesinin eteğine takılarak dengesini kaybedecek gibi olan Marianna, huysuzlukla geriye çekilmek zorunda kalmıştı.
"Ellerini üzerimden çek, elbisemi mahvediyorsun."
"Ah, evet sevgili nişanlın için giydiğin kusursuz elbisen. Bence de dikkat et başına bir şey gelmesin."
Son sözlerinin içindeki imayı fark ettiği an işaret parmağını ona doğrultan Marianna sakın, seni mahvederim diyerek uyarmıştı. Çocukluklarında ne zaman aralarında bir tartışma olsa eşyalarına zarar verdiği için elbiseni mahvetmesinden korkmuştu. Onun yüzüne yerleşen ifadeyle eğlenen Maddalena, içini rahatlatmak yerine gizemli bir şekilde gülümseyerek omzunu silkmişti.
"Geç kalıyoruz. Bu arada aşağıda temsil ettiğin De Benardi ailesine uygun genç bir hanım gibi davranman gerektiğini biliyorsundur diye düşünüyorum. Tüm bu alaycı dilin ve çocuksu hallerin bu odada son buluyor. Aşağıdaki hiç kimsenin hatalı mizacını hoş görmeyeceği unutma."
Maddalena, tıpkı anneleri gibi ona ne yapacağını söyleyen ablasına herhangi bir sözlü karşılık vermek yerine gözlerini devirmişti. Bununla birlikte aralarından daha fazla konuşma geçmemiş, elini öne doğru uzatarak önden ilerlemesini istemişti.
Çocukluklarından bu yana ablası Marianna ile araları hiçbir zaman mükemmel olmamıştı. Aynı evde oldukları zamanlarda birbirlerinden uzakta vakit geçirirlerdi. Görünüş olarak birbirlerine benzeler dahi annelerinden gördükleri farklı muamele Maddalena'yı doğrudan değersiz kılıyordu.
Birlikte bir kat aşağıya indiklerinde, eve geldiği zaman hizmetlilerin telaşla hazırlıklarıyla ilgilendikleri yemek salonu bir kemerle bağlı olduğu küçük davet salonuna yönelmişlerdi. Yemek salonunda adımlarını yavaşlatmış Maddalena, davet salonuna adım attıkları an üzerlerine çevrilecek bakışlardan önce Marianna'nın hayranlıkla bahsettiği nişanlısına göz atmak istemişti.
Ağabeyi Alfonso ile konuşan Ercole, çocuk yaşta gördüğünden beri oldukça değişmişti. Gördüğü en yakışıklı adamlardan biri değildi fakat erkeğe çekicilik katan sağlam bir duruşu vardı. Marianna'dan neredeyse on beş yaş daha büyük, her erkek kadar yapılı oluşu, büyük ela gözleri ve çevresini dikkatle inceleyen ürpertici bakışları çocukluğundaki gibi hiç değişmemişti.
İki soylu ailenin kararlaştırdığı evlilik, her ikisi de çocuk yaştayken ayarlanmış olsa dahi Marianna'nın evleneceği adamdan bahsederken beklenmedik bir şekilde heyecanlanıp gülümsemesinin nedenini ilk bakışta anlamıştı. Ercole, Viterbo'nun en köklü soylu ailelerinden birine mensup olmasının yanı sıra şehrin konseyinde başarılı bir kariyeri vardı. Tıpkı annesi gibi kendi evinde hüküm süreceği ve şehrin önce gelen kadınlarından biri olacağı günlerin hayaliyle yaşayan ablası, Ercole'nin kaderini gerçekleştirmesinde yardımcı olacak güçlü bir koca olacağını düşünüyor olmalıydı.
"Çok değişmiş değil mi? Talih Tanrıçası Fortuna beni seviyor olmalı ki büyük bir serveti ve unvanı olan bir güçlü bir koca verdi. Bu kesinlikle mutlu bir evlilik olacak."
Marianna, nişanlısına baktığını fark ettiğinde duraksayıp kulağına fısıldamıştı. Onunla aynı renk olan yeşil gözlerini gurur duyan bir ifadeyle Ercole'nin üzerinde geziniyordu. Maddalena bu şekilde tüylerini kabartan bir tavus kuşuna benzediğini düşünmüştü. Fakat sözlerinin sonunda ifadesine yerleşen gizemli hal tuhafına gitmişti.
"Çok eminsin? Fakat benim bildiğim; Kader Tanrıçası Fortuna en dönek Tanrıçadır. Dilediğine iyi talih dilediğine de kötü talih verir. Fakat bunların hepsinin geçici ve yanıltıcı olduğunu söylerler."
"Bu benim için geçerli değil çünkü işimi tamamen ellerine bırakmadım ve Fortuna'nın bana bir oyun oynayıp oynamadığından emin oldum. İçeriye önce benim girmem uygun olur sen arkamdan gelirsin."
Marianna'nın kibirle verdiği emre karşılık yalnızca dişlerini sıkıp, yüzünü ekşiten Maddalena içinden geçenleri kendine saklamıştı. Attığı her adımda arkasında dalgalanan gece mavisi etekleriyle büyük yemek masasını geçip salona doğru ilerleyişini izlerken zihninde sözlerinin ilk kısmı yankılanıyordu; Fortuna'nın bana bir oyun oynayıp oynamadığından emin oldum. İstediği zaman son derece sinsi olabilen Marianna böylesine emin konuşabiliyorsa elbet bir şey yapmıştı. Maddelena dudaklarını düşünceli bir şekilde kıvırırken, kendine güvenen vakur gülümsemesiyle öpmesi için nişanlısına elini uzatan ablasını izlemeye devam etmişti. Gizlediği şeyin ne olduğunu tam olarak bilemese dahi nerede bulacağını çok iyi biliyordu ve eline geçen bu fırsatı değerlendirecekti.
Davetlilerin arasına karışmak için yeterince beklediğinden emin olduğunda ilerlemeye başlamıştı. Dalgın bakışlarını yanından geçtiği büyük yemek masasına takıldığında bir anda duraksamıştı. Tüm davetlilerin yemekleri tabaklarına çoktan koyulmuş ve üzerleri gümüş muhafazalarla kapatılmıştı. İşaret parmağını dudaklarına götürüp kısa bir an zihninde beliren parlak bir fikri düşünmüş ardından bakışlarını kapının yanındaki konsola şarap sürahilerini yerleştiren hizmetliye çevirmişti.
"Annem eminim masa düzenini çoktan ayarlamıştır. Ben bu akşam nerede oturuyorum?"
Genç hizmetli elindeki işi bırakıp ona doğru döndüğünde eliyle kendisinin olduğu sağ taraftaki üçüncü sandalyeyi göstermişti.
"Burada hanımefendi."
"Marianna nerede oturuyor?"
"Sizin tarafınızdaki ikinci sandalye, hanımefendi."
Maddalena gözlerinin içindeki kurnaz parıltıyı saklamak için bakışlarını kaçırırken bir teşekkür mırıldanmıştı. Bunun üzerine hali hazırda işini bitirmiş olan hizmetçi başıyla selam vermiş sonrasında sessizce odadan ayrılmıştı.
Gülmemek için alt dudağını dişlerinin arasına almış olan Maddalena, normal bir tavırla Marianna'nın yerine yaklaşmıştı. Çevresini en az üç kez gözleyip kimsenin onu görmediğinden emin olduğunda önce Marianna'nın tabağındaki yemeğe bakmış içinde yahni olduğundan emin olduğunda kapağını kapatıp yanındakiyle değiştirmişti. El çabukluğuyla işini bitirdiğinde masadan hızla uzaklaşmıştı.
Marianna'nın bademe alerjisi vardı. Eğer o gün yemeğin içine badem katılacaksa aşçıları onun için özel olarak badem katılmamış olanını hazırlar, tabağına ayrı servis edilirdi. O akşamın yemeği olan yahninin içine ise sosunun kıvamını artırmak amacıyla kesinlikle dövülmüş badem kullanılmış olmalıydı.
Yaptığından pişman olmayan Maddalena, yüzündeki hain gülümsemeyle üzgünüm sevgili ablacığım ilk taşı sen attın diyerek mırıldandıktan sonra davetlilerin arasında katılmıştı. Marianna'nın yemeği yediğinde yaşayacaklarını düşündükçe çevirdiği küçük oyunundan kaynaklanan küçük utanmazca neşesi zaman geçtikçe artarken Ercole Nicoletta'nın anne babası ve kardeşleriyle sohbet etmişti. Annesinin çok konuşmamasını öğütleyen sert bakışları altında birbiri ardına sorulan sorulara kısa cevaplar vermeye çalışmıştı. Evet, Lucca Toskana bölgesinin en güzel şehirlerinden biriydi, Agnesia ve Edmondo Cardello onu çok iyi şekilde ağırlamıştı ve şehrin önde gelen pek çok kişisiyle tanışmış, ressamların arasında bulunmuştu..
Kısa süren sohbetlerinin sonunda annesinin yönlendirmesiyle yemeğe geçmişlerdi. Marianna'nın gelecekteki ailesiyle aynı masanın etrafına toplanmış yiyip içerek sohbet ediyorlarken Maddalena kendisine soru yönetilmediği sürece yemeğiyle meşgul olmuş, ara sıra konuşulanlara gülümseyerek başını sallamak dışında olabildiğince az dikkat çekmeye çalışmıştı. Tüm sessizliğine rağmen her zaman onunla uğraşmak için bir sebep bulabilen olan annesinin azarlamalarından kaçamamıştı.
Yemek boyunca ilk kez, Ercole'nin kız kardeşiyle okuduğu kitaptaki roma efsaneleri hakkında sohbet etmeye başladığında soğuk bakışlarını yüzüne doğru çeviren annesi, Lucca'da pağanların kullandığı bu kavramları mı öğrettiler sana? diyerek araya girmiş konuşabilmesiyle renk gelmiş yüzündeki hevesi söndürmüş, bununla da kalmayarak tekrar tabağına dönüp çatalının ucuna batırdığı et parçasını ağzına götürdüğü sırada iştahın da eskisine göre çok yerinde sözleriyle akşama dair olan tüm keyfinin kaçmasına sebep olmuştu. Çatalını usulca yerine bıraktığında ortamdaki varlığından hiç olmadığı kadar rahatsızlık duymuştu.
Yemeğin biraz olsun katlanabilir geçtiği tek kısım, akşamlarının sonuna doğru Marianna'nın saklamaya çalıştığı kaşıntılarıyla sandalyesinde sürekli olarak kıpırdanması olmuştu. Yanında oturan nişanlısıyla sohbet ederken gözlerindeki sulanma ve kaşıntılarını belli etmemek için büyük bir çaba harcamış bu komik manzarayı kaçamak bakışlarıyla izleyen Maddalena ise gülümsemesini engellemek için dudaklarını ısırmaktan kıpkırmızı hale getirmişti. Ercole, birkaç kez neyi olduğunu sorduğunda geçiştirmiş olmasına rağmen kimsenin dikkatini çekmediğinden emin olduğu anlarda boynunu kaşımıştı.
Marianna'nın düştüğü durumla bir nebze olsa de olsa keyfi yerine gelse dahi hala masadaki varlığına huzursuz olan Maddalena, hizmetlilerin tatlıyı servis ettiği sırada isteğini geri çevirmeyeceğini bildiği Alfonso'nun izniyle yolculukta yorulduğunu ileri sürerek davetlilere veda etmişti.
Hole çıktığında bir an duraksayarak, uzun süredir nefessiz kalmışçasına ciğerlerine derin bir nefes çekmiş sıkıntılı olduğu zamanlarda yaptığı gibi eli boynundaki kolyesine doğru yükselmişti. İçinden geçen bir dürtüyle çevresinde dönmüş ve yeşil gözlerini holün sol tarafında duvara asılı olan küçük portreye çevirmişti.
Ahşap bir çerçeve içindeki soluk renkli çizimde küçük erkek çocuğunun masum bakışı vardı. Anneleri portreyi yaşanan talihsiz olayın ardından eve çağırdığı bir ressama kardeşleri hayattayken diğer ressamların yaptığı çalışmaları örnek aldırarak yaptırmış ve her geçişinde görebileceği hole asılmasını istemişti. Aynı portrenin kopyası evin büyük salonuna da asılmıştı. Babaları ilk zamanlar defalarca acılarını taze tuttuğu için kaldırılmasını emretmişti. Fakat her defasında annesinin gazabıyla karşı karşıya kalmış ve sonunda geri adım atmak zorunda kalmıştı. Kayıplarını her daim göz önünde tutarak, çevresine özellikle ona asla unutturmaya çalışıyordu.
Fakat Maddalena'nın küçüklüğünde yaşadığı kötü olayı hatırlamak için dışarıdan gelecek herhangi bir hatırlatıcıya ihtiyacı olmadığını bilmiyordu. Her şey kazınmıştı zihnine; nefessizlikten yanan ciğerleri, kulaklarındaki basınç, kardeşinin çırpınışı, ona uzanmaya çalışan küçük elleri, ağzına dolan çamurlu suyun tadı, tüm dünyasının bir anda karanlığa bürünüşü.. Maddelena hiçbirini unutmamıştı.
Hüzünle içini çekip bakışlarını portreden ayırdığında, merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Geçmiş, De Benardi sarayının taş duvarlarının içine dek işlemişti, susmanın başını eğip kabullenmenin hiçbir faydası olmayacağını iyi biliyordu. Tıpkı yemek masasında olduğu gibi o sustukça üzerine gelmeye devam edeceklerdi. Bu düşüncelerle üst kata ulaştığında aklındaki planı uygulamak için holden geçerek Marianna'nın odasına yönelmişti.
Yakında aralarına katılacağı Nicoletta ailesini geçiren Marianna kendi odasının girdiğinde Maddalena geniş pencerenin önündeki sedire oturmuş, gecenin üzerine çöktüğü Roma'nın tenhalaşmış sokağında uzaklaşan at arabasını izliyordu. Konukların arasına katılmadan önce Marianna ile aralarında geçen konuşmanın ardındaki şüpheleri doğru çıkmıştı.
Elinde tuttuğu kağıtlarla, başını çevirdiği ilk an önce onu odasında bulmanın hoşnutsuzluğuyla çatılmış kaşlarını sonrasında hala bir eli üzerinde olan kaşımaktan kıpkırmızı kesilmiş boynunu ve gerdanını fark etmişti. Normal bir zamanda, elinde olmadan badem alerjisinin sebep olduğu bu görüntü onu pişmanlığa boğardı fakat yıllar geçmiş olmasına rağmen De Benardi çatısı altında hala aynı muameleyi görüp her şekilde aşağılanmayı kendine yediremiyordu. Lucca'da geçirdiği bir gökkuşağı gibi rengârenk olan yılların ardından biraz olsa dahi değişmemiş olan kasvetin içine çekilmek onda bağıra çağıra isyan etme isteği uyandırıyordu.
İlk andaki şaşkınlığını atlatan ablası elini kaşıdığı boynundan çektiğinde, azarlayan sesiyle onu odadan kovmuştu.
"İzin almadan odama nasıl girersin, çık çabuk dışarı."
Sözlerini duymamış gibi davranan Maddalena, bakışlarıyla biraz önce izlediği Roma manzarasını işaret ettiğinde sinirini bozacağı bildiği bir neşeyle konuşmuştu.
"Unutmuşum, bu odanın manzarası benimkinden daha güzelmiş. Odaları değiştirmeye ne dersin?"
"Yine ne saçmalıyorsun sen?"
Yeşil gözlerinin yeniden ablasının üzerine çeviren Maddalena'nın bakışlarından derin bir bıkkınlık geçmişti. Marianna'nın yine ne saçmalıyorsun sen sözleri öylesine ağzından çıkmış şeyler değildi. Ailesine kendini dinletebilmesi için her zaman büyük bir mücadele vermek zorunda kalmışı. Oturduğu yerde kararlılıkla sırtını dikleştirmiş, elinde tuttuğu kağıtları yavaşça yukarı kaldırmaya başladığında konuşmaya başlamıştı.
"Üzgünüm ama gelir gelmez benimle uğraşmaya başlayan sendin. Eğer bana taş atmasaydın bende bunu yapmak zorunda kalmazdım."
"O elindekiler.. ver şunları bana!"
Havada salladığı kağıtların ne olduğunu anladığı an yüzü bir anda kireç gibi beyazlayan Marianna, yerinde hareketlenerek üzerine doğru yürümeye başlamıştı. Kısık sesindeki hiddetle çıkışırken aynı zamanda kağıtları alabilmek için elini uzatmıştı. Ablasının vereceği tepkiye hazırlıklı olan Maddalena, kağıtları geriye çektiğinde bacaklarını sedirden sarkıtıp hızla ayağa kalkmıştı. Odanın içinde Mariana'nın uzaklaşmaya başladığında kağıtları bu kez alay edercesine açıp gülmeye başlamıştı.
"Elimdekiler bir astroloğun çıkarttığı yıldız haritaları. Müstakbel kocan Ercole ve kendinin haritasını çıkarttırıp geleceğinizi okutmuşsun. Sen aslan burcusun, Ercole ise koç, aydaki eviniz gibi gibi daha pek çoğu hepsi burada, astrolog isminizi bile üzerine yazmış. Annem bu işleri yapan astrologları da onlara gidenleri de kafir olarak görüyor. Eğer bunu duyarsa sana ne yapar tahmin bile edemiyorum."
"Sana şunları bana ver dedim! Yemeğimle de sen oynadın değil mi? Kaşıntılarım sebebi de sensin biliyorum. Yine geldiğin ilk günden evi karıştırmayı başardın. Senin yüzünden iki gün bu kızarıklarla gezmek zorunda kalacağım. Ercole'nin yanında beni zor duruma düşürmek istedin değil mi?"
"Hizmetçilerin karıştırdığı tabakların suçlusu nasıl ben oluyorum? Başına gökten taş düşse senin gözünde suçlu yine ben olurum."
Üzerine gelmeye devam eden ablasıyla olan arasındaki mesafeyi korumak için gerileyerek odayı adımlayan Maddalena, yıldız haritalarını arkasına saklamıştı.
Marianna ne zaman annesinden saklı bir iş çevirse delillerini yatağının kakmalarla süslü ahşap başlığındaki daha koyu renk olan panellerin içine gizlerdi. Hırslı karakteri onu kurallara karşı gelmeye itse dahi bir gün annelerinden gelen o büyük gücü kaybetme korkusuyla adımlarını her zaman çok dikkatli atardı.
"Odamı karıştırmaya hakkın yoktu! Ver dedim!"
"Vermeyeceğim. Senin de Natilda'yı elimden almaya hakkın yoktu!"
"Elinden alan kişi ben değilim annem! Eğer cesaretin varsa ona da bu şekilde karşı gelirsin, seni küçük fare."
"Nasıl Natilda'nın ayrılması için annemin aklına girdiysen şimdi de kalmasını için ikna edeceksin."
İsteğini söylediğinde Marianna, bir müddet sessiz kalarak sıkıntıyla nefesini dışarı vermişti. İki yanında duran elleri öfkelendikçe daha da kızararak kaşıntısının arttığı boynuna yükselmek için sürekli olarak seğiriyordu. İstediğinin gerçekleşmesinin imkansız olduğunu gösterircesine başını iki yana sallamıştı.
"Konuşsam bile hiçbir işe yaramaz. Annem verdiği karardan asla dönmez."
Ablasının karşısındaki sıkıntılı halini izledikçe kendine olan güveni daha da artan Maddalena, kaygısızca omuzlarını silkmişti. Arkasındaki yıldız haritalarını tekrar öne çıkarttığında havaya kaldırmış, dudaklarını umurunda olmadığını gösterircesine kıvırmıştı.
"O senin sorunun, nasıl yapacağın beni ilgilendirmiyor. Natilda doğduğum günden beri benimle birlikte, yanımda başka birini istemiyorum. Bu işi bozduğun gibi düzelteceksin yoksa bunları anneme veririm."
Marianna, keskin bakışlarıyla elinde tuttuğu kağıtlara bakarken öfkeyle iç çekip, onu kovalamaktan vazgeçmişti. Kendine olan güvenine zarar verdiği için ifadesi tıpkı annelerinkilere benzer içini ürperten soğuk bir öfkeye bürünüyordu.
"Lucca'da biraz da olsa akıl ve disiplin kazandığını umuyordum. Şimdiyse hala aynı olduğunu görebiliyorum. Her zaman olduğu gibi aynı kötü huyları taşımaya devam ediyorsun."
Kalbini kırmaktan imtina etmemesi Maddalena'nın ilk kez karşılaştığı bir durum değildi. Roma'ya ailesinin ona karşı olan tavrının değiştiğini düşünerek gelmemiş, yolculuğunda kendini hazırlamıştı.
O an için tek dayanağı bir ay sonra Agnesia halasıyla buradan arkasına dahi bakmadan gidecek olmasıydı. Marianna, Ercole Nicolette ile evlenip Viterbo'da yaşayabilir annesi hala ondan nefret edebilirdi arkasında bırakacaklarının hiçbiri umurumda değildi. Elinde tuttuğu parşömenleri katlayıp korsesine sıkıştırdığında söylediklerinin her birini kabul eden bir tavırla omuzlarını dikleştirip karşılık vermişti.
"Söylediklerinin hepsi doğru, tamamen aynıyım."
"Kıskanıyorsun. Tabi sen sürekli bir yerlerde olduğun için, benim buradaki hayatıma hep uzaktan yabani gözlerle baktın, bakmaya da devam ediyorsun. Bu yüzden de sürekli sağa sola sataşıp, acını çıkartmaya çalışıyorsun. Lakin yine de bana teşekkür etmeli hatta minnetten ayaklarıma bile kapanmalısın. Bu vahşiliğini gören bir aile seni gelin diye asla almazdı. Ablanın ben olması talihini döndürdü."
O ana kadar Marianna ne söylerse söylesin onu incitemeyeceğini düşünen Maddalena, bu sözleriyle boğazına bir yumru oturduğunu hissetmişti. Saklamaya çalışsa dahi ailesi hakkında kalbinde büyük kırgınlıklar taşıyordu. Bakışlarını şömine içinde yanan ateşe çevirmiş, sözlerine dayanmaya çalışır gibi sıkıntıyla dudaklarını birbirine bastırırken bir anda son sözlerini işitmişti. Yeşil gözlerine yerleşen endişeli bakışla Marianna'ya dönerken sözünü kesmişti.
"Ne talihinden bahsediyorsun sen?"
"Kötü talih. Görünüşe göre Fortuna'nın senin için de planları varmış."
İmalı sözlere daha fazla tahammülü kalmayan Maddalena, birkaç uzun adımda ablasının karşısına geçmişti. Gözlerinin içindeki durumla eğlenen ifadesine baktıkça sözlerinin altından kötü bir durum çıkacağına emin oluyordu. Her an içine biraz daha yerleşen endişe yumağıyla tereddütsüzce uzanıp kolunu çekiştirmişti.
"Konuş Marianna!"
Marianna kolunu tutan elinden kurtulduğunda eteğini yana çekerek birkaç adım geriye çıkmıştı. Aralarına koyduğu mesafeden bakışlarını bir müddet beklenti dolu yüzünde gezdirmiş içine derin bir nefes çektiğinde anlatmaya koyulmuştu.
"Nasıl olsa duyacaksın zaten. Seni buraya benim düğünüm için çağırmadılar, nişanlı olduğun için çağırdılar. Dört ay önce benim için gelen karlı evlilik talebini geri çevirmek istemedikleri için karşı tarafa ailenin küçük kızını yani seni teklif ettiler. İkinci kızı almakta kararsız kaldıklarında annem bizzat kendi cebinden çeyizini iki katına çıkarttı, şu an prenseslere layık bir çeyize sahipsin. Roma'nın en yetenekli ressamına portreni yaptırıp gönderdi. Tıpkı benim gibi yetiştiğini, güzelliğini, iyi ahlakını ve itaatkâr bir kız olduğunu uzun uzun anlattılar. Tüm bunların sonunda da evlilik müzakereleri olumlu sonuçlandı. Seni evlendiriyorlar."
Lucca'ya dönmeyeceğim. Bu kez benden ebediyen kutuluyorlar, üstelik beni kabul ettirebilmek için yüklü bir çeyizi dahi gözden çıkartmaya razı geldiler! Maddalena olduğu yerde yana döndüğünde, gözpınarlarında kanayan gözyaşlarına engel olmak için ellerini yüzüne kapatmıştı. Hiç tanımadığı üstelik annesinin seçtiği bir adamla evlenmektense Bernardo Galeazzi ile evlenme fikri gözlerinin önünde bir eşi benzeri olmayan bir serap gibi belirivermişti. Ellerini yüzünden indirdiğinde adeta inlercesine konuşmuştu.
"Bunların hiçbirine gerek yoktu!"
"Hepsi o dönemler Ercolo'nın tahminlerden daha uzun süren savaştan bir türlü dönemediği için nişanın askıya alındığı dedikodusunun yayılmasıyla başladı. Eğer benim nişanım yıllar önce kararlaştırılmış olmasaydı kolaylıkla bozulabilirdi. Fakat nişanı bunca yıl sonra bozamayacaklarını biliyorlardı. Öyle olsaydı sen hala Lucca'da olur bende gelen yeni teklif üzerine bir başkasıyla evleniyor olurdum. Şimdi benim sayemde, babası öldüğünde Viterbo'nun en zengin hanedanlıklarından birini yönetecek adamla evleniyorsun. Tabi, kendisi aynı zamanda yarımadada ahlaksızlığıyla nam salmış biridir. Sana şans diliyorum kardeşim, ihtiyacın olacağına eminim."
"Tıpkı anneme benzemişsin Marianna, kalbin kapkara kötülük ve fesatlıkla dolmuş."
Maddalena, kesik kesik nefes alıp verirken ablasını gözyaşlarıyla çakmak çakmak olmuş kırgın gözlerle dinlemişti. Arkasını dönmeden önce başını çevirip Marianna'nın gözlerinin içine bakarken öfkeden titreyen sesiyle konuşmuştu. Birkaç adımda ulaştığı üzerinde altın rengi kabartmaların olduğu kapıyı gürültüyle açıp kendini dışarı attığında, merdivenlere yönelmişti.
Ağabeyini bulmayı umduğu çalışma odasının yolunu kat ettiği sırada düğüm düğüm olan ciğerleriyle nefes almaya çalışırken, gözpınarlarındaki yaşları uzun parmaklarıyla silmişti. Yanlarından geçtiği hizmetlilerin meraklı bakışlarını üzerinde hissetse dahi başını dik tutmaya gayret etmişti. Hepsi onun bu görüntüsüne alışkınlardı fakat geldiği ilk gün böylesine harap görmeyi beklemedikleri yüzlerindeki ifadeden seçiliyordu. Üzerine yönelen bakışların biraz sonra fısıldamayla devam edeceğinden emin olan Maddalena umursamaya çalışmıştı. Tek düşündüğü; Alfonso ile konuyu sakin şekilde konuşup bir çıkış yolu bulmaktı.
Önüne geldiği çalışma odasının koyu renk ahşap kapısının açık olduğunu gördüğünde bir an duraklayarak içeri girmeden önce izin almayı düşünse dahi bundan vazgeçmişti. Elini kabartmalı ahşabın üzerine koyduğunda ittirerek içeri girmişti. Bakışlarını bir zamanlar babalarına ait olan büyük çalışma odasında gezdirdiğinde Alfonso'yu yanan şöminenin önünde bulmuştu. Sırtını ona dönmüş, sonbahar soğuğunu kırmak için yakılmış ateşe teslim olan odunları izlerken bir ayağını şöminenin demirlerine dayamıştı. Kapının önünden ayrılıp, yavaş adımlarıyla odanın ortasına doğru ilerlemeye başladığında derin bir nefes alıp odaya hakim olan sessizliği bozmuştu.
"Doğru mu? Marianna'nın söyledikleri doğru mu?"
Alfonsa bakışlarını şömineden çekip, şaşkınlıkla ona doğru döndüğünde önce yanına yaklaşmaya niyetlenmiş fakat gözyaşlarıyla dolu dolu olan yeşil gözlerini gördüğünde vazgeçerek yerinde kalmıştı. Bahsettiği şeyin ne olduğu sormaya gerek duymamış, kırpıştırdığı gözlerinden hislerini okuyabiliyordu.
"Doğru."
Maddalena, ilk anda hiçbir şey söylememiş, dudaklarını sıkarak başını öne eğdiğinde içini çekmişti. Onu unuttuklarını ve yapacağı evliliği önemsemeyeceklerini düşünerek büyük aptallık etmişti. Başını kaldırdığında kısık sesiyle içinden geçeni dillendirmişti.
"Marianna'nın düğününden sonra halamda birlikte Lucca'ya geri dönecektim."
"Lucca'yı da orada yaşadıklarını da çıkaracaksın aklından, hiçbir yere gitmiyorsun. Evlenene kadar burada kalacak, De Benardi ailesine sadakatle bağlı olmayı öğreneceksin."
O sırada açık olan kapıdan içeri süzülen Contessa De Benardi, duyduğu sözler karşında hiddetlenerek tüm varlığıyla odayı doldurmuştu.
Annelerinin ürkütücü sesini duyduğunda irkilen Maddalena, arkasını dönmüştü. Akşam davetinde giydiği yeşilin koyu tonlarına sahip olan elbisesi mum ışıklarının aydınlattığı odada mücevherler gibi parlıyordu. Vakit neredeyse gece yarısını geçmişken karanlıkla birleştiğinde çevresine olduğundan daha fazla ürkütücü bir görüntü yayıyordu.
Maddalena, bakışlarını annesinin üzerinden geçip güçlükle Alfonso'ya döndüğünde cevabını duymaktan ölesiye korktuğu soruyu sormuştu.
"Kiminle?"
"Sandrino Panzio."
Ağabeyinin sakin sesinden Sandrino Panzio cevabını duyduğu an boğazını düğümleyen ve konuşmasını engelleyen bir hıçkırıklarla boğuşmaya başlayan Maddalena, olduğu yerde sarsılmaya başladığında bir elini karnının üzerine yerleştirmişti. Birden Fortuna'nın ona gerçekten kötü kader ağlarını ördüğünü düşünmeye başlamış bununla birlikte sinirleri iyiden iyiye bozulmuştu. Dudakları elinde olmadan histerik bir gülümsemeyle kıvrılmaya başlamıştı. Yeşil gözlerini ağabeyine doğru kaldırdığında sesindeki alaycı tonla aklından geçenleri dillendirmişti.
"Sandrino Panzio? O adamın evlenmeye karar vermesi için kafasına koca bir kaya düşmüş olması gerek. Hatta kaya bile yeterli gelmeyebilir. O adamın evlilikle hiçbir işi olmaz, olamaz."
"Kendisini tanıyor musun?"
Yaşadığı sinir bozukluğuyla gülmeye devam eden Maddalena, bu soruyu duyduğunda uzun parmaklarını dudaklarının üzerine kapatmıştı. Verdiği tepkisinin arkasındaki annesinin hoşuna gitmediği dönüp yüzüne bakmasına gerek olmadan dahi hissedebiliyordu. Fakat kaderin ona kötü bir oyun oynadığı düşüncesine engel olmakta zorlanıyordu. Kendini biraz olsun topladığında başını iki yana sallayarak cevap vermişti.
"Ha- ha- hayır. Sadece etraftan duyduklarım."
Çapkınlığıyla ün yapmış Sandrino Panzio ile öncesinde tanışmış, yakışıklılığına ve eğlenceli mizacına kapılıp hayaller peşinde koşmuş bununla da kalmayarak rızası olmasa dahi öpüşmüş olmasını itiraf etmek Maddalena'nın sonunu getirebilirdi. Annesinin bunları öğrendiğinde ne yapabileceği ancak tanrı bilirdi.
"Kendisi Kilise adına görevde olduğu için nişan görüşmelerini annesi Madonna Rosia Panzio onun adına bizzat yürüttü. Senin vekilin de annemizdi."
Altın Gökteki Meryem tablosunu sipariş eden Rosia Panzio diye içinden geçirmiş Maddalena'nın yüzü kızarmıştı. Lucca'da sefa içinde gününü gün eden Sandrino Panzio'nun kötü bir şakadan ibaret olan bu nişanı bilmediğinden emindi. Adam değil onunla evlenmeyi istemek herhangi biriyle dahi evlenmeyi düşünmeyecek kadar bekarlığına önem veriyordu.
Fakat onu şaşırtan ve anlayamadığı kısım, nişanı ondan habersiz nasıl gerçekleştirmiş olduklarıydı. Marianna'nın söylediğine göre; kadın ailenin ikinci kızını kabul ettirebilmek için çeyizini iki katına çıkartmış ve onun sahip olmadığı meziyetleriyle tanıtmışlardı. İçindeki isyankar ses, sevgiyle bağlanmış bir evliliğin elinden alınması karşısında elinden bir şey gelmese dahi gururunun daha fazla ayaklar altına alınmasına izin veremeyeceğini bağırıyordu. Maddalena, bu düşünceyle Alfonsa'ya doğru birkaç adım atarak sesindeki yalvaran bir tınıyla konuşmuştu.
"Alfonso lütfen, Sandrino Panzio ile evlenemem. Onunla olmaz. Evlenmemi istiyorsan, beni isteyen başkaları da var. Beni Nernardo Galeazzi ile evlendirin."
Alfonso'ya adeta yalvaran gözlerle bakarken Maddalena'nın zihnine Sandrino'nun onun hakkında konuşurken söylediği sözler gelmişti; Benimle, Sandrino Panzio ile bir evlilik hayali kurmak hatta bana karşı bir şey hissetmek şu hayatta yapabileceği en şuursuzca şey olur. Hayalperest saf bir kıza hayatımda ihtiyacım yok. İçini parçalayan, ona karşı beslediği hayallerini yıkan tüm bu sözler ve daha fazlası o gece Maddalena'nın içine geri dönüşü olmaz bir biçimde kazınmıştı. Onu istemediği bağıra çağıra dile getiren bir adamla evlenerek kendisine ömür boyu sürecek bu kötülüğü yapmalarına izin vermeyecekti. Hayatı boyunca yeterince sevgisizlikle cezalandırıldığını düşünüyordu, daha fazlasına göğüs gerecek gücü yoktu.
"Bernardo Galeazzi, Lucca'nın köklü ailelerinden biri olabilir fakat Sandrino Panzio kadar zenginliğe ve nüfusa sahip değil. Panzio ailesinin bizim gibi Kilise'yle yakın ilişkileri var. Bu evlilik oldukça karlı bir ittifak olacak. Ailemizin iki kızı da Viterbo'nun en köklü ailelerine gelin olarak katılacak ve biz iki aile içinde olan bitenden haberdar olacağız."
Alçak tuttuğu sesindeki soğuk tınıyla konuşan annesi Contessa'ya dönen Maddalena, bir müddet karanlık iradenin içine yansıdığı gözlerine bakmıştı. Son sözlerini idrak etmeye çalışırken yutkunmuş, canı acımış gibi irkilmişti. İki güçlü ailenin birleşimiyle ortaya çıkan bu ve çok daha fazlasından oluşan gizli amaçlar kulağına gelse dahi ondan gerçekten bunu beklediklerine inanamıyordu.
"Yıllar önce, hiçbir geleceğim olmadığını düşündüğünüz için beni manastıra kapatmak istemiştiniz. İstersem hayatıma rahibe olarak bile devam edebilirdim. Şimdi Marianna için gelen karlı teklifi elinizden kaçırmamak için bir anda değersiz ve hastalıklı kızınızın faydalı olabileceğime karar veriyor ve beni evlilik pazarına sokuyorsunuz."
Maddalena titreyen dudaklarıyla kekeleyerek güçlükle kalbindeki yarayı dile getirdiğinde, Contessa açık bir hoşnutsuzlukla ifadesini süzmekteydi. Önünde birleştirdiği yüzüklerle bezeli elleriyle karşısında dururken, dişlerini sıkarak başını yana eğip iç geçirmişti. Konuştuğunda sesi öylesine tehditkâr çıkmıştı ki Maddalena yüzüne bakmaya cesaret edememişti.
"Hemen şimdi saygısız sözlerinden dolayı ağabeyin ve benden özür dileyeceksin."
İki yanındaki ellerini güç almak istercesine sıkmaya başlamış Maddalena, pürüzsüz yanağın değen ıslaklığı fark ettiğinde ancak ağladığını fark etmişti. Titreyen ellerinden birini kaldırmış yanağını silerken tıpkı çocukluğumda olduğu gibi, tekrar o zayıf Maddalena'ya dönüşüyorum diye düşünmüştü. Bu ona cesaret vermiş, göğsü sıklaşan nefesleriyle inip kalkarken başını dimdik tutmasına yardım etmişti.
"Hayır dilemeyeceğim. Yıllarca, yıllarca bu evde bana misafirmiş bir yabancıymış gibi hissettirdiğiniz. Doğduğum evde kardeşimin yokluğu benim varlığımdan hep daha çok yer kapladı. Yaptığınız her şey zarar vermek için, her zaman sevdiğim bir şeyi elimden alacak suçlamalar buldunuz. Fakat asıl sebebi hepimiz biliyoruz, o olaydan beri benden intikam alıyorsunuz. Şimdi de sizin ajanınız olmam için Lucca'dan geri çağırıyorsunuz. Gittiğim ailenin tüm sırlarını size anlatacağım bir araçtan başka bir şey değilim gözünüzde. Fakat bu benim hayatım, kimsenin eline bırakmayacağım."
Bu ne cüret! diyerek öfkeyle bağıran Contessa, bir hışımla karşısına geçtiğinde yüzüne şiddetli bir tokat atmıştı. Ne olduğunu anlayamayan Maddalena, gerileyerek neredeyse yıkılmak üzereydi ki hızlı davranan kadın dirseğini yakaladığında zayıf bedenini kendine çekip yüz yüze bakmalarını sağlamıştı. Onunla konuşmaya başlamadan önce aralarına girmek için yaklaşan Alfonso'ya dönmüş fikirlerini kendine sakla Alfonso! diyerek karışmasına engel olduğunda öfkeyli bir çift oku andıran gözlerini onun yeşil gözlerinin içine yöneltmişti.
"Bu hayatı biz sana verdik. Seni ben doğurdum, hayatınla ne yapacağını da ben söylerim. Buradan ayrılmadan önce Agnesia'yı aklını aptalca hayallerle doldurmamasını, sonunda yine bu eve döneceğini söylemiştim fakat görüyorum ki sözümü dinlememiş. Sende Marianna'da bu ailenin elçilerisiniz. Ailenin refahı sizin yapacağınız evliliklerin başarısına bağlı. Senin de bundan sonra tek amacın bu aileye hakkıyla hizmet etmek olacak. Ya güzellikle seçtiğimiz adamla evlenir ve sözümüzden çıkmazsın ya da istediğimiz şeyi senden zorla koparırım. Seçim senin iki türlü de benim dediğim olacak."
Kolunu bir mengene gibi kavramaya devam eden Contessa, parmaklarını biraz daha derine bastırdığında bu kez sözlerinin üzerinde durarak konuşmuş ardından, zayıf kolunu savurup elini üzerinden çekmişti.
"Sakın bir daha da oğlumun hatırasına laf söylemeye kalkma. Bir dahaki sefere bu kadarıyla kurtulamazsın."
Geri çekildiğinde, içinden yükselen hıçkırığı tutabilmek için dudaklarını sıkarak başını yana çeviren Maddalena, bir müddet ne annesine ne de ağabeyine bakabilmişti. Buz kesmiş bedeni felç inmiş gibi titriyor, yaşlarla dolu olan gözleri şömine ışığında zümrütler gibi parlıyordu. Hissettiği şiddetli ıstırap yanağı ve kolundaki acıya dayanmaktan çok daha zordu. Titreyen ellerini durdurabilmek için önünde birleştirip sıkamaya başladığında, bakışlarını annesinin yüzüne çevirmeden fısıldamıştı.
"Sandrino Panzio'nun evliliğe sadık kalacak bir adam olmadığı konuşuluyor, bu evlilik size hiçbir fayda sağlamaz. Eğer aileye hizmet etmemi gerçekten istiyorsanız Bernardo Galeazzi ile evlendirin."
"Agnesia sana şiirlerdeki ve peri masallarındaki kadınlar gibi hareket edemeyeceğini de mi öğretmedi? Evliliğe sadık kalmak zorunda, sende onu kontrol etmesini öğreneceksin. Umarım, Bernardo Galeazzi ile evlenmekteki bu ısrarının sebebi Lucca'da Panzio ailesiyle kurduğumuz bağı tehlikeye sokacak bir şey yaptığın için değildir. Tanrı şahidim eğer evlenecek kadar temiz değilsen bu kez hiç kimse seni elimden alamaz."
Gittikçe kızaran rengi koyulaşmış yeşil gözleriyle zemine döşenmiş parlak taşları izleyen Maddalena annesinin bakireliğini sorguladığını geç anlamıştı. Bir müddet sessiz kalıp ne söylemeye çalıştığını düşünmüş anladığında ise hayretle irkilmişti. Eğdiği başını hızla kaldırıp, öfkelenen gözlerini onu izleyen gözlerine doğrultmuştu. Bunu düşünecek kadar ileri gitmesine inanamıyordu. Gözlerinin içindeki isyankar ifadeden hoşlanmamış Contessa, elini tehdit edercesine aralarında sallamıştı.
"Utanıp yüzünü eğmen gereken yerde bana o şekilde bakmayacaksın! Bernardo Galeazzi ile olan yakınlığınızın kulağıma gelmeyeceğini mi düşündün? Tüm şehir evleneceğinizi konuşuyormuş! Bu dedikodular nasıl çıkıyor? Ne kadar yakınsınız ki insanlar bunu konuşma cüretini gösterebiliyor?"
Yüzüne karşı yükselttiği sesiyle suçlamalarda bulunduğunda gözlerini kısa bir an için yuman Maddalena ikna edici bir cevap vermeden bu durumdan kurtulamayacağını düşünmüştü. Nefes almakta güçlük çektiği zar zor çıkan bir sesle konuştuğunda bakışlarını yana çevirmiş, annesinin yüzüne daha fazla bakamamıştı.
"B-en hiç-bir ha-ta yapmadım."
"Umarım dediğin gibidir. O adamla bir daha asla görüşmeyeceksin, en ufak bu hatanı görürsem bu kez sözüne inanmam ve emin olurum. Bundan sonra hiçbir şekilde benim sözümden çıkmayacaksın. Marianna'nın her hareketini dikkatle izleyecek, zamanı geldiğinde nişanlın ve ailesinin karşısında bizi kusursuz bir şekilde temsil edeceksin. Şimdi odana çık kahvaltıdan önce de gözüme gözükme."
Maddalena, annesi sözlerini bitirir bitirmez sözlerini duyduğunu belirtir gibi başını hafifçe eğmiş ardından sessizliğe bürünen çalışma odasının zemininde yankılanan topuk sesleriyle odayı geçerek kendini dışarı atmıştı. Koridorun sonuna geldiğinde eteklerini kaldırıp mermer merdivenleri duraksamadan hızla çıkmıştı. Roma'daki tek sığınağı olan odasına açılan holü hala yukarı kaldırdığı etekleriyle koşarak geçip odasına girdiğinde, sırtını kapattığı kapıya yaslamıştı.
Kırık dökük bir sesle Lucca'ya geri dönmek istiyorum diye mırıldandığında titreyen vücudu onu daha fazla taşımamıştı. Olduğu yere çökmüş, dizlerini göğsüne çekip, kollarını sıkıca dizlerine dolamıştı. Gözpınarlarına birikmiş acı ve keder gözyaşları birbiri ardına yanaklarına düşerken, başını kederle önüne eğmiş zayıf omuzları sarsılarak sessizce ağlamıştı. Lucca'dayken içine dolan o çocuksu sevinç Roma'ya döndüğünde yerini tekrar dümdüz ıssız bir kasvete bırakmaya başlamıştı. Çocukluğunda olduğu gibi hayallerini, umutlarını ve neşesini kırmaya onu tekrar sevgisizlikle cezalandırmaya çalışıyorlardı.
**
Lucca
Toskana Bölgesinin liman şehirlerinden olan Lucca'da vakit ağır ağır gün batımına doğru ilerlerken Kilise'ye ait konutun büyük bahçesinde okçuluk talimi yapmakta olan Sandrino, güzel havanın keyfini çıkarıyordu. Üzerinde yalnızca yakasındaki gevşek bağların kaslı göğsünün büyük kısmını açıkta bıraktığı kar beyazı gömleği, uzun bacaklarını saran siyah pantolonu ve çizmeleri vardı. Öğleden önce katıldığı görüşmelerde kullandığı süslü ceketini ve üzerindeki tüm mücevherleri çıkarmıştı. Yanındaki yaverin uzattığı bir başka oku alıp, yayına dikkatle yerleştirmiş kıstığı mavi gözleriyle bir süre hedefini gözlediğinde oku havadaki ıslık sesiyle tahtadan yapılmış hedef tahtasına saplanmıştı. Karışmış asi sarı saçlarının arasına elini götürüp geriye çektiğinde, gömleğinin yakasını biraz daha gevşetmiş sonrasında bir başka oka uzanmıştı.
Keyfi yerindeydi, işleri sorunsuz bir şekilde ilerliyordu fakat bazı zamanlar zihninde geriye attığı yaşanmışlıklar prensiplerinden daha ağır basıyordu. Ay ışığının altında karşısına dikilen kızgın, yeşil gözlü güzelin öfkeden yanan yanaklarını ve yüzünü çevreleyen altın rengi saçlarını hala eksiksiz bir şekilde anımsıyordu. Başta onu hayallerin peşinde koşan masum bir kız çocuğu olarak görmüştü fakat küstah iğnelemeleri, cesurca çenesini kaldırıp onun alaycı sözlerine karşılık verebilmesi, anlamlı bakan gözlerindeki gururlu haliyle hafife alınmaması gereken bir mizaca sahip olduğunu göstermişti.
Gergin yayını daha uzaktaki bir hedefe doğru yöneltirken, kızın mücevher kutusunu sakınmadan üzerine atışını ve yaptığının farkına vardığında önce panikleyerek ilk kez adını söylemiş olmasını sonrasında kendisiyle gurur duyarcasına gülümseyerek bir dahakine kafasına atacağını söyleyişi gözlerinin önüne gelmişti. O anların hatırasıyla okunu hırsla serbest bırakan Sandrino, hedefini merkezden vurduğunu dahi fark etmemişti. Elindeki yayını sıkmaya başladığında kızın peşinden gidip öperek ne kadar büyük bir hata yaptığını düşünüyordu. Fakat onu bu kadar sinirlendiren, prensiplerini bile isteye çiğnemesinden çok öpüşmelerinden zevk almış olmasıydı.
Sandrino, huysuzlanmış mavi gözlerini gökyüzüne doğru dikerek genç kızların duygularıyla oynayacak kadar şerefsiz değilim diye düşünmüştü. Maddalena'nın kalbinden geçenin belli olduğu gözlerindeki ifadeyi doğru okuduğunu düşünüyordu. O sevilmek, sevmek istiyordu onunsa hayatı boyunca inandığı aşka yakın tek şey, yatakta yapılan türdendi.
Bilseydim keşke diye düşünmüştü. Ona kalbini kırma kudreti verdiğini bilseydi bunu asla yapmaz, uzak dururdu. Sevginin her türlüsü tehlikeli bir oyundu. Bir kadının içine işleme düşüncesi dahi tüylerini ürpertmeye yetiyordu. İnsanların kanmaya hazır olduğu bu yalancı bahardan her zaman uzak durmuştu. Ya o bahar çiçek verirse ve o zaman onları solduracak kişiler yine birbirlerinden başka kimse olmazdı.
Dudaklarını sıkarak tekrar yaverine dönen Sandrino, elini açarak yeni bir ok istemişti. Kızdan uzak duracağına dair kesin bir karar vermişti ve artık düşüncelerine de hâkim olacaktı. Eline aldığı oku parmaklarının ucunda çevirip tartarken bakışlarını sol tarafında kalan taş kemerin tepesine yerleşmiş Bruno'ya çevirmişti. Etrafı gözlemlemek bu sırada insanların mimiklerini çizebilmek için sıklıkla yüksek yerlere çıkan arkadaşı, kendine çektiği dizlerine dayadığı defterine çizim karalamaktaydı.
"Bu kez ne çiziyorsun?"
Sandrino, birkaç adım atarak sesini rahat duyabilmesi için yanına yaklaşırken konuşmuştu. Olduğu yerden bir insan değil de mimari çizim olduğunu belli belirsiz seçebilmişti. Bruno, kalemini kulağının arkasına sıkıştırdığında defterini havaya kaldırıp bu mu? diye sormuş sonrasında yüzünü ona çevirip, omzunu silkmişti.
"Bunlar boş çizimler. Şehirdeki Antik Roma'dan kalan vaftizhanenin üzerinden geçiyorum."
"Geçen hafta buraya Viterbo'nun sanatkarlar loncası mührünü taşıyan bir mektup gelmişti. Getiren genç haberciye sokaklarda çizim yaptığını söylemiştim. Eline geçmiş olmalı, ne cevap verdin?"
Bu sorusu üzerine defterine çizdiği vaftizhane çizimine kararsız bir bakış atan Bruno defterini kapatmış, açık yakasından ceketi ve gömleğinin arasına yerleştirmişti. Yönünü tamamen Sandrino'ya dönerek bacaklarını kemerden sarkıtmıştı.
"Cevap vermedim. Mektupta, onarımının bitmek üzere olan şapelin ön cephesi için yarışma düzenledikleri haberi vardı. Abartılacak bir şey değil, loncaya kayıtlı olan tüm sanatkarlara aynı mektubu gönderiyorlar. Konsey görkemini simgeleyecek gösterişli bir tasarım bekliyormuş, istedikleri süslemeleri tek tek yazmışlar. Fakat beni ilgilenmiyor, ben ne mimar ne de mühendis."
"Doğru, mimar ya da mühendis değilsin. Fakat hava kararana kadar sokaklarda gezip, yapıları çizen duvarlar arasındaki gizli mimari düzenlerini okuyabilen yetenekli bir ressamsın. Ayrıca ilk ustanın atölyesinde öğrenciyken inşaatlarda çalıştığını anlattığını hatırlıyorum."
Sandrino sözlerini bitirdiğinde dikkatini yeniden elindeki ok ve yaya çevirmişti. Yerleştirdiği okunu serbest bıraktığında Bruno, elini önemsiz bir şey olduğunu gösterircesine havada sallamıştı.
"Aynı şey değil. Ben o zamanlar birkaç sikke kazanabilmek için taş taşıyor, hamallık yapıyordum."
"Babamın da söylediği gibi; çeşmenin başına geçmeden önce o çeşmenin batağına iyice batacaksın."
"Buradan bakınca sen pek batağa batmış gibi durmuyorsun. "
O sırada elindeki yayıyla su içmek için onu bekleyen yaverine doğru ilerlemekte olan Sandrino, sözlerini duyduğunda alayla gülmüştü. Mataranın kapağını açmış açlıkla tepesine diktiğinde dudaklarından dökülen suları elinin tersiyle silerken Bruno'ya dönmüştü.
"Ben, geleceğimi Tanrı'nın acımasız ellerine değil Kader olarak bilinen Tanrıça'nın o tatlı parmakları arasına bıraktım Bruno."
Bruno, başını geriye atarak gözlerini devirmiş ve alayla gülmüştü. Sandrino onun yüzündeki ifadeyi izledikten sonra arkasındaki tahta tabureye matarayı bırakmış eline aldığı yeni okun ucunu hala kemerin üzerine tünemiş halde olan Bruno'ya doğrultmuştu. Bu kez konuya son noktayı koymak ister gibi soğukkanlı bir tavır takınmıştı.
"Gizli gizli kendine ait mimari çizimler tasarladığını biliyorum, korkaklık etme ve o aptal yarışmaya katıl."
Sözlerine herhangi bir karşılık vermemiş Bruno, yerinde dönerek sırtını kemerin dayandığı duvara yaslayarak bakışlarını gökyüzüne çevirmişti. Sandrino ise becerikli bir tavırla yayının gerginliğini kontrol ederken muhafızlardan birinin kendisine eşlik etmesini istemişti. Bir süre sonra kahyanın arkasından onlara yaklaştığını fark ettiğinde omzunun üzerinden bakışlarını geriye çevirmişti.
"Kimden gelmiş?"
Kahya, normallerine göre büyük boyutlu ve rulo halinde mühürlenmiş mektubu öne doğru uzatırken konuşmuştu.
"Üzerinde Panzio mührü var ekselansları, Viterbo'dan bir haberci şimdi getirdi."
Sandrino fazla ilgilenmeden başıyla onaylamıştı. Viterbo'daki önemli konuların birçoğuyla muhasebecisi ilgileniyordu gelen haber her neyse en azından eğlencesi bitene kadar bekleyebilirdi. Muhafızla giriştiği iddiaya dönmek için can atıyordu, çenesiyle tahta tabureyi işaret etmişti.
"Şuraya bırak."
Başını eğerek nasıl isterseniz diye mırıldanan kâhya, özenle muhafaza edildiği her halinden belli olan mektubu bahsettiği taburenin üzerine bıraktığında sessizce köşke geri dönmüştü.
Bir süre sonra, keyifle muhafızın omzunu sıkarak talimin sonuna gelmiş olan Sandrino, kazanmış olmasını kutlama bahanesiyle kendilerine şarap doldurulmasını istemişti. Yayını kenara bırakmış, eline aldığı kadehinden şarabını yudumlayıp bahçeyi izlemeye başladığı anlarda farkında olmadan düşüncelerini sesli dile getirmeye başlamış Bruno'nun sözlerini işitmişti.
"Bir şahini gerçekte olduğu gibi hakkıyla resmedebilmek için belki de gerçekten uçabilmek gerekiyordur."
"Dahice, şimdi de uçmaya mı karar verdin Bruno?"
Bruno, bakışlarını seyre daldığı kuşlardan ayırdığında oturduğu yerde ona doğru dönmüştü. Sanatçıların en büyük ilham kaynağı her zaman doğa harikaları olmuştu. Bakışlarında ona inanmadığı için açık bir kınama vardı.
"Neden olmasın?"
"Uçma Bruno, Da Vinci uçmuş olabilir fakat senin onun kadar zeki olduğundan şüpheliyim."
Cesareti kırılan Bruno, homurdanarak bakışlarını yeniden gökyüzüne doğru kaldırmıştı. Onun huysuz tavırlarını izleyen Sandrino gülerek başını iki yana sallamış, biraz önce gelen mektubu okumak için hareketlendiğinde aynı zamanda Bruno'ya takılmaktaydı.
"Tamam surat asma zaten Lucca'ya geldiğimizden beri etrafına cehennem azabı gibi kasvet yayıyorsun. Sana da kanat yaptırırız şöyle beyaz tüylü olanlarından. Fakat benden sana dost tavsiyesi yere çakılırken dikkat et o kanatlar bir taraflarına kaçamasın."
Sandrino, rulo biçimindeki parlak parşömenin üzerindeki Panzio mührünü kırdığında resmi bir belgeyle karşılaşmıştı. Elindekinin ilk bakışta anladığı şey olup olmadığını tam olarak anlayabilmek için ruloyu kaskatı kesilmiş elleriyle boylu boyunca açmıştı. Bir süre kıstığı mavi gözleriyle yazılanlarabir anlam vermeye çalışmıştı. Donmuş gibi karşı tarafın çeyizini oluşturan tüm sözleri, altındaki Viterbo Başpiskoposunun mührünü ve iki tarafında da imzaladığı nişan sözleşmesini okumuştu.
Kısa bir an öncesine kadar içi gülen mavi gözleri altında kendi mührünü gördüğünde ise buz kesmiş, sinirle gülmeye başlamıştı. Böyle bir belgeyi onun adına kabul edip mührünü basma cüretini gösterecek dünya üzerinde tek bir kişi vardı; Rosia Panzio. Tutulan kayda göre nişan sözleşmesi bir ay önce imzalanmış ona ise ancak şimdi kendi nişanını haber vermek istercesine bir kopyası gönderilmişti.
Bedeninden yayılmaya başlamış ürkütücü gerginlik bahçede elle tutulur bir ölçüye ulaşırken, çevresindeki uşaklar ve muhafızlar her zaman kaygısız bir ifadeye sahip olan Panzio Asilzadesinin tavrındaki değişikliği fark etmiş, şüpheli gözlerle izlemeye başlamışlardı. Öyle ki ansızın elindeki parşömeni yere fırlatıp küfrederek önündeki ahşap tabureye bir tekme savurduğunda hepsi irkilmişti. Tabure toprak zeminde parçalanarak savrulurken, mektubu eline almadan önce üzerine bıraktığı kadehin içindeki şarap yere saçılmış nişan sözleşmesini dahi kırmızıya bulamıştı.
"Bu komplonun bir bedeli olacak !! "
Üzerinde oturduğu yüksek kemerden telaşla inerken, bacakları birbirine dolanarak düşme tehlikesi atlatan Bruno'nun ne oldu? sorusuna karşılık sinirli bir bakış atan Sandrino, arkasına dönerek hışımla papalık sarayına doğru ilerlemeye başlamıştı. Aynı anda Panzio muhafızlarının başındaki adamını kontrolden çıkmış sesiyle yanına çağırmıştı. Üst kata çıkan merdivenlerin ilk basamağına adımını attığında, koşarak gelen adamın tereddütsüzce yakasına yapışmıştı. Ne olduğunu anlamayan adamı kendine doğru çektiğinde öfkeyle bağırmıştı.
"Güneş batmadan önce, Lucca'dan çıkmış ve dörtnala at sürüyor olacağız. Eğer birazcık aklın varsa ben aşağıya indiğimde tüm hazırlıkları tamamlamış olursun. Viterbo'ya dönüyoruz!"
Sandrino'nun yırtıcı bir hayvanın kükreyişini andıran gür sesi yalnızca tüm binada değil, bahçede de rahatlıkla duyulurken Bruno, eğilmiş yerdeki nişan sözleşmesinin kopyasını eline almıştı. Bakışlarını hayret içerisinde yazılarda dolaştırırken gülmeye başlamıştı bile.
"Kanatlar bana değil de sana kaçmış gibi duruyor sevgili Sandrino."
Üzerinde Sandrino'nun kaliteli şarabının kırmızı lekeleri olduğu sözleşmeyi incelemeye devam ederken tamamen kırmızıya bulanmış ve mürekkebi dağılmış müstakbel eşinin ismini kıstığı gözleriyle güçlükle okuyabilmişti.
"Maddalena De Benardi. Adı güzel fakat soyadı kulağa yabancı geliyor. Umuyorum ki sarışındır."
Elindeki kâğıdı katlarken sırıtarak hala hiçbir şeyden haberi olmayan Sandrino'nun yaverine dönen Bruno, yüzüme öyle boş boş bakma, evleniyormuş. Yarımadanın en çapkın adamı evleniyormuş, inanabiliyor musun? diyerek büyük yankı uyandıracak haberi ortaya attığında konuta doğru ilerlemeye başlamıştı. Sırıtmaktan kendini alamazken Sandrino'nun duyamayacağını bildiği halde başını yukarı kaldırarak ikinci kata seslenmişti.
"Sandrino, sen şimdi gerçekten nişanlı bir adam mısın? Sen, en ünlü çapkınlardan Sandrino Panzio? "
Yazan; Mirena Martinell
✨✨
İşte her şeyin ortaya çıktığı bölüm 👍🏻 Ben bu hikayenin başında kendime bir söz vermiştim. Bölümleri 5000- 7000 kelime sınırında yazacak, hem kendimi yormayacak hem de sizi çok bekletmeyecektim. Her hafta bir bölümle güzel güzel geçinip gidecektik jdjdd Fakat bunu bir türlü başaramıyorum. Okuduğunuz bu bölüm yine 10.000 kelimeyi buldu, haliyle de yayımlamam geçikti :/ Bu uzun bölümler beni çok yorduğu gibi yazma şevkimi de kırıyor. Bölüm uzun olduğu için Viterbo kısmını yazamadım, artık Rosia Hala ve Sandrino hesaplaşmasını bir sonraki bölüm okuyacağız 👀😈
Bölümü okuyan herkesten oy bekliyorum, lütfen oy vermeden geçmeyin. Yorumlarınızı da ayrıca merak ediyorum, onlar benim en büyük motivasyon kaynağım. Hepinizi çook öpüyorum, görüşmek üzere ❤️❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top