Bölüm 27 - 'Ev'

"Dilinden seni seviyorum gibi dökülüyor."

Aşk; Tanrı'nın en büyülü icadıdır. Aziz Ambrose'un dediği gibi, tüm ruhumuz ve bedenimizin, kendi doğumumuzdan göğe yükselişimize kadar, ömrümüzün en büyülü ayini olan bu olağanüstü törene dahil olması kaçınılmazdır. Ne gördüğünü bile bilmeden manzaraya bayılır, bir çekici yüz, onları kandırır ve zevkini körükler. Bundan ne kadar kaçarsa kaçsın, yine de o kazanacaktır, aşk çok tatlı bir talihsizliktir.

Sen.. sen benim başımın belasısın. Ele avuca sığmıyorsun ve bu beni çıldırtıyor.

Yüreği geçirdikleri şiddetli kavganın anılarıyla dolu, ince kadifelerin sarktığı dört direkli geniş yatakta uyuyan Maddalena'nın kirpikleri huzuruz bir şekilde kırpıştı. Tam hatırlayamadığı hayal ile gerçeğin birbirine karıştığı rahatsız edici bir rüya görüyordu. Ensesindeki sıcak el çekildiğinde, belini tutan eller tarafından sırtüstü çevrildi. Nefes almaya dahi fırsat bulamadın üzerinde devasa bir erkeğin karartısı tekrar belirdi. Yön duygusunu saatler önce kaybetmişti, görüşü bulanıktı, yönlendirilmekten ve yaşadığı şok ve acıdan başı dönüyordu.

Ben hiç böylesini hissetmemiştim, farkına bile varamadan kanıma girdin, içime işledin.

Onu yatağa hapsetmişti, bir eliyle masmavi gözlerine bakabilmesi için minik çenesini yukarı kaldırdı. Maddalena gözlerinin derinliğiyle çarpıldı, bu gözlerde zaferinin tatminkarlığı altında onun hislerini hiçe sayan gaddar bir ifade yoktu. Parmak uçlarını kıpkırmızı kesilmiş terden sırılsıklam yanağında dolaştırırken onu izliyordu, ipeksi sesiyle konuşurken yumuşak kelimeleri onun dudakları üzerindeydi.

Senin aksine ben seni kaybetmekten çok korkuyorum.

Yalancı pislik!

Biraz önce yüzünde olan eli sağ üst bacağının arkasını kavrayıp, nazikçe kendi bacağının arkasına atarken onu arzu ettiği şekle soktuğunu hissetti. İçine ani bir nefes çektiğini duyunca çapkın bir şekilde gülümsediğini duydu. Ağırlığını dirseklerine vererek üzerine geldiğinde, Maddalena ise karşı tepkiyle ellerini güçlü ve esnek omuzlarından, geniş gergin sırtına ulaşıp tırnaklarını etine bastırdı. Sert bir hamleyle tekrar içine gömülürken, bu kez ses tonu bir süredir ona direndiği için çileden çıkmış gibiydi "Benimle boğuşmayı bırak bebeğim." dediğini duydu. Maddalena hıçkırarak dişlerini sıkıp inledi, gücünün son kırıntılarıyla ona uyum sağlamaya direnirken, o da hayal kırıklığı içinde Maddalena! diye haykırıp parmaklarını zonklayan narin bedeninde gezdirmeye başladı. Sıcak dokunuşlarının duygularını kavurmasıyla Maddalena'nın bir anda bastırılmış bir iniltiyle soluğu kesildi.

Acımasız darbeleri altında haykırdığında hırsla saçlarına asılıp kafasını geri çekti. Aklını kaybetme sırındaydı, herhangi bir cümle kurabilecek hale gelmesi zaman aldı. Ama kurduğunda içinde bir öfke kıvılcımı çaktı. Gürültülü solukları arasında masmavi karanlık gözlerle buluşup en şeytani bakışını attı ve "Sen pisliğin tekisin. Senden nefret ediyorum." diye karşılık verdi. Bu sözlerini duyduğunda hırıltılı bir sesle gülen Sandrino nefes nefeseydi, terli alnını onun alnına yaslayıp "Dilinden seni seviyorum gibi dökülüyor. Duygularımız karşılıklı birtanem." diye fısıldadı. Maddalena öfkeden ya da kontrol edemediği arzularına duyduğu hırstan ağlayabilirdi ama bu onu ellerinden birini Sandrino'nun saçlarına daldırıp yüzünü kendine bastırmasından alıkoymuyordu.

Çok uzun bir süredir onunla oynadığı kışkırtmalar yüzünden vücudundaki her has son noktasına kadar gerilmiş Sandrino onu daha derinden hapsetmeye çalışıyordu. İçinde kabarıp taşan arzusuyla öne doğru yüklendiğinde, içinde incecik bir düğümün çözüldüğünü hisseden Maddalena'ya kendini ayarlayacak vakti vermedi. O gece hiçbir konuda şakası yoktu, istediğini öyle ya da böyle almıştı. Bir süre sonra derin hırıltılı bir nefes eşliğinde sınırı geçiverdi, sinsi bir şekilde sırıtarak bedeni üzerinde sarsıldı. Odanın duvarlarında yankılanan bir sesle adını haykırırken, aynı anlarda başı muhteşem haz ve şokun karışımıyla dönen, bütün bedeni nöbet geçirir gibi şiddetli titremelerle sarsılan Maddalena'nın boğazından incecik bir çığlık kopuverdi. Düzensiz soluklarıyla hala sarsılan Sandrino boştaki eliyle yataktan güç alarak üzerine düştüğünde o da onun zevkine katılıp inlerken dişlerini çaresizlik içinde omzuna geçirdi.

Gerçek ve rüyadan ayıramadığı son görüntüler Sandrino'nun sırtüstü yanına düştüğüydü, şiddetle çarpan kalplerinin atışları ve gürültülü solukları birbirine karışarak yatak odasına doluyordu. Sandrino biraz sonra tek kelime etmeden elini onun ipeksi tenine uzatmış ve göğsüne çekmişti. Maddalena diğer yana kıvrılarak alev gibi yanan bedeninden uzaklaşmaya çalışmıştı ama Sandrino kollarını ona daha sıkı sararken neredeyse gülüyordu. Başını eğerek dudaklarını alnına bastırdığında durduramadı onu, bitkin düşmüştü.

Dışarıda yeni bir gün çoktan başlamışken, tamamen aydınlanmış yatak odasında ne kadar öylece yattıklarını bilmiyordu. Fakat yorgun zihnindeki bulutlar biraz olsun çekildiğinde Sandrino'nun galip gelmesine inanılmaz derecede sinir olmuştu. Artık uyuyamayacak kadar öfkeli, üzgün ve rahatsızdı. Kollarından çıkıp en hassas noktasına tekme atmak istiyordu ama bunu bir daha denerse karşılığında onun ne yapacağına dair ihtimalleri aklına getirip kendine engel olmuştu. Bunun bedelini ona elbet ödetecekti.

Fakat sonunda, kolunu usul usul okşayan elinin ritmik hareketleri huysuz düşünceleri yatıştırmıştı. Uyku ağır ağır üzerine çökerken gözleri kapandı. Yine de ona hala çok sinirliydi. Yaptıkları için onu affetmeyecekti. O an düşünme yetisini kaybetmiş olması unutacağı anlamı da gelmiyordu. Evet, bunun hesabını soracaktı.

Zihni Sandrino'nun ondan intikam alışının hatıralarıyla istilaya uğrayan Maddalena uzun kirpiklerini kırpıştırarak yaşananları tam manasıyla algılayabilmek ve yeşil gözlerinin ışığa alışması için biraz bekledi. Ağrıyan başını yana çevirdiğinde, Sandrino'nun hafifçe çökmüş yastığıyla karşılaştı, Uyandığında yanında olmayacak kadar akıllıydı demek ki, eğer gözünü açar açmaz onu tüm pişkinliğiyle yanında uyuyor olarak görseydi şüphesiz boğazına yapışırdı.

Dün Panzio Sarayına ulaştıklarında gün yeni aydınlanıyordu, yeşil gözlerini kapıları açık terasa çevirdiğinde dışarıda akıp giden günün gürültülerini duydu. Ne kadar zamandır uyuduğunu tam olarak bilmese bile vaktin öğleni geçtiğini tahmin ediyordu. Üzerindeki ince yatak örtüsünü usulca yukarı kaldırdığında altında çıplak olduğunu görerek kaşlarını çattı. Öğleden sonrasının aydınlığında çırılçıplak haldeyken kendini son derece rahatsız hissetti. Yüksek sesle inleyerek kolunu gözlerinin üstüne attığında tüm vücudunun sızladığını hissederek yüzünü buruşturdu.

Hissettiği ağır sızı gecenin pek hoş olmayan ilk anlarını gözünün önüne getirirken gözleri fal taşı gibi açıldı, hızla kalkıp doğruldu. Ağırlığı poposunun üzerine binince dişlerini sıkıp, çıplak göğüslerinin üzerinde tuttuğu ince örtüyü öfkeyle sıktı. Kendi kendine boş odaya doğru Lanet olasıca nerede acaba? diye çıkışırken diğer eliyle yüzüne gelen dağınık saçlarını çekmek istediğinde parmağındaki yüzük üzerine düşen ışıkla parıldadı. At arabasındaki kavgalarından bu yana boş olan sol eli yeniden külçe gibi olmuştu.

Her şey sanki mantıksız bir rüya gibiydi. Ona hangi cüretle ahlaksız sapkın zevklerini üzerinde kullanabileceği ucuz bir fahişe gibi davranır daha sonra da dalga geçer gibi evlilik yüzüklerini öylece basit bir sembolmüş gibi parmağına geçirip ortadan kaybolabilirdi?

"O kadar kolay değil Sandrino Panzio."

Sandrino'nun pişkinliğinin bir sınırı olmadığını düşünen Maddalena sinirini kontrol etmeye çalışırken örtüyü üzerinden atıp yataktan çıktı. Çıplaklığını göremeyecek kadar çileden çıkmıştı. Yatağın ucundaki sabahlığı giyerken, öfkeyle ne kadar pişkin olduğu hakkında uzun uzun söylendi. Karışmış saçlarını yüzünden geriye ittiğinde hırsla dönüp, yan odaya yıkanmaya gitti. Önce Roma sokaklarının kirini üzerinden atacak ardından ise o ahlaksız adamın karşısına dikilecekti.

Yıkandıktan sonra kendini yatağın önündeki divana bırakan Maddalena, başını yana eğmiş elindeki havluyla ıslak saçlarını kurularken üzerine öfkesini dizginleyen bir koyu kararlılık çökmüştü. Yaptığı şey için onu asla affetmeyecekti. Uzun buklelerini tarayıp, tarağını yatağa hırsla çarptığında sandıklardan elbiseye benzeyen ipekten yapılma sarı yumuşak sabahlığını çıkardı. Yakası fazla açık olmayan uzun sabahlığın etek uçlarına ve manşetlerine yeşil yapraklar işlenmişti. Belinde beyaz güller ve yeşil yapraklar işli kuşak vardı. Önce nemli saçlarına şekil vermeyi düşündü ama bunun için aynanın önüne yerleştirilmiş küçük tabureye oturmak istemiyordu. Aynadaki görüntüsüne bakarken omuz silkerek, beline kadar gelen gür ve dalgalı saçlarını omuzlarından geriye atıp, sarı bir kurdeleyle gevşek bir düğüm attı.

Maddalena işini bitirdikten sonra yanında onu izleyen Natilda'ya döndü. O sabah, dadısını endişeye düşürecek kadar ketumdu, sessiz odayı dolduran sesi sıkı bir mücadeleye hazırlanır gibi çıkmıştı.

"Nerede o?"

Natilda elindeki havluyu yana bırakırken ona dönmüştü. Kimi sorduğunu anlamıştı. Yaşanan son olaydan sonra artık Maddalena'yı evliliği hakkında kendi haline bırakma kararı almıştı, aralarındaki sorunları belki de düşe kalka çözmeleri en doğrusuydu. Bir zamanlar Sandrino Panzio'nun yetiştirdiği bu aklı bir karış havada, çılgın kızdan daha olgun daha görmüş geçirmiş bir adam olduğunu düşünmüştü ama artık birbirlerinin kopyaları olduğuna inanıyordu. İkisi de içinde yırtıcı bir ruh taşıyordu, birbirlerini yaralayarak anlaşıyorlar, anlaşana kadar çarpışıyorlardı. Onları artık kendilerine bırakan Natilda tüm kararlılığıyla "Salonda." diye cevap vermişti sorusuna.

Maddalena, Natilda'ya teşekkür edip odadan çıkmış ve alt kata inmişti. Sandrino ile salondan çalışma odasına taşan, ardından merdivenlerde omzunda taşınma yoluyla yatak odalarında devam eden şiddetli kavgaları esnasında ortada görünmeyen iki muhafız şimdi kemerli koridorun başında nöbet tutuyordu. Önünden geçtiği odaların hepsi aydınlıktı, pencerelerdeki kepenkler açılmış, holün ortasındaki çiçekler yenilenmişti, şamdanlara yeni kullanılmamış mumlar yerleştirilmişti. Karşılaştığı hizmetkârlar onu selamlarken fazlasıyla saygılıydılar. Hiç şüphesiz hepsi, tüm sarayda yankılanan çığlıklarını duymuşlardı ve habersizce çıkıp giden karısının kayboluşuyla endişelenen şanlı efendilerine hak vermişlerdi.

Öfkeyle homurdanan Maddalena, iki kanadı sonuna kadar açık kapılardan geçtiğinde, solunda kalan kemerli kısımda Sandrino'yu gördü. Daha o sabah etrafında köşe kapmaca oynadıkları, üzerinden birbirlerine saldırmaya çalıştıkları koyu kahve cilalı ahşap masada oturmuş tüm iştahıyla öğle yemeği yiyordu. Birkaç saat öncesine kadar, kıymetin koptuğu gürültülü salonda şimdi eteklerinin hışırtısının dahi duyulduğu bir sessizlik hâkimdi, içine sakin kalmak adına küçük bir nefes çeken Maddalena ağır adımlarıyla yürümeye başladığında Sandrino, başını kaldırmıştı. Ona tek kaşını kaldırarak kısa bir selam vermiş ardından keyifle yemeğine geri dönmüştü.

Sandrino tüm rahatlığıyla böldüğü peyniri ağzına atarken içinden umarım boğazında kalır da boğulursun diye geçiren Maddalena, sol yanındaki sandalyenin üzerine elini koyarak yanında durmuştu. Sinirle kısılmış yeşil gözleriyle ona tepeden bakarken konuşmuştu.

"Bakıyorum keyfin yerinde."

Sabahları içtiği hafif şarabından bir yudum alıp arkasına yaslanan Sandrino'nun dudaklarının kenarı kıvrıldı, o an çoktan sinirden titremeye başlamış Maddalena'nın en son görmek isteyeceği şey Sandrino'nun kendini beğenmiş çapkın gülümsemesiydi. Kısık bir sesle "Neden yerinde olmasın ki?" diye mırıldanırken yaptıklarından en ufak bir pişmanlığı yoktu.

Maddalena kaşlarını çatmış ona bakarken Sandrino, mavi gözlerini ilgiliyle üzerinde gezdirdi. Gür buklelere sahip altın rengi saçlarını küçük bir kız gibi bir kurdeleyle toplamış, sol omzundan önüne almıştı. Birkaç asi saç tutamı şakaklarından yüzünün iki yanında serbest kalmıştı, Açığa çıkan elmacık kemiklerinin belirgin olduğu sevimli yüzü şimdiden kızarmaya başlamıştı. Elbiseyi andıran sabahlığı zayıf olmasına karşın dolgun göğüslerini ve ince belini sarmıştı. Bu görünüşüyle Maddalena Panzio, ona tatlı bir masumiyetle, ateşli cinselliğin bir kadınlığın karşımı olup çıkıyordu.

Maddalena onu içtiği şarabın tadına varırcasına acele etmeden ince ince süzdüğünün farkında olarak yüzünü ekşitti. Fakat Sandrino güzelliğini doyasıya içine çekmekte ısrarcıydı. Sonunda omuzlarını silkip baş döndürücü bir gülücük atarak biraz önceki sorusuna cevap vermişti.

"Çok edepsiz uzun bir gece geçirdim, evet sevgilim keyfim çok yerinde."

Maddalena içinden, keyfi yerinde olacak tabii, diye geçirmeden edemedi. Keyfini boğazına dizmek için masadakileri başına geçirmek istiyor ama dişlerini sıkarak kendine engel oluyordu. Eğer istediği intikamsa bunu dün gece almayı başarmıştı. Sözlerini sindirmeye çalışarak sıkılı dişleriyle yüzüne baktı. Onun üzerindeki ağırlık ve miskinliğinin aksine Sandrino sinir bozucu derece canlı görünüyordu, tıraş olmamıştı ama pis sakalının yakışıklılığına hiç olumsuz etkisi yoktu. Sinirle mavi bol gömleği, alnına düşen dağınık sarı saçlarını süzerken, ne kadar sağlam ve akıl almaz derece yakışıklı göründüğünü fark ettikçe öfkeden köpürüyordu.

Bunun siniriyle Maddalena bir anda elini masaya yasladı, başını yana çevirip, kendini beğenmiş yüzüne baktı ve "Ben senin fahişen değilim. Bana o şekilde dokunmazsın." dedi. Bunu duyan Sandrino'nun mavi gözleri kocaman açıldı "Ne? Tanrı aşkına. Düzgün konuş!" diye karşılık verdi. Maddalena ağzına aldığı kelimeden utanmıştı ama onun yüzünden bu hale gelmişti.

"Konuşmuyorum, ben senin yatağına aldığın o ucuz fahişelerden değilim."

"Tabi ki değilsin, sen benim karımsın. Fakat evli olduğumuz için yaramazlık yapamayacağımızı sana düşündüren nedir? Benim yatağımda sınır yok. Yalnızca ben ve tabi ki sen."

Sandrino suratındaki pis sırıtışla öylesine rahat konuşmuştu ki Maddalena yüzüne bakakalmıştı. Eli hala masanın üzerindeydi, göz bebekleri büyümüş, yüz ifadesi donup kalmıştı.

Onun bu haliyle daha da keyiflenen Sandrino ise yaslandığı yerden doğrulup, ona yaklaştı yüzünün yan tarafını burnuyla okşadığında "Üstelik sana hünerlerim hakkında verdiğim sözü de tuttum; başında olmasa bile sonunda sana tüm varlığımla taptığımı hissettin. Ve sen de zevk aldın. Çünkü senin zevkin benim. Sen bana onu vermezsen ben almasını bilirim." dudakları kulağıma değerken söylediklerini duyunca Maddalena ateşe değmiş gibi kendini hızla geri çekti. Bedeni istemsizce sesindeki haz dolu şeytani tona tepki vermişti, ne kadar zaman geçerse geçsin ne kadar aynı yatağı paylaşırlarsa paylaşsın Sandrino Panzio'nun etrafına yaydığı yoğun cazibesine, coşkun ve amansız bir gücün neredeyse elle tutulur hissinden kendini koruyabileceği savunma geliştirememişti.

Maddalena gözlerini devirerek başını yana çevirdi. Çapkın Sandrino ile uğraşacak gücü yoktu. Bakışlarını olabildiğince toplayıp, duruşunu dikleştirdiğinde dönüp karşılık verdi.

"Duygusal bir karışıklıktı, yoksa benim için bitmiş bir şey."

Kullandığı kelimeleri duyunca Sandrino burnumu kırıştırdı. Suratında pis bir sırıtış vardı.

"Duygusal karışıklık?"

"Evet!"

"Tekrarlamak istersen ben buradayım. Ayrıca benim hiçbir şikâyetim olmaz, beni kullanabilirsin. Sana söz, sonunda duygusal karışıklık demene sesimi çıkartmam. Kullan beni Maddalena, faydalan benden."

Sandrino konuşurken elini uzatıp bileğini yakalayarak onu kucağına çekmeye çalışmıştı. İçgüdüsel bir hareketle geri çekilen Maddalena neredeyse yanındaki sandalyeye çarpmıştı. Sabahki kavgaları esnasında hırpalanan yumuşak pembe dudaklarındaki şaşkınlık ifadesini saklayamıyordu. Yanakları sinirden kıpkırmızı kesilmişti.

"S-se-n, piş-kin, ahlaksız adamsın. Seninle daha fazla uğraşamayacağım."

Sandrino hala keyifle onu izlemesine karşın lütfedip biraz canı sıkılmış gibi göründü en azından. İç çekerek onun biraz önce elini koyduğu ahşap sandalyeye uzanıp oturması için geriye çektiğinde kibar bir ilgi ifadesi takınmıştı.

"Otur, birlikte yemek yiyelim."

Bunu duyan Maddalena'nın yeşil gözlerinde alaycı parıltılar belirmişti, Sandrino'nun kendinden bu kadar emin oluşu neredeyse gülümsetti onu. Masanın yanında dikilirken, ona tepeden bir bakış atıp dudaklarını büzdüğünde kestirip atmıştı.

"Yemeğini yalnız ye."

Bu sözleri ardından ona tam arkasını dönmüştü ki arkasında patlayan sesi duydu.

"Maddalena otur şu sandalyeye."

Aniden duraksayan Maddalena arkasını dönüp "Bana bağırma." diye çıkıştı. Onun bu karşılığı üzerine mavi gözlerini deviren Sandrino dirseklerini masaya yaslayıp, ellerini kaldırarak abartılı bir kibarlık gösterisiyle sandalyeyi işaret ederek konuşmaya başladı.

"Başımın tatlı belası karım, lütfen rica ediyorum bir kez olsun uysal bir kadın olup poponu şu sandalyeye koyar mısın?"

"Rica ederken aynı zamanda hakaret ediyorsun."

"Lütfen sevgilim rica ediyorum sandalyeye oturur musun? Daha iyi mi?"

İnatçı bir tavırla bir süre daha olduğu yerde kıpırdamadan ona dik dik bakmış Maddalena isteksizliğini belli eden adımlarla yaklaşıp onun için çektiği sandalyeye oturmuştu.

"Mutlu musun?"

"Yemek yersen daha mutlu olacağım."

Sinirli bir şekilde masadaki yemeklere üstten bir bakış atan Maddalena iştahı olmadığını gösterircesine kollarını önünde birleştirdi. Birkaç dakika onun çocuksu tepkisine bakan Sandrino, sonunda homurdanarak öne uzanmış ve o gelmeden önce doldurduğu kendi tabağını onunkiyle değiştirmişti. Sert ve huysuz bir ifadeyle onun çabalamasını izleyen Maddalena nedense gülümsedi, hâlbuki normal şartlarda olsa onunla tartışır, bunu yapmasına izin vermezdi ama o an Sandrino ile iletişime dahi girmek içinden gelmiyordu. Artık onunla kavga etmekten, kendini anlatmaktan yorulmuştu.

"Ye, Roma sokaklarında entrikacılık oynarken yemek yemediğini sanmıyorum."

Aslında Giovanna'nın evinde içtiği birkaç kaşık çorbadan beri ağzına hiçbir şey koymamıştı, karnı açtı ama hassas midesinin herhangi bir şey kabul edeceğini sanmıyordu. Neredeyse bir aydır uzak olduğu Sandrino'nun yanında sanki hiçbir şey yaşanmamış, o can acıtıcı sözler hiç söylenmemiş gibi öylece oturmak insanda iştah bırakmıyordu. Tabağındakilere yüzünü buruşturarak baktığında kollarını göğüslerinin üzerinde bağlamış bir halde yerinde oturmaya devam etmişti.

"Çocuk gibi davranıyorsun dediğimde bozuluyorsun ama senin bu yaptığını ancak çocuklar yapar. Kendini hiç zorlamıyorsun. Hiçbir zaman yeterince yemek yemiyorsun, sürekli iştahım yok diyerek masada öylece oturuyorsun. Son haftalarda beri kilo vermişsin. Bunda payım olması beni gerçekten beni çok üzüyor."

"Bu konu hakkında konuşmayı sevmiyorum. Seninle konuşmayı hiç sevmiyorum."

Onu izleyen Sandrino'nun mavi bakışlarına endişe çökmüştü, artık Maddalena'nın yeme bozukluğu sorununun üzerini kapatmasına izin vermeyecekti. Şimdiye kadar bu konudan hep kaçmıştı, konuşmayı başka yöne çevirmiş, lafı değiştirerek unutturmak istemişti, ne yaptığını anlayan Sandrino ısrar ettiğindeyse kavga çıkararak kurtulmuştu. Sanki hep güçlü görünmek zorundaymış gibiydi. Çocukluk yaralarına değen buna benzer konularda hep saldırganlaşıyordu, kendini her türlü mantıklı yaklaşıma kapatıp gardını alıyordu.

Ssndrino uzun bir süre boyunca, karşısında o yokmuş gibi sarı saçları ve geceliğinin bileğindeki kurdeleleriyle ilgilenen Maddalena'ya bakıp düşündü. Andreani haklıydı, ipleri kendi eline alıp sorunları çözmesinin zamanı gelmişti. Her adımda bir düğüm. Fakat mantıklı ve akıllıcı hamlelerle. Öfkeye kapılmadan. Şimdiye kadar sorunları üzerine düşünen, onları düzeltmek için iyi ya da kötü bir şekilde çabalayan kişi hep Maddalena olmuştu. Artık kontrolü ele almalı diye düşündü, Sandrino kararlılıkla.

Maddalena'nın her an bırakıp gidecekmişsin gibi hissettirdiğini söylediğini anımsayınca hafifçe gülümsedi, ona yanında olduğunu hissettirmek istiyordu kaçınılmazca. Bunun için önce en büyük ve acil olan soruna, yemek bozukluğunun üzerine gidecek ve çözüme ulaştırana kadar vazgeçmeyecekti. Kollarını masaya yasladığında, onun yüzünü diğer tarafa çevirmiş olmasına aldırmayarak sesine yansıyan bir kararlılıkla konuşmuştu.

"En kısa zamanda iyi bir hekim bulacağım, o zaman istesen de istemesen de konuşacaksın."

"Eğer böyle bir şey yaparsan o hekimi kendi ellerimle kapıya koyarım. Bunu yaparım Sandrino."

Bu sözleri duyan Sanrino oturduğu yerde gerilmişti fakat herhangi sert bir karışık vermekten kaçındı. Sandalyesinde arkasına yaslanmadan önce içini çekerek şarap kadehine uzanmıştı. Maddalena'nın bu tepkisi dahi hekimi bir an önce bulması gerektiğini gösteriyordu. İstese de istemese de bulduğu hekime muayene olacak ve yeme bozukluğunu çözecekti. Sağlıklı bir yaşam için buna mecburdu, bu şekilde devam edemezdi.

Sandrino'nun o sabahki gariplikleri nedeniyle kafası karışan Maddalena ise sakinleşmek için önündeki su kadehine uzanmıştı ki açık kapıların ardındaki hareketliliği fark etti. Sandıkları aşağı taşıyan hizmetkârlara bakarken kaşları çatılmıştı, bunlar onun eşyalarının olduğu bahar dalı oymalı cilalı ahşap sandıklardı. Sandrino'ya dönerek şiddetli bir isyanla ne olduğunu anlamaya çalıştı.

"Neler oluyor? Neden eşyalarım toplanmış?"

"Çünkü sevgilim kahvaltının ardından Viterbo'ya gitmek için yola çıkıyoruz."

Viterbo'ya döneceklerini duyduğunda Maddalena'nın gözleri parlamış, kalbi heyecanla çarpamaya başlamıştı. Gerçekten geri mi dönüyorlardı, birbirine karışan hisleri nedeniyle "Viterbo'ya?" diye kekeleyerek Sandrino'ya bakmıştı. Onun sersemlemiş haline bakan Sandrino, elini uzatıp perçemini kenara çekerken sesli bir şekilde gülmüştü.

"Evet, hani kendi topraklarımızın içinde olduğu şehir var ya o. Yoksa senin burada başka planların daha mı vardı? Roma'yı biraz daha mı karıştırırım diyordun?"

Kinayeli sözlerine karşılık gözlerini deviren Maddalena, huysuzlukla adamın yanağında gezinen parmaklarını uzaklaştırmıştı. Konuşmadan önce sandalyesinde geriye yaslanarak ondan uzaklaşmıştı.

"Ne münasebet sadece şaşırdığım için sordum."

"Ama üzülme, zaten şu anlarda tüm şehir çoktan kayboluşunuzu konuşmaya başlamıştır. Şehir muhafızları sabaha kadar şehri ayağa kaldırdı. Ünlendiniz Maddalena, tebrik ederim"

Maddalena ona dik dik bakarken duydukları komik gelmişti, muzur gülümsemesini saklayabilmek için uzun parmaklarını dudaklarının üzerine kapattı. Hatasını telafi etmek isterken ancak her şeyi bu kadar güzel batırabilirdi, komik göründüğünü inkâr edemeyecekti. Fakat ona her fırsatta laf atan Roma'da ünlendiğini yargılayarak dile getiren Sandrino'ya güzel bir cevabı vardı. Parmaklarını indirdiğinde, alaycı ve küçümseyici bir yüz ifadesiyle ona yaklaşarak karşılık verdi.

"Ama hala senden daha az ünlüyümdür. Ayrıca en azından benim ünüm ahlaksızlığa dayanmıyor."

Sandrino birden başını hafifçe geriye atıp, keskin bir kahkaha atmıştı. Toparlandığında kadehini onun şerefine kaldırarak bu Maddalena'yı özlemişim demişti. Maddalena tam ona gülümseyerek karşılık verecekken aniden kaşları çatılmıştı. Biraz önce tavrında kontrol edemediği samimi bir ifade oluşmuş ve Sandrino ile eskisi gibi cilveleşmişti. Ne yaptığını fark ettiğinde birden gerilmişti, yanına geldiğinden beri takındığı çapkın şakacı halleri içini ısıtmıştı ama aynı zamanda haftalardır çektiği acıları basitleştiriyormuş gibi hissedip rahatsız olmuştu. Bunu hemen sonlandırmak isteyerek yüzünü asıp bakışlarını çevirmişti.

Onu kendi haline bırakan Sandrino sırıtarak yemeğine geri dönmüştü. Onunkiyle değiştirdiği boş tabağını aynı yiyeceklerle doldurmuş bir süre keyifli mırıltılar çıkararak iştahla yedikten sonra yeniden ona dönmüştü. Elinde tuttuğu iki dişli gümüş çatalını rahat bir tavırla ona doğru sallarken ses tonu yine değişmişti, sanki bir süredir havadan sudan bahsediyormuşuz da muhabbete ediyorlarmış gibiydi.

"Senin için bir muhafız seçtim, bundan böyle şahsi muhafızın olacak. Hep yanında olup, seni izleyecek, kimse senin rahatsız edemeyecek."

Söyledikleri Maddalena'yı şoka uğratmıştı, herhangi bir karşılık veremeden Sandrino'nun yüzüne bakakalmıştı. Başına bekçi dikmişti! Attığı her adımı kontrol edecek, bundan sonra onun izni olmadan hiçbir şey yapmasına izin vermeyecekti. Ondan bu şekilde intikam alıyordu. Tam da bu yüzden surat asıp ona zafer kazanmış hissetmekten mahrum bırakmak için hayatındaki bu yeni değişikliği elinden gelen en iyi şekilde olgunlukla omuzlarını silkerek karşıladı.

"Ö-y-le mi? Ne güzel. Çok iyi düşünmüşsün. Peki her an mı izleyecek, evin içinde bile mi?"

"Bilmiyorum Madddalena olabilir. Evden dışarı adımımı attığım ilk anda kendini yine sokaklara atıp entrikalarına devam edeceksen dikkat et, izleniyor olabilirsin."

Bir dirseğini sandalyesinin koluna yerleştirmiş Sandrino, dudaklarındaki çarpık gülümsemesi hatta neredeyse rahat görünümüne karşın iğneleyici bir ses tonuyla ona dik dik bakarak konuştuğunda Maddalena, kafa karışıklığıyla kaşlarını çattı. O henüz cevap verememişken, bir sonraki tehditkâr bir tonda tek tekbastırarak söyledikleriyse bu sakin görünümün aslında oldukça yanıltıcı olduğunu gözler önüne sermişti.

"Sonradan sonuçları çok daha fena olmasın. Aman dikkat et."

"Sokaklara kendi keyfim için çıkmadım ben, senin için yapmıştım."

Dudaklarından bir anda kontrolsüzce çıkan sözler üzerine Sandrino huysuz bir homurtuyla ona yaklaştı ve o kendini geri çekmeye fırsat bulamadan hızla yüzünü avucunun içine aldı. Başparmağı elmacık kemiğini üzerindeki ince çiziğin üstünden gezinirken gözlerinin içine baktı.

"Tamam, o zaman benim için bir şey daha yap lütfen. Evinde otur. Uslu bir kadın ol ve evinde otur lütfen. Örgü ör mesele, adına her ne diyorsanız gergef işleyebilirsin. Resim yap sana boyalar alırım, istediğin müzik aletini çalabilirsin, kitap oku.. biliyorum senin için çok zor olacak ama lütfen o sıska popunu kır ve evinde otur."

Maddalena sözlerini hiç de eğlenceli bulmayarak yüzümü ekşitti, benim popom sıska değil dememek için kendini zor tutuyordu. Bunun yerine elini kaldırarak yüzündeki ellerinin kavrayıp kendinden uzaklaştırdı. Gözlerini devirdi, içinde öfke kırıntıları belirmeye başlıyordu.

"Bugün ne kadar esprilisin. "

"Beni ısrarla sinirlenmekten vazgeçersen sana esprili, eğlenceli gerçek Sandrino'yu gösteririm. Hatta biliyor musun? Sen o kadar şanslı bir kadınsın ki bebeğim, diğer erkeklerin aksine benim repertuarımda romantik jestler de bulunuyor. Faydalan benden Maddalena."

Kadehini eline alan Sandrino'nun gözlerinin içi gülüyordu ve bu onu asık bir ifadeyle izleyen Maddalena'nın tüylerini diken diken ediyordu. Hafif içkisinden bir yudum alışını, sanki hayatında içtiği en muazzam şarapmış gibi ağzının içinde dolaştırıp, sonra da yutuşunu seyretti sinirle. İçkinin boğazından zarifçe kayışı hem ilgisini çekti hem de sinir uçlarını karıncalandırdı. Fakat bunlar bakışlarındaki çapkın parıltının üzerinde yarattığı etkinin yanında hiç sayılırdı. Maddalena kendini karşı koymakta zorlandığı bir akıma kapılırmış gibi hissetti. Bu manzaraya daha fazla direnemeyeceğini hissettiğinde hızla silkendi. Tabağın içindeki bir kuru meyveye uzanıp, Sandrino'nun o kendini beğenmiş bir şekilde kabaran göğsüne attığında yerinden kalkıp odayı terk etti.

"Benimle oynama Sandrino."

**

Üniformalı öncü kuvvetler, Sandretta Dükü'nün altın armasını taşıyan dört doru atın çektiği cilalı ışıl ışıl siyah at arabasıyla beraber eşyalarının olduğu sandıkları ve şahsi hizmetkârlarını taşıyan üç arabanın önünden gidip yolu açarken tepelerdeki güneş adeta darphaneden yeni çıkmış altınlar misali parlıyordu. Yazın gelişiyle iyice artan sıcaklık bunaltıcı haline ulaşmıştı. Rüzgârı yüzünde hissetmek isteyen Maddalena, kabinin içinde ince tül perdesini kenara çektiği pencereye yaslanmıştı.

Natilda, kocasıyla birlikte Viterbo'ya döneceğini öğrendiğinde önüne vişne kırmızısı yolculuk elbisesini koymuş, kabarık buklelerini örüp hoş bir topuz yapmak, yüzündeki yara izini boyayla kapatmak istemişti. Fakat Maddalena, ruhundaki yaraları ona hatırlatmamak için açıkça dile getirmekten kaçınsa da dadısının ne amaçladığını anlamıştı.

Haftalar önce yatak odalarında kırılmayan eşya kalmaya kadar ettikleri kavgadan ve daha sonrasında onun sinir krizlerine kadar her şeye şahit olmuş hizmetkârların ve elbette evlilikleri hakkında dedikodu yapan insanların gözündeki imajını düzeltebilmenin yollarını arıyordu. Clarissa Ludovico'nun kanatları altında evini bırakıp giden düşesin başı dik kocasının kolunda döndüğünü görmelerini istiyor, bir anne şefkatiyle onun çıkarlarını gözetiyordu.

Fakat kadının kaçırdığı hassas bir nokta vardı; Maddalena'nın artık evlilikleri için kılını bile kıpırdatmayacaktı. Yalnız başına geçirdiği haftalarda kendine bir söz vermişti, şapelin hamiliğini geri alabilmesi için kendini Roma sokaklarına atmış olabilirdi fakat bu vicdan azabıyla alakalıydı evlilikleriyle değil. Hiçbir zaman evliliklerini kurtarmak ya da Sandrino'nun onu affetmesi gibi amacı olmamıştı. Geçmişe dönebilse şapelin raporlarını taş ustasının elinden alıp yakmazdı. Fakat öte yandan, aralarındaki sorunları düzeltmek gibi bir isteği de yoktu. Kimin ne düşündüğü, ona nasıl baktıkları, ne gördükleri azıcık dahi umrunda değildi artık, sırf ondan ağırbaşlılıkla olanları unutması bekleniyor diye susup gülümseyerek aptalı oynamayacaktı.

Bunları Natilda'ya açıkça söyleyen, konuştukça ruhundaki yaraların sızısıyla daha çok hırslanan Maddalena kendi seçtiği koyu mavi gösterişsiz bir seyahat elbisesini giymiş, saçlarının üst kısmını yüzüne gelmemesi için ördürüp kalan kısmını ise açık bırakmıştı. İşini bitirdiğinde Natilda'nın uzattığı pelerini kaptığı gibi huysuz adımlarla aşağı inmişti.

At arabasının önünde karşılaştığı sarışın adam onun aksine muhteşem görünüyordu. Lacivert binici pantolonu, parlak kahve çizmeleri ve yakası açık sarı işlemeli beyaz gömleği ona uygun düğmeli sarı-lacivert ceketiyle Sandrino, ondan daha şık giyinimliydi. Onu gördüğünde kıkırdadığını duymuştu. At arabasına binmesi için elini tutarken manidar bir şekilde güneş gibi ışıldıyorsun diye sırıtarak tepki vermemişti. Maddalena ise göz zevkine hitap etmediyse burada bırakırsın diyerek kestirip atmıştı. Çok geçmeden ellerini saran koyu mavi eldivenleri ve sarı saçlarının üzerine taktığı mavi kurdelelerle süslü kahverengi şapkayı çıkarıp kadife minderlerin üzerine atmıştı. Halihazırda tüm sinirlerini düğüm haline getiren Sandrino ile Viterbo'ya dönüyor olmasının gerginliğini yaşarken, bu kavurucu sıcakta üzerine bir şeyler takmış olmak sinirlerini daha çok germişti. Kendini her anlamda sıcak ve hapsedilmiş hissediyordu.

Yemyeşil yolun iki yanında boylu boyunca dizilen ağaçlar ve ardındaki uzayıp giden ekinli tarlaların oluşturduğu muhteşem kır manzarasına dalıp gitmiş Maddalena'nın saçları yüzünün etrafında dalgalanıyordu. Sıkıntılarını kısa bir an için unutmuştu arabaları yavaşladığında Viterbo şehrine yaklaştıklarını fark etti. Başını kaldırdığında şehrin görkemli surlarını görebiliyordu ama yüreği göğsünde ince bir sızıyla burkuldu.

Yolculuklarının başından beri fark ettirmeden onu izleyen Sandrino, ifadesindeki değişimi fark etmiş ve at arabasına bindiklerinden beri ilk kez konuşmuştu.

"Yüzün asıldı. Bir şey mi oldu?"

Maddalena omzunun üzerinden sesin geldiği yöne bakınca, Sandrino'nun dönmüş onu seyretmekte olduğunu gördü. Yolculuklarının başında yaşadıkları küçük atışmadan bu yana aralarında herhangi bir konuşma geçmemişti. Arabaları Roma'nın taş döşeli yollarını geride bırakırken, Maddalena, onun keskin mavi gözlerini üzerinde hissetmesine rağmen bunun farkında değilmiş gibi pencerenin yanına oturmuş, atların nal seslerini ve kırgın kalbinin atışlarını dinlemişti. Sessizlik bozulduğuna göre artık onu daha fazla yok sayamazdı, rüzgarın dalgalandırdığı asi buklelerini iki eliyle zapt ederken aynı anda yerinde ona doğru dönmüştü.

Viterbo'daki saraya mı gidiyoruz?"

Onun kırılgan yüzüne bakarken başını iki yana sallayan Sandrino, "Hayır, eve dönüyoruz." diye cevaplamıştı sorusunu. Bunu duyan Maddalena şaşkınlıkla "Ev?" mırıldandı. Sandretta topraklarındaki aile mülkünü kastettiğini düşünmek istiyordu fakat söz konusu ne yapacağı belli olmayan Sandrino olduğunda hiçbir şeyden tam olarak emin olamıyordu.

Sandrino gençliğinden beri seyahat ediyordu, uzun yıllar boyunca kilise göreviyle farklı ülkelerde, farklı şehirlerde yaşamıştı. Görevde olmadığı zamanlarda bile hiçbir zaman ailesinin yanında kalıcı bir düzeni olmamıştı, farklı şehirlerdeki Panzio evlerinde yaşamış hatta yirmili yaşlarının ortasında Roma'daki sarayda kendine yeni bir düzen dahi kurmuştu. Fakat hiçbirinde doğduğu evde bulduğu huzuru ve gerçeği bulamamıştı. Panzio topraklarının tam kalbindeki tepede, geniş verimli arazilerin üzerine kurulmuş Panzio Villası onun için hep çok derin bir yere sahipti.

Ev, aile, yuva.. kaç kere arkasında bırakıp gitse de önünde sonunda hep doğduğu evin önünde buluyordu kendini. Kalbinin en derininde yuvasıydı orası, içinde doğduğu o ev, çocukluğunda bahçelerinde koşturduğu, kız kardeşi ve kuzenleriyle büyüdüğü o ev.. içinde tekrar tekrar uzaklaşmak, beklentileri karışlamak için olmak istemediği bir adama dönüşmektense uzaklaşmak istediği ama yüreğinde hala nefes aldıkça bağlılığını sürdürdüğü, adını dahi aldığı Sandretta.

Babasının mezarı topraklarının kalbindeki şapelde yerini almıştı. Doğduğu evin bahçesinde yetişmiş, zeytin ağaçlarından birini yıllar önce –onlar daha çocukken- kendi adına ve karısı adına yaptırdığı lahitlerin olduğu şapelin bahçesine diktirmişti. Dük Panzio görevini tamamlayıp, yerini yetişkinliğe ulaşan oğluna bıraktığında zeytin ağacının gölgesinde, evinde rahatça uyuyacaktı. Bir zamanlar çocuk gözleriyle bahçelerindeki zeytin ağacının sökülüşünü izlerken anlamamıştı ama şimdi otuz yaşındaki haliyle babası öldükten sonra bile çiçek açıp meyve veren yaşlı ağacın karşısına geçtiğinde anlıyordu niyetini. Kalbinin derinliklerinde hissediyordu evinde olduğunu, doğup öleceği topraklar buradıydı.

Sandrino, Maddalena'nın da bu şekilde hissettiğini biliyordu, evin tepesindeki düklük armalarının dalgalandığı bayrağa, geniş, havadar teraslarında dolaşırken gülümsediğine, sevgiyle iç geçirdiğine birçok kez şahit olmuştu. Şu durumlarında ne başka bir yerde olmak istiyor ne de belki de hayatında ilk kez evi olarak gördüğü yerden kopardığı Maddalena'yı başka bir yere götürmek istiyordu.

Ev dediği andan beri Sandretta'daki villayı düşünerek umutladığını bildiği Maddalena'nın sevimli yüzünü seyrederken içinden geçenleri ele vermeyen bir sesle sözlerine devam etmişti.

"Yaz geldiği için arazilerin işleri arttı, Rosia Panzio'nun tüm bunların yükünü omuzlarına almasını istemem. Benim yüzümden yorulmasını istemiyorum."

Annesinden hala resmiyetle Rosia Panzio olarak bahsettiğini duyunca vicdan azabıyla kalbi sızlayan Maddalena, yeşil gözlerini kucağına indirdi. Onun yüzünden Sandrino ve annesinin arasının bozulması nedeniyle duyduğu ıstırap fiziksel bir acıya dayanmaktan çok daha zordu. Anne onun gibi anne sevgisinin ne olduğunu bilmeyen, öz annesinin elini dahi tutmamış, sıcaklığını hissetmeyerek büyümüş biri için çok hassas bir konuydu. Bir anne ile çocuğunun arasına girdiği için haftalardır kendini yiyip bitirmişti.

Bu suçluluk hissiyle çenesini havaya kaldırdı, gözlerini Sandrino'nun gözlerinden ayırmadan kararlı bir sesle konuştu.

"Annen ile aranı hala düzeltmedin mi? Döndüğümüzde onunla yüzleşip her şeyi anlatacağım, annenin hiçbir suçu olmadığını her şey benim yaptığımı tek tek anlatacağım."

O konuşmaya devam ettikçe Sandrino'nun mavi gözleri yeniden öfkeyle dolar gibi olmuştu. Sesini yükselterek daha fazla devam etmesine izin vermemişti.

"Maddalena yeter. Sen yapmadın tamam mı? Ben annemi tanıyorum. Sen bana böyle bir alçaklık yapmış olamazsın. Senin yaptığın tek hata annemin oyunlarına dahil olup, bana söylememek. Onu da anlıyorum artık."

Maddalena'nın yanakları ve boynu ateş basmış gibi yanmaya başlamıştı. İhtimali bile Sandrino'ya şiddetli bir acı vermeye yeterken daha fazla ısrar etmesi doğu muydu emin değildi artık. Üstelik biraz önce onu anladığını söylemişti, şaşkınlıkla yüzüne bakakalmışken sanki inanamıyormuş gibi fısıltısıyla tekrarlamıştı sözlerini.

"Gerçekten anlıyor musun beni?"

Bu soruyu soran Maddalena kafası karışmış, kırılgan görünüyordu. Onu izleyen Sanrino'nun yüzünde ise sakin, durgun bir ifade vardı. Sonunda ona yumuşak fakat aynı anda yorgun bir gülümsemeyle bakıp başını sallayarak mavi gözlerini pencereye çevirmişti. Onu anlıyordu.

At arabaları Sandretta topraklarına giden sapaktan dönüp, Viterbo şehrinin yıllara meydan okuyan kalın surlarını sol taraflarında bırakarak takip etmeye başladığında Maddalena da bu yoldan son geçişinin anısını unutarak, saçlarını uçuşturan pencereye tekrar dönüp dışarıyı seyretmeye daldı.

Eve dönüyorlardı.

Fakat içinde yaşattığı bulutların üzerindeki kız çocuğunun mutluluğu kısa sürdü. Üzerinde Panzio armasını taşıyan, villanın bulunduğu araziye açılan yüksek kemerli kapılardan geçerken kalbi sıkışmıştı. At arabaları villaya doğru uzanan çakıl yolda ilerledikçe evin ihtişamı gözünü korkuttu, bir an her şey soğuk ve yabancı geldi. Hizmetçiler, bekçiler, uşaklar, bahçıvanların olduğu küçük bir hizmetçi takımı yüksek merdivenlerin başında sıraya dizilmişlerdi. Hiçbirini görmek istemeyen Maddalena gözlerini kapatıp içine sakin kalmak adına derin bir nefes çekti. Belki de villaya dönmek iyi bir fikir değildi, yaşadıkları her kötü söz, birbirine ettikleri hareketler, yıkıp döktükleri daireleri... her anı tekrar yaşıyormuş gibi hissetti.

Grubun önünde bekleyen kâhyaları onları taşıyan cilalı arabaya doğru koşturmuştu ama önden inen Sandrino elini uzatıp inmesine bizzat yardımcı oldu. Avucundaki elini bırakmak yerine parmaklarını birbirine geçirdiğinde Maddalena şaşırmıştı fakat birlikte el el merdivenlerden çıkmaya başladıklarında omuzlarını dikleştirip tam karşıya en ufak bir hissin geçmediği bir yüzle bakmakla o kadar meşguldü ki üzerinde durmadı.

Taş kemerinde aile armalarının olduğu yüksek kapıdan içeri adımını attıklarında onları Dul Düşes Rosia Panzio karşılaşmıştı. Kare biçimli geniş holün tam merkezinde uzun boyuyla, çelik bir kılıç yutmuş gibi dimdik duruyordu. Altında bulunduğu bu çatıya, Panzio hanesine ömrünü adamış mağrur bir duruşu vardı. Sanki Panzio hanesinin varoluşundan beri ordaymış ve Panzio soyu devam ettikçe de yine bu çatı altında hükümdarlığını devam ettirecek gibi bir izlenim veriyordu. Panzio hanesinin temel taşıydı kadın.

Maddalena, elini tutan Sandrino ile yaklaşana kadar kadının yüzüne tam olarak bakmaktan çekinmişti. Fakat korktuğu gibi olmamış, Rosia Panzio'nun soğuk bakışlı mavi gözleri onları tepeden tırnağa inceledikten sonra yumuşamış ve elini onun yara izi taşıdığı yanağına götürmek için kaldırmıştı. "Evine hoş geldin kızım." diyerek gülümsediğinde kolunu dahi hafifçe okşamıştı.

Fakat yanlarında huysuzca homurdanan Sandrino'nun varlığı gözardı edemeyecekleri kadar rahatsızlık vericiydi. Maddalena bakışlarını üzerin çevirdiğinde, bozulduğunu görebiliyordu.

Onun mahcubiyetinin aksine Rosia Panzio, kollarını geniş göğsünde birleştirip, bir bacağını öne çıkartmış, imalı bakışlarla ikisinin arasındaki uyumu izleyen oğluna döndüğünde yine o mağrur, görkemli dul düşese bürünmüştü. İnsanın içine işleyen bakışları, soylu ince burnu, hafifçe çatık kaşlarında asla bağışlanmayı dilemeyeceği anlatan keskin bir ifade vardı. Sandrino ise istifini dahi bozmamış, suratındaki sinir bozucu imalı ifadeyle annesini süzmeye devam etmişti.

İlk adımı kimin atacağı inadıyla geçen birkaç dakikanın ardından sonunda anne oğul aynı anda tuttukları nefesi dışarı vermişti. Rosia Panzio tüm asaletiyle kollarını hafifçe iki yana açmış, Sandrino ise deniz mavisi gözlerini abartılı bir şekilde devirip homurdanarak annesine yaklaşıp sarılmıştı. Başını annesinin omzuna koyup, tüm arsızlığıyla inanılmaz bir kadınsınız düşesim diyerek şakalaşmasını izlerken Maddalena'nın gözleri dalıp gitmişti. Gözlerden uzakta, kendini toparlayabilmek için başı ağrıdığını mırıldanarak merdivenlere yönelmişti.

Villanın batı kanadındaki eski dairelerinin ana kapısını açıp içeri girdiğinde, yavaşça arkasından kapattı ve bir an öylece durdu. Derin bir nefes alıp, yeşil gözlerini son gördüğünde adeta bir kâbusun içinden fırlamış gibi görünen eski odalarında gezdirmeye başladı. Her şey bir o kadar tanıdık fakat bir o kadar da yabancı geldi gözüne.

Süslü bir kemerle yatağın olduğu kısımdan ayrılmış bölümde ağır adımlarıyla gezmeye başladığında önce altındaki acem işi halının değiştiğini fark etti. Parmak uçlarını kavgaları esnasında kırılan yenileriyle değiştirilmiş sandalyelerin kakmaları üzerinde gezdirdi, aynı şekilde değiştirilmiş küçük yemek masaları terasa açılan kapıların önüne çekilmişti. Tüm vazolar, küçük mermer heykeller baştan sona değişmişti. Fakat en kıymetlisi; mermer bir kaide üzerindeki, Rosia Panzio'nun şahsi koleksiyondan bir parça olan mavi renklerinin ağırlıkta olduğu eskisinden daha büyük olan vazoydu. Dul Düşes seramik koleksiyonuna çok kıymet veriyordu, evlilik hediyesi olan eskisini kavga ederken hiç düşünmeden parçalara ayırmışlarken odalarına yeni hatta çok daha kıymetli görünen yeni bir tane bırakmış olması büyük incelikti.

Belki de bu yeni vazoyu geri vermeliyim diye düşünen Maddalena sesli bir şekilde iç geçirdi. Sonuçta son zamanlarda Sandrino ile şiddetli kavgalar etmek dışında doğru düzgün konuşamıyorlardı. Zarif ve kırılgan seramikler için güven oluşturmuyorlardı.

Fakat daha ilk anda kavga ihtimalini aklından geçirişiyle Maddalena'nın kırıntılarını dahi zor bulduğu gücü tükenir gibi oldu, ucuna geldiği yataklarının üzerine çöküvermişti. Gücü kalmamıştı artık. Son haftalarına birçok yenilgi, kalp kırıklığı, gözyaşı sığdırmıştı, daha fazlası için gücü yoktu. Tek istediği biraz rahat bırakılmaktı.

Maddalena at arabalarından indirilen sandıkların odaya getirilmeye başlamasıyla üzerine gelen hizmetkârlardan uzaklaşıp terasa çıktı ve kapıları da arkasından kapattı. Kır havasından derin bir nefes aldı. Fakat aldığı nefes, göğsünde haftalar önce aynı odada açılan, kalp kırıklığının acı verici anımsatası sızını geçirmenin yakınından bile geçmedi.

Sandrino bir süre sonra yıkanmak için odaya girdiğinde, keyifli bakışları onun terasta tek başına oturan haline takılmıştı. Yanına gelerek, şakalaşıp konuşturmaya çalışmış fakat verdiği ters cevaplarının gittikçe kırıcı bir hale geldiğini görünce peşini bırakarak yıkanmaya gitmişti.

Yıkanıp giyindikten sonra yalnız başına oturması için yeterince zaman verdiğini düşünerek tekrar terasa çıkmış, elini usulca saçlarında dolaştırıp geriye atarken bahçeye çıkmayı teklif etmişti. Sandrino'nun "Şehrin pis kokusundan sonra biraz kır havası alırız, hem biraz da konuşuruz." dediğini duyduğunda Maddalena alaycılıkla gülmüştü, saçını okşayan elini kaba bir tavırla ittirip "Seninle ben mi konuşacağız? Nasıl olacak acaba o? Çünkü hatırladığım kadarıyla son konuşmalarımız sonunda hep kendimizi savaş meydanında bulduğumuz için inanamıyorum." demişti. Bunun üzerine Sandrino sabırla "Bu sefer öyle olmaz belki." diyerek onu yumuşatmaya çalışmış fakat Maddalena, içi gülen mavi gözlerine eve gelişleriyle mutlu olduğu yansıyan rahatlamış yüzüne bakmak dahi istemiyordu o an. Ne düşüneceğini hiç umursamadan azarlayıp yanından kovmuş ve yüzünü uçsuz bucaksız görünen yeşil bahçelere çevirmişti.

Natilda'nın önderliğinde eşyalarını odaya geri yerleştiren hizmetkârlar gittiğinde bile hala terasta tek başına oturmaya devam eden Maddalena ancak akşam yemeği vakti geldiğinde kalkmıştı yerinden.

Gergin olmamasına rağmen kıvrılarak alt kata ulaşan mermer merdivenden inip yemek odasına yöneldiğinde, hafif bir tebessümle yanına gelen kâhyaları akşam yemeğini arka bahçeye bakan taraçaya kurulduğunu söylediğinde bir anda gerilmişti. Muhafızların iki yanında nöbet tuttuğu kapılardan geçerken kısık gülüşmelerin sesini işitmişti. Başını çevirdiğinde nefesi kesildi. Lavinia, Cesare Virgilio, üç yaşındaki minik kızları Liliana, Rosia Panzio ve Sandrino gülümseyerek yemek masasının başında konuşuyorlardı.

Lavinia ağabeyinin koluna asılmış alay ediyor gibi bir tavırla o 'karımı kaybettim' halini görmek çok isterdim derken gözleri neşeyle parlıyordu. Sandrino ise huysuz bir tavırla onu üzerinden atmaya çalışırken çok mu komik? diye terslemişti. Buna karşılık ağabeyine biraz daha sokulan Lavinia evet senin aşk yüzünden madara olduğunu görmek, komik dediğinde bu kez onları izleyen Rosia Panzio dahi sesli bir şekilde gülmüştü.

Gülüşmeleri sırasında onu gördüklerinde hepsi bir toparlanma girişiminde bulunmuştu. Maddalena şaşkınlığını ve duyduğu tuhaf çekimserliği bastırmaya çalışarak, yüzüne gülümsemeden başka her şeye benzeyen bir yarım gülüş yerleştirip yanlarına gitti. Kendini izah edemeyeceği bir nedenle küçük, kırgın, içine kapanmış hissediyordu. İçinde tam olarak adını koyamadığı bir burukluk vardı, sıcak aile ortamını birbirlerine sevgiyle bakan insanları gördükçe sanki bu kırgınlığı daha da artmıştı.

"Maddalena. Biz de yemeğe geçmek için seni bekliyorduk. Hadi oturalım."

Rosia Panzio eliyle onları masaya davet etmişti. Sandrino, Lavinia'nın yanından ayrılıp yüzünde sıkılgan bir gülümsemeyle onun için bir sandalye çekmişti. Eğildiğinde dudakları, yerine oturan onun yanağını ve kulağını ürpermesine neden olacak kadar yaklaştırarak kısık sesle "Annem bizim için aile yemeği düzenlemek istedi." demişti. Herhangi bir şey söylemeyen Maddalena başını uzaklaştırdı. Onun ifadesiz yüzüne bakakalan Sandrino, kendi yerine otururken annesine dönerek "Yemeği buraya kurdurarak çok iyi yapmışsın anne. Bundan sonra akşam yemeklerini buraya yiyelim." demişti.

Arkasındaki bir hizmetkâr kadehine şarap doldururken Maddalena da yeşil gözlerini önündeki ziyafet sofrası üzerinde gezdiriyordu. Sanki bir şeyi kutluyor gibiydiler. Ateşte pişmiş kuzu ve sülün eti, turtalar, tatlılar, peynirler, içleri doldurulmuş hamur işleri.. masanın tam ortasına seramik vazonun içine beyaz güllerden oluşan hoş bir buket dahi yerleştirilmişti. Gözleri dolan Maddalena bakışlarını kaldırdığında, masadaki herkesin Sandrino ve onun için sevindiklerini hiç belli etmeden sıradan konulardan sohbet etmeye çalıştıklarını fark etti. Hepsinin ifadesinden artık bir ara gelmeyeceklerinden nasıl korktukları okunuyordu.

Farkında olmadan Maddalena'nın onları izleyen yeşil gözleri duygularının yüküyle dolu dolu olmuştu. Konuşmalar devam ederken elinden gelen sadece gözyaşlarına boğulmamak için çaba harcamaktı.

Bir aile sofrası. Aile.

Sandrino ondaki tuhaflığı sezmiş gibi sandalyesinde ona doğru dönerek elini sandalyesinin koluna koyup başını yana eğerek yüzüne baktı.

"Çok sessizsin. Maddalena?"

Gözlerinin dolduğunu fark ettiği an ses tonu değişip endişelenen Sandrino, saçlarını okşamak için elini uzattığında uzattığında Maddalena hızla kendini geri çekti. Zorla yutkunurken boğazına kadar gelen ve nefesini kesen hislerine engel olamıyordu. Haftalardır kaybettiğini düşündüğü aile softasında olmak onu kötü yapmıştı. Roma'daki evde yalnız başına kalmaya ve Sandrino'yu içinden silip atmak için verdiği savaşa devam etmesi gerekiyordu.

Tamamen yabancı hissettiği aileye doğru yavaşça döndüğünde içinden yükselen yalnız kalma isteğiyle aniden yerinden kalktı. Kalbi hızla atıyordu ama aynı zamanda nabzı yavaşlıyordu. Titreyen bir sesle konuştuğunda arkasını dönerek koşar adımlarla oradan uzaklaştı.

"Ben izninizi istiyorum. Kalamayacağım çünkü kendimi biraz hasta hissediyorum. Size afiyet olsun."

Bakışları Maddalena'nın şimdi boş olan sandalyesine kitlenmiş Sandrino kısa bir an herhangi bir tepki vermemişti. Ardından ailesini şaşkınlıklarıyla yalnız bırakarak ayağa kalktı ve günbatımının renklerine bürünmüş bahçeyi kucaklayan taş kemerlere doğru yürüdü. Kollarını göğsünde kavuşturarak önündeki büyüleyici manzara baktı ama aklı ve kalbi Maddalena'daydı. Bu hali göğsüne adeta cam gibi batmıştı.

"Bir oyuncağı yerine koyarsan yine oynamak istediğinde orada olacağını düşünüyorsun."

Yerinden kalkarak sessiz adımlarla yanına gelen Lavinia'nın söylediklerini duyduğundaysa hışımla bahçeye inip arkasına bakmadan çakıl yoldan geçip üzüm bağlarına giden sapağa dönerek gözden kayboldu.

**

Tepelerin ardından çıkan dolunay tüm parlaklığı ve durgunluğuyla gökyüzünde asılı duruyorken, kendini yorgun ve tükenmiş hissetmesine rağmen Madalena, yatak odalarındaki kemerli kapının önünde durmuş bahçeyi izliyordu. Açtığı kapılardan içeri dolan akşam esintisi buklelerini dalgalandırıyordu, sanki ruhu da uzaklara kapılıp gitmiş gibiydi. At arabasında Sandrino eve döneceklerini söylediği zaman içini çocuksu bir sevinç, özlem kaplamıştı. Yüreğinin bir yanı Sandretta topraklarındaki villayı çok özlemişti, burası hayatında evindeymiş hissini tattığı ilk yerdi. Fakat yolculuklarının sonunda tüm ihtişamıyla karşısında yükselen binayla yüzleştiğinde eve dönmüş olmanın sıcaklığını yaşayamamıştı. Orada geçirdiği gözyaşı, ıstırap, kalp kırıklığıyla boğulmuş gecenin hatırası hala boğazında bir düğümdü.

Maddalena mermer kemere yaslanmış, uyumaya hazırlanırken giydiği uçuk mavi ipek geceliğiyle dışarıyı izleyemeye devam ediyorken dairelerinin ana kapısı açılmıştı. Sandrino kapıyı arkasından sessizce kapattığında ağır adımlarıyla içeride dolanmaya başlamıştı. Maddalena üzerindeki ceketi çıkarıp her zamanki gibi şömine önündeki sandalyeye astığını parmaklarındaki yüzükleri ise alçak sehpaya bıraktığını duyabiliyordu. Bir müddet daha dairenin içinde dolaştığında yanına yaklaşıp boğazını temizleyerek dikkatini çekmeye çalışmıştı.

Bir zamanlar sevgi ve sıcakkanlılıkla gülen zümrüt yeşili gözleri saklamaya çalışmadığı mutsuz bir bakışla kısa bir an üzerine dönüp ardından tekrar bahçeye çevrildiğinde Sandrino'nun da yüzü asılmıştı. Maddalena böyle yaptıkça yaşadıklarının acısı yavaş yavaş içine oturuyordu. Tüm gün onunla aralarındaki eski sıcak samimi bağı yakalamaya çalışmış fakat Maddalena her defasında onu kendinden uzaklaştırmıştı.

İçini çekip önce odaya girdiğinde fark ettiği masada duran dokunulmamış yemek tepsisine sonrasında minik çenesini yukarı kaldırmış sabit bakılara karanlığı izleyen inatçı karısına bakmıştı. Natilda'dan gönderdiği akşam yemeğini tahmin ettiği gibi yememişti. O inat ettikçe Sandrino'nun da kafasında iki seçenek beliriyordu. Delice şeyler yapmayı seven tarafı, onun gibi neşeli içinde hala tatlı bir kız çocuğu yaşatan Maddalena'ya asla yakışmayan soğukluğu kırmak için zorla ağzına yemek tıkma ihtimali üzerine ciddi ciddi düşünürken mantıklı tarafıysa onu çok fazla zorlamaması gerektiğini söylüyordu.

"Seni neşesiz görmek üzüyor beni."

Sırtını mermer kemere yaslayıp ona dönmüş Sandrino'nun bu sözlerini duyan Maddalena kaba bir şekilde gülmüştü. Onun gibi kemere sırtını yaslayıp isteksizce yüzüne bakmıştı. Sonunda gözleri buluştuğunda eliyle odayı işaret edip konuştu.

"Odayı beğendin mi? Kırdıkların yerine yenileri gelmiş. Bir anda eski hali unutuluvermiş gibi olmuş. Sence de öyle değil mi?"

Maddalena'nın iğneleyici bir tonda söyledikleriyle Sandrino derin nefes alıp gösterdiği odaya şöyle bir bakmıştı. Dairelerinin içindeki değişliği fark etmişti elbette, bunun Maddalena üzerindeki etkisini tahmin edebiliyordu. Onu bu kırgın ruh halinden çıkarmak için uğraşıyordu fakat ne söylerse söylesin ters tepiyordu. Uzun süre orada durdu sonunda tekrar açıklamayı denedi.

"Tamam, bana öfkelisin biliyorum."

"Sana öfkeli değilim. Artık sana öfke bile duymuyorum."

"Bak ben o gün her şeyi öğrendiğimde kendimi kaybettim, çok öfkelendim. Senin üzerine gelmek en kolay çözümdü. Maddalena biz hiç seninle birlikte, kendimize ait bir zaman geçiremedik. Sadece av köşkünde kaldığımız dört gün bizdik sadece. Ailelerimiz, babamın cenazesi, yaşanan sıkıntılar, suikast, geçmişten gelen sorunlar, şapel bu karmaşanın içinde hiç konuşamadık seninle. Ancak yatak konuşmal-"

Maddalena onu dinlerken sanki daha fazlasını duymaya katlanamıyormuş gibi acı dolu, alaycı bir sesle homurdanmıştı. Bu tepkiyi beklemeyen Sandrino, duraksamıştı. Çatık kaşlarıyla onu süzüyordu, çehresi ciddeşmişti, onunla konuşmak istiyordu fakat Maddalena sesini dahi duymak istemiyordu. Huysuz bir tavırla ellerini göğsünde birleştirmiş ve sözcükleri uzatarak onunla alay etmişti.

"Biliyor musun? Umurumda değilsin."

Bu sözlerinden sonra yaslandığı kemerin altından çıkıp arkasına bakmadan Sandrino'dan uzaklaşmıştı. Fakat Sandrino kararlı bir tavırla arkasından geliyordu, ona seslenirken Maddalena tavrındaki olgun, anlayışlı yumuşaklığı hissetti. Kavga eder gibi ya da onu azarlar gibi konuşmuyordu, tartışma yaratmaya paye vermeyeceği belliydi. Fakat duraksamadı geceliğinin eteklerini savurarak yataklarının olduğu bölmeye ilerlemeye devam ediyordu.

"Beni dinle. O yaşadıklarımız.."

"Bırakır mısın kolumu? Şimdi söyleyeceğin hiçbir şey o gece ağzından çıkanları silmeye yetmeyecek Sandrino."

Sandrino onu dirseğinden yakalayıp kendine çekmek istediğinde Maddalena hızla kolunu geri çekti. Bu ani tepkisiyle keyfi iyicen kaçan Sandrino, ona dik dik bakarken homurdanıp aynı anda elini kendi saçlarının arasından geçirdi.

"Maddalena benimle konuşmak zorundasın."

Maddalena hırçın gibi bir tavırla çenesini yukarı kaldırıp Sandrino'ya döndü. Ses tonu alaycı hatta bir parça umursamaz olsa dahi içindeki öfkeyi bastıramıyordu.

"Senin istediğin zaman uzaklaşmam gözüne gözükmemem, istediğin zaman da seninle oturup konuşmam gerekiyor değil mi? Ne söyleyeyim istersin? Sen söyle ben tekrarlayayım. Nasıl olsa bütün dünya senin etrafında dönüyor değil mi? Bence sen ne yap biliyor musun? Kendine bir tane aptal her dediğini yapan metres tut, sabah akşam sen nasıl istersen öyle davransın. Beni de rahat bırak."

Söyledikleri karşısında Sandrino'nun başı öne düştü, Maddalena onun alt dudağını ısırırken taşan sabrını bastırmak için güldüğünü duydu. Fakat ne kadar üstüne giderse gitsin geri adım atmayacaktı.

"Bana ne yapmaya çalıştığını görüyorum beni yıldıramayacaksın."

"Şaşırdın değil mi? Her kıvılcımda koca bir yangın çıkartıp benim mi peşinden koşmamı bekliyorsun? Yok böyle bir dünya, artık senin peşinde koşan aptal gurursuz Maddalena yok."

Sandrino bu sözlerini duyunca şöyle söyleme diye çıkışmıştı. Onun daha fazla konuşmasına izin vermeden üzerine gidip tıpkı onun gibi yüzüne karşı çıkışmıştı.

"İçin nasıl soğuyacak? Rahatlaman için ne yapabilirim söyle yapacağım."

"Lucca'ya gönderebilirsin."

"Halanı mı özledin? O zaman onu buraya davet edebilirsin."

"Hayır."

"O zaman anlaşana kadar konuşalım gerekirse, şu gurursuz saçmalığından kurtulana kadar çarpışalım. İster misin?."

"Biz mi anlaşacağız seninle? Sandrino seninle anlaşılmaz."

"Çok sığ bir bakış açısı. Sen şuna anlaşmak istemiyorum desene."

Sandrino sığ bir bakış açısı dediğinde Maddalena sinirle kıkırdayıp, gülmeye başlamıştı. Elmacık kemikleri sinirden pembeleşmiş, zümrüt taşı gibi parlayan yeşil gözleri sinirle çakmak çakmak olmuştu. Ona dik dik bakarken gerileyip aralarına mesafe koymuştu.

"Hayır. Üstünde gezdiğim bulutlardan yere çakıldım. Artık senin gelgitli oyunlarına dahil olmak istemiyorum diyorum."

Sandrino'nun mavi gözleri vahşi bir ifadeyle parlayıp söner gibi oldu ve yüzü, acı çekiyormuş gibi gerildi. Başını tavana dikip sessiz bir küfür etti. Ona doğru yürümeye başlamıştı, Maddalena daha ne olduğunu anlamadan aralarındaki mesafeyi kolayca aşıp iki yüzünü ellerinin arasına aldı ve eğilip gözleriyle aynı seviyeye geldi. Düzensiz nefeslerini yüzünde hissederken, ürkütücü, insanı mahveden bir sesle gözlerinin içine bakarak konuştuğunda Maddalena'nın içi titredi.

"Ben bu dünyada en fazla sana değer veriyorum, senin için her şeyi yaparım. Yakarım her şeyi, dün seni kaybediyordum ben! Bunun farkında mısın, dün oradan dönemeyebilirdin! Şapel, vali hiçbiri sikimde değil. Anladın mı?! O kalın kafanın için bunları nasıl sokarım bilmiyorum ama durum bu! Ben dün seni kaybetmekten çok korktum aptal kadın!"

"Sen de şunu anla; ben o yalnız kaldığım haftalarda seni sildim Sandrino Panzio. Sen de bunu bil. Arkandan döktüğüm gözyaşlarıyla seni de içimden silip attım. O nedenle artık senin bu şekeri elinden alınmış çocuk gibi dırdırlarını dinleyerek zamanımı geçirmek istemiyorum. Uyuyacağım ben."

Maddalena sözlerinin sonuna geldiğinde, daha fazla konuşmasına izin vermeden yüzündeki ellerini ittirdi. Uzun saçlarını hırsla arkasına atarak yataklarına yürümeye başlamıştı. Gözlerini sıkıca kapatıp içine sabırlı olabilmek için derin bir nefes çeken Sandrino onu izlemek dışında herhangi bir tepki vermemişti. Maddalena kuşağını çözdüğü sabahlığını sırtından çıkarıp ayak ucundaki divana attığında yatağın çevresinde dolanmıştı. Kaldırdığı mavi örtünün altına girerek Sandrino'ya arkasını dönmüş ve gözlerini kapatmıştı.

Sandrino yatağın kenarına kadar gelip, orada durdu. Bir müddet sabırla gözlerini sıkı sıkıya kapatmış Maddalena'yı seyretti, ona yumuşak ve kibar davranmasına rağmen kendini bu kadar kapatmasına anlam veremiyordu. Usulca yaklaşıp, yatağa oturduğunda elini saçlarına uzatmıştı Sarı buklelerini usul usul okşamaya başladığında uyumadığını bilerek usul usul konuşmaya başlamıştı.

"Maddalena bu sen değilsin. Benim tanıdığım kadın bu kadar öfkeli anlayışsız, ters değil. Sana yaklaşmak istiyorum ama sürekli önüme duvar örüyorsun. Bu böyle olmaz, bana bir yol göster. Seni özledim, güler yüzlü Maddalena'yı özledim. Elimi geri çevirme."

Maddalena, Sandrino'nun o güzelim kibar sesini duyunca, uzandığı yerde kaslarının her biri kaskatı kesilmişti. Gözlerini usulca araladığında buz gibi bir sesle karşısındaki boşluğa bakarak konuşmuş ve kolunda duran eline aldırmadan kendini yana kaydırıp yatak örtüsünü çenesine kadar çekmişti.

"Çok yorgunum Sandrino, uyumaya ihtiyacım var. Mümkünse yalnız."

Sandrino'nun yüzü, bir tokat yemiş gibi bembeyaz olmuştu. Birkaç dakika onu izlemiş sonrasında yataktan kalkarak dairelerinden çıkmıştı.

**

Sandrino kasvetli bir ruh haliyle mermer merdivenleri indiğinde doğrudan çalışma odasına yönelmişti. Açtığı kapılarda içeri girdiğinde, mum ışığında altın gibi parlayan odanın içinde ilerleyip içi boş mermer şömine önünde durmuştu. Göğsüne düğümlenmiş olan yumruyu itelemek ister gibi yutkundu ama başaramadı. İki elinin şömine rafına dayadığında mavi gözlerini boş şömineye indirerek, gözünün önünden gitmeyen yaprakları solmuş güneşi unutmuş kırgın güzel için duyduğu ağır vicdan yüküne dayanmaya çalıştı.

Bir müddet sonra, açık bıraktığı kapılardan Rosia Panzio içeri süzülmüştü. Şömine önünde duran oğlunun mum ışıklarıyla dalgalan deniz mavisi gözleri derinlere dalmış, geniş omuzları çökmüştü; duruşu hiç olmadığı kadar kasvetliydi. Parlak bağların yana sarktığı beyaz gömleği kırışıktı, asi sarı tutamları çocukluğundaki gibi alnına düşmüştü. Rosia Panzio oğlunu izleyerek yürürken içeri girdiğinin henüz farkına varan Sandrino, bakışlarını üzerine çevirmişti. Rosia Panzio içeriye hâkim olan derin sessizliği bozmaya gönüllü değildi, yaklaşıp önündeki kakmalı geniş sandalyeye oturmuştu. Yaşlı bedenini saran ağır elbisesinin eteklerini bir kraliçe edasıyla düzeltirken oğlunun onu izlediğini biliyor fakat sessizliğini koruyordu.

Sandrino, annesinin onu sessizlikle terbiye ettiğini konuşmasını beklediğini bilerek iç çekmiş ve karşı hamle yapmak için kendine ve annesine şarap ikram etmek için raflara yönelmişti. Ona üstünlüğünü hissettirdiği böyle anlarda, şapelin hamiliğini elinden alınmasına ve karısını pis işlerine dâhil ederek masumiyetini bozmasına rağmen hala karşısında nasıl bu kadar haklı durabildiğine inanamıyordu. Kızmak istiyor ama her defasında ihtişamına, vakur duruşuna daha çok hayran kalıyordu. Annesine olan hayranlığı o kadar derindi ki kaynağını belirlemesi çok zordu.

Buz mavisi bakışlarını sırtında hissediyordu ama bunu umursamadan kadehleri kendi özel şarabıyla doldurmuştu. Eline aldığı iki kadehten birini annesinin yanındaki alçak sehpaya bıraktığında tekrar şömine karşısına geçmişti.  Sessizlik bir müddet daha devam etmişti, Sandrino şarabının tamamını içtikten sonra şömine rafına yasladığı kolunu çekip doğrulmuştu. Annesinin üzerine çevirdiği bakışları, yanında dokunulmamış kadehe takılmıştı.

"Görünüşe göre sen de içkimin hayranı değilmişsin. Oysaki ihanetle iyi gider diye düşünmüştüm."

Dul Düşes Rosia Panzio, nihayet konuşmaya karar verdiğinde sesi bir zamanlar kocasına ait olan çalışma odasında bir kırbaç gibi şakladı.

"Devam eden kayıtsızlığın da hayranı değilim Sandrino!"

Bu sözlerini duyan Sandrino kadehini doldurmak için tekrar raflara yönelirken dudaklarını elinde olmadan dudakları belirsiz bir gülümsemeyle kıvrıldı ama kıvrımına üzgün bir ifade oturmuştu.

"İnan bana kayıtsız değilim."

Rosia Panzio sözlerini alaycılığını bir parçası olarak kabul etmişti. İçini çekerek, uzun parmaklarını oturduğu sandalyenin oval biçimli tokmağına yaslayıp ona doğru dönmüştü. Oğlunun evliliğini bu kadar hafife almasından rahatsızdı. Güçlü olmaları gereken bir zamanda ailelerinin parçalanışı izlemekten bıkmıştı artık.

"Sen tam insanın kanını kurutacak bir adamsın. Tanrı o genç kıza sabır versin. O kız ne yaptıysa seni sevdiği için yaptı. Tamam benim de beklediğim gibi uysal, ağırbaşlı bir gelin değil, aklı kurnazlığa iyi çalışıyor hatta biraz da sinsi ama gözü senden başka bir şeyi de görmüyor."

"Onun mu gözü benden başka bir şeyi görmüyor? Yapma bence artık beni sevmiyor bile."

"Aşk öyle hemen içinden atabileceğin bir şey değildir."

Annesinin sesinden bu sözleri duyduğunda Sandino'nun kaşları havaya kalktı, şaşkınlıkla gülmüştü. Buyurgan Görkemli Hanım olarak ün salmış Rosia Panzio'nun aşk gibi kavramlar hakkında konuştuğu pek sık rastlanan bir durum değildi.

"Rosia Panzio? Siz aşk hakkında konuşur musunuz ki?"

Rosia Panzio bu soru üzerine vakur bir bakış atıp, dudağını kıvırdı. Şöminenin yanındaki, üçlü şamdanın ışığı yüzüne vuruyordu; insanın içine işleyen hasımlarına korku salan keskin mavi gözleri, soylu burnu, pürüzsüz altın sarısı teni ona yakışan bir kibirle ışıldıyordu.

"İlkelerim demir kadar soğuk ama kalbim değil."

Biliyorum hayatım diye mırıldanan yanında durduğu annesinin elini usulca avucunun içine alıp, üzerine sevgi dolu bir öpücük bırakmıştı. Annesinin karşısındaki koltuğa çökerken, gözlerini kısmış düşünmeye başlamıştı. Onu izleyen Rosia Panzio ise biraz sonra kısık bir sesle konuşmuştu.

"Yaşadıklarınızın acısı içinize yavaş yavaş oturuyor. Düzelecektir, o sadece seni kaybetmekten korkuyor."

Sandrino bu sözlerini duyduğunda o mu beni kaybetmekten korkuyor? diye homurdanmıştı.

"O mu beni kaybetmekten korkacak? Korktuğu falan yok onun, daha biraz önce onu Lucca'ya göndermemi istiyordu. Ben sana bir şey söyleyeyim mi, o kız hiçbir şeyden korkmaz. Bıraksam Lucca'ya yürüyerek gider, hayatı tehlikeye girer yine de Sandrino demez, ateşte yürür yanıyorum demez. Sen onun öyle güler yüzlü narin gözüktüğüne bakma deli cesareti vardır onda."

Onu dinlerken Rosia Panzio'nun yüzünde anlaşılmaz bir gülümseme belirmişti. Sandalyesinde öne doğru kayıp, ona yaklaştı. Konuşmaya başladığında sesi beklenmedik bir şekilde hüzünlenmişti.

"Yani gururlu diyorsun? Sandrino oğlum, Maddalena öyle bir anneye rağmen ayakta kalabilmek için çok çabalamış, çok zor zamanlardan geçerek büyümüş bir kız. Hayatında hiçbir şey ona senin gibi altın tepside sunulmamış. Seni ve ailemizi bulduğunda kendine bir yuva edindi, burayı evi olarak benimsedi. Kalbi çok temiz, şantaja uğradığı gün ona hazine dairesinin anahtarını verdiğim zaman bile içeriden bir parça altın dahi almayı düşünmeyecek kadar onurlu bir ruhu var. Sen şimdi onun Lucca'ya gitmek istediğine aldırma, bu kadar gururlu olmasının sebebi yaralarını belli etmemek için. Kimse onu ezmesin, yaralarından vurmasın, korkularını görmesin diye."

Sandrino gecenin ilerleyen vaktinde, tek başına karanlık merdivenlerden çıkarken oldukça sarsılmış durumdaydı ve göğüs kafesini sıkıştıran o histen bir türlü kurtulamamıştı. Annesinin sözleri, son haftalarda Maddalena'ya karşı takındığı acımasız tavırla birleşip, binlerce çekice dönüşerek beyninin dövüyordu.

Taş duvarlara asılmış şamdanların ışıkları geçtiği koridorda arkasından dalgalanırken, Maddalena şimdi, nişanlı oldukları dönemde topaklarında düzenlenen piknikteki haliyle gözlerinin önündeydi. İnce bedenini sıkıca saran menekşe rengi kadife elbisesinin içinde cesur, güzel, baştan çıkarıcı... gerçek olmayacak kadar eşsizdi. Karşısında, kırpıştırdığı uzun kirpikleriyle cilveli bir tavır takınmış onunla şakalaşıyordu. Sandrino onun hayal kırıklıklarını arkasına gizlediği alaycı sözlerini yeniden duyar gibi oldu. "Bir sonraki planım da seni kendime aşık etmek. bakmışsın beni seviyorsun ve evlenmek isteyen sensin."

Biraz sonra ise, ormanda yürüyüş yaparken büyük bir cesaretle hayat dolu, konuşkan kızın ardındaki trajediyi ona açmıştı; "Benim zaten tüm hayatım belirsizliklerle geçti. Ben artık bilmek istiyorum; evimi, ailemi, hayatımı, sevgimi bilmek istiyorum. Güvenebilmek istiyorum, şüphe duymadan korkmadan güvenebilmek istiyorum. Kalbimi yormayan birine denk gelirim diye yaşıyorum ben. Yaşadığım hayatta rahat olmak istiyorum. Bu belirsizlik beni öldürüyor."

Sandrino dairelerinin kapısına gelmişti. Kapının koluna elini koyarken içindeki sıkıntıyla derin bir nefes aldı, sessizce içeri girdi. Maddalena yataklarında hafifçe yana dönmüş bir halde sırtüstü uyuyordu. Dairelerinin içinde ağır adımlarıyla ilerlerken, bakışlarını gezdirdiği aynı odada, Maddalena evlendikleri geceki sarhoş haliyle gözlerinin önünde belirmişti.

Gördüğü ilk andan beri içine işleyen, afallatan zümrüt yeşili gözleriyle onun gözlerinin içine bakarken yavaşça elini kaldırıp, avucunu yanağına yaslamıştı. Sandrino kollarındaki kadının ruhuna yakıcı tutkusuna hayrandı, onu kendi göğsüne hapsetmek, doyasına içine çekmek istiyordu. İçtiği şaraplar yüzünden kontrolsüzce gülümseyip kıkırdarken bir anda ciddileşip yukarı kaldırdığı elini yavaşça göğsüne yaklaştırmış, gömleğinin açık yakasını geçerek avucunu çıplak göğsüne, kalbinin tam üzerine yaslamıştı. Sonra onu ciddi anlamda sarsan o sözleri söylemişti; "Beni hep hırpalayıp kışkırttın Sandrino. Madem öyle bende seni hırpalamak, kışkırtmak istiyorum. Burayı istiyorum, gerekirse kalbini çıkarıp avucuma vereceksin. Sana çok kötü bir haberim var, bana âşık olacaksın."

Bunun üzerine gülümseyerek ona sokulan Sandrino "Merak ediyorum, şimdi senin kalbini çıkarıp baksak beni bulur muyuz?" dediğinde "Benim kalbim yalnızca bana ait." diyecek kadar gururluydu. Sandrino, Maddalena'nın bir türlü hatırlayamadığı o gecenin her anını çok iyi hatırlıyordu, her anı mıh gibi kazınmıştı zihnine.

Üzerindeki gömleği çıkartıp Maddalena'nın divanın üzerindeki sahanlığının üzerine bıraktığında geniş pencerelere yönelmişti. Dolunayın aydınlattığı uçsuz bucaksız görünen Panzio bahçelerine şöyle bir göz atıp brokar perdeleri iki ucundan tutup kapatmıştı. Arkasını döndüğünde dairelerinin öbür ucuna doğru yürümüş, yataklarının bulunulduğu kürsünün kenarında durup yatağın içinde uyuyan karısına dikmişti gözünü. Sandrino loş mum ışıklarında genç kadının güzel yüzündeki huzuru, masumiyeti görüyordu şimdi. Altın sarısı saçları ipek yastığına dağılmışken, altın tozu serpilmiş gibi parlıyordu. Yastığının yanına düşen sol elinde evlilik yüzüklerini görmek tuhaf bir şekilde içini okşayan bir his uyandırıyordu. Sandrino onu izlerken sessizce çizmelerini ve pantolonunu çıkartmış ve dirseğini yaslayarak yatağa Maddalena'nın yanına uzanmıştı. Bir süre öylece uyuyan karısını izlemişti.

Tekrar geçmişe dalıp gitmişti. Haftalar önce şu an oldukları odada avaz avaz kavga ederken bir anda ağlayarak haykırdıklarını hatırladı. "Sen beni hiç sevmedin! Bana hep kurtulmak istediğin bir yükmüşüm gibi davrandın! Annenin verdiği bir cezaymışım gibi hep hor gördün, davranışlarınla şakalarınla istemediğini sevmediğini hep yüzüme vurdun. Bir kez olsun kalbimin kırıldığını, seni sevdiğimi görmedin. Sevgisizlikte terbiye etmeye çalıştın. Hep her an bırakıp gidecekmişsin gibi diken üzerinde hissettirdin. Seni kaybetmekten korkarak yaşatmamı istedin."

Onu uyandırmaktan çekinse de hayal kırıklıklarıyla örülmüş acı dolu sözler içine dert olup çıkmıştı, şefkatli bir hareketle Maddalena'nın yanağa düşmüş olan altın rengi bir tutam saçı geriye doğru iterken acı acı gülümsüyordu. Parmakları ipekler kadar yumuşak buklelerinin arasından usulca gezinmeye başlamış, her birini tek tek sevmişti. Kenara çektiği saçlarının ardından parmakları çıkık elmacık kemiklerinin ince hattında, hafifçe pembe olan yanaklarında, bir gün önce aldığı inci çiziğin kıyısında dolaşmıştı.

Şimdi Sandrino, De Benardi sarayında annesinin karşısındaki küçük kız çocuğuna dönüşen halini de hatırlıyordu. Annesinin ona söylediklerini, onu hırpalayıp tokat attığı anı, kardeşinin katili olarak suçladığını düşündükçe o kadını elleriyle parçalamak istiyordu. Onu oradan çıkarmak için elini tuttuğunda bir yaprak gibi nasıl da titrediğini ağlamamak için kendini nasıl sıktığını hatırladıkça içi burkuluyordu. Maddalena gururu yüzünden ona ailesi hakkındaki gerçeği hiç anlatmamıştı.

Çocukluğundan bu yaşına kadar, sevgisizlik, yok sayılma hatta nefretle cezalandırılışmış, hala yeme bozukluğu ile boğuşan bu cesur kızın şimdi tüm masumiyetiyle yatağında uyuyor oluşu Sandrino'nun içinde tatlı bir uyandırıyordu.

Yeni yollar aramaktan asla vazgeçmemiş, asla pes etmemiş, ayakta durmaktan yorulmamış, bir zamanlar ümidini yanına alıp Lucca'ya kadar gelmişti. iki hafta önce ona at arabasında, sanki son sözü söyler gibi öylesine ciddi, öylesine taş gibi donuk yüz ifadesiyle, dile getirdiği "Artık seni kaybetmekten korkmuyorum Sandrino." sözleri uzun zamandır yüreğine dert olup çıkmıştı.

Aylardır yaşadıkları kırık cam misali kalbini kanatırken, usulca yüzünü okşamaya devam etmişti. Hayatı boyunca başka bir teni istemeyeceğini biliyordu, fark etmeden her şeyi Maddalena olmuştu. Hayatını eline geçirmiş gibiydi, her yerde, aklında, kalbinde, iş sırasında..dönüp dolaşıp yine ona çekiliyordu. Haftalardır onsuz geçen her günü, her anı ne kadar da yavaş, ne kadar boğucuydu. Oysa ki Maddalena yanındayken günler yetmezdi, onsuz kalınca anlamıştı kökünün ne kadar da derine ulaştığını.

Sandrino kendine daha fazla hâkim olmayıp, bir elini yatağa yaslayarak üzerine eğilmişti. Diğer elini yanağına yasladığında dudaklarını yüzünde usul usul gezdirmeye başlamıştı. Önce sinirlendiğinde kırışan alnını, ömründe gördüğü en güzel bakan gözlerin saklı olduğu gözkapaklarını, sonra minik inatçı burnunu, kızdığında kıpkırmızı kesilen çocukluk çillerinin izlerini taşıyan elmacık kemiklerini en sonunda ise o sabah Maddalena'yı kaybetme korkusu ve kontrol edemediği bir tutku anında ısırıp hırpaladığı için hala kızarık olan dudağın üzerine minik öpücükler bırakmıştı.

Sandrino yüreğini kaplayan hislerle onu severken Maddalena uykusunda kıpırdanıp ne olduğunu anlamaya çalışmıştı. Evlilik yüzüğünü taşıdığı elini kaldırdığında, hala kapalı olan gözleriyle üzerine eğilmiş onu hissetmeye çalışırken mırıldanmıştı.

"Sandrino?"

Hala uyuyan Maddalena, aralamakta güçlü çektiği kirpiklerinin arasından sadece üzerindeki siluetini seçebilmişti. Fakat Sandrino hiçbir şey söylemeden, kaldırdığı elini tuttmuş ve onu kollarının arasına almıştı. Bir şeye yarayacağını bilse onu yataktan atardı, ne de olsa onunla aynı yatakta yatmak istemediğini açıkça dile getirmişti. Fakat çok uykusu vardı, uyku için yalvaran gözlerini aralamak dahi büyük bir güç harcamasına neden olurken yapabildiği tek şey güçsüz bilekleriyle onu ittirmeye çalışıp kısık seslerle homurdanmaktı. Sandrino ise tek kelime etmeden onu göğsüne çekmişti.

"Bırak beni."

Bunu söyleyen Maddalena'nın gözleri tekrar kapanmıştı. Tekrar uykuya dalmak üzere olduğunu hissediyordu, belki de hiç uyanmamıştı bile.

"Maddalena?"

"Hımm?"

"Kalbim zaten sana ait. O gün bile avucunun içindeydi."

Sesi çok sakindi, bu da uykunun kıyısında dolanan Maddalena'yı yumuşatmıştı. Onu biraz daha kendine çekerken göğsü sessiz gülüşüyle titriyordu. Karşı koymayı bıraktı, boşa bir çabaydı. Ayrıca ona sıkı sıkı dolanmış kolları ve kafasında hissettiği sıcak nefesi hoşuna gidiyordu. Uykunun esiri olmuştu, Maddalena da dalıp gitti. Yine de çok onu affetmeyecekti.

"Uyumaya devam et güzelim."

**

Bir sonraki gün, Maddalena uykulu gözlerini kırpıştırarak araladığında, geniş pencereleri örten kalın perdelerin kıvrımları arasından dairelerine sabah ışıklarının süzüldüğünü gördü. Bedeni uyuşuktu, üzerinde üzüntü ve hayal kırıklıklarından kaynaklanan bir kırgınlık vardı. Hala uykuya daldığı pozisyondaydı fakat bir farklılık vardı. Beline sarılan şey ince örtü değil Sandrino'nun kollarıydı ve havada sert alkol kokusuyla onun kendi kokusunun karışımından ortaya çıkan sert kokusu vardı. Düzenli nefeslerini ise kulağında hissediyordu.

Adamın yüzsüzlüğüne karşı sinirle gözlerini deviren Maddalena, kollarını parmak uçlarıyla usulca tutup vücudundan kaldırdı. Sandrino birkaç kez homurdandı, onu uyandırmamalıydı. Bir an önce ondan uzaklaşması gerekiyordu, daha fazla kollarında kalmak ona bu kadar yakın olmak istemiyordu. Hislerini kontrol etmeye çalıştığı şu günlerde, Sandrino ile sarmaş dolaş uyumak pek yardımcı olmuyordu dik duruşuna. Tam kurtulmak için ilerleme kaydettiğini düşünüyordu ki aniden kollarıyla onu iyice kavramıştı. Artık hiç hareket edemiyordu.

"Nereye?"

Sandrino bunu söylerken sesi uykulu geliyordu. Uyandığına göre sessizce kaçama planı suya düşen Maddalena artık ciddi bir çabayla kollarını kavrayıp üzerinden atmaya çalışıyordu.

"Sandrino bırak gitmek istiyorum."

"Beni yatakta yalnız başıma terk mi edecektin? Kalbim çok kırılırdı."

Kollarını üzerinden çekmeyen Sandrino, parmaklarıyla karnını gıdıklayıp onunla takılmıştı. Maddalena bunun üzerine başını kızgın bir şekilde omzuna yasladı, dirseğini karnına geçirip ona karşılık verdi. Dün gece ona açıkça onu istemediğini söylemişken beklediği ilk sabah tepkisi bu değildi.

"Sen de kalp var mı ki?"

Onun aksine uyku sersemliğinden muzdarip olmayan Sandrino bu atışmadan keyif alırcasına güldü. Maddalena dönüp bakma gerek duymadan o meşhur baştan çıkarıcı gülüşünü yüzünde olduğunu hissedebiliyordu. Dudaklarını yanağına doğru uzatıp tatlıca öptü. Bir anda tüm vücudu ürperen Maddalena, bu yakınlığı karşısında iyi hissedecek gibi olduysa da büyüsünün etkisi altına girmemesi gerektiğini biliyordu.

"Eğer olmadığına inansaydın, kalbimi sana vermemi istemezdin değil mi?"

Sandrino yeniden kulağının üzerinde konuşmaya başladığında, sesi az önceki şakacı tonunun yerine duygularını açıklamaya çalışırcasına boğuk ve hafif çıkıyordu.

"Demek ki bir kalbim var. Bence buradaki asıl soru nerede olduğu? Bende mi yoksa sen de mi? Ne dersin? Avucunu açıp içine bakalım mı?"

Maddalena boşluğa bakarak az önce duyduğu şeyin aptal bir şaka olduğuna dair bir işaret görmeye çalıştı. Yüreğindeki minicik ses ciddi olduğunu düşündü fakat sonra bu düşünceyi zihninden hemen uzaklaştırdı. Kayıtsız kalmak en iyi savunma biçimiydi. Onu biraz serbest bıraktığını hissetti. Bir anlık dalgınlığından faydalanıp kendini kurtarmak için bir hamle yapmaya çalıştı fakat daha kıpırdayamadan Sandrino onu bileklerinden yakalayıp yatağa sırtüstü yatırmıştı.

Bir erkeğe göre kusursuz hatlara sahip, göze hitap eden bir muntazamlıkta biçimlendirilmiş yakışıklı çehresiyle Sanrino Panzio ile yüz yüze gelmişti. Dağınık saçları ve kirli sakalı muhteşem görüntüsünün biraz olsun dahi bozmaya yetmiyordu. Kendine güveni muazzam seviyedeydi, bunu deniz mavisi ışıltılı gözlerinden okuyabiliyordu.

Tüm benliği kontrolü dışında ona tepki veriyordu. Nefessiz kalmıştı. Onun ne kadar çok kolay olduğumu düşündüğüne emindi. Aslında öyleydi de... Karşındaki o ise kontrollü, onu baştan çıkarmak için ne yapacağını bilen bir profesyoneldi. 

Onun zihinden geçen huzursuz düşüncelerden habersiz Sandrino, burnunu onun küçük burnuna sürterken usul usul konuşmaya devam etmişti.

"Biliyor musun? Bu sabah, haftalar sonra ilk kez çok dinlenmiş uyandım. Evdeyim, annem iyi, sen iyisin, diğer işleri de bir şekilde düzelteceğim. Tabi bir de seninle yatağımızda olmak, sarılarak uyumanın güzelliği de var."

Sözlerinin sonunda başını geriye çekerek, gözlerine uzun uzun baktı, sonra eğildi ve dudaklarını yumuşak bir şekilde öpmeye başladı. Diliyle daha aşağılara inmeden önce yavaş ve nazikçe dudaklarının tadını çıkarttı. Nazik Sandrino'yu çok ama çok seviyordu. Dün karşısında olan baskın adamdan çok farklıydı.

Fakat biraz sonra Maddalena başını birden yana çevirip, uzun kirpiklerinin kenarından iki damla gözyaşı akıp yastığına düşünce Sandrino dirseğinin üzerine doğrularak geri çekildi.

"Maddalena?"

Gözyaşlarını saklamak için gözlerini kapatan Maddalena, Sandrino'nun elini iterek doğruldu. Gergin bir sesle, "Çok aptalım değil mi?" dedi.

Büyük bir pişmanlık içindeydi. Defalarca olduğu gibi yine büyüsünün etkisi altına girmişti. Sandrino onu saran kollarını gevşetince, hemen yataktan fırladı. Ona arkasını dönerek koşar adımlarla giyinme odasına girdi. Arkasında, yüzü gergin, alnındaki çizgi her zamankinden daha derin ve mavi gözleri incinmişe benzer bir bakışla donup kalmış Sandrino bırakmıştı.

Kahvaltıya katıldığında Maddalena, Cesare Virgilio'ya limana giren bir gemideki mallarının başına gitmesi gerektiğine dair bir mektup geldiğini ve şehirde olmayacağı birkaç günde Lavinia'nın küçük kızıyla birlikte onlarda kalacağını öğrenmişti. Kadının orada oluşu Maddalena'nın içine düştüğü kasvetli ruh halini hatırı sayılır ölçüde değiştirmişti. Evlerine döndükleri ilk günü dairelerine kapanarak geçirmiş Maddalena, önündeki birkaç günü daha bu şekilde kapalı kapılar ardına saklanıp, vaktini terasta dışarıyı seyrederek geçirmeyi düşlüyordu. Kimseye rol yapacak gücü kendinde bulamadığı için en doğrusu buydu. Gururu fazlasıyla zedelenmişti, ve de kalbi... Hayatla er geç yüzleşmesi gerekeceğini biliyordu ama kendinde ayağa kalkacak o gücü ne zaman bulacağını gerçekten bilemiyordu. Belki de hiç bulamazdı.

Kollarında aniden ağlamaya başladığı o sabahtan beri Sandrino'yu açıkça görmezden geliyor, onu silmesinin hiç de zor olmadığını ve artık dile getirdiği gibi evlilikleri için kılını dahi kıpırdatmayacağını konusunda ne kadar kararlı olduğunu gösteriyordu. Kimseyle çok fazla konuşmuyor, yemeklerde aileyle aynı masada oturuyor ama günü büyük kısmını dairelerinde geçiriyordu. Odasında küçük bir mektup yığını oluşmuştu fakat Agnesia Halasından gelenler dışında hiçbiriyle ilgilenmemişti. De Benardi Villasından gelen birkaç mektubu ise gördüğü ilk anda parçalara ayırıp atmıştı.

Sandrino ise sanki hiçbir şey olmamış gibi işlerini sürdürüyor, çalışma odasında toplantılar yapıyor, onu yakaladığı anlarda samimiyetle koluna takıp Düşes Panzio olarak dostlarına taktim ediyordu. Halen kendinden emin, özgüveni yüksek haliyle onunla atışmaya devam ediyordu ama son reddedilişinden sonra daha suskun ve mesafeliydi. Onun bu haline tanık olmanın onu üzdüğünü söylüyordu fakat ona karşı tüm kapılarını sıkı sıkıya kapatmış Maddalena bu tatlı sözlerinin palavra olduğuna inanıyordu.

İkinci gün, Lavinia'nın bahçeye inip temiz hava alması yolundaki ısrarları olmasa Maddalena içine düştüğü karanlık çukurda kalmaya devam ederdi. Birlikte arazinin sonunda batı tarafına yakın, üzüm bağlarıyla ilgilenen çiftin kır evini ziyaret etmişler, tatlı tatlı esen akşamüzeri meltemi saçlarını havalandırırken dönüş yolunu uzatarak yürüyüş yapmışlardı.

Bir sonraki gün, tüm villayı ve içindekileri esir alan Panzio Dükü ve Düşesinin günlerdir süren aralarındaki sürtüşmelerden kaynaklanan gerilim nihayet büyük bir güçle patlayıvermişti. Sandrino'nun kıdemli tanıdıklarını araya sokarak getirttiği özel hekim Panzio Villasına giriş yapmıştı. Üzerinde koyu renkli bir tunik olan uzun boylu orta yaşlı bir beyefendi, çevik adımlarla merdivenleri tırmanıp kâhyalarına gelişini haber vermesini istemişti. Sol elinde büyük deri bir çanta taşıyordu. Rosia Panzio'ya reverans yapıp "Ben Hekim Mattia, Dük Panzio'nun davetiyle Venedik'ten geldim. Düşes Panzio ile görüşmem bildirildi." demişti.

O gün Sandrino ile Maddalen'nın arasında şiddetli bir tartışma daha yaşanmıştı. Hekime muayene olmayı reddeden Maddalena, kendini dairelerine kapatırken İtalya yarımadasının en iyi ve ücreti oldukça pahalı olan hekimini çalışma odasında bekletmek durumunda kalan Sandrino, çocukça davranan karısının dilinden anlayan tek kişi olan Natilda'yı kenara çekip "Maddalena kabul etse de etmese de gerçek şu ki; hasta. Yediklerini çıkarması basit bir şey değil. Şimdi gidip söyle ona; öyle ya da böyle hekime muayene olacak. Gerekirse tekrar yukarı çıkıp muayene sırasında onu bizzat zapt etmekten çekinmeyeceğimi iyice anlat." diyerek çıkışmıştı.

Maddalena sonunda adamı görmeyi ne kadar reddederse bu işkencenin o kadar uzayacağını kavrayıp, pes etmiş ve Sandrino'nun tehditkâr bakışları altında muayene olmuştu.

O gece aynı yatakta bu kez sırt sırta uyumuşlardı. Bundan sonraki günlerde, Maddalena kendini Sandrino'dan korumak için aralarına ördüğü duvara tutunmaya devam etti. İçine kapanık, kasvetli ruh halini onu esir almıştı. Fakat Sandrino belki de tanıştıklarından beri ilk kez üzerine bu kadar çok titriyordu. Hekim yüzünden kavga ettikleri gece elinde bir buketle yanına gitmiş, huyuna giderse muayene olurken sinirden kaskatı kesilen Maddalena'nın yumuşayacağını düşünmüştü. Çiçekleri inatla yüzüne karşı tutup onunla şakalaşırken, yarın sabah ona bir at hediye etmek istediğini ve birlikte kasabaya inmeyi teklif etmişti. Fakat onu bile isteye kendinden uzaklaştırmak için geliştirdiği ters, alaycı maskesini kuşanan Maddalena çiçeklerini kabul etse dahi beklediği gibi yumuşamamıştı.

Bir sonraki gün ise Sandrino onu neşelendirmek inadını kırmak için bahane buldu. Maddalena kahvaltının ardından dairelerine çekilmiş, terasta otururken yanına gelmişti. Elinde tuttuğu kahverengi bir çiftçi şapkasını havada sallarken "Ben birazdan aşağıdaki üzüm bağlarına ineceğim. Peki siz Düşes Hazretleri, bu odada pineklemeye devam mı edeceksiniz yoksa sorumluluklarının bilincinde bir Düşes olarak benimle gelip işlerin nasıl yürüdüğüne bakmak ister misiniz?" demişti. Ustalıkla seçtiği sözleri teklif değil, bir meydan okuma izlenimi bırakmıştı.

O sırada yüzünü gökyüzüne çevirmiş, masmavi gökyüzüne bir pamuk yığını gibi serpiştirilmiş bulutları izleyen Madddalena buna kayıtsız kalamamıştı. Bakışlarını üzerine çevirip dudağını büzerek "İşçilerle birlikte üzüm mü toplayacağım?" diye terslemişti onu.

Bunun üzerine Sandrino sırıtarak, onu kışkırtmak adına "Neden olmasın? Eğer gün sonunda performansından memnun kalırsam iki misli yevmiye bile veririm." diyerek takılmıştı. Ona bakarken yeşil gözleri sinirle kısılmış Maddalena "Kalsın istemem." demiş ve bakışlarını öteye çevirmişti ki Sandrino, elini önündeki taş mermere yaslayıp aniden üzerine eğilmiş ve "O zaman kuytu köşelerde başka yaramazlıklar yaparız." diye fısıldarken gözleri gözleri ateşli ve arsızdı. Ona bakarken içi titreyen Maddalena'nın dudaklarından sert bir soluk çıkmıştı. Gözlerini devirirken "Çok beklersin." diyerek kestirip atmıştı.

Doğrusu Sandrino'yu kışkırtmak öyle çok hoşuna gidiyordu ki böyle anlarsa aslında içten içe zevkten kıvranıyordu. Farkına varmadan son birkaç gündür kışkırtıcı bir duruş sergilemeye başlamıştı, Uzun kirpiklerini kırpıştırarak ona büyük bir zevkle, uzun uzun bakıyor sonrasında tam yakınlaşacaklarına inandığı anda tersleyip arkasını dönüyordu. Her defasında umut ettiği tepkiyi almak, hoşuna gidiyor gururunu okşuyordu.

Aynı anlarda onun ifadesiz duruşunun altında ne yattığını kestiremeyen Sandrino ise, homurdanarak isyan etmişti. "Burada emeği görülmeyen biri varsa o benim. Biraz olsun ilgiyi, şefkati, belki bir buseyi hak ediyor olmalıyım. Sonuçta burada ailemin, doğmamış çocuklarımın geleceği için uğraşıyorum." Bu tuhaf sözlerden sonra Sandrino elindeki şapkayı esen meltemle uçuşan sarı saçlarının üzerine yerleştirmiş ve üzüm bağlarına gitmek üzere terastan ayrılmıştı.

Biraz sonra, rahatsızlanan bir atı kontrol etmek için ahıra uğramış Sandrino, ahırlardan henüz çıkmışken Maddalena kehribar rengi bir binici elbisesi içinde koluna taktığı Lavinia ile üzüm bağlarının olduğu yöne doğru yürüyordu.

Bunu takip eden bir sonraki gün, Maddalena kendini çok daha iyi hissediyordu. İçine kapanık ruh hali Lavinia'nın dost canlısı tavırlarına iyi gelmişti. Öğle sıcağı yerini hafif bir akşamüzeri esintisine bıraktığında Lavinia ile birlikte limon ağaçlarının olduğu bahçeye serilmiş açık mavi yer örtüsünün üzerine oturmuşlardı.

Birkaç gündür Lavinia'da bir tuhaflık seziyordu fakat kendiyle öylesine meşguldü ki yeterince üzerinde duramamıştı. Maddalena bir kez daha ona bakışında garip bir şeyler sezdi. En son kahvaltıda ağabeyine bakarken gülen bakışlarını fark ettiğinde aynı duyguyla huzursuz olmuştu. Önceleri ağabeyine davranı biçimi yüzünden onu kınadığını düşünmüştü fakat bakışlarında daha farklı bir şey görüyordu.

Daha fazla dayanamayan Maddalena, köşede bekleyen hizmetkârları gönderip neden garip davrandığını sordu. O henüz sözlerini sonuna gelemeden Lavinia kıkırdayarak dökülmüştü.

"Herkes, Sandrino Panzio karısını kaybetmiş diye konuşuyormuş. Ağabeyim çevresinde alay konusu olmuş."

Maddalena duyduklarına bir anlam verememişti, Lavinia'nın koluna uzanıp daha fazlasını anlatması için çekiştirmişti.

"Nasıl?"

Lavinia bastıramadığı gülüşüyle anlatmaya devam etmişti.

"Sandrino, Andreani ve Cesare tüm gece hem kendi muhafızları hem de papalığın gönderdiği şehir muhafızlarıyla kapı kapı bizi aramışlar. O sırada yanlarında haberi alıp gelen dostları da varmış, herkes Sandrino'nun öfkeden kendini kaybettiğini gecenin bir yarısı sokaklarda karım nerede diye kükreyerek, önüne çıkan birkaç adamı hırpaladığına, muhafızlardan birini dövdüğüne şahit olmuş."

"Fakat, yanında Andreani ve Cesare'de varmış. Sadece ben kaybolmamıştım ki."

Maddalena yüzüne gelen saçlarını şaşkın bir hareketle geri iterken şaşkınlıkla durumu anlmaya çalışıyordu. Lavinia ise Natilda'nın biraz önce getirdiği iştah açıcı çayı içmesi için işaret edince, Maddalena gümüş kadehi eline alıp dudaklarına götürdü. Lavinia onun gibi gül çayına uzanırken keyifle açıklamaya başladı.

"Tüm İtalya Andreani Ludovico'nun öfkeli bir adam olduğunu zaten biliyor. Maalesef ki Sandrino Panzio'nun nasıl bilindiği malum. Karım nerede diyerek etrafa saldırması, Andreani ve arkadaşlarını dahi şaşırtmış. Hatta bazı insanlar şimdiden korkunç dedikodular yapmaya başlamış, bazıları senin ondan kaçtığını bile konuşuyorlar. Sandrino Panzio karısını elinden kaçırdı ya da karısını kaybetti diye anlatıyorlarmış. Tabi bir de..."

Heyecanla anlatan Lavinia, bir anda hüzünle içini çekerek sözlerini yarıda bırakmıştı. Maddalena kendini çok tedirgin hissederek bilediğini çekiştirip devamını da öğrenmek istediğini söylemişti.

"Ne? Ne oldu?"

"Ercole Nicoletta'ya gittiğini de herkes biliyor, adamı yere devirip birkaç yumruk atmış. Fakat Ercole Nicoletta'da senin onun evine sığınmış olabileceğin hakkında birkaç alaycı söz dillendirmiş. Orada kendini kaybettiği söyleniyor. Adam sonrasında valiye Sandrino ona saldırdığı için şikâyette bulunmuş."

Bunu söyledikten sonra Lavinia, saçlarını tekrar şöyle bir savurmuştu. Sözlerini ağabeyinin düştüğü bu durumla eğlendiğini belirten heyecanlı bir sesle sürdürmüştü.

"Fakat durumun komik tarafı; Sandrino Panzio gecenin bir yarısı divane aşıklar gibi karısını aramış oluşu. Eski ünlü çapkın karım karım diye etrafta dolanıyor diyen de var, karısını elinden kaçırdı diyen de. Ki ben ilk olanı daha çok sevdim."

Lavinia'nın şakacı bir sesle söyledikleri karşısında Maddalena kıkırdamaya başlayan Maddalena'nın çay boğazına kaçtı. Gülerken boğulacak gibi olmuştu. Lavinia'nın söyledikleri hoşuna gitmiş olsa da ona göre durumun acınası tarafı daha ağır basıyordu. Ayrıca deli divana aşık benzetmesi Sandrino Panzio gibi bir adama söylendiğinde kulağa oldukça absürt geliyordu. Maddalena ağlamakla gülmek arasında bir yerde sıkışıp kalmıştı.

"Böyle saçma şeyler konuşulacağı aklımdan bile geçmedi."

"Ama konuşuyorlar. Hem de üzerine katarak anlatır olmuşlar. Fakat endişelenme kimse seni yargılamıyor, tüm yorumlar ağabeyimin üzerine dönüyor."

Tam o sırada yanlarına ulaşan Sandrino kelimelerin üzerine basa basa "Çok mu eğleniyorsun Lavinia?!" diyerek kız kardeşini azarlamıştı. Hizmetkarlardan birinin uzattığı kadehini eline almış ve Maddalena tam yanına yerleşmişti.

Maddalena kıkırdamasını bastırmaya çalışırken kıpkırmızı olmuştu. Zümrüt yeşili gözlerini hemen dibine oturmuş Sandrino'ya çevirdi, hafif esen meltem sarı saçlarını saçlarını dağıtıyordu. Kız kardeşine ters bakışlar atarken birkaç kez daha söylenmişti. Maddalena hem şaşırmış hem de eğlenmişti. Sandrino ve Lavinia'nın incelikten yoksun bir anlaşma biçimlerini olduğunu artık kabullenmişti. Ağabey kardeş birbirleriyle atışmaktan çok keyif alıyorlardı. Maddalena böyle düşünürken Sandrino, bir bacağını yana uzatarak elini arkaya yasladığında örtünün üzerinde yarı yarıya uzanmıştı. Ardından kız kardeşinin üzerinden ayırdı bakışlarını onun yüzüne çevirmişti.

"Sayende alay konusu oldum herkese."

Sandrino gümüş kase içindeki yarıya ölünmüş narlara uzanırken hala huysuz bir şekilde homurdanmaya başladığında, cevap vermek için ağzını açmış Maddalena vazgeçmişti. Biraz önce bitirdiği toplantıda arkadaşları onunla dalga geçtiği için asabı bozuktu. Avucunda topladığı küçük nar tanelerini ağzına attığında yüzünü buruşturdu. Her nereden geldiyse hayatında tattığı en ekşi narlardı. İçinden sinirle arkadaşlarına söverken bir avuç daha alıp keskin tada alışmaya çalıştı.

Maddalena yanında oturan Sandrino'nun ekşittiği yüzünü izlerken gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Tepesinin bir şeye attığı çok belliydi, içinden acaba aynı konu mu diye düşündü. Gerçekten kayboluşu ünlü çapkının itibarını sarsmış olabilir miydi? Aslında her şey Lavinia'nın anlattığı gibiyse bundan çok keyif alırdı. Onu izlerken artık kendi de yüzünü ekşitmeye başlamıştı, sonunda dayanamayıp elini uzatıp bırakmasını önermişti.

"O narlar çok ekşi, rahatsız etmesin."

Bu sözlerini duyduğunda Sandrino, elindeki narları örtünün üzerine atıp tek nefeste doğrularak hışımla ona dönmüştü.

"Etsin Maddalena, Rahatsız etsin. Sanki umurunda. Biraz önce kalabalık bir arkadaş grubuyla iş toplantısı yapıyordum. Bil bakalım başlamadan önce bana ne sordular? 'Karını bulabildin mi Sandrino ?' Herkese madara oldum."

Maddalena gözlerini devirip elindeki kadehi örtünün üzerindeki gümüş tepsiye bıraktığında, yanındaki Sandrino'ya döndü. Yüzünde beliren ukala, etkileyici bir bir ifadeyle karşılık verdi.

"Oraya buraya karım nerede diye bağıracağına keşke bana birkaç güzel söz söyleseydin gönlümü alsaydın da beni Roma'da yalnız yaşamak zorunda bırakmasaydın. O zaman iş bu hallere hiç gelmezdi sevgili Sandrino Panzio."

İkilinin atışmasına şahit olduğu için sevinçten dört köşe olan Lavinia, bir kahkaha atmamak için çaba harcarken bastırmaya çalıştığı kıkırtıları Sandrino'nun asabını daha çok bozuyordu. Kardeşine ters bir bakış atıp tekrar yanındaki Maddalena'ya dönmüştü.

"Sevgili Maddalena Panzio, ben sana güzel söz söylüyorum ama sen duymuyor musun ki? Bazen öyle açıkça dile getirilmez aşk. Seviyoruz tabi ki, daha ne yapacağız anlamadım ben. Çiçek aldık, at hediye ettik, Roma'yı ayağa kaldırdık, herkese madara bile olduk. Kızım seviyoruz işte, seni seviyorum. Koca koca yazdırıp duvara mı astırayım, istersen üzerime kazıttırayım, o zaman belki senin o inatçı kafan alır. İster misin kazıttırayım mı tenime?!"

Sandrino konuştukça gözleri dehşetle büyümüş Maddalena, bir an bir an elini kaldırıp utançla dudakları üzerine kapatacak oldu. Lavinia'nın önünde bunları konuşuyor olmaktan kıpkırmızı kesilmiş, Sandrino'nun medeni cesaretine inanamamıştı. Ona ciddi bir bakış atıp susmasını söylese de Sandrino eline vurup onu uzaklaşırmış ve kızım seviyoruz işte, koca koca yazdırıp duvara mı astırayım, o inatçı kafan nasıl alır? Söyle yapacağım diyerek sözlerini sürdürmüştü.

Sözlerini bitirdiğinde Maddalena'nın içini hem garip bir sevinç kapladı hem de ona zorla bir şeyler söyletiyormuş gibi ağzında buruk bir tat kaldı. Can havliyle Sandrino'nun ona uzanan kollarını savurup, kendini kurtardığında ayağa fırladı.

"Hayatımda gördüğüm en romantik ilanı aşktı. Teşekkür ederim."

Maddalena bu kinayeleri sözlerinin ardından titreyen elleriyle eteklerini tutmuş ve hızlı adımlarla oradan uzaklaşmıştı. Limon bahçelerinden çıktığında biraz daha ilerleyip, sırtını geniş bir ağacın gövdesine yasladı. Şaşkınlık ve öfkeyle günün son renklerine bürünen bahçeye doğru içindeki dökecek gibi olduğunda ellerini dudaklarına bastırıp susturdu bu çığlığı.

Yazan; MirenaMartinell

Maddalena'nın içime sinen hiçbir gifi olmadığı için ben birkaç tane hazırladım. Bunlar en sevdiğim fotoğraflarından birkaçı, bakışlarındaki tatlı masumiyet benim içime dokunuyor. Hikayesini özenle dokuduğum bazen yazarken gözlerimin olduğu Maddalena'yı çok benimsemiş durumdayım, sanırım ömrüm boyunca bendeki yeri ayrı olacak 🤍

Bu çocuğun bendeki yeri ise çook başkaa  💘 Söyleyin lütfen böylesi birinden nefret edebilir misiniz? 😈 Bence edemezsiniz. Bu bölüm sevdiceğini etkilemek için verdiği uğraşlar bence taktir edilesiydi. Maddalena'yı henüz inandıramamış olsa da, ben söylüyorum niyetinde samimi. Maddalena'nın sözleri içine oturmuş durumda, onu sevgisine inandırmak istiyor.

Natilda'yı daha önce hiç koymadığımı fark ettim. Kendisi biraz tatlı-sert bir kadın 💞 Maddalena'yı çok sevdiği için sert, otoriter karakterinden tavizler veriyor ama aslında çok disiplinli bir dadıdır. Tabi bu görünüşünden bir 4-5 yaş daha büyük halini düşünebilirsiniz.

**

Çook uzun bir aradan sonra herkese merhaba! Sizi çok beklettim biliyorum ama gerçekten yaz tatili olduğu için eve gelip giden bitmiyor. Bilgisayarın başına geçip bölüm yazmaktan çok çay dağıtıp, mutfak topluyorum. Misafirler desen sürekli bir gidiş-geliş akışı var :( Elimden geldiğince hızlı yazmaya çalışıyorum ama bu hareketlilik içinde odaklanmakta güçlük yaşıyorum.

Fakat 11.000 kelimelik upuzunnn bir bölümle geldim. Anlatacaklarım uzadıkça uzadı hatta arada bir Bruno kısmı vardı (hatta gifini bile yapmıştım) ama onu diğer bölüme bıraktım. Bu bölüm biraz duygusal sakin geçti fakat bir sonraki bölüm finalin ilk kısmına giriş yapıyoruz. Aralara hep ufak ufak ipuçları bırakıyorum 😈 Mesela bu bölüm epeyce bıraktım aslında, bir şeyi o kadar detaylı anlatıyorsam altından bir şey elbet çıkarr 😉

Not: Yukarı bıraktığım müziği sözleriyle birlikte dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Dinlediğin ilk anda dedim ki bu şarkı Sandrino için yazılmış. Uzun zamandır doğru bölüm için bekletiyordum. Bu bölüme çok güzel uydu. Dinlemeden geçen çok şey kaybeder derim ben.

Bölümü okuyan herkes oy verir ve yorum yaparsa çok mutlu olurum. Sizinle iletişimde olmayı çook özledim. Hepinizi kocaman çok öpüyorum, görüşmek üzereee 🫶🏻❤️❤️

Tuğçe namıdiğer Mirena 💁🏻‍♀️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top