Bölüm 28 Kısım I - 'Mary Magdalene'
" güzelliklerin peşinden giderim, senin güzelliğinin."
✨ ✨
Maddalena yumuşak gövdesine sırtını yasladığı ağacın gölgesinden çıktığında, bahçelerden tepeye Panzio Villasına doğru yürümeye başlamıştı. Limon bahçelerinde bıraktığı Sandrino'nun oyunculuğuna canı sıkılmıştı, sanki haftalar önce onu sevmediğini yüzüne karşı söyleyen adam o değildi. Dudaklarından bir inleme yükselirken isyanını bastıramamış, eteklerini savurarak çakıl yolda ilerlerken daha çok çabalaman gerekecek Sandrino Panzio. İki güzel lafa kanan Maddalena geride kaldı diye sesli bir şekilde iç geçirmişti. Artık Sandrino'nun ona yaşattığı inişli çıkışlı ruh hali bozukluklarına gülse mi yoksa ağlasa mı karar veremiyordu, hayatını ve düşüncelerini altüst etmişti.
Sandrino seni seviyorum sözlerini günlerdir kabuğuna çekilmiş onu memnun etmek için söylemişse, oyunculuk konusunda epey yetenekliydi doğrusu. Tıpkı aylar önce aniden adeta gündelik bir konudan bahsedercesine rahat tavırla "Evlenelim mi biz?" dediği gibi, seni seviyorum sözlerini de söyleyebilmek için bundan daha iyi bir yol bulamazdı. Ciddi konuları ciddiyetten uzak yorumlamak gibi sinir bozucu bir huyu vardı. Gerçi öte yandan, bir zamanlar "Bunlar çok ciddi sözler, ben bu sözlerin sorumluluğu altına giremem." diyen Sandrino Panzio'nun sırf onu memnun etmek için "Seni Seviyorum." sözlerinin sorumluluğu altına gireceğini, bunun için rol yapma zahmetine katlanacağını da pek sanmıyordu.
Villanın yüksek kapılarından içeri girerken birbiriyle çelişen pek çok düşünceyi aynı anda düşünmekten başı ağrımış Maddalena, yatak odalarına çıkmak niyetiyle ana hole girdiğinde bir anda gözlerine inanamadı. Sevinç ve şaşkınlıktan holün girişinde öylece kalakalmıştı.
Dostu –hala öyle olduklarını umduğu- Bruno, başını geriye atmış daha önce defalarca kez gördüğü süslü yüksek tavanı seyrediyordu. İnce bir kumaştan dikilmiş kahve tonlarındaki pantolonunun üzerine birçok cebi bulunan bir ceket giymişti. Kalçalarının altında son bulan rengi solmuş ceketin çıkıntılardan içlerinin dolu olduğu görülüyordu, sol göğsünün üstündeki cepten uçları sivriltilmiş kalemler dışarı çıkmıştı. Koyu kahve saçları son gördüğünden bu yana daha da uzamıştı, iki yana ayırdığı kıvırcık bukleler kaşlarının hizasına ulaşmıştı. Üstündeki tavanın oymalı süslemelerini incelerken sabırsız bir halde, eskimiş deri çizmelerinin üzerinde sallanıyordu.
Bir sanatkara ait keskin bakışlar aniden ona çevrilince, Maddalena sessizce yutkundu. Şapelin yıkılışının sorumlusunun o olduğu ortaya çıktığından beri ilk kez yüz yüze geliyorlardı. Pişmanlık ve çektiği vicdan azabı yüzünden bir çocuk gibi telaşlanmıştı. Bruno ise topuklarının üzerine ona doğru dönmüş ve başına taktığı kahverengi tüylü şapkasını çıkarıp bir düşese verilecek abartılı reveransla selamladı onu.
"Düşes Panzio."
Bruno'nun alışılmadık resmiyetini boğazına yerleşen acı bir düğümle izleyen Maddalena'nın gözleri doldu. Onun arkadaşlığını kaybetmek Maddalena'yı yıkardı. Lucca'da ona poz vermesi için peşinde koşan, arkadaşının düğün ziyafetinde fark ettirmeden karaladığı çizimi hediye eden, Sandrino'nun olmadığı zamanlarda onu eğlendirip yüzünü güldüren.. ona karşı her zaman özenli ve kibar olan Bruno ile iki yabancı olmaya dayanamazdı. Onun dostluğu Maddalena için çok kıymetliydi.
Zümrüt yeşili gözlerine yerleşen tedirginlikle Bruno'ya doğru birkaç adım atmayı başardığında, tatlı bir ses tonuyla onu yumuşatmayı denedi.
"Düşes Panzio mu? Seninle düğün kutlamamızda anlaşmıştık. Sen bana Maddalena dersin."
Bakışlarındaki ciddiyetle onu dinleyen Bruno, kollarını göğsünde birleştirip ona yan bir bakış atmıştı.
"Anlaşmalar bozulur. Şartlar değişip, gerçekler ortaya çıktığında anlaşmalarda anlamını yitirir."
Bruno'nun yüz ifadesinin sertleştiğini, küskün bir anlam kazandığını gördükçe çekingenliğini artan Maddalena yutkunup ellerini önünde birleştirdi. Parmaklarını sıkıntıyla açıp kapatırken, ona yarı yarıya sırtını dönmüş yaklaştı.
"Pişmanlık ve vicdan azabı gibi hislerin bir değeri var mıdır peki? Senden özür dilemek istiyorum."
"O hisler yıkılan taşları yerinden kaldırmaya yeter mi? Ya da tasarımın yerine geçer mi? Benim tasarımım, ilk mimarlık eserimin."
Onu dinleyen Maddalena'nın yeşil gözleri umutsuzlukla gölgelendi, Bruno onu affetmeyecekti. Kaldı ki buna hakkı vardı, Sandrino'nun canını yakmak isterken Bruno'nun hayallerini, emeğini, sanatını hiçe saymıştı. Belki de sanatkârlık kariyerine telafisi mümkün olmayan bir zarar vermişti. Maddalena hüzünle içini çekip, bakışlarını önünde birleştirdiği ellerine indirmiş "Haklısın." diyerek mırıldanmıştı.
O sırada Bruno, bir müddet bakışlarını kare biçimli geniş holde gezdirmiş ardından yüzüne bakmadan kayıtsızca omuzlarını silkti.
"Belki de bundan böyle ilişkimiz kocanız aracılığıyla devam eder saygıdeğer Düşes. Ben buraya dostum Sandrino'nun davetiyle geldim."
Maddalena ona cevap vereceğini bilememişken, biraz önce geldiği koridordan çıkan Sandrino çevik adımlarıyla ilerleyerek yanlarına ulaşmıştı.
Utanmış ve Bruno tarafından azarlanmış Maddalena, yüzüne güçlükle bir gülümseme kondurdu ve Sandrino ve Bruno'nun dostane selamlaşmasını seyretti. Geri çekildiğinde adamın omzunu sıkıp geri çekilen Sandrino bakışları önce ona sonrasında Bruno'ya çevirdi.
"Ben yukarı çıkıp üzerime bir şey alırken, umarım siz de suratlarınızdaki şu ekşi ifadeyi bir çözüme ulaştırırsınız."
Aralarında esen soğuk rüzgârı fark ettiğini söylemesiyle ikisinin de yüzünde asılı duran sahte gülümseme silinivermişti. Sandrino yatak odalarına çıkan merdivenlere yönelmişken Maddalena gözlerini devirip arkasını dönmüş, Bruno'da diğer tarafa dönmüştü. Pişmanlığını dile getirip, özür dilemek için tatlılıkla yanına sokulmuş Maddalena azarlandığı için bozulmuştu. Kollarını göğüslerini üzerinde birleştirip, Sandrino'nun gelmesini beklemeye karar vermişti.
"Zaten kendime yeni bir model buldum."
İki taraftan da duyulan huysuz homurtular eşliğinde süren sessizliğin ardından, Bruno'nun sözlerini işiten Maddalena, başta doğru duyduğundan emin olamamıştı. Olduğu yerde hızla arkasını dönerken Ne? diye mırıldanmıştı. Bruno hala ona bakmıyordu, tıpkı onun gibi kollarını göğsünde kenetlemişti.
Başka bir model bulmuş olamazdı. Onun yıllardır bulmayı umduğu model olduğunu söylüyordu. Lucca'da ona melekler kadar güzel ve gerçek bir model bulmadıkça eline asla fırça almayacağına dair yemin ettiğini anlatmıştı. Estetik arzularının hedefinde yer alan ikinci bir modeli bu kadar kısa zamanda bulmuş olamazdı.
"Yeni bir model mi buldun? Güzelliğin ardında yatan gerçeği çizmek istediğini söylüyordun. Bana nasıl göründüğümü değil, kim olduğumu nasıl hissettiğimi çizeceğini söylemiştin. Hasarlı ve kusurlu olan gerçek güzelliğimi çizmek istiyordun. Karşılaştığın bu gerçek hoşuna gitmedi mi? Yoksa artık sadece gördüklerini mi çizmeye kadar verdin? Hangisi?"
Bruno, sözlerindeki anlık küskünlüğü takip ederek yerinde topaç misali döndü ve onun yüreğinden geçenlerin okunduğu insanı içine çeken etkileyici yeşil gözleriyle karşılaştı. Kaçırmak zorunda kalacağı kıymetli bir anı hafızasına kazımaya çalışan hevesli bir sanatkarın hülyalı sesiyle hayranlığını dile getirdi.
"İşte tam şu an gördüklerimi çizebilmeyi çok isterdim."
Bunun üzerine adamın hayran hayran baktığı ifadeyi yüzünden silip atan Maddalena, gözlerini devirip yüzünü başka tarafa çevirdi. Nameli bir sesle terslediğinde Bruno'da ona aynı hazırcevaplıkla karşılık verdi.
"Yeni modelini çizersin."
"Çizerim."
Birlikte Sandrino'yu beklemeye devam etmişlerdi. Maddalena küskün ve hayal kırıklığına uğramıştı, Bruno'nun ise yüzü asıktı. Birkaç dakika sonra pes eden Bruno, göğsünde birleştirdiği kollarını çözerek ona kaçamak bir bakış daha atıp söylenmişti.
"Roma'da bir çete kavgasının arasında kaldığını duydum. Şapel için. Sağ salim eve dönmüş olmana sevindim."
Bruno'nun onu terslemesine alışkın olmayan Maddalena'nın artık sabrı taşmıştı. Tuttuğu nefesini bırakıp, hışımla ona dönerek çıkışmıştı.
"Sağ salim eve dönmüş olmama sevindin. Ne kadar kibarsın. Teşekkür ederim. Eğer amacıma ulaşıp şapelin hamiliğini geri almış olsaydık, bana yine böyle ters davranır mıydın acaba? Ben o tehlikeyi senin için de göze almıştım, hatamı telafi etmek için. Ama suç benim, ikiniz için de hiçbir şey yapmamalıymışım."
"Fakat ben senden hiçbir şey istememiştim. Olan oldu artık, bir daha başını belaya sokacak şeyler yapma."
"Bence de, başımı belaya sokmaya hiç değmezmiş."
Bu sözleri ardından Maddalena, gururlu bir tavır takınarak onu orada bırakıp gitmek üzere adım atmıştı ki Bruno'nun iğneleyici sözlerini işitti.
"Doğru, sonuçta siz saygıdeğer bir düşesiniz...."
Maddalena hışımla ona döndüğünde Bruno pis pis sırıtıp "Bense basit bir köylü." diyerek başını eğmişti. Daha fazla bu sinir bozucu tavırlarına katlanamayarak yaklaştı ve ona ters bir bakış atıp elinin tersiyle koluna vurdu.
"Beni tersleyip durma! Tanrı şahidim, düşes neymiş gösteririm sana!"
Bruno bir anlığına geri çekildi. Onu sinir etmekten keyif alır gibi bir hali vardı. Gülümsemesini batırmaya çalışırken dudaklarını sıkıp başını diğer tarafa çevirmişti. Aşina olduğu bu halini görmek rahatlatıcıydı ama Maddalena şimdiden içine dert olan konunun geçiştirilmesine daha fazla dayanamadı.
"Gerçekten başka model mi buldun?"
"Bulmuş olsaydım, bu canını yakar mıydı?"
"Evet."
"Şapelin yıkılışı emeklerimin heba olması, sanatımın bir avuç cahil yüzünden kağıt üzerinde kalmış olması da benim canımı çok yaktı. Hala yakıyor."
"Çok, çok üzgünüm Bruno."
"Ben de."
"Yeni bir modelin var yani?"
"Hayır, yeni bir modelim yok."
Maddalena rahatlamış ve sevinmişti. Poz vermeyi her zaman çok sevmişti, sanatkârların arasında olup tasarım aşamasındaki sanat eserlerini görmeye bayılırdı. Bruno gibi yenilikçi bir sanatkarın fırça darbeleriyle varoluşunu ölümsüzleştirilecek olması karşısında adeta içi içine sığmıyordu. Hem yakın dostunu hem de bir gün tüm Avrupa üzerinde tanınacak ünlü bir sanatkarın sanatının bir parçası olma şansını kaybetmiş olmak onu derinden yaralardı. O içine rahatlatıcı bir nefes çekmişken Bruno planladığı bir başka olağanüstü eseri hakkında konuşmaya başlamıştı.
"Sandrino'nun hamiliği alınmadan önce Vali Fantino şapelin içindeki fresklerin yenileme işini bana vermişti. Duvarı beyaz alçıyla kaplamış, üzerinde birkaç çizim yapmıştım bile. Sandrino şapel işinin peşini bırakmayacağını söylüyor. Eğer günün birinde fresklere devam edeceksem, yüksek duvarları boyunca uzanan ağıt konulu bir fresk düşünüyorum. Bunun için hem bir Meryem Ana hem de Mecdelli Meryem modeline ihtiyacım var."
"Bu fresklerde Mecdelli Meryem ben mi oluyorum? Ne hoş."
Bu sözleri dile getiren Madddalena'nın sesinde biraz önceki hoş tonunun aksine memnuniyetsiz bir tını vardı. Kökeni, İncil'de geçen Mecdelli Meryem ve diğer şekliyle Magdalalı Meryem'den gelen ismini sevse dahi hikayesini sevdiği söylenemezdi. Lucca'da üstat Franco da defalarca onu Mecdelli Meryem olarak resmetmek istemişti. Buna bir itirazı olmasa dahi hikayesinin kötü başladığı Mecdelli Meryem'i seçen annesinin, ona bu ismi tesadüf eseri koyduğunu düşünmüyordu.
Mecdelli Meryem'in modeli olmaktan duyduğu hoşnutsuzluğun sebebini anlamayan Bruno, şaşkınlık içinde kaşlarını çatmış ona bakarken, birlikte merdivenlerden gelen ayak seslerini işitmişlerdi. Başını çevirip baktığında Maddalena, kocasının üstünü değiştirdiğini gördü. Baştan aşağıya siyaha bürünmüştü, üst gövdesini tamamen kapatan, kol kısımları açık siyah bir pelerin giymişti.
"Hazırım, çıkabiliriz."
Maddalena onlarla birlikte villanın ön bahçesine çıkarken, birkaç kez nereye gittiğini sorarcasına bakışlarını Sandrino'ya çevirmiş, fakat bir karşılık alamamıştı. Villaya döndükleri günden bu yana Sandrino'yu görmezlikten gelmiş onun için yaptıklarının farkında değilmiş gibi davranmış olmasına karşın şimdi vakit akşama yaklaşırken siyahlara sarınmış bir kılıkta evden ayrılışı görmezden gelmeyi güçleştiriyordu.
Hiçbir şey öğrenemeden evden çıkıp gitmesini izleyecek olursa o dönene kadar meraktan kıvranacağını biliyordu. Sonunda günlerdir sürdürdüğü inadını kıran Maddalena koluna uzanıp Sandrino diyerek adını fısıldadı.
Aşağı indiği andan beri hali tavrında bela arayan tekinsiz bir hava seziyor ama adını tam manasıyla koyamıyordu. Üzerine dönen mavi gözlerdeki parıltıyla karşılaştığında bedeninin üzerinden soğuk bir ürperti geçti. Bir şeyler karıştırmaya hazırlanıyordu. Sandrino olağanüstü zıtlıklara sahip bir adamdı; alaycı, dünyevi zevklere düşkün, bazen de saldırgan fakat detayları yakalayan dikkatli ve zeki, planlama ve uygulamada hızlı ve beklenmedikti. Onun rahat görüntüsü altında gizemli nitelikleri barındırdığına o an bir kez daha şahit oluyordu.
"Neden bir şeyler karıştırmaya hazırlandığını hissediyorum?"
Bu sözlerini duyan Sandrino'nun bastırmaya çalıştığı bir memnuniyetle seğirdi dudakları. Usulca ona dönerken endişeli sorusunun keyfine vararak onu keyifle süzdü.
"Günler sonra benimle ilgili bir şeyle ilgilenmeye karar verdin demek."
Düşmanlarını kışkırtmandan korkuyorum sadece diye içinden geçiren ama hiçbir fırsatı kaçırmayan Sandrino'ya dik dik bakan Maddalena endişelerini dile getirmedi. Bunun yerine ona ne yaptığının kendisini hiç ama hiç ilgilendirmediğini söyleyip ağzının payını vermek geldi içinden. Birkaç güzel söz söylediği için ayaklarına kapanmayacaktı.
"Seni etkileyen bir şey dolayısıyla beni de etkiliyor, kendi geleceğimi düşünüyorum yani. Tamamen bencil sebepler."
Sandrino bir an duraksadı, sözlerine bozulmuştu, kaşları yukarı kalkarken imalı bir tonla kesik kesik çıkıyordu sözcükler ağzından.
"Genç yaşta dul kalırım diye mi korkuyorsun?"
Bu sözleri duymayı beklemeyen Maddalena aniden içime saplanan bir acıyla kasıldı. Böyle bir şeyin şakasını dahi duymak istemiyordu. İnce bir kırgınlık gölgesi yüzüne yerleşirken bakışlarını gün batımıyla kızıla boyanan bahçenin diğer tarafına çevirmişti.
Onun içinden geçenlerin yansıdığı zümrüt yeşili gözlerine bakan Sandrino yanına sokulup, elini uzatmış çenesine dokunarak yüzünü kendisine çevirmişti. Parmaklarının arkasıyla yanağını okşarken mırıldanmıştı.
"Geç dönebilirim. Bruno ile Viterbo'da bazı işlerimiz var."
Sandrino cümlesini bitirmiş olmasına rağmen Madddalena devamında hoşuna gitmeyecek bir şeyler olduğunu sezmişti. Kaşlarını kaldırdı ve sitemli bir şekilde sözlerini tekrarladı.
"Bruno ile bazı işleriniz var?"
"Evet."
"Atölyesinde resim çizmeye gitmiyorsunuz herhâlde?"
Maddalena gözlerini kısmış öfkeyle Sandrino'nun rahat ifadesine bakıyordu, fazlasıyla eğleniyordu bu sorularından. Gözlerindeki gülümse, onu can evinden vuran sahici bir sırıtışla kıvrıldı. Sinirlerini bozan arsız ifade ile bir adım geri çıkarak vücudunu süzmeye başladı.
"Maalesef sevgilim, ben bir sanatkar değilim. Sadece tuval üstündeki güzelliklerini taktir eder, onlara maddi manevi desteklerimi sunarım ya da.. bazen de önümde ete kemiğe bürünmüş güzellilerin peşinden giderim yani sen gibi güzelliklerin."
Sen gibi dediği sırada uzanıp saçına dokunmuştu. Olduğu yerde hafifçe kıpırdanan Maddalena başını geriye çekip, karıştırdığı saçlarını geriye atmıştı. Tecrübelerinden doğan sezgileri ona bu çapkın hallerinin ardında başka bir iş karıştırdığını fısıldamaya devam ederken ısrar etmişti.
"Yani başka bir iş?"
"Evet. İş, görev. "
"Ne görevi?"
Sempatik görünümüne bürünen yakışıklı yüzünün altında suç işlemek üzere olan bir delikanlının izleri gizliydi. Kollarını göğsünde kavuşturup ona çatık kaşlarla bakmaya başlamıştı. Bir müddet cevap vermek yerine onu tatlılıkla ikna edip edemeyeceğini tartı içinden. Sonunda omuzlarını dikleştirip mücadeleye hazırlanırcasına bir çırpıda konuştu.
"Gizli görev. Hem sen bana bunları neden soruyorsun? Böyle sorgular gibi, sorular. Hala mı güvenmiyorsun bana ?"
"Çünkü ben biliyorum bu bakışları, sen beni kandırıyorsun. O kafanın iç-"
Onunla inatlaşmasını keyifle izlerken, şaşırtacak bir hızda iki eliyle yüzünü kavrayan Sandrino sözlerini yarıda kesmişti. Maddalena önce onu ittirmek için kollarını kaldırırmış fakat insanların önünde kocasını reddetmenin kararsızlığıyla herhangi bir tepkide bulunamamıştı.
"Benim bakışlarımda da kafamın içinde de ne olduğunu söyleyeyim; sen. Sadece sen."
"Ne istiyorsun? Sen böyle konuştuğunda sana koşulsuz inanmamı mı?"
Maddalena henüz sözlerini bitirmeden sesli bir şekilde gülen Sandrino, ani bir hamleyle kollarını beline sardı. Onu sıcak ve sert göğsüne çekerken, bahçede olduklarına aldırış etmiyordu. Yüzünü saçlarına yaslamışken, baştan çıkarıcı çapkın ses tonuyla onu sevgisine ikna etmeye çalışıyordu.
"Sev beni Maddalena, sev beni istiyorum. Öyle çok sev ki, aklında, kalbinde, dilinde, gözlerinde, her zerrende ben olayım. Sandrino Sandrino diye kıvran, aşkından deliye dön. Bunu istiyorum."
"Çok beklersin. Dur, ne yapıyorsun? Bahçedeyiz. Ben burad-"
Onu üzerinden atmaya çalışırken duyduklarıyla gözlerini devirmiş Maddalena, alayla gülmüştü. Şaka yaptığını onunla eğlendiğini biliyordu fakat ses tonundaki arzulu tını bir an ürpermesine neden olmuştu. O kollarında çırpınırken gülerek kulağını dişlemiş, yüzünü boynuna sürtmüştü. Maddalena onu bırakması için yalvarırken utançtan adeta kıpkırmızı kesilmişti. Fakat Sandrino beline doladığı çelik gibi kollarıyla onu sıkı sıkıya tutmaya devam ediyordu.
"Sev beni Maddalena. Sen de sevgini kabul et. Benim gibi her açıdan muhteşem bir adamı sevmek, onun tarafından sevilmek nasıl bir his bize anlatsana. Sen benim şu yakışıklılığımı görüyor musun acaba? Çünkü ben senin güzelliğinin fena halde farkındayım."
Sandrino! Bırak! Onunla oyun oynadığı açıktı. Bu hallerine inanmaması gerekiyordu. Baştan çıkarıcı çapkın gülüşüyle, ufak dokunuşlarıyla aklını başından alıp konuyu geçiştirmeye çalıştığını bilse dahi böyle anlarda hala kollarında eriyip gitmekten kurtulamıyordu. Fakat bu kez durum önemliydi, nereye gittiğini hala öğrenememişti ve içi rahat değildi. Bu yüzden daha fazla çırpınmaktan vazgeçmişti. Bakışlarını gülen yakışıklı yüzüne çevirip, ona ters bir bakış atmıştı.
"Sen böyle yapınca, daha çok endişeleniyorum. Başını belaya sokmaya hazırlanır gibi bir halin var."
"Bela aramıyorum, küçük bir keşfe çıkıyorum. Zar atıp ne geleceğine bakacağım. Benim şimdi gitmem gerek. Sen annemlerle akşam yemeğini ye gece yatağımızda buluştuğumuzda, beni ne kadar sevdiğini anlatmaya devam edebilirsin."
Sandrino sözlerini noktaladığında herhangi bir karşılık beklemeden sokulup, dudağına hızlı sert bir öpücük kondurdu. Ardından ona imalı bir bakış atıp göz kırparak, beline doladığı kollarını çözdü. Onu utancı ve endişeli düşünceleriyle ile baş başa bırakarak deri çizmelerinin üzerinde döndü ve çakıl yola inerek doğal bir zarafetle Bruno'nun beklediği tarafa geri yürüdü.
Maddalena, Sandrino üzerine yerleştiği kızıl kahve atını oval biçimli taşlık yolda sürüp, bahçeyi çevreleyen taş duvarların ardında gözden kayboluncaya kadar arkasından bakmıştı. Hala olduğu yerde dururken, başını hafifçe yukarı kaldırarak gökyüzüne bakmış, Tanrı'dan ve tüm meleklerinden Sandrino'nun yanında olmalarını ve kendi için de sabır vermelerini diledi.
Esen meltemle ürperdiğini hissederek kollarını yavaşça bedenine dolarken eve uzanan basamakları çıkmaya başlamıştı. İçinde oluşan küçük endişeyi kovamaya çalışıyor ve kendi kendine Sandrino'nun şikâyet ettiği kadar pervasızca bir şey yapmayacağını söyleyip duruyorken kahyaları Fabio görünmüştü. Villanın mutfak ve kilerlerine giden koridordan çıkan yaşlı adam elinde tuttuğu mühürlü mektup ile ona yaklaşıyordu
"Adınıza bir mektup var Madonna. Siz bahçedeyken teslim alınmış."
Önünde duran adamın uzattığı mektubu henüz eline dahi almamışken, üzerindeki mührü seçmişti. Kırmızı balmumun üzerine basılmış, gösterişli De Benardi armasına bakarken gözleri hoşnutsuzlukla kısılmıştı. Katlanmış parşömeni elinde birkaç kez evirip geçirmişti, içinde ne olduğunu bilmek istemiyordu. Mektubu ağabeyi Alfonso'nun kaleme almadığından emindi, bu annelerinin kullandığı resmi mühürdü. Ondan hala işbirliği içinde olmasını beklediğine inanmıyordu. Son görüşmelerinde, halihazırda zayıf olan aralarındaki son bağ da kopmuştu. Ona ve Marianna'ya artık hayatında onları istemediğini açıkça dile getirmişti. Geri dönüşü yoktu bunun. Contessa De Benardi'nin şu dünyada korktuğu ya da çekindiği hiçbir şey olmayabilirdi lakin Maddalena için aile bağları bir daha onarılmamak üzere kopmuştu.
Soğukkanlı bir iç çekişle, mektubu yırtıp küçük anlamsız parçalar haline getirmişti. Sessiz bir kararlılıkla yutkunup usulca başını kaldırdığında, duruşu tamamen değişime uğramıştı.
Arkasındaki çift kanatlı geniş kapılardan parlayan günbatımı, saçlarını altın rengi bir parıltıyla süsleyerek mağrur bir tanrıça gibi görünmesini sağlıyor, tam karşıya doğrudan diktiği mükemmel zümrüt yeşil gözlerini sonsuz bir ormana çeviriyordu. Hayat belki duygusal açıdan zordu ama artık öz ailesinin ışığını çalmasına izin vermeyecekti. Mektubun parçalarını kahyalarına uzatırken tıpkı ailesine karşı taş kesmiş kalbi gibi sesi de soğuk ve hissizdi.
"Bu sondu. Bir daha De Benardi mührü taşıyan hiçbir mektup teslim alınmayacak."
**
Maddalena, Sandrino'yu zihninin gerilerine itmiş, nerede ne yapıtıyla ilgilenmediğine kendini inandırmış ama yine de tüm akşamı dalgın ve düşünceli bir şekilde geçirmişti. Aklı gizemli ruh haline ve sözlerine kaymaya devam etmişti. Buna rağmen kendini zorlamıştı, akşam yemeği sırasında Rosia Panzio ve Lavinia'nın konuşmalarına katılmak için büyük bir çaba harcamıştı. Annesinin yanında oturan üç yaşındaki minik Liliah'nın yeni yeni konuşmayı çözen diliyle anlattıkları, akşamlarını renklendirmişti.
Ancak yemeğin sonunda Rosia Panzio ve Lavinia'dan nazikçe izin isteyip kendini dairelerine atmıtı. Uzun bir banyo yapmış, Natilda'nın pazardan özel aldığı sabunlarla yıkamıştı. Uçuk pembe geceliğini giyip, saçlarını gördüğünde Sandrino'dan hala haber yoktu. Yataklarına uzanıp, bacaklarına ve kollarına uzun uzun hoş kokulu yağlardan sürüp işini bitirdiğinde eline bir kitap almıştı. Sandrino gelmeden uyuyabileceğini sanmıyordu. Natilda'nın başucuna bıraktığı mumluktan yayılan ışığın altında ilgisizce sayfaları çevirmeye başladı. Fakat bir süre sonra kitap okuyacak temiz zihni kendinde bulamayacağını kabullenip kitabını yatağa bırakmıştı. Bunu takip eden saatleri gergin bir ruh haliyle, dairelerinin içinde oradan oraya gezerek beklemişti.
Sandrino acaba ne işler karıştırıyordu? Maddalena son vukuatından sonra ona kasıtlı olarak işleri hakkında bilgi vermediğini düşünüyordu. Fakat etrafında olan bitenlerden habersiz bir halde köşesinde öylece oturmak onun fıtratında yoktu. Bruno bugün konuşmalarının arasında Sandrino'nun Vali tarafından elinden alınan hamiliğin peşini bırakmaya niyeti olmadığından bahsetmişti. Şapel artık Sandrino için şahsi bir meseleye dönüşmüştü. Her ne kadar kararı Viterbo Valisi Fontino vermişse de işin arkasında isim Ercole Nicoletta'ydı. Bu yolun sonunda Sandrino ve Ercole'nun kaşı karşıya gelme ihtimalini düşündükçe göğsü daralıyordu. Çok önceye dayanan bu gizli kalmış husumetin nasıl engellenebileceğini bunun mümkün olabileceğini dahi bilmiyordu.
İçinden bu gece gizli iş olarak alaya aldığı konunun ucunun bir şekilde Ercole Nicoletta'ya dokunmaması için Tanrı'ya defalarca yakarmıştı. Fakat Sandrino'nun gözlerindeki o bakışı iyi biliyordu, tehlikeye kafa tutan bir adamın bakışıydı onlar. Bıkkınlıkla içini çeken Maddalena eğer birkaç saat daha gelmezse gökyüzünün aydınlanmaya başlayacağını düşünerek gözlerini kapatıp sinirlerine hâkim olmaya çalıştı.
Tanrı'nın cezası adam neredeydi acaba?
Fakat bir yandan da gözünün önüne suikasta uğradıkları gün geliyordu. Sandrino artık hayatına ve dolayısıyla onunkine kast eden hain planın arkasında Ercole olduğundan emindi. Hala onu ortadan kaldırma planı var mıydı? Gece eğer karşı karşıya gelirlerse ve yine aralarında bir sürtüşme yaşanırsa ne olurdu?
Geleceğin onlara ne getireceği endişesine kendini öylesine kaptırmıştı ki yatak odalarının kapısı açılana kadar Sandrino'nun eve döndüğünü fark edememişti. Divanda, kollarından birini kendine çektiği bacaklarına sarmış, çenesini dizine yaslayarak gökyüzünü izliyordu. Başını omzunun üzerinden çevirip Sandrino'yu gördüğü anda telaşla ayağa fırlamıştı.
"Sandrino!"
Ağır adımlarıyla içeri giren Sandrino, ona gülümseyip uyumamışsın diye mırıldanmış ve sonrasında ağzını kapatmak için herhangi bir çaba gösterme zahmetine girmeden esnemişti. Dairenin karanlığına rağmen olduğu mesafeden herhangi bir zarar görmediğini seçebiliyordu, bu içini rahatlatmıştı. Fakat üzerinden çıkarmakta olduğu pelerini, çizmeleri ve altındaki kıyafetler oldukça kötü görünüyordu.
Maddalena ona yaklaşmaya başladığında evet, uyuyamadım diye cevap vermişti. Aralarındaki mesafeyi kapattıkça ondan yayılan rahatsız edici kokuyu almaya başlamıştı. Bununla birlikte eldivenleriyle kavga eden Sandrino'nun homurtularına aldırmadan uzanıp siyah ceketinin yakalarını tutmuş, boynunu ve üzerini koklamıştı. Burnu duman, çirkin bir parfüm ve şarap kokusunu hemen almıştı. Fakat bu karışıma tuhaf bir lağım kokusu da dahildi.
"Sandrino neredeydin?"
"Banyo yapmam lazım."
Aklına gelen huzursuz edici ihtimaller yüzünden başına keskin bir ağrının saplandığını hisseden Maddalena, yakasını kavradığı elleriyle onu ittirip kapıya döndü. Daireden çıktığında kendinden emin bir şekilde ilerleyip koridorun başında bekleyen muhafıza seslenip su getirmelerini söyledi. Terliklerinin mermer döşemede çıkardığı sesler eşliğinde geri dönüp dairelerine girdiğinde kollarını göğüslerinin üzerinde birleştirip yeşil gözlerini Sandrino'ya dikti.
"Evet?"
O sırada ceketiyle adeta kavga eden Sandrino'nun çenesi gergindi. Dikkatini sona kalan aşağıdaki düğmelerine vermeden önce onun fırtınalı ifadesini, hayranlıkla süzmüştü.
"Bu kıskanç sahiplenici kadın hoşuma gidiyor aslında."
Arsız sözlerine karşılık dişlerini sıkan Maddalena duruşunu bozmadı. Gözleri bir hançer gibi karşısında gömleğini çıkarmaya başlamış Sandrino'nun üzerine saplanıyordu. Olduğu yerden dahi, içkiyi fazla kaçırmaktan parlayan mavi gözlerini seçebiliyor, bu da onu daha çok huzursuz ediyordu. Bunca saattir bir yerlerde içiyor ve ne yapıyordu?
"Bütün gece ne yaptığını söyleyecek misin?"
"Hayır. Sana artık politik konuşmalar yok. Sen annemin yanında evin işleriyle alakadar olacaksın. Unuttun mu, seninle öyle anlaşmıştık sevgilim."
Sandrino rahat bir tutumla söylediklerinin ardından ona arkasını dönüp büfeye doğru ilerlemeye başladı. Geniş gümüş kâseden bir avuç dolusu su alıp yüzüne çarptı. Çatık kaşlı ifadesiyle onun ard arda yüzüne su çarpmasını izleyen Maddalena ketumluğuna tahammül edemeyerek sinirle yanına gitti.
"Sandrino, bütün gece neredeydin?"
Sorusuyla birlikte başını kaldıran Sandrino, ellerinden birini ıslanan sarı saçlarına götürürken düşünür gibi dudaklarını kıvırmıştı.
"Akşamın ilk saatlerinde tavernadaydık. Ben karanlık bir köşede etrafı izlerken Bruno ve Genaro bazı arkadaşlarla görüştü. Oradaki işimiz biraz uzun sürdü, ardından şüphelerimizin doğruluğunu kendi gözlerimizle görebilmek için madenlere yolculuk ettik. Oradan sonra yolda bir yerde durduk, olanları konuşurken içkiyi fazla kaçırmışız. "
"Taverna? Nasıl bir tavernadan söz ediyoruz? İş konuşulabilen saygın tavernalar da var mıymış? Yoksa bildiğimiz, son derece çirkin ve evli adamların bulunmaması gereken tavernalardan mı?"
Eli hala ıslak saçlarının arasında dolaşan Sandrino duyduğu sorusuyla birlikte hafifçe eğdiği başını ona çevirmişti. Sarı kaşları imalı bir şekilde yukarı kalkarken ona gözlerinde parlayan muzip bir parıltıyla bakıyordu.
"Senin gibi masum bir genç kız bunları nereden biliyor? Onu konuşalım mı?"
"Konuşalım. Buna; senin gibi bir adamla evli olmanın getirmiş olduğu tatsız bilgiler diyebiliriz."
Maddalena kollarını göğüslerinin üzerinde birleştirip sesindeki suçlayıcı tonla konuştuğunda Sandrino elini saçlarından çekmiş ona bakıyordu. Biraz önceki çapkın halinin aksine mavi gözleri ciddiyete bürünmüştü.
Onun hiçbir şeyi ciddiye almadığı, en ciddi konuyu dahi bir şekilde alaya alıp küçümsemekle yanlış yaptığını düşündüğünü biliyordu. Maddalena bu huyundan sürekli şikayet ediyordu. Fakat Sandrino, her defasında onu doğrularını sorgulamaya başladığı bir ikilemin içinde bırakıyor, aslında karakterinin bir parçası olan alaycılığının ardında çok farklı bir adamın yattığını gösteriyordu. Tıpkı o anda olduğu gibi, ellerini huzursuzluğunu yatıştırmak için ona doğru uzatırken alaycılığının arkasında yatan adamı göstermişti.
"Tamam haklısın, gittiğimiz yer yalnızca bir taverna değildi. Fakat üst kat ve alt kat olarak ayrılan iki anlamda bir işletmeydi. Ben tüm akşam boyunca kimliğimin gizliliğini korumak için köşede içiyordum. Düşündüğün gibi bir şey değildi. Bazı işleri düzeltmek için birtakım bilgilere erişmek gerekiyorsa bunun da çok basit bir yönetimi vardır; konuşturmak istediğin adamla içki arkadaşı olursun."
İçini kemiren kıskançlıkla yanakları kızaran, sinirini bastırmakta güçlük çeken Maddalena ona dik dik bakmaya devam ediyordu. Sandrino'nun içinde bulunduğu kıskanç ruh halini umursamazca onun tarafında duran havluya uzandığını görünce sinirle dişlerini sıkıp havluyu eline aldı ve çıplak göğsüne çaptı.
"Peki şu anlattıklarını dinledikçe neden, politika, iş, görev gibi şeylerden çok daha fazlası varmış gibi hissediyorum?"
Hırsını çıkarmak istercesine sıktığı havluyu elinden çekip kurtaran Sandrino, yüzünü sildiğinde tekrar onun eline tutuşturup üzerine doğru eğildi. Mum ışığında parlayan yüzünü onunkinin hizasına getirdiğinde sır verircesine mırıldanmış ve ardından geri çekilmişti.
"Çünkü bana hala güvenmiyorsun."
Gözlerini deviren Maddalena karşılık vermeden, küvetin olduğu yan odanın açılan kapısının sesini işitti. Bununla birlikte kâhyaları Fabio iki odayı birbirine bağlayan kemerin altında, ellerini önünde birleştirerek Sandrino'ya dönmüştü. Hizmetkârların küvete sıcak su taşıdıklarını ve yanında lavanta yağı sabunlarını da getirdiğini söylerken saçlarından omuzlarına su damlaları süzülen Sandrino'nun yüzüne bakıyordu. Elinde kocasının havlusuyla pembe bir gecelik içinde arkasında sinirle dudağını dişleyen ona bakışlarını çevirmemeye özen gösteriyordu. Acaba sabah karşı eve gelen kocasıyla tartıştıklarını Rosia Panzio'ya rapor eder miydi?
Kahyalarının geri döndüğü bölmeyi bulundukları salondan ayıran taş kemerden sarkan beyaz tül kısmen kapandığında Maddalena, bu kez daha büyük bir hışımla Sandrino'ya dönmüştü. Yüzünü yıkamış, saçları ıslanmış olmasına rağmen hala üzerinden parfüm ve içkinin kokusu havada süzülüyordu. Sandrino'nun bu hali sinirlerini bozarken Fabio ve hizmetkârların işlerini bitirmesini bekleyemeyecekti.
"Şu haline bak. İki gün, sadece iki gün dayanabildin değil mi? Eski Sandrino yine çıktı ortaya."
"Maddalena eski Sandrino'nun ortaya çıktığı yok. Gözlem var, görev için bazı istenmeyen ortamlarda bulunmak, zor durumda kalmak var."
"Seni öldürürüm, gözlerini oyarım."
Bu arsızlığına karşı çileden çıkarcasına gözlerini deviren Maddalena, ani bir saldırıyla Sandrino'nun koluna tırnaklarını geçirmişti. Fakat dişlerini sıkarak inleyen Sandrino küçük bir hareketlerle geri kaçıp gülmüştü.
"Ailemiz için gizli göreve çıkıyorum ve gördüğüm karşılık bu mu?"
"Sandrino Panzio, ne zamandan beri tavernaları gizli görevler, işler için kullanır oldu? Kim inanır buna?"
"Babası öldüğünden ve Panzio mirasıyla gelen her lanet şeyi üzerine aldığından beri."
Sandrino ciddi bir ifadeyle, gözlerimin içine bakarak konuşmuş ardından yan odaya geçmişti. Ağzından çıkan hiçbir şeye değilse bile Maddalena bu sözlerine inanmıştı. Sandrino, babası öldüğünden beri geçen aylarda ufak ufak değişmişti, Maddalena bu değişimi görebiliyordu.
Bazı geceler geç vakitlere kadar çalışma odasından çıkmadığını, günlerini babası zamanında zarara uğramış işleri düzeltmek için koşturarak geçirdiğini biliyordu. Üzüm bağlarından, hisse sahibi olduğu limana demir atan gemilere kadar tüm işlerin bizzat başında durduğuna kadar her anını hissettirmeden izliyordu. Aile servetini ve itibarını ayağa kaldırmak için şevkle çalışıyordu. Artık Lucca'da tanıştığı pervasız, hovarda adam değildi. Hala zevk ve sefa düşkünüydü ama dünyevi zevklere olan tutkusuna karşın Dük Sandrino Panzio'nun duruşundan vakar ve kendine hakimiyet fışkırıyordu.
Maddalena bir müddet yatak odalarının ortasında öylece kalmıştı, düşünceli bir halde yan odadan gelen su seslerini dinlerken uzun parmaklarıyla belini saran pembe kuşağı çekiştirmişti. Sandrino'nun ona ne yaptığını neden tam olarak anlatmadığını biliyordu. Tıpkı dediği gibi onu konulardan uzak tutmaktı niyeti. Fakat Maddalena kocasının hayatında olup bitenlere ancak ucundan, yalnızca renkli ve keyifli olan kısımlarında eşlik etmeyi kabul edemezdi. Bu düşüncelerle, elinde hala geceliğini kuşağını çevirirken yanına gitmişti.
Tülün ucunu kenara çektiğinde, Sandrino'nun üzerinden buhar çıkan küvetin içinde olduğunu gördü. Kenarlarından içine serilmiş beyaz örtünün etekleri sarkan ahşap küvet, iki kişiyi rahatlıkla alabilecek kadar büyüktü. Maddalena zayıf vücuduyla içinde adeta kayboluyordu. Sandrino sırtını arkaya yaslamış, suyun keyfini çıkarıyor gibi görünüyordu. Buharların yükseldiği suya gömüldükçe ve sıcaklık dersini kızarttıkça hala kesmediği hafif kirli sakallı yüzünde keyif aldığını gösteren bir ifade belirmişti. Gözleri kapalıydı ve nemin oluşturduğu buğu alnında, yanaklarında ve göz çukurlarında parıldıyordu. Omzunu taş kemere yaslayan Maddalena, yaklaşmaya gönülsüzdü ama izlemekte bir zarar görmüyordu. Yakın bir o kadar da uzak.. tıpkı birkaç gündür sürdüğü mesafe gibi.
Sandrino izlendiğini fark ettiğinde gözlerini aralamıştı. Arkasına yasladığı başını kaldırıp, ona dönmüştü. Düşünceli gözlerle onu izlerken bir anda beklenmedik bir şekilde konuşuvermişti.
"Ercole Nicoletta, amcasından sonra Viterbo Valisi olmaya hazırlanıyor."
Maddalena, içinde nefret ve tiksinme barındıran alaycı sesiyle dile getirdiğini işittiğinde, dudakları arasından Ne? diye şaşkın bir nida kaçırmıştı. Donup kalmış bir müddet tepki verememişti. Ona kısa bir bakış atan Sandrino önüne dönmüştü, küvetin yanındaki alçak sehpadan bir kalıp sabun ve lifi almadan önce aralarında duran kadehine uzanıp şarabını yudumlamıştı. Onu izleyen Maddalena şaşkınlığını üzerinden attığında bir adım öne çıkarak düşünceli sesiyle konuşmuştu.
"Gerçekten vali olabilir mi?"
Sandrino köpüren lifi omuzlarının üzerinde gezdirip yıkınırken sakin bir ruh halinde gibi duruyordu ama kendi içinde Ercole Nicoletta'nın vali olma ihtimalini değerlendirirken dudaklarının kenarında derinleşen çizgiler ve sıktığı parmaklarındaki hareketlilik bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu gösteriyordu. Bir müddet düşünceleri arasında kaybolmuş sonunda yıkanmayı bırakıp ona döndü.
"Valiliğe aday olmak pahalıdır. Viterbo; eyaletler arasındaki Papalığa en sadık, en zengin bölge. Papa en büyük eyaletinin valiliğine birini öylece atamaz. Papa Julius'u kardinallerini, danışmanlarını hatta metresini bile etkilemesi gerekir."
Yüzü garip bir soğukkanlılığa bürünen Maddalena, duyduklarını kendi içinde işlerken usulca başını salladı. Ağır adımlarla ilerleyip Sandrino'nun solunda kalan yüksek dolaplara sırtını yasladı.
Ercole birkaç gün önce, Vali Fantino'nun ilanıyla Viterbo şehrinin koruyucusu ve kişisel yardımcısı nişanı almış ve amcasının sarayında yapılan küçük törende şehrin altın madalyasını takmıştı. Maddalena, ondan önce işleyen Viterbo politikasına hâkim olmasa dahi, aceleyle şapel üzerinden Sandrino'ya soruşturma başlatan, bir gün içinde sanatkârını tutuklatıp mahkeme dahi kurmadan mahzene kapatan, bununla da kalmayarak en kısa zamanda şehre gelerek ifade vermemesi durumunda zorla götürüleceğini belirten bir mektup gönderen valinin adaletinden şüphe duyuyordu.
Acaba adalet herkes için aynı hızda mı işliyordu?
Yoksa sanki uzun zamandır bu anı bekliyorlarmış gibi her şey planlanmış mıydı?
Vali Fantino, Ercole Nicoletta'nın adamıydı ve amcasını kendi çıkarları için kullanmak için elinden ne geliyorsa yapıyordu. Üstelik artık şehirdeki gücünü sağlamlaştırmak için kendine nişanlar ve devlet işleri de alır olmuştu. Hali hazırda aylar önce de baş sayman olarak atanmıştı, şehrin hazinesi onun elindeydi. Gittikçe yükseliyor, yönetimdeki konumunu sağlamlaştırıyordu.
İçine düştükleri durum karşısında ne yapacaklarını bilmeyen Maddalena bunları düşündükçe boğulacak gibi hissediyordu. Hala sırtını arkasındaki dolaba yaslamış, yeşil gözleri mum ışıklarıyla aydınlanan odanın içinde gezerken endişesini gizlemiyordu. İçine düştüğü karmaşayla tekrar Sandrino'ya dönmüştü.
"Yapabilir mi?"
"Viterbo Valisi olmamalı. Çevremizdeki köprülere, yollara, limana giren gemilere, kalelere el koyar. Mal varlığımız, hatta hayatlarımız tehlike altına girer. Buna izin veremeyiz. Eğer yeni bir vali seçilecekse ve illaki bu birine yakın olacaksa bizim ailemize yakın olmalı."
"Bu gece ne yaptın Sandrino?"
"Sadece gözlem."
"Gözlem?"
Maddalena ince kaşlarını imalı bir şekilde kaldırıp yüzüne baktığında Sandrino hafifçe gülümsemişti. Kaslı kolu sudan çıkarak sephanın üzerindeki kadehine uzandı tekrar. Kolundan sular süzülüyordu, büyük bir yudum aldığında kısa bir an düşünür gibi dudaklarını büzdü. Sanki ona olanların ne kadarını anlatacağına karar veremiyordu.
"Viterbo'nun kuzeyinde, yüzyılı aşkın süredir demir cevheri çıkardığımız dağlar var. Eyaletin en kazançlı kaynağı. Fakat aylardır eskisi gibi kar elde edilmiyor, damaların tükendiğini duyuruldu. Bu yüzden aylardır kapalı. Yine de yüzyıllardır şehrin zenginliğinin kaynağı olarak görülen madenlerin bir anda atıl duruma gelmesi şüphe uyandırıcı. Bizzat dağlara kadar gidip kendim görmem gerekiyordu, dışarıda atıl duruma gelmiş bir madene göre fazla bir hareketlilik ve fazla bir koruma duvarı vardı. Şehrin madenleriyle görevli kişi Flippo Grimani onun soruşturulması lazım. Fakat kim soruşturacak Vali Fantino mu? Belki de o göz yumuyor. Bana kalırsa bu işin arkasında gerçekten çok hırslı, gözünü karartmış biri var. Maden bakanının ardında. Çok fazla paraya ihtiyacı olan birisi. Önce sessizce bulunması ve hakkında kanıt toplaması gereken birisi."
Ağır bir ses tonuyla anlattıklarını dinledikçe Maddalena'nın kalbi endişeyle çarpamaya başlamıştı. Kalbinde biriken geleceğe dair korkularla ve politikaya duyduğu tiksintiyle bir an konuşmaz hale gelmişti. Etraflarında kendilerinden daha büyük bir tezgâh dönüyordu, bunu gün geçtikçe daha iyi anlar hale gelmişti.
Fakat şaşırdığı asıl şey, Sandrino'daki bu değişimdi. Diplomatlık yapabilirdi ama Ercole ile aralarındaki bu sürtüşme sonucunda, açıkça şehrin siyasetine yön vermeyi amaçlıyordu.
"Şaşkınlığımı bağışla. Şehrin siyasetine karışmayı ciddi ciddi düşünmüyorsun değil mi? Kiminle konuşuyorum ben? Siyasi manevralar seni ilgi alanın değildi Sandrino."
Maddalena'nın bu sorusu Sandrino'yu geride bıraktığı aylara götürdü. Hayatlarının tehlikeye girdiği o cüretkâr suikast girişimi, şapelin yıkılışı, hepsinden acısı babasının ölümü... babasının kaybı tamamen Tanrı'nın isteğiyle doğal bir biçimde vuku bulmuş olmasına rağmen ruhunda derin bir yaraya neden olmuştu. Sonra, Viterbo Valisinin açtığı mahkeme, Ercole Nicoletta'nın karısını aramaya gittiğinde savurduğu üstü kapalı tehditler, Maddalena'nın ihaneti.. ve sonunda şehirdeki konumu güçlendirdikçe Panzio adına tehdit oluşturan ve her gün daha da güçlenmeye devam eden Ercole.
Hayatları saldırılar ve tehditlerle çevrili bir hale gelmişti. Sonuç olarak Sandrino en başında Ercole Nicoletta'yı hafife almışım diye düşünmeye başlamıştı. Amcasının gücünü kendine çevirecek kadar yozlaşmış bir adama karşı savunmasız kalamazdı. O saldırmaya fırsat bulamadan elini güçlendirmeliydi. Fakat bunu şiddet ve cebir yerine daha farklı silah ve araçlara başvurarak yapacaktı.
"Başka seçeneğim yok. En başından beri yaşananların en yakın şahidi sensin. Dünya berbat bir yer ama söz konusu aileyse onu kendi şartlarıyla karşılamak en akıllıca olanı."
Maddalena bu sözlerine herhangi bir karşılık verememişti. Parmakları arasındaki kuşağı bırakıp, bir süredir sanki tanımadığı bir adama bakarcasına kısılan gözlerini karanlık pencerelere çevirmişti.
Sandirno onun korktuğunu, geleceklerinden endişelendiğini biliyordu. Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından kolunu küvetin kenarına yaslayarak Maddalena'ya dönerek, düşünceli bakışlarıyla onu incelemeye başladı.
Zayıf omuzlarının gergin duruşu, yerinde duramayacak kadar endişeli ve sıkkın olduğu için bölmenin içinde küçük adımlarla dolanması dahi büyüleyici bir güzelliğe sahip olduğu gerçeğini zerre kadar değiştirmiyordu. Mum ışıklarının eğimli ışıkları üzerine düşüyordu, satenden dikilmiş ince sabahlığına dökülen altına benzeyen yumuşak sarı bukleler, sanki kendilerinden ışıklıymış gibi parlıyordu. Sandrino geçmişte saçma sapan şeylere takılıp giden bir adam değildi ama odanın içinde huzursuzca dolanan karısı, o anda gözünde tam da bağımlılık yapan bir içki gibiydi. Onu aptal bir genç gibi hayranlıkla seyre daldığının farkına vardığında dudakları şaşkın bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Son zamanlarda açıkça farkına vardığı hislerinin yoğunluğundan ürkmeye başlamıştı.
Yüzüne yerleşen gülümsemeyle suyun içinde arkasına yaslanan Sandrino dişlerini sıktı ve hayatlarının gittiği yönü düşünüp içinden bir küfür etti. Söz konusu aile olduğunda içine girmekten çekinmese dahi adeta tiksinti duyduğu çirkin oyunlara o gün zamanının büyük bir kısmını kurban ettiğini düşündü. Neredeyse sabah olmak üzereydi ve artık daha fazlasını istemiyordu. Yorucu ve gergin bi gece olmuştu, uykusuzluktan başı ağrıyor, sıcak suyla rahatladığı bedeninin yumuşak yastıkların arasında atmak ve uyumak istiyordu.
Fakat karısını izlerken dudaklarında belli belirsiz bir sırıtış belirmeye başlamıştı. Yorulup eve döndüğünde odalarında onu bekleyen Maddalena'yı bulmak paha biçilemezdi. Ona duyduğu ihtiyaç daha öncekilerden çok daha farklıydı, sürekli damarlarında atıyordu ve onun ateşli öfkesiyle kolayca baştan çıkıyor, bir cilveli bakışıyla sabırsız bir halde kollarına alma isteğine dönüşebiliyordu.
Sandrino karısını seyrettiği süre sonunda gözleri zevkle parlamaya başlamışken, onun aksine içinde kara bir bulut büyüten Maddalena dipsiz yeşil gözlerini üzerine çevirmişti. Kendi endişeleri içinde öylesine kaybolmuştu ki onun bakışlarından ne geçtiğinin farkında değildi, konuştuğunda endişesi ses tonuna yansımıştı.
"İşine karışmak istemiyorum, son olaydan sonra artık karışmayacağıma söz verdim ama... gerçekten işlerin daha fazla büyümesinden korkuyorum."
Sandrino kendini tutmadan bir küfür edip Siktir et diye elini savurmuştu. Güzel ve masum yüzüne yansıyan samimiyeti kalbine dokunmuştu, onu anlıyordu fakat o an karşısında böylesine bir güzellik varken bu tatsız konuyu daha fazla sürdürmek istemiyordu. Gözleri onun biraz önce yaslandığı dolabın rafında duran sabunların üzerinde gezinirken, kibar bir ses tonu takınarak Maddalena seslenmişti.
"Benim kullandığım sabunu alabilir miyim? Yanlış sabun bırakmışlar."
Hala endişeli olan Maddalena, dalgın bir halde başını sallayıp dolaba dönmüştü. Bir kalıp sabun alıp, yanına gitmişti. Elindeki sabunu uzatmasıyla büyük bir el aniden sudan çıkmış ve bileğini yakalamıştı. Islak sıcaklık sabahlığının ince kumaşından tenini yakıyordu. Tamamen başka bir ruh halinde, günahkar vaatler ima eden sırıtışla onu kendisine çekiyordu.
"Küvete gel, seni endişelerinden kurtaracak özel güçlerim var."
Onu kendisine katılmaya çağırıyordu. Şaşırmış Maddalena, büyük bir saflıkla gerçekten sabun istediğini düşünmüştü. Bakışlarını önce su damlalarının süzüldüğü eline sonra ise bir çeşit şey vaat eden mavi gözlerine çevirdi. Birkaç gündür süren bu hallerini içten içe sevimli bulsa dahi onu reddetmenin keyfi de paha biçilemezdi.
"O kadar kolay değil Sandrino Panzio."
Bu sözlerinin ardından bileğini onun ıslak elinden kurtaran Maddalena, arkasını dönüp yatak odalarına doğru yürümüştü. Yanından ayrılırken Sandrino'nun huysuzlukla homurdanıp adını söyleyerek geri gelmesini söylediğini duymuştu. Fakat eğer şimdi dönüp yanına giderse asıl istediklerine kavuşamayacağını bilerek arkasına bakmadan yoluna devam etmişti.
Bir müddet sonra, yan taraftan gelen su sesleri kesilmiş ve yaklaşan ayak seslerini işitmişmeye başlamıştı. Yalnız kaldığında kendini tükenmiş ve bir anlamda kendisinin de katkıda bulunduğu sorunlardan dolayı yorgun hissetmeye başlamıştı. Tekrar pencerenin önündeki divana geçmişti. Odanın içinde, hışırtıların geldiğini duyuyor, camdan zayıf yansımaları görüyordu. Sandrino geceliğinin altını giymişti, onun hala uyumadığını gördüğünde saçlarını kuruladığı elindeki havluyu aşağı indirmişti.
"Sabah olacak, uykun gelmedi mi?"
Maddalena oturduğu yerde birden ona dönmüştü. Uzun zamandır içini kemiren bir konu vardı, sözcükler dilinden bir anda dökülüvermişti.
"Geldi ama sana sormak istediğim bir şey vardı."
Kaşları hafifçe yukarı kalkan Sandrino ne söyleyeceğini kestiremiyordu, havluyu kenara bırakıp karşısına geçmişti.
"Pekâlâ. O güzel kafandan neler geçiyor öğrenelim, sor bakalım."
"Sadece düşünüyordum, yıllar önce Ercole Nicoletta ile aranızda geçen o hikayeyi... metresiyle birlikte olmuş olabilir misin? Belki de tüm kin ve nefret bundan kaynaklanıyordur."
Maddalena'nın sesi elinde olmadan biraz suçlayıcı bir tonda çıkmıştı. Bunun üzerine Sandrino o konuşmasını bitirirken ellerini ıslak saçlarına daldırıp ağız dolusu küfretmişti. Gözleri sinirden siyaha dönmüştü.
"Şu adamın adını senin sesinden duymak o kadar rahatsız edici ki.."
Maddalena sert tavrı karşısında istemsizce sinmiş ve oturduğu yerde büzülüp yutkunmuştu. Fakat sinirlenmiş Sandrino tam önünde durarak, ona öfkeli inanamaz gözlerle bakmaya bakmaya başlamıştı.
"Ne söylememi istiyorsun? O kadınla yatıp yatmadığımı mı duymak istiyorsun? Fakat üzgünüm, senin inandığının aksine kadınla yatmadım. Onun metresine dokunmanın düşüncesi bile beni inanılmaz bir şekilde rahatsız etti. Fakat böyle düşünmesine engel olmayıp, bu durumla eğlendim mi? Evet. Bunun için onu aşağıladım mı? Evet. "
Sandrino kollarını iki yana açmış, ona bakıyordu. Maddalena'nın ise uzun bir süredir içinde tuttuğu huzursuz hislerin bir anda üzerine gelmesiyle gözleri yanıyor, sinir krizi geçirip ağlamaya başlayarak karşısında küçük duruma düşmekten korkuyordu.
"Bilmek istediğin bu muydu? Şimdi mutlu musun? Geçmişimin diğer detaylarını da anlatmamı ister misin? Hoşuna gider mi bu?"
Maddalena sinirle dişlerini sıkıp inlemişti, bunları sormak zorunda kaldığı için hem Sandrino'dan hem de kendinden nefret ediyordu.
"Hayır, değilim, Geçmişinden nefret ediyorum."
Ne yaparsa yapsın kurtulamadığı, kendine ne kadar söz verirse versin ne aklından ne kalbinden çıkaramadığı bu adama bakmaya katlanamayan Maddalena elleriyle yüzünü kapatıp başını öne eğmişti. Fakat Sandrino inatla konuşmaya devam ediyordu.
"Bana inanmıyorsun. Belki de son birkaç saattir ne yaptığıma da inanmıyorsundur."
"Bağışla beni, kocan parfüm kokuları ile eve gelirse ve bir de geceyi tavernada geçirdiğini kabul eder ve..."
"Ve aynı zamanda orada bir adamı konuşturmak için bulunduğunu sonrasında da Viterbo'nun demir madenlerinde keşfe çıktığını söylerse."
"Söz konusu Sandrino Panzio olunca.."
"Maddalena ben seni aldatmam. Seni seviyorum dediğim günün akşamında seni aldatır mıyım?"
"Senden her şey beklenir."
Sandrino kaşlarını yukarı kaldırmış ona bakıyordu. Derin bir nefes almış ve sitem edercesine konuşmuştu.
"Hakikaten böyle mi düşünüyorsun?"
Başını tekrar öne eğen Maddalena ellerini uzun saçlarının arasına geçirip dişlerini sıkıp sinirle inlemişti. Bazen ona karşı duyduğu hislerin derinliğiyle baş edemiyordu. Sandrino benim diye düşünüyordu içinden sinirle karışık küçük zalimce bir tatminkârlıkla. Benim. Öyle ki tavernada ona alıcı gözle bakan kadınların olması fikri bile hoşuma gitmiyordu. Bir iç çekme ile göğsü yükselirken içinden hiç tanımadığı kavgacı kadın ortaya çıkıyordu.
"Tamam aldatmazsın, zaten teşebbüs bile edemezsin. Seni gece uykunda boğarım. Yaparım bunu. Fakat senin tuhaf bir ışığın var, bir bakışın var. Kadınlara sunduğun şu çapkın gülüşün.. onu gören hayallere kapılıyor. O yüzden o çirkin bir yere birdaha gitmeni istemiyorum."
Sandrino gözlerini onun gözlerine dikmiş, dile getirmeye çalıştığı durumu ilgiyle dinlemişti. Maddalena suratı asık bir halde ayağa kalkmış ve ona arkasını dönmek istediğinde, kolundan tutarak durdurmuştu. Ellerini al al olan yanaklarına yaslayıp, yüzünü avuçları arasında aldığında gözlerinin içine bakmıştı, umutsuzca ona inanmasını istiyordu.
"Maddalena uzun bir zamandır bu gözler senden başkasına parlamıyor ki. Sadece sen farkında değilsin. Gerçi günlerdir sana da parlayamıyor, izin vermiyorsun ki hasret giderelim."
Fakat sözlerinin sonuna eklediği kendini beğenmiş sırıtışıyla söyledikleri tüm büyüyü bozmuştu. Maddalena yeşil gözlerini yılgınca devirerek onu ittirmişti.
"Tanrı belanı versin."
Çok ayıp diye mırıldanan Sandrino dudaklarını oynatırken gözleri keyifle yumuşamıştı. Maddalena surat asarken öne eğilmiş, çenesini tutup başparmağını dudaklarının üzerine yaslamıştı.
"Hiç yakışıyor mu bu güzelim dudaklara bela okumak."
İçten içe onu öldürmek isteyen Maddalena, sakince yüzüne bakıyordu. Sandrino parmağını sırıtarak dudağının üzerinde gezdirmeye başladığı an diğer eliyle bileğini sıkıca kavrayıp dişlerini parmağına geçirmişti. İlk anda ani saldırısından kaçamayan Sandrino neye uğradığını şaşırarak acıyla inleyip yerinde sıçramıştı. Elini kurtarabildiğinde Maddalena'nın zümrüt yeşili gözleri bunun daha başlangıç olduğunu ima edercesine cesur ve kararlıydı.
"Artık bu Maddalena var, alışsan iyi edersin."
Bir müddet onu izleyerek sızlayan elini diğer elinin arasında sıkan Sandrino, alt dudağını dişleyerek ifadesine yayılan sapkın gülüşle üzerine doğru yürümeye başlamıştı.
"Belki de o dudaklardan bela yerine başka şeyler çıkmalı? Büyük itiraflar, kabullenişler."
"Cidden Sandrino, uyumalıyız. Ya da en azından ben uyuyacağım, yolumdan çekil."
Sandrino'nun üzerine eğilip kokladığı saçını aksi bir tavırla kendine çeken Maddalena, ellerini üzerinden savuşturdu. Ona tam bir teslimiyet göstermekten hala korkuyordu. Bütün hücrelerine kadar onu seviyordu ama bunu ona söylemek içinden gelmiyordu. Daha önceki can acıtıcı sözlerini unutamamıştı. Oyuncağı değildi onun, istediği zaman aşağılayıp bağırıp çağıracağı istediği zaman ise aşk oyunları oynayabileceği bir oyuncak değildi. Bundan sonra ona saygısızlık yapamayacağını, aşağılayamayacağını anlamasını istiyordu. Çünkü artık o istese bile Maddalena ona aynı şeyleri yaşatmasına izin vermezdi, bunu kafasına kalın harflerle yazmasına ihtiyacı vardı. Villaya döndükleri günden beri aralarındaki ilişkinin iyi bir yere gittiğini, Sandrino'nun onu gerçekten önemsediğini sevdiğini hissediyordu ama artık kalbinde o ilk heyecanları taşıyan aptal kadın büyümüştü. Belki de bu yüzdendi, sabah Sandrino'nun seni seviyorum sözlerini duysa dahi heyecanla boynuna atlamayışı. Hücrelerine kadar ait olduğunu hissettirmesini hatta kanıtlamasını istiyordu belki de.
Ona arkasını dönüp, yataklarının önündeki divana yürümüştü. Çıkarttığı sabahlığını katlayıp üzerine bırakırken ona sırtı dönüktü. Ayak seslerini işitse dahi düşüncelere dalmışken tam arkasında olduğunu fark edemedi. Onu kolundan yakalayıp kendine çevirirken engel olmakta geç kalmıştı.
"Benden elimde olmayan şeyi, geçmişimi değiştirmemi bekliyorsun."
"Senden hiçbir şey beklemiyorum."
Yüzünü onunkine doğru eğmiş Sandrino onu kendiyle arkasındaki divan arasına sıkıştırmıştı. Kolunu elinden kurtarmak için arkaya savuran Maddalena, dengesini kaybederek divana oturmak zorunda kalmıştı. Bunun üzerine Sandrino, onunla aynı hizaya gelebilmek için önünde diz çökmüştü. Uyumak istediğini söylemesine aldırış etmeden yüzüne düşen perde halindeki sarı saçlarını usulca kenara çekmişti. Gözyaşlarının izleriyle kaplı yüzünü gördüğünde hafifçe gülümsemişti, söylediğinin aksine ondan bir şeyler bekliyordu. Hisleriyle olan kavgasını izlerken, mavi gözleri yumuşak ve sıcacıktı.
"Maddalena sen beni öldüreceksin, bunun için bir hançere bile ihtiyacın yok sadece bu gözler yeterli öldürmene. Hatalarımı kabul ediyorum, nişanlı olduğumuz dönemde hata ettiğimi, sana olan tavırlarımın kabalığını hepsini kabul ediyorum. Hep annemi suçladım, seni suçladım kendimden başka herkesi suçladım. Kabul ediyorum, ben bencil bir insanım. Peki ama sonra ne oldu? Sen hayatımın tam ortasına yerleştin ve ben değiştim. Beni sen değiştirdin Maddalena."
Maddalena şaşkınlıktan donakalmıştı. Sandrino konuşurken çenesinden tutup yüzünü yukarı kaldırmış ve gözpınarlarından taşan gözyaşlarını silmişti. İfadesi, sinirli dursa dahi mavi gözleri anlaşılma ihtiyacıyla parlıyordu. Diz çöktüğü yerde öne gelerek, ona biraz daha yaklaşmıştı. Parmakları ipek kadar yumuşak sarı buklelerinden ince boynunu, kızarmış yanaklarını ve onu dinlerken titreyen dolgun dudaklarını bulmuştu. Yüz yüze gelmelerini sağladığında, sıcak nefesi Maddalena'nın yüzüne çaparken derin gelen hırıltılı bir sesle sözlerini sürdürmüştü.
"Birçok hata ettim. Ben sana saklamadan, gizlemeden, tüm kafa karışıklıklarımla, tüm hatalarımla geldim, kabul ediyorum. Fakat tüm bunların arasında aslında her zerremle seni sevdiğimi fark ettim. Şehvet... bir kadınla yatmanın basit bir yoludur. Oysaki seninle adını koyamadığım bir şey var aramızda.. ellerimin altında zayıf bedenini hissetmek, göğüslerini, saçlarını, narin tenini hissetmek...bazen narin dudaklarını doyasıya öpmek bazen sadece seni sadece seyretmek istiyorum. Seni çoğu zaman benden bir parçaymışsın gibi göğsümün içinde tutmak istiyorum. Seninle tanışana kadar bana böyle hissettiren tek bir kadın olmadı, sadece sen. Benim istediğim tek kadın sensin, bu hayatta sadece sana ihtiyacım var. Sen artık benden bir parça haline gelen, tüm kalbimle sevdiğim karımsın. Benim artık bu söylediklerimden hiç şüphem yok, şu an nasıl böyle bir adam olduğumu bilmesem de, bu senin eserin. Sen benim kalbimsin. Ve ben seni her zerremle seviyorum."
Maddalena usulca gözlerini kapatmıştı, duyduklarının içine işlemesini ister gibi içine kısık bir nefes çekmişti. Bu sözleri duymayı kadar uzun zamandır bekliyordu ki kalbinin duracağından korkmuştu. Gözlerini güçlükle araladığında, yüz yüze, burun buruna ve duygu dolu gözlerle ona bakan Sandrino ile karşılaştı. En az onun kadar duygularını kontrol etmekte zorlandığını fark etti. Alnındaki ince çizginin ve sinirli bakışlarındaki derin ifade onun da altüst olduğunu gösteriyordu.
Gözleri tekrar yaşlara boğulmuş Maddalena, sevdiği adama dokunma ihtiyacıyla kollarını yavaşça kaldırmıştı. Çıplak göğsü nemli ve sıcaktı, ellerini omzunda gezdirirken kısa bir an gözlerini tekrar yumup kokusunu içine çekmişti. Dudaklarını ısırıp gülümsediğinde, uzun kirpiklerinin ardından ona hülyalı bir bakış atıp fısıltıyla isteğini dile getirmişti.
"Tekrar söyle."
"Seni seviyorum. Çok seviyorum."
Maddalena yavaşça yüzüne dokundu, aynı anda göğsünden bir ağırlık kalkmış gibi hissetti. Ellerini o sert nemli omuzlarından yukarı saçlarına kaydırarak, ona bakarken sessizce ellerini üzerinde dolaştırmaya başlamıştı. Hala tıraş olmamıştı ve belli belirsiz sarı kirli sakalı parmak uçlarının altında tatlılıkla ses çıkartıyordu.
Aynı anlarda Sandrino'nun da parmak uçları onun boynunda daireler çiziyordu. Sonra yüzünde dolaşmaya başlayan parmak uçları, sevgiyle her kıvrımını okşarken dünya sanki bir anda küçülmüş, yalnızca onlardan ibaret kalmıştı. Kalp atışlarından.. bakışlarına yansıyan yoğun hislerden.
"Ben sen kaybolduğunda aklımı kaybettim. Sen benim kalbimsin anlasana artık, benim fırtınalı güzelim."
Sandrino'nun bu sözleri üzerine Maddalena kıkırdayarak gözlerini devirmişti. Kalbi yeniden kendinden emin ve güçlü bir ritim tutturmuştu. Yüzündeki hülyalı bakış yerini kışkırtıcı bir gülümsemeye bırakıyordu.
"Olacak, olacak iyi gidiyor bu denemeler. Devam et."
Mırıltıyla söylediklerini duyan Sandrino duraksamıştı. Kısılan gözleri bu sözleri beklemediğini açıkça ortaya koyuyordu. Onun şaşkınlığından faydalanan Maddalena yüzünde ve bacağında duran ellerini üzerinden itmiş ve ayağa kalkmıştı.
"Maddalena "
Yanından geçerken ona doğru yaptığı zayıf hamleyi başarıyla savuşturup uyumak üzere yatağa doğru yürümeye başladı. Belki Sandrino'nun üzerinde şansını zorluyordu ama en azından bu gece için pes etmeye gönlü yoktu.
"Maddalena devamında senin de benimkine benzer bir karşılık vermen gerekir. Doğrusu budur."
Bu sözlerine karşılık iyice keyiflenen Maddalena, yataklarının etrafında dolanmadan önce dönüp dudaklarını onu sinir olacağını bildiği cilveli bir şekilde hareket ettirerek fısıldamıştı.
"Oh olsun sana. Sürün."
Ona şaşkınlıkla bakan Sandrino'nun dudakları seğirmiş ve sonrasında bir kahkaha atarak mest etmişti onu.
"Çok iyi Maddalena. Tamam öyle olsun. Yalnız bil, ben bu halini de sevdim. Senin her halin ayrı bir zevk benim için."
"Öyle mi? Ben sana daha ne hallerimi göstereceğim. Senin haberin yok."
Dudaklarını dişleyerek önüne dönen Maddalena, yatağa girdiğinde Sandrino'nun yataklarının olduğu bölümle salon olarak kullandıkları bölmeyi birbirinden ayıran taş kemerin altında durmuş gülerek onu izlemesine aldırış etmemeye çalıştı. Başının altındaki yastığını düzeltip, yerine yerleşirken sonunda hareketlenen Sandrino yatağa yaklaşırken gülerek söylenmişti.
"Göster sarı papatyam, istediğini gösterebilirsin bana. Sen kaç ben zevkle kovalarım seni."
Sözlerini bitirdiğinde yatağın kendi tarafındaki örtüyü açmış ve esneyerek yanına yatmıştı. Uzandığı yerde gözlerini deviren Maddalena, vurup kabarttığı yastıktan hıncını çıkarıp ona sırtını döndü. Gülerek onu izleyen Sandrino ise kendi tarafına yerleştiğinde gözlerini kapatmıştı, yorgunluğuna daha fazla direnemeyecekti. Bir müddet sonra ikisi de ağır bir uykuya ve sabah asla hatırlamayacakları garip rüyalara dalıp gitmişlerdi.
**
Maddalena uykusundan hafif bir sıçramayla uyandı. Gözlerini araladığında açık pencerelerden dairelerine dolan gün ışığı gözlerini kamaştırdı, yastığının üzerine kıvrılmış elini gözlerinin üzerine kapatırken aniden farklı bir hisle ürperdi. Tuhaf hissediyordu. Ya bir kabus ya da güzel bir rüya görmüştü. Uyurken diğer elini kalbinin üstüne koymuştu, ince örtünün altındaki çıplak göğüslerini hissediyordu. Oysa ki uyumadan önce üzerinde pembe geceliği olduğundan oldukça emindi.
Belli belirsiz bulanık görüntüler zihninde uçuşmaya başlamıştı fakat bunların hiçbiri hisleri kadar güçlü değildi. Onu sımsıkı saran tutkulu ellerin dokunuşlarını hissediyordu; öpücükler boynunda gezinerek göğüslerine dokunurken dalgalar halinde gelen bir arzunun tüm vücudunda yayıldığını.. karanlıkta onu göğsünün içine hapsedip her zaman orada güvende tutmak isteyen elleri göremiyordu ama arzusunu hissedebiliyordu. Solukları onu saran ağır bedenin hırıltılı soluklarıyla karışırken kendinden geçmiş gibiydi. İçgüdülerine teslim olmuştu, ona dokunan ellere aynı şiddetle karşılık vermeye çabalıyordu.
Uyumuştum ben. Ne olmuş olabilir ki? Rüya gördüm herhalde. Rüya mıydı gerçek mi?
Uzandığı yerde dudaklarını bükerek saçlarıyla oynamaya başlayan Maddalena, kafa karışıklığının içinden bir türlü çıkamıyordu. Yine cazibesine karşı yenilmiş miydi? O sırada dairelerinin kapısı açıldı, başını kaldırıp baktığında Sandrino'nun içeri girdiğini gördü. Elinde tutuğu iştah açıcı macunla ona doğru gelişini izledi. Villaya döndükleri zaman muayene olduğu hekimin verdiği macunu görmekten mutlu olmamıştı, tadı aksine onda kusma isteği uyandırıyordu. Üzerinde yalnızca geceliğinin altı vardı, ince, kaslı bedeni ve sımsıkı karın kaslarının görüntüsüyle sinir bozucu derece iyi görünüyordu.
"Günaydın."
Baştan çıkarıcılığın ete kemiğe bürünmüş hali, gelip elindeki ahşap kâseyi yanındaki masaya bıraktığında yataklarının süslemeli, kalın ahşap direklerinden onun tam karşısındakine omzunu yasladı.
"Gü-na-ydın."
"Sana macununu getirdim."
Hıı hı gördüm diyen Maddalena kısık sesindeki utangaçlıkla cevap verdiğinde onu izleyen Sandrino rüya ile gerçeği ayıramadığı için şüpheye düştüğünü anlamış olacak ki haline gülmeye başlamıştı.
"Biliyor musun, ben de aynı kafa karışıklığıyla uyandım. Acaba yatak küçük gelmiş ve bizim kovalamaca oyunumuz kısa sürmüş olabilir mi? Ne dersin?"
Bu sözleri duyduğunda tüm yüzü bir anda kıpkırmızı kesilmişti. Gece onu iddialı bir tavırla sürün diyerek reddetmişken seviştikleri ihtimalini kendine hareket görerek Sandrino'ya dönüp hafifçe gülümsemişti.
"Ha-yır sa-nmam. Ben de aynı şüpheye düştüm ama sonra fark ettim ki rüya görmüşüm. Gerçek olamaz sonuçta, ikimiz de çok yorgunduk hemen uyuduk."
"Çok haklısın benim sevgilim, zekâ küpü karım. Ben de aynı rüyayı görmüş olmalıyım."
Yatağın karşısında durmuş onu izlerken Sandrino'nun gülüşü hınzırca ve keyifliydi. Onun bu halleri Maddalena'nın göğsünün sıkışmasına neden oluyordu.
"E-e-vet, rüya. B-az-en öyle olabiliyormuş, insanlar aynı yatakta yatarken aynı rüyayı görebilir."
"Tabi ki. Hadi o zaman, şu örtünün altından çık. Macunu aç karnı almalısın."
Bu sözleri söyleyen Sandrino omzunu yasladığı yerden doğrulmuş, öne uzanıp ucundan tuttuğu yatak örtüsünü kenara atarak üstünü açmak istemişti. Hayır! diye çığlık atan Maddalena can havliyle örtüyü yakalayıp kendine çekmişti. Bir eliyle örtüyü çenesine kadar çekerken, başını çılgın gibi sallayıp kekeleyerek konuşmaya çalışmıştı.
"H-ayır! H-ayır, ben kendim kalkarım. Ama önce rica etsem şu sabahlığı uzatabilir misin? ."
Sırıtan Sandrino arkasını dönüp, gece yataklarının önündeki divana bıraktığı pembe sabahlığına bir bakış atmıştı. Onun kıvranışı izlerken gönülsüzce uzanıp sabahlığın yakasını parmağına takıp, yukarı kaldırmıştı.
"Bu mu istiyorsun?"
"Evet. Verir misin rica ediyorum?"
"Hava sıcak. Neden ihtiyacın var mı ki?"
"Neden ihtiyacım olduğunu biliyorsun! Yeterince eğlendiysen artık verebilir misin?"
Çarşafı kavrayan eli yumruk olmuş Maddalena, diğer eliyle ucu ucuna uzanabildiği sabahlığını nihayet yakalayabilmişti. Fakat Sandrino'nun giyinmesi için onu rahat bırakmaya niyeti yok gibiydi. Kollarını göğsünde kavuşturmuş bekliyor, yatağın önünde hareket etmiyordu.
"Orada durup beni mi izleyeceksin? Biraz mahremiyet rica ediyorum lütfen."
"Evet izleyeceğim. Keyfine bak sen."
"Kapı tıkladı. Fabio gelmiş olmalı, sen gidip bakar mısın?"
"Hayır yanlış duydun, ses falan yok. Sen devam et, rahatına bak kendi kocanın önündeymiş gibi."
Ona her türlü ahlaksızlığı vaat eden bir bakış atan Sandrino, çarpık bir gülümsemeyle elini havada savurup devam etmesini istemişti. Yatağın üzerinde yanında giyemediği sabalığı ve çıplaklığını ince koruyuculuğuyla gizleyen örtüyle uzanırken durumlarının farkına varıp gözlerini devirdi. Kendini kontrol etmeye çalışırken dudakları kıvrıldı, ardından dişleriyle alt dudağını ısırdı. Bir eliyle dağınık sarı saçlarını önüne attı ve tek eliyle açmaya güçlükle başardığı sabahlığın kollarını geçirdiğinde hızla örtüyü üzerinden atıp ayağa kalktı. Kuşağını bağlarken gördüklerini umursamadan dönüp telaşla arka odaya kaçtı.
Onu izlerken başını arkaya atıp kahkaha atamış Sandrino yalnız kaldığında, dönüp yatağa oturdu. Elleri saçlarına gitti, alnına düşen iki tutam saçı geriye çekerken aklına gelen şeyle tekrar gülmeye başlamıştı. Sırtını kakmalı altın yaldızlı oldukça yükseğe uzanan başlığa yaslarken, bacaklarından birini diğerinin üzerine atmış aynı anda kendi kendine söylenmişti.
"Tabi, rüyadır, rüya. Rosia Panzio'ya torun geliyor neredeyse yolda, sarı papatya hala rüyadır diyor."
Yazan; Mirena Martinell
✨ ✨
Bana sorarsanız, Maddalena ve Sandrino daha kendileri çocuk 🤷🏻♀️ Bir okuyucu gözüyle konuşursam, onları anne baba haliyle düşünemiyorum bile. Maddalena ağlayan bir çocuğu nasıl susturur onu bile bilmez hatta bebekle oturup birlikte kendisi de ağlayabilir, Sandrino desen yenidoğan bebeği gördüğünde şoktan kucağına bile alamaz gibi geliyor 😂 Başlarında iyi ki Rosia Panzio gibi birisi var. Elbette Sandrino, Maddalena'dan hem yaş olarak hem de hayat tecrübesi olarak daha büyük ve olgun. Bunu bazen göstermese bile aslında daha bilinçli bir yapısı var. Fakat iş baba olmaya, çocuk büyütmeye gelince yaşayacağı bocalamaları düşündükçe gülesim geliyor. O günleri görür müyüz bilmiyorum (hayatları epey karışmak üzere) ama bazen ikisinin o hallerini düşünüp onlar adına üzülüyorum.
Bölüm bu şekildeydi, bir sonraki kısım bundan daha kısa onu da düzenleyip yarın atacağım ancak geceyi bulabilir. Bölümü okuyan herkes oy verir ve yorum yaparsa çok mutlu olurum. Hepinizi kocaman öpüyorum, görüşmek üzeree 🫶🏻❤️❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top