Bölüm 30 - 'Aile Bağları'
"böyle bir talebin amacı sana olan inancım."
✨ ✨
Ellerini büyük karnında birleştirmiş Maddalena, dilek mumlarıyla aydınlanan şapelin taş zemininde Rosia Panzio ile birlikte dizlerinin üstündeydi. Kadının önerisiyle, bir süredir sabah duasında ona eşlik ediyordu. Birlikte gözlerini Çarmıha Gerilmiş İsa heykelinden ayırmadan huşu içinde, Tanrı'nın aile birliklerini ilelebet koruması için dua ediyorlardı. Günün en önemli kısmı olan sabahın ilk vaktini şapelde geçiriyor olmak Maddalena'ya gün boyunca süren içsel bir huzur veriyordu.
Tanrı'ya karnında hareketlenen bebeğini koruyup kollaması için dua ettiğinde o sabahki duasının sonuna gelmiş ve göz ucuyla yanındaki kadına bakmıştı. Rosia Panzio ellerini çenesinin altında birleştirmişti. Buz mavisi gözlerini karşıdaki İsa'ya dikmiş, öylece oturmaya devam ediyordu. Bir melek görmüş ya da Tanrı onunla konuşuyormuş gibi büyülenmiş bir görüntüsü vardı. Son günlerde kadının bakışlarında endişe uyandırıcı bir ciddiyet, eski zamanları özleyen düşünceli bir suskunluk görür gibiydi. Maddalena önce ters giden bir şeyler olduğundan şüphelenerek kadına usulca sormayı düşünmüş fakat daha sonra bundan vazgeçmişti. Rosia Panzio gereksiz duygusallığa ve meraklı insanlara katlanamadığını her fırsatta dile getirirken sormaya cesaret edememişti.
Öte yandan Maddalena Rosia Panzio'ya gün geçtikçe artan çok güçlü bir hayranlık besliyordu. Etrafında yaşanan en ufak bir şeyi dahi kontrol etmek isteyen bu sert kadını tanıştıkları ilk zamanlar annesinden bile korkutucu bulmuş olsa dahi ona karşı kalbinde hiçbir kötü his beslememişti. İlk zamanlar zor olsa dahi düşes unvanının beraberinde getirdiği ağır sorumluluklara onu kendi sert yöntemleriyle hazırlamak istediğini anlayabilmişti. Tanrı biliyor ya eğer Rosia Panzio'nun rehberliği olmasaydı belki de daha pek çok hataya düşer, hem kendini hem de Panzio adını zor durumlara sokabilirdi. Maddalena ilk günden bu yana iyi ya da kötü her şekilde yanında olan kadının varlığının onun için ne kadar kıymetli olduğunun bilincindeydi ve bunun için ona minnettardı.
Rosia Panzio, istavroz çıkarıp derin bir iç çekişle topukları üstünde doğrulurken, Maddalena da güçlükle dizlerinin üzerinde doğruldu. Hamileliğinin son ayına girmişti, artık iyice büyümüş karnından dolayı güçlükle hareket ediyordu. Zorlandığını gören Rosia Panzio yüzüklerle dolu elini uzattı ve ona samimiyetle gülümsedi. Bundan sonra şapelde yere diz çökmemesi gerektiğini söylerken onu pirinçten süslü kolları olan yüksek kapılara yönlendirdi. Küçük bir Panzio bebeğinin, büyüdüğü karnına elini koyan Maddalena, başını salladı. Sabahları ayakta olsa dahi öğleden sonralarını uzanarak geçiriyordu. Karnımdaki bebek onu ağırlaştırıyor, öğleye doğru yürüyemeyecek kadar bitkin düşürüyordu. O an, ağır adımlarıyla yürürken belinde hissettiği ağrıya bakılacak olursa artık sabahları da rahatça hareketleri edemeyecek gibiydi.
Rosia Panzio ile birlikte villanın kare biçimli geniş holüne ulaştıklarında, Sandrino'yu ve onu takip eden Genaro'yu görmüşlerdi. Çalışma odasının bulunduğu kemerli holden çıkıyorlardı, yüz ifadelerinden tatsız bir konu hakkında konuştukları okunuyordu. Sandrino onları gördüğünde, Genaro'nun omzuna elini koyarak daha sonra devam etmelerini isteyip, onların olduğu tarafa yönelmişti. Kolunda omuzları kürklü lacivert pelerin asılıydı, görünüşe göre dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Karşılarına geçerken biraz önceki sinirli olan yüzünde sıcak gülümseme belirmişti.
"Hanımlar."
Kıstığı zümrüt yeşili gözleriyle onları selamlayan Sandrino'nun ifade değişimini takip eden Maddalena canını sıkan bir şeylerin olduğu sezdi ancak üstüne düşecek fırsatı bulamadı. Bakışlarını annesinin üzerinden ona yönelten Sandrino'nun hamileliğini öğrendiği günden beri katlanarak artan bir endişeyle onu süzdüğünün acı içinde farkındaydı. Bakışları daha o sabah, her an doğmaya karar verebilecek olmasından korktuğunu itiraf ettiği karnında oyalanırken ciddi bir endişeyle içini çekti. Onun bu hali Maddalena için gittikçe çıldırtıcı bir hal alırken, karşılarına geçen Sandrino sözlerine devam etti.
"Umarım dualarınız arasında bana da yer vermeyi unutmamışsınızdır hanımlar."
Onları selamladığı sırada, usulca yanına sokulmuştu. Bir elini sırtına götürürken, diğer elini artık elbiselerinin bol kıvrımlarının dahi saklamaya yetmediği büyük karnının üstüne koydu. Annesinin bakışları önünde gülümseyen dudaklarını kulağına yaklaştırmıştı.
"Nasıl hissediyorsun? İyisiniz değil mi?"
Bu Maddalena gözleri devirecek gibi oldu fakat yüzündeki tebessümü korudu. İçine derin, sakinleştirici bir nefes çektiğinde yavaşça Sandrino'ya döndü.
"İyiyiz. Sanırım uyuyor."
"Güzel. Üzüm tanem yerinde ve sakin diyebiliriz o zaman."
Ona karşı sabırlı olmaya çalışan Maddalena içinden üzüm tanesi diye geçirdi. Elinin altında hissettiği uyuyan bebeğinin, bu şekilde çağrılırken ne hissettiğini merak etti. Herkes, hatta insanların isimlerinin kısaltılmasını ve lakap takılmasını saygısızlık olarak gören Rosia Panzio dahi bebeklerinin üzüm tanesi olarak çağrılmasını kabullenmiş gibi duruyordu. Bu durumun önüne geçmesi artık hayati bir hal almıştı.
Maddalena karnının belirginleştiği zamanlarda, Sandrino'nun bebeklerine hala o diye bahsetmesinden rahatsız olmuştu. Bir gece bunu ona söylemişti. Bunun üzerine alınganlığına gülmeye başlayan Sandrino ise "Ama şu anda tam bir bebek de değil." demişti. Maddalena "Peki ne o zaman?" diyerek karşılık verdiğinde, uzun bir süre düşünmüş Sandrino'nun sonunda mavi gözleri heyecanla parlamaya başlamış, uzandığı yerden hevesle doğrulmuştu. Eğilip burnunu onun burnuna sürterken "Bence, olsa olsa üzüm tanesi kadardır." diye mırıldanmış sonrasında ise kahkahalar gülmüştü. O geceden sonra bebeklerine bu şekilde seslenmeye başlamış ve bunu tüm aileye kabul ettirmişti.
"Merak etme üzüm tanesi bugün doğmayacak. Rahatlayabilirsin."
"O ne demek?"
"Doğumdan benim korkmam gerekir demek. Bir gün bu bebek karnımdan çıkacak demek. Ömrüm boyunca karnımda taşımaya niyetim yok demek."
Maddalena ses tonundaki şakacı tınıyla cevap vermiş fakat bıkkınlığı ifadesine yansımıştı. Sandrino doğumdan ondan bile çok korkuyordu. İlk aylar karnı henüz dümdüz olduğu zamanlarda sanki hamile olduğunu unutmuş gibiydi fakat karnı kendini gösterdikçe içinde gerçek bir bebeğin büyüdüğü fikriyle sanki ayağının altında yer çekiyorlarmış gibi paniğe kapılmıştı. Hamilelik haberiyle de çok sarsılmıştı ama elini karnına koyup bebeklerinin tekmelerini hissetmek onu çok daha farklı bir korkunun içine sürüklemişti. Bazen kendi dahi hala içinden bir bebeğin çıkacağına inanamadığını söylüyordu. Haftalar geçtikçe daha çok hareketlenen bebek onu hem ölesiye panikletip korkutuyor hem de tuhaf bir babalık heyecanı yaşıyordu.
Hamileliğin son ayına girişiyle birlikte artık kocaman olmuş karnı Sandrino'yu daha çok tedirgin etmeye başlamıştı. Her sabah o gün doğuracakmış gibi hissedip hissetmediğini soruyor, nereye giderse arkasından oturup soluklanması için sandalye gönderiyordu. Her an ona ve bebeğe bir şey olacakmış gibi diken üstünde yaşıyordu. Sandrino'nun korku içindeki yaşamasını izlemek, Maddalena'yı ağırlaşan bedeniyle hareket etmekten daha çok yoruyordu.
Onlar birbiriyle atışırken Rosia Panzio ses tonundaki otoriteyle araya girmişti. Onlarla aynı evde yaşayan kadın, dairelerinin dışına taşan didişmelerinin bir sonu olmadığını kabullenmiş gibiydi. İnatçılık söz konusu olduğunda gelinin de oğlundan aşağı kalır olmadığını yeterince görmüş ve ikisini kendi hallerine bırakmayı seçmişti.
Rosia Panzio, onlara bakarken buz mavisi gözlerindeki sert bakışın yanında beliren ciddiyetle ellerini önünde kenetlemişti. Çenesiyle biraz önce Sandrino'nun çıktığı çalışma odasına giden holü işaret etti.
"Yeni bir gelişme var mı? Vali'nin durumu nasılmış?"
Annesinin konuşmanın yönünü değiştirmesi karşısında, biraz önce hiç utanıp sıkılmadan kolunun altına çekip, kulağına fısıldadığı Maddalena'yı gönülsüzce bırakan Sandrino, annesine dönmüştü.
"Hayır, yeni bir şey yok. Tüm şehir diken üstünde beklemeye devam ediyor. Fakat zaten son aylarda arttırılan vergiler ve çalışmayan maden ocakları yüzünden zor günler yaşayan şehir halkı gittikçe huzursuzlanmaya başlamıştı. Şimdiden bazı bölgelerde sesler yükselmeye başlamış. Vali'nin hastalanıp yatağa düşmesi sanki toprağı oynattı ve bastırılan tüm sorunlar yüzeye çıkıyor. "
"Dışarı çıkmadan önce salonda konuşalım, daha fazla dinlemek istiyorum."
"Tamam."
Rosia Panzio'nun sözleriyle dudakları gönülsüzlükle kıvrılsa dahi isteğini kabul eden Sandrino, yana çekilip kadına yol verdi. Aralarındaki hava gözle görülür bir biçimde, aşırı ciddiyet ve gerginlikten tıkırdamaya başlamıştı.
Beş gün önce Viterbo Valisi Averardo de Fantino'nun ateşli bir hastalık yüzünden yatağa düştüğü haberi tüm şehri sarmıştı. Tüm tedavilere rağmen uyanmayan yaşlı adamın ölüm döşeğinde olduğu konuşuluyordu. Kilise Devleti'nin en önemli eyaletini başıboş bırakmayan Papa Julius iki gün içinde güvenilir danışmanlarından Giacomo de Costanzo'yu, Averardo de Fantino'nun vazifesini vekâleten devralması için şehre göndermişti. Tüm şehir beklenmedik bir hızda hareketlenmişti.
Uzun yıllar boyunca valilik görevini sürdüren Fantino'nun ölümümün olasılığı, birçok soylu ve din adamının kendi etrafında oluşturduğu, güzelce hesaplanmış çıkar dizisi ortaya dökmüştü. Gelişmeleri yakından takip eden Sandrino, her gün Valilik Saray'ına gidiyor, her türlü ihtimale karşı kendi çıkarları doğrultusunda bazı gizli görüşmeler yapıyordu.
Önlerindeki bir saati, villanın küçük salonunda bitmek bilmeyen ihtimaller ve alınabilecek önlemler hakkında konuşarak geçirmişlerdi. Konuşma çoğunlukla Rosia Panzio ve Sandrino arasından geçmişti. Şömine önündeki sandalyeye oturmuş Maddalena kafa kafaya vermiş hararetle konuşan kayınvalidesi ve Sandrino'yu hayret içinde izlemişti. Birbirlerine zıt olan karakterleri yüzünden sıklıkla çatışsalar dahi istedikleri zaman çok sıkı bir ekip olabiliyorlardı.
"O adamların hepsi ancak entrika çevirir, hırgır eder, yaltaklanır ve insanları kullanırlar. Sen her zaman sabırlı ve soğukkanlı olmaya çalış oğlum. Ve en önemlisi akıllıca kararlar ver."
Rosia Panzio uzattığı elini Sandrino'nun yanağına koymuştu. Gözlerinin içine bakarken ciddiyetle günlerdir olduğu gibi onu uyarmış sonrasında ise anlayışlı bir ifadeyle ikisini süzüp yanlarından ayrılmıştı. Rosia Panzio'nun gidişiyle yanına gelen Sandrino, temkinli bir ifadeyle ona yaklaşmıştı.
"Bizi izlerken kıstığın o yeşil gözlerinden, güzel kafanın içinden neler geçiyor acaba?"
"İstediğiniz zaman çok iyi bir ekip oluyorsunuz."
Dudaklarından dökülen bu sözler Sandrino'nun hoşuna gitmişti, karnının üzerinde duran elini tutup onu ayağa kaldırırken derinden gelen keyifli gülüşünü gizleyememişti.
"Hadi beni yolcu et sarıpapatya, tüm gün unutamayacağım bir öpücük istiyorum."
Elini belinin arkasına koyarak onu kapılara ilerletmeden önce uzanıp örgüsünden serbest kalan saçını kenara çeken Sandrino son sözleri kulağına fısıldamıştı. Kıkırdayan Maddalena henüz nefesini düzenleyemeden, bir yandan kulak memesini dişlemeye başlayan Sandrino, yumuşak kadife bir fısıltıyla "Seni özledim." diyerek onu kışkırtmaya devam etti.
Fısıldanan birkaç tatlı söz, belinin üzerinde tatlı tatlı hareket eden parmaklarının hissi, cazibesine kapılmasına yetmişti. Hamileliği ilerlediği için artık birlikte olmuyorlardı, Sandrino genişleyen karnındaki çocuğa zarar vermekten korkuyordu. Fakat bu ellerini ondan uzak tutacağı anlamına gelmiyordu, daima temas halindelerdi. Sandrino'nun sevdiği gibi küvette yıkanıyorlar, evde olduğu vakitlerini birlikte yatak odasında vakit geçiriyorlardı. Sandrino annesinin karnına sürmesi için getirttiği deri toniklerini ona bizzat sürüyor ve her defasında bunu utanmaz bir oyuna çeviriyordu. Maddalena onun bu ahlaksız oyunlarını kaç kadınla daha oynamış olabileceğini düşünerek Sandrino'ya kızmak istese dahi bir yandan da çok keyif alıyordu. Sandrino gibi bir adamın büyüsünü uzun süre görmezden gelmek pek mümkün değildi.
Birlikte villanın kapılarına yaklaştıklarında Maddalena başını Sandrino'ya yüzüne doğru kaldırdı. Tereddütle yutkunurken, alt dudağını dişlerinin arasına almış çekiştiriyordu. Biraz sonra söyleyeceğinin çocuksu görüneceğini, onunla eğleneceğini biliyordu fakat yine de adeta bir çiçeğin taç yaprakları gibi kırpıştırdığı uzun kirpikleriyle usulca sokulup adını mırıldandı.
"Sandrino."
Sandrino yanaklarının kızardığını, kirpiklerinin altından ona çekingen bir bakış attığını görmüş olacak ki hafifçe gülümsedi. Gözlerinin ilgiyle ona döndüğünü gören Maddalena ise hevesle konuşmaya başlamıştı.
"Şehre gittiğinde bana o şekerlemelerden getirir misin? Hani o kırmızı olanlardan, Clarissa'nın da yediği. Hatta yanında satılan yumuşak beyaz şekerlemelerden de alırsın değil mi?"
İçi gülen mavi gözleriyle onu dinlerken, ellerini karnının iki yanına yerleştirmiş Sandrino, sözlerinin sonunda kahkaha atmaya başladı. Başını geriye attığında göğsü genişledi. O gülmeye devam ettikçe Maddalena yerinde huzursuz bir şekilde kıpırdanıyordu. Sonunda buna daha fazla katlanamadığında, o sabah bizzat seçtiği haki rengi brokar ceketini çekiştirip, alıngan bakışlarını eğlenen yüzüne dikerek söylendi.
"Gülme. Ne dedim ki ben?"
Sandrino sonunda bakışlarını yüzüne çevirdi, elleri hala büyük karnının iki yanında duruyordu. Az önceki kahkaha tufanından nemlenmiş mavi gözleri parlıyordu. Gülümseyerek eğildi ve dudağına küçük bir öpücük bıraktı.
"Eskiden açlıktan ölüp gitme diye ağzına zorla yemek tıkmayı düşünüyordum, şimdi benden çocuk şekerlemeleri istiyorsun."
"Canım öylesine tatlı çekti. Neden büyütüyorsun ki?"
"Öylesine mi çekti? Yoksa aşermeli mi çekti? Hangisi sarıpapatya?"
"Aşermeli çekti. Alacak mısın almayacak mısın? Cevap ver."
Onun sevimli bir ses tonuyla ısrar edişi Sandrino'yu yüksek sesle bir kez daha güldürmüştü. Kontrol edemediği kahkahaları onun iştahlı halinden ne kadar keyif aldığını ele veriyordu. Başını geriye çektiğinde kilo aldığı için tombullaşan yanaklarına, dolgunlaşıp hassaslaşmış göğüslerine, belinin genişleyen kıvrımına göz attı. Gördüklerinden son derece memnun bir edayla dudağını dişleyip mavi gözlerini tekrar yüzüne çevirdiğinde, ellerini uzatıp yüzünü avuçları arasına aldı.
"Alacağım, tabi ki alacağım. Yalnız sana kilo almak çok yakıştı, bu günleri görmek için sabırsızlanıyordum. Harikasın, üzerinde sağlıklı bir ışıltı var. Yanakların bile tombullaştı. Doğumdan sonra bu şekilde yemeye devam edebilirsin. Hem ben dolgun hatlar severim, eskiden de öyleydin ama şimdi daha da çekici oldun."
Bu sözleri üzerine önündeki kocaman karnına ve şişmanlamış bedenine kaşlarını çatarak bakan Maddalena, hoşnutsuzlukla gözlerini devirmişti. Değişimine kendi dahi inanmakta güçlük çekiyordu. Hamileliğin ilk ayları çok rahat geçmişti fakat iştahı her geçen gün biraz daha artmış ve kendini el üstünde tutulmaya öylesine kaptırmıştı ki hızla kilo aldığını fark edememişti. Gün içinde sürekli atıştırıyor, canı sürekli tatlı bir şeyler yemek istiyordu. Hayatı boyunca yemek yemek hiç bu kadar keyifli olmamıştı.
Fakat artık hamileliğini son ayına girmesiyle, karnında taşıdığı çocuk omurgasını öyle zorluyor, bacaklarını öyle acıtıyordu ki sanki aylar boyunca kontrolsüz bir şekilde yediklerinin acısı şimdi çıkıyordu. Artık oturmak, uzanmak, yürümek, her şey acı verici bir hale gelmişti.
Kilo aldığı için ona her gün takılan, sinirini bozan Sandrino'yu tokatlamak istese de yüzündeki mutlu gülümsemeyle karşılık vermişti.
"Rüyanda görürsün. Ayrıca o kadar da kilo almadım. Hem herkes çok güzel bir hamile olduğumu söylüyor."
"Sen zaten ışık gibisin sarıpapatyam, sana bakınca gözlerim kamaşıyor. O yüzden kilolarını falan görmüyorum ben."
Parmağıyla dolgun yanağını okşayarak ona takılmaya devam eden Sandrino'nun bu sözlerine karşı gözlerini deviren Maddalena dudakları arasından "Pislik, sen çok yalancı bir adamsın" diye mırıldandı. Bunun üzerine Sandrino aniden aşağı doğru eğilmiş ve dudaklarını karnına yaklaştırmıştı.
"Görüyorsun değil mi üzüm tanesi? Her türlü ilgiyi, şefkati gösteren muhteşem bir adamın ama hanımefendi kıymetimi bilmiyor."
Maddalena kaşlarını çatıp ona sert bir bakış atmıştı. Sadece Sandrino değil ailedeki herkesin dilinde üzüm tanesi olarak yerleşmiş bebeklerinin gerçek adının bu şekilde kalacağından korkmaya başlamıştı.
"Üzüm tanesi diye seslenme! Artık gerçek bir isim bulmamızın zamanı geldi Sandrino. Yoksa doğduğunda bebeğimize hala üzüm tanesi diye seslenecekler."
"Üzüm tanesi.. kulağa hoş geliyor. Bence üzüm tanesi koyalım. Hem çok farklı ve kimsede olmayan bir isim.. havalı özel bir kız olur."
Maddalena yüzündeki hoşnutsuz ifadeyle onu bakarken Sandrino yumuşak bir sesle tekrar üzüm tanesi diye mırıldanmıştı. Usulca saçlarına uzanırken yakışıklı yüzündeki gördüğü sevimlilik yavaşça hoşnutsuz ifadesinin yumuşamasına sebep olmuş ve sonra kızları hakkındaki sözleriyle kalan bütün hoşnutsuzluğu da uçup gitmişti.
"Hala kız olacağında ısrarcısın?
"Tabi, en az senin kadar güzel bir kız olacak. Zeki, havalı ve gururlu bir kız."
Sandrino aylardır kız çocuğu hayali kuruyordu. Elbet bir oğulları olacağını ama ilk çocuklarının kız olmasını tercih edeceğini söylüyordu. Fakat Maddalena onunla bu hayali paylaşamıyordu, küçük bir kız çocuğunu büyütmek erkek çocuğunu büyütmekten daha korkutucu geliyordu gözüne.
Sandrino ile tekrar kol kola ilerlemeye devam ederken karşıya çevirdiği bakışları duvardaki işlemelere görmeden bakmaya başlamıştı. Eli ise farkında olmadan huzursuz bir şekilde karnının üzerinde hareket etmeye başlamıştı.
Küçük, masum, tüm geleceği onun ellerinde olan bir kız çocuğu...
Kendi annesinden sevgi görmeden büyümüş bir kız, kendi kızına iyi bir anne olabilir miydi? Ya bu sorumluluk ona ağır gelir de kendisi gibi bir kız çoçuğu yetiştirirse ne olacaktı? Kızların kaderi annelerine çeker derlerdi, ya onun kızı da kendisi gibi kalbi kırık bir çocuk olursa ne yapardı.
"Ben şimdi gidiyorum. Sen de o sırada dinlen, keyfine bak. Ve sakın ben yokken doğurmaya kalkma. Anlaştık mı?"
Duyduğu bu sözlerle birlikte, kendini toparlamaya çalışan Maddalena gözlerindeki hüzünlü bakışı silerek, onunla şakalaşan Sandrino'ya bakmıştı. Villanın geniş kapısına ulaşmışlardı. Karşısına geçen Sandrino ellerini kollarına koymuş, başını hafifçe eğerek alnını onun alnına yaslamıştı. Dişlerinin arasına çektiği alt dudağını serbest bıraktığında kısık bir sesle cevap vermişti.
"Anlaştık, sen varken doğururum."
Bu sesindeki alaycılığı duyabilen Sandrino'nun yavaşça doğrulup, ona hoşnutsuz bir bakış atmasına neden olmuştu. Bozuk bir gülümsemeyle onu azarlarken elleri kollarından omuzlarına giderek yüzüne doğru tırmanmıştı.
"Maddalena, komik değilsin."
"Komik olan sensin çünkü!"
"Sözümü dinle ve en azından bir süre daha ben varken de doğurma. Bence zaten eğer seçim yapabilecek olsa o da birkaç ay daha orada kalmayı tercih eder. Annesinin karnının içinde; en güzel en güvenli yerde. Güzel güzel karnının içinde büyümeye devam etsin. Doğmanın bir acelesi yok, zaten doğacağı dünya da pek matah bir yer değil."
Onu inandırmak için gösterdiği yoğun çabaya gülmemek için dudaklarını birine bastıran Maddalena usulca başını salladı. Ona babalıktan korktuğu için kızmak istese de adeta duygular şelalesinde yüzen son ayına girmiş bir hamile olarak sözlerinden etkilenmişti. Bebeğinin karnının içinde büyümeye devam etme düşüncesi içini sımsıcak bir sevgi seline boğdu.
Beşinci ayından bu yana içindeki her hareketini rahatlıkla hissedebiliyordu. Minik ellerini sağ üst köşeye koyduğunu, topuklarını gıdıklar gibi içinde gezdirdiğini hissetmek için çoğu zaman sessizce odasına kapanıp onu dinliyordu. Bir yanı karnının içinde biraz daha dans etmesini isterken diğer yanı kavuşmalarının ne zaman olacağını delicesine merak ediyor, kollarının arasına geleceği anı bekliyordu. Artık bunları düşünmek bile Maddalena'nın gözlerinin dolmasına yetiyordu. İçinde aniden kendini gösteren duygusal bir dalgalanmayla, gözleri dolmuştu. Bir gözyaşı yanağına yuvarlanırken Sandrino'nun ceketine sıkı sıkı tutunup yüzünü göğsüne gömmüştü.
Sandrino, onun hamileliğin ilerlemesiyle artan hassaslığını, en ufak duygusal bir durumda ağlayabilmesini ve arkasından kahkahalarla gülebilmesini sevimli buluyordu. Göğsüne yaslanmış, içini çekerek ağlamasını izlerken yüzündeki alaycı ifadesi değişime uğrayıp sevgi dolu bir hal almıştı. Bir süre şefkatle saçlarını okşamış sonrasında ise başını usulca geriye doğru çekerek yüzüne bakmıştı. Zümrüt yeşili gözleri dolu doluydu, başparmağını gözünün altına sürerek gözyaşlarını silerken aynı zamanda mırıldanmıştı.
"Maddalena, ne oldu güzelim?
"Benim bebeğim ne zaman isterse o zaman doğacak."
Maddalena'nın sesi titremişti. Sandrino gülümseyen dudaklarını saçlarıma bastırdı. Yüzünde onun duygusalıyla eğlenen bir ifade varken mırıldandı.
"Tabi ki, baskı yok. O çok akıllı bir kız, ne zaman geleceğini iyi bilir."
Bu sözleriyle elini karnına koyan Sandrino imalı bir şekilde okşamıştı. Kolunu yeniden beline doladığında onu büyük karnının izin verdiğince kendine çekip dudaklarını birbirine mühürledi. Maddalena'nın tüm benliği, bir anda sıcak ve ıslak dil darbeleri ile dudaklarının arasından hayata döndü. Sandrino karnının üzerindeki elini çekmemişti, başparmağının ritmik hareketleri Maddalena'ya bir süredir hareketsiz olan uyuyan bebeğinin kımıldandığını hissettirdiğinde sevgi dolu bir iç çekişle o dudaklarını Sandrino'nun dudaklarına daha da fazla bastırıp kollarını daha sıkı boynuna doladı.
Uzun bir sürenin ardından dudakları birbirinden ayrıldığında, Sandrino kısık bir sesle "Şimdi gitmem gerek. Şehirde işim uzayabilir fakat akşam yemeğine yetişirim." diye mırıldandı ve göz alıcı bir gülümsemeyle geri çekilip, villanın yüksek kapılarına döndü. Onu dört bir yana dağılmış düşünceleriyle baş başa bırakmıştı. Fakat kapıdan dışarı çıktığı anda, aklına düşen korkuyla topukları üzerinde geri döndü ve büyük adımlarla tekrar karşısına geçti. Ona sıcacık telaşlı gülümsemelerinden biriyle bakarken, büyük ellerini karnındaki bebeklerinin de sözlerini anlamasını istercesine üzerine yerleştirdi.
"Sen yine de ben yanında yokken doğurma. Hatta sözümü dinle, bir süre daha doğurma. Anlaştık mı?"
"Tamam Sandrino, doğmak isterse içimde sıkıştırır tutarım doğurmam. Sen nasıl istersen öyle olsun."
"Güzel, anlaştık o halde."
"Tabi tabi anlaştık."
Maddalena pes edercesine iç geçirip istediğini kabul ettiğinde Sandrino'nun yüzündeki rahatlamayı açıkça görmüştü. Bu hali onu elinde olmadan tebessüm ettirirken, Sandrino eğildi ve dudaklarına bu kez kısa bir veda öpücüğü bıraktı. Arkasını döndüğünde, taş basamakları inmeye başladı.
Bakışlarını önünde uzanan büyük bahçeye çeviren Maddalena, genç bir seyisin eyerleyerek özenle hazır ettiği Sandrino'nun atı Kötü Şöhret'in yularını tuttuğunu gördü. Tıpkı sahibinin sahibinin mizacına sahip doru at, ayaklarını çakıl zemine çarparak delicisine silkeleniyordu. Attığı her adımda deri çizmelerinin taş zemindeki güçlü sesi bahçede duyulan Sandrino, kahyalarının uzattığı yaka kısmı siyah kürkten oluşan pelerinini omuzlarına attığında çizmelerinin üzerinde dönerek atının dizginleri almıştı. Üzengiye koyduğu ayağından destek alarak, uzun boyu ve iri cüssesine uygun özel olarak yapılmış eyerin üzerine yerleştiğinde basamakların ortasında durmuş onu izleyen Maddalena'ya bir baş selamı verdikten sonra atını harekete geçirmişti
Maddalena, oval biçimli çakıl yoldan geçip, iki cephesinde de gösterişli Panzio Düklük armasının olduğu taş kemerin altından geçerek gözden kayboluncaya kadar küçük Panzio kafilesinin arkasından bakmıştı. Hala olduğu yerde kıpırtısıza dururken, yüzünü kış güneşinin parladığı gökyüzüne doğru kaldırarak içine derin bir nefes çekmişti. Esen hafif rüzgara karşı ürperdiğini hissederek kollarını yavaşça karnına dolamıştı.
"Duydun değil mi? Baban bir süre daha orada kalmanı istiyor. Onun için senin üzüm tanesi olduğuna inanmak daha kolay olduğu için mi öyle istiyor yoksa doğacağın dünyanın tehlikeli olduğunu düşündüğü için mi? Sence hangisi dersin? Sanırım ikisi de."
Maddalena buruk bir tebessümle, hiçbir şeyden haberi olmadan büyümeye devam eden masum bebeğiyle konuşmuştu.
Aslına bakılırsa o an içinde en baskın duygu korkuydu. Vali Fantino'nun ölümüyle ortaya çıkabilecek kaos ortamından, Ercole Nicoletta'nın valilik koltuğunu elde edebilmek için yapabileceklerinden korkuyordu. Delice hamleler yapmaktan hoşlanan, Sandrino'nun kontrolsüzlüğünden korkuyordu. Annesinin ölümünden beri görüşmediği ona düşmanlık beslediğini açıkça yüzüne söyleyen Marianna'nın kocasının zalimliği ve hırslarına kendini ne kadar kaptırdığını ise tahmin dahi edemiyordu.
Sessizliğin içinde basamakların başında öylece dikilirken, elinin altında sanki endişelendiğini hissetmiş gibi kımıldamaya başlayan bebeği için korkuyordu. Son zamanlarda, Lucca yolunda başlarına gelen suikastı daha çok düşünür olmuştu. Daha ne kadar bu korkuları kaldırabileceğinden emin değildi ama bu berbat düzende başka seçeneği olmadığını da biliyordu. Yeşil gözleri karşıdaki kemerin üzerinde parlayan Panzio armasına kitlendiğinde içini çekti ve soluğu dudaklarından kaçarken taşıdığı endişenin bir kısmını da geride bırakmayı diledi. Elleri karnının üzerinde kenetlenirken, bebeğine her şeyin iyi olacağı sözünü vererek arkasındaki kapılardan yüzyıllar boyunca Panzio ailesine yuva olmuş villaya geri döndü.
**
"Hala bir iyileşme belirtisi yok mu?! Eğer şimdi ölecek olursa, Nicoletta isminin sonu gelir! Her şeyi güvence altına almam için zamana ihtiyacım var! Ölemez! Hayır, hayır şimdi ölemez!"
Ercole Nicoletta, amcasının aniden koltuğunda yığılıp kaldığı o günden beri bir kâbusun içinde yaşıyordu. Üzerinde gümüş rengi düğmeleri olan siyah bir ceket ve aynı renkteki dar siyah pantolonu vardı. Belindeki kemerden, deri bir kılıfın içinde muhafaza ettiği hançerinin kabzası, Viterbo Valilik Sarayı'nın odalarında, bir aşağı bir yukarı volta atarken şöminenin loş ışığıyla dalgalanan kurşuni havada parlıyordu. Kafasına üşüşen binlerce hesabın içinde o kadar kaybolmuştu ki kendi kendine konuşuyordu.
Güvenilir danışmanı Anto, karşıdaki pencerenin taş pervasına yaslamıştı. Ercole'nun bakışlarındaki tekinsiz parıltı sessizliğini koruması gerektiğini işaret ediyordu. Bir müddet daha odanın içinde dolanan Ercole, sesine yansıyan öfkeli bir sabırsızlıkla ona dönmüştü.
"Getirdiğim şu yeni dünya tedavilerini uygulayan hekim ne diyor?"
"İyi bir haber veremiyor efendim. Durum hala belirsiz."
Bu sözleri duyan Ercole Nicoletta elini taş duvara vurdu ve öfkeyle karışık bir çaresizlikle dişlerini sıktı. Eğdiği başını kaldırdığında, gözleri hırsla parıldıyordu. Köşede bekleyen on yedi yaş civarlarındaki genç uşağa kendisine bir şarap doldurmasını işaret edip tekrar güvenilir danışmanına döndü.
"Madenleri satmaya yeni başlamışken şimdi ölemez. Birkaç ay daha dayanması gerekiyordu! Paranın tamamını yerine koyabilmem için birkaç aya daha ihtiyacım var! Kahretsin! Bu sırada Papa'nın gönderdiği şu Giacomo de Costanzo ne yapıyor?"
"Adam saraya yerleşti bile. Henüz boyunu aşan sorular sormaya başlamasa da bir köşede oturacak bir yapısı yok. Olan bitenleri dikkatle izliyor, şahin gibi gözleri var."
Ercole Nicoletta, birkaç kez başını hızlıca aşağı yukarı salladı, sanki bir şeylere karar veriyor gibiydi, bir müddet sonra dönüp genç çocuğun uzattığı kadehi aldı ve sözlerine devam etti.
"Eğer hazine odasına gidip sandıkların boş olduğunu görürse işimiz biter. Bir şekilde o altınları yerine koymanın bir yolunu bulmalıyız. Belki de Marianna'nın çeyiziyle gelen mülkleri satmalıyım. O sandıkları doldurana dek amcamı hayatta tutmalıyız."
"Nasıl yapacağız? Giacomo de Costanzo şimdiden Valilik Sarayı'nı hâkimiyeti altına aldı."
"Dikkatini başka tarafa çekmeliyiz. Bunun için de şehirdeki huzursuzluğu arttırmamız gerekiyor. Sadece şehrin karmaşasından faydalanarak Giacomo de Costanzo gözlerini hazine dairesinden uzak tutabiliriz. Böylece karışıklıktan istifade edip, adamlar sarayın altındaki tüneli kullanarak sandıkları doldurabilir. Daha sonra da valilik koltuğunu tek seferde ele geçiririz."
"Emin misin? Bunun en iyi strateji olduğuna gerçekten inanıyor musun? Şehirdeki maaşları aylardır ödenmeyen muhafızları ve yoksul halkı kışkırtıp şehri kaosa sürükleyeceksin sonra da verdiğin rüşvetlerle kalabalığı yatıştıracak şehre huzur getirecek kurtarıcı olarak ortaya çıkacaksın. Kolay ve temiz olacağından emin misin?"
"Her ne gerekiyorsa onu yapacağım. Bu şehrin bir sonraki Valisi benim."
Konuşmaları kapının tıklatılmasıyla bölünmüştü. Ercole'nun muhafızı kapıda belirmişti, ellerini önünde birleştiren parlak bir zırh içindeki iri yarı adam başını eğip selam verdiğinde yan odada her şeyin hazır olduğun bildirmişti. Bunun üzerine Ercole'nın danışmanı Anto, pencerenin önünden ayrılarak kuşkuyla kaşlarını kaldırdı.
"Vasiyetname bugün mü okunacak?"
"Evet, her duruma hazırlıklı olmalıyız."
Ercole hırs bürümüş bakışlarıyla kapıya döndüğünde, elindeki boşalmış kadehi almak için yaklaşan delikanlıyla çarpıştı. Genç çocuk elinde gümüşten yapılmış bir tepsi tutuyordu. Öfkeyle küfreden Ercole önce elindeki kadehi yere çapmış sonrasında büyük elleriyle çarpıştığı zayıf genci yakasından tutarak yere savurmuştu. Yüzüstü yere kapaklanan genç delikanlının üzerinden geçerek ölüm döşeğindeki amcasının uyuduğu dairenin kapısına ilerlemişti.
İki odayı birbirine bağlayan kapıdan bir yılan gibi içeri süzüldüğünde havasız ve bayat tütsü kokan dairenin içinde ilerleyip yatağın yanında durdu. Bakışlarını yatağın karşısındaki, ağır bir duman perdesinin ardında bekleyen kalabalığa çevirdiğinde, Viterbo'nun güçlü servet sahibi soylu beyleri ve din adamlarının orada olduğunu gördü. Papa Julius'un amcası yerine vekaleten atadığı Giacomo de Costanzo en uzak köşede durmuş, şahin bakışlarıyla etrafı izliyordu. Mor cübbesinin üzerine süslü bir haç takan Viterbo şehrinin piskoposu, törensel bir şekilde yatağın ayakucunda duruyordu. Büyük gösterişli yüzüklerle bezeli elinde ise amcasının mührünü taşıyan vasiyetnameyi tutuyordu.
Biri günlerdir güneş ışığını engelleyen kalın perdeleri açmıştı. Yatak örtüsü altın sarısı başka bir örtüyle değiştirilmiş ve içeri dolan güneşle birlikte odadaki kasvet bir nebze olsun kırılmıştı. Viterbo Valisinin yatağının başında duran Ercole, kollarını göğsünde birleştirdiğinde kıstığı bakışlarını karşıdaki adamların yüzlerinde gezdirmişti.
İşte oradaydı, Sandretta Dükü Sandrino Panzio. Grubun arkasında tütsü dumanının oluşturduğu sisin içinde dimdik durmuş vasiyetnamenin okunmasını bekliyordu. Sanki ona baktığını biliyormuş gibi lanet adamın dudaklarının kenarında belli belirsiz bir kıvrılma oldu. Bunu fark eden Ercole'nun soğukkanlılığı sarsılmamıştı ama adamın sessiz bir eğlenceyle dolu olan biçimli yüzünü dağıtmak için duyduğu güçlü arzuyu sıktığı dişlerinin arasında güçlükle zapt ediyordu.
Aylardır üzerine çalıştığı planları gerçekleştiğinde, Sandrino Panzio'nun günleri sayılıydı. Panzio gücünü gitgide zayıflatmak için her yolu deneyecekti. Sonrasında ise, şehrin tüm karmaşası içinde boynuna ölümcül bir darbe.. sonuçta bu son derece olasıydı. Yakında Viterbo şehrinde ölüm her köşede kol geziyor olacaktı. Bunu düşünürken sisin ardında zalimce sırıttı. Belki genç yaşta dul kalan zavallı De Benardi çiçeği ablasının yanında Nicoletta Sarayı'nda yaşamaya bile başlayabilirdi. Ercole evinin kapılarını Maddalena'ya büyük bir keyifle açardı.
Sert bakışları yanındaki yatakta hırıltılı nefeslerle hayata tutunmaya çalışan amcasına döndü. Planlarını gerçekleştirmek için bu yaşlı ihtiyarın biraz daha yaşaması gerekiyordu. İktidar mücadelesini kazanabilmek için yoluna çıkabilecek pisliklerini temizlemeliydi ve bunun içinde zamana ihtiyacı vardı.
**
"Valilik hazinesindeki şahsi payı olan 150.000 dükayı ve tüm mal varlığını sevgili yeğenimiz Ercole Nicoletta'ya bırakıyoruz. Viterbo Valilik Sarayı'nın anahtarını Papa Julius'a geri veriyoruz. Sevgili Babamız ve sevgili yurttaşlarım hepinizden en az benim kadar Viterbo şehrine kendini adamış olan sevgili yeğenim Ercole Nicoletta'yı desteklemenizi istiyorum. Viterbo Valisi Averardo de Fantino tarafından 10 Mart 1512 yılında imzalandı."
Şehrin Başpiskoposu vasiyeti okumayı bitirdiğinde, Vali Fantino'nun dairesinde toplanan kalabalık dışarı çıkmaya başlamıştı. Herkes bundan sonra ne olacağını bilmez bir halde birbirlerinin yüzüne bakıyordu. Sadnrino ifadesiz bir yüzle aralarından geçti, kapıdan çıktığı ilk anda gözlerini devirerek güldü. Yanındaki Andreani'nin tepkisi de ondan farksız değildi, vasiyetnameyi duyduklarında bakışları şaşkınlıkla içinde birbirlerine dönmüştü. Ercole Nicoletta hepsine içeride ustaca planladığı tiyatroyu izletmişti.
Onlarla gelmiş olmasına rağmen yalnızca dairenin bekleme salonuna kadar girebilmiş Bruno kalabalığın içinde onları gördüğünde elini kaldırmıştı. Birlikte muhteşem bir şekilde boyanmış duvar halılarının, masaların üzerinde gururla parıldamak üzere sergilenen altın ve gümüş tabakların, ustaca oyulmuş küçük heykellerin olduğu beklemede odasının içinde ilerlerken Sandrino sinirle gülmeye devam ediyordu. Duydukları o denli komikti ki yerinde Andreani'ye dönüp sormadan edemedi.
"Hazinedeki payını şehre bağışlamak yerine yeğenine bırakmak yeni adet mi oldu?"
Onun bu sözlerini duymuş, şehrin kuzeyinde geniş arazilerin sahibi olan Kont Bertuzzi öne çıktı. Zayıf, orta boylu, kalın kaşlı ve ince dudaklı bir adamdı. Giydiği koyu renk tunik tüm bedenini kaplıyordu. İçeride duyduklarından hoşlandığı kaygıyla kırışan alnından belli oluyordu. Valinin alışılagelmedik vasiyeti birçoğu gibi onun da rahatsız etmişti.
"Hazinedeki payını şehre bağışlamak gelenektir. Yıllardır bu böyle devam etmiştir."
Aynı anlarda çenesindeki kirli sakalını kaşımaya başlamış, şehrin diğer soylularından Gastino Cervi konuşmaya dahil olmuştu.
"Önemli olan; Papa Julius'un bu vasiyete nasıl bakacağı."
"Üstelik Nicoletta, kendini valilik koltuğunda hayal etmeye başlamış bile. Kendinden sonra yeğenini desteklememizi istiyor."
Bekleme salonundaki küçük topluluk, kısık seslerle düşüncelerini belirtmeye devam ediyordu. Sandrino bir süre tek kelime bile etmemiş ve adamları dinlerken düşünmeye devam etmişti. Tam karşıdaki süslü duvara kitlenmiş bakışlarını yavaşça hareket ettirdiğinde gözleri mum ışığında parladı. Zihninden geçen hesapları gizemli maskesinin arkasında saklarken, diğerlerinin içine şüphe tohumlarını ekmeyi unutmadı.
"10 Mart. Vasiyetini bir hafta önce mi yazmış? Son zamanlarda aklı yerinde bile değildi."
Bu sözlerini duyan diğerleri bir an ağzını açtı ama hiçbirinden tek kelime çıkmadı. Hepsinin aklından aynı şüphe geçtiyse de henüz hiçbiri dillendirecek kadar cesur değildi. Bakışlarını birbirlerinin yüzlerinde gezdirip şüphelenirken grup bir anda sessizleşivermişti. Tam o sırada ise şehirde önemli nüfus sahibi soylulardan Russo öne çıkmıştı.
"Aklının yerinde olduğuna şahitlik edecek kişiler var."
Adamın sert bir dille kendini kastederek söyledikleriyle tüm bakışlar üzerine çevrildi. Sandrino'nun gözünde Russo eşeğin kıçının etrafında uçan bir sinekti sadece. Valilik Sarayı şu anda, içeride hastalığıyla boğuşan Fantino'nun en yakın müttefik ve düşmanlarının toplandığı kocaman bir çemberdi. Bunu iyi bilen Sandrino, daha fazla bir şey söylemeden adamları başıyla selamladıktan sonra aralarından çıktı.
İki yanında Andreani ve Bruno ile birlikte bekleme salonun kapılarına yöneldi. Kısa bir anlığına bakışlarını sağa çevirdiğinde bekleme salonuna bağlı başka bir odadan çıkmaktan olan üstü başı şarap lekesiyle kaplı genç delikanlıyı fark etti. Elindeki tepside bir sürahi ve kadehler duruyordu. Bakışlarını önüne çevirdiğinde muhafızların onlar için açtığı kapılardan geçti. Bir dizi taş merdiveni, uzun bir koridoru geçtiklerinde ana avluya açılan büyük holü bulmuşlardı. Etraf iki üst kattaki meraklı kalabalığa kıyasla oldukça sakindi. Yanındaki Andreani'ye dönen Sandrino, sol taraflarında kalan kemerli geçide saptığında iki taş sütunun altına girmişti.
"Fantino öldüğünde, Papa yeni valiyi seçmekte acele edecektir."
Bulundukları köşede yalnızlardı, yakında kimse yoktu. Bunu fırsat bilen Sandrino kısık bir sesle aklındakileri doğrudan dile getirmişti. Andreani ile ilk günden bu yana konuşuyorlardı, tüm bildiklerini onunla da paylaşmıştı. Kuzeni de en az onun kadar Ercole Nicoletta'nın şehrin hakimiyetini eline geçirmesine karşıydı. Onlar Vali Fantino öldüğü taktirde başlayacak iktidar mücadelesine hazırlıklıydı fakat şaşkınlıkla yüzlerine bakakalmış Bruno için tüm bundan çok yeniydi. Başka bir dünyanın kapıları onun için aralanan genç sanatkar heyecanla araya girmişti.
"Roma'ya mı gidiyoruz?"
"Evet. Papa yerine hemen birini atayabilir. Fantino'nun ölümüyle şehri yolsuzluklardan arındırıp güçlendirmek için güçlü bir valiye ihtiyaç var."
Andreani, başını sallayarak ağır bir ses tonuyla konuşmuştu. Papalık Devletindeki herkesin çekindiği, karanlık bir adam olarak tanınan kuzeni o gün baştan sona siyaha bürünmüştü. Üzerindeki tek renk yakasına taktığı gösterişli gümüş Ludovico broşuydu. Yıllar önce hamile karısını zehirlemeye çalıştığı için tüm Viterbo'nun önde gelenlerinin gözü önünde cinayet işlemiş ve bunun için yargılanmışı. Bu olayın ardından bir daha buna benzer bir olaya karışmayacağına yemin etmişti. Fakat Ludovico ve Panzio'lar tek bir aileydi. Zamanında Sandrino'nun yaptığı gibi Andreani ilk günden bu yana yanındaydı, yeminini kardeşi gördüğü onun için hiç düşünmeden bozmuştu. Bir zamanlar sıkı bir diplomat olan Andreani artık ömrünün sonuna kadar bu çirkin hesaplardan uzak durmak istese dahi ona sonsuz bir şekilde ona destek oluyordu.
Bruno hala dehşet içindeydi ama ela gözleri Andreani ve Sandrino'nun ciddi ifadesi arasında gidip gelirken durumu anlamaya çalışıyordu. Bu sırada eldivenli elleriyle sabah giydiği omuzları kürklü lacivert pelerinin duruşunu düzelten Sandrino konuşmaya devam etmişti.
"Ercole Nicoletta, boşalttığı hazineyi Papa'nın konseyindeki kardinalleri satın almak için kullandığını biliyorum. Ne kadar para harcarsa harcasın yine de vali olamayacak. Buna asla izin vermeyeceğim."
"Nasıl yapacaksın?"
Kafa karışıklığıyla kaşlarını çatmış Bruno'nun sorusu karşısında Sandrino'nun dudakları ince bir tebessümle kıvrıldı. Aslına bakılırsa kendisi de kaderin onu, şehrin vali seçimlerine yön verecek noktaya getirmiş olduğuna inanamıyordu. Eğdiği başını kaldırdığında alaycılıkla omuz silkip rahat bir ses tonuyla konuşmuştu.
"Roma'ya gidip kendi valimize destek arayacağız."
"Na-sıl?"
"Küçük bir kuştan duyduğuma göre Kardinal De Benardi, âşıklarının arkasını önüyle eşit ölçüde seviyormuş. Ayrıca Roma'da sakladığı metresi ve çocuklarını da biliyorum. Böyle şeyler öğrenmek, yalnızca onları ne zaman kullanacağını bilirsen yararlı olur. Şimdi bu bildiklerimi kullanmanın tam zamanı. Şehir hazinesinden çaldığını da biliyorum. Ercole Nicoletta bu işi kolayca temizleyemeyecek."
Yukarıdaki kalabalığın aşağı inmeye başlamasıyla birlikte aralarında daha fazla konuşma geçmemişti. Dışarı çıktıklarında, seyislerin hazır ettiği atlarına yerleşen üç adam Valilik Sarayı'nın yüksek kapılarından çıkmışlardı. Atlarının toynaklarının şehrin parke taşı döşeli sokaklarında çıkardığı sesler eşliğinde bir süre ilerlediklerinde, gece karası atının üzerindeki Andreani başını ona çevirmişti.
"Valilik için kimi destekleyeceğimize karar verdin mi? Halam kimi öneriyor?"
Sandrino, mahmuzlarını gevşek tuttuğu parlak doru atının üzerinde dimdik oturuyordu. Andreani'nin sorusu üzerine yüzündeki sabit ifade dağıldı, eyerinin üzerinde hafifçe dönüp çenesiyle onu işaret etti. Dudaklarına yansıyan çarpık gülümseme gözlerinde eğlendiğini ifade eden çıldırtıcı bir bakış vardı.
"Seni yaparız diye düşündük. Hiç kuşkusuz, senden görüp görülebilecek en sert ve en adaletli vali olur. Bu şehir için biçilmiş kaftansın."
"Asla!"
Andreani'nin teklifini şiddetle reddedişi Sandrino'yu sesli bir şekilde güldürdü. Fakat ona takılmaktan geri duramamış olsa da ikisi de sözlerinin içinde yatan ciddiyettin farkındaydı. Ercole Nicoletta, vali olabilmek için için Papa'nın danışma meclisindekilere çoktan rüşvet veriyordu. Onların da güçlü bir adaya ihtiyacı vardı.
"O zaman bu talihsiz göreve başka bir zavallı düşünmeliyiz. Giacomode Costanzo gibi birini. Tamamen bağımsız bir aday, şehirdeki hiç kimseyle bir bağlantısı yok. Ayrıca Papa Julius'un güvendiği bir adam. Üstelik adaletli ve mert. Annem de şehir için en uygun adamın o olduğunu düşünüyor."
Güneşin altında parlayan mavi gözleriyle Andreani'yi süzen Sandrino sözlerinin ardından bakışlarını yola çevirdi. Önlerindeki nispeten geniş sokaklar, sarraf bankalarıyla, tezgâhların üzerine yığılmış bozuk paralarla doluydu. Tentelerle korunan birkaç noter, bazı tanıkların huzurunda tapuları inceliyor, ayakkabı tamircileri ve ayakkabıcılar botları ve takunyaları onarıyor ve ikinci el satıcıları Bizans hazineleriymiş gibi cilalanmış ve sırlanmış eşyalarını sergiliyorlardı. Sokaklar normal bir zaman göre oldukça huzursuzdu. Koşuşturan öfkeli birtakım adamların sesleri kaldırım taşlarında yankılanıyor, öfkeli insanların bağırışları her yerden duyuluyordu. Dağınık üniformalarıyla başı boş halde dolanan şehir muhafızlarını ise insanları ürkütüyordu. Hepsi yakında kötü bir fırtınanın şehri vuracağı hissi uyandırıyordu. İnsanların olduğu sokaklardan geçtiklerinde, atlarını daha geniş olan meydanda sürüp ölümsüz şehir Roma'ya giden güney kapılarına ulaşmışlardı.
**
Rosia Panzio'nun onu dairesine çağırması üzerine, ağır bedeniyle taş merdivenleri tırmanan Maddalena, içten içe kendini huzursuz hissediyordu. Eli taş tırabzanın üzerindeyken, bir an gergin bir şekilde dönüp arkasına baktı, Rosia Panzio'nun en yakını olan Enrica aşağıda ellerini önünde birleştirmiş onu izliyordu.
Maddalena, aşağıdaki salonda ayaklarını uzatmış şömine önünde uyuklarken, yanına gelen kadın Rosia Panzio'nun onu dairesinde beklediğini söylemişti. Kadının yüzünde anlam veremediği bir ifade vardı, en az hizmet ettiği kadın kadar soğukkanlı olan Enrica'nın bu hali bir terslik olduğunu açıkça gösteriyordu. Aklına ilk gelen şey, bir hata yaptığı ve Rosia Panzio'nun bunun için onu azarlayacağı olmuştu. Fakat uzun bir süredir son derece usluydu, kimsenin arkasından bir iş çevirmemişti. Zihnine dolan korkularla ağır bedeninin izin verdiği en hızlı şekilde uzandığı sedirden kalkmış ve üst kata çıkmıştı.
Kadının dairesinin bulunduğu koridora geldiğinde, altın yaldızlı süslü kapının kapalı olduğunu gördü. Elini kaldırıp tıklattığında, içeriden duyulan sesle birlikte araladığı kapıdan içeri süzüldü. Tedirgin zümrüt yeşili gözlerini odanın içinde dolaştırdığında, Rosia Panzio'yu pencereden villanın uçsuz bucaksız görünen bahçelerine bakar halde buldu. Dairenin diğer tarafındaki yatağın üzerine, orta büyüklükte sedef kakmalı bir sandık vardı. Maddalena'nın meraklı bakışları adeta bir düğün sandığına benzeyen aile yadigârının üzerinde kalmışken Rosia Panzio, asalet ile harmanlanmış ince sesiyle onu yanına çağırmıştı.
"Gel. Pencereden dışarı bak ve bana ne gördüğünü söyle."
Maddalena yanına yaklaştığında dediğini yaptı ve yeşil gözlerini pencerenin ardındaki manzaraya çevirdi. Baharın habercesi olan çiçekler yeşillenmeye başlamıştı, aşağıdaki yeşilin sonsuz tonuna bürünmeye hazırlanan uçsuz bucaksız bahçeyi kim görse ihtişamından büyülenirdi. Bahçeleri çevreleyen yüksek kemerli sundurmalar, mermer teraslar ve su sıçratan çeşmeler, doğanın nefes kesen manzaralarına giden uzun, sığ merdivenler.. hepsi nefes kesiciydi.
Fakat onunla aynı pencereden bakan Rosia Panzio'nun buz mavisi gözlerinin bu eşsiz manzaradan çok daha fazlasını gördüğünden emindi. Ne diyeceğini bilemediği derin bir nefes alan Maddalena ellerini karnının üzerinde birleştirirken usulca konuştu.
"Panzio bahçelerini... topraklarını görüyorum."
"Ben ne görüyorum biliyor musun? Aile tarihinin bağlarını. Juan ile geçirdiğim gençliğimi, evliliğimin ilk yıllarını, çocuklarımın bahçede koşturduğu günleri, koca bir tarih görüyorum. Yıllar geçtikçe ailelerin tarihinde birçok iyi kötü hikâyeler ortaya çıkar. Nesilden nesile aktarılırlar ve bu süreçte her biri anlam kazanır. Bir evin iskeleti, daha önce gelenlerin iliğini kemiklerinde taşıyabilir. "
Konuşurken belli belirsiz gülümseyen Rosia Panzio'nun mavi gözleri anıların canlandığı bahçelerin üzerinde dolaşmıştı. Ara verdiğinde kederli bir ruh haliyle içini çekmiş, sözlerine devam etmeden önce ona doğru dönerek öne çıkardığı eliyle karnını işaret etmişti.
"Juan ve benim tarihim de bizden sonraki nesillerde devam edecek. Onlar da bizim bir zamanlar, geçtiğimiz bahçelerden geçecek, oturduğumuz masalarda sofralar kuracaklar... bu çatının altındaki her Panzio varisi kendi hikayesini yazacak. Başardıkları her şey Panzio ailesinin onuru için olacak."
Maddalena duyduğu son sözlerle öylece kadının yüzüne bakakalmıştı. Rosia Panzio'nun ses tonundaki burukluk ve uzaklara dalan gözlerindeki bakış bazı şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu. Başını döndüren bir endişeyle ne diyeceğini bilememişken, Rosia Panzio, karnının üzerinde duran eline uzanmış ve onu ahşap sandığın olduğu yatağa yönlendirmişti.
"Gel, oturalım."
Onu yatağa oturtan Rosia Panzio'nun, derin bir nefes alıp yanına oturuşunu devamında dile getireceği sözlerden korkan bakışlarla izlemişti. Omurgasından aşağı doğru soğuk, uğursuz bir ürperti inerken yerinde kaygıyla titredi. Boğazını temizleyen Rosia Panzio, Pekala diye mırıldandığında oturduğu yerde ona döndü, gözlerini içine bakarak başladı sözlerine.
"Aslında bebek doğduktan sonra söylemeyi düşünüyordum ama daha fazla beklememeye karar verdim. Şimdi sana söyleyeceklerimi Sandrino'ya söylemeyeceğine söz vermelisin. Elbette Lavinia'nın da bilmesini istemiyorum."
"Söz veriyorum."
"Bir hafta önce bir tüccarla görüştüğümü hatırlıyor musun? O aslında tüccar değil bir hekimdi."
Bu son zamanlardaki solgunluğu ve yorgunluğunun nedenini açıklıyordu. Hekime göründüğüne göre yakında iyileşir, her zamanki gibi ailenin başında dimdik bir güçlü bir çınar gibi durmayı sürdürürdü. Ondan rahatlatıcı bir söz duymayı beklerken bunun yerine Rosia Panzio'nun yüzüne yansıyan kabullenişi görmek Maddalena'nın üzerine bir kâbus gibi çöktü. Birden paniklemişti, titreyen bir sesle yerinde kadına yaklaşırken konuşmuştu.
"İ-iy-iyisiniz de-ğil mi?"
"Hekim çok vaktim kalmadığını söyledi."
"H-ha-yır."
Maddalena'nın sesi kopmak üzere olan bir ip kadar ince çıkmıştı. Rosia Panzio olmadan bu evi, bu toprakları hayal dahi edemiyordu.
"Birkaç aydır omzumda bir yara var. Birkaç aydır ilaç ve farklı yöntemler deniyorum fakat geçmiyor. Hekim amansız bir hastalığa yakalandığımı söyledi. Fakat çok çabuk olmayacak ama yine de senin hazırlıklı olmanda fayda var."
"Ha-yır, lüt-fen. Mutlaka bir çaresi vardır."
Kelimeler Maddalena'nın boğazında düğümleniyordu. Oturdu yerde, onun hamilelikle birlikte tombullaşan yüzünün acı ve kederle kasıldığını, yanaklarının renginin solmaya başladığını gören Rosia Panzio, uzanıp elini tuttu. Zümrüt yeşili gözlerine bakıp gülümserken hala dik bir duruşa sahipti.
"Hayır, hayır. Gözyaşlarını üzücü bir konuya sakla sevgili kızım. Bunda üzülecek bir durum yok."
Maddalena başını eğerse, gözyaşlarının yanaklarına adeta bir sel gibi akacağından korkuyordu. Titremeye başlayan dudaklarını birbirine bastırırken, bütün gücünü gözyaşlarına engel olmak için sarf ediyordu. Rosia Panzio, karşısında bu kadar dik bir duruşa sahipken hıçkırıklara boğulup ağlamak istemiyordu.
"Her anlamda zengin ve imtiyazlı bir yaşam sürdüm, ömrümün hakkını verdim. Şimdi de gitme vakti, dünyevi yolculuğumu tamamlamak üzereyken ne bir üzüntü ne de bir pişmanlık duyuyorum. Hayal edebileceğimden çok daha fazlasını elde ettim; sevgi dolu bir eş muhteşem çocuklar. Şimdi de ailemi ve üzerine titrediğim bu evi güvenilir ellere bırakmaktan mutluyum."
"Eminim ki Sandrino sizi on-"
Sandrino'nun adı ağzından dökülürken Rosia Panzio başını iki yana sallayıp hayır diyerek onu durdurdu. Tuttuğu elini nazikçe sıktığında sözlerine devam etti.
"Sandrino'dan bahsetmiyorum. Evet, ailemizin başındaki kişi Sandrino. Fakat ben seni kastediyorum."
Yüzünde insana huşu veren bir sakinlik olan Rosia Panzio'nun bunu söylemesini beklemeyen Maddalena'nın uzun kirpikli gözleri şaşkınlıkla açılmış başını hızla geriye çekip kadına bakakalmıştı.
"B-eni mi?"
"Evet, bu evin geleceği senin."
"Fa-fakat ben daha çok gencim. Siz olmadan başaramam."
Duyduğu sözler Maddalena'nın zihninde kilise çanı gibi yankılanıyordu. Bu evin geleceği sensin. Şaşkınlıktan başı dönmeye başlamıştı. Titreyen sesiyle konuşmaya çalışsa dahi kadının üzerine yüklediği sorumluluğun ağırlığı boğazında koca bir yumru oluşturmuştu.
"Evlendiğiniz günden beri sana her şeyi yavaş yavaş öğrettim. Sandretta topraklarının kiracılarını, ekilen tarlaları, üzüm bağlarını, banka işleri ve yatırım faaliyetlerinin tutulduğu hesap defterlerini, villanın düzenini, aşağıdaki hazine odasını,.. hepsini aylardır anlatıyorum, artık her şeye hakimsin."
Maddalena'nın yaşlarla dolu olan gözleri pencereden süzülen günışığında cam gibi parlıyordu. Bebeğini büyütürken aynı zamanda diğer sorumlulukların altından kalkabilmek için Rosia Panzio'nun varlığına her zamankinden daha çok ihtiyacı vardı. Onsuz ucu bucağı olmayan bir karanlığın içine düşerdi. Yolunu aydınlatmasına, varlığı ve vakur duruşuyla ona güç vermesine ihtiyacı vardı.
"Fakat sizsiz hiçbir şey aynı olmayacak."
"Böyle bir talebin amacı sana olan inancım. Bıraktığım yerden devralabilecek kadar zeki ve hırslısın. İlk zamanlar tökezleyebilirsin ama başarılı olacağına güveniyorum. Belki de yıllar sonra benim gibi, herkesi hizaya sokan, Buyurgan Görkemli Hanım sen olacaksın."
Bu sözlere karşı birlikte tebessüm etmişlerdi. Boğazında düğümlenen hıçkırıkları güçlükle bastıran Maddalena neredeyse fısıltıdan ibaret bir sesle konuşmuştu.
"Onur duyarım."
"Olacaksın, çok güçlü olacaksın. Neden bu kadar emin olduğumu bilmek ister misin? Çünkü oğlumu kalbinin en derininden gelerek seviyorsun ve bu villayı evin gibi benimsediğini gözlerinde görebiliyorum. Buraya gönülden bağlısın. Sen beni en iyi şekilde yansıtacak sağlamlıkta bir kayasın. Farkında değilsin belki ama sen çok güçlüsün. Sandrino'yu dize getirebildiğiysen burayı da idare edebilirsin."
"Teşekkür ederim. Teşekkür ederim"
Kadının ona bu denli inanması Maddalena'nın yüreğine dokunuyordu. Gözyaşlarıyla dolu olan gözlerini kırpıştırırken duygu yoğunluğundan çatlayan sesiyle teşekkür etmişti. Kalbinin derinliklerinden çıkan şiddetli bir hıçkırığı tutamadığında gözpınarlarına biriken yaşlar hamilelikle birlikte tombullaşmış yanaklarına yuvarlanmaya başlamıştı. Rosia Panzio'yu kaybedecek olmak canını tarifsiz bir şekilde yakıyordu.
Gözyaşlarına boğulduğunu izlerken ona şefkatle gülümseyen Rosia Panzio, şaşırtıcı bir şekilde ellerini uzatıp gözyaşlarını silmişti. Gitme zamanının geldiğini kabul ediyor, Tanrı tarafından kendisine bahşedilen zamanın sona erişini zarafetle karşılıyordu.
"Ağlama. Gözyaşı yok. Merak etme, hemen öyle kolayca gitmiyorum. Sadece kabul ettim ve senin hazırlıklı olmanı istiyorum. Hem dua ederken Tanrı'nın beni duyduğunu içimde hissediyorum. Sandrino'nun oğlunu kucağıma alıp, yıkayıp kundaklamama izin verecek kadar zaman tanıyacak bana."
Maddalena gözyaşlarını bastırmaya çalışarak kadına buruk bir gülümseyişle bakarken Rosia Panzio şefkatle yanağını okşayıp yavaşça geri çekilmişti. Aralarında kısa bir sessizlik hakim olmuşken, bulundukları dairenin kapısı çalınmıştı. Rosia Panzio'nun içeri davet eden sesinin ardından, Clarissa Ludovico içeri girmişti.
"Rosia Hala."
"Clarissa. Gel, yaklaş."
Clarissa yanlarına gelirken, Maddalena telaşla dağılmış görüntüsünü düzeltmeye çalışmışsa da başarısız olmuştu. Titreyen elleriyle saçlarını geriye çekmiş, gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü silmeye çalışmıştı fakat Rosia Panzio'nun yönlendirmesiyle yatağın diğer tarafına oturan Clarissa, yüzünü gördüğü ilk anda bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Sıcak gözyaşları hala gözpınarlarına dolmaya devam ediyordu, hali hazırda duygusal bir yapıya sahipken hamileliği yüzünden kendini kontrol etmesi çok daha zordu.
Clarissa'nın bakışları önce korkuyla karnına dönmüş, yatağın üzerine ona uzanarak kumral kaşlarını ne olduğunu sorarcasına yukarı kaldırmıştı. Onu telaşlandırmak istemeyen Maddalena elini bebeğini hissetmek istercesine karnının üzerinde dolaştırıp iyi olduğunu mırıldanmıştı.
"Çocukları da getirdin değil mi?"
"Getirdim. Berta ile birlikteler. Marchello çoktan bahçeye kaçtı bile. Alessandro da uyuyor."
Aylar önce, Ludovico ailesine minik bir Ludovico kartalı daha katılmıştı. Sağlıklı bir erkek bebekti. Rosia Panzio ve ebe, hamile olan onun doğuma girmesine izin vermediği için tüm süreci diğerleriyle birlikte geçiren Maddalena, daha önce Andreani Ludovico'yu hiç öylesine telaşlı gördüğünü hatırlamıyordu. Doğum ilkine göre daha rahat geçmiş olmasına rağmen bebeği kucağına alana kadar adeta tüm Ludovico Villasını ayağa kaldırmıştı. Küçük bebek ilk muayenesinden sonra mavi bir battaniyeye sarılıp anne babasının kucağına verilmişti. İkisi de yavrularını kutsal bir varlıkmış gibi hayranlıkla seyretmişti. Uyuyan miniğe Andreani Ludovico'nun babasının ismi Alessandro ismini vermişlerdi. Tüm bu anlar sırasında, dayısının kollarından fırlayan Marchello ise hızla yatağa tırmanmıştı. Annesinin kollarına uyuyan kardeşine doğru eğildiğinde "Çok çirkin." diye şikâyet edip, acıyla inleyen Clarissa'nın boynuna sarılmıştı.
Maddalena o mutlu günü hatırlamıştı, ellerini dua eder gibi büyük karnının kavuşturduğunda, Tanrı'dan bebeğini sağlıklı bir şekilde dünyaya getirmenin mutluluğunu kendisine de yaşatmasını diledi. Rosia Panzio'nun yatağın ortasında duran sanığı dönüp elini üzerine koymasıyla dikkati dağıldı ve merakla oturduğu yerde yatağın ortasındaki sandığa döndü.
"Bu benim hazine sandığım."
Rosia Panzio, Clarissa ve onun sabırsızlanan meraklı bakışları altında, ağır kapağı iki eliyle tutarak kaldırmıştı. Maddalena, bacaklarından birini altına çekip, büyük karnının izin verdiği kadarıyla yan dönerek, sandığa biraz daha yaklaştığında içindekileri görebilmişti. Çeşitli boyutlarda mücevher kutuları, mektuplar, kurdeleler, minik bebek patikleri, minyatür portreler, süslü bir haç kolyesi... Hepsi birbirinden kıymetli birbirinden özel görünüyordu.
Onlar şaşkınlık ve heyecandan ışıldayan gözlerle sandığın içindekilere bakıp Rosia Panzio'ya döndüklerinde, gülümseyerek onları izlemekten olan kadın içlerinden kan kırmızı ahşap bir kutuya uzanmıştı. İçinden çıkardığı yüzüğü Clarissa'ya göstermişti.
"Bak, bu benim Ludovico mühür yüzüğümdü. "
Clarissa eline aldığı büyük yüzüğü çevirip, ön yüzündeki siyah kartal armasına bakarken tebessüm etmişti. Sağ işaret parmağında taşıdığı yüzüğünün farklı bir tasarımı olsa dahi kanatlarını iki yana açmış kartal mührü aynıydı. Rosia Panzio, bu kez kutusuyla birlikte bir hatırayı daha uzatmıştı.
"Bu da ağabeyim –Andreani'nin babası- Alessandro'nun düğünümde verdiği hediye."
"Çok güzelmiş."
Clarissa, elindeki kutuyu bakabilmesi için Maddalena'ya doğru çevirmiş içindeki kolyeyi göstermişti. O sırada tekrar sandığa dönen Rosia Panzio, içinden bir başka kutu daha çıkartmış ve bu kez Maddalena'ya uzatmıştı
"Bu da Juan'ın hediyesiydi. Sandrino'nun doğumunda hediye etmişti. Yıllarca kulağımdan hiç çıkarmamıştım."
Maddalena hâlihazırda duygularını bastırmakta güçlük çekerken Rosia Panzio, diğer eline de minik bir mavi patik tutuşturup"Bunlar da Sandrino'nun ilk patikleriydi. Hamileyken kendi ellerimle örmüştüm." demesiyle içinde bir duygu seli patlamış ve gözyaşları yeniden dökülmeye başlamıştı. Rosia Panzio ellerini sandığın üzerine yerleştirip ikisine de bakarak devam etmişti sözlerine.
"Bu sandık benim tarihim. İçinde bazı evraklarım var; yaptığım hayırlar, düzenli yardım ettiğim manastırlar... nereye kime dokunmuşsam hepsi içinde. Bu yüzden bu sandık çok önemli, unutulmak istemiyorum. Gözlerimi yumduğumda şahsi servetimden, kasabanın şifahanesine yüklü bir bağış yapılmasını emrettim, insanlar yenilenen şifahaneye gittiklerinde benim için dua etsinler. Herkes bilsin, hiç olmazsa torunlarım gelecek nesiller beni anlatsınlar. Bu aileye bu eve ömrünü adayan Rosia Panzio'yu bilsinler."
Bu sözleri, o ana kadar neden çağırıldığından haberi olmayan ve akşam hep birlikte aile yemeği yiyeceklerini zanneden Clarissa'yı telaşlandırmıştı. Birden elinde tuttuğu mücevher sandığı parmakları arasından kayıp kucağına düşmüştü.
"Rosia Hala."
"Şttt, dinle sadece."
Rosia Panzio, yukarı kaldırdığı eliyle onu durdurmuş ardından sol eliyle Clarissa'nın sağ eliyle ise onun karnının üzerinde duran elini tutmuştu. Buz mavisi bakışlarını ikisinin yüzleri arsında gidip geliyordu.
"Andreani'nin de benim için Sandrino'dan farkı yok, biz Panzio ve Ludovico olarak kocaman tek bir aileyiz. Bu aile Sandrino ve Andreani'ye emanet ama asıl en büyük emanet sizlerin. Onların yanında dimdik duracak, ailenizi koruyup kollayacak olan sizlersiniz. Sözlerimin özü; bu kocaman aileyi sizlere emanet ediyorum."
Durumu anlayan Clarissa, zümrüt yüzüğnü taşıdığı sol elini Rosia Panzio'nun elinin üstüne koymuştu.
"Rosia Hala, lütfen ne oluyor?"
"Sen bence beni anladın."
"Ha-yır."
Clarissa'nın gözyaşlarıyla dolan gözlerini gören Rosia Panzio, gülümseyerek başını salladı. Ellerini geri çekerken fazla duygusallıktan yorulmuş gibi içini çekti.
"Ben artık bu hayattaki rolümün sonuna yaklaşıyorum. Bir Ludovico olarak doğdum, Sandretta Düşesi Rosia Panzio olarak gidiyorum. Bizim Juan ile evliliğimiz, dost olan iki aileyi gerçek bir aile yapmıştı. Verilen en doğru karardı. Sizlerin de çocukları var, elbet bir gün birinizin de kızı olacaktır. Belki iki düşes olarak siz de bu Buyurgan Görkemli Kadının son tavsiyelerine kulak verir ve bunu ailelerimiz arasında bir gelenek haline getirirsiniz."
Bu sözleri dile getirirken ani bir duygu değişimiyle, yerinde dik bir şekilde oturmaya başlamış Rosia Panzio, ailesinden miras kalan mavi gözlerini son derece ciddi bir bakışla ikisinin üzerinde dolaştırıp imalı bir tavırla kaşlarını yukarı kaldırmıştı.
Onu dinleyen Maddalena ve Clarissa'nın yüzlerindeki ifade donup kalmış, karşılarında oturan kadına hayret içerisinde bakakalmışlardı. İlk konuşan, kadının tuhaf planlarına Maddalena'dan daha alışkın olan Clarissa olmuşsa da başladığı sözlerin devamını getirmekte güçlük çekmişti.
"Rosia Hala şu an böyle bir şeye karar vermek için çok erken. Açıkçası şu an ne diyeceği... kusura bakma şaşkınım."
"Güzel, hala insanları hayrete düşürebiliyor olmama sevindim. Siz yine de bu sözlerimi bir düşünün."
Karşısında oturan iki kadının da vücudunu şok içinde geri çekişi, birbirlerinin yüzlerine şaşkınlıkla bakışlarına bakılırsa, sözleri tohum etmek için yeterli olmuştu. Görücü usulü evlilikler kötü görünse de bu tarz küçük yaşta nişanlanmalar seçkin aileler arasında sıkça yapılıyordu. İstediğini elde etmiş Rosia Panzio, içine derin bir nefes çektiğinde, bakışlarına yerleşen mağrur parıltıyla ayağa kalkmış ve ağlayan iki kadına kınayan bir bakış atmıştı.
"Ben, yıllarca duyguların kişinin zayıflığının kusursuz emareleri olduğunu söylemiş ve duygularını hep bu sandığın içinde saklamış, kapalı kapılar ardında yaşamış bir kadınım. Bu halimi dışarıdan biri görse Görkemli Hanım olarak ünlenmiş Düşes Rosia Panzio olduğuma asla inanmaz. Şimdiden fazla duygusallıktan başım ağrımaya başladı. Hadi şimdi çıkın dairemden, beni yalnız bırakın."
**
Marianna, Nicoletta Villası'nın şapelinde dizlerinin üstündeydi. Dışarıdan gelen atlıların seslerini duyabiliyordu, ardından villanın ağır kapılarının açılırken çıkardığı o tüyler ürpertici gürültüsüyle gelenleri karşılamak için koşturan hizmetkarların ayak sesleri işitilmişti. Yüzüklerle süslü ellerini çenesinin altında birleştirmiş Marianna'nın soğukkanlılığı sarsılmamıştı, tüm bu seslerin günlerdir evin içinde fırtına gibi esen Ercole'nun gelişinden kaynaklandığını biliyordu. Yeşil gözlerinde parlayan soğuk ve duygusuz ifadeyle dua etmeyi sürdürmüştü.
"Ey sevgili kul Meryem, Tanrı seninledir. Kadınların en mübareği sensindir ve mübarektir senin rahminin meyvesi İsa. Aziz Meryem Mesih'in Anası, benim Marianna De Benardi. Lütfen dualarımı kabul et. Maddalena'nın çocuğunun kız olmasına izin ver. Eğer ona bir kız çocuğu verirsen, günahlarımdan arınmak için gece gündüz hayır yapacağım. Sesimi duy, yüce amacımı gerçekleştirmeme izin ver, önce beni erkek çocukla kutsa. Karnımdaki bu bebeğin erkek olması için sana yalvarıyorum. Lütfen, lütfen Tanrım, bu zor günlerde Ercole'nun tarafını gözet. Vali olma çabalarında önüne çıkanları helak etmesine izin ver. Lütfen Tanrım, gerekirse kız kardeşimin ailesi yerle bir olsun. Benim kocam Ercole hepsinin üzerinde yükselsin. Yakarışlarımı duy ve beni bağışla. Amin."
Duası sona erdiğinde, başını öne eğmiş ve buz kesmiş titreyen elleriyle istavroz çıkartmıştı. Az sayıda yanan mum ışığı altında bir süre daha oturduktan sonra başını kaldırmıştı. Gözleri yaşarmış, tüm bedeni rüzgârda kalmış bir yaprak gibi titriyordu. Güçlükle ayağa kalktığında, boğuk bir nefes vererek elini karnına bastırmıştı. Karnındaki bebek o hafta beşinci ayına girmişti. Geçen ay yaşadığı hafif kanamadan ve zaman zaman karnına giren sızılar yüzünden şimdiden hamile olmaktan bıkmıştı. İlk bebeğini kaybettiği için ikinci hamileliğinin zor geçmesine hazırlıklıydı. Bu sebeple ara sıra giren küçük krampları önemsemiyordu. Ağır adımlarıyla ilerleyip mihrabın mumları tek tek üflemişti. Şapelden çıkmadan önce gözlerindeki yaşları silmiş, başını daha dik boynunu daha uzun gösteren soğukkanlı bir edayla kapılara dönmüştü.
Ercole'nun öfkeli sesleri tüm villanın içinde yankılanıyordu. Sabır ve soğukkanlılık erdemleri olmadığı çok açıktı, yatağında can çekişen amcasından iyi bir haber beklediği birkaç günde karakteri adeta çığırından çıkmıştı. Belirsizlik içinde geçen her gün daha fazla saldırganlaşıyordu. Marianna içerideki dehşetin bilincinde olarak soğuk maskesiyle çalışma odasına adım atmıştı.
"Sorun ne Ercole?"
Sırtı ona dönük bir halde çalışma odasının içinde öfkeyle volta atan Ercole, sesini duyduğunda hışımla ona döndü. Ela gözleri Marianna'nın alışık olduğu vahşi halini almıştı. Bakışlarını onun yüzüne dikmiş, içinden çıkan hayvani bir öfkeyle "Sorun mu ne?" diye bağırmıştı.
Marianna ellerini belinin hizasında birleştirmiş, çalışma odasının ortasında bekliyordu. Tüm sakin soğukkanlılığına rağmen Ercole'nun gözlerindeki bakış ona durumların planlarına uygun gitmediğini anlayacak kadar bilgi veriyordu. Bir süre yüzüne bakan adam sırtını döndü ve odanın diğer ucuna doğru yürüdü. İçinde su olan gümüş sürahiyi yere savurduğunda, Marianna olduğu yerde irkilip gözlerini kapattı.
"Her şey sorun! Her şey! Bir yandan Fantino'nun başında ölmemesi için nöbet tutuyor diğer yandan da Roma'daki aptalların kıçını yalayıp onlara rüşvet yedirmekle uğraşıyorum. Diğer yanda ise limandan gelecek altınları beklerken Papa'nın aptal temsilcisi Giacomo de Costanzo'u gözlüyorum! Günlerdir altınların toplanmasını bekliyorum! Giacomo de Costanzo hazinenin boş olduğunu fark etmeden önce o lanet altınlar gelmek zorunda! Her şeyi düzeltmek için zaman lazım! Birkaç aya daha ihtiyacım vardı!"
Ercole sözlerine devam ederken dönüp onunla yüzleştiğinde gözleri alev saçıyordu. Orada kin ve hırstan oluşan karanlıktan başka hiçbir şey yoktu.
"İşte, sorun bu aptal kadın!"
Yüzüne karşı bağırdığında Marianna güçlükle yutkundu ve onun saldırgan öfkesinden kaçmak için yana dönüp şarap sürahilerinin durduğu masaya ilerlemeye başladı. Omzunun üzerinden çalışma masasına giden Ercole'ya kısa bir bakış atarken soğuk bir ses tonuyla konuştu.
"Sandrino Panzio, bu arada neler yapıyor?"
"Ellerini kavuşturmuş, fırsat kolluyor!"
Ercole'nun çalışma masasının üzerine yasladığı eli seğiriyordu. Kağıt yığının içinden en üstekini çekip aldığında karanlık bakışları yeninde ona odaklanmıştı.
"Boşa harcayacak vakit yok. Hemen Roma'ya yola çıkacaksın. Sen Kardinal De Benard'nin gözdesisin, onunla konuşacaksın ve o da yakınınkileri ikna edecek. Vali olmayı garantileyene kadar ağabeyin Alfonsu'nun sarayında kalıp onu da yanımıza çekeceksin. Aile dostlarıyla, kuzenlerle ve yakın olan kardinallerle görüşeceksin. Çok hoş, alımlı ve en önemlisi kelimeleri kullanmayı bilen bir kadınsın. Ve sonunda bana iyi haberler getireceksin. Böylelikle sonunda bir işe yaramış olursun."
Marianna elindeki şarap sürahisini kenara bırakıp arkasını dönmüş ve sözlerinin sonunda tehditkâr bir hareketle ona uzattığı kâğıdı almıştı. Sakin ve kontrollü bir şekilde gözlerini, yanlarına çekebilecekleri kişilerin isimleri üzerinde gezdirmişti. Bunu Ercole ve elbette kendisi için yapacaktı.
Her kadın evliliğinde, kendi çıkarını gözeterek hamle yapmak zorundadır. Çünkü bir kadını hayatının sonuna kadar kocası temsil ederdi. Eğer güçsüz bir adamın kocası olursa, tüm soylular tarafından dışlanıp zavallı bir kadın olarak görülür. Oysa Viterbo Valisinin karısı olursa şehrin en güçlü kadını olurdu. Dahası Contessa De Benardi için bir başarısızlık öyküsü olarak kalmamış olurdu. Yukarı bir yerden onun başardıklarını görüp, yine en gözde kızı olma mertebesine yerleşebilirdi. En keyiflisi ise Maddalena'nın üstünde olurdu, ondan daha güçlü, ondan daha güzel, ondan daha zengin.. işte o zaman herkes hak ettiği yerde olurdu. Marianna şehirde Vali kocasının yanı başındayken Maddalena kız çocuklarıyla birlikte Panzio topraklarındaki evinin bahçelerinde çürüyebilirdi.
"Amcamın gücü tükenmek üzere. Viterbo'ya ben sahip olmalıyım. Gencim, Papa'nın en büyük destekçisi olursam yıllarca şehri yönetebilirim. Vali olduğumda da önce Panzio'ların başını ezeceğim."
Marianna belini yasladığı masaya dönüp biraz önce doldurduğu şarap kadehini eline alarak önüne döndü. Bakışlarına tıpkı gözlerinin içine bakan kocasındaki gibi bir ciddiyet ve hırs dolmuştu. Elindeki kadehi ona doğru kaldırırken sesine yansıyan hırs açıkça kendini belli ediyordu.
"O zaman seni birlikte bu şehrin valisi yapacağız."
Ercole sözlerinden etkilenmiş görünüyordu. Dudaklarını ince bir çizgi halinde kıvrıldığında, elini yukarı kaldırıp kadehi ondan çekip aldı. Gözlerinin içine bakarken usulca kadehi ağzına götürdü. Onun her türlü karanlık isteğini yerine getirmeye hazır olan közü kararmış duruşuna bakarken, birkaç adım geri çekildi. Bakışları bu kez bedeninde dolanmış ve henüz belli olmayan karnının üzerine odaklanmıştı.
"Senin tek görevin bu değil, bana o erkek çocuğu doğuracaksın. Bu kez beni hayal kırıklığına uğratmayacaksın."
Bu sözler Marianna'nın vücudunda bir ürperti geçmesine neden oldu. Fakat Ercole'nun onu tehdit altında hissettirmesine izin vermeyecekti. Bu kez ona bir oğul doğuracağından emindi. Bu yüzden tüm bu çirkin sözlerini duymazlıktan geliyordu. İlk çocuğunu kaybetmişti, bunu yaşayacak ne yapmışsa yeterince cezalandırılmıştı. Tanrı yanındaydı, onu bir erkek bebekle kutsadığını ilk günden bu yana hissediyordu.
Ercole'nun karşısında durdukça midesindeki gerginlik düğümü canını acıtana kadar katlanırken Roma'ya gitmek üzere hazırlanması gerektiğini söylediğinde hızla yanından ayrılmıştı.
**
Batmakta olan güneşin son ışıkları, büyük pencerelerden kırılgan ışınlar halinde içeri sızıyordu. Maddalena sırtını villanın ön bahçesine bakan süslemelerle kaplı taş pencerenin kenarına yaslamıştı. Günbatımı, sarı saçlarının pırıl pırıl tutamlarına ve kalın buklelerine vururken derin bir sessizliğe gömülmüştü. Bir yandan uzun buklelerini parmağına dolayıp duruyor diğer yandan ise elini ritmik hareketlerle büyük karnının üzerinde gezdiriyordu. Villanın ön bahçesine çevirdiği yüzü kederliydi, ağlamaktan kızarmış gözleri ise uzaklara dalıp gitmişti.
Maddalena, Rosia Panzio'ya sırrını Sandrino'dan gizleyeceğine söz vermişti. Fakat hemen ardından o rahatsız edici, bunun haksızlık olduğunu söyleyen tuhaf his içini kaplamıştı. Böylesi annesi öldüğünde alacağı darbeyi daha acı verici hale getirmek olacaktı. Panzio Villasına geldiğinden beri gördüğü bir şey vardı ki; Sandrino her ne kadar gizlemek istese dahi annesine çok düşkündü. Onun özgüvenine, güçlü duruşuna hayrandı. Annesini her şeyin, herkesin üstünde görüyor, oğlu olarak derinden bir saygı ve büyük bir sevgi besliyordu. Özgür ruhlu bir adam olmasına rağmen öğütlerini dikkate alıyor, herhangi önemli bir adım atmadan önce muhakkak Rosia Panzio'nun tavsiyelerine başvuruyordu. Juan Panzio'yu kaybetmek Sandrino'yu derinden sarsmıştı fakat Rosia Panzio'yu kaybetmek onu yıkardı.
Her ne kadar Sandrino'nun bunu bilmeye hakkı olduğuna inansa da Rosia Pazio hastalığını oğluna kendi söylemesi gerekiyordu. Fakat söz kadın Rosia Panzio'ydu, oğlunun hatıralarında güçlü ve mağrur haliyle kalmak istemesini anlayabiliyordu. Maddalena bu durumda kadına nasıl yardım edeceğini bilmiyordu, Sandrino'nun annesinin ölümüyle yaşayacağı şoku düşündükçe ise kahroluyordu. Gün boyunca ne kadar düşündüyse de, herhangi bir yol bulamamıştı. Ne düşüneceğini, ne hissedeceğini, ne yapması gerektiğini bilemiyordu.
Maddalena günü Clarissa ve çocuklarla geçirmişti. Rosia Panzio dairesinde dinlenmeye çekilirken, onlar da havanın mevsime göre güzel olduğunu görmüş ve birlikte terasta oturmuşlardı. Clarissa nakıştan hoşlanmıyordu, bir yandan bahçede koşturan Marchello'yu kontrol ederken diğer yandan kütüphaneden seçtiği şiir kitabına göz atmıştı. Maddalena ise oturduğu sedirde bacaklarını uzatıp Natilda'ya yardım etmek için iplikleri sarıp renklerine göre ayırmıştı. Uzaktan iki kadının doğaya karşı oturduğu hoş bir tablo gibi görünebilirlerdi fakat aslında ikisi de son derece üzgündü. Sohbetleri hep yarım kalıyor, hüzünlü bir iç çekişle dağılıp gidiyordu.
"Maddalena karnın son zamanlarda epey büyüdü. Sandrino'nun üzüm tanesi kilolu bir bebek olacak."
Elindeki küçük kitabı kenara koyduğunda, yeşim yeşili gözleri onun karnına kaymış Clarissa, uzanıp usulca karnına dokunmuştu. Maddalena başını sallayarak gülümsemişti. Doğuma daha haftalar vardı ama karnı söz ettiği gibi epey büyümüştü. Birkaç gün önce villaya ziyarete gelen ebe de iri bir bebek olacağı ve doğumun tahmininden biraz daha zor geçebileceği hakkında onu uyarmıştı.
"Sürekli karnım acıkıyor. Tatlıya olan düşkünlüğüme ise engel olamıyorum. Sandrino çok kilo aldığım için sürekli dalga geçiyor."
"Merak etme Andreani de onun bu panik içindeki halleriyle sürekli dalga geçiyor."
Clarissa'nın bu sözleriyle birlikte Maddalena, "Biliyorum, çok kızıyor." diyerek kıkırdamıştı. Andreani ona babacık lakabını takmış ve her fırsatta nasıl bir baba olacağı hakkında atıp tutarak kızdırmaktan geri kalmıyordu. Onunla birlikte gülen Clarissa, bir an bakışlarını bahçeye çevirmiş ve bahçede koşuşturan Marchello'ya artık içeri girmesi için seslendikten sonra tekrar ona dönmüştü.
"Bence kesin erkek olacak."
Maddalena başını çevirip, önce Berta'nın elinden kaçan Marchello'ya bakmıştı. Küçük çocuk bunu bir oyun haline getirerek, merkezinde bereketi simgeleyen Flora ve Pomane heykellerinin olduğu süs havuzunun etrafında dönmeye başlamıştı. Onun neşeli sesleri tüm bahçede yankılanırken, bakışları karşısında oturan Clarissa'ya çevirmiş Maddalena, elinin üzerinde durduğu büyük karnına bakıp gülümsemişti.
"Marchello gibi bir oğlum olsun çok isterim ama Sandrino kız istiyor."
Bunu duyan Clarissa öyle mi diyerek şaşırmıştı, hafif esen meltem kumral saçlarını havalandırıyordu.
"Rosia Panzio, bunu duyduğuna pek mutlu olmayacak ama bence bu aileye sarışın tatlı bir kız çocuğu neşe getirir. Bir isim düşündünüz mü?"
"Hayır. Sandrino'ya kalırsa ismi üzüm tanesi olarak kalacak."
Sözleri Clarissa'yı güldürmüştü. Bebeklerine isim takmasına kızmasını anlayabiliyordu ama Sandrino'yu da tanıyordu. Hayata bakış açısı, en ciddi durumları dahi tiye alışına alışkındı. Bunu görebilen Maddalena, içini çektiğinde söylenmekten kendini alamamıştı.
"Bence Sandrino karnımda gerçekten bir üzüm tanesi taşıdığıma inanıyor. Doğup gerçek bir bebek olduğunu gördüğünde ancak baba olduğu gerçeğiyle yüzleşecek. Bazen cidden karnımdaki bebek için üzülüyorum."
Maddalena yorulmuşçasına nefesini dışarı verirken Clarissa sıkıntısını dile getirirken büründüğü masum haline gülmeden edememişti. Sohbetleri bir süre sonra son ermişti. Clarissa, koşturup terleyen Marchello'yu güçlükle içeri sokmuş, sızlanan çocuğu kucağına alarak Alessandro'yu emzirmek için yanından ayılırken Maddalena'da akşam yemeğine kadar uzanmak üzere dairelerine çıkmıştı.
Yaslandığı taş kemerin altında dışarıyı izlemeye devam eden Maddalena, dışarıdan gelen sesleri duyduğunda olduğu yerde hareketlenmişti. Babasını bekleyen Marchello hepsinden önce davranmış, elindeki ahşap atı kenara atıp ayağa fırlamıştı. Dizlerine gelen lacivert tuniğinin eteklerinin etrafında savrulmasına sebep olan bir hızda kapıya koşmaya başlamıştı. Clarissa kucağında uyuyan Alessandro'yu hizmetkârının kollarına bıraktığında villanın içinde sevinçten çığlık atıp koşturan oğlunun peşinden gitmişti. Maddalena ise ağır adımlarıyla salonun içinde ilerlemiş, yanından geçtiği kundağında uyuyan minik bebeğin yanağını okşadığında arkalarından hole çıkmıştı.
"Küçük yaramaz bugün çok eğlenmiş gibi duruyorsun."
"Evet! Ama Alessandro yaramazlık yaptı, ben yapmadım."
Maddalena köşeden döndüğünde, neşeli sesleri tüm villayı saran Marchello'nun kendini Andreani Ludovico'nun kollarına atıp kollarının arasına girdiği görmüştü. Gözleri heyecanla babasının yüzüne gezinirken kıkırdayarak konuşmuştu. Onların yanında duran Clarissa, elini şaşkınlıkla dudaklarının üzerine kapatmış yakında dört yaşına girecek olan oğlunun kekeleyerek söylediklerine gülüyordu.
Kapının önünde, sırtındaki kürklü pelerini çıkaran Sandrino sırıtarak Marchello'ya yaklaşmıştı. Çocuğun ipek kahverengi saçlarını karıştırmış, oyununa ortak olmaya çalışarak abartılı bir heyecanla konuşmuştu.
"İnanmıyorum! Alessandro yaramazlık mı yapmaya başladı? Cezayı da hak etmiş midir?"
"Evet! Evet!"
Sandrino'nun sözleriyle heveslenen Marchello yerinde duramazken, bağırarak konuşmuştu. Babasının omzunun üzerinden onu gıdıklamak için elini uzatan Sandrino'nun elini yakalamaya çalışırken kahkahaları holde hoş bir müzikal gibi yankılanıyordu. Çırpınan oğlunu tutmakta zorlanan Andreani, ona durması için kötü kötü bakıp, mavi gözlerini Sandrino'ya çevirdiğinde "Kudurtma şunu." diye söylenmişti. Keyifli bir gülümsemeyle Marchello'nun saçlarını bir kez karıştıran Sandrino geri çekilmiş ve başını çevirdiğinde holde yanlarına gelen onu görmüştü.
Onları sıcak bir gülümsemeyle izleyen Maddalena, Andreani Ludovico'ya selam verip uzun adımlarıyla ona gelen Sandrino'ya dönmüştü.
Karşısına geçtiğinde, Sandrino uzaktan dikkatini çekmeyen bir ayrıntıyı fark etmişti. Zümrüt yeşili gözlerinin kenarları kızarmıştı, pek belirgin olmasa dahi dikkatli bakıldığında rahatlıkla seçiliyordu. Ellerinden birini koluna yerleştirirken diğerini ise yanağına yaslamıştı. Endişeli bir ifadeyle öne eğilerek, yüzünü incelemeye başlamıştı.
"Ağladın mı sen? İyi misin?"
Maddalena, Rosia Panzio'ya verdiği söz ile Sandrino'ya verdiği ondan artık hiçbir şey saklamayacağı söz arasında kıvranıyordu. Dişlerinin arasına aldığı alt dudağını serbest bıraktığında omuzlarını silkip gülümseye çalıştı.
"Sadece, hamileyim."
"Üzüm tanem nasıl? "
"Uyanık sanırım. Biraz önce kıpırdanıyordu."
Sandrino'nun bakışları bir müddet daha şüpheyle yüzünde gezinmişti. Sonunda hafifçe gülümseyerek kollarını açmış ve davetini hevesle kabul eden Maddalena vakit kaybetmeden kollarının arasına girip yüzünü göğsüne yaslamıştı. Maddalena onun hoş alkolle karışan odunsu kokusunu içine çekerken Sandrino'nun da saçlarını derin bir nefes alarak kokladığını hissetmişti. Başını kaldırdığında, göğsünün üzerine koyduğunu elini tutan Sandrino başını eğip dudaklarına sokulmuştu.
Holün ortasında, en yakınlarının bakışları önünde bu kadar yakınlaşmaktan utanan Maddalena mücadele edip başını geri çekmeye çalışmış ama nafile bir çaba olmuştu. Arkalarından belli belirsiz Marchello'nun kıkırdamalarını duyduğunda yanakları utançtan kıpkırmızı kesilmişti. Geri çekildiğinde, öne eğdiği gözlerini Sandrino'nun ceketinin üzerindeki işlemeleri üzerinde asılı kalmıştı.
Aynı anlarda boğazını temizleyen Andreani şaka yollu, Sandrino'ya kötü örnek olduğunu söyleyen bir mırıltıyla söylendi. Bunun üzerine Sandrino, omzunun üzerinden Andreani'ye sırıtarak baktı.
"Ne oldu Andreani? Boğazına bir şey mi kaçtı? Söyleyeyim de su getirsinler."
Maddalena başını Sandrino'nun koluna yaslarken, bir an için Clarissa'nın da gülümsemesini yakaladı. Sandrino'nun yüzüne ise arsız gülümsemesi hakimdi, onu bırakmış ama bu kez de kolunu beline dolamıştı. Kuzenine sinsi bir bakış atıp alaycılık dolu bir sesle karşılık vermeye devam etmişti.
"Sanki kendisi karısını hiç öpmüyor."
"İnsanların önünde değil."
Andreani homurdanmaya benzer bir sesle cevap verdiğinde Sandrino yüksek sesle gülmeye başladı.
"Tabi, tabi. Bizim düğünümüz desem. Beni daha fazla konuşturma kuzen. "
Bu sözleri üzerine Andreani, Sandrino'ya ters bir bakış attı, yanında duran Clarissa'nın yeşim yeşili gözleri ise şaşkınlıkla kocaman açılmıştı. Maddalena'nın beklediğini aksine Andreani Ludovico kızmış gibi durmuyordu. Elini, kaldırıp Sandrino'ya doğru sallarken arsızlığına kinayeli bir ifadeyle sırıtarak karşılık vermişti. Maddalena eğer bu kadar utanmamış olsaydı Sandrino'nun onları utandırmasına gülebilirdi.
"İnsanların önünde ne değil baba?"
Andreani'nin kucağından inmiş Marchello, başını kaldırıp onlara bakmıştı. Bu sözler üzeri Clarissa'nın Sandrino'yu "Yaptığını beğendin mi?" diye azarlamasına sebep olurken o bir kahkaha patlatmıştı. Bu hali küçük Marchello'nun kıkırdamasına sebep olurken biraz sonra hep birlikte gülmeye başlamışlardı.
Fabio'nun yanlarına gelerek akşam yemeğinin hazır olduğunu bildirmesiyle, birbirlerinden ayrılmışlardı. Andreani yemekten önce tüm gün görmediği Alessandro'yu görmek istemişti. Onlar bu gece için onlara ayrılan dairelerine çıkarken Sandrino ve Maddalena'da yemek salonuna yönelmişti. Çift kanatlı yüksek kapılar açıktı, içeri girdiklerinde gösterişli yemek masasının arkasında onları bekleyen Rosia Panzio'yu bulmuşlardı. Boynuna kadar kapalı, lavanta rengi ipek bir elbise giymiş, yüzüklerle bezeli ellerini önünde birleştirmiş kadının yüzünde onların neşeli hallerine şahit olmaktan mutluluk duyan bir tebessüm vardı.
"Sandrino. Ben de akşam yemeğine geç kalacağınızdan endişeleniyordum. Andreani nerede?"
"Birazdan bize katılacaklar."
Sandrino, Maddalena'nın kolunun üzerinde duran elini usulca bıraktığında, annesine yönelmişti. Üzerinde mum ışıklarının parladığı yemek masasının yanından geçerken, kollarını iki yana açıp tüm gün görmediği annesine şakacı bir reverans yapmıştı.
"Rosia Panzio hazretleri aile yemeği düzenlediğini söyleyecek ve biz geç kalacağız. Olacak iş değil."
"Şımarma."
Rosia Panzio sesine yansıyan gülümsemeyle hafifçe koluna vurup onu azarlamış fakat bu Sandrino'nun daha çok sırıtmama sebep olmuştu. Annesiyle uğraşmak kadar onu böylesine eğlendiren bir şey daha yoktu.
"Hem geç kalmayalım diye bize haber göndermemiş miydin?"
"Ne var bunda? Sizleri yanımda, masamın etrafında görmek istedim."
"İsteğiniz bizim için emirdir kraliçem."
Sırıtan Sandrino, annesinin önünde birleştirdiği ellerine uzanarak yüzüklü parmağına bir öpücük kondurmuştu. Oğlunun şakacı tavırlarını sıcak bakışlarıyla karşılayan Rosia Panzio, elini masaya doğru çevirdiğinde hep birlikte masadaki yerlerini almalarını sağlamıştı.
Sandrino annesini masanın başına yerleştirdikten sonra sonra koluna girdiği Maddalena'nın sandalyesini çekmiş, onun büyük karnıyla oturmasına yardımcı olduktan sonra yanındaki yerini almıştı. Biraz sonra Andreani ve Clarissa'da yemek masasında onlara katılmıştı.
"Keyifli halinize bakılırsa Roma'da işler yolunda gitmiş."
Rosia Panzio'nun keskin bakışları onun ve Andreani'nin üzerinde geziniyordu. Dirseklerini tabağının iki yanına yaslayıp ellerinin birleştirirken, büyük bir dinginlikle konuşmuştu. Sandrino düşünceli bir halde elinde şarap kadehini çevirirken halasına dönen Andreani'nin alnı hafif bir kaş çatışıyla kırışmıştı.
"Henüz bir şey söylemek için erken Rosia Hala. Her şey rüzgarın yönünü iyi takip etmekten geçiyor."
O sırada şarabını kalan kısmını tek seferde bitiren Sandrino'nun dudaklarında hoşnutsuz bir gülümseme belirdi. Boş kadehi elinde bir kez daha çevirdiğinde ayağa kalktı ve duvara yaslanmış küçük masaya doğru yürümeye başladı. Hizmetkarların hepsini dışarı çıkartmışlardı, Rosia Panzio o akşam çevresinde yalnızca ailesinin görmek istemişti.
Masanın üzerinde duran sürahilere göz attığında, onun için özel getirtilen şarapla kadehini dolduran Sandrino uzun yemek masanın karşısına geçti. Elindeki gümüş süslemeli kadehten ilk yudumu aldığında, birden ciddileşen mavi gözleri karşısında oturan Rosia Panzio ile kesişti.
"Yani Rosia Panzio hazretleri, Roma'daki hatırı sayılır kişileri ikna etmek için biraz ortalığı çalkalamanıza ihtiyacımız var. Yapabilir misin?"
Rosia Panzio, doğrudan uzun masanın karşısındaki oğluna bakarken başını sallamıştı. Bu görev büyük bir önem taşıyordu ve yıllar boyunca kurduğu bağlantılarıyla bunu yapabilecek biri varsa o da Rosia Panzio'ydu.
"Ne yapabileceğime bakarım."
Bu sözlerle "Harika." diyerek keyiflenen Sandrino, masanın etrafında dönerek yerine geçmişti. Bir süredir sessizliğe gömülmüş, buğulu ve üzgün gözlerle anne oğlu izleyen Maddalena, Sandrino'nun yanına yerleşmesiyle silkelenip ifadesini toplamaya çalışmıştı. Oturduğu yerde hafifçe yana döndüğünde, elini Sandrino'nun koluna koymuştu.
"Ben de ağabeyim Alfonso ile görüşebilirim. Hatta Kardinal amcamla da şansımı deneyebilirim."
Rengini zümrütlerden alan yeşil gözleri samimiyet ve yardım etme isteğiyle parlıyordu. Onun ailesiyle tüm bağlarını koparmış olmasına karşın kendisi için yardım istemeye hazır bu hali Sandrino'nun içinde sıcacık bir his uyandırmıştı. Bir an, güçlü ruhunun aynası olan ömründe gördüğü en güzel yeşil gözlere dalıp gitmişti. Etrafındaki dünya yerle bir olsa dahi bununla hep beraber yüzleşmeye hazırdı. Lucca'da gördüğü küçük yaşta kırılmış kızın içinden cesur bir genç kadın çıkmıştı. Elinde tuttuğu kadehini masaya bırakmak için bakışlarını Maddalena'nın gözlerinden ayırdığında, derin ve tok sesiyle konuşmuştu.
"Mektup yazabilirsin. Onun dışında bu iktidar savaşının olabildiğince dışında kalmanı istiyorum. En azından bu ailede senin ellerin temiz kalsın."
"Sandrino eğer bizzat gidersem da-"
Sandrino kararlı bir şekilde başını sallamıştı. Maddalena''nın hararetli bir halde gitmesinin daha etkili olacağını savunmasını sürdürmesine izin vermemiş elini yakalayıp hafifçe sıktığında, yaklaşıp kulağına fısıldamıştı.
"Senin, kendin ve karnındaki üzüm tanesi dışında hiçbir şeyi düşünmemen gerekiyor."
Bu sözleri duyduğunda Maddalena, şaşkınlıktan doğan bir kıkırdamaya engel olamamış ve "Sen kimsin ve Lucca'da tanıdığım hovardaya ne yaptın?" diyerek onunla şakalaşmıştı. O zamanların üzerinden çok uzun bir zaman geçmişti ama Maddalena öylesine derin acılar, öylesine kalp kırıklıkları yaşamıştı ki hala bazen geldikleri bu duruma hayret etmekten kendini alamıyordu.
Masanın başında oturan Rosia Panzio, bir anda ahşap sandalyesini gürültüyle geriye iterek ayağa kalktığında konuşmaları yarıda kalmıştı. Dikkatleri kolayca üzerine çekmiş kadın, masanın üzerindeki kadehini eline almıştı.
"Tamam, bu kadar yeter. Ailece kadeh kaldıralım."
"Kadeh mi? Neyi kutluyoruz Rosia Hala?"
"Ailemizi kutluyoruz."
Rosia Panzio, bakışlarını her birinin yüzünde gezdirdiğinde, sesindeki ciddiyetle niyetini açıkladı. Bu sözlerle birlikte kalbinin sızladığını hisseden Maddalena, buğulanan gözlerini önüne eğdi. Bunu neden yaptığını biliyordu, Rosia Panzio kendi dilinde ailesiyle vedalaşıyordu. O boğazına yapışan acı dolu bir yumruyla yutkunamazken Rosia Panzio, yüzünde hafif etkileyici bir gülüşle konuşmasını yapmaya başlamıştı.
"Her şeyden önce bu güzel, birbirine bağlı aileyi bana bahşettiği için Tanrı'ya teşekkür ederim. Bütün ömrünüzün bu güçlü aile bağıyla geçmesini diliyorum. Bütün sıkıntılarınız böyle güzel sofralar etrafında paylaşılarak azalsın. Bütün mutluluğunuz paylaşılarak artsın. Gücünüzü, sevginizi kaybetmeyin, bu sofranın etrafında hep çoğalarak toplanın. Hepinize bu güzel aile için çok teşekkür ederim. "
Rosia Panzio sözlerinin sonuna geldiğinde, kadehini öne uzatmış ve hepsi kaldırdığı kadehiyle onu takip etmişti. Kadehini diğerleriyle en son buluşturan kişi Maddalena olmuştu. Bastırmaya çalıştığı hüznü yüzüne yansıyor, yeşil gözleri gözpınarlarına dolan gözyaşlarıyla parlıyordu. Yanında"Sen annelerin bir tanesisin. Biz de sana teşekkür ederiz." diye annesinin elini okşayan Sandrino'nun onu kaybettiğinde ne hale geleceğini ise düşünemiyordu bile.
Maddalena'nın Sandrino'nun her şeyden habersiz gülümseyen yüzünde gezinen hüzünlü gözleri bir an Rosia Panzio ile buluşmuştu. İki kadın birbirlerine bakıp usulca gülümsemişlerdi. Rosia Panzio aslında hep onlarla birlikte olacaktı. Panzio Villası durduğu sürece her resimden onlara bakacak, her adımlarında villanın köşelerinden onları izleyecekti. Öğütleri her daim kulaklarında olacak, onu kalplerinin en güzel köşesinde taşıyacaklardı. Düşes Rosia Panzio asla unutulmayacaktı.
Yazan; Mirena Martinell.
✨ ✨
Biraz geçiş bölümü gibi oldu fakat son iki bölüm çok hızlı ilerleyeceği için kafa karışıklığı olmaması adına yaşanacakların alt yapısını kurmak istedim. Bu bölümün ana konusu aslında Rosia Panzio'nun vedasıydı. Kendisi ailesine rahat rahat veda etmiş oldu.
Çok fazla bir şey söyleyemeyeceğim, ben aslında sadece Gerçek Güzellik'in finalini yapmıyorum koca bir serinin finalini yapıyorum bu yüzden içim biraz buruk iki hikayeyi de ayrı seviyorum, umarım siz de bu iki hikayeyi okumayı sevmişsinizdir 🫶🏻 Hepinizi kocaman öpüyorum 😘 Finale Son 2 Bölüm diyerek geri sayımı başlatıyorum ve gidiyorum 🙋🏻♀️ Görüşmek üzere ❤️
Tuğçe.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top