Bölüm 31 - 'Puslu bir Gece'

"Senden başka kimse duymadı."

Maddalena ciddi bir yüz ifadesiyle, yeşil gözlerini önündeki deri kapaklı kalın defterin sayfalarında gezdiriyordu. Panzio Villası'nın ön bahçesini gören Rosia Panzio'ya ait çalışma odasında tek başınaydı. Elinde bir tüy kalem ve yanında lamba isi mürekkebi vardı. Düzinelerce parşömen kâğıdı ise oturduğu çalışma masasının üzerinde onu bekliyordu.

Onu dairesine davet ettiği günden sonra bir daha açıkça konuşmasalar bile Maddalena, Rosia Panzio'nun her gün usul usul güçten düştüğünü görebiliyordu. Fildişi rengindeki sayfanın sonuna geldiğinde, elindeki kalemi kenara bıraktı ve derin bir iç çekişle arkasına yaslandı. Rosia Panzio'nun bu kâğıt işlerini ölümüne hazırlamak için vermesi onu üzse dahi metanetini korumaya çalışıyordu.

Hastalığını onunla paylaştıktan sonra, yüksek duvarların üç tarafını saran belgeler, günlükler ve raporların saklandığı raflarla çevrelenmiş çalışma odasını uzun uzun gezdirmişti. Şimdi dahi karşısındaki duvarı kaplayan tozlu raflara bakarken panikleyen Maddalena, anlattıklarını dinlerken kadının devam ettirdiği arşivcilik geleneği karşısında adeta nefesi kesilmişti.

Vakit henüz öğlene gelmemişti, yepyeni bir günün taze ışıkları pencerelerden içeri süzülürken ellerini kıpırdanan karnının üzerinde birleştiren Maddalena, sandalyesinde usulca aşağı kayıp bacaklarını öne uzattı. Başını sandalyenin kakmalı yüksek arkalığına yasladığında, gözlerini yumdu. Gözlerini dinlendirişinin üzerinden fazla zaman geçmemişti ki, dışarıdan bir at arabasının sesini duydu.

Karnını tutarak ağır bedeniyle ayağa kalktığında, eteklerini kaldırıp pencerelere gitti. Son günlerde sabah erken vakitte villadan ayrılıp akşam yemeğine az bir vakit kala evde olan Sandrino, yine kahvaltının ardından Viterbo'ya gitmişti. Herhangi birini beklemiyorlardı. Pencerenin pervazına yaslandığında, sabırla at arabasının yaklaşmasını bekledi. Mavi ahşabın üzerine işlenmiş armayı seçtiği anda büyük bir sevinç çığlığıyla çalışma odasından fırladı.

Büyük karnına aldırmadan koşar adımlarla holden geçmiş Maddalena, villanın gösterişli ağır kapılarından çıktığında soluk soluğa kalmıştı. Elini çılgınca atan kalbinin üstüne yaslarken, özlem dolu bir gülümsemenin hakim olduğu tombul yüzü al al olmuştu. At arabasının villanın önündeki merdivenlerin yakınında durmasını ve hizmetkarların kabinin kapısını açışını heyecanla izlemişti.

Agnesia Halasının aşağı indiğini görünce, daha fazla beklemeye dayanamayan Maddalena, sevinçten bağırıp taş basamakları inmeye başladı. Rahat adım atabilmek için eteklerini yukarı toplamıştı. Ona özlemle gülümseyen Agnesia Halası ile yüz yüze geldiğinde, coşkulu bir şekilde kollarına atıldı. Bu duygu seliyle onu sıkı sıkıya saran Agnesia Halasının sırtındaki elleri uzun sarı buklelerine gitti. Yumuşak tutamları burnuna yaklaştırdı ve gözlerini kapayıp kokusunu içine çekti.

Agnesia, yeğeninin karnındaki bebeğin şişkinliğini hissediyordu, minik bebek ikisinin arasında kalmıştı. Yavaşça geri çekildiğinde, yeğeninin aylar önceki haline göre tombullaşmış ve sağlıklı bir ışıltıyla parlayan yüzünü avuçları içine aldı.

"Ah Maddalena... seni görmek o kadar güzel ki. Ne kadar güzelleşmişsin."

Maddalena ağlayarak çok özledim diye fısıldadı. Kırpıştırdığı zümrüt yeşili gözleri sevgiyle halasının zarafetle ışıldayan yüzünde gidip geliyor, kımıldarsa yok olup gidecek bir serap gibi bakıyordu ona.

Tek kelimeyle büyüleyici görünüyordu. İnsanın hayatında görebileceği en zarif kadındı o. Duru bir güzelliği vardı, kahverengi kaşların ortaya çıkardığı pırıltılı uzun kirpiklerle gölgelenmiş mavi gözleri bembeyaz teninde insanın gözünü alıyor, hafif ölçülü bir kıvrılmaya sahip ince dudakları nezaket ve kibarlığın doğallıkla karışımı olan ruhunu temsil ediyordu. Alçak, sesi dahi insanın kulağını okşuyor, tınısı cezbediyordu. Agnesia Cardello kusursuz bir zarafetin yaşam bulmuş haliydi.

İçini tarifsiz bir sevinç kaplamış Maddalena, gözyaşlarına hakim olamıyordu. Aylar süren ayrılığın ardından halası ona en ihtiyaç duyduğu anda çıkıp gelmişti.

"İyi ki geldin Agnesia Hala. İyi ki."

"Tabi ki gelecektim. Sen bebeğini kucağın alırken yanında olacağım."

Yanağını okşayan kadın, büyümüş karnına bakmak için bir adım daha geri çekildi. Bakışları gururlu bir tebessümle üzerinde gezindirerek sözlerini "Benim küçük kızım, genç bir kadına dönüşmüş." diyerek sürdürdü.

Mutluluk ve özlem gözyaşlarıyla halasına gülümseyen Maddalena, omuzlarından büyük bir yükün kalktığını hissetti. Aylardır belirli aralıklarla Agnesia Halasını rüyalarında görüyordu. Hepsi birbirinden hoş anlardı. Lucca'daki Cardello Villasında, halası ve Edmondo eniştesi ile birlikteydi. Son haftalarda bu rüyalar gittikçe artmaya başlamıştı. Şimdi aylar sonra tekrar halasının kolları arasına girdiğinde içi tarifsiz bir şekilde ferahlamıştı. Agnesia Halası, Maddalena'nın kendi tarafından sahip olduğu tek aileydi. Panzio ailesi olarak geçtikleri bu zor süreçte, aslında yanında kendi öz ailesinden birinin olmasına ne kadar çok ihtiyaç duyduğunun yeni farkına varıyordu.

Maddalena gülümseyerek içini çektiğinde, halasının ellerini öpmüş ve koluna girerek onu villaya doğru çevirmişti.

"Hadi içeri girelim. Yolculuk yorucu geçmiştir, belki yıkanmak istersin. Natilda'ya söylerim suyu hemen hazırlar. Aylar değil sanki yıllar geçmiş gibi, göstermek, anlatmak istediğim bir sürü şey var."

Aylar süren ayrılığın ardından halasına kavuşan Maddalena öylesine mutlu olmuştu ki tüm gün başını döndüren bir heyecanla villanın içinde o köşeden o köşeye koşturmuştu. Rosia Panzio'ya halasının gelişini bizzat haber vermiş, villanın en geniş ve ferah misafir odasına halasının eşyalarını bir an önce yerleştirilmesini sağlayarak tüm hazırlıkların bizzat başında durmuştu.

Günün büyük bir kısmını Rosia Panzio ile birlikte, aile fertleri için düzenlenmiş orta büyüklükteki salonda sohbet ederek geçirmişlerdi. Dul Düşes ile Agnesia Halası arasında çabucak bir dostluk kurulmuştu. İki kadın da zarafet, incelik ve kültür bakımından birbirinden farksızdı. Agnesia Halası akşam yemeğinden önce istirahat etmek için odasına çekildiğinde Maddalena'da kendi dairesine geçmişti. Ayakları ve belinin ağrısı katlanamayacağı boyuta gelmişti. Sabahtan günbatımına kadar sanki daha çok şişmiş gibi üzerine dar gelen elbiseden güçlükle kurtulduğunda Sandrino ile paylaştığı büyük yatakta bir süre kestirmişti.

Akşam yemeğinin öncesinde Maddalena, göğüslerinin altından bollaşarak inen pembe işlemeli yeni elbisesiyle dairelerinden çıkmış ve halasının odasına yönelmişti.

Buharı tüten gül çayını yudumlayan Agnesia, onun içeri girdiğini görünce, şöminenin karşısındaki kadife astarlı geniş sandalyeye geçmiş ve zarif bir ses tonuyla Maddalena'ya karşısına oturmasını söylemişti. Onun bir elini ağrıyan beline diğeriyse karnına yaslayarak güçlükle sandalyeye yerleşmesini izlerken uzanıp yardımcı olmuştu. Endişeli bakışları yüzünde gezinirken, boynundaki kolyeyi fark etmişti.

Lucca kıyılarından toplanmış tatlı su incilerinden dizilmiş zarif kolye, Lucca'ya onlarla birlikte yaşamaya gelen Maddalena'ya, Edmondo ile birlikte verdikleri ilk hediyeydi. Maddalena aylar önce at arabasında kopan incilerini elleriyle tek tek toplamış ve Edmondo onun için tekrar biraya getirtmişti. O günleri hatırlayıp yüreği özlemle sızlayan Agnesia, şimdi karşısında oturan olağanüstü genç kadına bakıp içini çekmişti.

"Seni çok iyi gördüm, yüzün gülüyor. Fakat yine de sormalıyım. Gözlerimin içine bak Maddalena, mutlu musun?"

Arkasına yaslanmış, elini karnının üzerinde gezdirerek bacaklarını esnetmeye çalışan Maddalena, hafifçe gülümsemişti. Hala derinlerde bir yerlerde öz annesinin açtığı yaraları hissetmeye devam etse dahi artık içi eskisi gibi paramparça değildi. Artık onu dinleyeni de, seveni de vardı. Daha yolun başında hayat üzerine kara bir bulut gibi çökmüş olsa da Maddalena, hayatının yeni kısmında birbirine derinden bağlı bir aileyle ödüllendirilmişti sanki.

"Mutluyum. Bunu neden sorduğunu, neler duymuş olabileceğini tahmin edebiliyorum. Fakat gerçekten mutluyum. Evliliğin kendine göre imtihanları vardı ama şimdi mutluyum."

Sözlerinin Agnesia Halasının içini rahatlattığını görebiliyordu. Yüzüne yumuşak bir gülüş yayılmıştı. Sandalyesinde arkasına yaslanırken, insanın ruhuna dokunan zarif sesiyle konuşmaya devam etmişti.

"Çok sevindim. İtiraf etmeliyim ki, senin Sandrino Panzio'nun at arabasıyla villaya döndüğünü duyduğum anda tanışmanızın tehlikeli olabileceğini sezmiştim. Birkaç gün sonra ise Sandrino'nun Edmondo ile görüşmek için evimize geldiğini onu beklerken senin odana bir kutu bıraktığını öğrendiğimde ise artık aranızda bir çekim olduğuna kesin olarak emin olmuştum."

Maddalena duyduklarına inanamayarak, "Biliyor muydun?" diye haykırdı. Şömine ışığıyla parlayan yüzü şaşkınlık doluydu.

"Biliyordun... O zaman niçin bana ne yapacağım hakkında tavsiye vermedin?"

"Verdim, Lucca'da sana değer veren insanlar olduğunu hep söyledim. Fakat sonra gördüm ki sen çoktan kapılıp gitmiştin, beni ya da kimseyi duymuyordun. Farkında bile değildin ama dilinde hep Sandrino ismi vardı. Seni defalarca onu uzaktan izlerken, Edmondo'ya laf arasında onu sorarken yakaladım. İlk günden beri tüm düzemini altüst etmişti. Siz nişanlandıktan sonra ise Sandrino beni görmeye geldiğinde, birlikte gül çayımdan içmiştik. İşte o gün, onun da gözlerinin ardında yatanı gördüm. O da sana kapılıp gitmişti, çay içerken sadece senin hakkında konuşmuştu. Bütün kötü şöhretine, bütün yaptıklarına rağmen yine de birbirinize son derece benzediğinizi ve yakıştığınızı o zaman fark ettim."

Geçmişte yaşadığı kalp kırıklıkları derin bir nefes alır gibi kalbine batarken Maddalena eliyle üst kısmını örgü halinde yukarı toplattığı saçlarını düzeltti ve önüne gelen dağınık buklelerden birini parmağında çevirmeye başladı. O zamanlar hayalperest bir genç kız haliyle bir hayal kurmuştu. Öylesine yürekten dilemişti ki ki Sandrino gibi hovarda, kadınların kalbini kıran adama bir dönüp bir de bakarsın bana âşık olursun deme cesaretini dahi bulmuştu kendinde. Geçmişin kanadı kırıktı belki, çok acı çekmiş, çok gözyaşı dökmüştü fakat iyi ki hayalinin peşinden gitmekten vazgeçmemişti.

O geçmişe dalıp gitmişken, şömine ışığında parıldayan soylu ve zarif yüzünü ona çevirmiş Agnesia Halası sözlerine devam etmişti.

"Seni yeni evine yolcularken öyle endişeliydim ki neredeyse arkadandan yola çıkacaktım. Fakat sonra altından kalabilecek güçte olduğunu hatırladım."

"Sanırım en başından beri onun zor bir adam olduğunu biliyordum. Herkes bu dünyada benim için yanlış bir seçim olduğunu gösterirken, tüm o nedenleri haksız çıkaracak bir sözüm yoktu. Yine de pişman olmadım hiç. Yaptığım tüm seçimler arasında belki en berbat olanıydı ama ona rağmen yine de sevdim onu. Elimde değildi, sevdim işte."

Maddalena'nın kısık bir sesle dudaklarından dökülen bu sözler kalbinden çıkıp gelmişti. Parmaklarında çevirdiği bukleleriyle donakalmışken itirafının sıcaklığı yüzüne yansıyordu.

Sandrino ile tanışması onu her şeyi sorgulamaya itmişti. Lucca'daki hayatını.. Bernardo ile aralarında olan ilişkiyi.. Ünlü çapkın Sandrino Panzio belki berbat biriydi. Fakat hayatının en berbat seçimi olacağını bilse de ona aşık olduğu için hiç pişman olmayacağını hissetmişti. Bu onun için anlık bir heyecan ya da macera değildi. Biliyordu ki bu aşktı. Fakat bu cesareti ise ona aşkın gerçekten de acı tatlı bir meyve olduğunu zor yoldan öğretmişti.

"Biraz önce Edmondo'ya bir mektup yazdım. Senin ne kadar güzel bir hamile olduğundan bahsettim. Okuduğunda eminim benim gibi çok duygulanacaktır. Viterbo gibi Lucca'da bir değişimin kıyısında, Edmondo işlerinden zaman bulduğu ilk anda yola çıkacak."

Şöminenin içinde dans eden alevleri takip eden Maddalena, geçmişte yaşadığı zorluklara öylesine dalıp gitmişti ki halasının sözlerini başta duymamıştı. Son anda Lucca'nın değişimin kıyısında olduğu hakkında duyduğu sözler, onda endişe uyandırırken şaşkın ve masum bir tavırla halasına dönmüştü. *

"Tehlikeli bir durum var mı?"

"Hayır. Kendi isteği dışında yeni belediye başkanının danışma konseyine başkanlık etmek zorunda bırakıldı."

"Öyle mi? Üzgünüm, haberim olmadı. Hemen bir mektup yazıp tebrik edeceğim."

"Fakat iş yükü eskisine göre arttı. Konseyi Giovonni Galeazzi ile birlikte yönetiyorlar, yeni temsilcilerin seçim dönemi olduğu için işleri yoğun."

Agnesia Cardello'nun sakin bir ses tonuyla dile getirdiği bu sözler üzerine odaya tuhaf bir sessizlik çökmüştü. Maddalena'nın saçlarındaki eli aleve dokunmuşçasına kucağına düşmüştü.

Giovonni Galeazzi, Bernardo'nun babasıydı.

Bunca aydan sonra Galeazzi soyadını yüksek sesle duymak tuhaf hissettirmişti. Limandaki o gece çekip gittiğinden beri Bernardo hakkında en ufak bir haber dahi alamamıştı. Mektuplaştığı halasına ara sıra nasıl olduğunu sormayı aklından geçirse dahi buna hakkı olmadığını düşünerek vazgeçmişti.

Fakat her şeye rağmen iyi olup olmadığını bilmek için bencilce bir istek duyuyordu. Uzun kirpiklerinin altından tereddütle halasını izlemişti bir süre. Sonunda sormak isteyip soramadığını anlayan Agnesia Halası, sıkıntılı bir şekilde içini çekmiş, bitirdiği gül çayını aralarındaki alçak masaya bırakırken her an biraz daha tuhaflaşan sessizliği bozmuştu.

"Venedik'e gittikten iki ay sonra, Giovonni Galeazzi oğlunu geri çağırdı. O zamandan bu yana, görev ve sorumluluklarını titizlikle oğlunun üzerine bir giysi gibi oturtuyor. Bernardo'da elindeki avantajı iyi kullandı ve şehirdeki soylu kızlar arasından kendisine ve ailesine yakışır bir eş seçerek evlendi. Böylelikle de gençlik dönemi tamamen bitti. Babasından sonra ailenin başına geçeceği zamanlara hazırlanmaya adadı kendini." 

Maddalena şaşırsa dahi sandalyesinde sakin bir ruh haliyle oturmaya devam etti. Fakat duyduklarının onu meraklandırdığını inkar edemezdi. Dillendirilmemiş sorusunu hisseden Agnesia Halası, yumuşak bir sesle devam etmişti.

"Nicollo di Saverio'nun büyük kızı Günevra ile evlendi."

Bunu duyan Maddalena, ne diyeceğini bilemediğini derin bir nefes alıp, yüzünü okşayan şöminenin içinde dağlanan ateşe karşı tebessüm etti. Güzel yüzlü, kurnaz bakışlı, fesat, bencil Ginevra... Maddalena hep onun iğneleyici sözlerine ve kıskançlıklarına katlanmak zorunda kalmıştı. Bernardo'ya karşı çocukluklarında başlayıp ve büyüdükçe artan ilgisinin ise hep farkındaydı. O zamanları düşünürken, umarım birçok insandan daha çok sevilmeyi hak eden Bernardo'ya o sevgiyi verebilir diye geçirdi içinden.

"Mutlu olmayı en çok hak eden insanlardan biri. Umarım çok mutlu olur."

Kalın bir kumaştan dikilmiş kül rengi elbisesi içinde Natilda, dairenin kapısını aralayınca içerideki muhabbetlerinden kaynaklanan sakin hava bir anda gergin bir hale bürünmüştü.

"Dük Panzio buradalar."

Takdimin ardından soylu dudakları keyifli bir gülümseyişle kıvrılmış olan Sandrino açık kapılarda görünüverdi. Oturduğu yerde sıçrayan Maddalena sandalyesinin ahşap kolunu kavramışken, onun olduğu tarafa doğru bakmıştı. Üzerinde sabah giydiği çivit mavisi duble düğmeli ceketi vardı. Yakalarındaki bağları gevşetmişti. Altın yaldızlı kabzası olan hançerini deri kemeriyle birlikte çıkarmıştı. Günlerdir olduğu gibi eve ancak hava karardığında geliyordu. Kendinden emin uzun adımlarla onlara yaklaşırken, okyanus mücevheri gibi parlayan mavi gözleri üzerlerinde dolaşmış ve ardından önünde durduğu Agnesia Halasını selamlamıştı.

"Sinyora Cardello, hoş geldiniz. Geldiğinizi duyunca gelip hemen görmek istedim."

Sandrino zarif bir esneklikle eğildi ve halasının elini dudaklarına götürüp kibarca öptü. Geri çekildiğinde Maddalena'nın yanına giderek elini omzuna koyup, şaşkın yüzüne incelemeye başladı.

"Biraz önce sıçradın mı sen?"

"Ha-yır."

"Halanla hasret gidermenizi mi böldüm? Lucca'dan son haberleri mi alıyordun?"

İnce örtülü sorusu üzerine Maddalena'nın vücudundan bir ürperti geçti. Güçlükle yutkunarak derin bir nefes aldığında kekeleyerek cevap verdi.

"H-h-ha-ayır"

Sandrino usulca başını salladı. Yüzüne doğru eğdiği başını kaldırdığında bakışları karşısında oturan halasına döndü. Onunla konuşurken ses tonu sıcak ama aynı zamanda profesyoneldi.

"Sinyor Cardello'nun işleri yoğun sanırım. Meclisteki yeni mevkiisi onu çok meşgul ediyor olmalı."

"Maalesef öyle, gönülsüzce kabul ettiği bir işe kendini bu kadar adaması tam Edmondo disiplindi gibi bir adamın yapacağı şey."

"Şikayet etmekte çok haklısınız. Şehrin danışmanlık konseyine başkanlık etmek adına yorgun düşmüştür elbette. Yine de onur duyulacak bir konum, Edmondo Cardello'yu yeni mevkiisi için tebrik ettim fakat bir kez de siz sözlü bir şekilde dile dökmek isterim."

Sandrino halasıyla her zamanki gibi son derece beyefendice ve onu muziplikleriyle güldüren sıcakkanlı edasıyla konuşmaya devam etmişti. Yaklaşan doğum ve onun iştahının açılması hakkında kısaca şakalaşmışlardı. Akşam yemeğinin hazır olduğunun bildirilmesiyle sohbetleri sona ermişti. Agnesi Halası önden ilerlerken, ikisi birkaç adım arkada kalmıştı. Sandrino ağır bedeni yüzünden yavaş yürüyen Maddalena'nın koluna girmiş ona eşlik ediyordu.

Halasının duymayacağından emin olduğu ilk fırsatta Maddalena yeşil gözlerini Sandrino'nun yüzüne doğru kaldırıp içinde tuttuklarını döküvermişti.

"Benim Edmondo eniştemin danışma meclisine başkan olduğundan biraz önce haberim oldu. Sen ne zamandır biliyordun?"

Sorusuyla birlikte gergin bir şekilde kısılan gözlerini onun yüzüne çeviren Sandrino, sinsi bir ifadeyle gülümsedi. Uzanıp örgüsünden serbest kalan bir saç tutamını yüzünden geriye çekerken, aşırı kibarlaşan sesi imalı doluydu ama deniz mavisi gözleri keyifli bir ışıltı taşıyordu.

"İyi biliyorsun ki, Lucca benim özel ilgi alanım sevgili karıcığım. Orada yaşananlara, yaşayanlara özel bir ilgi duyuyorum."

Maddalena bu sözlere gözlerini devirerek karşılık verirken delisin diye mırıldandı. Onu sinir etmeyi başardığı için gülmeye başlayan Sandrino'nun rahatsız edici sesine dayanamıyordu. Bu keyfini nasıl kaçıracağını iyi biliyordu, elini artık patlayacakmış gibi duran büyük karnının yanına bastırdığında, ona uyarıcı sert bir bakış attı.

"Benimle uğraşmaya devam edersen, hemen şimdi doğurmaya karar verebilirim sevgili kocacığım."

Bu tehditliyle birlikte duraksayan Sandrino'nun korku dolan gözleri, kısa bir süre tombul yüzüyle büyük karnı arasında gidip gelmişti. Yutkunarak korkusunu gizlemeye çalıştığında, alaycı bir tavırla teslim olurcasına ellerini yukarı kaldırmıştı.

"Teslim oluyorum sarı papatya. Sen kazandın."

Çocuksu bir zafer ifadesiyle gülümseyen Maddalena, eliyle saçlarını savurdu. Aynı anda alt dudağını dişlerinin arasına almış, içinden kopan kıkırmayı bastırmaya çalıştı. Tehditkâr bir ifadeye bürünmeye çalışsa da başaramıyordu. Kısık bir sevinç çığlığıyla tıpkı onun gibi ellerini yukarı kaldırıp hafifçe sallarken "Güç bende." diye mırıldandı. Onun sevimli halini izleyen Sandrino ise başını döndüren derin gırtlaktan gelen bir ses tonuyla gülmeye başladı.

O sırada ikisi de, birinin onları izlediğini hissetmiş ve bakışlarını karşıya çevirip baktıklarında Agnesia halayı yüzünde mutluluk dolu bir gülümsemeyle görmüşlerdi. Maddalena olduğu yerde kızarırken Sandrino'nun halasına bakan mavi gözleri arsız bir neşeyle ışıldıyordu.

"Yeğeniniz benimle uğraşmaya bayılır. Hatta o kadar söylüyorum, işi gücü aklı fikri hep ben. Bir an ayrı kalamaz benden."

Yüzündeki cezbedici gülümsemeyle konuşan Sandrino, aynı anda kolunu beline atıp onu kendine çekmişti. Sözlerinin sonunda ona çapkın bir bakış atıp hep ben hep ben diye tekrarlamıştı. Maddalena onu dirseğiyle dürtmüştü, Sandrino'nun bu neşeli halleri çok hoşuna gidiyor olsa da halasının önündeki arsızlığı onu utandırmıştı. Fakat aldırış etmeyen Sandrino şakacı tavrına devam etmişti.

"Agnesia Hala, siz çiftlerin zamanla birbirinin huylarını aldığına inanıyor musunuz? Çünkü biz oldukça birbirimize benziyoruz, bakın tablo gibiyiz."

Onların bu halini eğlenceli bulan Agnesia, gülümseyerek önüne dönmüş ve aşağı inmek üzere merdivenlere yönelmişti. Bunu fırsat bilen Maddalena çocuksu bir kıskançlık hissiyle dirseğini bu kez çok daha sert bir şekilde Sandrino'nun karnına geçirmişti.

"O benim halam."

Acıyla inleyen Sandrino'nun alaycı tebessümü yüzünde donup kalmıştı. Kaşlarını çatmış, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"Neydi bu şimdi?"

"Benim halam. Senin değil."

"Niye benim de halam olamıyor? Hem halan beni çok seviyor. Lucca'da bana kendi demlediği gül çayından bile ikram etmişti."

"Çünkü insanları cazibenle nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyorsun."

"O gün at arabasında seni etkilediğim gibi mi?"

"Konuyu dağıtma. Benim halam dedim, paylaşmayacağım."

Bu sözlerine inanamayan Sandrino ona ters ters baktı. Hamileliği ilerledikçe alınganlıkları artmaya, huysuz olmaya başlamıştı. Bu yüzden, bir süre önce onun değişken ruh hallerine büyük tepkiler vermekten vazgeçmişti. Fakat şu anki alınganlığına şaşırmamak elde değildi, kahkaha nöbetine tutulmamak için dudaklarını sıkarken usulca yeniden yanına sokulup kolunu beline dolayarak onu kendine çekmişti.

"Ne? Benim annem nasıl senin annen oluyorsa, senin halan da benim halam olabilir. Hem burada kıskanacak biri varsa o da benim. Son aylarda annemle benden daha samimisin. Dışlandığımı hisseder gibiyim."

"Sandrino sen asla dışlanmazsın. Annenin dünyası adeta senin etrafında dönüyor."

Sözlerini Sandrino'nun hoşuna gitmişti. Gözlerinin içi parlamış, hafifçe gülmüştü. Çok bir manzaraydı doğrusu. İnatlaşmayı kenara bırakan Maddalena elini pazısına koyup tereddütlü bir şekilde karşısındaki masmavi gözlere baktı. Annesini kaybettiğinde çok büyük bir kedere boğulacaktı. Sandrino avucunu yanağına yaslayıp, burnuyla burnunda daireler çizdiğinde umutsuzluk içinde içini çekerek gülümsemeye çalıştı. Fakat dikkatli bakışlarından tıpkı onun gibi dikkati başka bir konuya kayan Sandrino'nun geri çekilirken sırtının dikleştiği ve omuzlarının gerginleştiği gözünden kaçmamıştı.

"Bu arada sana tatsız bir haberim var."

"Ne? Ne oldu?"

"Bu kadar heyecan yapamamalısın. Aslında hiç söylemeye niyetim yoktu, seni etkilemesinden korkuyorum. Fakat benden duymanı istedim."

"Sandrino söyleyecek misin?"

Sandrino mavi gözleri birkaç saniye boyunca ondan uzaklara dalmıştı. Ardından derin bir nefes alıp tekrar, beklettiği süre boyunca aklına sayısız korku dolu ihtimaller doluşmuş Maddalena'ya çevirmişti. Yüzüne yerleşen sabit ifadeyle bu sabah aldığı haberi onunla palaşmıştı.

"Marianna hakkında. Roma'da düzenlenen bir şenlikte rahatsızlanmış. Benim de bugün kulağıma geldi."

Duyduklarıyla birlikte Maddalena elini ince bir sızı hissettiği kalbinin üzerine koydu. Hisleri sanki onu yarı yolda bırakmıştı. Ne hissetmesi ne söylemesi gerektiğini kestiremedi. Yüzündeki gülümseme solup gitmişti, Sandrino'nun parmaklarının ucuyla kolunda küçük daireler çizdiğini hissedebiliyor ama endişelenmemesini fısıldayan sözlerini takip edemiyordu. Hissettiği tek şey buz gibi ince bir sızı ve derin bir boşluk hissiydi. 

**

Yüzleşmeye hazırdı, en azından günler sonra kendini bir parça olsa dahi hazır hissediyordu. Üzerindeki işlemeli örtüyü düzeltti ve renksiz sayılabilecek solgun yeşil gözlerini kapıya çevirdi. Geliyordu; aşağıdan gelen güçlü ayak sesinin güm edişini duyabiliyordu. Kendi dairesindeki yatakta, sırtını yükselttiği kuş tüyü yastıklara vermiş oturan Marianna'nın bedeni beklentiyle gerildi. Üzerindeki kalın örtüye rağmen soğuktan donduğunu hissediyordu.

Ercole, gıcırdayan bir ses eşliğinde çift kanatlı kapıyı açtı. Marianna hızlanan nefesini düzenli tutmaya çalışırken bakışları sessizce kocasının dağınık görünüşü üzerinde dolaştı. Biçimli yüzüne karanlık bir gölge yerleşmişti, üzerindeki buruşuk siyah pelerin omuzlarından sarkıyordu. Aylar önce evlendiği parlak adamdan çok farklıydı. Işığının parıltısı sönüp kaybolmuştu, içindeki karanlık eskisinden daha güçlüydü. Gözleri buluştuğunda Marianna gerginlikle yutkundu, başına korkunç bir ağrı girmiş gibi kulakları uğuldamaya başladı.

Günlerdir süren, insanın kanını donduran soğuk sessizlik dairelerinin içinde kafesine sığmayan bir canavar gibi homurdanıyordu. Ercole bir anlığına yüzüne baktı ardından bakışlarını yatağı kaplayan örtünün üzerindeki yıldız işlemelere çevirdi. Bir süre daha konuşmadı. Acı verici derecede uzun bir sürenin ardından tavana bakarak konuştuğunda aralarındaki sessizlik duvarı sonunda yıkılıverdi.

"Erkekmiş."

Kahredici gerçeğini daha da acılı hale getiren bu söz üzerine Marianna gözlerini kapatarak dudaklarını birbirine bastırdı. Ercole üzüntüsünü hissetmiş gibi dudaklarını kıvırdı. Ona suçlayıcı bir soğukluk ve acımasızlığın birbirine karıştığı bir bakış attı ve tüyler ürpertici bir sesle fısıldamaya devam etti.

"Bir oğul daha."

Bebeğini kaybetmişti. Marianna'nın günlerdir tek hissettiği şey, içindeki bebeğin bacakları arasından kayıp gittiği o rahatsız edici andı. Hatırlamamaya çalışıyor ama o anlar beklenmedik bir fırtına gibi zihnini istila ediyordu.

Roma da katıldığı Antino Danigelli'nin daveti boyunca şehrin önde gelenlerin danslarını seyretmiş, sahnelenen piyese beğenisi kahkahalarla göstermiş, servis edilen kaliteli şarabın tadına bakmıştı. Şehrin canlılığı ve lüks onu her zaman mutlu ederdi, elbisesinin bol kıvrımları sayesinde saklamayı başardığı karnını düşünmeksizin dilediğince dans edip eğlenmişti o akşam. Gecenin ilerleyen vakitlerinde ayakları şişen Marianna, tuhaf bir his ve ince bir sızıyla evine dönmüştü. Şehirdeki Nicoletta Sarayının merdivenlerini iki büklüm halde çıkmaya çalışırken dayanılmaz bir ağrıyla yığılırcasına dizlerinin üzerine düşmüştü. Bacakları ve yer kanlar içinde kalmıştı. Çocuğunu ona bağışlaması için Tanrı'ya dua etmesinin bir anlamı olmadığını anlaması uzun sürmemişti, daha önceki gibi her şey çok hızlı olup bitmiş ve taşıdığı bebeği çoktan kaybetmişti.

Ertesi gün Ercole'nun istediği üzerine Viterbo'daki saraya yerleşmişti. Bir süredir şehirde kalan kocası vali olana kadar şehirde kalmalarına karar vermişti. Aynı çatı altında oldukları üç gün boyunca onu yalnızca bir defa görmeye gelmişti. Aralarında herhangi bir konuşma dahi geçmemişti, kapının eşiğinde onun yatağında istirahat eden haline şöyle bir bakmış ardından tekrar büyük sarayın koridorlarında kaybolmuştu. Marianna ise kendini odaya kapatıp bunları neden yaşadığını düşünmekle öylesine meşguldü ki gözü Ercole'yu görmemişti.

"Yeni bir kayıp. Bana bir varis vermeyi başaramadın."

Tam karşısında, büyük sayvanlı yatağın ayakucunda uzun boyluyla dikilen Ercole üstelemeye devam etti. Son iki gündür süren sessizlik zulmü artık canını yakan soğuk bir vicdansızlığa dönüşmüştü. Göz kapakları titreyerek güçlükle aralanan Marianna, rengi gibi hayat kaynağı da solmuş yeşil gözleriyle ona sitemkar bir bakış attı.

"Üzgünüm."

Konuşmaya çalışan Marianna'nın sesi çatallanmıştı. Sanki çok uzak bir yerden konuşuyor gibi, kayıptı ses tonu. Vücudunu ele geçiren ağırlık hissi o kadar yüksekti ki artık mücadele edecek durumda değildi.

"Vârissiz bir toprak lanetlidir. Bir oğlum olmadan güçsüzüm. Bu Tanrı'nın beni kutsamadığının işareti. Ya da seni..."

Ne sağlığıyla ilgili bir soru ne onu rahatlatmak için bir söz... onun oğlunu doğururken ölebilirdi ama doğuramadığı için suçlamayla üzerine gidiyordu. Evlendiklerinde Ercole'nun hırslı ve bencil bir adam olduğunu biliyordu ama öfkesinin öznesi haline geleceğini hiç tahmin edememişti.

Marianna zaten günlerdir tüm zamanını Tanrı'nın onu neden böylesine büyük bir cezayla sınadığını düşünerek geçiriyordu. Ercole'nun herhangi bir suçlamasına ihtiyacı yoktu. Tanrı varis doğurabilmesi için bir şans daha vermişti ancak o da elinden kayıp gitmişti. Belki de Tanrı'nın gözünde gerçekten değersizdi. Çocuklarını bu yüzden elinden alıyordu.

"Sana yardım etmeye çalışıyordum. Senin için gece gündüz Roma'da her davete katıldım. Amcan öldüğünde seni yıkmalarını önlemek için, Viterbo şehrinin valisi sen olabilmen için, herkesten güçlü olabilmen için çocuğumu kaybettim. Bu işte birlikteydik Ercole."

Sözleri Ercole'nun dudaklarının küçümseyici bir şekilde kıvrılmasına neden oldu. Elini gergin bir şekilde koyu renk saçlarının arasına geçirirken boğazından kaçan sinirli kıkırdamaya hakim olamadığı açıktı. Delici ela gözleri tekrar ona odaklandığında açıkgözlülüğü Marianna'yı rahatsız etmişti.

"Birlikte değildik Marianna. Sen bunu bizim için yapmadın, kendin için yaptın. Belki de senin hırsın yüzündendi, sen kendi bencilliğin ve kız kardeşinden üstün olma hırsın yüzünden çocuğunu kaybettin. Sana hiç kimse Roma kırsalındaki villada verilen davete gitmeni ve orada dans etmeni söylemedi. Nedimelerinle konuştum; hepsi günler öncesinden ağrılarının olduğunu hatta birkaç hafta önce kanaman bile olduğunu söylediler. Seni hareket etmemen için uyarmışlar ama hepsini azarlamış ve hiç kimseye söylememeleri için tehdit etmişsin. Karnındaki bebeği hiç önemsememişsin."

"Sana yardım etmek için gittim!"

"Tanrı bana ikinci bir şans vermişti, oğlum olma şansı. O davete gitmeseydim, belki de benim oğlum doğacaktı."

Ona yönelttiği korkunç suçlama karşısında nefesi kesilen Marianna, kuvvetli ve sarsıcı bir nefret dalgasının tüm bedenine dolduğunu hissetti. Hırslı ve kıskanç bir adamla evliydi, hiçbir iyi yanı olmadığı halde insanların onu destekleyeceğine inanacak kadar kibirliydi de. Fakat nasıl bir adam olursa olsun onunla evliydi ve bu da geleceğinin onun başarılarına bağlı olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Oturduğu yerde sinirden titremeye başlayan Marianna, çaresizlik içinde sesini yükseltmişti.

"Üzgünüm Ercole!"

Ercole yorgun bir halde derin bir nefes aldığında, elini birkaç günlük sakallarıyla kaplı çenesine götürdü. Başını çevirip şöminenin içindeki alevleri izlerken, kaygılı bir şekilde çenesini ovuşturdu.

"Herkes, Panzio'nun Papa üzerindeki etkisinin arttığını konuşuyor."

"Roma'da aile dostlarımızla konuştum seni destekleyecekler."

"Yeterli değil. Viterbo Valisi olmak için yeterli sayıda değil."

Marianna gözlerini kaçırdı, dilinin ucuna gelen sözleri söylemesi mümkün değildi. Roma'da birçok önemli görüşme gerçekleştirmiş olmasına rağmen umduğu desteği bulamamıştı. Amcası Kardinal De Benardi dahi ona güven vermemişti. Onu Vatikan'daki gösterişli sarayına kabul etmiş, özel çalışma odasında ağırlamıştı fakat dudaklarından dökülen sözler Marianna'nın adeta elini kolunu bağlamıştı. "Ercole, Amcasının baş danışmanı olarak görevlerini layıkıyla yerine getirdi. Ancak, Viterbo şehrinin başka bir şeye ihtiyacı var." demişti. Marianna çekimser bir sesle bunun ne olduğunu sorduğundaysa aldığı cevap "Bilgelik." olmuştu. Viterbo Valiliği için bilge bir adama ihtiyaç vardı. Rüşvetle kandırılamayacak kadar mert ve namuslu kişilerin gözünde bu kişi kibirli, çabuk öfkelenen, dengesiz bir karaktere sahip Ercole Nicoletta değildi.

Amcasıyla arasından geçen bu konuşmayı Ercole'nun yüzüne çarpmak geliyordu içinden aslında ama Marianna bunun yerine derin bir nefes alıp onu geçiştirmeyi seçti.

"Görüşmelerim daha tamamlanmamıştı."

"Neredeyse bir haftadır Roma'dasın ve sonuç? Koca bir hiç."

Ercole entikaları ve komplo planları hakkında söylenmeye devam ederken Marianna sessizce onu izledi. O da, her kadın gibi düşük yaptığı için suçlanmaktan önce, sağlığını düşünecek bir adamla evli olmayı ne çok isterdi. Ercole'nun hep bir kavga sebebi arayan öfkeli, kaba ve bencil tavırlarına alışkın olsa dahi yaşadığı duygusallık yüzünden bu kez rahatsız edici tavırlarının altından kalkamadı. Sinirden dişlerini sıkarken daha fazla kendini tutamadı ve cesurca çenesini kaldırıp sert bir tavırla Ercole'nun sözünü kesti.

"Eğer biraz daha farklı birisi olsaydın seni destekleyebilirlerdi."

"Ne dedin sen?"

"Beni duydun. Duygular, zayıflığın kusursuz emareleridir. Öfkesini kontrol edemeyen, kininden gözü kararan bir adam olmak yerine bilge bir adam olsaydın, belki de seni desteklerdi."

Bu sözleri Ercole'nun dudaklarında asılı kalmış bir hayretle ona bakakalmasına neden oldu. Ondan bunları duymadığı beklemediği açıktı. Yatağa bir adım daha yaklaştığında, dudaklarında kuru bir gülümseme belirmişti.

"O zaman ayağını denk al da zayıf bir adam olarak seni de kendimle birlikte yıkılışıma götürmeyeyim."

Bu tehditkâr sözlerin ardından Ercole, ona arkasını döndü. Kapıya doğru adım attığı sırada bir an duraksayıp, omzunun üzerinden bakışlarını yatakta üzerindeki beyaz geceliği kadar solgun görünen Marianna'ya çevirdi.

"Belki de Tanrı ikimizi de cezalandırıyordur."

Bunun ardından yatak odasının kapısı can sıkıcı sert bir pat sesiyle kapandı ve Ercole'nun koridorda uzaklaşan ayak sesleri Marianna'nın yeniden bütün sinirlerimi harap etti. Bir kadın bebeğini kaybederse, o evliliğin uğursuzluğuna ya da kadının işlediği günahın büyük bedelini ödediğine inanılırdı. Üzerindeki kalın gecelik ve yünlü örtüye rağmen soğuktan titreyerek, ağrılarına karşı dişlerini sıkarak yataktan çıktı. Omuzlarına kalın örtüyü sardığında, sandalyelerinin bir tanesine oturmak için ateşin olduğu yere yürüdü. Küçük bir sinir krizi geçirmenin eşiğindeydi, diğer yandan uyuşmuş duygularına izin verirse bir daha onları kontrol edememekten korkuyordu. Yeşil gözlerini sıkıca kapadığında, göz kapaklarında beliren ateşin kırmızı titreşimlerini hissetti.

Tanrı'nın sevdiği kullarından biri olduğuna olan inancı kırılmıştı. Neticede De Benardi ailesinin laneti onu da bulmuştu, sonunda hiçbir zaman sevilmemiş, sevgi nedir bilmeden yaşamış Contessa De Benardi'den farksız bir kadın olup çıkmıştı. Artık annesinin kaderini yaşadığına inanır olmuştu.

Diğer kadınlar bebeklerini karnında taşıyıp doğururken, ikinci bebeğini de kaybetmesine bir anlam veremiyordu. Marianna bir an için kuvvetli ve sarsıcı bir nefret dalgasının tüm bedenine dolduğunu hissetti.

Maddalena doğurmak üzereydi.

Agnesia halası yanındaydı. Kardinal De Benardi belki de valilik seçimlerinde Panzioların tarafını tutacaktı. Ağabeyleri Alfonso dahi Panzioların dolayısıyla Maddalena'nın yanındaydı. Anneleri ölmüştü. Marianna bu zalim dünyada yapayalnız kalmıştı işte! Oysa her şeyin başında -Maddalena Lucca'da yaşarken- herkes onun yanındaydı. Gelişiyle Marianna'nın bütün hayatını mahvetmişti. En başından beri planı, Panzio ailesine yaslanarak onu ezip geçmekti. Sonunda istediğine ulaşmak üzereydi!

Onun hayatı yıkıntılar içinde kalırken Maddalena'nınki yükseliyordu. Maddalena'nın mutluluğu onun mutsuzluğuydu.

**

Dudakları sert bir çizgi halini almış Ercole Nicoletta sarayın avlusunda ilerlerken çakıl taşları ağır çizmelerinin altında çatıyordu. Keskin bir nefes aldığında, Anto'nun ona doğru geldiğini gördü. Son günlerde yanına yaklaşma cesareti olan tek kişi güvenilir danışmanıydı. Amcasının hastalanarak yatağa düşmesiyle başlayan gergin süreç onu olduğundan daha öfkeli ve katlanılmaz bir mizaca büründürmüştü.

Karşısına geçtiğinde, ona kısa bir selam veren Anto, ceketinin içinden çıkardığı mühürlü mektubu ona uzatmış aynı anda kısık sesle konuşmaya başlamıştı.

"Efendim, altınların büyük kısmı limana ulaştı."

"Güzel. Bu gece hazinedeki açık kapandığında, bu iş bitmiş olacak. Sen de adamların başında olacaksın."

**

Düşmanının küçümsemenin yenilgiye giden yol olduğu söylenir.

Karanlık puslu gecede Sandrino, Viterbo'nun kasvetli sokaklarında gizlenerek ilerlerken bu sözleri düşündü. Bir zamanlar tanıdığı, zevk ve sefa düşkünü kaygısız bir adam vardı. Başından geçen kötülükler ona madalyonun karanlık tarafını göstererek gençlik zevkleriyle yaşayan o genç adamı mümkün olduğunu düşündüğünden daha karanlık bir yöne çekmişti. Şimdiye kadar hep Panzio adı için uzun yollar kat ettiğine inanmıştı, mecbur kaldığında sert ve kurnaz olabileceğini biliyordu ama sevdiklerine zarar verecek olanları yok edecek olan içindeki o şevk yeni ve çok güçlü bir histi. Pek çok yönden hala dünyevi zevklere düşkün olabilirdi ancak çehresi artık sert, kararlı ve sevdikleri uğruna her şeyi yapabilecek bir ışıkla parlıyordu.

Valilik Sarayının geniş cephesi görüş alanındaydı. Geceye yoğun bir sis, ürpertici bir karanlık hakimdi. Buna rağmen devasa iyonik sütunların en üst kısmına kazınmış, Papalık Armasının keskin kıvrımları gösterişli gümüşi kabartmaları seçiliyordu. Gölgelerin arasından geçen Sandrino, sarayı bir uçtan diğerine kat etti. Bir yandan her adımda çizmelerine çamurlu pis sular sıçrarken, diğer yandan donyağı dumanı ve lağım kokusuna karşı eldivenli eliyle burnunu kapattı. Şehri saran pis koku alışabilecek gibi değildi. Sonunda Valilik Sarayının eski kapılarına vardı. Ortalık terk edilmiş gibiydi. Kemerli cephenin altında nöbet tutan muhafız yoktu. Oldukça nadir kullanılan kapılarda genelde iki ya da üç muhafız bulunurdu fakat o gece kapının biraz gerisindeki saman yığının üzerinde sızmış orta yaşlı muhafızdan başkası görünmüyordu.

Sandrino, yanındaki silahlı muhafızlarla birlikte taştan yapılmış geniş kemerin karanlığına çekilerek beklemeye başlamıştı. Simsiyah giysileri kemerin altındaki varlıklarını perdeliyordu, karanlıkla bir bütün haline gelmişlerdi. Kollarını göğsünün önünde kenetlemiş, en ufak bir kıpırtıda bulunmaksızın grubun önünde dikilirken, taştan oyulmuş bir heykel kadar hareketsizdi. Bir süre öylece ölüm sessizliğine bürünmüş sokağı ve karşıda sönmek üzere olan cılız meşale alevinin kıvranışını izleyerek bekleyişlerini sürdürmüşlerdi.

Sonunda beklenen sesler duyulmaya başlanmıştı. Onlar gibi siyah giyinmiş adamlar kalenin arka kapılarına doğru ilerliyordu. Islak avlunun kaygan taşlarına çarpan nalların ve küçük yük arabasından gelen şangırdama sesleri bir anda her yeri sarmıştı. İki at tarafından çekilen yük arabasının üzeri örtüler tarafından kapatılmıştı.

Aralarında kendi adamı Genaro'nun da olduğu yanındaki küçük muhafız alayı hareketlendiğinde Sandrino, eldivenli elini hafifçe kaldırarak beklemelerini işaret etti. Karşıdaki küçük avluda, atlarından inen Nicoletta'nın emrindeki adamların altın sandıklarını ortaya çıkarmalarını ve onları suçüstü yakalamak istiyordu.

O sırada avludaki adamlardan iri olanı, belindeki hançeri çekmişti. Duyduğu gürültüyle sıçrayarak kendine gelen muhafızın üstüne yürüyordu. Gözlerini kısmış karanlığın içindeki gölgeleri seçmeye çalışan zavallı adamın, ani bir şiddetle saçından tutmuş ve başını öne çektiğinde elindeki hançerle boğazını şiddetle yarmıştı. Hırıltılarla yere yığılan sarhoş adama arkasını döndüğünde, aynı anlarda Ercole Nicoletta'nın danışmanı Anto, ceketinin cebinden çıkardığı iri anahtarla ağır kapıları açmıştı. Kilit ve menteşeler çok eskiydi açılırken kulakları tırmalayan bir ses çıkartmıştı. Bunun üzerine panikleyip öfkelenen adam arkasını dönerek onu izleyen diğer muhafızları azarlamıştı.

"Ne bekliyorsunuz? Hadi, bir an önce altın sandıklarını içeri taşımaya başlayın. Buradaki iş bittiğinde de şu adamı tavernanın sokağına bırakın. Görev başında sarhoş oldu, bir taverna kavgasında öldürüldü denir."

Muhafızlardan ikisi yük arabasının üzerini kaplayan, kalın örtüyü kenara çekmiş ve iki tarafından tutuğu sandığı yukarı kaldırmışlardı. Duvarda asılı meşalenin ancak kendi çevresini aydınlatmaya yettiği o anlarda, hiçbiri uzun boylu karanlık bir gölgenin avlunun hemen karşı tarafında hareketlenmeye başladığını fark etmedi.

Sandrino yaşananları takip ettiği kemerin altından çıktığında sisin arasından geçerek Ercole'nun adamlarının tam karşısında dikilmişti. O an bir şeylerin ters gittiğini hisseden Anto, başını kaldırmış ve etrafı kaplayan yoğun sisin arasından çıkan adamları ve onlara önderlik eden Sandrino Panzio'yu görmüştü. Sadece birkaç adım uzaktalardı ve avlunun çıkışını kapatıyorlardı. Arkasındaki Nicoletta muhafızları ellerindeki sandığı gürültüyle arabaya bırakırken, içindeki altınların şıngırtıları etrafta yankılandı. Anto içini kaplayan panikle, sonu olacağını hissettiği Sandrino Panzio'nun adını sayıklarken çaresiz bir sesle boğuldu.

"Sandrino Panzio."

Sandrino'nun bakışlarındaki keskinlik, etrafı saran karanlıkta dahi parlıyordu. Ne yapacağını bilemeyen, panikle gerilerken bakışlarını onun beraberindeki Panzio muhafızları üzerinde gezdiren Anto, ani bir hamleyle kaçma girişiminde bulundu. Fakat muhafızlar tarafından engellendi.

"Hayır!"

Adamın bağrışlarına aldıramayan Sandrino ürpertici adımlarla yük arabasına doğru ilerledi. Biraz öncesine kadar içeri taşınan büyük sandığın önünde durduğunda uzanıp kilidini açtı. Gennaro yanına gelmiş ve onunla birlikte kaldırdığı ağır kapağın altında yatan altınlara bakmıştı.

"Koca bir servet. Kilise Devletinin en büyük eyaletine vali olabilmek adına harcanabilecek kadar büyük bir servet."

Başını eğmiş, sandığın içindeki alınları şöyle bir karıştıran Sandrino, yanı başındaki Genaro'nun sözlerini duyduğunda başını sallamıştı. Biraz ötede başına geleceklerin korkusuyla çırpınan Anto'ya aldırış etmeden sakin bir tavırla konuşmuştu.

"Ercole Nicoletta önce şehrin parasını çalıyor sonra da lütfedip yerine koyuyor."

İki muhafız panik içindeki Anto'yu kollarından tutmuş ve onlara bakacak şekilde çevirmişlerdi. Birkaçını avucunun içine aldığı, gecenin karanlığında dahi parlayan altınları tartan Sandrino'yu izlerken muhafızların arasında debelenerek bağırıyordu.

"Hayır. Hayır."

Sandrino birtanesi haricinde avucunda topladığı tüm altınları geri bırakmıştı. Soğuk bir parıltıya dönüşmüş mavi gözlerini kaldırdığında, eline kalanı Anto'ya doğrultmuştu.

"Bu para sizin değil. Şehrin fonlarından gelen para. Kimsenin haberi olmayacağını düşündü. Aylardır şehrin hazinesini kendi parası gibi harcadı, şehrin madenlerini kendi adına çıkartıp Akdeniz limanlarında sattı."

"Eğ- eğe-."

"Eğer, Giacomo de Costanzo şehrin hazinesinin boş olduğunu fark ederse efendin vatan hainliği ile suçlanır. Öyle değil mi?"

Muhafızların demir gibi tutuşu yüzünden hareket edemeyen Anto, sesinin keskin tonu ve sözlerindeki korkunç gerçek karşısında ürkmüştü. Elinde tuttuğu altını sandığa atan Sandrino, gök gürültüsü gibi üzerine yürümüştü. Gittikçe daha büyük bir korkuya kapılan adamın bakışları arkasındaki altınlarla dolu sandıkla üzerine gelen Sandretta Dükü Sandrino Panzio arasında seğirirken boğazında acı veren bir yumrunun arasından konuşmaya çalıştı.

"Para burada."

"Fakat bu gerçeği değiştirmiyor, Ercole Nicoletta şehrin hazinesinden çaldı. Bu getirdiğiniz, maden satışından kazanılan para. Şehirden çaldığınız nerede?"

Bu sözleri üzerine Anto'nun gözleri duyduklarına inanamayarak büyüdü. Korku ve yaptıklarının ortaya çıkmış olmasının paniğiyle bastırılmış hisleri yüzünden adamların kollarında öfkeyle kendini öne itti.

"Benden bir itiraf alamayacaksın Panzio!"

"Şimdi konuşmaman, daha sonra eziyet ederek itiraf alamayacağımız anlamına gelmez."

Adam başına gelenlerin dehşetiyle konuşamadı. Aynı anlarda, başında durduğu sandığın kapağını kapatan Gennaro, kilidi geçirdiğinde kendi adamlarına sandığı almalarını işaret ediyordu.

Sandrino, Ercole'nun altınları getirip kolayca açığı kapatmasına izin verecek değildi. Haberi aldığında, Papa Julius'un olayı araştırmak üzere görevlendireceği adamların şehrin fonlarının yerine olmadığını kendi gözleriyle görmelerini istiyordu. Üzerindeki siyah pelerini düzeltirken sert ve karanlık suratında zalim bir sırıtış belirmişti. Adalet elbet yerini bulurdu ama bu kez küçük bir yönlendirilmeye ihtiyaç vardı, bunu yapan kişi olmaktan da zalimce bir zevk alıyordu.

Keyifli bir mırıltıyla Panzio muhafızı tarafından getirilen atına ilerlemişti. Anto'nun arkasından yükselen sesini aldırış etmiyordu, bu puslu gecede onun işi bitmişti. Fakat Atı Kötü Şöhret'in kestane rengi yelesini okşayıp, ayağını üzengiye geçirdiği sırada duydukları onu yolundan çevirmişti. Saldırgan bir tavır takınıp Ercole'nun onun sonunu getireceğini haykıran adama döndüğünde dişlerini sıkıyordu. Elinde tuttuğu yuları kenara atıp, muhafızların zapt ettiği Ercole'nun adamı Anto'nun üzerine yürümeye başlamıştı.

"Boşa zahmete girdiğinizi biliyor musun Anto? Giacomo de Costanzo'nun çoktan şehirden para çaldığınıza dair kanıtı var. Suç bulanabilecek belgeleri sabah Papa'ya gönderecek. Geç kaldınız."

Sandrino'nun karanlık yüzünde, kurnaz, kibirli bir sırıtış kendini göstermişti. Duyduklarıyla birlikte zayıf bir şekilde muhafızların arasında sıkışıp kalan adamın yüzü hayalet gibi solmuştu. Sandrino eldivenli eliniyle uzanıp, siyah pelerinin altından gözüken altın zinciri acımasızca çektiğinde ise söyledikleri ise Anto'nun solgunluğu iyice arttı.

"Ne yazık ki sen bunu efendine söyleyemeyeceksin. Çünkü, şu an buradaki herkes ve her şey gibi, sanki daha önce hiç var olmamışçasına kaybolmak üzeresin. Belki seninle işimiz bittiğinde, biraz önce boğazının kesilmesini izlediğin şu muhafızla birlikte nehri boylarsın. Ne acı bir son değil mi ama?"

**

İki Gün Sonra

Sandrino onu birkaç adım arkasında takip eden sağ kolu Genaro ile birlikte, Viterbo Valilik Sarayının uzun koridorlarında ilerliyordu. Gökyüzünde kararan bulutlar adeta birbiri ile yarışırken o son günlerde olduğu gibi yine evinden uzakta ve bir takım işler peşindeydi.

İki gün önce Ercole Nicoletta'nın çaldığı altınları yerine koymasına engel olmuştu. Tam beklediği gibi etraf oldukça sakindi. Her şey normal seyrinde devam ediyordu. Ercole çabuk öfkelenen bir adamdı lakin tehlikeli zamanlardan geçtiğini de biliyordu. En ufak fevri bir hareketin düşmanlarını şüpheye düşüreceğini bilecek kadar zekiydi. Adamı Anto ve altınların, gece yarısı aniden ortadan kaybolması elini kolunu bağlamıştı. Suç duyurusunda bulunması yaptığı yolsuzluğun ortaya çıkmasına zemin hazırlardı. Köşeye sıkışmış bir halde olmalıydı, araştırmasını sessizce yürütmekten başka bir seçeneği yoktu.

Yoluna devam eden Sandrino, Valilik Sarayının içerisindeki şapelin karanlık ağzından içeri girdi. Ercole Nicoletta içerideydi. Loş ışıkta seçmekte zorlansa dahi, iki sıranın oluşturduğu ince uzun koridorun en başına, Çamıhta İsa heykelinin tam karşısında diz çökmüş adam silueti gözüküyordu. İçeride onun dışında hiç kimse yoktu.

İyi yetişmiş bir Hristiyan olan Sandrino ilerlemeden önce istavroz çıkardı. Bir yandan yüzleşmelerinin Tanrı'nın şahitliğinde yaşanması iyi bir şeydi. Ercole Nicoletta onun geldiğini henüz fark etmemişti. Sandrino başını kaldırdığında sakin ve özgüvenli adımlarla uzun koridordan yürümeye başladı. Issız şapelin duvarlarında yankılanan adımlarının tok sesini işittiğinde Ercole omzunun üzerinden geriye baktı. Ahşap sıraların arasında üzerine doğru gelen Sandrino'yu seçtiğinde öfkeyle dişlerini sıktı.

"Nicoletta, görüyorum ki Kutsal Babamızın bağışlayıcılığına sığınıyorsun."

Sandrino sesindeki hafif küstah bir alayla, sert bakışlarını üzerinde gezdiren Ercole'ya hitap etmişti. Kenarları kakım kürkünden lacivert pelerini her adımında etrafında dalgalanıyordu. İçindeki işlemeli siyah ceketi, eldivenleri ve parlak binici çizmeleriyle birlikte siyah ve mavinin tonları bürünmüşken, bayat tütsü dumanı sarmış puslu şapelin içinde uzun ve güçlü bir görüntüye sahipti.

"Hayır, bağışlanmak için dua etmiyorum. Ben, Tanrı'nın sadık kullarındanım. Ya uzak bir köşede diz çök ya da şapelden defol git Panzio."

Şapelin içi amansız bir kış rüzgârı esmişçesine gerilmişken, tekinsiz bir ruh hali içinde olan Ercole ayağa kalmıştı. Üzerine vuran meşale ışığının altında kalan yüzü kasılmış, seğiriyordu.

"Eğer cehennem varsa hepimiz aynı ateşte yanacağız Nicoletta. Kibrinin seni kör etmesine izin veriyorsun."

"Ben ancak kör Didymus gibi Tanrı'ya hizmet eden bir adam olurum. Kaybettiğin karını benim yanımda aradığın zaman, bir dahaki ters davranışında seni buna pişman ederim Panzio demiştim. Valilik Sarayını terk et Panzio. "

Bu sözler üzerine Sandrino öfkeyle derin bir nefes aldı. Maddalena'nın kaybolduğu gece olanları hatırlatması kontrol altında tutmaya çalıştığı sinirlerine dokunmuştu. Yüzü hala alaycı bir maskenin ardına gizlenmiş olmasına karşın gözlerinin içi alev almıştı sanki. Çaresiz ve kan beynine sıçramış bir halde Ercole'nun yakasına yapışmış, karısının nerede olduğunu sorarken yüzüne birkaç yumruk atmıştı. Onun öfke ve endişeden deliye dönmüş haliyle eğlenen gülüşünü ve durumuyla alay eden sözlerini hatırlamak içini tarifsiz bir öfkenin kaplamasına neden oluyordu. O gece, hep hayatının en berbat gecesi olarak kalacaktı.

Fakat Sandrino tüm öfkesine rağmen kontrolünü kaybetmeyecekti, aralarındaki mesafeyi üç adıma kadar düşürürken tüm özgüveni ve tüm rahatlığıyla Ercole'nun yüzüne bakıp konuştu.

"Beni pişman edebileceğini mi inanıyorsun?"

Kendine olan güveni Ercole'nun hoşuna gitmişti. Suratında şeytani bir gülümseme oluşurken ona meydan okumuştu.

"Benim için zevk olur."

Kafasını iki yana sallayarak ona acı acı gülen Sandrino, sol elini havaya kaldırıp üzerine doğru hafifçe sallarken zevk diye mırıldandı. Ani bir hamleyle topuklarının üzerinde dönerek etrafında yarım bir daire çizmeye başladı. Ercole, onun bu rahat tavırlarına aldırış etmediğini göstermek istercesine bakışlarını üzerine çevirmiyordu. Ağır adımlarla adamın diğer yanına geçen Sandrino can alıcı sözlerini dile getirmeye başladı.

"Benim için ise, elimde oynamamı istemeyeceğin kartları tutmak bir zevk. Gerçek şu ki Nicoletta, hiçbirimiz masum değiliz. Fakat senin itiraf etmem gereken günahlar bizimkilerden çok daha fazla."

"Bu sözler senden geliyor. Günahkar bir adamdan."

Sandrino onu günahkarlıkla suçladığında sıklıkla yaptığı gibi umursamazlıkla dudaklarını kıvırmıştı. O ne isterse yapar ve kimsenin ne dediğini umursamazdı. İnsanların bu sözleri onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Hayattan zevk alışı yalnızca onu ilgilendirirdi ve hiç kimse onu buradan vuramazdı.

Bu sebeple, dudaklarından umursamaz bir gülüş dökülürken ağır adımlarla etrafındaki dönüşünü tamamladı. Aynı zamanda mavi gözleri turuncu ışığın altında dikkatle Ercole'yu süzüyordu.

"Benden daha ne sözler gelecek.. Madenlerin tükenmesini senin düzenlediğini biliyorum. Danışmanın Anto ve Akdeniz limanlarında altınları satan eski dostun Calvo ile birlikte çalıştınız. Vali olabilmek ve bankalardan aldığın kredileri kapatabilmek için yüklü miktarda para gerekiyordu."

Bu sözleri duyduğu an Ercole, gardını alıp sert bir bakışla döndü. İnkar eden sesi, kendinden oldukça emin çıkıyordu.

"Tüm bunlar iftira."

"Damarlar kurumuştu öyle değil mi? Benim aksini ispat edecek tanıklarım var. Luano; gizlice çıkardığın madenleri satın alan adam. Madenlerin geri kalan kısmını da şehre ve İtalya yarımadasına iki katına sattın. Benim yanımda gezen şu gladyatörlere benzeyen sarışın adamı fark etmiş miydin hiç? Adı, Genaro. Suikastçı olarak yetiştirilmiş. Konuşana kadar insanlara işkence edebilen bir adamdır. Kısa zamanda o kadar çok şey öğrendi ki..."

Ercole Nicoletta, dile getirdiği son sözleri duyduğunda artık oldukça tehlikeli bir durumun içine girmek üzere olduğunu idrak etmişti. Olduğu yer kalakalmışken anlatmaya devam eden Sandrino ise şapelin içinde dönmeye devam ediyordu.

"Viterbo şehrinin fonlarını zimmetine geçirdiğini de biliyorum. Madenlerin tamamının çıkarılması aylar sürdüğü için o sırada şehrin parasını çaldın. Şehrin hazinesini işleten kişi olarak aylardır şehrin parasını gizlice kullanıyordun fakat amcanın ani hastalığı ve şehre yeni vali atanması işlerini bozdu. "

"Sen şerefsizin tekisin!"

Gözleri çılgınca onu takip ederken Ercole damarlarında kaynayan nefretle öne atılıp bağırmıştı. Bunun üzerine Sandrino birden topukları üzerinde ona dönmüştü. Mavi bakışlarındaki tekinsiz parıltıyla sesini yükseltmişti.

"Doğru konuş. Şu sıralar herkesin tanıdığı, sefa düşkünü, eğlenceyi seven sosyal kelebek değilim."

"Zamanında günahkâr hayatını sonlandırabilseydim bu benim için lütuf olurdu."

"Doğru, her şeyin başladığı asıl konuya gelelim. Venedik'ten kalkan gemi De Cardano'da görevli Venedik teğmenlerinden birinden öldürmeye çalıştığında Bernardo Galeazzi hakkında çok ilginç gerçekler duyuyorum."

Bu sözleriyle birlikte Ercole'nun yüzüne yansıyan şaşkın ifade tam da görmeyi umduğu sonuçtu. Lucca yolunda başına gelen suikast girişiminin soruşturması belki sonuçsuz kalmıştı fakat Sandrino kendi yöntemleriyle araştırmaya devam etmiş, işin peşini hiçbir zaman bırakmamıştı. Aylar önce, Venedik'te para ödediği muhbirden aldığı bilgi ile yapbozun parçalarını birbirine geçmeye başlamıştı. Ercole karşısında dişlerini sıkarken Sandrino, her şeyi bütün açıklığıyla ortaya koymaya devam etti.

"İtiraf et, Lucca yolundaki suikastın arkasında sen vardın. Ondan önce Venedik'te Bernardo Galeazzi ile görüştün, karşılıklı çıkarlarınız uğruna suikastçıları birlikte ayarladınız. Bernardo'nun gerektiğinde kolayca yönlendirilebilecek âşık bir adam olduğunu biliyordun ve onu kullandın. Suikast gerçekleşseydi tüm suçu ona atacaktın, diğer ihtimalde ise Bernardo Galeazzi ile beni birbirimize düşürmemizi amaçladın. O olaydan istediğini alamadığında ise şapeli üzerime yıkmaya çalıştın." 

Sandrino bu kez alay eder gibi veya meydan okur gibi konuşmuyordu, yaptıklarını ortaya dökerken sükûnetini korumaya kararlıydı çünkü o anda hiddete kapılması hata olurdu. İçinde bitmek tükenmez bilmeyen öfke onu acı çektirecek bir boyuttaydı fakat Ercole Nicoletta ile işi henüz bitmemişti. Yüzleşmeleri ancak tüm gerçeklerin ortaya konmasıyla biterdi.

Duyduğu sözler Ercole'nun içinde bir şeylerin kopmasına sebep olmuştu. Konuşmalarının başında var gücüyle inkâr etmesine karşın, şimdi söylediklerini kabul ettiğini belirten zalim bir bakışla ona bakıyordu. Tüm şapelde yankılan bir patlamayla bağırarak kaldırdığı elini Sandrino'nun göğsüne doğrultmuştu.

"Rüzgar eken fırtına biçer. Yıllar önce benden bir şey aldın; Silvia."

Sandrino'nun sol yanındaki meşale ışığıyla parlayan portresi, Silvia ismini duymanın rahatsızlığıyla kaskatı kesildi. İtalyan Şehir Devletleri arasında yapılan zirvede, ondan bilgi alabilmek adına çadırına gönderdiği kadından bahsediyordu. İçine düştüğü iğrençliği hatırladığında, şu an dahi midesi bulanıyordu . O zamanlar on sekiz yaşında genç bir adam olsa dahi Kilise bayrağı altında eğitim aldıkları ilk günden beri rahatsız edici bir karaktere sahip Ercole Nicoletta'nın metresiyle gereğinden fazla yakınlık kurmak istememişti. Ondan bilgi almak için metresini kullanması oldukça acınası ve çok belli bir hareketti. Ercole'nun inandığının aksine kadınla yatmamıştı. Fakat o zamanki heyecanlı genç delikanlı haliyle, yanına gönderdiği metresini koluna takıp etrafta gezdirirken Ercole'nun birlikte olduklarını düşünerek öfkeden deliye dönen halini izlemek ona zalimce bir zevk vermişti.

Geçmişin hatırlamaktan hoşnut olmadığı çirkin görüntüleri gözlerinin önüne gelen Sandrino sessizleşmişti. Neredeyse on yıl önce aralarında geçen düşüncesizce inatlaşmalar, aşağılama yarışları... önünü alamadığı bir şekilde geleceklerini yönlendirir hala gelmişti.

"Silvia.. Hayatımın en büyük gizemi. Rüyalarımda da uyanıkken de, çehresi sürekli gözlerimin önünde. Öldüğümde sonsuza dek cehennemin alevleri içinde kalacağım. Senin yüzünden!"

Aralarında oluşan gergin sessizlik Ercole'nun dua eder gibi bir ses tonuyla tekrar Silvia diyerek söze başlamasıyla boğucu bir hal almıştı. Ardından uzun parmakları ile yüzünü ovmuştu. Bunu öylesine şiddetle yapmıştı ki bir an boynuna doğru inen elinin geçtiği yerler gerilmişti. Konuşmaya devam ettiğinde ses tonu kontrolsüzce şapelin içinde dalgalanıyordu.

"Hamile kalmıştı. Fakat hala bana sadık kaldığını söylüyordu. Ukala, kendinden emin bir hali vardı. Senin piçini bana kendi çocuğum olduğuna inandıramaya çalıştı. Çok kızgındım, onu senin çadırına gönderdiğim için çok kızgındım. Onu koluna takıp gezişini, sana eşlik edişini izlemek zorunda kalmaktan nefret etmiştim. Senin çocuğunu doğurduğu bir dünyada nefes alamayacağımı biliyordum. Kaçmaya çalıştı, niyetimi anladığında bir gece yarısı beni terk etmeye çalıştı... ama onu yakaladım ve öldürdüm."

Sandrino duyduklarını idrak etmeye çalışırken adamın yüzüne bakakalmıştı. Fakat sonra gerçek aniden kendini göstermişti; Silvia'nın taşıdığı bebek Ercole'dan olmalıydı. Ercole kendi çocuğunun katiliydi. Bu çarpıcı gerçekle bütün kasları geriye kasılmıştı.

"Şeytandan korkma Ercole, zira sen şeytanın ta kendisisin."

Fakat Sandrino'nun öfkeyle boğuklaşan sesi Ercole'yu daldığı düşlerin içinde çekip çıkarmaya yetmemişti. Birdenbire sanki o anlara gitmişçesine ellerini havaya kaldırıp, meşale ışıklarına çevirdiği ötesini görmeyen gözlerle devam etmişti.

"Boğdum onu. Ellerim bir anda boğazına sarıldı. Kaybettim...gücümü kontrol edemeyecek kadar kaybettim kendimi. Nefes alamayana kadar boğdum onu. Şaşırmış görünemezsin. Piçini onun karnına bırakırken bunun olacağını bilmeliydin."

Sandrino duydukları karşısında sersemlemişti. İçini çekerek altın yüzüklerin olduğu eliyle çenesini ovup arkasını dönmüştü. Hamile bir kadını öldürmüştü. Aklını kaçırmış olmalıydı. Tüm bu olanlardaki kendi payını düşündükçe daha kötü hissetmeye başlamıştı.

"Dokunmadım. O bebeğin benden olmasının imkânı yok. Böyle bir konuda asla yanılmam ben. "

Ercole gözlerinin içine bakarak histerik bir şekilde gülmüştü. Sözlerinin yalan olduğuna inanıyordu çünkü zihnine girmeyi başaracak tek bir şüphe kırıntısı dahi onu mahvederdi.

"Yaptığın her şey için acı çekeceksin."

Sandrino ne bu gün ne de gelecekte Ercole Nicoletta'yı gerçeğe inandıramayacağının farkındaydı. Aralarında yıllara dayanan bu kadar güçlü bir nefret, düşmanlık varken en ufak bir konuda dahi anlaşabileceklerini sanmıyordu. Bu yüzden Silvia hakkında yaşanılanları aydınlığa kavuşturmayı kenara bırakıp tekrar vahşi bir hırsla saldırmaya başlayan Ercole'ya aynı tavırla karşılık vermişti.

"Hayır, sen acı çekeceksin. Cehennem alevleri içinde yanmaya burada başlayacaksın."

Sözlerini duyduğu an dudaklarının arasından alaycı bir ses yükselmişti.

"Nüfuzu yükselişte olan benim. Senin nüfususun ise çoktan o yıkılan şapelin altında kaldı."

"Yaptıkların için tutuklanacak ve en ağır ceza ile yargılanacaksın."

"Papa bile yeterli sebep olmadan, benim gibi nüfuzlu bir adamı cezalandıramaz. Amcam hasta olsa dahi hala bu şehrin Valisi, her an uyanabilir."

Sandrino gittikçe kabaran nefreti ve öfkesine rağmen güçlükle de olsa soğuk ve kibirli duruşunu geri kazanmıştı. Şapelin buhur kokulu puslu karanlığında, arkasını dönüp oradan ayrılmaa hazırlanan Ercole'yu aşağılarcasına güldüğünde nameli bir sesle "Sebep mi?" diyerek dikkatini çekti. İçini kuşku kaplayan adamın omzunun üzerinden ona dönüşünü keyifle izlerken sözlerine devam etti.

"Az önce tüm suçlarını itiraf ettin. Bana düzenlenen suikastın arkasında senin olduğunu, Bernardo Galeazzi'yi öldürmeye de çalıştığını, Viterbo Hazinesinden çaldığını, madenleri kendi zimmetine geçirdiğini hatta ve hatta hamile bir kadını öldürdüğünü itiraf ettin."

Fakat umursamaz bir edayla omuzlarını silken Ercole sözlerinden etkilenmişe benzemiyordu.

"Bunları senden başka kimse duymadı."

Şapelin içinde tehlikeli bir şekilde asılı kalan bu sözlerin üzerine, mihrabın sol tarafındaki perde hareketlenmeye başladı. O ana kadar hareketsiz duran kan kırmızısı kadife perde kenara çekildi ve vekil vali Giacomo de Costanzo, şehrin başpiskoposu, valinin katibi ve bir kardinalle birlikte ortaya çıktı. Bir süre şapelde, yalnızca kardinal ve piskoposun hışırdayan kadife eteklerinin sesi duyuldu. İçeriye hakim olan gergin havanın değişimi inanılmazdı.

Sandrino, bir meşale ışığının altında öylece duruyor, gerçekleşmekte olan olayı izliyordu. Büyük bir şaşkınlığa kapılmış, birkaç adım uzakta duran Ercole'nun ifadesi ise açık bir şekilde ilk şaşkınlıktan idrake, telaş ve öfkeli bir kavrayışa sıçradı. İçine düştüğü kötü durumun farkına vardıkça gözleri adeta fal taşı gibi büyüyordu. Kendi ağzıyla yaptıklarını itiraf etmişti, bundan böyle hiçbir şey onun için kolay olmayacaktı.

Viterbo Valisi Giacomo de Costanzo, mihrabın önünde durduğunda ellerini önünde birleştirmiş ve gergin bir vaiz edasıyla Ercole'ya hitap etmişti.

"Sinyor Ercole Nicoletta, sizi şehre ihanet ve vatan hainliği suçlamasıyla tutukluyorum. Valilik sarayının hücrelerine götürüleceksiniz. Biraz önce itiraf ettiğiniz ve bizim şahit olduğumuz işlediğiniz suçların tamamı, Papa Julius'un Adalet Yargıcı tarafından tekrar dinlenecek ve cezanız açıklanacak."

Bu ilanı duyan Ercole, telaşla tam şapelin kapılara doğru dönmüştü ki içeri giren muhafızların üzerine geldiğini fark etti. Öfkeden kanı kanayarak Giacomo de Costanzo'ya dönmüş ve tüm şapeli sarsan gür bir sesle kükremişti.

"Papa Julius ile görüşeceğim! Beni öylece tutuklamazsın! Papa'nın eteklerine kapanmayı talep ediyorum!"

"Ercole Nicoletta, her gün Vatikan meydanında bizzat Papa Julius'un emriyle yolsuzluktan, zimmetine para geçirmekten insanlar meydanda asılıyor."

Sandrino kendine engel olamayarak araya girmişti. Ercole'nun öfkeli solukları şapeli doldururken kaskatı bir duruşla, ellerini arkasına birleştirmiş ve Papa'nın kutsal eteğine kapanmanın dahi onu kurtarmayacağını söylemişti. Sözlerini dinlerken adamın adeta kan beynine sıçramıştı, lanet okuyarak üzerine saldıracak gibi olmuş fakat bunun yerine öfkesini Giacomo de Costanzo'ya yönelmişti.

"Benim kim olduğumu unutuyorsunuz."

"Kim olduğunuzu biliyorum Sinyor Nicoletta."

Giacomo de Costanzo sözlerinnin ardından muhafızların komutanına başıyla bir işaret verdi. Ercole'nun herhangi bir hamle yapmasına fırsat vermeden, kelepçeleri bileklerine takmışlardı. Ateş gibi yanan ela gözlerinde korkunç bir öfke parıltısı olan adamı peşinden gelen Viterbo Valisi Giacomo de Costanzo ve iki din adamının önünde şapelden dışarı çıkarmışlardı. Valilik Sarayının koridorunda yükselen kükremeler tüm sarayda yankılanır hale gelmişti.

Sandrino bu anı çok uzun zamandır bekliyordu. Ercole Nicoletta'nın şehre ve ona karşı tezgâhladığı komploların bedelini ödeme zamanı gelmişti. Muzaffer bir edayla dudakları kıvrılsa dahi bu işlerin bir parçası haline geldiği için mutlu hissedecek değildi. Giydiği pelerinin yakalarını sertçe düzeltirken, bedeninin her bir köşesinde hissettiği tiksintiyle yüzünü buruşturdu. Tepeden tırnağa karanlığa boyanmış bu dünyada kendisine iyi gelen, damarlarında gençlik ve heyecanı yeniden hissedebildiği bir yerde olmaya ihtiyacı vardı.

Maddalena'nın yanında olmaya ihtiyacı vardı.

**

Belli belirsiz bir ufuk çizgisi karanlığın ortasında gümüş bir iplik gibi uzanırken Sandrino mahmuzlarını gevşettiği kızıl kahve atı, çakıl yolda ilerletip Panzio Villasına çıkan mermer basamakların yakınında durmuştu. Ağaran günün ışıkları henüz yeterince güçlü değildi, eyerinden çevik bir hareketle yere indiğinde, atını karanlık bahçede koşarak yanına gelen seyise teslim etti. Bedenini saran uykusuz gecenin verdiği yorgunlukla kendimi kötü hissediyordu. Dengesiz adımlarla merdivenlere yöneldiğinde bir yanda da eldivenleri çıkarmakla uğraşıyordu.

Eve girdiğinde, kabul salonu ve giriş holünde mumlar yanıyor olması dikkatini çekmişti. Önce hizmetkârların uyandığını düşünmüş fakat sonra salonun açık kapılarından çıkan Rosia Panzio ile karşılaşmıştı. Üzerine kalın bir gecelik giymiş, omuzlarına mavi kaşmir bir şal almıştı. Sol omzuna aldığı, aralarında kül rengi tutamların belirginleştiği sarı saçlarını örmüş ve beyaz bir kurdele ile bağlamıştı.

Annesine bakarken Sandrino'nun dudaklarında hoş bir tebessüm belirdi. Asi bir delikanlı olduğu zamanlarda, şimdi olduğu gibi geç vakitlere kadar onu beklediği zamanları anımsadı. Şehirdeki tavernada arkadaşlarıyla birlikte kumar oynayıp bira içerek taşkınlık çıkardığı gecelerin sonunda yüzü yara bere içinde, elbiseleri yırtılmış, gözleri alkolden dikkat çekici şekilde kanlanmış halde eve geldiği zamanlarda bile hep oradaydı. Rosia Panzio sert, otoriter hatta korkulan acımasız bir kadın olabilirdi lakin çok iyi bir anneydi. Çocukluğundan beri elini üzerinden hiç çekmemişti, onu çileden çıkardığı öfkeden deliye çevirdiği zamanlarda dahi sonsuz desteğini hep göstermişti.

Annesini izlediği süre boyunca çıkardığı eldivenleri ve artık omuzlarına ağırlık yapmaya başlamış pelerini kenara bırakan Sandrino, ağır adımlarıyla yanına gitmişti. Omzundaki şala sarınmış kadının iyi bir haber duymayı beklediğini görebiliyordu.

"Ercole Nicoletta tutuklandı. Mahkumiyeti üzerine karara varıncaya dek Vetnarla Kulesi'nde bulunan misafirhane hücresinde gözaltında tutulacak."

Bu sözlerini duyan Rosia Panizo büyük diplomatça bir dinginlikle başını sallamıştı. Oğlunun canına kastetmiş, ailesine saldırmış Ercole Nicoletta'nın çevirdiği komploların ortaya çıkmasından memnun olsa dahi idam cezasına çarptırıldığını görmeden rahat bir nefes alması mümkün değildi. Henüz hiçbir şey bitmiş değildi.

Yüzüklerin parladığı elini yüzüne kaldırmış ve oğlunun usulca birkaç günlük kirli sakalın olduğu yanağını okşamıştı. Şefkatli bakışları, son günlerde iyi uyuyamadığı için berraklığını kaybetmiş biçimli yüzünde ve uzun kirpiklerle çevrelenmiş mavi gözlerinin altına yerleşmiş koyu halkalar üzerinde gezinmişti.

"Mahkemenin bir an önce olması bizim için çok önemli. Fakat detaylarını sabah konuşalım. Yorgun görünüyorsun, yukarı çıkıp biraz uyu."

Sandrino ilgisi karşısında hafifçe gülümsedi. Annesinin gözlerindeki kaygıyı görebiliyordu, bu onu huzursuz ediyordu. Onu dertlendiren sorunların çözülmesini, bu sıkıntılı günlerin özellikle annesi ve muhtemelen yukarıda uyuyakalmış Maddalena için bir an önce sona ermesini istiyordu. Yanağını okşayan elini avucunun içine almış ve tıpkı onun yaptığı gibi bakışlarını uykusuzluktan yorgun düşmüş yüz hatlarına çevirmişti.

"Sen de yorgun görünüyorsun. Koca adam oldum ben, her ne kadar sabahlara kadar eve dönüşümü beklemeniz hoşuma gitse de benim için endişelenmek yerine yatağınızda huzurla uyumanız beni çok daha mutlu eder sevgili Rosia Panzio."

Sandrino'nun sözlerine gülümseyen Rosia Panzio, içini çekerek dönüp uzattığı koluna girmişti. Birlikte karanlık koridoru geçerek yavaşça merdivenleri tırmanmışlar ardından, birbirlerine iyi geceler dileyip villanın iki ayrı kanadındaki dairelerine yönelerek ayrılmışlardı.

Dairelerinin çift kanatlı kapısını usulca aralayan Sandrino, karanlık odaya adım attığında Maddalena yataklarında uyuyordu. Taş şöminenin içindeki közlerden yayılan ışık dışında karanlık olan dairenin içinde ağır adımlarla ilerlerken üzerindeki ceketi çıkarıp, banyo olarak kullandıkları küçük bölmeye girmişti. Ellerini ve yüzünü yıkmış, masanın üzerinden bulduğu bir havluyla kurulanmıştı.

Tekrar yan odaya döndüğünde ani bir arzu dalgası tüm gün hissettiği huzursuzluğu yatıştırmıştı. Yatağa yaklaşırken Maddalena'nın ipekli örtülerin altında oluşturduğu tatlı kabartıdan gözlerini ayırmadan sessizce üstündeki kirlenmiş, duman ve at kokusu sinmiş kıyafetleri çıkarmıştı.

Artık son ayına geldiği hamileliği Maddalena'yı hiç olmadığı kadar zorluyordu. Bel ve sırt ağrıları artmıştı, geceleri yatağın içinde dönüp durarak rahat bir pozisyon arıyordu. Uykuya dalmayı başardığı o kıymetli zamanlarda ise bacaklarına giren kramplar uykusunun sık sık bölünmesine sebep oluyordu. Bir süredir sola dönük yatıp bacaklarının arasına yastık koyarak uyumaya başlamıştı, bu şekilde daha kesintisiz bir uyku çektiğini keşfetmişti.

Sandrino sevimli haline gülümseyerek, kaldırdığı örtünün altında ona katılmıştı. Sarı saçlarını boynunu açıkta bırakacak şekilde kenara çekmesi ve üzerinde hissettiği eller Maddalena'yı uykusundan çekip almıştı. Mırıldanarak adını fısıldarken, güçlü bedeninin sıcaklığını sırtında hissetmişti. Sandrino büyük karnı yüzünden onu kendine çekemeyeceği için usulca arkasından sokulmuştu. Gövdesi arkasında, kollarından birinin sert pazısı yanağının altına girerken diğer eli ise karnının üzerinde konumlanmıştı.

"Gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım."

Maddalena, gözlerini aralamadan uykulu bir sesle mırıldanmıştı. Sandrino cevap vermekte acele etmemiş, yüzünü saçlarına gömerek onu sarhoş eden hoş kokusunu içine çekmişti. Maddalena'nın varlığı damarlarında gençlik ve heyecanı yeniden ılık ılık hissetmesini sağlıyordu. Odaya adım atıp onu gördüğü andan beri kendini çok daha iyi hissetmeye başlamıştı. Her şey ne kadar da gerçeküstüydü. Böyle bir anın -bir kadının varlığıyla tüm dünyasının aydınlandığını o yanında olmadığında tatsız bir hal aldığını- yaşanabileceğine hiç ihtimal vermezdi.

"Gün doğduğunda tekrar şehre gitmem gerekecek. Şehirdeki sarayda kalabilirdim ama senin olmadığın bir yatak çok ıssız gelecekti."

Bu sözleri duymanın verdiği keyif, tatlı bir ürperti olup dolaşmıştı Maddalen'nın damarlarında. Sadece birkaç saat için kırdaki Panzio Villasına at üstünde gelmişti. Günlerdir gece yarılarına kadar çalıştığı, düşünmekten uyuyamadığı bir noktadan sonra çalışma odasında sızdığı düşünülürse yorgunluğu katlanamayacağı boyuta ulaşmış olmalıydı. Valilik Sarayının birkaç sokak ötesindeki evlerinde kalmak yerine onun uyuduğu yatağa gelmesi Maddalena'nın içinde kucağına atlayıp ona sımsıkı sarılma isteği uyandırdı. Karnının üzerinde daireler çizen elini yakalayıp parmaklarını birbirine geçirirken kısık bir sesle karşılık verdi.

"Seni kendime geri dönüşü olmayan bir şekilde bağladım."

Sandrino'nun göğsü sessiz bir gülüşle yükselmişti. Maddalena onun alaycı bir cevap yapıştıracağını düşündü ama gülüşünün ardından dile getirmeye başladığı sözler çok hoşuna gitti.

"Kokuna, gülüşüne, gözlerine tenine, saçlarına... tümüyle sana bağımlıyım bebeğim."

Sandrino dudaklarını kulağına sürterken fısıldamıştı. Ardından dudaklarını boynunda gezdirmiş, oradan kulaklarına doğru onu dişleyip, saçlarını öpmüştü. Kokusunu içine çektiğinde fısıltıyla devam etti sözlerine.

"Her zamanki gibi muhteşem kokuyorsun."

Arkasında onu saran güçlü bedeninin sıcaklığı iyice gevşemesine neden olan Maddalena gözlerini kapatıp, ona biraz daha yaslandı. Nezaketi ve yumuşak dokunuşlarının tadını çıkarıyordu. Kendisi yatağa girmeden önce Natilda'nın yardımıyla küvette pinekleyerek uzun uzun yıkanmıştı fakat onun aksine yatağa girdiği andan beri Sandrino'nun üzerinden kötü bir koku yayılıyordu. Uykulu yüz hatlarında beliren kurnaz bir gülüşle ona takılmaktan kendini alamamıştı.

"Sense her zamankinin aksine pis kokuyorsun."

"Aynı zamanda asi ve tehlikeliyim de."

Kollarıyla onu biraz daha kendine bastıran Sandrino, sesini kalınlaştırıp fısıldamıştı. Fakat alaycılığının altında yatanları sezen Maddalena'nın uykulu gözleri hızla aralanmıştı. Artık uykulu halinden eser kalmamıştı, kollarında huzursuzca kıpırdanarak başını arkaya çevirmeye çalıştı. Fakat büyük karnıyla eskisi gibi kolayca arkasına dönemiyordu, ona anlık bakış atabildiğinde karanlık dairede Sandrino'nun yüzünü göremedi.

"Viterbo'da neler oluyor? Annen ile sen, daha ne kadar beni bu işin dışında tutmaya devam edeceksiniz?"

"Kafanı bu işlere yormanı istemiyorum."

"Bu böyle yürüyemez ama. Her türlü pislikle tek başına uğraşamazsın. Ben de bir şeyler yapabilirim."

"Seni etkileyecek şeyleri paylaşamam seninle. Arada Marianna'nın olması senin için zaten yeterince zor bir durum."

Daireleri bu sözlerin üzerine sessizleşmişti. Şöminenin içindeki közler sönerken, geniş pencereleri örten kalın brokar perdeler içeri herhangi bir ışığın girmesini engelliyordu. Maddalena yataklarının çevresindeki karanlığa dalıp giden yeşil gözleriyle içini çekmişti. Marianna ile aralarındaki masumiyet çoktan kirlenmişti, artık geri dönüşü yoktu. Keskin bir bıçak misali ruhunu deşen nefreti ve kini defalarca tatmışken artık onu düşünmek dahi gelmiyordu içinden. Taş kalpli gibi görünebilirdi fakat Maddalena artık içinde abla-kardeş bağını dahi hissetmez bir hale gelmişti.

"Beni etkilemesine izin vermiyorum."

"Ama etkiliyor. Canını acıtıyor. Onun ne yaptığının üzerinde bir etkisi yokmuş gibi davranıyorsun. Bunun doğru olmadığını biliyorum."

Maddalena Sandrino'nun açıkgözlüğünden rahatsız olsa dahi üzerinde durmadı. Parmaklarının ucuyla karnını saran, sarı tüylerin olduğu kaslı kolunu okşamaya başlamıştı. Hissettiği yoğun duygudan sesi titrerken fısıltısı arkasında kokusunu içine çeken Sandrino'yu bulmuştu.

"Seni seviyorum, yardım etmek istiyorum."

Maddalena bu sözleri üzerine Sandrino'nun dudaklarında bir gülümseme oluştuğunu hissetti. Kolunu ona biraz daha dolayarak, yanağının onun yanağının üzerine yerleştirdi.

"Yardım ediyorsun zaten, yanımda olarak elimi tutarak varlığınla bana geleceğimiz için savaşma gücü veriyorsun. Ben ne yapıyorsam sizin için yapıyorum."

Bu sözler Maddalena'nın endişelerini bir süreliğine de olsa savuşturdu. Sandrino yanındaydı, onunla birlikteydi ve hep öyle kalacaktı. Bu düşüncelerin verdiği güvenle titrek bir soluk aldı. Onu o kadar çok seviyordu ki... ağlayacak gibi oldu.

"Hep bizimle kal Sandrino, hep böyle yanımızda ol. Hiç bırakma bizi. Hep sev, beni hep sev."

"Seni asla bırakmam Maddalena, seni sevmekten asla vazgeçmem. Bir gün seni bırakırsam bil ki son nefesimi vermişimdir."

Sandrino derin, ağır bir nefesle dile getirmişti bu sözleri. Elleri Maddalena'nın büyük karnı üzerinde kenetlenmişti tekrar, parmakları birbirini okşayıp seviyor, birbirlerinin alyanslarına dokunuyordu. Daireleri tekrar sessizliğe bürünürken, sımsıkı birbirlerine sarılmışlardı. Gün sonunda, vakit ne kadar geç olursa olsun sonunda yine beraberlerdi, yataklarında.. güvenli tapınaklarında birlikteydiler. Kalın perdelerin ardında puslu gece yerini aydınlık bir güne bırakırken onlar gözlerini kapatmış, birbirine sığınıp uykuya dalmışlardı.

**

Sandrino yatakta yüzüstü uzanmış, huzurlu bir uyku çekerken bir anda bilinçsizce elini yatağın içinde gezdirdi. Uykuya dalmadan önce kollarıyla sıkı sıkı sarıp kendi bedenine hapsettiği Maddalena'nın yatakta olmadığını fark etti. Uykulu bir sesle birkaç kez homurdanmıştı. Başını yastıktan kaldırıp, daireyi dolduran güneş ışığı yüzünden kısılan mavi gözleriyle etrafa bakındı ve onu gördü.

"Günaydın."

Hayatında gördüğü en güzel en büyüleyici kadın, çağla yeşili geceliği ile yatağın birkaç adım ötesindeki pencerelerin önüne oturmuştu. Omuzlarından hareketli dalgalar halinde dökülen saçları, aralanmış ağır perdenin kıyısından üzerine düşen ışıkla tıpkı beyaz teni gibi ışık saçıyordu. Sandrino gözlerini açtığında onu yatakta bulamadığı için huysuzlanmış olsa dahi karşılaştığı manzara keyfi yerine getirmişti. Yatakta hareketlenip eliyle başını desteklediğinde, Maddalena'nın onu izleyen tuhaf heyecanlı tavrına tembel tembel gülümseyip bakışlarıyla yanını işaret etmişti.

"Günaydın. Yatağa gel."

"Sanırım haklı çıkacaksın."

Maddalena elini büyük karnının üzerinde gezdirerek mırıldanmıştı. Yüzü tatlı bir masumiyete sahipti. Hala yatakta uzanan Sandrino tam olarak kendine gelmiş sayılmazdı, uyku mahmurluğunu üzerinden taşıyorken Maddalena'nın neden bahsettiğini anlayamamıştı.

"Hangi konuda? Ne oldu?"

"Rüyamda sarışın bir kız çocuğu gördüm. Sanırım kız olacak."

Pırıl pırıl heyecanlı gülümsemesiyle söylediklerini duyduğunda Sandrino, üzerindeki örtüyü atıp yataktan çıkmıştı. Çıplak ayaklarıyla ilerleyip yatağın önündeki sedirde duran önü kuşaklı mavi sabalığı üzerine geçirmişti. Uykusu tamamen dağılmıştı, biraz önceki miskin halinin yerini canlı bir vücut dili almıştı. Kuşağını bağlarken mavi gözlerinin içinde kendinden gurur dıyan muzur bir ifade kendini gösteriyordu. Kırmızı tonlarının ağırlıkta olduğu doğu işi halının üzerinden geçerek Maddalena'nın yanına gitmişti.

"Senin yeni mi rüyana giriyor? Benim hamile olduğunu öğrendiğim zamandan beri rüyama giriyor. Kız olacak ben biliyorum. Hem ben o işi en başında bizzat ayarladım."

Sandrino şakacı bir tavırla eğilip alnına bir öpücük kondurdu. Maddalena hoşnutsuzlukla soluğunu dışarı bıraktı, onu öpmesine izin verdi fakat daha fazla sokulmasına izin vermeden omuzlarından geri itti. Masum rüyasını her zamanki gibi bel altı şakalarıyla mahvetmişti.

"Tüm duygusallığımı güzel bir şekilde yok ettin. Teşekkür ederim."

"Dediklerimde ne vardı ki?"

Maddalena, gönülsüzlüğüne rağmen onu ittirip yanına oturan Sandrino'a kaşlarını çatarak bakıyordu.

"Böyle bir şey demeni beklemiyordum sapık. Normal bir koca gibi benimle heyecanımı paylaşabilirdin."

"İşte, bu da senin hayattaki şansın bebeğim. Benim gibi bir kocaya denk gelmen. Her anlamda mükemmelim ben."

Sandrino oldukça keyifliydi, tüm yüzüne yayılan arsız gülümsemesiyle karşılık vermişti. Kendine daha fazla engel olmayan Maddalena'nın küçük omuzları neşeli bir gülüşle sarsıldı. Başını geriye atıp kendini kahkahaya teslim etti. Omuzları sarsılarak, kahkahalarla gülüyordu. Bir müddet sonra ciddiyetle, onunla birlikte gülen Sandrino'ya dönüp sorarcasına kaşlarını yukarı kaldırdı.

"Peki soruyorum; kızının bir ismi olacak mı?"

"Üzüm tanesi."

Sandrino, oturduğu yerde dudakları karnına denk gelecek şekilde eğilip, fısıldamıştı. Bununla birlikte huylanan Maddalena kıkırdarken onu ittirmeye çalışıyordu.

"Hayır. Sandrino. Gerçek bir isimden bahsediyorum."

Bakışlarını karnının üzerinden çeken Sandrino kaslı kollarından birini kaldırıp omuzlarına sardı. Parmaklarını yanağında gezdirip saçlarını okşarken sahte bir alınganlıkla söylenerek onu taklit etti.

"Tüm duygusallığımı güzel bir şekilde yok ediyorsun ama. Ben o ismi sevmiştim."

Buklelerini parmağına dalayıp duran Sandrino'ya kaşlarını çatarak bakarken biraz önceki kahkahasından kalan bastırmaya çalıştığı gülüşü yeşil gözlerine yansıyor, gözlerinin için pırıl pırıl parlıyordu. Sandrino saçlarıyla onayamaya devam ederken, dolgun dudaklarını kıvırıp neşeli bir kıkırdamayla aklına gelen isimleri saymaya başlamıştı.

"Lucia olabilir. Carlotta, Marisa Leanora, Silvia'ya ne dersin?" 

Maddalena isim saymaya devam ederken Sandrino'nun gözle görülür bir şekilde aniden irkildiğini fark edince duraksadı. Dudaklarını büzen Sandrino hızla başını iki yana sallıyordu. Öyle ki hızla oturduğu yerde dönüp karşısına geçtiğinde hararetli bir şekilde itiraz etmişti.

"İğrenç derim. Hiçbirini beğenemedim."

Karşısında hoşnutsuzlukla yüzünü buruşturuşuna bakakalan Maddalena "Bu kadar korkuyor olamazsın." diyerek ona takıldı. Ani tepkisini baba olma korkusuna bağlamıştı. Bıkkın bir halde iç çekerken, karnında bir hareketlilik başladı. O bebeğinin içinde yer değiştirişini sakinlikle karşılarken Sandrino aynı şekilde tepki vermedi. Onun panikle karnının yükselip alçalmasını izlerken, kendini tutamadı ve dudaklarından bir kıkırtı yükseldi. Histerik bir kahkahaya dönüşmesine mani olmak için dudağını ısırdı fakat başarısız oldu. Sandrino endişeyle üzerine eğilmiş, karnına bakmaya devam ederken Maddalena'nın kahkahası tüm dairede yankılanıyordu.

Yeni açmaya başlamış bahar çiçekleriyle büyüleyici bir düzende bezenmiş bahçeye karşı oturmuş, birbirlerine gülümserlerken nasıl geliştiğini anlamadan dudakları birbirini bulmuştu. Sandrino'yu aylardır yiyip bitiren arzusunu ve dilinin diline temasının tadını çıkarırken Maddalena gözlerini yummuş, sağ eli kısa saçlarında kaybolmuştu. Diğer eli ise karnının üzerinde duran Sandrino'nun elini bularak ve parmaklarını birbirine kenetlenmişti. Muhteşem bir histi. Yalnızca onlar... dairelerinin dışında dünya tüm çirkinliği ile akmaya devam ederken onlar birbirlerinde kaybolup, birbirlerini severken uzun bir süre öpüşmüşlerdi.

Fakat birden dairelerinin kapısı gürültüyle açıldığında dışarıda bıraktıklarını sandığı sorunlar bir kez daha onları bulmuştu. İkisi de telaşla geri çekilip, şaşkın bakışlarla Rosia Panzio'nun içeri girişini izledi. Maddalena yakalandığı manzara yüzünden utanmıştı, fakat Sandrino annesinin beklenmedik baskınına duyduğu hoşnutsuzluğu dile dökmekten geri kalamamıştı.

"Anne! Evet, müsaidiz içeri girebilirsin! İçeri böyle dalman için ne olmuş olabilir? Savaş mı çıktı, papa mı öldü?!"

"Kapıyı çaldım, duymadınız."

Maddalena, kadının sesinde pişmanlıktan eser olmadığını düşündü. Oysa biraz önce onları tutkuyla öpüşürken yakalanmıştı. Fakat gördüklerine aldırış edemeyecek kadar sıkıntılı bir hali vardı. Elindeki mührü kırılmış mektubu yukarı kaldırdığında, homurdanarak yerinden kalkmış ve ona doğru gelen oğluna uzatmıştı.

"Papa ölmedi fakat Viterbo Valisi Fantino uyanmış. Ercole'nun amcası."

Yazan; Mirena Martinell.

✨✨

İşte bölümümüz. Politika ağırlıklı bir bölüm oldu, bir sonraki bölüm kılıçlar çekiliyor ⚔️ Bölümün aralarına hareketli resimler koymak gibi bir alışkanlık edindim, umarım hoşunuza gidiyordur. Ben edit yapmayı çok seviyorum. Bir sonraki bölümde her paragraf sonuna bile koyabilirim sdhsgd çünkü epey hareketli bir bölüm bizi bekliyor. 

Okuyan herkes oy verir ve kısa sa olsa fikrini yazarsa çok sevinirim. Final hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Hepinizi çok öpüyorum, görüşmek üzere ❤️❤️


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top