Bölüm 32 - 'Kızıl Gökyüzü'
"Karanlık her zaman ışığı yutar. "
✨ ✨
O günkü sıcaklık dayanılmazdı. Güneş bir önceki günün aksine bulutların ardından çıkmış, Viterbo şehrinin üzerine alev almış bir çekiç gibi vurmuştu. Yaz mevsimin uzun parıldayan ışıkları altında şehir, güneş tarafından ateşe verilmiş gibi görünüyordu.
Gözlerini kısarak, sıcak öfke dalgasının hissedildiği sokağa göz gezdiren Sandrino'nun dudakları hoşnutsuzlukla kıvrıldı. Viterbo şehri, son birkaç aydır türlü huzursuzluklarla boğuşuyordu. İnsanlar karnını doyuracak gücü dahi bulmakta zorlanmaya başlamıştı. Durmaksızın arttırılan vergiler, çalışmayan maden işçileri, iptal edilen şapel inşaatından sonra işsiz kalan erkekler.. tüm insanlar fakirleşirken, valinin yatağa düşmesi ve şehrin fonlarının boşalttığının duyulmasıyla birlikte öfke ve hayal kırıklığı çoğalmış sonunda kargaşa baş göstermişti. İnsanlar protesto ediyor ve durum her an daha da kötüleşiyordu.
Atının dizginlerini parmaklarının arasında çevirerek kalabalığın arasından geçmeye çalışırken, devrilen pazar sepetlerinin arkasında hamile bir kadın görmüştü. Çamura bulanmış elmaları toplamak için yere eğilmiş kadının yoksul olduğu, neredeyse birkaç gündür hiçbir şey yememiş gibi görünen zayıf ve sağlıksız bedeninden, yamalarla birleştirilmiş rengi solmuş elbisesinden ve kir içindeki ellerinden kolaylıkla belli oluyordu. Bakışlarında, karnındaki zavallı bebeğin de kendisinin yaşadığı bu sefaletin içine doğacak olmasının kederi vardı.
Bu görüntü Sandrino'ya villadan ayrılmak üzere giyinirken Maddalena'nın onu ağlamaklı bir ifadeyle izleyişini hatırlatmıştı. Maddalena bu sabah her zamankinden çok daha masum ve duygusal görünüyordu. Sandrino gitmek üzere arkasını döndüğünde telaşla kolunu tutmuştu. Sesinin titreyişi, gözpınarlarına dolan sıcak gözyaşlarıyla ona bakışı Sandrino'nun kalbine dokunmuştu.
"Gitme. Vali uyanmış olabilir ama gitmene gerek yok. Sen yakınımda olmadığında kendimi iyi hissetmiyorum."
"Maddalena, güzelim kalmak isterdim ama şehirde neler olup bittiğini görmem gerek. Söz veriyorum, işim biter bitmez hemen yanına döneceğim."
Sandrino elini Maddalena'nın yanağına koymuş, usulca okşarken onu rahatlatmaya çalışmıştı. Fakat yana çevirdiği zümrüt yeşili gözlerin içindeki masum bakış Sandrino'yu huzursuz etmişti. Elini uzatıp büyük karnını okşarken, uzanıp çenesini tuttuğunda yüzünü usulca kendine çevirmişti.
"Bir şey mi var?"
"Hamilelik duygusallığı."
Maddalena yutkunarak kısık bir ses tonuyla konuşmuştu. Fakat gözlerindeki onu huzursuz eden bakış yerli yerindeydi, gitmesini hiç istemiyordu. Sandrino onun üzgün ifadesine bakakalmışken, Rosia Panzio ağır adımlarla yanlarına gelmişti.
"Artık villada bir hekimin olmasını istiyorum, bu şekilde içim daha rahat edecek."
"Erken değil mi?"
"Son ayına girdi, ne zaman geleceğini bilemeyiz. Hem bebek bence kilolu doğacak. Tedbirli olmakta fayda var."
"Bence biraz daha zamanı var."
Annesinin sözleriyle birlikte, Maddalena olduğu yerde biraz daha sinmişti. Ellerini karnının üzerine koyarken, güçlükle yutkunup daha zamanı olduğunu fısıldamıştı. Sandrino dahi doğumun her an başlayabileceği ihtimaliyle gerilmiş, nefesi hızlanmıştı. En az üç haftaları daha olmalıydı. Bakışları önce Maddalena'nın karnına ardından annesine kaymıştı.
"Babamın ölümü, vali, altınlar, mahkeme.. çok fazla şey yaşadık ve yaşıyoruz. Maddalena'ya bunlar iyi gelmiyor, gece hiç uyuyamadı. Anne sen de burada çok iş yaptın. Bugün hep birlikte av köşküne gidin. Ben de şehirdeki işleri bitirip yanınıza gelirim."
Sandrino'nun ses tonu sıcacıktı fakat Madddalena av köşkünü önerdiğinde başını hızla iki yana sallamıştı. Yüzünde beliren isteksiz ifadeyle elini ipekli lacivert bir kumaşın sardığı koluna koymuştu.
"Sandrino beni uzaklaştırma."
"Maddalena, sen orayı çok seviyorsun. Göl kıyısında vakit geçirir, piknik yaparsınız. Daha sonra Clarissa'ları da çağırırız Oranın havası sana iyi gelecektir. Bruno'yu da yanına gönderirim."
Sandrino annesinin onları izlemesine aldırış etmeden aralarındaki kısa mesafeyi kapatıp onu kolunun altına çekmişti. Onları tebessümle izleyen Rosia Panzio'nun çoktan bu fikre ısındığını görmüştü. Özlemle içini çeken kadının mavi gözlerinde zafer ışıltısı vardı.
"Ben Sandrino'yu orada doğurmuştum."
Bunun üzerine hafifçe gülümsemiş Sandino, işimi bitirir bitirmez yanına geleceğim diye mırıldandığında usulca sokulup saçlarını koklamış alnına bir öpücük kondurmuştu. Hamile karısını arkasında bırakmak zor olmuştu fakat annesinin getirdiği haberin peşine düşmeliydi. Bir haftadır ölüm döşeğinde olan Viterbo Valisi Averardo de Fantino uyanmıştı. Bu yeni gelişme tüm dengeleri değiştirebilirdi. Sandrino tıpkı dediği gibi şehirde neler olup bittiğini kendi gözleriyle görmeliydi.
Fakat Sandrino, Viterbo şehrinin yüksek kapılarından geçtiği ilk anda Maddalena'ya verdiği sözü tutabileceğine olan inancını kaybetmişti. Öfke ve hayal kırıklığı Viterbo sokaklarını ele geçirmişti.
Cebinden çıkardığı bir kese altını, yanında at süren Genaro'ya teslim ederek, biraz önce gördüğü kadına vermesini emretti. Ercole Nicoletta'nın kendi menfaatleri uğruna giriştiği işler yüzünden halk acı çekiyordu. Papalık eyaletleri arasında en kıskanılan şehir olan Viterbo'nun bu hale gelmesi çok acı bir durumdu.
Valilik Sarayına çıkan sokağa girdiğinde, yüksek kapılara dayanmış bir başka kalabalığı gördü. İnsanın yüzünü yakan güneşe rağmen dışarıdalardı, dayanılmaz bir boyutta olan bağırışları sıcak havanın kasvetini, vahşiliğini arttırmıştı. Aralarından güçlükle geçen Sandrino, valilik sarayının avlusunda atını seyisler teslim ettiğinde alnına biriken teri cebinden çıkardığı bezle silmişti. İlerlemeden önce elini ceketinin iç cebine tekrar atıp, ortaya çıkardığı şarap matarasından birkaç yudum almıştı. Sarayın kapılarında geldiğinde, onu vekil vali Giacomo de Costanzo karşılamıştı.
"Bu keşmekeşi ben dahi beklemiyordum. Halk şimdiden çıldırmış gibi Ercole Nicoletta için açık yargılanma istiyorlar."
Söze başlayan Giacomo de Costanzo, oldukları yerden dahi duyulan öfkeli kabalığı işaret ederek konuşmuştu. Sandrino gülümsemeden edemedi, Ercole'yu dışarıdaki kalabalığa teslim etmekten zalimce bir keyif alırdı. Fakat ne yazık ki, tutukluluğunun devam etmesi uyandığı söylenen Vali Fantino'nun durumuna bağlıydı.
"Fantino'nun durumu nedir?"
"Hekimler, tertian denen hastalığın kötü huylu olmadığını ve bu sabah itibariyle iyileşme gösterdiğini söylüyor."
"Yani ayağa kalkacak."
Sandrino, Giacomo de Costanzo ile birlikte sarayın yüksek merdivenlerini tırmanmaya başlamıştı. Duyduklarından memnun olmayan bir sesle söylenmişti. Valinin ayağa kalkması belki Ercole'nun durumunu düzeltmeye yetmezdi ancak fayda sağlayabilirdi. Vekil vali Giacomo de Costanzo'nun kısa zaman içinde eline aldığı gücü yitirmesi dahi Ercole'nun işine yarardı.
Onun hızına ayak uydurmakta zorlanan Giacomo de Costanzo, kimsenin konuştuklarını duymayacağı kısık bir sesle sabahtan bu yana yaşananları anlatmaya başlamıştı.
"Hekimler akşam yıldızı yok olurken iyileşip iyileşmeyeceğinin kesinleşeceğine inanıyor. Yeğeninin karısı Düşes Marianna de Nicoletta hemşireliğini yapıyor, dolayısıyla adam kendine gelir gelmez Ercole Nicoletta'nın Vetnarla Kulesi yerine Valilik Sarayındaki odalara kapatılması emretti."
Duyduklarıyla birlikte yüzünün rengi birden çekilen Sandrino, büyük bir şaşkınlıkla adama dönmüştü. Birlikte sarayın kemerli karanlık köşesine çekilirken ses tonu tüm bedeni gibi gergindi.
"Ercole, Valilik Sarayına mı getirildi?"
"Evet. Ercole Nicoletta, Vetnarla Kulesi'nin karanlık zindanları yerine saraydaki bir odada kilitli tutuluyor."
"Fakat Papa Julius'un emriyle şehrin valisi hala sizsiniz. Nicoletta, Papa'nın eteklerine kapanma umuduyla Roma'ya gitmeye çalışacak. Sarayın içinde ve dışındaki muhafızları bilgilendirilmeli, onu içeride tutmalıyız."
"Evet, bu yüzden kapıya beş muhafız koydum, sonrasında on tane daha, onları geçtikten sonra on beş tane daha var."
Sandrino, ona durumun ciddiyetini tam manasıyla kavrayamadığını söyleyecekti ki yanlarından geçen adamların sesleri konuşmalarını böldü. Son günlerde valilik sarayı hiç olmadığı kadar kalabalıktı. Sandrino isteksizce başını sallayıp geri çekilmişti. Giacomo de Costanzo kaçma girişimine dair önlem aldığını söylese de bu duydukları artan gerginliğini dindirmeye yetmiyordu. Üstelik Marianna De Benardi'nin valinin yanında olduğunu söylemişti. İçindeki gerginlik, tiksintiye dönüşürken kabul salonuna girmişti.
Bir rahip ve birkaç saray görevlisinin olduğu salon oldukça sessizdi, hepsinin yüzlerinden tedirgin oldukları anlaşılıyordu. O sırada karşı tarafta bir hareketlenme oldu. Valilik muhafızları tarafından açılan kapıdan önce kısık topuk sesleri duyuldu ardından Marianna De Benardi kendini gösterdi. Üzerinde siyah altın işlemeli bir elbise vardı, saçlarını aynı renk ipek bir şalla örtmüştü. Boynunda siyah bir kurdelenin ucunda taşıdığı gözyaşı biçimindeki bir yakut, onunla uyumlu küpeler ve saçlarının açıkta kalan üst kısmına yerleştirilmiş elmaslardan oluşan inci dizisi vardı. Büründüğü renkten dolayı yasta olduğunu anlaşılıyordu fakat derin bir keder içinde olduğu söylenemezdi. Üzerindeki göz alıcı mücevherler ve attığı her adımda işlemeleri dalgalanıp parlayan elbisesiyle etrafına yastan daha çok olağanüstü bir kibir hissi yayıyordu.
Sandrino, ruhunu kaybetmişçesine tam karşıya odaklanmış dik duruşunu izlerken, sanki birkaç ay önce ölen Contessa De Benardi karşısındaymış gibi hissetmişti. Marianna nihayetinde dilediğine ulaşmış ve annesinin bir yansıması olup çıkmıştı.
Elinde İncil taşıyan bir rahip valinin yatak odasına yönelmişti. Arkasında iki genç nedimesiyle birlikte kabul salonundaki saray eşrafından oluşan küçük kalabalığın arasından geçen Marianna'nın bakışları Sandrino'yu bulduğunda dudakları hafifçe kıvrılmıştı. Kadın, adımlarını ona doğru çevirdiğinde Sandrino olduğu yerde ellerini arkasında birleştirip, rahat bir duruşla beklemişti.
"Duymuşsunuzdur. Hayat onu bırakmadı ve bırakmayacak da. Dualarınız yanıtsız kaldı."
Eteklerini sürüyerek yanına gelmiş Marianna, soğuk bir ses tonuyla Dük Panzio diyerek onu selamlamış ardından kibirli bir gülümsemeyle konuşmuştu. İmasının canını sıkmasını beklerken, Sandrino onu şaşırtmış ve sözlerini acınası bulmuşçasına gülmüştü. Konuştuğunda sesi dahi onun bu kendini kanıtlama çabasını ne kadar komik bulduğunu ortaya koyuyordu.
"Tanrı valimizi ölümden korusun. Tanrı hepimizi ölümden korusun."
"Ne üzücü ki, vali Fantino'nun hastalığı adeta şehrin toprağını oynattı. Ve tüm yılanlar ortaya çıktı."
"Yanılıyorsun sevgili Marianna. Gerçekler ortaya çıktı."
Sandrino kadının sözlerini oldukça sevimsiz bir gülüş ve üslupla düzeltti. Marianna bunun üzerine soğuk bir tavırla yüzüne bakarken gülümsemişti. Kin yüzüne yavaşça çökmüştü. Aralarındaki hava gittikçe soğuk bir rüzgâra dönüşürken ses tonunu kibarlaştırmıştı.
"Anne olmaya hazırlanan sevgili kardeşim Maddalena nasıl?"
Ne acı ki Marianna kalbi kötü bir kadındı, kız kardeşinin iyiliğini düşünmüyordu. Sandrino kabul salonuna girdiğinde önce ikinci bebeğini de kaybetmiş kadına acımış, kocasıyla yaşadığı savaşta onu dışarıda tutmayı düşünmüştü. Fakat Marianna'nın gitgide artan nefreti ve hırsını dışa vuran tavırları kocasından bir farkı olmadığını gösteriyordu.
"Sizi gördüğümde sevgilerini iletmemi istedi."
Bu sözleri üzerine Marianna, kısık bir sesle gülmüştü. Sevgi.. kız kardeşiyle arasında çocukluklarından beri hiç yer edinememiş çok uzak bir duygudan ibaretti sevgi onun için.. Ellerini belinin hizasında birleştirdiğinde "İyi günler Dük Panzio." demiş ve omuzları birbirine hafifçe sürterken yanından geçip gitmişti.
**
Sarayın süslemeli taş koridorlarından geçen Marianna etrafı kolaçan etti, daha fazla göğsünde taşıdığı korku ve tereddüttü saklayamayacaktı. Öfkeyle tuttuğu nefesini bırakırken, boynundaki kolyeyi çekiştirdi. Sandrino Panzio'nun karşısında duygularına hâkim olmaya çalışsa dahi yeterince sağlam duramamıştı. İçten içe kendinden emin değilmiş gibi neredeyse yalnız hissetmişti.
Kahpe Fortuna!
Arkasında bıraktığı Sandrino Panzio, eğer o Ercole ile nişanlı olmasaydı Rosia Panzio'nun gelini olarak beğendiği ilk kişinin o olduğunu ve yalnızca bir ay daha erken davranmış olsaydı Maddalena yerine onun karısı olacağından haberi yoktu. Eğer kader bağlarını bu şekilde örmüş olsaydı belki de her şey daha farklı olabilirdi. Günbegün artan bir hırsla hem kendisini hem de çevresindekileri felakete sürükleyen aptal bir adam yerine Sandrino Panzio'nun karısı olmayı isterdi.
Maddalena'nın aksine o, kırsaldaki evinde bacakları arasından bebek çıkarmayı bekleyen zavallı ve zayıf bir kadın olarak kalmazdı. En başından beri türlü şımarıklıklarla zaman kaybetmez, kocası Sandrino Panzio'nun çıkarlarını koruyan güçlü bir kadın olma yolunda kararlı adımlar atardı. Maddalena için hayat bir macera gibi görünebilirdi fakat o hayatın bir görev olduğu bilinciyle yetiştirilmişti. Şüphe yok ki ondan çok daha güçlü bir düşes olurdu.
Fortuna ona kahpe bir oyun oynamıştı!
Kendi içinde kader tanrıçasına yakınırken, Ercole'nun adamı Flavio Bosetti'i gördü. Karanlık bir karakteri olan adamın aurasına bir türlü alışamamıştı. Onu gördüğünde içindeki beliren ürperme hissinin önüne geçmek için yumruklarını daha güçlü sıkmıştı.
Flavio Bosetti, onu Ercole ile görüşmelerine götürmek için geliyordu. Marianna görüşme hakkında nasıl hissetmesi gerektiği konusunda kararsızdı. Sarayın birbirine geçen koridorlarında adamın peşinde takıldığında, Ercole'nun olduğu misafirhanenin en az kırk adam tarafından tutulduğunu gördü. Uzun boylu, iri adamlardan biri kibar bir şekilde yanında bir şey getirip getirmediğini sordu. Ardından kemerinde geniş bir anahtar zinciri taşıyan adam öne çıktı ve en uzunlarından birini seçerek demiri kilidin içine soktu. Kapı açıldığında Marianna tereddütle hücreye girdi.
Karşı duvarda bir yatak ve tek kişilik yemek masası bulunan küçük bir odadan başka bir şey olmayan, kirli pencereleri, kötü aydınlatılan, etrafın toz kaplı olduğu misafirhanelerdi. Hapsedilmesiyle birlikte Ercole'nun zaten kötü olan ruh hali ölümcül bir havaya bürünmüştü. Odanın içinde burnundan soluyan bir boğa gibi volta atıyordu. Marianna ne bir kucaklama ne bir sıcak bakış bulamamıştı. Kocası durumu düzeltebileceğine inanarak planlar yapmaya başlamıştı bile.
"Bu bir seçenek değil Marianna. Uygun bir zamandır zaten bunu yapmak gibi bir niyetim vardı. Bir süredir hazırlık yapılıyordu, bazı konular ayarlanmıştı. Amcamın hastalığı ve benim tutuklanmam sadece işlerin boyutunun değişmesine neden oldu."
Ercole'nun dilinden dökülenler Marianna'ya acımasız görünmüştü. Tozlu bir sandalyede oturan Marianna bir anlığına gerçeklikten kopmuştu. Tasarladığı intikamı, o kadar kolayca ve zevkle anlatmıştı ki Marianna'nın onu dinlerken nefesi kesilmişti. Artık nişanlandığı dönemde ona kur yapan, onunla gülen adamı sonsuza kadar kaybetmişti. Ercole hayal edebileceğinden çok daha tehlikeli birine dönüşmüştü ve Marianna, orada oturmuş odanın içinde dolanan halini izlerken bununla bir kez daha yüzleşiyordu. Sanki artık onu ancak Panzio ailesinin sonunu getirmek gülümsetebilirdi, nefreti o kadar büyüktü ki gözü başka hiçbir şeyi görmez olmuştu.
"Değişen tek şey olayda yardımımı istemen sanırım. Son konuşmamızdan sonra hangi hakla benden bir şey isteyebilirsin? Düşük yaptığım için beni yetersiz bulduğunu söylediğin o konuşmadan bahsediyorum."
Ona bakarken bedenini saran titremeye engel olamayan Marianna'nın içini saran tiksinti, onu bir şeyler söylemeye itmişti. Fakat sözleri Ercole'ya geçmemişti. Perdeleri çekilmiş pencerenin önünde dururken, elinde tuttuğu mühürlü küçük ruloyu üzerine doğrultup konuşmuştu.
"Kocan olmamdan gelen hakkımla. Benim soyadımı taşıyor olmandan gelen hakkımla. Aynı geleceği paylaşıyor olmamızdan gelen hakla."
"Sandrino Panzio öldüğünde ne olacak? Viterbo Valiliğinin olgunlaşmış bir elma gibi kucağına düşeceğini mi sanıyorsun? Yaptıkların ortaya dökülmüşken? Her taraftan saldırıya uğruyorsun Ercole. "
"İhtişamlı bir zafer olması gerekirken, zamanın ayarlanamaması beni bu duruma getirdi. Oysa ki her şey planlamıştı. Dışarıdaki öfkeli halk bile bana fayda sağlayacaktı. Bu şehrin kahramanı olarak görülecektim. Fakat yine de geç değil. Yükselmek için önce dibi görmelisin. Her şey sırayla önce Panzio isminin unutulmasını istiyorum. Mezarı dipsiz bir çukur olacak, bunu bizzat sağlayacağım."
"İsa Mesih'in emirlerinden uzaklaşmak pahasına mı?"
Marianna içini kemiren günahkârlık korkusuyla konuşmuştu. Fakat Ercole'nun aniden gülmeye başlayan sesindeki soğuk ve vicdansız ton, bu yoldan dönmeyeceğini gösteriyordu.
"Bu günün geleceğini hep biliyordun Marianna."
"Ya reddedersem? Ya limandan gelecek altınları güvenli bir yere göndermezsem, ya diğer emirlerini yerine getirmesi için Flavio ile konuşmazsam?"
"Reddetmemelisin. Söylesene, De Benardi ailesinin müttefikleri şimdi nerede? Ağabeyin şimdi nerede? Kardinal amcan? Ben olmazsam sana ne olur? Bensiz güvende değilsin."
Marianna'nın gözleri Ercole'nun acımasız sözlerinin doğruluğundan canı yanmışçasına başka tarafa dönmüştü. İlk günden beri kocasından hoşlanmayan ağabeyi ona sırt çevirmişti. Kardinal amcaları ise çoktan Panzio tarafında olduğunu göstermişti. Eğer Ercole olmazsa ona ne olacağını düşünmek bile çok korkutucuydu. Onu bu durumun içinden çıkarabilecek, ne yapması gerektiğini söyleyebilecek tek kişi Contessa De Benardi'ydi. Fakat Marianna hayattaki en büyük destekçisini kaybetmişti artık tek başınaydı.
Canlılığını kaybetmiş soluk yeşil gözleri içine düştüğü çıkmaz yüzünden yaşlarla dolup taşıyordu. Ondan istediklerini kabullenmeye çalışırken sıktığı dişleri arasından konuşmaya çalıştı.
"İstediğin şey..."
Karanlıkta gizlenen canavar misali üzerine gelen Ercole, yukarı kaldırdığı eliyle sözlerini yarıda kesti. Yaklaşıp elini yüzüne doğru kaldırdığında, yüzünü kendine çevirdi. Marianna o an gözlerinin ne kadar karanlık olduğunu gördü ve tüm tereddüttü dehşete dönüştü. Karşındaki Ercole, hapse düşen bir suçludan çok dünyaları elde edebilecek bir adamın hırsını taşıyordu. Elindeki küçük mektubu avucunun arasına bırakırken, gözlerinin onun gözlerinden ayırmadan konuştu.
"İstediğim şey güç. Sen hiçbir zaman başının üzerinde hale taşımak isteyen kadınlardan olmadın. Senin istediğin şey güç. Ve ben sana o gücü vereceğim."
Marianna, havada toz tanelerinin uçuştuğu misafirhanede yaptıkları konuşmanın sonunda kendini güçlükle dışarı atmıştı. Ruhen darmadağınık bir halde koridorlarda ilerlerken, onu bir adım arkasından takip eden nedimelerine rahat bırakılmayı istediğini söyledi. Tek başına biraz daha ilerlediğinde, sol tarafında kalan terasa yöneldi. Açık kemerli teras genişti, güneş tüm sıcaklığıyla yüzüne vuruyordu, sanki boğuluyormuş gibi elini boynuna götürmüştü. Gökyüzünün tüm ağırlığı üstünü çöküyor, vermek üzere olduğu karar göğsünü bir ateş gibi dağlıyordu.
İstediği şey ; kardeşin kardeşe ihanet ettiği bir dünyaydı.
Marianna' Ercole'nun anlattıklarını hatırlayınca tekrar boğulacağını hissetti. Elleri önünde durduğu taş tırabzanlara bastırırken, acı içindeki yüzünü önüne serilen Viterbo şehrine ardından altın rengi kızgın bir güneşin delip geçtiği gökyüzüne çevirdi.
"Düşes."
Arkasından Flavio'nun sesini işittiğinde, hareket etmedi. Adama aldırmamaya çalışarak gökyüzüne bakmaya devam etti. Fakat onu rahat bırakmayan adam, boğazını temizlediğinde yanına yaklaştı.
"Bana vereceğiniz bir emir var mı leydim?"
"Sabah, kız kardeşime gönderdiğim hediye ulaştı mı?"
"Bizzat teslim edilmiş."
Mariana yavaşça başını sallamıştı. Tek isteği yalnız bırakılmaktı fakat arkasındaki adam inatla beklemeye devam ediyordu.
"Emriniz?"
Israrı üzerine Marianna yavaşça gülümsedi. Bir seçim yapma zamanıydı. Elinde tuttuğu mektup Ercole'nun eylemlerini gerçekleştirecekti. Aslına bakılırsa vereceği karardan gurur duyup duymaması önemli değildi, sadece düşünmeden öylece emri verebilir ve olacakları evinden seyredebilirdi. Davranışları yüzünden cehenneme gitse bile güzel bir hayat yaşamış olur sonunda ise bunun bedelini seve seve kabul ederdi.
**
"Eskiden bu terasta sabahlardım. Bitmeyen gecelerim ve şarabım vardı."
Sandrino şehirdeki Panzio Sarayında, sokakları dolduran kalabalığın uğultusunu duyabildiği terasta Andreani ile birlikteydi. Kadife astarlı geniş sandalyede gevşek bir şekilde oturmuş, bıkkınlık ve özlem dolu bir ifadeyle söylenmişti. Annesi ve babası her zaman aile evleri olarak Sandretta arazisindeki büyük villayı kabul etmişlerdi. Babası yılın belli zamanları şehirde konaklasa dahi bunlar birkaç haftadan uzun sürmezdi. Dolayısıyla Roma ve buradaki saraylar her zaman Sandrino'nun özel alanları olmuştu. Şu an oturduğu büyük terasta, düzenlediği gizli gecelerin sonunda kaç kez sızıp kaldığını ve ertesi gün akşam ancak kendine gelebildiğini hatırlamıyordu bile. Andreani bile önce itiraz eder ancak günün sonunda onunla birlikte verdiği davetlerin ev sahipliğini üstlenirdi.
Bu saray ona yıllar önceki gamsız hallerini anımsatıyordu. Dük Juan Panzio ve görkemli kadın olarak anılan Düşes Rosia Panzio yaşarken hayattaki yerini bulmakta bir acele görmemişti kendinde. Gezmiş, içmiş ve gençlik şarabının tadının tadını doyası çıkartmıştı. Maddalena hayatına girene kadar hayatında bir şeyin eksikliğini yaşadığını hiç düşünmemişti. Amaç. Hayatını yaşıyordu fakat bir amacı yoktu. Onu bekleyen unvanları sorumlulukları görmezden gelerek yıllarını geçirmişti. Fakat Maddalena'nın hayatına girişiyle başlayan zorlu süreçte istese de istemese de dünyadaki yerini bulmuştu. Ailesi.
Yıllar sonra aynı terasta oturuyor, aynı şarabı tadıyor fakat aynı adam gibi hissetmiyordu. İçinde bir şeyler değişmişti ve bu şu an olduğu gibi bazı zamanlar Sandrino'nun damağında adını koyamadığı tuhaf bir tat bırakıyordu.
Valilik Sarayındaki görüşmeleri sona erdiğinde, kendi sarayına gitmek için tekrar kavurucu güneşin altındaki öfkeli kalabalığın arasından geçmek durumunda kalmıştı. Sokaklarda korunmasız dolaşabilmek mümkün değildi. Bir elinde atının dizginleri diğerinde ise kılıcının kabzasını kavramış bir şekilde kalabalığın arasında ilerlemişti. Gruplarının önünden giderek yollarını açan Genaro, insanları kılıcını sallayarak onlardan uzak tutmuştu. Ercole Nicoletta olmak üzere, tüm soylulara nefret kusan kalabalıktan bir grup Panzio Sarayının önünde durduklarında üzerlerine gelecek gibi olmuştu fakat Panzio muhafızları tarafından geri püskürtülmüştü.
Sandrino, Ercole Nicoletta'nın karşısında duran en güçlü isimdi buna rağmen o dahi kendi sarayına girerken rahatsız edilmişti. Bu durumda, aylardır şehirde yaşanan sıkıntıların sorumlusu olan adamın sarayı önünde toplanması kaçınılmaz olan kalabalığın boyutunu tahmin dahi edemiyordu.
"Vetnarla Kulesi'ndeki zindanlar yerine valilik sarayına kapatılması usulen doğru bir karar. Henüz yargılanmadı. Bir dükü yargılamadan zindanlara atamazsın."
Bunları söylerken, taş tırabzanlara yaslanmış aşağıdaki kalabalığa göz atan Andreani, elindeki şarap kadehiyle ona dönmüştü. Gökyüzü mavisi gözleri koyulaşmıştı ve ses tonu durumun ciddiyetini ifade edercesine ağır bir hal almıştı. Bakışlarını kuzenine çeviren Sandrino, sözlerinin doğruluğu karşısında kısık sesle bir küfür etmişti.
"Lanet olsun ona."
Yargılaması gerçekleşmeyen bir soyluyu zindanlara atamazlardı, bunu ancak Papa Julius yapabilirdi. Öyle ki, Ercole tutuklanmasının şaşkınlığını üzerinden attığında, Vetnarla Kulesine götürülecek olmasına şiddetle karşı çıkmıştı. İddialar mahkemeye sunulup, kanıtlanmadıkça suçsuz sayılırdı. Fakat Giacomo de Costanzo, Ercole Nicoletta'nın haykırışlarına kulak tıkamıştı. Muhafızlara adamı zapt etmelerini söylemiş ve ikinci bir emre kadar kulede kilit altında tutulması emrini vermişti.
"Yargılamaya çıktığında alenen rezil edilmiş olacak. Giacomo de Costanzo'nun hazırlayacağı iddianame okunduğu an tüm itibarı mahvolacak."
Sandrino, Andreani'nin sözlerini dinlerken elindeki kadehi dizinin üstünde dengelemişti. Her ikisi de Giacomo de Costanzo'nun durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullandığının farkındaydı. Papa Julius tarafından, şehrin düzenini muhafaza etmek için görevlendirilmiş adam, şehre geldiğinde vazifesinin geçici olduğunun bilincindeydi. Fakat Papalık Devleti'nin en büyük eyaletinin merkezi olan Viterbo'nun gücünün tadını almıştı bir kere. Artık kendini şehrin valisi olarak görme hayaliyle yaşıyordu.
"Herkesin kendi çıkarı var. Giacomo de Costanzo, yeni vali olabilmek için Nicoletta etkisini tamamen yok etmesi gerektiğini biliyor. Yeğeninin çöküşü hasta Fantino'nun çöküşü demek. Nicoletta'nın suçları kanıtlandığında, kimse Fantino'yu desteklemez. Giacomo de Costanzo bundan faydalanmak için ses getirecek bir iddianame hazırlıyor. Öyle tanıklar var ki kesinlikle tüm hayatı İtalya eyaletlerinde alay konusu olacak. Fakat o zaman bile Ercole Nicoletta'nın hayatı sona ermeyecek ama hapiste geçecek. "
"Ercole'yu kim savunacak, belli oldu mu?"
Sandrino, başını geriye yaslayıp, gökyüzünü izlemeye başlamıştı. Andreani'nin sorusuna yüzünde beliren bıkkın ifadeyle "Hayır." diyerek cevap verdi. Ne kadar iyi savunulursa savunulursun suçlu bulunacaktı fakat mahkemenin ne zaman kurulacağı belli değildi. Beklemek, Sandrino için hiç bu kadar zorlayıcı olmamıştı. Kaldı ki, Vali Fanto'nun uyanışıyla yaşanan gelişmelere bakıldığında Sandrino, Ercole'nun mümkün olan bütün yollara başvurarak tutukluluğunu sonlandırmayı deneyeceğini ve bu süreci uzatacağını düşünüyordu.
İçinde bir anda artan öfkeli sabırsızlığı bastırmakta güçlük çekerken şarap kadehini kafasına dikip bir seferde içindekini bitirdi. Yerinden kalkarken dilinden küfürler savurarak konuşmuştu, adama duyduğu nefreti kontrol etmekte güçlük çekiyordu.
"Lanet olsun! Adalete teslim etmek yerine tek seferde boğazını kesmeliydim."
Sözlerinin ardından kendine bir kadeh şarap daha doldurmuş ve günbatımı ışıklarının süsmeli kemerleri ve yaldızlı duvarlarına vuran terasta ilerleyip Andreani'yi geçerek ellerini taş tırabzanlara yaslamıştı. Batmak üzere olan güneşin kızıl dalgaları dağınık sarı saçlarına vuruyordu. Olduğu yerde eğilip çatık kaşlarla aşağıdaki sokağa bakmıştı. Birkaç sokak ötede, meydanı dolduran kalabalığın bağrışlarını rahatlıkla duyabiliyordu.
"Lanet olsun."
Bir süre sessiz kalarak Sandrino'nun tepkilerini gözlemleyen Andreani, onun gibi şarabını tek yudumda bitirip kenara bıraktığında yanına gitmişti. Elini taş tırabzanın üzerine koyduğunda hafifçe üzerine eğilip konuşmuştu.
"Eğer gidip öylece boğazını kesseydin, Ercole bir şehit olarak görülürdü. Sen ise Papa'nın gözünden silinir ve ömrün boyunca bir dük katili olarak anılırdın. Ailenin onurunu lekeleme Sandrino. Juan amca yaşasaydı sabırlı olmanı isterdi."
"Ne kadar asil bir davranış. Bu sözler, aynı şeyi yapmış olan senden gelmeseydi belki önünde saygıyla eğilebilirdim."
"Benim ellerim çok önceden kirliydi. Karanlık bir yanım hep vardı. Sandrino Panzio ise ışık demek."
Sandrino'yu güldürmüştü. Kuzeninin gözlerinin içine bakarken yavaşça kadehini dudaklarına götürmüştü. Kadehinin üzerinden konuştuğunda, dudakları, damarlarına yayılan alkolün hoş hissiyle hain bir gülümsemeyle kıvrılmıştı.
"Karanlığın cazibesine kapılıyorumdur belki de. Karanlık her zaman ışığı yutar Andreani."
Sözleri, belini taş tırabzana yaslamış Andreani'nin kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Elini omzuna koyup söylenmeye hazırlanıyorken, kulakları sağır eden bir çan sesi duyulmuştu. İkisi de ilk anda ne olduğunu anlayamamıştı, huzursuzlaşan bakışlarını karşıya çevirmişlerdi. Şehrin her tarafından görülebilen, anıtsal boyuttaki çan kulesinde çınlamalar devam ederken, bir anda şehirdeki diğer çanlar da art arda çalmaya başlamıştı.
"Valilik Sarayında bir şey oldu."
Sandrino kısık bir sesle mırıldandığında, Andreani ona katılırcasına başını sallamıştı. Bunun üzerine aralarında daha fazla bir konuşma olmadı. Terastan ayrılarak, aşağıya hızlı adımlara sonra atlarının getirilmelerini emretmişlerdi. Onlar ön avluda beklerken, Genaro adımlarla yanına gelerek başıyla selam vermişti. Sandrino'nun güneşten kısılan gözleri sağ koluna döndüğünde, bir anlığına tereddüt etmişti. Maddalena'yı birazcık tanıyorsa pencerenin önünde onun dönüşünü bekliyor olmalıydı.
"Genaro sen villaya dön. Anneme burada yaşanılanları ve bu gece geç geleceğimi anlat. O, Maddalena'ya uygun bir dille anlatır."
Genaro onu villaya göndermek istemesini önce garipsemiş fakat mavi bakışlarındaki kararlı ifadeye bakarak emredersiniz diye mırıldanmıştı. O andan sonra mümkün olduğunca hızlı hareket etmeye çalışarak tekrar valilik sarayına doğru yola çıkmışlardı. Çanların kulak tırmalayan sesleri sonu gelmeyen bir işkence gibi üstlerinde yankılanıyordu.
Valilik Sarayının yüksek kapıları onlar için araladığında en az sokaklar kadar karışık avluya ayak basmışlardı. Papalık renklerini taşıyan üniformalı bir grup muhafız dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Avlu, kılıç kemerlerini bağlayan, atlarını eyerleyen adamlarla doluydu. Bir başka grup ise sarayın tüm çalışanlarını bir araya toplamış, korkuyla sinmiş insanların başlarında nöbet tutuyorlardı. Sarayın geniş avlusunu dolduran kargaşayı izleyen Sandrino, yanındaki Andreani ile birlikte sert gri taş cepheye doğru ilerlemişti.
Giocomo, adamlarıyla birlikte sarayın kapıları önünde duruyordu. Onları gördüğünde, yanlarına gelerek çanların verdiği haberi dile getirmişti.
"Ercole Nicoletta özgür. Kaçmış."
"Ne?"
"Sokaklar karmakarışık durumda, hava kararıyor ve Ercole Nicoletta özgür."
Giocomo sözlerini sonuna geldiğinde, Ercole Nicoletta'nın arandığını duyuran çanlar bir kez daha çalmıştı. Aynı anlarda, avlunun karşı tarafında Ercole'ya yardım etmediğini tekrarlayan bir muhafız başka bir muhafızın darbesiyle dizlerinin üzerine düşmüştü. Yaşananları izleyen diğer saray çalışanlarının çığlık ve haykırışları birbirine karışıyordu.
Sandrino tekrar Giocomo'ya dönmüştü. Beceriksizliği yüzünden boğazına yapışmayı düşünüyormuş gibi ateşli bir öfkeyle gözlerinin içine bakıyordu. Giacomo de Costanzo her ne kadar zeki ve tecrübeli bir adam olsa da Ercole Nicoletta'yı hafife almıştı.
"Papa'nın eteklerine kapanma umuduyla Roma'ya gitmeye çalışacak. Şehrin kapılarındaki muhafızlar bilgilendirilip, içeride tutulmalı."
"Şehirde sıkıyönetim ilan ettim. Arama ekipleri şehri sarmış durumda. Her köşeye bakacaklar."
"Nasıl kaçmış? Ercole Nicoletta'yı serbest bırakan hangi muhafızsa idam edilecektir. Para, bir ceset için işe yaramaz."
Sert sesinin dile getirdiği sözleri duyunca Giacomo de Costanzo, parmak uçlarını buz gibi bir terle kaplı olan alnına bastırdı. Olanları kabul edemiyormuş gibi homurdandığında, eliyle yirmili yaşlarının ortasındaki genç sanatkârın yanlarına gelmesini işaret etti.
"Nicoletta'nın Valilik Sarayında hapsedilmesini yalnızca onuru için istemedi. Buradan kaçabileceğini biliyordu. Kapıdaki hiçbir muhafızın yardımına ihtiyacı yoktu. "
Giacomo de Costanzo anlamsız sözlerinin sonunda elini sanatkârın omzuna koyup devam etmesi için hafifçe Sandrino'ya doğru çevirmişti.
"Dük Nicoletta aylar önce burada görevli olan sanatkârlara sarayın tüm dairelerini yeniden tasarlamalarını emretmişti. Dairelerin tüm sırları ondaydı."
"Bunu söylemek şimdi mi aklınıza geliyor?!"
Öfkesine daha fazla hakim olmayan Sandrino'nun bir anda gözü dönmüştü. Hızlı bir hareketle konuşan genç adamı boğazından tutup sırtını taş duvara çarpmıştı. Bağırırken parmakları farkına varmadan boğazını daha da sıkmaya başlamıştı, nefesi kesilmeye başlayan genç adam panikle yardım istemeye çalışıyordu. Sonunda Andreani kolunu tutup onu geri çekilmeye zorladığında, yaptığının şeyin farkına varmıştı. Küfrederek arkasını döndüğünde, bakışları kapılara asılmış büyük duyuruya dönmüştü. Mühürlenmiş büyük parşömen parçasında büyük harflerle "Bilinsin ki, ben Viterbo Valisi ve şehrin bayraktarı olarak sıkıyönetim ilan ediyorum." yazıyordu. Sinirle gülen Sandrino, geç kalınmış kararın işe yarayacağından şüpheliydi.
"Onu bulacağız. Marianna De Benardi ile temasa geçebilir."
"Sanmıyorum. Şu an kaçtığını duyan insanlar Nicoletta Sarayının önünde toplanmıştır bile. Onunla temasta bulunmayacaktır. Fakat bir şekilde şehirden çıkmaya çalışacak."
Bu sözlerin ardından Sandrino bakışlarını düşünceli bir tavırla yukarıya çevirdi. Şehrin yüksek duvarları arasından çıkabilmek için bir plana ihtiyacı vardı. Dışarıya mal gönderiliyor, her gün şehre birçok yük arabası girip çıkıyordu. Şehir kapıları kapatılarak insanların giriş çıkışı engellenmişse de kuzey kapılarından tüccarların yük arabaları kontrol edilerek geçiriliyordu. Bu geliş gidişlerin herhangi birinde kolaylıkla bir insanı dışarı çıkartabilirlerdi.
Giacomo de Costanzo, avlunun diğer ucunda biraz önce onların geldiği kapılara baktığında Sandrino da aynı tarafa dönmüştü. Bir muhafızdı. Getirdiği haberi sesli bir şekilde dile getirmişti.
"Nicoletta'nın adamları, kuzey kapısından çıkmaya çalışırken görülmüş. Yakınlarda olabilir."
Bunu duyan Sandrino, hışımla arkasını dönmüş ve biraz önce teslim ettiği atına almak üzere ahırlara yönelmişti. Kaçmasına izin vermeyecekti.
**
Gergin karnına masaj yaparak içerdeki kargaşayı yatıştırmaya çalışan Maddalena, av köşkündeki salondaydı. Bacaklarını öne uzatmış, İtalya yarımadasında en eski zamanlarından itibaren, yaygın olarak tapınılan tanrıça Fortuna hakkında okuyordu. Başlangıçta onun bir doğurganlık tanrıçası olduğuna inanılırdı. İyi ve kötü talihin kaprisli dağıtıcısı. Parmaklarının ucuyla çarkıfelek tasviri takip ederken, belki de hiçbir zaman yeterince huzurlu ve mutlu olamamak kaderim var diye düşündü. Önündeki çarkıfelek tasviri, kaderin öngörülemeyen ve değişken doğasını temsil ediyordu.
Tıpkı benim hayatım gibi. Karanlık ve ışık, acı ve güzellik can yakıcı bir şekilde birbirine karışıyordu.
Av köşkü, Sandrino'nun dile getirdiğinin aksine ona iyi gelmemişti. Maddalena, yanında olmadığı herhangi bir yerde mutu olmayacağını biliyordu, bunu Rosia Panzio ve kocasına anlatmaya çalıştıysa da kimse onun endişelerine kulak vermemişti. Parmakları yorgun bir iç çekişle sayfanın üzerinde gezindikten sonra kitabı kapatarak kenara bırakmıştı. Oturduğu geniş sandalyede sırtını dikleştirdiğinde, yeşil gözleri karşıdaki masanın üzerinde sırlanmış ahşap oyuncaklarla kesişti. Bununla birlikte çenesi farkında olmadan sinirle kasılmış, karnının üzerinde eli seğirmeye başlamıştı.
Sabah, av köşküne gitmek üzere yola çıkmaya hazırlanırken kapılarına gelen bir muhafız Marianna Nicoletta tarafından gönderilmiş küçük bir ahşap kutu teslim etmişti. Üzerine iliştirilmiş kâğıtta bizzat Marianna'nın el yazısıyla doğum hediyesi yazıyordu. Maddalena önce bu beklenmedik hediyeyi geri çevirmeyi düşünmüş ancak merakına yenilmişti. At arabasında açmak üzere yanına almıştı. Küçük bahar dalları işlenmiş kutunun sevimli bir görüntüsü vardı. Fakat Agnesia Halası ve Natilda ile paylaştığı at arabasında, küçük kilidini çevirip kapağını kaldırdığında, doğacak çocuğuna hediye seçimi karşısında histerik bir kahkaha atmaktan kendini alamamıştı.
Marianna ona ölen kardeşleri Roberto'dan kalan oyuncakları göndermişti. Siyah ve altın renklerine boyanmış ahşap atlar ve eli kılıç tutan askerlerden oluşan oyuncaklar, kardeşlerinin uyurken dahi başucundan ayırmadığı en kıymetli oyun arkadaşlarıydı. Titreyen eliyle oyuncakları kenara çektiğinde kutunun içinde bir de Roberto'nun küçük minyatür portresini bulmuştu. Marianna, kutuyu annelerinin kardeşlerinin hatırasını yaşatmak için sakladığı yerden bulup çıkartmış ve canını acıtmak için ona göndermişti.
Hasta ruhlu. Aptal.
Marianna'ya olan içindeki tiksinti yaptıklarıyla birlikte katlanarak arıtıyordu. Maddalena eskiden, bir ablanın küçük kız kardeşinin canını yakmaktan neden bu kadar çok haz aldığını düşünmekle saatlerini harcardı. Tüm hayatını ablasının eğlencesi olmakla geçirmişken, evlenip kendi hayatını kurduğunda dahi onun yaralarıyla eğlenmeyi sürdürmesi Maddalena'nın gözünü öfke ve nefretle boyuyordu. Eğer hamileliği bu kadar ilerlememiş olsaydı, gönderdiği kutuyu yanına alarak soluğu Viterbo'da alır ve hediyesini Marianna'nın yüzüne çarpardı.
Maddalena kutuyu tüm gün gözünün önünden ayırmamıştı. Marianna'nın düşündüğünün aksine birkaç küçük oyuncaktan saklanacak ya da korkacak değildi. Buna rağmen ara sıra bastıramadığı geçmişe dair anılar gözüne gelirken bakışları sıklıkla oyuncaklar üzerine dönüyordu. O anda da kıstığı zümrüt yeşili gözleri öldürücü bir ateşe sahipti. Kendini karnındaki huzursuz bebeği için güçlükle sakin tutmaya çabalarken, bir kez daha kendini tutamamış ve kin dolu bir fısıltıyla söylenmişti.
"Akıl yoksunu. Hasta ruhlu."
Kısık sesi dikkatini çektiğinde, bir süredir karşısında defterine karamalar yapan Bruno, başını kaldırıp ela gözlerini ona çevirmişti. Gün boyunca huzursuz olduğunu görse dahi onu neşelendirmek adına yoğun bir çaba harcamaya devam ediyordu.
"Ne dedin?"
"Kardeşin var mı Bruno?"
Bu soru Bruno'yu irkilmişti. Sanki çoktan kapattığı bir hikayenin sayfalarını aralamaya zorlamıştı onu. Resminin çizerken durmaksızın hareket eden parmakları çizim defterinin üzerinde donup kalmış, sanki göğsü daralmışçasına öksürmüştü. Konuştuğunda sesi alçaktı, çok uzaklardan geliyormuş gibi boğuk ve hissizdi.
"Bir erkek ve iki kız kardeşim vardı. Fakat şimdi hepsi benim için silik bir görüntüden ibaret. Dokuz yaşındayken kuyumcu çırağı olduğumda eve ancak uyumaya giderdim. Sarhoş bir üvey babam, mutsuz bir annem vardı. Zamanla eve hiç gitmemeye ve dükkânda bana verilen küçük sedirde uyumaya başladım. O zamanlardan beri de onları hiç görmedim. Kayıp bir çocuktum, daha sonra da sanatı, ilmi takip eden kayıp bir adam oldum. Yüreğim beni tutkularımın peşinde sürükledi, ben de onlara kapılıp bir şekilde yolumu buldum."
"Bense tüm hayatım boyunca sahip olamadığım aile sıcaklığının özlemini çektim. Tüm hayatımı Lucca'da yaşamak istesem de, içten içe hep eve dönüp en azından onlarla yüzleşebilmeyi istedim. Onların gözünde yok olmaktansa yanlarında olup nefretlerini çekmeye bile razıydım."
"Hepimiz bu dünyaya masum olarak geliriz. Küçük ve savunmasız. Bizi korumak, büyütmek ebeveynlerimizin görevidir. Yetişkinliğe ulaştığımızda olduğumuz insanın temelini yıllar önce onlar atmış olurlar. İyi veya kötü, hepimiz ailemizin eseriyiz. Fakat aile her zaman kan bağıyla kurulmaz. Yanlarında aile sıcaklığını hissettiğiniz insanlar, bazen gerçek ailen olur. Benim ömrüm boyunca aile sıcaklığını hissettiğim yer tek yer Panzio ailesi oldu."
"O zaman, sen artık kayıp bir ruh değilsin Bruno."
Bruno içten sözlerine karşı usulca gülümsedi. Kısa bir an yalnızca onun yüzüne baktı sonrasında ise kafasında düşünceleri dağıtmak istercesine başını eğip fırçasına uzandı. Maddalena'nın zümrüt yeşili gözleri ise pencerelere dönmüştü. Tüm gün süren sıcak havanın ardından gelen günbatımı ondan da beterdi, gökyüzü, kırmızı bir renge bürünmüştü. Dışarıda huzursuz edici, insanı boğan yoğun bir hava vardı. Sandrino eve gelmedikçe Maddalena'nın huzursuzluğu asla geçmeyecekti. Karnındaki bebeği bir kez daha hareket edip canını yaktığında dişlerini sıkmıştı.
"Sevgili dostun, daha bir gün önce bundan sonra hep yanımda olacağına söz vermişti. Akşam oldu ve hala ortada yok. Eskiden olsa hovardalık yaptığını düşünüp öfkelenirdim fakat şimdi şikâyet edemiyorum. Sence ne zaman eve gelir?"
Sözleri Bruno'yu güldürmüştü. Parmaklarını kıvırcık saçlarının arasına geçirip inatçı bukleleri bileğindeki deri bağla toplamaya başladığında yana eğdiği başını ona çevirmişti.
"Maalesef bilmiyorum ama eminim iyidir ve yakında gelir. Onu beklerken, yanımda getirdiğim Latince metni benim için çevirmek ister misin? Şapelin duvar resimleri için metinden esinlenmek istiyorum fakat benim Latincem seninki kadar iyi değil."
Maddalena Bruno'nun ricasına herhangi bir karşılık vermeden karnını okşamıştı. Bir şey yanlıştı bunu kemiklerinde hissedebiliyordu. Hissettikleri bebeğine de yansıyordu, sabah Sandrino yanından ayrıldığından beri bebeği karnında hiç olmadığı kadar hareket etmeye başlamıştı. Oldukça genişlemiş olan karnının baskısı artık canını yakar hale gelmişti. Oturduğu yerde dişlerini sıkarak bacaklarını uzattığı alçak tabureden indirip ayağa kalkmıştı. Elleri kramp giren karnındayken, yüzünü buruşturmuştu.
Şehirden aldığı nadir haberlerden birinde, Marianna'nın Valilik Sarayında olduğunu öğrenmişti. Rosia Panzio'ya gelen mektubu gördüğünde, henüz birkaç gün önce ikinci kez düşük yapmış Marianna'nın bu kadar çabuk ayaklanmasını hayretle karşılamıştı. Fakat daha sonra bunun Marianna'nın en iyi bildiği şey olduğunu hatırlamıştı. Anneleri onu bu günler için yetiştirmişti, şu an kocasını hücreden çıkartmak için ince hesaplar yapmaya başlamış olmalıydı. Elinden hiçbir şey gelmeden bir köşede öylece oturmak Maddalena'ya kendini yalnız ve işe yaramaz hissettiriyordu. Marianna'nın karşısına geçip, haddini bildiremediği için bile kendine öfke duyuyordu.
Bruno oturduğu yerde iyi olup olmadığını anlamak istercesine onu izlerken Maddalena, kendine su doldurmuştu. Suyunu içtiğinde, elini önünde durduğu konsola koyarak kısa bir süre soluklanmıştı.
"Akşam yemeğinde hiçbir şey yemedin. Bir şeyler hazırlamalarını söyleyeyim mi, yer misin?"
Bruno yanına gelmişti. Ela gözleri ona dikkatle bakarken sıcak ses tonu Maddalena'ya huzursuz ruh haline iyi gelse dahi kendini yemek yiyebilecek gibi hissetmiyordu. Karnındaki ağrıyla baş etmeye çalışıyordu öyle ki başını sallayıp konuşmaya başlamadan önce dişlerini sıkmak zorunda kalmıştı.
"Yiyebilecek durumda değilim Bruno."
"Hadi gel oturalım, birlikte bir şeyler çizmeyi deneyelim."
Bruno'nun onu neşelendirme çabalarına tebessüm etmekten kendini alamayan Maddalena, başını sallayarak karşılık vermişti. Konsolun önünden ayrılıp kontrollü adımlarla Bruno'nun yanında getirdiği malzemelere doğru birkaç adım attığı anda karnına bu kez onu acıdan kıvrandıran bir ağrı saplanmıştı. Aniden iki büklüm olmuş, ellerinin karnının iki yanına bastırmıştı. Dişlerinin arasından acıyla inlemişti.
"Ah!"
"Maddalena? İyi misin?!"
Bruno'nun korku içinde adını seslendiğini ve kolunu tuttuğunu hissetse dahi başını kaldıramamıştı. İçinde ani hareketlerine devam eden bebeği hala canını yakmaya devam ediyordu. İnlemeleri Bruno'yu olduğu kadar Maddalena'nın kendisini de endişelendiriyordu. Gün boyunca durmak bilmeyen endişeleriyle kendine adeta işkence etmişti ve sonunda bebeği de bundan zarar görüyordu.
"Bebek mi geliyor?! Yüce İsa! Halanı ve Rosia Panzio'yu çağıracağım."
Soluğu sıklaşan Maddalena, hala iki büklüm halde karnını tutuyor, onu hançerleyen keskin ağrının acısını dindirmeye çalışıyordu. Tüm bedeni titriyor, yüzünden soğuk terler boşalıyordu. Fakat Bruno'nun onu bırakıp kapıya doğru yöneldiğini fark ettiğinde, can haviyle koluna yapışıp gitmesine engel olmuştu. Güçlükle başını kaldırırken aynı zamanda, başını iki yana sallamıştı.
"Hayır! İyiyim ben."
"Emin misin?"
"Evet. Sinirlendiğim için oluyor. İyiyim bana biraz izin ver."
Gözleri korkuyla büyümüş olan Bruno, çaresizce bir yüzüne bir de karnına bakmaya devam ediyordu. Onun bu hali Maddalena'yı normal bir zaman olsa güldürürdü fakat tüm dikkati sakinleşmemekte inat eden bebeğindeyken üzerinde duramadı. Ağrısının biraz olsun hafiflediğini hissettiğinde, yavaşça doğrulup Bruno'nun koluna girmişti. Ağır adımlarla ilerleyip biraz önce oturduğu sandalyeye yerleşmişti. Bakışlarını karnının üzerine çevirdiğinde, içeride canını yakmaya devam eden bebeğine mırıldanmaya başlamıştı.
"Çok acıttın, tamam üzüm tanesi yeter. Tamam, ablama kızdım sonra babanın eve gelmemesi konusunda kendimi çok çaresiz hissetmiş olabilirim. Fakat sen sakin ol."
Yumuşak tatlı sesiyle konuşan Maddalena, eğdiği başını kaldırdığında, elinde bir kadehle ona dönen Bruno'yu onu seyrederken buldu. Daha önce Sandrino dışında başka birinin önünde bebeğiyle hiç konuşmamıştı. Bir anda büründüğü anaç tavra şahit olmak genç sanatkârı afallatmıştı, şaşkın ve endişeli bir sırıtışla ona bakakalmıştı. Yaklaşıp önünde tek dizinin üzerine çöktüğünde bir elini dizine yaslayıp, diğer elindeki kadehi ona uzatırken ses tonunu güçlükle toplamıştı.
"Söz dinleyecek mi?"
Elleri ipek kumaşın üzerinde hareketsiz duran Maddalena, sorusuyla birlikte usulca omuzlarını silkmişti.
"Sanırım dinleyecek. Hareket etmeyi bıraktı."
Bruno gülümseyerek ayağa kalktığında Maddalena, bacaklarını tekrar önündeki alçak tabureye uzatmıştı. Bruno'num getirdiği şarabın sıcaklığı gerginliğine iyi gelmişti, bir süre huşu içinde gözlerini kapatmış ve her bir yudumu yutmadan önce ağzımda tutup tadını çıkarmaya koyulmuştu. Yüzüne rehavet dolu bir ifade yerleşirken birkaç dakika öylece kalmıştı.
Tekrar gözlerini araladığında Bruno'nun defterini eline aldığını ve onun rehavet dolu bir ifadesini çizdiğini gördü. Gülümseyerek derin bir nefes alıp ellerini büyük karnının üzerinde gezdirdi. Karnının bir anda gerilip kasıldığını gördü. Canı yanıyordu. Dudaklarını ısırarak derin bir nefes daha aldı ve rahatlamaya çalıştı. Görmezden gelmek istese de kramplar sona ermemişti. Bruno korkarak ona bakıyordu, Maddalena elini ona uzatırken bacaklarını tekrar tabureden indirdi.
"B-ru-no be-b-benimle biraz yürür müsün?"
Başını sallayan Bruno, koltuk altından sıkıca tutup onu doğrultmuştu. Aynı anda dışarıda bir yerden bir takım gürültüler duyulmaya başladı. Bir patlama sesiyle birlikte, ürkmüş atların sesi yükseldi. Bruno, ondan izin isteyerek aceleyle arka bahçeyi gören pencerelere koştu. Mum ışıklarının altında bembeyaz görünen yüzüyle "Yangın." diye fısıldadı. Fakat Maddalena onu duymamıştı. Kesik kesik nefes almaya başlamıştı, küçük ter damlaları alnında birikiyordu. Bruno iyi olmadığını fark ettiğinde pencerenin önünden ayrılıp yanına koşmuştu. Kolunu tuttuğu Maddalena'nın düzensiz solukları salonu doldururken bir anda fışkırma sesiyle birlikte duyulabilir bir patlama sesi gelmişti.
"Bu da ne böyle?"
Bruno öne eğilmiş ve etek uçlarının altında bir sıvının biriktiğini görmüştü. Korkuyla bir adım geriye çıkarken kalbi adeta ağzında atmaya başlamıştı. Bununla birlikte dışarıda gürültü artıyordu fakat o an sanki dış dünyayla aralarına bir perde inmişti. Maddalena nefes nefese kalmış korku dolu gözlerle aşağıya bakarken canının acısıyla bağırmıştı. Önünde durduğu masaya ellerini yasladığında sinirle ellerini savurdu ve masanın üzerindeki oyuncaklar ve şarap kadehleri etrafa saçıldı. Taş zemine dağılan oyuncaklardan sıçrayan ahşap parçalarının tiz sesi, onun nerdeyse tüm villada duyulacak çığlığı arkasında kaldı. Maddalena başını öne eğmiş, iki büklüm olmuş halde ağlamaya başlamıştı.
"Sandrino nerede?!!"
**
"Maddalena!"
Agnesia Cardello, hızla koşarak salonun kapısını açmıştı. Yeğeninin dışarı taşan çığlığını işitse dahi durup ne olduğunu soracak vakit yoktu. Yanına koşarken "Yangın." diye sayıklamıştı. Fakat farklı bir korkuya kapılmış olan yeğeni onu duymuş gibi görünmüyordu. Bruno'nun koluna tutunmuş ağlıyordu. Başını kaldırıp onu gördüğünde, hıçkırarak adını fısıldamıştı. Teni kızarmaya başlamıştı, nefes nefeseydi. Ona ulaşmak için öne doğru bir adım attığında ayaklarının bağı çözülmüşçesine yalpalamış, büyük karnının üzerinde duran elini can havliyle ona uzatmıştı.
"Agnesia Hala!"
Agnesia önce yangını gördüğü için bu halde olduğunu düşünmüştü. Maddalena'nın elini sıkı sıkıya kavrarken telaşla konuşmuştu.
"Ahırların olduğu bahçe yanıyor . Benimle gelmelisin, hadi bir-"
Agnesia, Maddalena dudaklarını birbirine bastırıp acıyla inlediğinde sözlerini yarıda kesmek zorunda kalmıştı. Korkarak bakışlarını aşağı çevirdiğinde gördüğü şeyle birlikte irkildi. Bebek geliyordu! Dudaklarından şaşkınlık dolu bir ses kaçırırken arkasından içeri giren Natilda, tıpkı onun gibi aşağıya baktığında olduğu yerde donup kalmıştı.
İki kadın da korku ve telaş içindeyken Maddalena'nın ağrısı iyice artmıştı, karnındaki bebek yumruk gibi onu sıkmaya başlamıştı. Dişlerinin arasından "Hayır!" diye inlemişti. Onun sesiyle birlikte kendini toparlayan Agnesia, sakinleştirmek için koluna uzanırken, Rosia Panzio içeri girmişti.
"Neler oluyor burada?"
"Bebek geliyor. Ne yapacağız?"
Bunu duyan Rosia Panzio buz mavisi bakışlarını endişeyle Maddalena'nın karnına çevirmişti. Elini bastırdığı büyük karnının bir anda gerilip kasıldığını izlemişti. Maddalena dudaklarını ısırarak inlerken korkuyla karnına bakıyordu. Onun gittikçe daha fazla kendini kaybettiğini gören Rosia Panzio, içinde kapıldığı telaşı yüzünden tek seferde silip atmış ve diğerlerini ittitip Maddalena'nın karşısına geçmişti. Ellerinden birini koluna yerleştirirken, diğer elini çenesinin altına koyup gözyaşlarıyla dolu olan gözlerini kendi soğukkanlı gözleriyle buluşturmuştu.
"Bana bak Maddalena. Bana bak. Sakince nefes almaya devam et. Yangın çıkmış, ahırlar ve bahçeler yanıyor. Tehlikede değilsin fakat benimle gelmelisin."
"Hayır. Şimdi değil. Sandrino yanımda değilken olmaz."
"Nefes al. Yangının buraya sıçraması mümkün değil. Her şey yoluna girecek."
Agnesia, o andan sonra kendini tüm duygularını ve mantığını yitirmiş gibi hissetmeye başlamıştı. Belini kavradığı Maddalena'yı çevirerek hole doğru sürüklemeye başlamıştı. Karşıdaki açık pencereden titreyen kızıl alevleri görebiliyordu. Doğumu başlamış olan Maddalena'yı korkutmak istemese de dışarıdaki kargaşanın altında basit bir yangından daha fazlası olabilirdi.
Maddalena'yı villanın giriş holüne çıkardığında, çabuk olmalarını söyleyen Rosia Panzio önlerinden gidiyordu. Dışarıdan kargaşa sesleri geliyordu, hava bir anda kararmaya başlamıştı. İki muhafız önlerinden koşarak geçti, ahırların bulunduğu arka bahçeye açılan yüksek kapılardan geçerek dışarı çıktı. Diğerleriyse yangına doğru koşuyordu ama Agnesia dışarıda yaşananları olduğu yerden göremiyordu. Muhafızların birbirine bağırdığını, koşturan ayak seslerini, ahırdan kaçan atların kişnemelerini, çığlıkların seslerini duyabiliyordu. Maddalena'yı biraz daha kendine çekti, onun için korkuyordu.
Dışarısı gürültüden inlerken av köşkünün ana holü sessizliğe bürünmüştü. Agnesia bakışlarını, Bruno'ya çevirdi. Genç ressam herkes gibi ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ahırları gören kemerli pencerelerin önündeydi. Büyük alevlerden çıkan simsiyah bir duman gökyüzünü kaplarken Bruno, gözlerini kısmış büyük arazide yaşananlara bakıyordu. Yeterince gördüğünde, bu kez de holün karşısındaki evin ön cephesini gören pencerelere yönelmişti. Aynı anda Rosia Panzio'ya dönmüş ve onun da içinden geçen şüpheyi yüksek sesle dile getirmişti.
"Bunun basit bir yangın olduğuna emin misiniz Madonna?"
Alnı bir kaş çatışıyla kırışmış olan Rosia Panzio, tereddütsüz bir tavırla başını iki yana sallamıştı.
"Hayır."
Bu cevap, Agnesia'nın içine bıçak gibi keskin bir korku salmıştı. Ona tutunan Maddalena titremeye başlamıştı. Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini sıkıca kapatmıştı. Diğer yanına gelen Natilda'nın elini sıkıca kavrarken dişlerinin arasından kısık bir inleme kaçırmıştı. Karnına tekrar kramp girmişti.
"Maddalena'yı benim daireme götürün. Muhafızları göndereceğim."
Agnesia usulca eğilip yeğeninin kulağına ben yanındayım diye fısıldadı. Uzun parmaklarını uzatıp yüzüne gelen sarı tutamları yavaşça geriye çekti.
"Seni asla bırakmayacağım. Ben yanındayım."
O yeğenini sakinleştirmeye çalışırken, Rosia Panzio, iki uşağa gelininin kollarına girmelerini işaret etmişti. Bunun üzerine Natilda ile birlikte geri çekilmişlerdi, Maddalena'nın kollarına girmesine izin vermişler fakat yanından ayrılmamışlardı.
Bruno onlarla gitmek için hareketlendiğinde, evin kahyası Fabio elini uzatıp durmasını işaret etmişti. Koluna hafifçe dokunarak yönlendirdiği genç sanatkarı kenara çektiğinde, belindeki deri kemere asılı hançeri alması için uzatmıştı.
"Al şunu. Maddalena Panzio'nun yanından ayrılmayacaksın."
"Ben böyle bir şeyi hayatımda hiç kullanmadım."
"Al dedim!"
Sert bir karşılıkla itirazını görmezden gelen Fabio, hançeri Bruno'nun zorla eline tutuşturmuştu. Yanlarında getirdikleri az sayıdaki muhafızların birçoğu dışarıda yangını söndürmekle uğraşıyordu. Eli silah tutan her adama ihtiyaçları vardı. Fakat yüzünün rengi kaçmış Bruno, elinde eğreti bir şekilde asılı kalmış hançere bakakalmıştı. Buz gibi parlak, beyaz çelik.
Dışarıdan yükselen tehlike dolu sesler içeriyi doldururken, güçlükle yutkunmuştu. Kendi kendine Maddalena için diye mırıldanmıştı. Maddalena için. Hançeri adamın kemerine takması için verdiği gümüş kaplamalı kınına sokmuştu.
Dışarıda gürültü artarak devam ediyordu, adamlar daha fazla su için bağırıyor, alevlerin giderek büyüdüğünü söylüyorlardı. Tüm bunların arasında birkaç kılıç sesi ve bağırış ard arda gelmişti. Agnesia bir an doğru duyup duymadığına emin olmamıştı. Maddalena'nın merdivenleri çıkmasına yardım etmek yerine durup bakışlarını kapılara çevirmişti. Ne olduğu tam olarak görebilmek için basamaklardan indiğinde, baştan sona siyah giyinmiş muhafızların içeri girdiğini görmüştü. Adamlardan birinin arkasını dönerek yüksek kapıları keskin bir çatırtıyla kapatıp kilitleyişini izlerken tepeden tırnağa buz kesti.
"Neler oluyor? Hemen dışarı çıkın!"
Panzio muhafızlarının bu tutumuna anlam veremeyen Fabio, öne çıkmıştı. Hemen dışarı çıkıp yangının söndürülmesine yardım etmelerini söylerken birkaç büyük adımda yanlarına gitmişti ki Agnesia öndeki muhafızın elini pelerinin yanına götürdüğünü ve ortaya çıkardığı uzun kılıcını yaşlı adamın göğsüne sapladığını izledi. O yerinde şokla sarsılırken, Rosia Panzio'nun yardımcısı Enrica'nın "Hayır!" diye bağırışı duyuldu.
Fabio'nun gözleri hiç beklemediği anda gelen ölümcül darbeden dolayı kocaman açılmış, dudaklarından boğuk bir ses çıkartmıştı. Rosia Panzio, ömrünü adeta aileye hizmet etmeye adamış yakın bir dostu olarak gördüğü Fabio'yu kaybetmenin acısıyla öne doğru sendelemişti. Adam soktuğu kılıcı yerinden tek hamlede çıkarttığında yaşlı adam göğsünden fışkırmaya başlayan kanla birlikte yüzüstü yere düşmüştü.
O sırada Agnesia, korku dolu bir inlemeyle dönüp basamakların başında duran Maddalena'nın yanına gitmişti. Kolunu kavradığı yeğenini arkasına çekmiş ve önüne geçmişti. Natilda ise Maddalena'nın elinden tutup, diğer yanına geçmişti. Diğer tarafta, Rosia Panzio'ya yakın olan Bruno ise yerinde adeta taş kesilmişti. Hepsi ne yapacağını bilmez bir halde bakakalmışken, Fabio'yu öldüren adam başlığını indirmiş ve Flavio Bosetti'nin uğursuz yüzüyle karşılaşmışlardı.
"Küçük ve savunmasız bir Panzio ahalisi."
Agnesia o ana kadar Flavio Bosetti'nin Ercole Nicoletta'nın adamı olduğunu bilmiyordu. Fabio'nun kanına bulanmış kılıcı aşağı eğmişti, çeliğin sivri ucundan süzülen kan taş zemine düşüyordu. Vahşice bakan gözleri önce onu iyi tanıyan Rosia Panzio'ya ardından onun arkasında, bebeğinin korumak istercesine kollarını karnına dolamış Maddalena'yı dönmüştü. Usulca dudaklarını kıvırdığında, kılıcını kaldırıp üzerine doğrulmuştu.
"Hayır!"
Rosia Panzio tüm gücüyle bağırmıştı. Fabio öldüğünde bir an şoka uğramışsa da üzerinden kan damlayan kılıç Panzio varisine döndüğü anda mavi gözleri öfkeye bürünmüştü. Oğlunun çocuğunu korumak için adamla burun buruna gelmeye hazırdı.
Holdeki tüm muhafızlar kılıçlarını çekmiş halde birbirlerine saldırmaya başladıklarında etraf bir anda karışmıştı. Panzio muhafızlarının yalnızca birkaçı çevik bir hareketle üstüne inen kılıç darbelerinden kurtulmuşlardı. Hızlı ataklarla Flavio'nun adamlarıyla baş etmeye çalışıyorlardı. Flavio ise kılıcını iki eliyle kavradı ve bütün gücüyle önündeki muhafızın üzerine indirdi. Darbe öyle sertti ki onları koruyan muhafızın omzundaki deri açıldı. Diğer muhafızlar adamlarla boğuşup onları korumaya çalışırken Flavio Bosetti, hedefine ulaşmak üzere aralarından sıyırılmıştı. Bunun üzerine Rosia Panzio, Flavio ve onun arkasında duran Maddalena'nın arasına atlamıştı.
"Ondan uzak dur!"
"Sandrino Panzio öldü, düşes. Viterbo'da öldürüldü. Ve siz şimdi karısını bana teslim edeceksiniz."
Flavio'nun sesi holdeki birbirine vuran çeliklerin ve bağrışların arasından duyulduğunda karşısındaki Rosia Panzio dik duruşunu bozmamıştı. Yalnızca kısacık bir an duraksamış sonrasında ise inanmadığını gösterircesine dudaklarını kıvırmıştı.
"Yalan."
Fakat onun arkasında, karnını tutmaya devam eden Maddalena adamın sözlerini duyduğunda titreyen dudaklarından korku dolu bir nida kaçırmıştı. Yeşil gözleri korkuyla açılmışken, damlalar yanaklarına süzülüyordu. Onun kedere boğuluşunu izlerken zevkle kıkırdayan Flavio, kılıcının keskin ucunu yeniden ona doğru kaldırmıştı. Tepelerindeki ufak mum ışıkları keskin kılıcın üzerine yansıyıp parlarken önüne geçen Rosia Panzio'yu koluyla sertçe kenara itti. Fakat içinde savaşçı bir ruh taşıyan kadın, koşup adama yetiştiğinde kolunu tutup çekti ve eteğinin gizli cebinden çıkardığı hançeri karnına saplamayı denedi.
"Hayır!"
Rosia Panzio'nun bağırışı bileğini çevirip hançeri elinden alan Flavio'nun karnına yumruk atmasıyla kesildi. Darbenin şiddetiyle geriye savruldu ve yere düştü, taş zemine yüzüne çarptığında bilincini kaybetti.
Flavio, ağzından küçümseme dolu bir homurtu çıkararak adamların arasından geçerek üzerlerine gelmeye devam ediyorken, Agnesia bundan sonra yaşananları takip etmekte güçlük çekmişti. Tek bildiği şey Maddalena'ya dokunması için onun canını alması gerektiğiydi, yeğenini canı pahasına korumaya hazırdı.
O, korkuyla arkasını dönüp Maddalena'ya siper olurken arkasında çelikten bir parlaklık fark etti. Geriye dönüp baktığında, uzun bir kılıcı çekip başının üzerinde döndüren Genaro'yu gördü. Çocuksu bir rahatlamayla adamın Sandrino ile birlikte olduğunu düşündü fakat sonra onunla birlikte yalnızca av köşkünün idaresinden sorumlu adamın oğlunun kılıcını savurduğunu görebildi. Güçlü bir çocuktu ama tek başına yetersizdi.
Flavio, Genaro'nun üzerine kılıcını öyle bir savurmaya başlamıştı ki Agnesia onun soğukkanlılığından ürkmüştü. Takip etmekte zorlandığı arbedenin içinde Maddalena'yı nasıl koruyacağını bilmiyordu. Rosia Panzio düştüğünde, çığlık atarak adını sayıklamaya başlayan Maddalena'yı tutmaya çalışırken yanlarına gelmiş Bruno'nun sesini güçlükle işitmişti.
"Mahzen. Mahzene inlemeliyiz. Maddalena yolu biliyor musun?"
"Ben biliyorum."
Tıpkı onun gibi bir kaçış yolu bulabilmek için dehşet içinde etrafa bakan Natilda, seri bir hareketle yönlerini mahzenlere çevirmişti. Uşaklara bırakmadan Maddalena'nın koluna girip ilerlemeye başlamışlardı. Acıyla kıvranan yeğeni zor da olsa yürümeye çalışıyordu. Yanlarında iki genç hizmetkâr ve Enrica vardı. Ancak hepsinin aklı arkalarında bıraktıkları Rosia Panzio da kalmıştı. Bruno ile Enrica tereddüt içerisinde birbirlerine bakmışlardı. Agnesia ne diyeceğini bilmez bir şekilde ikisinin bakışlarındaki ifadeye bakıyordu. Sonunda kararını veren Bruno, önce canının acısıyla dişlerini sıkan Maddalena'ya bakmış sonrasında ona dönmüştü.
"Bir an önce mahzenlere gidin. Rosia Panzio'yu getirdiğimde orada buluşuruz."
Bunu söylediği an, arkasını dönüp hole koşmuştu. Dökülen kanlar gri taş zemini kan kırmızıya boyamıştı. İçerideki Panzio muhafızlarından biri suikastçının darbeleriyle yere yığılmak üzereydi. Av köşkünün kahyalığını yapan Gaudio'nun oğlu acı içinde, kulak tırmalayan bir çığlık atmıştı. Flavio'nun adamı uzun kılıcınn düz kenarıyla vurmuş olmasına rağmen genç çocuğun göğsünde derin bir yara açılmıştı. Genaro ve Flavio kılıçları birbirleriyle çarpışırken etraf adeta savaş alanına dönmüştü. İki adamın hızı inanılmazdı.
Bruno titreyen elindeki hançeri kemerine soktuğunda, dizlerinin üzerinde ilerleyip baygın bir halde yatan Rosia Panzio'yu yerden kaldırmak için tehlikeli bir işe girişmişti.
Tam arkasında yaklaşan kılıç seslerini duyduğunda, korkuyla arkasına dönmüştü. Genaro, mahzene! diye bağırdı ama bağrışlar ve çelik çıngırtıları sesini bastırdı. Bu arada Flavio kılıcı savurup anlaşılmaz bir şekilde bağırırken tekrar adamın üzerine saldırmıştı. Bruno neredeyse tek başına aileyi savunan adamı orada bırakıp Rosia Panzio'yu çıkartmıştı. Mahzene giden yolu takip ederken, kolunu beline sardığı kadın tökezlemiş, elini karnına bastırmıştı. Bruno endişeli bakışlarını yüzüne çevirdiğinde, burnunun kanadığını gördü. Onun bakışlarını fark ettiğinde, dudaklarına doğru süzülen kanı parmaklarıyla silmişti.
Onlar bir kaleden dönüştürülmüş av köşkünün, uzun koridorları boyunca ilerledikleri sırada, Agnesia Cardello mahzene inen kapıların önündeydi. Enrica önlerine geçip karşıdaki duvar halısını kenara çektiğinde demirlerle kuvvetlendirilmiş ağır kapılar ortaya çıkmıştı. Agnesia, kadının kapıyı açmasını bekliyordu fakat ufak tefek bir kadın olan Enrica sıkıntıyla onlara dönmüştü.
"Anahtar yalnızca Rosia Panzio, Sandrino Panzio ve Maddalena Panzio'da var."
Bunun üzerine Agnesia telaşla kolunun altındaki Maddalena'ya dönmüştü. Maddalena başını iki yana sallarken, güçsüz olmasına rağmen üzerindeki eller onu daha çok boğuyormuşçasına, duvara gidip sırtını soğuk taşa yaslamıştı. Ellerini karnının altına yerleştirmiş, gözlerini kapatmıştı. Agnesia onun iki büklüm olmuş haline bakarken bu karanlık duvarların arasında sıkışıp kaldıklarını anlamıştı. Dönüp arkalarındaki karanlığa bakmaya korkuyordu. Siyahlara bürünmüş adamlar onları takip ediyor olabilirdi. Yüreği korku içinde çırpınırken bir anlığına yanındaki Natilda ile bakışmışlardı. İkisi de çoktan doğumu başlamış Maddalena'nın güvenliği için ölesiye endişeleniyordu.
"S- s-sa-andrino nerede?"
Maddalena titreyen dudakları arasından sayıklamaya başlamıştı. Karanlığa rağmen alnına biriken ter damlaları kolayca seçiliyordu. Agnesia bu şekilde daha fazla bekleyemeceklerini düşündü, tam geri dönüp Bruno ile birlikte Rosia Panzio'yu bulmaya karar verdiği anda ayak sesleri duyuldu. Bulundukları koridora açılan köşeden bir karartı geçti. Aklından ilk gelen Genaro'yu geçen Flavio'nun Maddalena için geldiği oldu, bununla birlikte tekrar yeğeninin önüne geçti. Fakat gelenler Bruno ve Rosia Panzio'ydu. Onları görmenin mutluluğuyla bağırarak kapıları işaret etti.
"Anahtar. Kapılar için anahtar lazım."
Rosia Panzio hızla belinden büyük bir demet anahtar çıkardı. Kapıya doğru yürümeye başladığında adımları dengesizdi, anahtarları karıştıran elleri titriyordu. Buna rağmen aralarından büyük demir bir anahtarı ayırıp kapının kilidine sokmaya başarmıştı. Agnesia'nın gözleri çılgınca kadının elini takip ediyordu. Titreyen ellerini kaldırıp ikinci anahtarı da kilide soktuğu anda yakından bir yerden büyük bir gürültü duyuldu. Rosia Panzio titreyen eli halihazırda terle birlikte kayganlaşmıştı ve anahtarları yere düşürdü, demirin şıngırtısı koridorda çınladı. Bunun üzerine Bruno, koşar adımlarla kadının yanına gitti, yerdeki anahtarı aldığında kapıya döndü. Rosia Panzio titreyen eliyle doğru anahtarı gösterirken Agnesia, Maddalena'nın omuzlarını kavramış bekliyordu, Bruno'nun anahtarı kilide soktuğunu gördüğünde derin bir nefes aldı. Fakat aynı anda, arkalarında bir şey hareket etti ve karanlığın içinden bir kılıç çıkıp uşaklardan birinin boğazını delip geçti.
Rosia Panzio, onlara doğru koştu, Agnesia Maddalena'nın adını haykırırken siyahlı adam Maddalena'nın koluna uzanmak için kaba bir kuvvet sarf ettiği sırada Natilda'nın delice bir süratle adama saldırdığını gördü.
"Kızımdan uzak dur."
Yerden aldığı ağır gümüş şamdanı, adamın üzerine doğru tüm gücüyle savurmuştu. Agnesia olduğu yerden yaşanan arbedeyi takip etmeye çalışırken birden Natilda'nın dizlerinin kıvrıldığını ve yere düştüğünü fark etti. Adam önünden çekildiğinde, kadının karnının sol yanında, kaburga kemiğinin biraz altında bir hançer saplandığını görmüştü. Yere düşerken olağanüstü bir güç sarf edip, boğuk sesiyle Maddalena'nın adını haykırmıştı.
"Hayır!"
Her şey aynı anda olmuştu. Dünya oradaki keşmekeşten ibaret gibiydi. Maddalena doğum sancısını ve canını almak için gelen suikastçıları unutmuştu. Onu hayrete düşüren bir hızla adeta kendinden geçmişçesine "Natilda!" diye haykırmaya başladığında Agnesia onu son anda tutabilmişti.
"Natilda!"
Onu kollarından yakalayıp yana çekerek, üstelerine gelen adamla arasına girmeye çalışıyordu. Bağrışların arasında iki şey art arda gerçekleşmişti. Bruno, çevrelerinde dolanmış ve Maddalena'nın kolunu yakalamış adamın arkasından boynunu tutup hançeriyle boğazını kesmişti. Kan kızıl bir pınar gibi fışkırıyordu, göz açıp kapayıncaya kadar Maddalena'nın ve onun üstünü kırmızıya boyanmıştı.
Koridorun diğer tarafında ise Genaro onlara doğru koşuyordu. Elinde taşıdığı kılıcından kırmızı bir sel akıyordu. Her zaman sert çizgilere sahip olan adamın yüzünden şimdi peşinden gelen vahşetin izleri okunuyordu. Koşarken yukarı kaldırdığı kılıcıyla kapıları işaret ediyordu.
"Kapıyı aç! Aşağı inin çabuk!"
Bruno parmaklarını açtı, hançer elinden yere düştü. Birkaç saat öncesine kadar fırça tutan bir sanatkara ait eller şimdi kanla yapış yapış olmuştu. Birini öldürmüştü. Birinin canını almıştı. Maddalena için.
Genaro bir kez daha bağırdığında, silkelenerek kendini toparlamıştı. Mahzenleri kilidinin anahtarı yerde duruyordu. Yıldırım hızıyla kapılara koştu, anahtarı yerden alıp hücrenin kapısını açtı. Enrica, Rosia Panzio'nun koluna girmiş, yürümesine yardım ediyordu. Kapıdan ilk geçenler onlar oldu. Agnesia inleyerek ağlayan Maddalena'nın belini kavrayıp kendisiyle birlikte kapılara yönlendirmeye çalışıyordu. Fakat onun gözleri yarasına bastırdığı elleriyle taş zeminde yatan dadısının üzerindeydi, onu almadan gitmemekte direniyordu. Kadının karnında saplı kalmış hançerin çevresinden sızan kan gri elbisesini kırmızıya boyamıştı. Baygın gözleri Maddalena'ya dönüktü, düzensiz nefeslerinin arasında adını sayıklıyordu.
"Hadi!"
Bruno kapıların önünde onlara bağırıyordu. Bu arada Genaro onlara yetişmişti. Kılıcını kemerine taktığında Agnesia'yı ittirmiş, Maddalena'yı tek hamlede kucağına almıştı. Birlikte güvenle kapıdan geçtiklerinde Agnesia bir anlığına eşikte durup arkasına bakmış ve Flavio Bosetti'nin uzun kılıcıyla koridorda yürüdüğünü görmüştü. Yoluna devam etmeye çalışırken çok kötü topallıyordu. Yüzünün sol yanından kan akıyordu ve bacağına aldığı bir darbe pantolonunda derin bir yarık açmıştı. Bruno, diğer taraftaki uşakla birlikte ağır kapıyı kapatıp sürgülerken Agnesia adamla bir anlığına göz göze gelmiş ve gözlerinde karşılaştığı zalimlikle irkilmişti. Bir kadını karnında bebeğiyle birlikte gözümü dahi kırpmadan öldürecek acımasız bir adamdı.
Yazan ; Mirena Martinell
✨ ✨
İşte bölüm! Bölümü nasıl bulduğunuzu inanılmaz merak ediyorum. Şimdiye kadar yazdığım en meşakkatli bölüm şüphesiz buydu. Tansiyonu yüksek sahneleri hiç bu kadar uzun uzadıya yazmamıştım, çok zorlandığımı söyleyebilirim. Birkaç farklı versiyonlarını yazdım aralarından en mantığıma uyan bu oldu. Biraz uzatıp, saçmalamışsam beni mazur görün. Bundan sonra biraz daha kısa bölümler yayınlayıp, 35. bölümde final yapacağım.
Acaba Sandirno ve Maddalena'nın bebeği doğacak mı? Ve cinsiyeti sizce ne olacak? Hepsi bir sonraki bölüme kaldı 🤷🏻♀️
Lütfen oy verip, fikrinizi belirtmekten geri durmayın. Burada olduğunuzu bilmeye ihtiyacım var. Hepinizi çok öpüyorum, kendinize çok iyi bakın ❤️❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top