Bölüm 5 -'Bir Avuç Kül'
"bu yüzde, neşe ve hüzün aynı anda yer edinmiş "
✨ ✨
Vitraylı pencerelerden sızan sabah güneşi Papalık konutunun yemek salonuna dolarken postalarına göz atmakta olan Sandrino, bir yandan da önüne serilmiş kahvaltılıklardan atıştırmaktaydı. Hristiyan dünyasının merkezi olan Vatikan'daki yeni gelişmelerin yazılı olduğu alışılagelmiş resmi raporları bitirdiğinde, muhasebecisinin mührünü taşıyan mektubu eline almıştı. Katlanmış kalın parşömeni yavaşça açıp, Viterbo'da olmadığı zamanlarda topraklarının yönetimi için görevlendirdiği adamın yazdığı detaylı raporu okurken birkaç kez duraksayarak gümüş tabağın içindeki kahvaltılıklarını ağzına atmıştı. Mektupta; hasta olan babasının halefi sıfatıyla bir koltuğa sahip olduğu, üyeliği kuşaktan kuşağa aktarılan yönetim konseyinin aldığı kararlardan, üyesi olduğu asillerin arasında çıkan ufak çaplı sürtüşmelere, şehirdeki güçlü ailelerin yaptığı ticari anlaşmalara ve Viterbo Şehri'nin valisinin onayladığı kararlara kadar oldukça kapsamlı bilgiler vardı. Sandrino, kilise bayrağı altında diplomat ve yüzbaşı unvanlarını taşımaya devam ediyor olsa dahi unvan ve servetini titizlikle yönetiyordu.
Birkaç yıl öncesine kadar Panzio Hanesi'nin tüm yönetimi yalnızca babası Juan Panzio'nun ellerindeyken şimdi yönetim onun ellerine kalmıştı. Günü geldiğinde babasının makamına geçeceğini ve aileyi onun yöneteceği anlatılarak büyütülmüş ve bunun doğrultusunda kapsamlı eğitim almıştı fakat bunun babası hala hayattayken gerçekleşeceğini hiç düşünmemişti.
Halihazırda yıllar boyu gut hastalığından mustarip olan babasının dört yıl önce hastalığı daha da şiddetlenmişti. Önceleri aile işlerinin bir kısmını malikanelerinden yönetmeye devam etmiş, uzak mesafede olan işlere muhasebecilerini göndermişti. Fakat bu düzen yalnızca birkaç yıl kadar işleyebilmişti. Gittikçe aksayıp, biriken işler ve babasının yeterince düşünmeden giriştiği birkaç yatırımın kötü sonuçlanması aileyi küçük bir krizin kıyısına kadar getirmişti. Aynı yıl kız kardeşi Lavinia Panzio'nun soylu kandan gelmeyen Romalı bir tüccarla gizlice evlenmesiyle, şehrin sokaklarında Panzio isminin alay konusu olduğu dahi kulaklarına gelmişti. Tüm bu krizlerin ortasında kalan babaları sonunda büyük bir gut atağı geçirmiş, hekimin tavsiyesiyle elindeki işleri küçük de bırakmak durumunda kalmıştı. O zamanlarda, İspanya'daki görevini tamamlayarak memleketine dönmüş olan Sandrino, makamından inmesini bekleyemeden resmi bir belgeyle meşru halef sıfatıyla ailenin yönetimine geçmişti.
Geçmiş üç yıl boyunca aileyi eski konumuna getirmek ve daha da güçlendirmek için yoğun bir şekilde çalışmak zorunda kalmıştı. Dünyevi zevklere olan tutkusu onun yaşamın temel taşıydı. Hala büyük bir şevkle gençlik heveslerinin peşinde koşmaya devam ediyordu buna rağmen bazı tavizler vermek zorunda kalmıştı.
Babasının yerine geçmeden önce hiçbir duruma karşı stres yapmaz, güler, eğlenir, anın tadını çıkarırdı. Meselesi hiçbir zaman en güçlüsü olmak değil yalnızca bir kere yaşayacağı hayatın tüm tatlarına sınırsızca bakabilmek ve kadınların ruhuna erişebilmekti. Hayatı ciddiye almaz, hiçbir şeyi uzun süre kafasına takmaz, alaycılıkla savuştururdu. Benliğinin büyük bir kısmı hala koşuşturmaca ve tüm bu fırtınaların koca bir şaka olduğunu düşünüyorsa da sürdüğü zevk ve sefa artık sınırsız değildi. Unvan ve servetinin getirisi olan ağır sorumlulukları onu bir sınır koymaya mecbur bırakmıştı.
Tekdüze olan her şeyden uzak duran Sandrino, Sandretta topraklarındaki malikanelerinin içine tıkılmak yerine, diplomatlık görevi sırasında aile işlerini yönetmenin formülünü bulmuştu. Göreve çıkmadan önce tüm işleri belirli bir düzene sokmuş sonrasında girdiği yeni yatırımlarla kısa zaman içinde aile servetini yeniden büyütmeyi başarmıştı. Şimdilerde hepsi mükemmel bir düzen içinde işlemeye devam ediyor olsa da bu başarı ona, bir kadının koynunda geç vakitlere kadar eğleneceği anların bir kısmına mal oluyordu.
Gümüş çatalını tabağının yanına bırakıp kahvaltı için tercih ettiği hafif şarabına uzanırken, her şeye rağmen hala keyifli zamanlar geçirdiğini düşünerek sırıtmıştı. Dün gece, yeni keşfettiği kumarhanede uzun saatler oyun oynamıştı. Metresi Vitalia'nın konağından, Papalık konutuna geçmek için çıktığında gün ağarmak üzereydi.
İçi gülen mavi gözlerini yeniden parşömene çevirdiğinde bu kez Viterbo konseyinin yıllar önce onarımını başlattığı, yıkılmış bir şapelin tekrar ayağa kaldırılmak üzere olduğunu okumuştu. Babası Juan'ın henüz hastalığı baş göstermediği zamanlarda konsey tarafından onarımı için para fonu ayrılmış şapelin ön cephesi için yeni tasarımlar aradıklarını ve bunun için mimarlar loncasının yarışma düzenlediğinin bilgisini okuduğu sırada açık kapıdan giren Bruno'nun homurdanmalarını duymuştu.
"Afiyet olsun Ekselansları, umarım kahvaltınız yeterince lezzetlidir."
Başını kaldırıp gürültülü adımlarıyla geniş odada ilerleyen arkadaşına bakan Sandrino, kinayeli bir tınıya sahip sözlerini duyduğunda kaşlarını yukarı kaldırmıştı. Elindeki katlama yerlerinin belirgin olduğu parşömeni diğerlerinin üzerine masaya bırakırken alaycı bir ifade takınmıştı.
"Üzerlerine zehir mi döktün?"
"Zehir zehire şifa olurmuş derler, sana şifa olur diye katmadım."
Bruno kahvaltılıkların dizildiği ahşap masanın önünde durduğunda, kurnaz bir gülümseyişle ona yan bir bakış atmıştı. Elinde taşıdığı oymalı küçük ahşap sandığı masanın üzerine bırakırken aynı alaycılıkla karşılık vermişti. Bu küstah cevap üzerine biraz önce elinden bıraktığı gümüş çatalı adamın üzerine fırlatan Sandrino, dudakları arasından bir küfür savurmuştu. Karnına isabet eden çatalla birlikte dudaklarından kısık bir inilti kaçırsa dahi uzatmamış Bruno, masanın üzerindeki sürahiden kendine su doldurmak için hareketlenmişti.
"Bu resimde bir tuhaflık var."
Sandalyesinde geriye yaslanarak bir ayağını diğerinin üzerine atan Sandrino, şarap kadehini dudaklarına götürürken, mavi gözleri karşı duvarda asılı olan Altın Gökteki Meryem tablosuna takılmıştı. Viterbo'ya giderken yanında götüreceği tabloyu o zamana dek bir örtü altında bekletmek yerine her gün görebileceği yemek odası olarak kullanılan daireye astırmıştı. Fakat ne kadar bakarsa baksın tabloya bir türlü gözü alışmıyordu. Merkezindeki Meryem figürü gözüne diğer figürlere göre daha tanıdık geliyordu. Zihninde silik bir görüntü oluşsa dahi bu tanışıklık hissinin neden oluştuğunu çıkartamıyordu.
Boşalan su kadehini masaya bırakan Bruno, hoşnutsuz bakışlarını omzunun üzerinden duvardaki büyük tabloya şöyle bir çevirmiş sonrasında yüzünü buruşturarak tekrar Sandrino'ya dönmüştü.
"Sabahın bu vaktinde içtiğin şarap yüzünden kafanın bulandığını söylemek isterdim fakat evet, bir tuhaflık var çünkü resim vasat!"
"İçki bende kafa yapmaz aptal. Benim sarhoş olmam için çok daha fazlası lazım."
"Bakmaya bile dayanamıyorum."
Başıyla tabloya doğru tekrar kısa bir dönüş yapan Bruno, inlercesine konuştuğunda bu kez sırtını tamamen tabloya dönmüştü. Onu, yüzüne özenle yerleştirdiği sitemkâr ifadeyle izleyen Sandrino, mavi gözlerini yavaşça söz konusu tabloya çevirmişti.
Bruno sanatı söz konusu olduğunda her zaman kibirli ve mükemmeliyetçi bir tavra bürünürdü. Tablo, savunduğu gibi gerçeklikten yoksun olabilirdi fakat Sandrino vasat olduğunu düşünmüyordu. Üstelik annesi Rosia Panzio'nun bu kompozisyonu beğeneceğinden emindi. Kadehini masaya bırakırken söylenmişti.
"Keşke atıp tutmak yerine sen de bir şeyler çizsen."
"Benim ressamlık kariyerim bitti. Düşünüyorum da belki artık eski mesleğim olan kuyumculuğa geri dönmeliyim."
Bunu sözleri duyan Sandrino'dan alaycı bir kahkaha yükselmişti. Arkasına yaslanmış, gün ışığında parlayan iki büyük yüzüğün olduğu elini sarı saçlarının arasında gezindirirken, yanında getirdiği küçük ahşap sandığın önüne geçen Bruno'nun gücenmiş ifadesiyle eğleniyordu.
"Sen hep kuyumculuk işinin sıkıcı olduğunu söylersin."
Bruno, ona bakarak omuzlarını silkmişti. Başını yeniden önüne çevirdiğinde küçük sandığın kapağını kaldırıp, içindekilere göz atmıştı. Bu şekilde koyu kahve kıvırcık bukleleri alnından gözlerinin önüne kadar düşüyordu. Sandığın içinden kadife bir örtüye sardığı inci takımı çıkardığında ağır adımlarıyla yanına yaklaşmıştı. Önündeki kahvaltı tabağının sol tarafında kalan boşluğa, bizzat elleriyle yaptığı inci kolye ve bileziği nazikçe bırakırken konuşmuştu.
"İstediğin inci mücevherler; kolye ve bilezik takım halinde. Gecen sene işlemiştim, bitirmesi haftalarımı almıştı. Sıkıcı olması kuyumculukla yetenekli olduğum gerçeğini değiştirmiyor. Dediğim gibi ressam değilim artık yalnızca Kuyumcu Bruno'yum."
Sandalyesinde doğrulan Sandrino, önündeki kahvaltı tabağını tek eliyle geriye ittirip yer açtığında inci kolye ve bileziği meşe masanın üzerinde kaydırıp önüne çekmişti. Sandrino günler önce Vitalia'ya hediye edebilmek için Bruno'dan bir bilezik çıkartmasını istemişti. Üzerine değen ışıkla birlikte parıltılar saçan inci bileziğin ucunda iki sıra haline kırmızı renkli yakut duruyordu. Takımı olan kolyesi de aynı şekilde inci dizisinin ucunda sallanan yakutla göz tamamlanıyor, birlikte son derece şık bir takım oluşturmuşlardı. Doğudan getirttiği inciler den oluşmuş muhteşem takıya bakarken, dudakları alayla kıvrılmıştı.
"Öyle mi? Kuyumcu Bruno, alışmam zor olacak."
"Neden olmasın? Unuttun mu, ressamlık kariyerimin önüne kocaman bir taş koyan sensin."
Kariyerimin önüne taş koyan sensin sözlerini duyduğunda huysuzlanmış mavi gözlerini ağır bir tavırla yanı başında olan Bruno'ya doğru kaldırmış Sandrino, yüzündeki bıkkınlıkla çıkışmıştı.
"Siz sanatçılar ve kaprisleri... Günlerdir başımda karı gibi dır dır ediyorsun Bruno."
"Çok uzun zamandır bu fırsatı beklediğimi biliyorsun. Tam çizmeye değer, gerçek bir güzellik yakalamışken bana engel oluyorsun."
Bruno'nun koyu renk gözlerinin içindeki bakış son dört gündür görmeye alıştığı o hevesli parıltıya sahipti. Sanatı söz konusu olduğunda tutkulu bakışlarında rahatlıkla görülebilir olurdu. Çabuk heyecanlanır, birçoğunun aksine heyecanını asla kaybetmezdi. Bunu göstermekten ise zerre çekinmezdi. Ona karşı takındığı, çoğu zaman küstahlık sınırına ulaşan ısrarcı tavrı belki bir başkası yapmış olsaydı Sandrino asla hoş karşılamaz, haddini bildirirdi. Fakat Bruno'nun gözlerinin içine baktığında sahip olduğu enerjisiyle dünyayı değiştirebileceğini hissediyordu. Çocuksu yanlarını, her sanatkarın aynı delilikten mustarip olmasına bağlıyordu.
Tüm bu anlayışına rağmen, mevzu bahis kendi prensip sınırları olduğunda Sandrino, asla ödün vermezdi. Kendi statüsündeki adamlara göre şair ruhlu, sanata destek veren, rahat bir mizaca sahip olması demek değildi ki bulundukları kabın şeklini alsın, istendiği gibi tutulup bükülebilsin... Prensipleri onun hayat sütunlarıydı ve uzun yıllar hareketli ve bir o kadar da tehlikeli sınırlarda gezdiği hayatı boyunca şimdiye dek başını belaya sokmamış olmasının en büyük sebebiydi. Onlar olmadan adım dahi atmazdı. Yüzündeki kararlılıkla, günlerdir sayısız kez yaptığı gibi Bruno'yu ikna etmeye çalışmıştı.
"Çevrende çizebileceğin onlarca güzellik varken birinde ısrar etmen çok mantıksız. İstersen sana hemen şimdi onlarca kadın bulurum, istediğini seçersin. Ama o kız olmaz."
"Maddalena Cardello'yu çizmeme yardım etmezsem bundan sonra elime fırça almayacağım."
Sandrino yüzündeki ifadeyi mümkün olduğunda sabit tutmaya çalışıyordu fakat Bruno'nun günlerdir üzerinde anlaşmazlığa düştükleri kızın ismini söylemesiyle nefesini huysuz bir tavırla dışarı vererek sırtını arkasına yaslamıştı. O yaşanılanları geçmişte kalan sıra dışı bir anı olarak bırakmak istiyordu fakat Bruno kızı inatla önüne sürmeye devam ediyordu. Gittikçe asabının bozulduğunu hisseden Sandrino, konuyu ustalıkla çevirmişti.
"Zaten eline fırça aldığın da yok. Boşa masrafsın."
"Vitalia'nın portresini yaptım. Pisa'daki soylulara sergilediğinde övgüyle bahsetmişlerdi. Tablo kısa zaman içinde, büyük üne kavuştu. Eminim burada da sergilesen övgüyle bahsederler."
"Aylar oldu, neredeyse bir yıl! Benden önce, Ludovico Fresklerini yaparken son derece çalışkanmışsın. Andreani, zamanından önce bitirdiğini söylemişti. Belki de birkaç ay paranı kesmeliyim, bakarsın aç kalınca elin bir anda fırça tutmaya başlar."
O sırada elini Sandrino için bırakılmış şarap sürahisine uzatmış Bruno, parasını keseceğini duyduğunda adeta canı yanmış gibi irkilerek geriye çekilmişti. Gözünün önüne düşen siyah bukleyi geriye çekerken kısık sesindeki şüpheli tonla karşılık vermişti.
"Sen, Andreani Ludovico kadar acımasız değilsin."
Sandrino, bu karşılığı duyduğunda sarı kaşlarını kurnaz bir edayla hafifçe yukarı kaldırırken mavi gözlerini Bruno'ya dikip şüphe uyandıran bir kahkaha atmıştı.
"Hakkımda öyle mi düşünüyorsun?"
"Elbette öyle, eğer ona biraz olsun bezeseydin asla hamilik teklifini kabul etmezdim. Ben o freskleri ölmekten korktuğum için kısa zamanda bitirip sonrada kaçtım."
Tekrar gür sesiyle bir kahkaha atan Sandrino, keyiflenmiş hissediyordu. Sandalyesinde hareketlenip, biraz önce Bruno'nun el attığı şarap sürahisine uzandığında boşalan kadehini doldururken başını iki yana sallayıp sırıtmaya devam etmişti. Bruno, onun hamiliğine girmeden önce kuzeni Andreani Ludovico'nun malikanesindeki aile şapelinde büyük bir fresk çalışmasını üstlenmişti. O sırada şehirde olmayan Sandrino, beklenmedik bir hızla çalıştığını çoğu geceler uyumadan fresklere devam ettiğini işitmişti. Fakat bunun sebebini tahmin etmek onun için de zor değildi. Bir kuzenden çok, erkek kardeşi olarak gördüğü Andreani'nin karanlık tarafı olduğu tüm yarımada tarafından bilinen bir gerçekti. Eline aldığı kadehiyle tekrar geriye yaslanırken konuşmuştu.
"Andreani eğer hamin olmak isteseydi teklif etmezdi, emrederdi."
Bu sözlerini duyduğunda bakışlarını taş zeminden kaldırıp, geçmişin anılarıyla tedirgin olmuş Bruno, yüzünü kırıştırırken doğru diye mırıldanmıştı. Bunun üzerine Sandrino, bir bacağını masanın üzerine kaldırıp kadehini dudaklarına görürken özenle oluşturduğu şüphe uyandırıcı gülümsemesiyle bu kez kendi hakkında bir gerçeği dillendirmişti.
"Sana kendim hakkında da bir bilgi vereyim Bruno; tahmin edilebilir bir adam olmaktan nefret ederim. Hakkımda edindiğin gözlemlerine güvenmemeni tavsiye ederim. Ne zaman ne yapacağım belli olmaz."
Bruno düşünceli bir ifadeyle bir süre onu izlemek dışında herhangi bir karşılık vermemişti. Günlerdir olduğu gibi kendi sorunu içinde sıkışıp kalmıştı. Önlerindeki düğümlerini gevşek bıraktığı ceketine şöyle bir el atmış, kıvırcık saçlarını aksi bir tavırla birkaç kez geriye çekmeye çalışıp sonunda homurdanarak cebinden çıkardığı deri bağ ile yarısını toplamıştı. Her şeyin sonunda yine aynı konuyla ona dönmüştü.
"Maddalena Cardello'yu resmetmek istediğimi babasına söyleyecek misin? Sen bizzat konuşursan ikna olacaktır."
Rahat bir oturuşla şarabını içmeye devam eden Sandrino, kısa bir anlığına duraksayarak Bruno'yu şöyle bir süzmüştü. Zihninin çok uzak bir köşesinde beliren içinde acaba? yatan sivri bir düşünceyi süratle gölgelerin arasında kovduğunda başını iki yana sallayarak karşı çıkmıştı.
"Sana o kız olmaz dedim."
"Neden? At arabasındaki sohbetini ilerletirsin diye mi korkuyorsun?"
Sandrino mantıksız bir sertlikte cevap verene dek cesaret isteyen bu soru bir süre havada asılı kalmıştı.
"Yeni yetme bir delikanlı olsaydım bile korkmazdım. Bak Bruno benden sana çapkınlık hakkında üç altın öğüt; başkasının karısı ile yatıyorsan asla kocasına yakalanma. Kerhane yerine her zaman evi tercih et. Ve namusuna düşkün masum kızlarla asla oynaşma. Yoksa ya canından olursun ya sikinden ya da bekarlığından. Gerçi hepsi aynı kapıya çıkıyor. "
Sandrino'yu ikna etme çabalarının bir kez daha boşa çıktığını gören Bruno, yanına geliş sebebine geri dönmek zorunda kalmıştı. Havaya kaldırdığı eliyle aksi bir şekilde inci takıları işaret etmişti.
"İkisini de mi Vitalia'ya vereceksin yoksa kolye kalacak mı?"
Bakışlarını masanın üzerindeki takılara çevirmiş Sandrino, başını usulca iki yana sallayarak kolyeyi almamasını istemişti. Oturduğu yerde bacaklarını yere indirerek, elindeki kadehi takıların sağ tarafına yavaşça bırakmıştı. Kadife bir fon zerindeki parıltılar saçan iki takıdan kolyeye odaklanıp, manalı bir şekilde dudağını kıvırmıştı.
"Bileziği Vitalia'ya vereceğim, eminim çok beğenecektir. Kolye için aklıma başka bir fikir geldi. İkisi de bende kalıyor."
**
Katedralin çanları vaktin öğleyi bulduğunu haber verirken, sonbahar güneşinde ısınmış parke taşları üzerinde ince pabuçlarıyla aheste aheste yürümekte olan Maddalena, çevresine bakınıyordu. Cardello Köşkü'nün önündeki büyük meydan her zaman olduğu gibi hareketli ve gürültülüydü. Dadısı Natilda'yla birlikte bir sokak ötedeki terzi Zaira'nın evinden dönüyorlardı. Isabella'nın yaklaşan düğünü için istediği elbisenin yetişip yetişmeyeceğini kendi gözleriyle görmek istemişti. İnsanların arasından geçip, duvarlarında sıralanmış pencere camlarının güneş ışığında parladığı büyük köşke yaklaştıklarında onlar için aralanan yüksek kapılardan içeri girmişlerdi.
Ön avluyu adımladıkları sırada köşkün içine açılan yüksek kapıların yanında duran iki muhafızı fark ettiğinde şaşırmıştı. Kırmızı bir tunik giymiş adamlar pelerinlerinin üzerinde Papalık Devleti'nin armasını taşıyorlardı. Şehrin yönetim konseyinde güçlü bir konuma sahip olan Edmondo Cardello, unvan sahipleriyle sık sık görüşmeleri oluyordu. Lucca'nın başpiskoposunu ve büyük davetlerde birkaç kardinali köşklerinde ağırlamışlardı. Fakat bugün gördüğü muhafızlar ona oldukça yabancı görünmüştü. Duraksamadan kardinal kırmızısına bürünmüş iri yapılı adamların önünden geçerek, köşkün içine adım attığında telaş havasını ilk anda hissetmişti. Alışılmadık derece sessiz olan etrafta normal zamanda işlerini yaparken koşuşturan uşakların hiçbiri yoktu. Natilda ne olduğunu anlamak için arka kısımdaki mutfağa geçtiğinde Maddalena ellerindeki eldivenleri çıkarmaya koyulmuştu. Gerisinde odalara açılan meşe kapıların olduğu ince kemerlerde çevrili büyük kare biçiminde hole doğru yürüyordu.
Uçlarından çekiştirerek çıkarmayı başardığı eldivenlerini üst üste koyup önünde birleştirdiği iki elinin arasına aldığında eğdiği başını dalgınlıkla kaldırmıştı. Holün karşısında, ellerini hürmetle birleştirmiş köşkün kahyasının önünde uzun boyu ile dikilmekte olan Sandrino Panzio'nun yarattığı şaşkınlık ani bir şekilde duraksamasına neden olmuştu. Elindeki eldivenleri yere düşürmekten son anda kurtulmuştu. Ne olduğunu çözemeden bakakalmışken adam masmavi gözlerini kâhyanın üzerinden ona doğru çevirmişti. Beklenmedik ziyaretiyle onun üzerinde yaratmış olduğu şaşkınlığın hoşuna gittiği yakışıklı yüzündeki ifadeden açıkça okunuyordu.
O sırada önündeki adamın bakışlarını takip eden kahyaları, ona doğru dönmüştü. Farkında olmadığı gergin sessizliği bozarak durumu onun için aydınlatmıştı. Konuşurken sesi hiç olmadığı kadar telaşlıydı.
"Küçük Hanım hoş geldiniz. Kendileri Kutsal Kilisenin ve Papa Julius'un kelamlarını taşıyan saygıdeğer Diplomat ve Yüzbaşı Ekselansları Sandrino Panzio. Sinyor Cardello ile görüşmeye geldiler."
Yutkunan Maddalena, dikkat çekmeden içine sakin kalmasına yardımcı olabilecek bir nefes çekmişti. Cardello Köşkü'nün holünde, ona bakarken soylu ağzı oldukça gayri resmi bir tavırla selam verircesine kıvrılmış Sandrino Panzio'nun görüntüsü tuhaf hissettiriyordu. Dört gün önce onu haydutların elinden kurtarıp at arabasıyla evine bırakırken aralarında gelişen hoş sohbeti hatırlayarak gülümsemiş Maddalena, büyük holü geçip karşısında durduğunda başıyla selam vermişti.
"Sinyor Panzio hoş geldiniz. Sinyor ve Sinyora Cardello birlikte bir aile dostlarına başsağlığına gittiler. Eminim kısa zaman içinde burada olurlar."
"Erken gelmek gibi bir hataya düştüm küçük hanım, bekletileceğimi biliyordum. Fakat zararı yok, bekletilmeyi severim."
"Bu sözlerinize inanmakta güçlük çekiyorum, bekletilmekten hoşlanacak bir adama benzemiyorsunuz."
Halinden memnun bir tavırla karşılık vermiş Sandrino Panzio'nun bakışlarının içinde manalı ifadeye şüpheyle yaklaşan Maddalena karşı çıkmaktan kendini alamamıştı. Böyle bir adamın bekletilmekten hoşlanmayacağı çok açıktı. Bunun üzerine, başını sözlerinde haklı olduğunu gösterircesine sallamış Sandrino, sözlerinden etkilenmişse benziyordu. Başını usulca ona doğru yaklaştırarak, derin ve alaylı sesiyle sır verircesine konuşmuştu.
"İnanmamakta doğrusunu yapıyorsunuz, bekletilmekten nefret ederim. Fakat yaptığım her şeyin de bir amacı vardır."
"Ne amacı?"
Son söylediği gizemli sözlerin altında yatan anlamı çözememiş olan Maddalena'nın dudaklarındaki nazik tebessüm donmuştu. Sesine yerleşen kuşkuyla ne olduğunu sormuşsa da bir cevap alamamıştı. Sandrino Panzio, mavi gözlerini kısa bir anlığına boş olan boynuna çevirip esprili ifadeyle konuyu başka bir yöne çekmişti.
"Bu arada, umarım incilerinizin dağılmasına karşı duyduğunuz üzüntüyü atlatabilmişsinizdir."
Maddalena, arkalarında bekleyen kâhyanın onların alçak sesle konuştuklarının neden bu kadar uzadığını ve bir an önce sonlandırmalarını beklediğinin farkındaydı ama Sandrino Panzio'nun ne zaman ne yapacağı asla belli olmayan gizemli tavırları ve cezbedici gülüşüne farkında dahi olmadan kapılıyordu. Sözlerine karışık olarak sahte bir hüzne bürünüp abartılı bir ifadeyle cevap vermekten kendini alamamıştı.
"Yokluğuyla hayatta kalmaya çalışıyorum."
"Görüyorum ki başarıyorsunuz da."
Karşısındaki adamın bakışları oldukça kısa bir anlığına anlamlı bir biçimde Maddalena'nın yüzünde ve sarı saçlarına doğru sürüklenmiş fakat kendini hemen toparlayarak o ulaşılmaz gizemli alaycı maskesini geri takmıştı. Bu sözlere karşı ne söyleyeceğini bilemezken, kahyaları izin isteyerek araya girmişti.
"Ekselansları, arzu ederseniz size Sinyor Cardello'nun çalışma odasına kadar eşlik edebilirim. Kendilerini orada beklersiniz."
Olduğu yerde yavaşça kâhyaya dönen Sandrino Panzio, başını salladıktan sonra elini öne çıkartıp önden buyurun demişti. Başını eğerek nasıl isterseniz diye karşılık veren kâhya öne geçip düzenli adımlarıyla çalışma odasına doğru yürümeye başlamıştı. Yaşlı kâhyanın kendisini duyamayacağından emin olduğunda, uzun boyu ile omzunun üzerinden onun yüzüne bakıp gizemli bir havayla konuşmuş Sandrino Panzio sonrasında arkasını dönerek el çabukluğuyla ceketini şöyle bir düzeltip sorusunu duymazdan gelirken onu arkasında bırakmıştı.
"Umarım kabul edersiniz."
"Neyi? Ne?"
Bir müddet kafa karışıklığıyla kahyalarının kapısını açıp geçmesi için kenara çekildiği adamın çalışma odasının içinde kaybolmasını izleyen Maddalena, başını iki yana sallayarak nefesini serbest bıraktığında arkasını dönmüştü. Üst kata çıkan mermer merdivenlere yürürken, Sandrino Panzio'nun karşısında sakin kalamadığı ve heyecana kapıldığı için yüzü asılmıştı. Fakat adam istediği kişinin dikkatini tekrar çekebilmek için o kişinin duymak istediklerini nasıl söyleyeceği konusunda oldukça başarılıydı. Tüm cazibesi; o yamuk ve şeytani gülüşünden, kendine güveninden ve tüm bunları üzerinde ustalıkla taşımasından kaynaklanıyordu.
Maddalena odasının kapısını arkasından kapatıp, penceresinin önündeki küçük sedire zayıf bedenini bıraktığında aklında hala aynı düşünceler vardı. İçini çekip sarı buklelerinden birini parmağında çevirmeye başladığında yeşil gözlerini dalgınlıkla odasında gezdirirken bakışları yatağının üzerinde duran küçük ahşap kutuya takıldı. Hızla yerinden kalkıp sarı brokar örtünün üzerindeki kutuyu aldığında bir müddet elinde çevirmişti. Ne kendisinin ne de halasının buna benzer bir mücevher kutusu yoktu, görebilmesi için kasıtlı bir şekilde yatağının üzerine bırakılmıştı. Sarı kaşları şüpheyle yukarı kalkmış bir halde, mandalını usulca çevirip kapağını açtığında içinde yatan göz kamaştırıcı inci kolyeyi görmüştü.
Kimden gelmiş olabileceği düşüncesi zihninde rahatsız edici bir huzursuzlukla büyürken, kutuyu tekrar yatağının üzerine bırakmıştı. İçindeki kolyeyi kırmızı kadife kumaşın üzerinden iki parmağıyla tutup yukarı kaldırmıştı. O güne kadar gördüğü en parlak incilerin ucunda iki sıra güle benzetilmiş kırmızı bir mücevher vardı. Bir süre daha gün ışığında parlayan kolyeyi inceleyen Maddalena, kutusuna tekrar bırakıp kapağını kapattığında arkasına dönmüş ve hava almak için balkonuna çıkmıştı.
**
1 hafta sonra
İstediğin kadar parlat ama gerçek şu ki her parlayan altın değildir. Serin öğle rüzgârı, zengin liman şehri Lucca'nın sonbahar kokularını etrafa dağıtırken araladığı pencerenin önünde dikilmekte olan Agnesia Cardello, kalbinin derinliklerinden çıkıp gelen hatırlar arasında kaybolup gitmişti. Tüm gece huzursuz bir uykunun içinde, aynı kasvetli rüya ile boğuşmuştu. Onu gönül darlığına düşüren, gökyüzünü neredeyse tamamen kaplayarak etrafı bir anda karanlığa boğan kapkara kuş sürüsünü iyiye yorması mümkün değildi. Yanında uyumaya devam eden kocasının kolunun altına sokulup kendini sıradan bir kâbus gördüğüne dair teskin etse bile gün doğumuyla gözlerini tekrar açtığında hala aynı sıkıntıyı yüreğinde taşıyordu. Gün boyunca ne zaman kendi başına kalsa uzun zamandır göz ardı ettiği geçmiş can tekrar tekrar bulmuştu.
Pencerenin önünde durmaya devam ederken önce bulunduğu büyük odanın içine dolan keyifli sesleri işitmiş bunu takiben yüzünü elleriyle kapatmış kahkahalar atmakta olan yeğeni ve onu gülerek izleyen kocası Edmondo'yu görmüştü. Önünde birleştirdiği elleriyle onlara dönen Agnesia, başını zarif bir şekilde yana yatırıp memnuniyetle gülümsemişti.
"Sizi böyle görmek ne kadar güzel, tüm köşk neşeli seslerinizle doluyor."
Bu sözleri duyduğunda bir baba sıcaklığını taşıyan gözlerini Maddalena'nın üzerinden çekerek ona doğru çeviren Edmondo, muzip bir üslupta konuşmuştu.
"Maddalena beni büyük bir yanlış anlaşılmadan döndürme nezaketini gösteriyordu. Hanımefendi nasıl bana Lady Rogatis hakkındaki gerçekleri söylemezsiniz?"
"Hangi gerçekleri?"
Edmondo, yanına yaklaşıp kolunu omzuna atmadan önce kısa bir anlığına hala kıkırdayan Maddalena'ya göz kırmıştı.
"Kadın aslında sarışın değil siyah saçlıymış, yüzünü de beyaz tebeşirle boyuyormuş. Birkaç gün önce takma saçı rüzgârdan meydana kadar savrulmuş, onu yakalamaya çalışan yaşlı kocası da koşarken düşerek bacağını kırmış."
Mavi gözlerini yanı başındaki kocasına çevren Agnesia, ağırbaşlı bir tavırda gülümsemişti.
"Şu mesele hepimiz gülmemek için dudaklarımızı ısırmak zorunda kalmıştık."
"Ben güldüm üstelik yüksek sesle. O günden sonra Lady Rogatis benimle ne zaman karşılaşsa kaşlarını çatıyor."
Tıpkı o gün olduğu gibi kıkırdamasına engel olamayan Maddalena, pişman görünmüyordu. Tüm genç kızlar gibi insanları çekiştirmeyi sever, sosyete içindeki her türlü olaydan kendine eğlence çıkarmayı iyi bilirdi. Maddelena o anda, ince omuzlarını silkip küçük bir çocuğu andıran neşeli sesiyle araya girmişti. Agnesia odanın ortasında keyifli bir ruh haliyle durmakta olan yeğenine gülümserken bir an duraksamıştı. Karşısındaki muhteşem genç kıza baktıkça müthiş bir gurur duyuyordu. Taptaze bir çiçek gibi yetiştirdiği bu kız, yıllar önce Roma'dan getirdiği konuşma zorluğu ve yemek bozukluğu çeken küçük kızın ta kendisiydi.
Agnesia, Edmondo'nun yanından ayrılıp aradaki mesafeyi kapatarak önünde durduğunda elini sevgiyle Maddalena'nın pembe yanağına koymuştu.
"Sen istediğin kadar gülebilirsin, güzel yüzüne hüzün hiç değmesin."
Bakışları, genç kızın inci gibi parlayan bembeyaz tenine, gür kirpiklerinin gölgesinde ışık saçan zümrüt yeşili gözlerine ve altın sarısı buklelerinde uzun uzun gezinmişti. Maddalena o gün yakın arkadaşı Isabella'nın Nario Tessaro ile olan nikahı için özel olarak hazırlanmıştı. Yıllar geçtikçe daha belirginleşen hatlarına mükemmel bir şekilde oturan elbisesi kısa zaman içinde dikilmişti. Kare biçimli yakasında beyaz dantellerin olduğu pembe safir rengindeki brokar elbisesinin kollarına ve eteğine beyaz gümüş tanecikler işlenmişti. Üst kısmının bir fileyle zarifçe toplandığı saçlarının alt kısmına tutturulmuş sarı güller sanki hep orada varmış gibi doğal bir görüntü veriyordu. Agnesia, yanağına düşen sarı tutamı geriye çekerken gülümseyerek konuşmuştu.
"Düğünün gözdesi sen olacaksın."
"Hanımlar bölmek istemezdim fakat geç kalıyoruz."
Maddalena mahcubiyetle gülümserken, Edmondo yanlarını bulmuştu. İki kolunu da onlara doğru uzattığında bir koluna Maddalena diğerine ise siyah saçlarına mavi bir sal takmış ve aynı renk brokar bir elbise içindeki Agnesia girmişti.
Başpiskoposun yönettiği Lucca Katedral'inin şapelindeki törenin ardından, kutlamaların yapılacağı Tessaro Villasına geçilmişti. Lucca şehrine yukarıdan bakan bölgeye kurulmuş gösterişli konut, başpiskoposun evliliklerini ilan etmesinin ardından Isabella'nın yeni evi olmuştu. Gelenekler üzerine, kutlamalar gün ağarana dek sürecek, sabah verilecek büyük kahvaltının ardından kalabalık grubun ava çıkmasıyla son bulacaktı. O gece tüm misafir odaları, düğün kahvaltısı ve ava katılacak misafirler için hazırlanmıştı.
Tessaro Villasının büyük salonunda uzun bir akşam yemeği yenilmiş ardından dansa başlanmıştı. Dolup taşan salondan konuşma sesleri yükseliyor, içki servisi yapan hizmetçiler şık elbiselere bürünmüş davetlilerin arasında hissettirmeden geziniyor, müzisyenler müzik çalıyordu. Maddalena nikah töreninde, diğer arkadaşlarıyla birlikte eflatun rengi elbisesiyle bir peri kızını andıran Isabella'nın arkasında katedralin koridoru boyunca süren yürüyüşte sakin kalmayı başararak halasının öğrettiği gibi sağlam adımlarıyla yürümüştü. Yakın arkadaşının düğününde baş nedime olmasından dolayı kendini çok mutlu hissetmişti. Isabella, başpiskoposun önünde müstakbel kocasıyla buluştuğunda o da Agnesia Halası ve Sinyor Cardello'nun yanındaki yerini alarak sevecen ifadesiyle töreni izlemişti.
Fakat tüm bu neşe ve mutluluğu, davet salonunun gittikçe kalabalıklaştığı gecenin ilerleyen saatlerinde bir cam kırığı gibi tuzla buz olmuştu. Bernardo, kız kardeşinin düğünü için gelen konuklarla tek tek ilgilenmeye çalışsa dahi ona vakit ayırabilmişti. Birlikte dans edip, konukların arasında gezinirken sohbet etmişlerdi. Biten dans müziğinin sonunda beklediği bir davetliye selam vermek istediğini söyleyen Bernardo, onu halasının yanına bıraktığında Maddalena, aile dostlarının sohbete dahil olmuştu. Fakat bir süre sonra orta yaşlı misafir topluluğuna kibarlıkla gülümseyerek öylece dikilmekten sıkılmış, bakışlarını kalabalığın üzerinde gezdirmeye başlamıştı. Biraz ötedeki arkadaşları arkadaşları Ginevra ve Juliet'i ile göz göze geldiğinde halasının kulağına eğilip arkadaşlarının yanına gideceğini söylemişti. Eğdiği başını kaldırdığında ise içeriye girmekte olan kişileri görmüş ve midesine bir yumruk yemiş gibi hissetmesi bir olmuştu.
Davet salonunun girişindeki kemerli sütunların altından geçen Sandrino Panzio'ya sarışın bir kadın eşlik ediyordu. Birkaç adım arkasından ise etrafa göz atmakla meşgul olan Romalı ressam geliyordu. Onları gördüklerinde yanlarındaki davetlilerden izin isteyen Isabella ve kocasına tebriklerini sunmak için kalabalık salonun içinde ilerledikleri sırada Maddalena, bakışlarıyla ikiliyi takip etmeye başlamıştı. Canını yakmak istercesine Metresi! Metresiyle gelmiş! Ne bekliyordun ki?! Böyle bir adamın metresi olmasına şaşırmasın! Aptal! diye geçirmişti içinden.
Soylu erkeklerin metresler edinmesi oldukça sık rastlanan bir durumdu. Evlendikleri zaman kimileri metresleriyle olan muhabbetlerini bitiriyor kimileri ise devam etmeyi tercih ediyordu. İçinde yaşadıkları düzende kadınların bundan şikâyet etmeye dahi hakları dahi yoktu.
Sandrino Panzio'nun koluna girmiş halde salonun içinde adeta süzülerek ilerleyen kadın, sarı saçlarının üst kısmını tıpkı onun gibi fileyle toplatmıştı. Aralarına yerleştirilmiş elmaslarla süslü zincir, mum ışığında göz alıyordu. Üzerinde brokar kumaştan dikilmiş, dolgun vücut hatlarına mükemmel bir şekilde oturan, şeffaf beyaz bir ipeğin çevrelediği düşük ve enli yakasından gösterişli göğüslerinin öne çıktığı kayısı rengi, uzun kollu parlak bir elbise vardı. Yaşını tam olarak tahmin edemese de ondan büyük olduğu açıktı. Yüzüne özenle yerleştirdiği ifadesi ve içleri gülen gözlerinden hakkında düşünülenlerin hepsinin farkında olan fakat zerre umursamayan üstelik bununla eğlenen kendinden emin bir duruş vardı. Kadın her hareketiyle kışkırtıcı bir Venüs görünümü çiziyordu.
Ayrılacağını söylemiş olmasına rağmen arkadaşlarının yanına gitmemiş olması Agnesia halasının dikkatini çekmişti. İfadesindeki duygu değişimine şüpheyle bakarken, başını yaklaştırıp fısıldamıştı.
"Maddalena? Ne oldu tatlım, arkadaşlarının yanına gitmiyor muydun?"
Gözleri mum ışıklarının yansıdığı kalabalık salonda bir çift zümrüt gibi parlayan Maddalena, boğazında hissettiği yumrudan kurtulmak için yutkunmuştu. Başıyla kol kola girmiş bir halde gelin ve damatla konuşan sarışın çifti işaret etmişti.
"Karşıda, Isabella ve kocasıyla konuşan adamın, geçen hafta Sinyor Cardello ile iş görüşmesi yapmak için köşke gelen konuk olduğunu fark ettim. Sana, Natilda ile terziden döndüğümüzde karşılaştığımızı anlatmıştım. Yanındaki hoş kadın, sanırım metresi değil mi?"
Onun bakışlarını takip eden Agnesia, bir süre çifti incelemiş sonrasında başını söylediklerini onaylarcasına sallayıp dudaklarını manalı bir şekilde kıvırdığında fısıldayarak cevap vermişti.
"Evet, öyle. Fakat senin böylesine nahoş konuları kafana takmana hiç lüzum yok. Hadi arkadaşlarının yanına geç."
"Doğru, bu konu beni hiç ilgilendirmiyor."
Halasına bakarken zoraki bir şekilde gülümsemiş Maddalena, içine derin bir nefes çektiğinde davet salonunun karşı köşesinde sohbet eden Ginevra ve Juliet'e doğru yürümeye başlamıştı. Attığı her adımda içinden bu konunun onu ilgilendirmediğini ve umursamaması gerektiğini tekrarlıyor olsa dahi kalbinin nasıl da sıkıştığını hissediyordu. Kurduğu düşler yalnızca onu bağlıyordu fakat adamı başka bir kadınla samimi bir şekilde görmek canını sıkmıştı. Üstelik buna tüm akşam boyunca katlanması gerekliydi! Sakin kalabilmek için tüm gücünü harcıyor, bir an önce arkadaşlarının yanına ulaşmak için sabırsızlanıyordu. Ancak önündeki küçük kalabalığın kendisine yol vermek için kenara çekilmesiyle, meraklı bakışlarıyla tavandaki freskleri inceleyen ressam Bruno ile yüz yüze gelince duraksamak zorunda kalmıştı.
"Ah.. Sinyora Cardello lütfen cesaretimi mazur görün. Geçen hafta yaşanan talihsiz olayda sizinle tanışma şerefine erişmiştim, ben mütevazi ressam Bruno Domiano."
Onu karşısında gördüğünde bir an irkilen adamın konuşurken sesi heyecandan titremiş, kelimeleri güçlükle seçebilmişti. Elini göğsüne götürerek abartılı bir reverans yapışını izleyen Maddalena, kısa bir an için de olsa içten bir şekilde tebessüm etmişti. Adam ona sanki çok değerli bir mücevhermiş gibi tuhaf bir ilgiyle bakıyordu. Düşündüğünün aksine adamı oldukça net bir şekilde hatırlıyordu. O, ilk karşılaşmalarının geçen hafta at arabasının eşkıyalar tarafından önünün kesildiği gün olduğunu sayıyordu fakat Maddalena Franco'nun sanat atölyesinde adamı uzun uzun seyredip, kişiliğine dair bilgiler dahi edinmişti. Başını hafifçe eğerek selamına karşılık vermişti.
"Sizi hatırlıyorum Bay Domiano. Umarım keyifli vakit geçiyorsunuzdur."
"Evet, evet kesinlikle. Fakat size rastladığım için çok daha keyiflendiğimi söylemek isterim, çünkü bir süredir sizinle karşılaşmayı bekliyordum. Yaşayan bir sanat eserisiniz *La Bella, resminizi yapmaktan şeref duyarım. Benim için modellik yapar mısınız?" (*La Bella: İtalyanca'da güzel kadın anlamına gelen sıfat. O dönemde kadınlara iltifat etmek için sıklıkla kullanılır, bu şekilde hitap edilirmiş.)
Maddalena, beklenmedik anda ve ortamda gelen bu teklif üzerine afallamıştı. Şaşkınlığını saklamaya çalışsa da başarılı olamamıştı. Dudaklarındaki ince bir gülüşle adama bakıyordu.
"Her zaman böyle açık sözlü müsünüzdür?"
Tam da o sırada, gelin ve damatla olan kısa sohbetlerin bitirerek metresiyle birlikte kalabalığa karışmış Sandrino Panzio, konuşmalarını bir bıçak gibi kesmişti. Karşısında belirivermiş adamın Bruno'nun omzuna kolunu atışını adeta ağır çekimde izleyen Maddalena, kaskatı kesilmişti. Omzuna elini yerleştirişi dışarıdan insanlara dostça bir izlenim verse dahi onun olduğu mesafeden bakıldığında arkadaşının yüzüne doğru çevirdiği mavi gözlerinin içinde yanan açık bir öfke bir görülüyordu.
"Bruno, bende nereye kaybolduğunu merak ediyordum."
O anlarda kontrolünü kaybetmemek için tırnaklarını avuç içlerine geçirmeye başlamış olan Maddalena'nın kulaklarına bir uğultu dolmuş, konuşulanları duymamıştı. Sandrino Panzio ve kolundaki güzel metresiyle karşı karşıya gelmiş olmanın şoku başını döndürmeye başlamıştı. Bakışlarını kısa bir an için kolundaki kadına doğru çevirmişti. Kayıtsız bir ifadeyle yüzüne bakmaktan başka herhangi bir tepki vermemişti, selam vermek içinden gelmiyordu. Aynı şekilde kadın da onu sessizce süzmüştü. O an için bulunduğu ortamda çığlık atarak uzaklaşmak dışında istediği başka hiçbir şey yoktu. Oysaki bakışlarını ressamın üzerinden ona doğru çeviren Sandrino Panzio son derece rahattı. Aristokrat bir mesafeli duruşla selam vermişti.
"Sinyora Cardello."
İçine düştüğü durum öylesine nahoş ve rahatsız ediciydi ki Maddalena içinde yükselen histerik kahkahasını yutmak için kendini var gücüyle zorlamıştı. De Benardi değil de Cardello olarak selamlandığının dahi farkına varamamıştı. Fakat onların karşısında hiçbir zayıflık gösteremezdi. Cesaretini toplayarak, adamın gözlerinin içine baktı ve duyduğu rahatsız edici durumdan kaynaklanan ciddiyetle karşılık vermişti.
"İyi akşamlar Sinyor Panzio."
Yüzündeki soğukkanlı ifadeyi korumayı başarırken adama mesafeli bir şekilde başıyla selam vermişti. Bir eliyle eteğini tutmuş, nadiren büründüğü sert ifadesiyle yanlarından geçmek için hareketlendiğinde gözüne tanıdık bir görüntü takılmış, bununla birlikte sinirden elleri titremeye başlamıştı. Kadının, Sandrino Panzio'nun kolunun üzerine yaslı halde duran bileğinde bir dizi inciden oluşan aralarında kırmızı yakut mücevherlerin olduğu bir bilezik vardı. Hiç şüphesiz onun odasına bıraktırdığı kolyenin takımıydı. Kolyeyi bana bileziği ise metresine vermiş!
Olduğu yerde kalakalmış Maddalena'nın yüzüne, iyiden iyiye bozulmuş olan sinirlerinin belirtisi alaycı bir gülümseme yerleşmeye başlamıştı. Genç kız kırgın olduğu kadar sinirlenmişti de. Hala bileziğin üzerinde olan bakışlarını mağrur bir edayla kaldırıp, kendinden yaşça büyük ve tecrübeli kadının gözlerinin içine sakin bir yüz ifadesiyle bakıp konuşmuş ardından kısa bir anlığına yanındaki Sandrino Panzio'ya baktığında arkasını dönerek yanlarından ayrılmıştı.
"Bileziğiniz çok hoşmuş, keşke kolyesini de taksaymışsınız eminim çok yakışırdı."
Bu karşılaşmadan itibaren Maddalena'nın gecesi mahvolmuştu. Isabella'nın nedimesi olduğu sırada hissettiği neşe ve mutluluk yerini derin bir kırgınlığa bırakmıştı. Ancak düğün kutlamaları tüm hızıyla devam ediyordu. Hiç geçmeyecekmiş gibi hissettiren yüreğindeki sıkıntıyı bir saatin sonunda bir nebze olsa dahi kontrol altına almayı başarsa dahi kalabalık salonda gezinip etrafındaki kişilerle sohbet eden Sandrino Panzio ve metresine karşı kayıtsız kalmak için üstün bir güç harcamak zorunda kalmıştı. Ara sıra yanına uğrayan Bernardo ile sohbet etmiş, akşamın büyük kısmında Isabella ve Juliet'in yanından ayrılmamıştı. Fakat gönülsüz bakışlarını tüm davet boyunca Sandrino Panzio ve yanındaki kadınından bir türlü ayıramamıştı.
Vakit gece yarısını bulduğunda, davetliler büyük bir platforma kurulmuş tiyatroyu izleyebilmek için u biçimindeki büyük onun iki yanında kurulmuş daha küçük meşe masalara davet edilmişti. Mükellef akşam yemeğinin ardından hizmetçiler bu kez, kırmızı kadife örtü serilmiş masaları, bezeler, acı badem kurabiyeleri ve panpepato gibi birçok leziz atıştırmalıklarla donatmıştı. Isabella ve kocası merkezdeki masanın ortasında oturmuş, bir prensese tatlı tatlı dil döken aşığın abartılı ve bir o kadar da komik hallerini gülümseyerek izliyorlardı. Sinyor ve Sinyora Cardello ise uzun masanın başında aile dostlarıyla sohbetlerine devam ediyordu.
Kendine ayrılan yerde oturan Maddalena karşısında sergilenen gürültülü gösteriyi unutmuş, tabağına aldığı küçük bir parça panpepatoyu didiklemekle meşguldü. İki yanında ise salonun geri kalan kısmıyla birlikte tiyatroyu gülerek izleyen Juliet ve Ginevra vardı. Onun aksine oldukça neşeli bir ruh hali içinde olan arkadaşı, sandalyesinde oturmakta zorlanıyordu cilveli bir edayla gülerken sık sık omzuna ve masaya dayadığı kollarına çarpıyordu.
Üç dişli çatalının ucuyla tatlısının üzerine ince çizikler atmaya devam eden Maddalena, gürültünün arasında kolayca ayırt edebildiği derinden gelen gür kahkahayı duyduğunda histerik bir ruh haliyle gülümsemişti. Kendine engel olamadığında kirpiklerinin altından karşı masada oturan çifte kaçamak bir bakış atmıştı.
Sandrino Panzio, biraz önceki kahkahasının izlerini taşıdığı rehavet dolu yüzünü yanında oturan kadına doğru çevirmiş, söylediklerini dinliyordu. Kadının söyledikleri üzerine yeniden güldüğünde parmaklarını kadının brokar kumaşın sardığı kolunda gezdirmişti. Tüm bunları nefesini tutmuş bir şekilde izleyen Maddalena, hırsla elindeki çatalı sıkmaya başlamıştı. Üzerine fırlatmamak için kendini zor tutuyordu. Adamın ilgisini tekrar tiyatro gösterisine çevirdiği sırada şarabından koca bir yudum alışını izlemeye devam ederken söylenmekten kendini almamıştı.
"Keşke gülerken boğazına kaçsa da boğulup ölse."
İçin için anlam veremediği bir öfkeyle yanıp tutuşan Maddalena, bu kez çatalını sertçe batırdığında şeklini bozduğu tatlıyı hırsla ileri ittirip arkasına yaslanmıştı. O sırada tepkisiyle dikkatini çekmiş Juliet, yerinde hafifçe ona doğru dönmüştü.
"Kim boğulup ölse? Sen iyi misin? Alışılmadık derecede sessizsin, oysa ki dans etmeyi ve tiyatro izlemeyi çok seversin."
Bunu duyan Maddalena, içine derin nefes çekip yüzüne zorlukla keyifli bir ifade yerleştirmeyi başararak dudaklarını tebessümle kıvırmıştı. Tüm arkadaşları onun dans etmeyi ne kadar çok sevdiğini bilirdi. Her bölgeye göre farklılık gösteren en karmaşık adımlara sahip olan dansların dahi kolaylıkla üstesinden gelir, bir çoğuna öğrenmeleri için seve seve yardım ederdi. Fakat aralarında en sevdiği dans kız kıza özgürce yaptıklarıydı. Üzerine renkli taşların işlendiği gümüş kadehine uzanırken şakayla takılmıştı.
"Ben. Kapıldığım aptal düşler yüzünden boğulup ölsem, hiç fena olmaz."
"Ne dediğini anlamıyorum."
"İyiyim, yalnızca biraz başım ağrıyor."
Maddalena, bir süre önce içine su karıştırdığı şarabını yudumlamadan önce güven verici bir şekilde gülümseyerek, konuşmuştu. O sırada tıpkı onlar gibi sandalyesinde arkasına yaslanan Ginevra, gülümsemekten al al olmuş yüzünü üzerlerine çevirmişti. Fısıldarken beğeniyle iç geçirmişti.
"Bu adam tehlike uyandıran bir ışıltıya sahip. Çok yakışıklı.. fakat dokunduğunda sanki parmaklarını yakacak bir ateşe benziyor."
Kendini tutamayan Maddalena, söz konusu kişinin kim olduğunu sezmiş olsa dahi sormaktan kendini alamamıştı.
"Kimden bahsediyorsun?"
Ginevra, bu sorusuyla birlikte yemek salonunun karşısındaki masaya kaçamak bir bakış atmış tekrar onlara döndüğünde cilveli bir edayla sırıtıyordu. İçkiden etkilenmiş gibi bir hali vardı.
"Sandretta topraklarının varisi, Yüzbaşı ve diplomat Sandrino Panzio'dan bahsediyorum elbette. Büyük ablamızın bahsettiğine göre gözde bekarlar listesinin en başında yer alıyor. Fakat görünürde de olduğu üzere hovarda ve şarap düşkününün teki."
"Yıl sonunda Floransa'ya geçecekmiş. Metresi de onunla birlikte gidecektir."
Juliet, sakin ve ölçülü sesiyle araya girmişti. İyi yetiştirilmiş İtalyan kızları, erkeklerin özel odalarında neler yaşandığını bilmeseler dahi metresler ve onların gayrimeşru olan çocuklara sık sık rast gelirlerdi. Çarşafların öbür tarafından olan çocuklar soylu güce sahip olamasalar da ailenin çocukları olarak yetiştirilirlerdi. Babalarının saraylarında tüm haklara ve önceliklere sahip olur, karlı evlilikler yaparlardı. Tüm bunları görerek büyüyen genç ve bakar kızlar, onlardan büyük ablalarının ve evli kadınların dedikodularına da kulak misafiri olurlardı.
"Yeni duyduğum söylentiye göre; yanındaki ressamına metresinin portresini yaptırtmış. Resimden Meşhur Vitalia olarak bahsediliyormuş. Tamamlanmış hali ilk Pisa'da gösterilmiş ve görenler kadının güzelliğine ve ressamın yeteneğine hayran kalmış. Doğrusu, tabloyu bir kez olsa dahi görmek isterdim. Karşıdaki kadın bir melek kadar güzel sanatkarın tabloya nasıl yansıttığını merak ediyorum."
"Belki Lucca'da da sergilerler ve bizde görme fırsatı elde ederiz. Korkunç derecede çapkın ve rahat bir adam, insanların ne söylediğini hiç umursamıyor olmalı. Bana kalırsa böyle bir adam kırkını bulmadan asla evlenmeyecektir. Evlendiği zavallı kız da eminim çok genç olacaktır, Meşhur Vitalia için dişli bir rakip olması mümkün değil."
İki yanında konuşan arkadaşları başlarını birbirlerine o kadar çok yaklaştırmıştı ki Ginevra ve Juliet'in kumral saçları pembe brokar eteğinin üzerine düşüyordu. Aralarında kalmış Maddalena, sıkışmış hissediyordu. Yanakları kızarmış, yeşil gözleri pırıl pırıl yanmaya başlamıştı.
"Kızlar nefes alamıyorum."
Elindeki kadehiyle yerinden doğrulurken arkadaşlarını geri çekilmek zorunda bırakmıştı. Bakışlarını istemsizce tekrar söz konusu adamın olduğu tarafa doğru kaymıştı. Yanındaki ünlü metresiyle birlikte keyifle tiyatroyu izlemeye devam ediyordu. Ginevra ve Juliet'in sözlerini duymamış olsa dahi adının Vitalia olduğunu öğrendiği sarışısın kadının alımlı ve kurnaz bir zekaya sahip olduğunu ilk bakışta anlamıştı. Daha fazla karşısındaki manzaraya dayanamayan Maddalena bir akşam içinde sayısız kez yaptığı gibi bakışlarını öteye çevirmişti. Midesine bir yumruk yemiş gibi hissediyor, akşam yemeğinde yediği ne varsa çıkarmak istiyordu. Gerçek şuydu ki karşıdaki çift; birbirlerine çok yakışıyordu. Her ikisi de sarışın ve bakışlarından görmüş geçirmiş oldukları kolayca okunuyordu. Maddalena, gözlerini devirerek şarabını bir dikişte bitirmiş, boşalan kadehini arkasına uzatarak hizmetçilerin doldurmasını istemişti.
Bir asır gibi süren tiyatro sona erdiğinde, vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Fakat davetliler hala yerlerinde, sohbet edip şaraplarını içmeye devam ediyordu. Gecenin belirli bir saatinden sonra davet salonundan ayrılması beklenen gelin ve damat konukların daha fazla beklemesine gerek kalmadan, odalarına çekilmek üzere yerlerinden kalkmışlardı. Onları Kardinal Tessaro ve Isabella'nın rahip olan büyük amcası takip etmişti.
"Bak, salondan ayrılıyorlar. Kardinal önce yataklarını kutsayacak sonra da birleşmelerine tanıklık edecek. Gelenekleri uygulama zamanı."
Sağ yanında oturan Ginevra, çiftin gözden kaybolduğu geniş kemerli kapılara bakmaya devam ederken gözlerinin içi heyecanla parlıyordu. Maddalena arkadaşının yasaklı bir şey yapmaya hazırlanan küçük bir çocuğu andıran ifadesini fark ettiğinde kendini gülümsememekten alamasa dahi öte yandan bu geleneğin utanç verici olduğunu düşünmüştü. O ne söyleyeceğini bilemeden sıkıntılı bakışlarını Isabella'nın kocasıyla birlikte çıktığı aynı kapıya çevirirken herhangi bir cevap beklemeyen Ginevra, ablası Juliet'e dönmüştü.
"Eğer merhum nişanlın savaşta ölmemiş olsaydı bizim için bu gizemi aydınlatabilirdin Juliet. Nikah, eğlence sonrası büyük gizem. "
"Ginevra bizim izlememize izin vermeyeceklerini hatırlatırım."
Ablasının sözlerine baştan savma bir baş sallamasıyla karşılık veren Ginevra, yasaklara karşı gelmek söz konusu olduğunda ona her zaman uyacağını bildiği Maddalena'ya dönüp, kolunu çekmişti.
"Hadi bizde gidelim. Bir gün neyle karşılaşacağını bilmek istemez misin Bernardo ile?"
Kolunu ısrarla çekiştiren arkadaşıyla birlikte sandalyesinden kalkmak durumunda kalan Maddalena'nın solgun yüzü ısınmaya başlamış, bir gün Isabella'nın yerinde olabileceği düşüncesiyle utanmıştı. Tereddütlü yaklaşımına rağmen yeşil gözleri merakla büyümüştü. Yaşanılacaklara dair birkaç tahmin dışında en ufak bir fikri olmaması merakını körüklüyordu. Omuzları engel olamadığı bir kıkırdamayla sarsılırken o da hala sandalyesinde oturan Juliet'in kolunu çekiştirerek zorla yerinden kaldırmıştı.
"Hadi biri bizi fark etmeden gidelim."
Bir gizemi ortaya çıkartacak olmalarının heyecanını taşıyan üç arkadaş, birbirlerinin ellerini sıkı sıkıya tutmuş bir halde parlak eteklerini savurarak kalabalığın içinden sıyrılmışlardı. Kimseye fark edilmemek için insanların yüzlerine bakmaktan kaçınıyor, yanlarından sessizce geçmeye çalışıyor olsalar dahi sık sık birbirlerinin yüzüne bakıp kıkırdıyorlardı. Juliet ve Ginevra'nın arasında ilerleyen Maddalena, kendini anın havasına bırakmıştı. Tüm akşam boyunca hissettiği kırgınlıktan bir süreliğine olsa dahi uzaklaşabilmek için Ginevra'ya katılmıştı. Tiyatronun kurulduğu davet salonundan ayrıldıklarında, iki tarafında büyük heykeller ve duvarlarında fresklerin olduğu geniş hole çıkmışlardı.
Üst kata ulaşan mermer merdivene doğru kıkırdayarak yürürlerken Maddalena, arkasından Sinyora Cardello olarak seslenildiğini işitmişti. İlk anda aldırış etmemiş, halasının orada olduğunu düşünmüştü fakat bir kez daha tekrarlanan ses tanıdık gelmişti. Kızlarla hala kol kolayken omzunun üzerinden arkaya baktığında belli bir mesafedeki, ressam Bruno ile karşılaşmıştı. Meşale ışıklarının aydınlattığı holde kıvırcık saçlarının gölgelediği yüzündeki beklenti dolu ifadesiyle ona baktığını görmüş bunun üzerine sırtını dönüp gidememişti. Arkadaşlarının kollarından çıkarken gülümseyerek konuşmuştu.
"Siz önden gidin, birazdan yanınızda olurum."
Bir süreliğine yerinde kalan Maddalena, fısıldayıp gülüşmeye devam eden arkadaşlarının köşeyi dönmelerini izlemişti. Onu bekleyen Bruno'ya yaklaşmadan önce, gülücük saçan neşeli ifadesi yerine halasında sıklıkla tecrübe ettiğine benzer ağırbaşlı bir ifadeye bürünmüştü. Ellerini yavaşça karnının üzerinde birleştirdiğinde ağır adımlarla aralarındaki mesafeyi karşılıklı olarak kapatmışlardı.
"Sinyora, lütfen modelim olma fikrini düşüneceğinizi söyleyin. Sizi resmetmek benim en iyi işim olabilir."
Vakit kaybetmeden konuya girmiş olması karşısında dudakları ağır bir tebessümle gerilen Maddalena, adamın elinde deri kaplı küçük bir defter tuttuğunu fark etmişti. İçine sıkıştırdığı kağıtlar kenarlarından taşıyordu. Karalanmış çizimleri yalnızca ucundan görebilmiş bununla birlikte Ginevra'nın bahsettiği onun tarafından yapılmış ünlü tablo aklına gelmişti. İstemsizce defterin içinde kadının çizimleri olup olmadığını merak etmişti. Bruno, şu an ona yaptığı teklifi bir zamanlar Vitalia'ya da yapmış olmalıydı. Şimdi İtalya'daki herkes Meşhur Vitalia portresini biliyordu. Aynı durumun içinde olma düşüncesinden rahatsız olmuştu. Huzursuzca deri kaplı defterin üzerine dolaşan zümrüt yeşili gözlerini kaldırdığında adamın yanık tenli yüzüne bakmıştı.
"Duyduğuma göre bir önceki işiniz en iyisi olduğu söyleniyor."
Bunu duyan Bruno başını şiddetle iki yana sallarken hayır hayır diyerek telaşla mırıldanmıştı. Kendini yeterince iyi ifade edememiş olmasının sıkıntısı içindeydi.
"Bu iş çok başka olacak. Nasıl göründüğünüzü değil, kim olduğunuzu nasıl hissettiğinizi çizeceğim. Hasarlı ve kusurlu olan güzelliğinizi çizmek istiyorum."
"Kusurlu ve hasarlı? Beni öyle mi görüyorsunuz? Bir kadının modeliniz olmasını istiyorsanız kaba olmaktan vazgeçmenizi tavsiye ederim. Bir dahaki sefere belki şimdi olduğu gibi reddedilmezsiniz."
Maddalena hiçbir şekilde yumuşatma zahmetine girmeden yüzüne açıkça kusurlu ve hasarlı olduğunu söyleyen ressama şaşkın gözlerle bakmıştı. Yeterince kötü bir gece geçirmişti ve daha fazlasına tahammülü yoktu. Arkadaşlarına yetişmek için Bruno'ya arkasını dönmüştü. Kulağına çalınan telaşlı adımların gürültüsüne karşılık vermemekte kararlıydı lakin Bruno'nun ona sesini duyurabilmek için yüksek sesiyle söyledikleri ilgisini çekmeyi başarmıştı.
"Hüzünlü güzellik, güzellikler içinde en olağanüstü olanıdır. Hepimiz doğduğumuzda kusursuzdur fakat zamanla yara alır ve değişiriz. Bu da bizi hasarlı yapar."
Başını pes edercesine hafifçe yana eğen Maddalena, eteğini tutarak arkasındaki ressama dönmüş fakat aralarındaki mesafeyi kapatmak için hiçbir caba göstermemişti.
"Yani var olduğunu sandığınız hasarlarımı mı çizmek istiyorsunuz? Hiç kimse hasarları olan bir model istemez."
"Diğer ressamlar görmek istediklerini, ideal olan güzelliği çiziyorlar. Ben o ressamlardan değilim ben gördüklerimi çiziyorum. Modellerimin yüzlerindeki gerçek hikayeleri çiziyorum. İnsanların hepsi kendi yolculuğunda, hepsinin hikayesi yüzlerinden okunabilir yalnızca bakmayı bilmek gerekir."
"İnsanların yüzlerine bakıp hikayelerini okuyabileceğinizi mi söylüyorsunuz?"
"Evet, eğer izin verirseniz tam olarak da bunu çizmek istiyorum."
Ressamın ne söylediği bilen güven verici tavrı Maddalena'nın hoşuna gitmişti. Ona önce kusurlu ve hasarlı olduğunu söylemiş ardından dile getirdiği hoş sözleriyle kalbini kazanmıştı. Açıkgözlülüğü saygısızca olabiliyordu fakat aynı anda sempatik bir yapısı da vardı. Merakına engel olamayan Maddalena, ellerini arkasında birleştirip ilerleyerek karşısına geçtiğinde yüzünü yavaşça öne doğru çıkarmıştı. Kendine engel olamayacak gülümsemişti.
"Benim yüzüm? Onun hikayesi tam olarak ne? Ne görüyorsun?"
İçten tavrıyla gülümseyen Bruno, hevesle isteğine uymuştu. Yüzünü normal bir zamanda sakıncalı olarak görülecek bir mesafeye kadar onun yüzüne yaklaştırmış bir süre gözlerini kısıp yüzünü incelemişti. Konuştuğunda sesi kısık ve düşünceliydi.
"Bu yüz... kendisi için mutlu bir hayat istiyor. Aynı zamanda incinmiş de ve bir daha incinmek istemiyor. Bu yüzde, neşe ve hüzün aynı anda yer edinmiş."
Duyduklarından hoşlanmaya Maddalena, çattığı kaşlarıyla aniden geriye çekilmişti. Fakat Bruno verdiği tepkiyi bekliyormuşçasına sakinlikle karşılaşmış, deri kaplı defterini açarak içinden bir çizim çıkartıp ona uzatmıştı.
"Modellik yapmayı lütfen düşünün."
Bakışlarını adamın uzattığı parşömene indirdiğinde, kendi çizimini görmüştü. Yana dönmüş sanki birinin anlattıklarını dinlerken gülümseyen ifadesini yakalamıştı. Kulağındaki küpesi, omuzları gözüken elbisesi ve üst kısmını fileyle toplanmış saçlarına bakılırsa bu akşama ait bir görüntüydü.
Parşömeni eline almış Maddalena düşüneceğini fakat çok umutlanmamasını söylemek üzereydi ki, yanlarına parlak bir güneşin tehlikeli ve büyük özgüveniyle yaklaşan, sert bir bakışa sahip Sandrino'yu fark etmişti. Meşale ışıklarının dalgalanarak gölgeler tarattığı loş holde insanların arasında yürürken gözüne davet salonunda gördüğünde daha uzun ve güçlü görünmüştü. Tüm akşam boyunca içtiği onca şaraba rağmen oldukça dinç görünüyordu. Bruno ve ona bakarken dudaklarını soğuk bir alaycılıkla kıvırmış, elinde tuttuğu parşömeni fark ettiğinde ise biçimli çenesi kasılmıştı.
Maddalena içinde yükselen oradan ayrılma istediğini elinden geldiğince sakin bir şekilde yerine getirmişti. Bruno'ya baştan savma bir şekilde iyi geceler dilediğinde, neredeyse yanların ulaşmış Sandrino Panzio'yu görmezlikten gelip, fark ettirmemeye çalıştığı hızlı adımlarıyla uzaklaşmaya başlamıştı.
Gelişini gördüğünde, küçük çenesini yukarı kaldırarak mağrur bir edaya bürünen genç kızın onu yok sayarak arkasını dönüp uzaklaşmasını huysuz bakışlarla izlemekle yetinen Sandrino, asıl muhatabı olan Bruno'nun karşısına dikilmişti.
"Söylesene bana, Maddalena Cardello'nun elinde neden senin çizimin var? Ya da neden kızın peşinde koştuğunu da söyleyebilirsin. Ya da vazgeçtim şunu söyle; resmini yapmanı istemediğimi defalarca söylemem rağmen gidip gizlice teklif etmeni açıkla. Evet, evet bekliyorum. Hadi açıkla."
O sırada koridoru dönmekte olan Maddalena kendi adını duyduğunda bakışlarını kısa bir anlığına omzunun üzerinden arkasına doğru çevirmiş ve haşin bir şekilde Bruno'nun elindeki defteri çekip alan Sandrino'nun elindekini adamın göğsüne vurduğunu görmüştü. Önüne döndüğünde, koridoru dikkatle dönerek görünmeden duvara dayanmıştı. Bu şekilde sözlerin geri kalan kısmını net bir şekilde duyabilmişti. Sandrino Panzio'nun ondan bahsederken takındığı sert tavır sinirlerine dokunmaya başlamıştı.
"İlhamımı öldürmene izin veremezdim. Bende kendi fırsatımı kendim yarattım."
"Öyle mi? Peki bu fırsatın başıma ne gibi belalar açabileceğini hiç düşündün mü seni s*k kafalı?"
Büyük holde, Bruno anlık gelişen görüntüleri yakalayabilmek için her zaman yanında bulundurduğu çizim defterini elinde sallayan sert bakışlı Sandrino'ya hayret içinde bakarken, ellerini sıkıntıyla beline dayamış, alaycı bir şekilde gülmüştü.
"Sence bu komik mi?"
"Namusuna düşkün bekar kızlarla oynaşmaktan uzak duramayacağın için bunları söylüyorsun."
Sabrının sonuna geldiğini hisseden Bruno, Sandrino'nun elindeki çizim defterini sert bir şekilde çekip aldığında meydan okuyan sert sesiyle konuşmuştu. Tereddütsüzce söylenmiş bu sözler, Sandrino'nun çenesindeki bir kasın seğirmesine sebep olmuştu. Karşılık verdiğinde, sesinde her zamanki alaycılık olsa dahi mavi gözlerinin içindeki ifade alaycılığın altında gizli olan tehlikeyi haber veriyordu.
"Senin yaptığın ne? Boya ve fırçanla aynı şeyi yapmak istemiyor musun?"
"Söz konusu bu kız olduğunda tuhaf bir şekilde korumacısın."
Bruno'nun söyledikleriyle huzursuzluğu artan Sandrino kısık sesiyle küfür ederken mavi gözlerini başka yöne çevirmişti. Hissettiği sinir bozukluğuyla birlikte elini sarı saçlarının arasında gezdirirken dudaklarında eğreti bir gülümseme belirmişti. Söylenmeye devam eden Bruno'yu umursamayarak kemerlerle birbirine bağlanan galerili holün ardındaki bahçeye çıkmıştı. Dikdörtgen biçimindeki bakımlı çimenler, gökyüzünün karanlığına bürünmüştü. Büyük avluyu çevreleyen zarif sütunlar süslü kemerlerle çevrelenmiş, merkezinde taştan yapılmış bir çeşme vardı. Köşkün her yerinden duyulan müzik sesleri burada alçalarak, bahçeyi sakin ve huzurlu bir ortam kılıyordu.
Onun hakkında konuşan iki adamın sözlerini dinlerken göğsü öfke ve kırgınlıkla atmaya başlamış Maddalena, duyduğu şeylerden sonra arkasını dönüp gidemezdi. Duvarın kıyısından bakarken, önde ilerleyen Sandrino Panzio ve arkasındaki Bruno Domiano'nun bahçeye çıktığını gördüğünde eteklerini iki eliyle yukarı kaldırıp, parmaklarının ucuna basarak kemerin ardındaki bahçeye doğru ilerlemişti. Kalın taş sütuna ince bedenini iyice bastırdığında tartışmanın devamını dinlemek için sessizlik içinde beklemişti.
Ay ışığı büyük çeşmenin ve meşalelerin aydınlattığı bahçenin üzerinde parlıyordu. Kemerlerin altında sohbet eden birkaç davetlinin dışında neredeyse boş olan bahçeye göz atan Sandrino, sinirli ifadesiyle arkasındaki Bruno'ya döndüğünde konuşmaya başlamıştı.
"Eğer babasında biraz olsun akıl varsa zaten bu teklifi geri çevirecektir. Senin bu yaptığın, hali hazırda hayalperest bir kıza boş yere umut vermek! Sayende şimdi yok yere daha çok beklentiye girip, hayallere kapılacak. Üstelik insanların aklına da başka fikirler düşüreceksin aptal!"
"Sandrino sen insanların ne söylediğini hiçbir zaman umursamamışsındır, şimdi ne değişti?
Bu soru Sandrino'nun gözlerinin içinde bir kıvılcım çakmasına sebep olurken yüzüklerin olduğu sol elini konuyu kapattığını ifade etmek istercesine sert bir şekilde havada savurmuştu. Konuşurken sesi hiç olmadığı kadar kararlı ve sinirliydi.
"Maddalena Cardello'nun portresini çizmeni istemiyorum! Bir daha o kızı çevremde görmek dahi istemiyorum! Sende ondan uzak duracaksın, beni anladın mı Bruno?"
"Olayı gözünde fazla büyütüyorsun. Ne o kızın ne de ailesinin seninle bir evlilik hayali kurduğunu düşünmüyorum. At arabasında birlikte seyahat ettiğiniz için sana âşık olup kollarına atlayacak değil ya."
Bruno'yu çatık kaşlarıyla dinlemiş Sandrino sözlerinin sonunda kısa bir an duraksamış, bakışlarını yıldızların parladığı gökyüzüne doğru kaldırdıktan sonra inanamıyormuşçasına gür sesiyle gülmüştü. Tekrar Bruno'ya döndüğünde, Panzio mührünü taşıdığı yüzüğünün takılı olduğu işaret parmağını kendine doğrultarak boğuk sesiyle konuşmuştu.
"Evlilik? Benimle, Sandrino Panzio ile bir evlilik hayali kurmak hatta bana karşı bir şey hissetmek şu hayatta yapabileceği en şuursuzca şey olur. Masum ve genç parçalarla ilgilenmediğimi bir kenara bıraksam bile onunla ben hiçbir şekilde birbirimize uygun değiliz."
"Soylu ve bekar olan genç kızlara karşı olan bu nefretinin sebebini hiçbir zaman anlayamayacağım."
"Çünkü Bruno, çevremdeki bir kıza ne zaman şöyle bir bakış atsam bir anda tüm ailesi peşime üşüşüyor, yüzüme karşı yapmacık bir şekilde sırıtmaktan başka bir öğrenmemiş sığ ve yağan kızlarını sanki hiçbir değeri yokmuşçasına önüme atıyorlar. Bir başkasına özellikle saf bir kıza ihtiyacım yok. Tüm bunlardan midem bulanıyor."
"Haksızlık ediyorsun, o kızın öyle biri olduğunu düşünmüyorum."
Bakışlarını, arkadaşının sözlerini ciddiye almadığını belirtircesine deviren Sandrino, kendisiyle aşağı yukarı aynı boyda olan Bruno'nun omuzlarına ellerini koyup sertçe sıkarken bir çocuğa anlatırcasına kelimelerinin üzerine basarak tek tek konuşmuştu.
"Daha beteri şu an hayalperest saf bir kız çocuğu. Maddalena Cardello, hayallere ve tatlı hikayelere inanan, incileri dağıldığında ağlayacak kadar saf ve kırılgan, cilvenin ne olduğunu dahi bilmeyecek kadar tecrübesiz fakat bunu kontrolsüzce yapabilecek kadar saf. Hatta çocuk bile sayılabilir. Fakat günün birinde illaki kırılacak ve ortaya gülen yüzünün altında, unvanı olan en zengin kocayı elde etme yarışında kurnaz ve kendini beğenmiş bir kız çıkacak. Bu bizim çevremizde asla şaşmayan bir durumdur. Erkeklerimiz ne kadar ahlaksızsa kadınlarımız da bir o kadar mülkiyete taparlar."
Sözlerini bitirdiği an onunla aynı fikirde olmadığını belirtmek istercesine iç geçiren Bruno, ellerini bedeninden uzaklaştırmıştı.
"En azından bırak resimlerimde yaşasın."
"İkinizde bu resmin onu nasıl bir zarara uğratacağını göremiyorsunuz."
Kısık sesiyle, Benim şu hayatta yaptığım en şuursuzca şey; tutup senin gibi bir adamı düşlerime yakıştırmaktı diye mırıldanmış Maddalena, taş sütuna yasladığı titremeye başlamış elini yavaşça yumruk haline getirmişti. Onu kuşlar misali bulutların üzerine çıkartmış düşlerinden geriye şimdi bir avuç kül kalmıştı.
Bir zamanlar çok hoşuna gittiği Sandrino Panzio'nun sesinden duyduğu sözlerin her biri sanki keskin oklar gibi göğsüne saplanmış, eksiksizce zihnine kazanmıştı. Çocukluğunun sıklıkla tecrübe ettiği aşağılanmanın tanıdık ve can acıtıcı hissini onun sayesinde bir kez daha tadıyordu. Gözpınarları öfkeli gözyaşlarıyla dolmuştu. Dudaklarını sıkarak ses çıkartmamaya çalışırken, pürüzsüz yanağına düşen inatçı bir gözyaşı damlasını elinin tersiyle hırsla silmişti. Zayıflık olarak gördüğü gözyaşı onu harekete geçirmişti. İnce pabuçlarının üzerinde karanlık holü körlemesine geçerek gece için ona tahsis edilmiş odaya çıkarken ruhu ve kalbi paramparça fakat kararlıydı.
Açtığı kapıyı arkasından gürültüyle kapattığında, hala elinde tuttuğu Bruno'nun çizimini yatağa fırlatmıştı. Başını ellerinin arasına alıp yeşil gözlerini kapattığında Sandrino Panzio'nun sözleri zihninde soğuk bir rüzgâr gibi esmeye devam ediyordu. Bir hafta önce incilerini toplamasına yardım eden, anlattıklarını ilgiyle dinliyormuş gibi görünerek onunla tatlı tatlı konuşan adamın bir beyefendi olduğuna inanarak nasıl da yanılmıştı. Oysa ki istisnasız herkes onun kötü şöhretinden bahsetmiş, uzak durulması gereken bir adam olduğunu anlatmıştı. Fakat o, at arabasındaki yakın sohbetlerini günler boyunca zihninde tekrar tekrar geriye sarıp uzun uzun düşlemiş, onunla keyifli vakit geçirdiğini düşünerek kendini kandırmıştı. Birbirlerine veda ettikleri son anda, mavi gözlerinin içindeki tuhaf bakıştan bir anlam dahi çıkartmıştı. Bahçede söyledikleri zihninde yankılanmaya devam ederken utancı gittikçe katmerleniyordu.
Dayanamayacağı kadar incinmiş olan Maddalena, ellerini yüzünden indirdiğinde hızlanmış nefeslerini kontrol altına almaya çalışmıştı. Hareket edebileceğinden emin olduğu ilk an Cardello Köşkü'nden gelen eşyalarının olduğu sandığa doğru ilerlemişti. Önüne çöktüğü sandığın işlemeli ahşap kapağını buz kesmiş elleriyle kaldırıp, Natilda'nın titizlikle katladığı giysilerinin dağılmasına aldırmadan hırsla içini karıştırmaya başlamıştı. Önüne çıkanları kenara çektiğinde aradığı sert mücevher kutusunu bulup, kumaş yığının içinden çekip çıkartmıştı. Sandığın kapağını gürültüyle kapatıp, ayağa kalktığında brokar eteklerini savurarak hırsla odanın kapısını ardına kadar açıp kendini hole atmıştı.
Tessaro Villasının alt katına inen merdivenin son basamağında kısa bir an duraklayan Maddalena, çevreye göz gezdirmişti. Bazı konuklar holün iki yanında sıralanan kalın kemelerin altında sohbet ediyor, hizmetliler ellerindeki ikramlıkları gürültülerinin hole taştığı kalabalık salona taşıyordu. Dikkat çekmeyeceğinden emin olduğunda yönünü bahçeye ulaşan kemerli geçide doğru çevirmişti.
Kısa bir süre önce arkasına gizlendiği kalın sütunun yanından geçip bahçenin içinde ilerlemeye başladığında iki adamı biraz önce bıraktığı yerde bulamamıştı. Karanlık bahçenin tamamına dikkatle bakmış lakin Bruno Domiano'yu görememişti. Buna rağmen bahçenin sonunda, belini taş tırabzana dayamış halde arkasındaki manzarayı izleyen Sandrino Panzio'yu tanıması kolay olmuştu. Her zamanki rahat tavırlarıyla bacaklarını önüne uzatarak çaprazlamış adam, dirseğini de arkasına yaslamıştı. Büyük bahçenin sonundaki taş tırabzanlar bir nevi teras görevi görüyor, köşkün üzerine kurulduğu arazinin konumuyla Lucca şehrine tepeden bakılmasını sağlıyordu.
Elinde tuttuğu mücevher kutusunu arkasına gizleyen Maddalena başını daha dik, boyunu daha uzun gösteren güvenli bir edayla adamın yanına doğru yürümüştü. İnce pabuçlarının çakıl taşlarının üzerinde çıkardığı sesleri duyup da başını ona doğru çeviren Sandrino'nun gözlerini içinden geçen ilk ifade şaşkınlık olmuştu. Tepkisini görmüş Maddalena, ona doğru ilerlemeye devam ederken, sahte bir neşeyle gülümseyerek selam vermişti.
"Sinyor Panzio."
"Sinyora Cardello, sizi burada görmeyi beklemiyordum. "
Sandrino, yüzünde neredeyse endişe ve beklenti içindeki ifadesiyle karşılık vermişti. Devam etmeden önce bir süreliğine, yerinden doğrularak olduğu yerde bir dev gibi yükselen adamı izlemiş Maddalena arkasında tuttuğu kutuyu parmakları beyaza dönene dek sıkmıştı. Ay ışığının altında birbirlerinin yüzlerine rahatça bakabiliyorken o an hissettiği tek şey kalp kırıklığı ve kendi aptallığına karşı olan yoğun bir öfkeydi. İçinden geçenleri dışarı yansıtmamak için kendini sıkarken, bir şekilde yüzündeki nazik hatta sevimli gülümsemeyi koruyabilmişti.
"Hediyeniz için teşekkür etmek istedim."
"Rica ederim. Umarım beğenmişsinizdir."
Boştaki eliyle eteğini hafifçe kaldırmış Maddalena adamın karşısına geçmişti. Sıcak yaklaşımıyla rahatlamış Sandrino'nun farkında olmadan verdiği cevap tam da beklediği türden olmuştu. Dolgun dudaklarındaki gülümseme büyürken, omuzlarını hafifçe silkmiş alaycılığa kaçan ses tonuyla konuşmaya başladığında yeşil gözlerini tereddütsüzce mavi gözlerinin içine dikmişti.
"Beğenmedim. Bence siz bu kolyeyi vermek için başka birisini bulun çünkü ben böyle bir hediyeyi kabul edip sonra da gururla boynumda taşıyacak biri hiç değilim."
"Benim niyetim öy-
Yüzündeki samimi ifadeye karşın sözlerinin keskinliği karşısında şaşkınlıkla gülümseyen Sandrino Panzio'yu konuşturmayan Maddalena, elini havaya kaldırarak konuşma isteğine aldırmaksızın devam etmişti.
"Benim niyetim kötü değildi sakın demeyin çünkü bu saçma bir cevap olur. Çünkü bence niyetiniz ne olursa olsun yaptığınız son derece rahatsız edici. Hatta daha da kötüsü saygısızca. Kusura bakmayın, size iyi akşamlar."
Sandrino bir tepki veremeden arkasında tuttuğu mücevher kutusunu yananında durduğu tırabzanın üzerine bırakan Maddalena, sahte bir baş hareketiyle konuşmanın bittiğini gösterircesine reverans yapmış sonrasında arkasına dönerek, bahçenin içine doğru ilerlemeye başlamıştı.
"Kibar bir hanımın, karşısındakine konuşma hakkı tanımadan orayı terk etmemesi gerektiğini sana kimse söylemedi mi?"
Bu alaycı sözler üzerine Maddalena o kadar hızlı arkasını dönmüştü ki meşalelerin ışığında altından yapılmışçasına parlayan sarı saçları bir anda sağ omzunun üzerinden bir şelale gibi önüne dökülmüştü. Aşağılanmış, alay edilmiş, harekete uğramıştı. Duyguları öylesine yoğundu ki karşısındaki adamın dünya üzerinde kibarlığı hak edecek son kişi olduğunu düşünüyordu.
"Söylediler fakat şu an kibar olmakla ilgilenmiyorum."
"O halde içeriye girdiğiniz zaman bakışlarındaki o hırçın ifadeyi silmenizi tavsiye ederim, malum sosyetede böyle kızlar pek ilgi görmüyor."
Verdiği ukalaca cevaba karşılık manalı bir edayla başını sallayan Sandrino Panzio, konuşurken işaret parmağıyla yüzünü takip etmişti. Karanlık bahçeye rağmen denizin maviliklerini andıran gözlerindeki eğlenceli ışıltıyı görmemek imkansızdı. Sert ifadesini korumaya çalışan Maddalena, mağrur görünmeye çalışırken kekelemesi daha da sinirlenmesine neden olmuştu.
"Ki- kibar er- erkekler de genç hanımlarla bu şekilde konuşmazlar."
"Benim alışılmışın dışında bir adam olduğumu söylerler."
Sandrino'nun ilk baştaki şaşkınlığından, sinir bozucu bir sakinlik ve alaycı tavra bürünmüş olması Maddalena'nın dikkatini dağıtmıştı. Taş tırabzanların önünde durmaya devam ederken geniş bedeni karanlık olmakla birlikte oldukça rahattı. Bakışları üzerinden çekmeden, ellerinden birini kemerinin üzerine koyup sırıtmaya bile başlamıştı. Maddalena sırf sinir bozucu ifadesini bozabilmek için içinden adama tekme atmak için güçlü bir arzu duymuştu. İçinde kabaran öfkeyle onu baştan aşağıya yargılayan gözlerle süzmüştü.
"Haklılar, ahlaksızlığınızla anılıyorsunuz ne üzücü."
"Kolyeyi bu yüzden mi kabul etmediniz? Oysa ki maharetli bir ustanın elinden çıkmış çok değerli bir parçaydı."
Bu sözler üzerine Maddalena'nın o ana dek içinde tutmayı başardığı öfkesi kırılmış ve bir çağlayan gibi patlamıştı. Ani bir şekilde öne doğru atıldığında işaret parmağını önce tırabzanın üzerine bıraktığı kutuya sonrasında Sandrino Panzio'nun göğsüne doğrultmuştu. Konuşurken sesi hiç olmadığı kadar çarpıcıydı.
"At arabasında dağılan o kolye, bana halamın hediyesiydi! Maddi değeri olduğu için verilmiş bir hediye değildi, güzel olduğu için de verilmedi! Bir hikayesi olduğu için verildi! Hiçbir zaman bir çocuğa sahip olamadığı ve beni öz kızı gibi gördüğü için annesinin de ona verdiği hediyeyi bana emanet etmişti. Verirken anlattığı inci hikayesini de alelade bir sebepten anlatmadı. Onun da sizin öylece küçümseyemeyeceğiniz kadar özel bir hikayesi var. Fakat bunu size açıklayacak değilim, çünkü dünya üzerinde bilmeyi hak edecek son insan bile değilsiniz."
Konuştukça öfkesi daha da parlamış Maddalena, sözlerinin sonunda nefes nefese kalmıştı. Bir ara esen rüzgârın önüne getirdiği saçlarını aksi bir şekilde geriye çekmişti. Yeşil gözleri alev gibi yanarken, yanakları kıpkırmızı kesilmiş, dolgun dudakları titremeye başlamıştı. Kendisini sakinlikle süzen adamın kibrine zarar vermek için konuşmaya devam etmişti.
"Açıkça ifade ettiniz gibi, pek bir şey bilmiyorum ama artık şunu biliyorum. O parlak, göz alıcı maskenin altındaki adamın ahlaksızdan da beter kalpsiz bir adam olduğunu biliyorum."
"Görünüşe göre insanları dinlemenin kötü bir şey olduğunu da söylememişler."
Sandrino'nun çevresine sıklıkla gösterdiği müstehzi ifade Maddalena'ya hareket gibi görünmüştü. Alaycı ifadesini sürdürmeye devam eden adama bakarken içinden ciddi bir konuda nasıl böylesine alaycı olabilir ! diye geçirmişti. Bir akşam içinde gururunun dayanamayacağı kadar kırılmıştı. Canı yanmışçasına irkilerek bir adım geriye doğru çıktığında kekelemişti.
"Siz- siz- sizin bu alaycı tavırlarınız çok kırıcı farkındaysanız!"
Tüm çabasına rağmen zayıflığını belli etmiş olması Maddalena'nın daha da caını yakmıştı. Sözlerinin sonunda bir hışımla arkasını dönüp müzik seslerinin belli belirsiz duyulduğu villaya doğru yürümek istemişti fakat Sandrino onu kolundan yakalamış, konuşmalarının duyulmaması için tekrar tırabzanların önüne çekmeye başlamıştı.
"Hey.. tamam, tamam. Benim her zamanki tavrım bu; insanlarla dalga geçerek bazen de ezerek konuşurum, olayım bu benim."
Başını yavaşça eğerek, karşısına dikilmiş kızgın bir tanrıçayı andıran kızın yeşil gözlerinin içine bakan Sandrino, tuhaf bir hissiyatla neden onu sakinleştirmek ve kırgınlığı için üzgün olduğunu söylemek istediğini soruyordu kendine. Gözlerini biraz daha aşağıya indirdiğinde öfkeli soluklar alan dolgun dudaklarına takılı kalmıştı. Davet salonunda selamlaşmak mecburiyetinde kaldığı zamandan daha canlı ve kırmızı görünüyorlardı. Sağ eliyle kavradığı zayıf kolunu rahatça parmakları arasına alabilmiş, yumuşaklığını kalın kumaşın üstünden dahi hissedebiliyordu. Aynı şekilde yumuşak görünen aralık dudaklarının gerçekten öyle olup olmadığını merak etmeye başlamış, kıpırdanmaya başlamış hislerine engel olmaya çalışırken aynı dudakların ona hareketler yağdırmak için hareket etmeye başlamasıyla dikkati dağılmıştı.
"Senn.. kabalığınız bir yana ukala ve kibirlisiniz.. siz hayatımda gördüğüm en ciddiyetsiz.. çekilmez... Kolumu bırak! Tahammül edilemez bir insansın! Kolumu bırak dedim! At arabasında anlattığım hikâyeyle eğlenmek hakkın değildi. Halamın verdiği kolye de senin metresine verdiğin bilezikle aynı kefeye giremeyecek kadar değerli! Sen beni hiçbir şekilde aşağılayamazsın!"
Karşısında çırpınan genç kadına bakarken, bir süre önce Bruno'ya küçük kız çocuğu olduğunu savunduğu kızın aynı kişi olup olmadığından emin olamamış Sandrino tepki verememişti. Konuştuğu sırada kolunu adamın parmaklarından kurtarabilmeyi başarmış Maddalena ise öfkesi kontrolden çıkmış bir şekilde çıkışmaya devam ediyorken arkasını dönerek tırabzanların üzerindeki kutuyu kapmıştı.
"Ahlaksız adam! Sen benim hakkımda o şekilde konuşamazsın! Beni çevresinde görmek istemiyormuş, benim seni birdaha görmek istediğimi nereden çıkarttın?"
Maddalena'nın üzerine attığı mücevher kutusunu son anda fark eden Sandrino, elini havaya kaldırmışsa da geç kalmıştı. Gögsüne çarpan deri muhafazayla canı yanmışsa da belli etmemişti. Geriye doğru bir adım çıkarken şaşkın gözleriyle toprak zemine çarpıp yuvarlanan kutuyu takip etmişti. Üzerine ahşap kutuyu öylece fırlatabilmişti..
O sırada korkuyla açık kalmış ağzını elleriyle kapatan Maddalena, yaptığı şeyin ciddiyetinin farkına varıyordu.
"Yüce İsa! Sandrino! Ben öyle yapmak istememiştim. İyi misin?"
Yaptığının utancıyla Sandrino'ya doğru tereddütlü bir adım atmış Maddalena, mavi gözlerinin içindeki ifadeyi gördüğünde daha fazla yaklaşamaya cesaret edememişti. Fakat duyduklarıyla birlikte utancı kısa sürmüştü.
"Sen gerçekten normal değilsin. Ben seni içerideki o zavallı kızlar gibi görmekle büyük ayıp etmişim."
Bu sözler üzerine Maddalena'nın yüzündeki elleri yavaşça iki yana düşerken hissettiği utanç yerini tekrar öfkeye bırakmıştı. Bu adamın küstah ve soğukkanlı tavırlarıyla baş edecek gücü kalmamıştı, bakışlarını yüzüne dikerek çıkışmış ardından hızla arkasını dönmüştü.
"Bir daha karşıma çıkma. Çıkarsan bu kez kutuyu kafana atarım."
"Memnuniyetle küçük hanım."
Arkasındaki adamın sinir bozucu bir şekilde gülümsediğini görmesine gerek kalmadan, hisseden Maddalena duyduğu küçük hanım hitabıyla gözlerini devirmişti. Yürümeye devam ederken, elini alışkanlıkla boynuna götürmüş fakat kolyesinin yokluğunu fark ettiğinde yavaşça indirmişti. Ne zaman sıkıntıya düşse kolyesiyle oynardı. Dalgın ifadesiyle önündeki karanlık bahçeye göz atmaya başladığında boğuk bir tınıya sahip Sandrino Panzio'nun sesini tekrar duymuştu.
"Maddalena."
Kabarık eteğini huysuzlukla yana çekerek arkasını dönen Maddalena, bıkkınlıkla çıkışmıştı.
"Ne var?"
Tam o sırada, yüzündeki karanlık ifadeyle üstüne yürümekte olan Sandrino onu kolundan kavradı ve ne olduğunu anlamadığı bir çabuklukla kendisine doğru çekerek cüretkâr dudakları onun şaşkınlıkla açılmış ağzını bulmuştu. Tamamen hazırlıksız yakalanmış Maddalena şaşkınlık içinde ilk anda nefes dahi alamamıştı. Dolgun dudaklarını kavrayan dudaklar şiddetli bir şekilde öpmeye başladığında elleri öylece havada kalmış, bir an dengesini sağlayabilmek için adamın omuzlarına dokunsa dahi korkarak ellerini geri çekmişti. Fakat içine her nefes çektiğinde kendisine has yoğun erkeksi kokusu içine doluyor, dudaklarından tüm akşam boyunca birbiri ardına devirdiği keskin şarabın tadını alabiliyordu. Kolunu kavradığı elini ince beline ulaştırmış Sandrino sert tutuşuyla onun geriye kaçmasını önlerken, diğer eli ise çenesinin hemen altında boynunda ve son olarak sarı saçlarının arasında uzun uzun gezinmişti.
Bernardo'nun bazı zamanlar dudağının yakınına bıraktığı küçük öpücükler dışında ilk kez gerçek anlamda öpüşüyordu. Dudaklarını ustalıkla öpen adamın adeta arzusunun içinde yanıp tutuştuğunu hissetmişti. Devamlı olarak boynunda ve saçlarında dolaşmaya devam eden elin tutuşu yumuşak değildi canını yakmayan fakat beyaz teninde kızarıklara neden olacak bir sertliği vardı. Daha önce deneyimlemediği karmaşık dürtüleri keşfeden Maddalena, tecrübesizlikle araladığı dudaklarından içeri girmeyi başaran dilin bilincine vardığında kendini geri çekmeye çalışmıştı. Boğazından şaşkın bir çığlık yükselirken Sandrino ensesindeki elinin sert tutuşuyla dudakları örtülüp sesini bastırmıştı. Veda eden bir açlıkla dudaklarının tadına bir süre daha baktıktan sonra ağzı onun kıpkırmızı kesilerek, şişmiş dudaklarına bitişik halde fısıldamıştı. Maddalena, boğuk sesiyle konuşurken sıcak nefesinin ağzına dolduğunu hissediyordu.
"Söz veriyorum bir daha karşına çıkmayacağım."
Aralarındaki yoğun çekimi kontrol altına almak için tüm gücünü harcayan Sandrino'nun çabasından habersiz olan Maddalena, yavaşça ıslak bir çift yaprağı andıran gözlerini aralamıştı. Bununla birlikte buğulanmış mavi gözler, yeşil gözlere kenetlenmişti. Titreyen sesiyle güçlükle konuşabilmişti.
"Sözünü tut."
Sandrino, onu öyle ani bir şekilde bırakıvermişti ki Maddalena'nın dengesi bozulmuştu. Duruşunu düzeltebilmek için bir adım deriye çıkarken yanından geçip giden adamın farkına zor varabilmişti. Bir an sonra tırabzanların ardındaki Lucca manzarasını önünde tek başındaydı. Adam karanlık bahçeye girip uzun adımlarıyla kolayca gözden kaybolduğunda Maddalena kendini hiç olmadığı kadar terkedilmiş hissetmişti. Titreyen elleriyle saçlarını düzeltmiş, gözlerindeki yaşları silmişti. Kendini biraz olsun sakinleşmiş hissettiğinde içeri girmek üzere yönünü villaya dönmüştü. Bir davetliye yakalanmadıklarından emin olmak için bakışlarını çevresinde gezdirirken, bahçeyi çevreleyen açık kemerlerin karanlık tarafında ona doğru bakan Sandrino'nun metresi Vitalia'yı görmesiyle, nefesini tutmuştu. Bakışları karşı karşıya geldiğinde bir an daha ona bakan kadın sonrasında arkasını dönerek kalabalığa karışmıştı. Maddalena, onun her şeyi gördüğünden emindi.
O andan sonra davet salonuna geri dönerek, hiçbir şey yaşanmamış gibi insanlara gülümseyecek gücü kalmamıştı. Bir an önce odasına çekilip sakinleşmek istiyordu. Bu şekilde Bernardo'nun yüzüne bakabileceğinden de şüpheliydi. Doğrudan Sandrino Panzio'nun arkasından gitmek yerine villaya giden yan kemerli geçitlerden birine yönelip içeri girmişti. Önüne çıkan ilk hizmetliye dadısı Natilda'nın yanına gönderilmesini istediğini söyleyerek merdivenleri ağır ağır tırmanmıştı.
Maddalena odanın içinde volta atarken saçındaki fileyi ve çiçekleri sökercesine çıkarttığı sırada, Natilda, elinde taşıdığı temiz havlularla içeri süzülmüştü. Bir süre onun huysuz ifadesine bakan kadın çabuk toparlanmıştı. Elindeki havluluları bir kenara bıraktığında, saçları daha da karıştırmış titreyen ellerini uzaklaştırarak saçlarını serbest bırakmış, üzerindeki elbiseden kurtulmasına yardımcı olmuştu. Beyaz geceliğinin üzerine giydiği yeşil renkli uzun sabahlığının önündeki kuşağı beline bağladığında yatağının ucuna gidip oturmuştu. Odanın içinde dağılmış eşyaları toplamakla uğraşan Natilda, her zamankinin aksine sessizdi. Darmadağın haldeki sandığa ve hala yatağın üzerinde ters bir şekilde duran buruşuk parşömene önce şüpheli gözlerle bakmış fakat onun hüzünlü bakışlarını gördüğünde ilişmemişti.
Ellerinin arasına aldığı sabahlığının kuşağını evirip çeviren Maddalena, yeşil gözlerini karşı duvardaki Meryem Ana fresklerinde gezdirirken zihindeki düşüncelerle sonu gözükmeyen bir karmaşanın içinde savruluyordu. Adeta kâbus gibi geçen akşamın sonunda bedenen değilse de ruhen bitkin düşmüştü, iç çekerek başını yatağın ahşap direğine yasladığında bakışlarını kucağına indirmişti. Zihnindeki düşüncelerin sesi öylesine yüksekti ki odasının kapısının çalındığını dahi duymamıştı. Elindeki işi bırakan Natilda, onun yerine içeri girilmesini söylemiş bununla birlikte yüzü kederle gölgelenmiş Agnesia halası ve kocası Edmondo odada belirmişti.
Olduğu yerde yönünü kapıya dönen Maddalena, halasının metanetini korumaya çalışan ifadesini gördüğü ilk an kötü bir şey olduğunu sezmiş fakat bunun ne olduğunu çözememişti. Eğer Sandrino Panzio ile olan tartışma ve öpüşmelerini öğrenmiş olsaydı daha farklı bir ifade içinde olacağını düşünüyordu. Şaşkın bakışlarıyla ne olduğun anlamaya çalışırken yatağın çevresinde dolaşıp yanına oturmuş Agnesia halasının kollarını açarak onu göğsüne çekmesiyle artık kötü bir şey olduğundan emindi. Halasının arkasından gelen Sinyor Cardello ise yüzündeki belirsiz ifadeyle karşılarına dikilmişti.
"Agnesia Hala? Ne oldu?"
Halasının bir anne sıcaklığını andıran yatıştırıcı kokusunu içine çekerken gözlerini yummuştu. Sandrino Panzio ile olan tartışmalarının sonucunda bu sarılma iyi gelmişti. Fakat gevşettiği kolları arasından biraz olsun geriye çıkan Maddalena, başını kaldırıp buğulu mavi gözlerin içine baktığında o yatıştırıcı ifadesini kaybetmişti.
Onun endişeyle kırışmış yüzünü avuçları içine alan Agnesia, davet salonunda dostlarıyla sohbet ederken Cardello Köşkü'nden gelen habercinin getirdiği önemli olduğu özellikle belirtilmiş mektubu okuduğunda kalbini paramparça eden haberi vermişti.
"Annenden bir mektup geldi. İki gün içinde Roma'ya dönmek üzere yola çıkmanı istediğini yazmış."
Maddalena ilk anda bir tepki verememişti. Gözlerini kırpıştırmış, ruhunun derinliklerine işlemiş korkunun onu kör bir kuyunun içine çekmeye başladığını hissetmişti. Cansız sesiyle konuşmaya başladığında paniklemiş bakışları halası ve Sinyor Cardello'nun arasında dolaşıyordu.
"Neden? Marianna'nın düğünü için mi? Fakat daha bir ay var. Neden erken çağırıyor?"
"Belki de hazırlıklar için orada olmanı istemiştir. Altında ağabeyinin de mührü var, demek ki o da orada olmanı istiyor."
Babasının cenazesinde dahi Agnesia halası ve Sinyor Cardelllo ile seyahat etmiş Maddalena, yalnızca üç gün De Benardi Köşkü'nde kalmıştı. Şimdi ablasının düğününe bir ay önceden çağırılmış olmasını hiçbir şekilde düğün hazırlıklarına yoramıyordu. Onunla aynı endişeleri paylaşan Agnesia halasının da söylediklerine inanmadığı titreyen sesinden, ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırışından anlaşılıyordu. Ortada bizzat annesi Contessa De Benardi'nin kaleme aldığı bir mektup varsa her türlü kötü ihtimalin doğru çıkması mümkündü. Babasının cenazesinde, yıllar sonra aynı evi paylaştıklarında dahi emir vermek dışında onunla konuşmayan adeta varlığını reddeden kadının bunu yapmasının altında elbet kötü bir sebep olmalıydı. Gözlerinde yaşlar birikmiş, sesi kırık bir fısıltıya dönüşmüştü.
"Erken gitmek istemiyorum."
Bir anne şefkatiyle Maddalena'nın ellerini tutmaya başlamış Agnesia, ıstırap dolu bakışlarını kocası Edmondo'ya doğru kaldırmıştı.
"Edmondo bir şeyler yapamaz mısın? Alfonso'ya mektup yazıp Maddalena'nın seyahat edecek kadar kendini iyi hissetmediğini yazsan? Ya da buldum, ona Bernardo Galeazzi ile olan evliliği hatırlat."
En az karısı kadar üzgün olan Edmondo, Contessa De Benardi'den gelen mektubu ceketinin cebinden çıkartarak karısına uzatırken öfkeyle durumlarını açıklamıştı.
"Mektubu iyice okumadın sanırım hayatım. Şu an Cardello Köşkü'nün kapısında Maddalena'yı götürmek için gelen iki at arabası ve altı muhafız var. Sözde Lucca ve Roma yolu boyunca güvenliğini sağlayacaklarmış, sanki aynı güvenliği ben de sağlayamazmışım gibi. Kadın mektubun sonunda açıkça Bernardo Galeazzi ile evliliğe izni olmadığını yazmış. Maddalena'nın iki gün sonra yola çıkmış olmasını istemiyor direk olarak emretmiş."
Kocasından aldığı mektuba bakışlarını indiren Agnesia, yazılanları tekrar gözden geçirmişti. Bir ay önce, Alfonso De Benardi'ye yazıp Bernardo Galeazzi ile gerçekleşmesini beklediği evlilik için iznini istemişti. Gönderdiği mektuptan Maddalena'ya bahsetmemişti. Gelecek cevabı endişeyle beklemesi yerine güzel haberi öğrenmesinin daha iyi olacağını düşünmüştü. Contessa'nın bu evliliği umursayacağını hesap edememişti. Kadının sekiz yıl içinde Maddalena'yı unuttuğunu, tüm ilgisini Marianna'da topladığını sanarak kendini kandırmıştı. Mektubun sonuna geldiğinde metanetli tavrını kaybetmiş, kendinden beklenmeyecek bir şekilde aniden parlamıştı.
"Utanmaz kadın! Tanrım, gerçekten bu kadın beni çileden çıkartıyor. Yıllarca tek bir gün bile Maddalena'yı merak etmedi, annelik yapmadı! Şimdi sekiz yıl sonra utanmadan Roma'ya öylece geri göndermemizi emrediyor! Üstelik bunu yaparken de kapıma De Benardi muhafızlarını dikiyor! Birazcık bile değişmemiş hala aynı taş kalpli, sevgisiz kadın."
O sırada Maddalena halasının sinirle titremeye başlamış elinden mektubu usulca çekip kendine çevirmişti. Annesinin eğik el yazısıyla yazılmış sözleri gözyaşlarıyla bulanık görmüşse de Roma'ya dönmesini oldukça kibirli bir üslupla dile getirdiği seçebilmişti. Lucca'da onu seven arkadaşları ve onu öz kızları gibi sevip, sevgi dolu bir yuvanın sıcaklığını veren Agnesia halası ve Sinyor Cardello vardı. Roma'ya dönmek tüm bunları arkasında bırakıp, sekiz yıl önceki kasvetin içine girmek gibiydi ve Maddalena o kasvetin içinde yaşamaktan nefret ediyordu. Gözyaşları göz pınarlarından dolup taşmış ve pürüzsüz yanaklarından süzülmeye başlamıştı.
Başını yana çevirmiş sessizce ağlayışını, perişan olmuş halde izleyen Agnesia halası, içine derin bir nefes alıp oturduğu yerde ona biraz daha yaklaşmıştı. Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü bir kez daha elleri arasına aldığında yüz yüz bakmalarını sağlamıştı.
"Sadece bir ay, düğünden sonra yine birlikte Lucca'ya döneceğiz. Seni almaya geleceğiz, söz veriyorum. Evet, şimdi muhtemelen test ediliyorsun ve ne derler bilir misin canım benim? Önümüze çıkan her zorluk bizi daha güçlü kılar. Sen bu giysilerin altında dünyanın en hayat dolu ve tutkulu kalbini taşıyorsun. Nasıl harika bir genç kadına dönüştüğünü göster onlara. Kimsenin seni kırmasına, üzmesine izin vermediği göster. Ben senin her zaman yanında olacağım."
Gözleri yaşlarla dolu olan Maddalena, başını usulca sallamıştı fakat söylediklerini nasıl yapması gerektiğinden emin olamıyordu.
"Nasıl yapacağım peki bunu?"
"Nasıl mı yapacaksın? Kendin olacaksın tatlım. İçinden geldiği gibi, Maddalena gibi davranacaksın."
Maddalena'nın dudakları önce tereddütlü bir şekilde kıvrılmış ardından halasının sözlerini düşündüğünde tereddüttü yavaş yavaş kendine güvenen bir gülümsemeye dönüşmeye başlamıştı. Buna rağmen çok sevdiği Agnesia halası ve Sinyor Cardello'dan ayrılacak olmak canını tarifsiz bir şekilde yakmaya devam ediyordu. Yüzünde, neşe ve hüzün aynı anda yer edinmişti. Yeşil gözlerinden gözyaşları bir bir yanağına yuvarlanmaya devam ederken kollarını açmış halasına sıkıca sarılmıştı.
Yazan; Mirena Martinell
✨✨
Maddalena'nın belki de hayatındaki en büyük şansı; Agnesia Halası. Lucca'dan ayrıldığımız için onu daha az göreceğiz, bu da beni bir miktar üzüyor :/ Şöyle bir gifini bırakayım dedim.
Ve karşısınızda, Meşhur Vitalia.
Ailemizin ressamı, Bruno Domiano. Ya da ailemizin kuyumcusu da diyebiliriz. Malum artık eline fırça almayacağını söylemişti sjsjdj Maddalena'yı da elinden kaçırdığına göre artık kuyumculuktan devam eder.
✨
Gördüğünüz gibi bölümün yüksek bir temposu vardı ve artık Roma'ya gidiyoruzzzz 💃🏻Hikayenin benim kafamda birkaç kısmı var. Bu bölümle birlikte Lucca kısmı kısmen bitmiş bulunuyor. Bir sonraki bölüm özlediğimiz bazı karakterleri göreceğiz, yazmak için sabırsızlanıyorum. Bu bölümde ismini de geçirdim, tahmin etmesi zor olmaz diye düşünüyorum 😉
Bölümlerin araları çok açıldı farkındayım gerçekten düzene sokmaya çalıyorum. Hayatım şu ara çok yoğun bir tempoda. Mesela hafta sonu yine bir kuzenim evleniyor. Beklettiğim herkesten çok çok özür dilerim :/
Lütfen lütfen lütfen bölümü oylamadan geçmeyin, yorumlarınızı da bekliyorum. Okuyan herkese teşekkür ederim, kendinize iyi bakın, görüşmek üzere ❤️ ❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top