Bölüm 23 - "Kalbimi Bıraktığım Yer "
"aşk çok fazla acıya sebep oluyor."
✨ ✨
Dışarıda artan yağmur yeni günün parlak renklerini karanlık bulutların içine hapsetmişken, sıcak bir yatağın kucaklayışı Maddalena'ya ihtiyacı olanı vermişti. İnsanlarla dolu dünyada gözden kaybolabilir, içindeki kırgınlık onu küçük hissettirirken üzerine serilmiş yumuşak örtünün altında saklanabilirdi. Nasıl geldiğini bilmediği bir yatakta yarı uyur bir vaziyetteydi. Uyuşmuştu, keskin bir acının sızısından başka bir şey hissetmeyecek kadar kaybetmişti gerçeklik algısını. Zihninde aralıksız devam devam kopuk sahnelerin oluşturduğu pusun etkisiyle titreyerek sayıklıyordu.
"Hıı ha-yır, kor-kuyorum. Ha-yır an-anlat-mayacağım."
Bir müddet bu şekilde, yumuşak yastığın üzerindeki başını arkaya atmış, gözleri sımsıkı kapalı halde sayıklamaya devam etmişti. Rüyalar çoğunlukla saten çarşafların yumuşak dokunuşu gibi dalga dalga geliyordu, onu ağlamaklı bir çırpınmayla uyandırıyorlarsa da yeniden uykuya dalıyordu. Bu durum sabahın ilk ışıklarına kadar sürmüştü.
Bu seferki rüyasında Juan Panzio'yu defnettikleri Panzio topraklarındaki aile şapelindeydi. Sandrino, bahçenin köşesinde dikilmiş, onun taş kemerin gölgesine çektiği taş ustasıyla gizli gizli konuşmasını izliyordu. Maddalena başını çevirip onu fark ettiği anda, etraf gri ve ürkütücü bir karanlığa bürünmüştü. Hayır! Hayır! Maddalena başını hızla iki yana sallarken Sandrino'nun nefret dolu bakışları kalbini delip geçiyordu. Ağlamalıklı bir sesle ona ulaşmaya çalışan Maddalena bir anda ne olduğunu anlamadan karanlık bahçede yalnız ve kimsesiz kalıyordu.
Sıçramasının etkisiyle kalbinin üzerinde duran elini yana savurmuştu. Sayıklamaları bir süreliğine kesilmişti ki, birinin ona yaklaştığını ve elini tuttuğunu hissetti. Fakat tuttuğu el Sandrino'nunkinden küçüktü ve avucunun içindeki minik parmakları hissedebiliyordu. Bir çocuk eli gibi küçük ve yumuşacıktı.
Ayılması biraz zamanını almıştı, yeşil gözlerini araladığında odanın içindeki yoğun ışık gözlerini kamaştırdı. Odaklanmak için gözlerini kıstığında küçük bir kız çocuğu karşısındaydı. Sevimli bir yüzü vardı; düz küçük burnu, minik pembe dudakları, zayıflıktan olduğundan daha çıkık görünen elmacık kemiklerinin üzerinde belli belirsiz çilleriyle minicik tatlı bir kız çocuğu duruyordu karşısında. Kıvır kıvır olan uzun sarı saçları dağınıktı, bir kısmını kulağının arkasına almaya çalışmış fakat gür saçlarını zapt etmeyi becerememişti.
Onun uzandığı yatağın yanında, adeta kemiklerinin sayıldığı kol kısmındaki bağları çözülmüş kirli mavi elbisesiyle durmuş, zümrüt yeşili gözlerindeki küçük yaşantısında çok fazla acı görmüşte hüznünü atlamamış bir bakışla gülümsüyordu. Maddalena ona bakarken şaşkınlıkla gülümsemişti, Natilda bu sokak çocuklarına benzeyen halini görse çok kızardı.
Bilinçaltı yine ortaya çıkmıştı. İçindeki kalbi kırık küçük kız çocuğunun rüyasına geldiğini anlayan Maddalena, uzandığı yerde örtüyü üzerinden çekip doğrulurken kısık bir sesle konuşmuştu.
"Sen nereden çıktın?"
Küçük kız uzun, kül rengi kirpiklerinin gölgelediği gözlerini kırparak ona bakmış ardından üzerine büyük gelen elbisesinin geniş eteklerini küçük elleriyle yukarı kaldırıp yatağa çıkmıştı. Tam karşısına oturup bağdaş kurduğunda eteklerini bir süre etrafına yaymakla uğraşmış sonrasında ise kollarını dizine yaslayıp onunkiyle aynı renk olan yeşil gözlerini gözlerine çevirmişti.
"Yine mi gönderiliyoruz? Natilda eşyalarımızı mı topluyor?"
Kederli bir edayla gülümseyen Maddalena, uzanıp uzun buklelerine dokunup geri çekilmişti. Kendi üzerindeki açık mavi sabahlığı düzeltip, karşısında bacaklarını yana kıvırmış tıpkı onun gibi dirseğini bacağına koymuş eliyle de çenesinin altını desteklemişti.
"Ne gönderilmesi?"
"Annem bize kızdığında hep büyükannemizin yanına gönderirdi. Yine mi gideceğiz? Buradakileri de kızdırdık değil mi?"
Maddalena hayat dolu ve kafasının içinde karmakarışık bir dünya olan küçük Maddalena'nın tatlı sesiyle söylediklerini duyduğunda, gözleri bir an kızın zayıf omuzları üzerinden çok uzaklara dalıp gitti. Nasıl hissettiğini, korkularını, hayal kırıklıklarını çok iyi biliyordu. Bu yüzden ona yalan söylemek istemedi, dudaklarını büzüp omuzlarını silkerek gülümsedi.
"Henüz bilmiyorum ama sanırım öyle."
"Gitmeyelim, burada kalalım. Ben burayı çok sevmiştim. Buradakiler de bizi seviyordu. Hem buradaki sarışın çocuk bizimle oyun oynuyordu."
Küçük kız küskün bir ses tonuyla itiraz etmişti. Çocuksu duygularla aşık olduğu kişiden bahsederken küçük ellerini eteğine vurup dudaklarını büzmüştü, oyun arkadaşını kaybetmenin huysuzluğu içindeydi. Onun Sandrino'dan bahsettiğini anlayan Maddalena şaşkınlıkla gülmüştü. Fakat yeşil gözleri duygu yoğunluğuyla parlıyordu, konuşurken kelimeler boğazına tıkılmıştı.
"Bence bahsettiğin o sarışın çocuk bir daha bizimle oyun oynamaz."
"Neden ama?"
"Küstürdüm çünkü ben onu. Barışmaz bizimle."
Yatağın üzerinde karşılıklı oturmuş, kalbinden geçenlerin gözlerine yansıdığı yorgun, dargın.. sahipsiz bakışlarla konuşuyorlardı. Mavi elbiselerinin etekleri zarif bir şekilde yatağa yayılmışken, etrafı saran altın sarısı huzme sarı saçlarının pırıl pırıl tutamlarını ve buklelerini vurguluyordu. Hüzünlü konuşmaları üzerine bir müddet yüzünü asan küçük kız sonrasında temiz ve saf bir heyecanla yerinde hareketlenip, elini arkasına atmış ve ortaya küçük bir ok ve yay çıkartmıştı. Elindekileri yukarı kaldırıp ona gösterirken, minik dudaklarındaki gülümseme ve cıvıl cıvıl bir sesle konuşmaya başlamıştı.
"O zaman ben de onu okumla vururum. Bizimle barışmak zorunda kalır."
Onun tertemiz yüreği ve hayat dolu enerjisi karşısında büyülenen Maddalena, gülmekten kendini alamamıştı. Küçükken, hevesle ağabeyi Alfonso'nun kırmızı elmaları uzağa koyup sonra onları birer bir okuyla ortadan ikiye ayırışını izlerdi. Sonunda ağabeyi ona küçük bir ok yapmak zorunda kalmıştı. O zamanlar canını sıkan kim olursa Alfonso'nun elmalara yaptığı gibi haklamakla tehdit ediyordu. Aynı konuyu zamanında onu Lucca'ya götürmek için yanına gelen Agnesia Halasına da açmıştı;
..ben çok büyüyüp evlendiğimde hiç öyle olmayacak. Benim kocam beni çok sevecek en iyi arkadaşı da ben olacağım. Eğer babam gibi olursa Alfonso'nun oklarıyla elmalara yaptığı gibi bende onu haklarım.
demişti. Bu anı gözünün önüne geldiğinde kederli bir gözyaşı yanağına düşmüştü. Gözyaşını sildiği eliyle uzanıp küçük kızın elindeki oku aşağı indirirken kısık sesiyle konuşmuştu.
"Vuramazsın, çocukluğumuzdaki gibi kolay değil artık o işler."
"Yani yine kimsesiz kaldık?"
Küçük omuzları düşen kızın sözleri Maddalena'nın yüreğini sızlatmıştı. Mimik çenesini avuçlarının içine alıp, gür kirpiklerini usulca yere çevirmişti. Onun bu haline dayanamayan Maddalena oturduğu yerde uzanıp onun ince kollarından tutmuş, dik oturması için yönlendirmişti.
"Hayır. Kimsesiz falan kalmadık. Natilda var, Agnesia Halam var, Edmondo eniştem var."
"Burada kalabilir miyiz? Ama ya bizi istemezlerse? "
Küçük kız önce büyük bir umutla konuşmuş fakat sonrasında bütün hayatlarını yönlendiren baskın korku ortaya çıkmıştı; içten içe farkında dahi olmadan hep terk edilme ve istenmeme korkusu her hareketini ele geçiriyordu. Büyümüş ve her şeyin sonunda kendi yolculuğunun farkına varabilmiş Maddalena bu küçük kızı çok iyi anlıyordu. Ruhu asla doymuyor asla güvenmiyor, terk edilme korkusu hep içinde bir yerde yatıyordu. Her kapı bir şekilde hep ruhundaki bu derin yaraya açılıyordu. Fakat şimdi daha güçlüydü, içinde hala karşısında oturan küçük kızın korkularını taşıyordu değiştiğini söyleyemezdi sadece farkına varmıştı ve artık yaralarının içinde savrulup gitmeyecek kadar büyümüştü. Bunun için karşısında oturan küçük kız onu dikkatle izlerken, başını dik tutup umursamaz bir şekilde omuzlarını silkmişti.
"İstemezlerse istemesinler. Sen orasını dert etme, ben artık eski Maddalena değilim. Hallederim bir şekilde, halletmeye mecburum."
"Annem terk edildiğini duyarsa çok sinirlenir. Ya bizi alıp De Benardi Villasına geri götürürse? Ya yine manastıra göndermek isterse? Ya eskisi gibi kötü şeyler yaparsa? Ben oraya dönmem. Sen en iyisi o sarışın çocukla barış, hem ben zaten onu çok sevmiştim. Çok yakışıklı çok eğlenceliydi."
Küçük kızın bilmiş bir edayla ona akıl vermesini, üstelik Sandrino'dan hayranlıkla bahsedişi izlerken gözlerini devirmiş olan Maddalena, işaret parmağı kaldırıp sahte bir kızgınlıkla sallamıştı.
"Hayır, sevgi yok artık. Duymadın mı bana söylediklerini? Kollarına atlayabileceğin başka bir adam daha vardı dedi bana. Hayatında gördüğü en iki yüzlü, içten pazarlı kadın benmişim. Benden bir çocuğu olsun istemiyormuş, bu evliliği bir hata olarak görüyormuş. Bunlar hepsi kabul edilemez sözler. Kimse beni bu şekilde aşağılayamaz. Yok artık bitti, o aşk sarhoşu haller bitti. Ben ona duygu beslemeden yaşamayı öğreneceğim. Aşkından ölsem de, ki böyle bir şey mümkün değil. Yine de bir daha bana böyle davranmasına izin vermem."
Bu sözlerinden hoşlanmayan küçük Maddalena hızla dizlerinin üzerinde tepesine dikilmişti. Ellerini ince beline yaslayarak verdiği karara karşı çıkmaya başlamıştı.
"Sanki sen hiç suçlu değilsin. Taş ustasının elinden raporları alamadın mı? Şapel yıkıldığı için insanlar zarar görmedi mi? Adamı Sandrino'dan korktuğun için zehirlemedin mi? Ben Sandrino ile çok mutluydum, yıllar sonra bizi seven bir ailemiz olmuştu. Hayalini kurduğumuz her şeye sahiptik. Hem o çok tatlıydı, çok güzel gülüyor, çok eğlenceli ve çok da yakışıklı. Ben onu bırakmak istemiyorum. Hem senin kalbin de onu bırakmak istemiyor. Bu kadar kolay aşık olduğun adamı bırakamazsın. "
Bu sözlerini dinlerken Maddalena, onun gibi yatakta dizlerinin üzerine kalkmıştı. Ellerini beline yaslayıp, önündeki çok bilmiş sarışın cadıyı azarlamaya başlamıştı.
"Sen ne kadar bilmiş bir şeysin öyle? Artık kalp yok dedim. Zaten kalbimin sesini dinlediğim için şu an bu haldeyim. İstemiyorum, aşk çok fazla acıya sebep oluyor. Artık beni sevmeyen bir adamı sevmeyeceğim. Hem sen daha çok küçüksün, böyle şeylerden anlamazsın. Sen daha bulutlar üzerinde gezen bir hayalperestsin. Benim bu anki halime gelmen için önünde daha uzun yıllar var. Büyümüş Maddalena artık kalbiyle hareket etmemeyi öğrendi. İşte o kadar."
Maddalena rüyası sırasında hissettiği yoğun duyguların etkisiyle aniden titreyerek, uyanmıştı. Gözlerini araladığında kendini gerçek dünyada, bir savaşın sonundaki o yıkık dökük bir yerde bulmuştu.
Birinin ona doğru eğildiğini ve sıçrayarak uyandığında yana doğru savurulan elini tuttuğunu hissetti. Yumuşak ve rahatlatıcı bir tonda adını fısıldayan ses her kimse şefkatle elini sıkıyordu. Karanlık ve bulanık görüşüyle, başını çevirdiğinde Clarissa Ludovico kaygıyla onu izliyordu. Ludovico Düşesini görmeyi beklemeyen beklemeyen Maddalena utanmıştı. Birden ayılmış eliyle saçlarını yüzünden çekerken yüzüne yerleşen çekingen bir ifadeyle yutkunmuştu.
Bir Yunan tanrıçasının asaleti ve başının üzerinde bir meleğin halesiyle yatağının yanında oturuyordu. Menekşe rengi brokardan dikilmiş bir elbise giymişti. Çarpıcı gözlerini ve oval hatlı küçük yüzüne muhteşem bir uyum sağlayan belirgin elmacık kemiklerini ortaya çıkartan kumral saçlarını, topuz yapıp kulaklarının hemen üzerine biten saç örgüsünü başının etrafından geçirmişti. Gözleriyle neredeyse aynı tonda olan yeşil bir yüzük taşıdığı eliyle onun elini yumuşak ve rahatlatıcı bir şekilde okşayıp bıraktığında, Maddalena kadının da kendi endişesini gizlemeye çalıştığını fark etmişti.
"Kendini nasıl hissediyorsun?"
Maddalena kadına neşeli gülümsemelerinden biriyle bakmayı denemiş fakat başarısız olmuştu. Konuşurken kollarından destek alıp yatakta oturmak istemiş bununla birlikte başından yayılan keskin ağrı yüzünden acıyla inlemişti. Elini korkuyla alnı ile saçlarının başladığı noktaya götürdüğünde, sargıyla karşılaşmış bu korkusunu daha çok arttırmıştı. Kıpırdadıkça hissettiği ağrı şiddetleniyordu, kulakları uğuldamaya başlamıştı. Gözlerini kapatarak adeta tüm bedenini acı içinde kıvrandıracak şiddetli acıdan kaçmaya çalışmıştı. Bir müddet nefesinin düzelmesini beklemiş, acıya katlanabileceğini düşündüğünde gözlerini aralamıştı. Destek olmak için elini koluna koymuş Clarissa Ludovico, baş ağrısını düşünerek kısık sesiyle onun için durumunu açıklamıştı.
"Bayan Natilda ve Rosia Hala seni odada baygın halde bulmuşlar. Başını çarpmışsın."
Bütün bu olanları anlayabilmek için fazlasıyla bitkin olan Maddalena herhangi bir söz söyleyememişti. Sandrino'nun ardından çığlık çığlığa bağırıp ağlarken yere yığıldığı anda nereden geldiğini anlamadığı keskin bir acı hissettiğini hayal meyal hatırlıyordu. O andan sonra tüm dünya bir anda kararmıştı.
Parmak uçlarını bu kez daha dikkatli bir şekilde başına götürdüğünde yarasını anlamaya çalışmıştı. O sırada Natilda Clarissa Ludovico'nun arkasından çıkıp, yanına gelmişti. Üzerinde her zamanki kalın nir kumaştan beline oturan gri-siyah elbiselerinden biri vardı. Keskin hatlara sahip olan yüzüne yorgunluk çökmüştü. Koyu renk iri gözleriyle onun solgun yüzünü incelerken dönüp yatağın yanındaki küçük sehpanın üzerinden onun için su doldurmuştu.
"Biraz su iç."
Beceriksizce yerinde oturur pozisyona geçmeye çalışan Maddalena, dadısının uzattığı kadehi alarak birkaç küçük yudum içmişti. Acıyan boğazını rahatlatması için suyu yudumlarken, açılan kapının sesini duymuştu. O suyu Natilda'ya geri verirken, ağır adımlarıyla yaklaşan Rosia Panzio da kendini göstermişti. Kadınla yüz yüze geldiği an suçluluk hissiyle kendini yatağa gömüp kaybolmak isteyen Maddalena ellerini kucağında birleştirip yutkunmuştu. Bundan sonra nasıl bir muamele göreceğini kestiremiyordu. Fakat kendi içinde kapıldığı karamsarlığı onun uyandığını gören Rosia Panzio'nun rahat bir nefes alışıyla tereddütte düşmüştü.
"İsa'ya şükürler olsun."
O sırada Clarissa Ludovico, kadına yer açmak için yataktan kalkmıştı. Kadın yanına oturduğunda, elini uzatıp küçük çenesini tutmuştu. Maddalena canlılığını kaybetmiş gözlerini kaçırırken, yüzünü iki yana çeviren Rosia Panzio, başındaki yaraya, ağlamaktan şişmiş gözlerine ve gözkapaklarının altına yerleşen koyu lekelere bakıyordu.
"Maddalena yüzüme bak. Ne oldu dün gece öyle? Odanızda kırılmadık eşya kalmamış, başındaki yara, bu solgun yüzün... Söyle bana Sandrino sana el mi kaldırdı?"
Maddalena yüzünde beliren koca bir şokla kısa bir süre tek kelime dahi edememişti. Yatakta üzerinde bir gecelikle otururken endişeli yüzlerin oluşturduğu bir halkanın ortasındaydı, Natilda, Clarissa Ludovico başındaydı, Rosia Panzio ise yanına oturmuş gözlerini onun yüzüne dikerek ağzından çıkacak sözü bekliyordu. Maddalena o an kadının oğlunun böyle bir şey yapmış olmasından duyduğu rahatsızlığı hissetti. İlgili tavrı kalbine dokunmuştu, kendi öz annesinden bir gün dahi görmediği bu sahipleniş onun için çok kıymetliydi. Başını iki yana sallayıp cevap verirken kalbi, dün gece evi terk eden oğlunun ardından kadından görmeyi beklemediği bir şefkatin sıcaklığıyla parlıyordu.
"Ha-yır hayır, öyle bir şey yapmadı."
"Emin misin? Odanın hali başka şeyler söylüyor. Seni baygın halde bulduğumuzda başın kanıyordu. Öyle bir şey varsa söyle bana."
"Gerçekten öyle bir şey olmadı. Kavga ettik, ben Sandrino çıkınca bayıldığımı hatırlıyorum."
Bir süre daha yüzüne bakan Rosia Panzio, doğru söylediğine kanaat getirerek eteklerini tutarak yavaşça yerinden kalkmıştı.
"Tamam, sen dinlenmeye devam et. Ben o kocanı bulup, odanın hesabını sorarım nasıl olsa."
Bu sözleri üzerine Rosia Panzio, dediğini yapmak üzere yatak odasından ayrılmıştı. Onun alt kattaki salonda haber bekleyen Andreani'nin yanına gittiğini ve Sandrino'yu bulup eve geri getirmesi için ısrar edeceğini bilen Clarissa, içini çekerek yatakta kanadı kırılmış bir kuşa benzeyen Maddalena'ya dönmüştü.
Andreani ile kahvaltılarına yeni başladıkları sırada Rosia Haladan gelen mektubun ardından aceleyle yola çıkmışlardı. Panzio Villasına geldiklerinde, Rosia Halanın yüzünde sıklıkla rastlanmayan endişeli ifadeyi gördüklerinde durumun düşündüklerinden de kötü olduğunu anlamıştı. Fakat Sandrino ve Maddalena'nın yatak odasına bir göz atıp ardından misafirler için ayrılmış dairenin yatağında titreyerek kâbus gören yaralı kızı gördüğünde yaşananların boyutu onu dehşete düşürmüştü. Böylesine bir yıkımla karşılanacağı aklının ucuna dahi gelmemişti.
Maddalena her ne yapmış olursa olsun, Sandrino kızı gerçekten derinden kırmıştı. Her zamanki güler yüzlüğünden yoksun, gururlu bir umutsuzluk içindeki bakışlarının derin bir incinmenin sonucu olduğunu anlayabiliyordu. Yıllar önce ilk karşılaştıkları günden beri, kadın ruhundan anlayan nazik, eğlenceli, açık fikirli bir adam olarak tanıdığı Sandrino'nun karısına karşı böylesine kaba ve düşüncesiz davranmasını aklı almıyordu. Maddalena'nın geldiği bu hal onu çok üzmüştü. Uyuyan kızı izlerken yatak odalarını bir savaş alanına çeviren Sandrino her nasıl canını yaktıysa bunun etkisini biraz olsun hafifletebilmek amacıyla yanında olduğunu hissettirmek için elinden ne geliyorsa yapmayı kafasına koymuştu.
"Benim burada kalmamda bir mahsur var mı?"
Bu sözlerini duyduğunda kararsızlıkla duraksayan Maddalena, yanağına değen bir tutam saçı geriye iterek göstermek istediği güçlü tavrın aksine sesi titreyerek, cevap vermişti.
"Yanımda olduğun için teşekkür ederim. Fakat iyiyim ben, bu da geçer toparlanırım. Bizim için canını sıkmanızı hiç istemem."
"Ya öylece geçer ya da sen geçti sanırsın. Fakat hep bir iz kalır. Sence de öyle değil mi?"
Onun böyle bir karşılık vermesine şaşırmış Maddalena, dolan gözlerini başka tarafa çevirdi. Birkaç dakika boyunca pencereye boş gözlerle bakıp bitkin bir halde iç çekip kendi kendine mırıldandı.
"Buradaki hayatım güzel bir peri masalından ibaretti."
Onun yüzündeki umutsuz ifadeyi fark eden Clarissa hafifçe tebessüm etmişti. Eteklerini toplayarak, yavaşça tekrar yatağa oturdu. Rengini yeşim taşından alan küçük gözlerini onun Maddalena'nın solgun yüzüne çevirdiğinde kararlılıkla konuşmuştu.
"Ben böyle bittiğini kabul etmiyorum."
"Biz zaten çok hatalı başlamıştık, belki de dün gece her şey olacağına vardı. Sadece benim elimle oldu, o kadar. Sen bana şapel yıkılışına sebep olduğum, Sandrino'yu üzdüğüm için kızgın değil misin?"
Böyle düşünmesine şaşırmamış Clarissa hiçbir kızgınlık belirtisi göstermeden onu dinlemişti. Sandrino'nun annesiyle arasını açmış, derin acılara ve büyük bir rezalete sebep olmuştu. Onun adeta kayınbiraderi olarak gördüğü Sandrino'nun kalbini ve yaşamını önemsiz bulmayacağını biliyordu. Bunun için gözlerinin içine bakmaya çekiniyordu. Fakat bilmediği bir şey vardı; şu an karşısında ailenin sevilen gelini olarak oturan bu kadının bu yere hiç de kolay yollardan geçerek gelmemiş olduğu gerçeğiydi. Çok benzer acıları, kalp kırıklıklarını ve umutsuzlukları o da deneyimlemişti.
Maddalena'nın içinden geçenin okunduğu savunmasız gözlerindeki güvensizliği gören Clarissa, duygulanmıştı. Maddalena yaptığı şeyden tüm kalbiyle pişmandı, bunu gözlerinden görebiliyordu. Kendi içinde kapıldığı hislerle, kucağında duran elini artık kendini iyiden iyiye gösteren karnına koymuştu. Gözünde canlanan koskoca mazinin etkisiyle hülyalı bir tona bürünen ince sesiyle konuşmaya başlamış, sözlerinin sonuna geldiğindeyse gülümseyerek karnını işaret etmişti.
"Biz de çok hatalı başlamıştık ama sonu böyle oldu."
Kızın bir kez daha umutsuz bir söz söyleyeceğini sezdiğinde buna izin vermeden, ciddi bir yüz ifadesiyle konuşmaya devam etmişti.
"Mesele insanların ne düşündüğü mü? Diyelim ki, sana çok kızgınım dedim. Mutlu olacak mısın? İçin rahatlayacak mı?"
Bu sorusuyla birlikte Maddalena, kısa bir anlığına altları çökmüş solgun yeşil gözlerini yukarı kaldırıp mutluluk diye mırıldanmış, sonrasında ise yüzüne bakmıştı. Konuşurken sesi kırgın ve umutsuzdu.
"Mutluluk. Mutluluk bana kaf dağının ardı gibi geliyor. Koşuyorum, koşuyorum, dağları tepeleri aşıyorum ama sonra bir şey oluyor tekrar geriye savruluyorum. Sandrino ile de böyle hissediyorum. Bir adım ileri giderken beş adım geriye gidiyoruz."
Clarissa, aniden uzanıp kızım kucağında duran buz kesmiş ellerini ellerinin arasına aldı. Onu ilk günden beri sevmiş, samimiyetine inanmıştı, insanların görmeye alışık olduğu soğuk mağrur yüzünü Maddalena'ya göstermek hiçbir zaman içinden gelmemişti. Bu yüzden, ona bu yaşadıklarıyla başa çıkabilmesi için yalnızca aile içinde kalması gereken önemli bir gerçeği anlatmak istedi.
"Hatasız evlilik diye bir şey yok ki. Ne yazık ki, evliliğin güzellikleri var fakat kendine göre imtihanları da var. Belki seninle şartlarımızın çok farklı olduğunu düşünebilirsin ama inan bana yıllar önce aynı kupadan bende içtim. Evliliğimin ilk zamanları hiç iç açıcı değildi. İspanya'daki görevinden Roma'ya dönen Andreani ile karşılaştığım dönemlerde, birçok kadını evlenmeye iten hiçbiri koşul bende bulunmuyordu. Büyük bir servete, düşes unvanına, cemiyetin gözdelerinden biri olmak gibi hiçbir türden şeye arzum yoktu. Zaten söz sahibi olduğum bir aile evim vardı, bankamızın kağıt işlerini bile ben görüyordum, benden sadece ben sorumluydum. En azından o zamanlar buna inanıyordum. Fazlasıyla basit ama huzurlu bir hayatım vardı. Sonra ağabeyim bir gün beni kocamla haberim bile olmadan nişanlamış... yani Andreani bir anda göktaşı gibi hayatımızın tam merkezine düşüvermişti. Görücü usulü evlilikler çok yaygın olsa dahi benim gibi asla evlenmeyeceğine inanan biri için çok zorlayıcıydı. İnan bana hiçbir anı kolay değildi, senin gibi hikâyemin bittiğine inandığım pek çok anım oldu. Sandrino bile defalarca aramıza girip durumuzu düzeltmeye çalıştı."
Karşısında dikkatle onu dinleyen Maddalena'nın duyduklarına inanamadığını, yüzüne şaşkınlıkla bakakaldığını gören Clarissa, duraksayarak gülümsemişti.
"Ben o zamanlar bırak Andreani'nin yüzüne karşı içimdekileri dökebilmeyi, şu an senin yaptığın gibi gerçek hislerimi kendime dahi ifade edemiyordum. En açık sözlü olduğum an körkütük sarhoş olduğum akşamdı. Sevdiğimi bile itiraf edemiyordum. Gururumdan, kibrimden kalbimdeki hisleri hep bastırıyordum. Siz en azından Sandrino ile bağıra çağıra da olsa konuşabiliyorsun, onu konuşturabiliyorsun. Bence bizden daha çok ümit var. "
"Biz sizin kadar güçlü değiliz. Bizim sevgimiz tek taraflı. Sandrino hiçbir zaman beni benim onu sevdiğim gibi sevmedi. Bence sen iyi bir gözlemcisin. Bunun farkındasındır."
"Peki bu kadar zaman onu senin yanında tutan şey neydi o zaman? Ben Sandrino'nun seni sevdiğine inanıyorum. Andreani'de inanıyor. Siz nişanlandığınızdan beri atlattığınız badireleri biz bu kadar sağlam atlatabilir miydik, bilmiyorum. Ben bu gururum ve soğukluğumda Andreani'yi sevebilir miydim emin değilim. Bence sen çok güçlü çok cesur bir genç kadınsın."
Sözlerinin sonunda onu pür dikkat dinleyen şaşkın kızın yüzüne şöyle bir bakan Clarissa'nın gözleri alnındaki sargıya takıldığında kaşları çatılmıştı. Sandrino ile bu güzel genç kadının arasını düzeltmek için konuşmak başka bir kadına yapılan saygısızlık başkaydı. Maddalena'yı getirdiği bu durum kabul edilemezdi ve bununla en kısa zamanda ilgilenecekti. Kızın ellerini güven vermek istercesine sıkıp oturduğu yerde huzursuzca eteklerini düzeltirken sitemle konuşmuştu.
"Aslında şu an her ne kadar bizim şımarık sarışın prensimizi korumak içimden gelmese de, ben size güveniyorum. Zaman geçtikçe en az ben ile Andreani kadar güçlü bir evliliğiniz olacağına inanıyorum."
Kendini tutamayan Maddalena sözlerine mahcup mahcup gülerken bir anda gözleri dolmuştu. Ondan destek görmek rahatlamasına, derin bir nefes almasına yardımcı olmuştu. Fakat sanki pişmanlık ve çektiği vicdan azabı yüzünden huzursuz olan kalbinde, dertleri kendisi arayıp da buluyordu.
"Bu yaptığım hata affedilmez bir şey."
Maddalena'nın zihnini suçluluğundan beslenen korkularından arındırmak isteyen Clarissa'nın sözlerini duymasıyla yeşim yeşili gözlerinin içinde mağrur bir ateş fırtınası kendini göstermeye başlamıştı.
"Bir erkeğin kusurları karakterinin bir parçası olarak kabul edilirken, bir kadının kusurları onun uygunsuzluğunun kanıtı oluverir. Erkekler hata yapabilir, başarısız olabilir, sinirlenebilir ama kadınların bunların hiçbirini yapma lüksü yoktur. Akıllarını kullanmaları, öfkeye kapılmaları ve hataya düşmeleri beklenmez onlardan. Sence biz gerçekten bu kadar mıyız?"
Onu dinlediği sırada Maddalena'nın yanakları hafifçe renklenmeye başlamıştı, cansız yeşil gözlerinin içinde beliren cılız ışık karanlık bir gecenin ardından yepyeni bir günün taze ışıkları gibi umut vaat ediciydi. Dudaklarına yayılan utangaç gülümsemesiyle konuşurken ona farklı bir gözle bakıyordu.
"Sen benim tanıdığım hiçbir düşese benzemiyorsun."
Bunun üzerine kendine engel olamayan Clarissa, mağrur bir gülümsemeyle omuzlarını silkmişti.
"Ben erkeklerin egemen olduğu bu dünyada biz kadınların birbirini kollaması gerektiğini düşünüyorum. Bizim sadece sevimli şeyler olduğumuzu düşünüyorlar. Daha fazla yanılamazlardı. Biz her zaman erkeklerden daha güçlü olmak zorunda kalıyoruz. Güçlü duruyoruz, istediğimiz şeyin peşini bırakmıyoruz. Şunu iyi öğren, erkekler dövüşür ama kadınlar akıllarıyla savaşırlar. Ve en önemlisi de; bizim iki sorunlu kuzenin eşleri olarak, kız kardeşler gibi birbirimizi kollayabileceğimize inanıyorum."
Tüm hayatının ellerinden kayıp gittiğini düşündüğü anlarda onun bu güven verici sözleri Maddalena'nın içindeki güçlü kadına ulaşmıştı. Birbirlerinin yüzüne bakıp gülümserken, Maddalena yutkunarak usulca onun eline uzanmış, Clarissa'da uzanıp o eli tutmuş, birbirlerinin ellerini aralarında oluşan bir bağın hissiyle hafifçe sıkmışlardı. Ardından ise aynı anda kollarını açıp sarılmışlardı.
Geri çekildiklerinde Clarissa dudaklarında neşeli samimi bir gülümsemeyle Maddalena'nın gözlerinin içine bakarak konuşmuştu.
"Evlilikte biz kadınlar için başka ne zordur bilmek ister misin?"
"İsterim."
"Doğum. Şu bebeği doğuracağım anı düşündükçe uykularım kaçıyor. Çocuklar sevimli şeyler olabilir ama doğum berbat bir şey."
Bu sözlerine dayanamayıp birlikte gülmüşlerdi. Gözyaşları, kabus ve umutsuzluk içinde başlayan konuşmalarının geldiği bu nokta ikisine de iyi gelmişti. Buna rağmen Clarissa, bir süre sonra durumun ciddiyetine dönerek tekrar Maddalena'nın eline uzanıp destek olmak istercesine sıkmıştı.
"Benden istediğin bir şey var mı? Yapabileceğim herhangi bir şey?"
Yüzüne gelen bir tutam sarı saçı geriye iten Maddalena onu başıyla onaylamıştı. Kafasının içinde evirip çevirdiği bir şeyler varmışçasına dudaklarını kıvırıp düşünürken anlatmaya başlamıştı.
"Aslında var."
**
Panzio Villasının bahçeye bakan taş kemerli penceresinin önünde durmuş Andreani, bahçeyi seyrediyordu. Taştan yontulmuş mermer bir heykel kadar hareketsizdi, ellerini arkasında birleştirmiş, kaslı bacaklarını açmış, geniş omuzları dimdikti. Clarissa holden geçerken açık kapılardan onu rahatça görebiliyordu. Güçlü sırtına baktığı anda mavi gözlerinin düşünceli bir ifadeyle kısıldığını alnında o huzursuz çizgilerin belirdiğini sezmişti, bunun için yüzünü görmesine ihtiyacı yoktu.
Ağır adımlarıyla bir elini küçük karnının üstüne koymuş yürümeye devam ederken, topuğunun taş zeminde yankılanmasıyla birlikte Andreani olduğu yerde ona dönmüştü. Yüz yüze geldiklerinde Clarissa, tahmininde yanılmadığını gördü. Sabah o henüz yataktayken seçip giydiği, yakasına kartal şekli verilmiş aile arması olan bir broş iliştirdiği lacivert gümüş düğmeli brokar ceketi ve uzun bacaklarını saran siyah pantolonu, deri çizmeleriyle ona döndüğünde Clarissa'nın bakışları yeni tıraş ettiği yakışıklı yüzündeki asabi ifadeye kaydı. Fakat bu ifadesi uzun süre yüzünde kalmadı, göz göze geldikleri anda ona özel olan sıcak bir gülümsemeyle aydınlandı.
"Bu kadar uzun ne konuştunuzu merak ettim. Yukarı seni aramaya geliyordum."
Clarissa karşılık olarak gülümseye çalıştı fakat aklı yukarıda bıraktığı Maddalena'ydı. Ona verdiği sözü tutabilmesi için Andreani'nin yardımına ihtiyacı vardı ve bunun için gerekirse elindeki tüm kartları oynayacaktı. Yaklaştığında Andreani onu belinden kavrayarak kendisine çekmişti. Alnını şakağına yaslayıp bir öpücük bıraktığında gülümseyen Clarissa, yüzüne bakabilmek için başını geri çekmişti.
"Sen neden buradasın? Sandrino'yu bulmak için çıktığını sanmıştım."
Onun sorgulayan bakışlarını görmezden gelen Andreani mavi gözlerini karnına çevirmişti. Giydiği bol kesimli elbiselerden belli olmasa dahi dikkatli bakıldığında artık hamile olduğu anlaşılıyordu. Elini nazikçe karnına yerleştiren Andreani, alçak sesiyle onun için durumu açıklamıştı.
"Rosia Halama da söyledim, Sandrino böyledir; kafası attığında aniden ortadan kaybolur ama sonunda hep geri döner. Emin olun o da şu an bulunmayı istemiyordur. Ayrıca adam haklı, bırakın biraz uzaklaşsın. Ben şimdi sizi eve götüreceğim, sabah doğru düzgün kahvaltı yapmadın."
Karnındaki çocuğunu hissetmek isteyen Andreani, büyük elini usul usul karnında gezdirirken konuşmaya devam etmişti. Fakat bu sözleri Clarissa'yı rahatsız etmişti, dudaklarındaki sıcak tebessümünü hızla silip atmıştı.
"Haklı? Sandrino haklı mı? Andreani yukarıda savaş alanına dönmüş bir odada baygın bulunmuş, başında yara olan genç bir kadın var. Hiç düşünmedin mi o kız bunu neden yaptı? Ne hissetti? Niye kendini bu hale düşürdü?"
Ondan bu sözleri duyunca karnının üzerinde eli duraksayan Andreani, çattığı kaşlarıyla birlikte ona dönmüştü.
"Düşündüm elbette. Fakat yaptığı şey çok yanlış. Şapel yıkıldı, küçük bir kulübeden değil Viterbo şehrinin onuruna yapılan bir şapelden bahsediyoruz."
Andreani sert otoriter tutumuyla dile getirdiklerini dinlerken Clarissa onu kesin bir tavırla başıyla onu onaylamıştı. Fakat Maddalena'nın yaptığı şeyin yanlış olduğunu düşünse bile yaşananlara Maddalena'nın penceresinden baktığında durumun, Sandrino'ya olan bağlılığı doğru düşünmesini engelleyen Andreani'nin gördüğü yerden çok daha fazlası olduğuna inanıyordu.
"Evet, yanlış. Hatta bana kalırsa büyük bir cesaret. Fakat hayatı pahasına pişman. Sevgi insanı nefretten daha tehlikeli şeylere sevk eder Andreani. Maddalena'da bizim Sandrino'yu çok seviyor."
"Seni anlamıyorum Ben kuzenim için üzülüyorum. Böyle bakarsak, eminim ki şu an bir yerlerde de üzgün ve ihanete uğramış hisseden bir Sandrino var."
Kuzenine olan bağlılığını her zaman çok taktir etmiş olsa dahi Andreani'nin kesin bir tavırla Sandrino'yu savunması Clarissa'nın canına tak etmişti. Sonunda keskin diline hâkim olamamış, hala karnının üzerinde duran büyük elini elinin tersiyle ittirip dilinin ucuna kadar gelen gerçeği yüzünü vuruvermişti.
"Sandrino'da sütten çıkmış ak kaşık değil hani. Nişanlılık döneminde yaptıkları Viterbo'ya kadar ulaşmıştı. Bu kadar kör olmak sana yakışmıyor Andreani."
"Başına gelenleri hak etti yani?"
"Tabi ki hayır. Öyle bir şey demiyorum. Ben de Sandrino için çok üzülüyorum. O benim en yakın dostum. Fakat Maddalena için de çok üzülüyorum. Ve ikisi de hatalı diyorum."
Tartışmayı sonlandırmak isteyen Andreani, onu döndürüp omuzlarından tutarak nazik fakat kararlı bir tavırla kapıya ilerletmeye çalışmıştı.
"Bence biz bırakalım da kafalarını toplasınlar. Biz de evimize gidelim, Marchello'yu giderken göremedik bile. Bizi merak etmiştir."
Fakat daha konuşurken ona katılmadığını gösterircesine iki yana sallamaya başlayan Clarissa, omuzlarındaki ellerinden kurtulup Andreani'den uzaklaşmıştı. Konuştuğunda sesi emir tonu taşıyordu.
"Hayır, lütfen sen önce gidip kuzenini bulur musun? Sonra da Maddalena'ya verdiği bu hasarı düzeltmesi için aklına girip, ona evliliğini düzeltmesi için destek olursan çok sevineceğim."
"Clarissa kusura bakma ama Sandrino'nun yerinde ben olsam daha az bir tepki vermezdim. Kim olsa delirir, gözü dönerdi. Bana öyle bakma, şiddet hariç, şiddete karşıyım ben."
Konuşurken onun yeşil gözlerinde sinirli bir parıltı belirdiğini fark eden Andreani, kendini açıklama gereği duymuştu. Fakat karşısında narin omuzlarıyla dimdik duran, ellerini karnının üzerinde birleştirmiş Clarissa tavrını kararlılıkla sürdürmüştü.
"Merak etme, senin ne kadar dar görüşlü ve kaba bir adam olduğunu unutmadım. Sandrino'yu bulacak, onu dolduruşa getirmek yerine evliliğini düzeltmesi için konuşmadan da eve dönmeyeceksin Andreani."
Andreani, yüzünde engel olamadığı hayranlık ifadesiyle donup kalmıştı. Açıklayamadığı bir merak ve şaşkınlıkla mavi gözlerini kısmış karısının bu aniden ortaya çıkan sert mizacını anlamaya çalışırken, aklından geçenleri dillendirmişti.
"Hamilelik agresifliği bu kez daha erken mi başladı ne? Benimle emir tonuyla konuşmak pek akıllıca değildir güzel karım, bunu iyi bilirsin."
O kendini beğenmiş, kibirli gülümsemeyi gören Clarissa, bir süre herhangi bir şey söylemeden yeşim yeşili gözlerini yüzüne dikip ona dik dik bakmıştı. Andreani inatla gülümseyip onu görmezden geldikçe onun da bakışları sertleşiyordu. Aklına gelen bir fikirle aralarında sürtüşmede gücün kimde olduğu kolaylıkla kanıtlayabileceğini fark etmişti. Gözlerinde kurnaz parıltılar oynaşmaya başlamışken, elini telaşla karnının yan tarafına bastırıp inlemişti.
"Ah... bir şey oldu galiba."
Andreani iri iri açılmış tedirgin mavi gözlerini hızla küçük karnına çevirdiğinde, renginin attığını fark eden Clarissa içten içe gülüyordu. Ne kadar sakin kalmaya ve kendine hakim olmaya çalışsa da titremeye başlamıştı.
"Ne oldu? Clarissa, iyi misin?"
Clarissa, önce yaptığından pişman olsa da sonrasında istediği kıvama geldiğini görerek keyiflenmişti. Gülmemek için dudağını ısırıyordu.
"Kramp girdi. Gerildiğim için oldu sanırım."
Karnına masaj yaparak içerdeki kargaşayı sakinleştirmeye çalışır gibi yaparken kırgın bir sesle konuşmuştu. Bunun üzerine iki elini de karnına koymuş Andreani endişeyle ne yapacağını bilmezken sert bir sesle konuşmuştu.
"Kızımı yok yere üzüyorsun. Hemen eve dönüyoruz."
"Ben mi üzüyorum yoksa sen mi? Ayrıca sana defalarca kızım diye seslenme dedim. Bu da erkek olacak, hissediyorum."
Karnındaki bebeklerinden kız olarak bahsettiğinde ona kaşlarını çatarak bakan Clarissa, bıkkınlıkla söylenmişti. Andreani'ye her defasında bu kadar emin konuşmamasını, doğacak bebek erkek olduğunda hem kendisi hem de aylarca kızım olarak seslendiği bebeklerinin hayal kırıklığına uğrayacağını söylemesine rağmen bir türlü uyarılarını dinlemiyordu. Daha o sabah yatakta bir daha kızım olarak seslenmemesi ısrarla tembih etmişken yine yapmasına bozulmuş, bunun üzerine doğrulup karnındaki ellerini ittirmişti. Fakat Andreani her zamanki gibi kendi bildiğinde ısrarcıydı, uzaklaşmasına izin vermeden kaskatı kollarını beline sarıp, onu kendine çekmişti.
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ki?"
"Her şey Marchello'nunkiyle aynı ilerliyor. Ayrıca çok erken hareket etmeye başladı ve şimdiden karnım büyüdü, kilolu ve hareketli bir bebek olacak. Yani hiç kız çocuğu gibi değil, bu da erkek öyle hissediyorum."
Andreani kısa bir an söylediklerini düşünerek sessiz kalmış sonrasında ise göreceğiz dercesine dudaklarını kıvırıp, ona göz kırpmıştı. Onun bu çapkın haline gülerken, Andreani sokulup şakaklarına yumuşacık bir öpücük kondurmuştu. O sırada yukarıda bıraktığı Maddalena'nın ondan istediği şeyi hatırlayan Clarissa, başını geri çekip yüzüne bakmıştı.
"Söylemeyi unuttum. Maddalena benden Lucca'ya gitmesi ona yardım etmemi istedi."
Kısık sesiyle onunla paylaştığı bu haber Andreani'yi rahatsız etmişti. Onun hamilelikle yeni yeni kilo almaya başlayan vücudunu saran güçlü kollarının gerildiğini hissetmişti.
"Sakın bana kabul ettiğini söyleme. Böyle bir şeye karışmana asla müsaade etmem."
"Neden? Bir kez de emrivaki yapan ben olamaz mıyım? Fakat tamam merak etme, onu vazgeçirdim. Ama bunu eğer gidecek olursa Sandrino ile aralarının daha fazla açılacağından korktuğum için yaptım."
Clarissa, zümrüt nişan yüzüklerinin olduğu elini göğsüne koyup onu rahatlatmak isterken Andreani'nin ters bakışlarıyla karşılamıştı. Sözlerinin altındaki kinayeyi anlamış ve sinir olmuştu.
"Zeki karım benim."
"Fakat burada kendini iyi hissetmiyor. Bende ona bize gelmesini teklif ettim fakat onu da istemedi. Bende biraz düşündüm ve gidebileceği tek bir yer geldi aklıma."
Bunun üzerine Andreni'nin kaşları sorgular gibi yukarı kalktı, vereceği cevaba dikkat kesilmişti ama bakışları alaylı, yorgun ve başına açılacak yeni dertlere hazırlıklıydı.
"Neresiymiş acaba orası?"
"Her yol nereye çıkar."
Sanki çok normal bir haber verirmiş gibi söylediği sözler üzerine Andreani beklediği gibi huysuzlanmamış aksine bilmiş bir şekilde sırıtmaya başlamıştı. Ondan böyle bir tepki beklemeyen Clarissa, huzursuzlanmıştı.
"Ne oldu?"
"Eğer Sandrino evi terk etmeden önce Maddalena'nın villadan ayrılmasını yasaklamamış olsaydı belki bu dahi planını gerçekleştirebilirdin. Ama ne yazık ki şimdi peşime düşüp benimle uslu uslu eve geliyorsun."
"Neden böyle bir şey yapmış?"
"Sadece bu da değil, sabahın ilk ışıklarıyla Natilda'nın da De Benardi Sarayına gönderilmesini de emretmiş. Dadılık görevinden azletmiş."
"Ne? Neden?"
"Sence neden?"
Sandrino'nun bu yaptığı saçmalık karşısında ne söyleyeceğini bilemeyen Clarissa şok içinde Anreani'nin yüzüne bakakalmıştı. Delirmiş olmalıydı! Yüzündeki şaşkınlık yerini sinirli bir ifadeye bıraktığın elini kaldırıp yukarıyı -Maddalena'nın kaldığı odayı- işaret ederek konuşmaya başlamıştı.
"Andreani, kadın daha biraz önce kendi elleriyle kaynattığı çorbayı Maddalena'ya zorla içiriyordu. Rosia Hala'nın dediğine göre mide rahatsızlığına iyi gelen karışımlardan da o sorumluymuş. Ayrıca benim gördüğüm kadarıyla o kadın Maddalena için dadıdan çok daha fazlası, annesi kadar yakınmış."
"Bizimki sinirini çıkaracak yer aramış. Kapıdaki muhafızlar Maddalena'nın bahçeye bile çıkmasına izin vermez, muhtemelen kadını da biraz sonra zorla alırlar."
"Ben böyle bir şeye seyirci kalamam. Maddalena'nın Roma'daki ev hazırlana kadar bir iki gün bizde kalmasını istiyorum. Hem Marchello'da onu çok seviyor, ona moral olur."
"Seyirci kalmaktan başka bir şansın yok. Karı koca arasına girilmez diye bir şey hiç duymadın mı sen Clarissa?"
"Şey.. bence biz bu sorunla baş edebiliriz. Onların yakınları olarak, ikisinin arasını düzeltmek için bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum. Hem Andreani Ludovico'nun isterse yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Tıpkı öfkeyle karar verilmiş bu emirlere karşı gelmek gibi."
Clarissa, sözlerini kurnaz bir gülümsemeyle bitirmişti. Maddalena'yı bu şekilde bırakıp gitmek içinden gelmiyordu. Burada Rosia Hala'nın yanına kalmanın ona iyi gelmeyeceğinden emindi. Göstermek istemese de oğlunun evden gidişiyle kahrolan kadın toparlandığı ilk anda aralarını düzeltmesi için Maddalena'yı zorlamaya başlayacaktı. Kaldı ki birlikte kullandıkları yatak odalarının Sandrino tarafından yıkıp döküldüğünü izleyen Maddalena'da ne o odada ne de terk edildiği evde kalmak istemediğini açıkça dile getirmişti.
Başını yana eğmiş kırpıştırdığı yeşil gözleriyle ikna olması için ısrarla yüzüne bakarken bir müddet sonra homurdanarak pes eden Andreani'nin ağzı eğlenir gibi ama biraz kızgın bir gülümsemeyle bükülmüştü.
"Yalnız atladığın bir nokta var, burası Sandrino'nun krallığı. Kapıdaki adamlar da göğsünde Ludovico arması değil Panzio arması taşıyorlar."
"İstersen her şeyi yaparsın sen. Herkes korkar senden."
"Sandrino korkmaz ama. Bir kocanın karısı hakkında verdiği karara kimsenin karışmaya hakkı yoktur. Onun karısı onun kararı. Ben de buna saygı duyuyorum."
Andreani'nin bu sözleriyle sinirleri bozulan Clarissa, uzun bir nefes alıp verdi. Bu otoriter kişiliği, sert tavırları ve kararlı yönlerinden bir gün vazgeçeceğine inanarak fazlasıyla yanılmıştı. Fakat sonradan fark etti ki... bu Andreani'ydi... onun kontrol manyağı, emrivakiyi seven, karanlık, Ludovico kartalıydı. Geçen üç yılda hiç değişmemiş ve değişmeyecekti de. Çok zor bir adamdı fakat Clarissa onun böyle olduğunu hep biliyordu. Buna rağmen belki de bu yüzden sevmişti onu.
Fakat bu kabulleniş kaba tavrına kolayca boğun eğeceği anlamına da gelmiyordu. En az onun kadar kendisi de o kadar yıla rağmen değişmemiş ve değişmeyecekti de. Sadece eskiden cebinde bu kadar etkili bir koz taşımıyordu. Elini bir kez daha karnının üzerine koyarak dudaklarının arasından kısık bir şekilde inlemişti.
"Ah-"
"Ne oldu?"
Clarissa, rolünü hakkıyla oynamaya çalışıp kıvranırken aynı sırada korkuyla ellerini tekrar kanına uzatan Andreani'yi ittiriyordu.
"Bence de bir an önce eve gitmeliyiz. Kendi yatağıma uzanmak istiyorum. Maddalena'yı da alıp yola çıkalım."
"Clarissa."
Onu dirseğinden tutup, şöminenin önündeki büyük sandalyeye götürerek oturtmak isteyen Andreani, duraksayarak adını söylemişti. Fakat ona fırsat vermeyen Clarissa, büyük elini yakalayıp karnının yanına bastırarak çıkmıştı.
"Bak, bak tam şuradan kramp girdi. Senin yüzünden."
Kaşları çatılmış yüzüne bakan Andreani'nin sırtını okşayan eli hızlanmıştı. Konuştuğunda sesi sert ve aksi çıksa dahi yüzüne bakan mavi gözlerinde bebekleri için endişe vardı.
"Onun kararlarına karışamam. Aramızda yıllar önce yapılmış bir anlaşma var."
Bunun üzerine sabrı taşan Clarissa mağrur duruşu ve sivri diliyle ona çıkışıp ardından arkasını dönüp gitmek yerine samimiyetle gülümsedi, uzanıp Andreani'nin koyu kumral saçlarına dokunarak çok sık göstermediği yumuşak bir sesle adını mırıldandı.
"Andreani-"
Andreani ani bir hareketle yüzündeki elini yakalayıp dudaklarına götürdü ve Sandrino'ya verdiği sözü tutmak için verdiği savaşta yenik düşmüşçesine başını arkaya atıp yüksek sesle söylendi.
"Lanet girsin. Her boku Sandrino yiyor, acısını yine ben çekiyorum. Herifin aşk hayatı bile bana patlıyor."
**
Viterbo şehrinin kuzey köşesinde, San Lorenzo Katedrali ve Papalık Sarayının kesiştiği caddenin sonunda, yükselen dört katlı Panzio Sarayındaki Sandrino başını arkaya dayamış, manadan yoksun olan mavi gözlerini süslü tavana dikmişti. Büyük yemek odasında tek başına otuyordu. Dün geceden beri aralıksız içtiği sert alkol hissizleşmesine neden olmuştu. Sınırını çoktan aştığını daha fazla içmemesi gerektiğini bile dahi kendini durdurmak gibi bir niyeti yoktu. Sorunlarını alkole boğmak onlarla baş etmekten daha kolaydı.
Dün Sandretta'daki villayı terk ettiğinde, Viterbo'ya gelmişti. İçmeye şehirde bekar olduğu zamanlarda sıklıkla uğradığı bir tavernada başlamış, tek başına somurtarak o akşam sahnelenen müzikli eğlenceyi izlemişti. Fakat ihanete uğramış ve terk edilmiş bir halde Viterbo'nun tanıdık köşelerinde dolanıp durmak eskisi kadar zevkli gelmemişti, karanlık sokaklardan geçerken kendini şahsına ait olan sarayın önünde bulmuştu. Bir süredir kullanılmayan evin hazırlanması için geleceğini birkaç gün önceden haber vermesi beklenirken, sabaha karşı kapıya dayandığını gören muhafızlar ve tüm hizmetkârlar şoka uğramıştı. Telaşla oradan oraya koşturup odaları açıp, mumları ve şömineleri yakarlarken fark etmediğini düşünerek ona kaygılı bakışlar atmışlardı.
Sadece onun için yapılan özel bir tür olan şarabının mahzenlerden çıkarılmasıyla içmeye devam etmişti. Uyuyamayacak kadar öfkeli, üzgün ve kandırılmış hissediyordu. Gün tam anlamıyla aydınlana dek üzerindeki kıyafetleriyle terasta öylece içerek oturmuş, vakit öğleyi geçtiğinde gözünü sızıp kaldığı divanda açmıştı. Küfür edip, kaskatı kesilmiş omuzlarını ve kollarını ovuştururken yukarı çıkarak yıkanmış sonrasında tekrar aşağı inip büyük yemek salonunda içmeye devam etmişti.
Oturduğu oymalı ahşap sandalyesinin kulpuna yasladığı kadehiyle, tavanı izlemeye devam ederken koridordan gelen ayak sesleri kulağına çalınmıştı. Birkaç saat önce yemek istemediğini ve o çağırmadıkça gözüne gözükmemelerini söylediği hizmetkarlardan biri olmazdı. Başını çevirmeden yan bir bakış atmasıyla açık kapılardan içeri dalan Andrean'yi gördü.
"Hoş geldin Andreani. Kalleşliğin yanında iyi giden kaliteli şarabım var, gel sen seversin."
Sandrino yüzüne bakmadan soğuk bir sesle kuzenini selamlamıştı. Bunun üzerine davetlerin verildiği büyük yemek odasında ağır adımlarla ilerlerken onu incelediğini çok iyi bildiği Andreani dikkatli bir ses tonuyla karşılık vermişti.
"Hemen dikenlerini çıkarma. Buraya hatamı kabul ederek geldim. Ayrıca beni Viterbo ve Roma'daki her köşeyi arama zahmetinden kurtardığın için ayrıca teşekkür ederim."
"Ortadan kaybolmak isteseydim gerçekten kaybolurdum ama bu kez öyle bir niyetim yoktu. Ayrıca sen şunu söylese; benim evliliğim, benim karım, benim sorunum' sözleri yalnızca senin için mi geçerliydi? Yıllar önce aynı durumda ben geri adım atmamış mıydım?"
Ona doğru gelmeye devam eden Andreani bu sert sözlerini duyduğunda bir an duraksamıştı. Sandrino dün gece bir hışımla evden çıkarken verdiği emirlerin yerine getirilmemesine engel olan kişinin Andreani olduğunu öğrenmişti. Günün ilerleyen saatlerinde villadan tüm iş dosyaları ve kıyafetlerini getiren Gennaro ona ardından yaşananlar hakkında rapor vermişti. Natilda'nın gönderilmediğini üstüne üstlük Clarissa'nın başına muhafız dikerek av köşküne hapsetme planları kurduğu Maddalena'yı yanına alarak Ludovico Villasına götürdüğünü şaşkın ve sinirli bir tavırla dinlemişti. Fakat bunun dışında pek bir şey biliyor değildi, Gennaro'ya kasıtlı bir şekilde Maddalena hakkında soru sormamıştı.
"Bazı durumlar beni böyle davranmaya mecbur etti diyelim. Fakat kızmakta haklısın, aranızdaki soruna benim karışmamam gerekirdi."
O ana kadar kayıtsız bir tavırla Andreani'ye olan tepkisini gösteren Sandrino, aniden kadehindeki şarabı bir kerede içip yanındaki masada duran gümüş sürahiye uzandı. Kadehini doldururken mavi gözlerini kaldırıp, dişlerinin sıkarak söylenmişti.
"O sarı cadı benim karım. Hanımefendi kendisine verilen emirlere uymak zorunda."
"Aksini iddia eden olmadı."
İçini çekerek onu izleyen Andreani, onun sol tarafındaki ahşap sandalyeyi geriye çekerken konuşmuştu. Yönünü ona doğru çevirdiğinde üzerine yerleşmiş, bir müddet onun dağınık görüntüsünü süzmüştü. Sandrino elindeki kadehin bir kez daha sonuna geldiğinde, Andreani de yüzünü buruşturarak uzanıp omzunu dürtmüştü.
"Sarhoş musun sen?"
"Yeterince değilim."
Gözlerini devirerek Andreani'ye cevap veren Sandrino, sandalyesinde doğrulup bakışlarını tekrar gümüş sürahiye çevirmişti. Yüksek alkolden hafif sarsak hareket eden kolunu, tepside bir arada duran kadehlere uzatmış, aralarından birini çekip aldığında bu kez iki kadehi de doldurmuştu. Masanın üzerinden kaydırdığı kadehi karşılayan Andreani, gözlerini kısmış onu izlerken dayanamayıp konuyu açmıştı.
"Sandrino nasıl oldu bu iş? Yani şu yaptıklarını ben yapsam anlarım da... senn? Ne yaptın karına, annen sen gittikten sonra yerde baygın bulmuş."
"Ne? Nasıl?"
Sert alkolden büyük bir yudum alan Sandrino, kadehini masaya çarparak sırtını düzeltmişti. Uykusuz ve yorgun yüzüne yayılan ifadeden hiçbir şey bilmediği anlaşılıyordu.
"Emirlerine karşı gelindiğini haber aldın ama bunu almadın mı?"
"Hayır. Yani Maddalena'yı sormadım."
Sormamış değil soramamıştı. Sandrino geceyi, karşısında titreyen çenesini havaya kaldırmış içinde biriktirdiklerini cesurca yüzüne çarpan Maddalena'nın ne demek istemiş olabileceğini düşünerek geçirmişti. Sözleri kafasının içinde dönüp duruyor ona manevi bir işkence çektirircesine peşini bırakmıyordu. Fakat Genaro'yu dinlerken onun nasıl olduğunu sormayı hala ilgilendiğini itiraf etmeyi reddederek adını kullanmamış, hakkında tek bir kelime dahi etmemişti.
Sandrino bir an zihninde Maddalena'nın yüzünü yatak odalarını terk ederken gördüğü son haliyle canlandırdı. Arkasından böylesine yıkılacağını tahmin etmemişti. Fakat evlilikleri böylesine çıkmaza girmiş, aralarında ihanet ve yalanların olduğu kocaman bir uçurum açılmışken nasıl yanında kalabilirdi ki?
Dün akşamdan beri zihninde dolaşan rahatsız edici düşünceler ve kararlarla tekrar bir karamsarlığa düşen Sandrino oflayarak nefesini dışarı vermişti. Onu hem beyninden hem de kalbinden atmak için aldığı karar Andreani'nin getirdiği haberle sarsılmıştı. Oturduğu yerde kollarını masaya yaslamış, Andreani'nin anlatacaklarını beklerken yüzünde gerçek bir endişe vardı.
"Anlat ne olmuş? Nasıl?"
"Başını çarpmış. Halamın söylediğine göre de hırpalanmış görünüyormuş. Sandrino kıza el mi kaldırdın?"
Bu sözleriyle birlikte Sandrino aniden sesini yükselterek onu terslemişti.
"Saçmalama! Tabi ki öyle bir şey yapmadım. Nereden çıktı bu laf?"
"Sinirlenme ama herkes öyle olduğuna inanıyor. Halam, Maddalena'nın seni korumak için yalan söylediğini düşünüyor. Öyleyse odanın o hali ne?"
"Yapmadım diyorum. Tamam, bağırırken biraz hırpaladığımı hatırlıyorum ama el kaldırmadım. Bir kere siz onun öyle küçük zayıf bir şey olduğuna aldanmayın, kimsenin kendine el kaldırmasına izin vermez o. Karşılığını verir. Sen Maddalena'nın nasıl olduğunu söyle, hekim çağırmışlar mı?"
"İyi, halam hekim çağırmış başındaki yarayı sargıyla kapatmışlar. Şu an iyi ama çok solgun ve bitkin göründüğünü duydum."
Derinden bir iç çekerek arkasına yaslanan Sandrino'nun kaşları hala çatıktı, elini saçlarının arasında gezdirmeye başladığında Maddalena'yı düşündüğü ve üzgün olduğu yüzünden okunuyordu. İçkisini yudumlarken onu izleyen Andreani, bir süre sonra hafifçe gülümseyerek ona kadehinin üzerinden kurnaz bir bakış atmıştı.
"Bu kadar endişeleniyorsan kendi karını bize gelip görebilirsin. Yolu biliyorsun. Hem gidince bu kadar yıkıldığına göre o da seni görmekten mutlu olur. Hatta istersen gece senin için kapıları kilitlemeyi unutabilirim. Bize geldiğinde sana verdiğimiz odada kalıyor."
Gözlerini deviren Sandrino masaya bıraktığı kadehine uzanmıştı. Uzun parmaklarıyla elinde çevirirken içine kısık bir sesle mırıldanmıştı.
"Maddalena dün akşamdan sonra uzun bir süre beni görmek istemez."
"Tamam, bu olanların hazmedilmesi çok güç, kabul ediyorum. Ben olsam muhtemelen benzer bir tepki verirdim. Fakat zaten evlilik dediğin şey de kolay bir şey değildir Sandrino. Bir şekilde bunu aşmanın yolunu bulmak zorundasın. Zaten başka da bir seçeneğin yok, şu haline bir baksana."
Andreani'nin sözlerine karşılık kadehinden bakışlarını kaldıran Sandrino, haline şöyle bir göz atmış sonrasında ise kuzenine dönerek sinirle söylenmişti.
"Ne varmış benim halimde?"
"Siniri bozacak gerçekleri yüzüne vurmam için ısrar ediyorsan, konuşurum."
"Şu öfkeli halimle çenene bir tane geçirmemde ısrar ediyorsan.. buyur konuş."
Andreani verdiği karşılığa eğlenerek birden gülmeye başladı ve kadehinden koca bir yudum aldığında tekrar ona döndü. Gökyüzü mavisi gözleri kendinden emin bir şekilde parlıyordu.
"Evliliğini öylece kestirip atamazsın Sandrino."
Konuşmaya bu şekilde başlamasından hoşlanmayan Sandrino öfkeli ve son derece asık suratlı bir ifadeyle Andreani'yi terslemişti.
"Evlilik benim değil mi? İstediğimi yaparım. Yapacağım da sadece henüz onunla hayatımızı nasıl düzenleyeceğimizi düşünmedim. Fakat başına Gennaro gibi bir muhafız dikip aklı başına gelene kadar av köşküne sürgüne gönderme fikri çok cazip geliyor doğrusu. Annem de çok kıymetli topraklarında kendi yalnız sürgününde yaşayabilir."
"Öyle diyorsun yani?"
"Öyle tabi Andreani, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz."
Sandrino şarap kadehini kafasına dikip asabi bir tavırla çabucak geçiştirmişti. Aslına bakılırsa uzun bir süre daha bu konu üzerine konuşmaya niyetli değildi. Fakat onu izleyen Andreani sandalyesinde arkasına yaslanırken sert hatlı yüzünde zafer kazanmış bir gülüşle onun sinirli halini süzüyordu. Konuşmaya başladığında son derece olağan ve mantıklı bir konudan bahsedercesine rahattı, onun sinirden kasılan çenesini fark ettiyse de konuşmasını tüm rahatlığıyla sürdürmüştü.
"Maddalena, Clarissa'ya Lucca'ya gitmek istediğini söylemiş. Dolaysıyla benim yardımımı rica etmiş. Kocasının izni olmadan şehirden ayrılamayacağını bu yüzden yardımcı olamayacağımı söyledim. Fakat sende zaten hayatınızı düzenlemek istiyormuşsun. Benim için sorun değil eğer şimdi izin verirsen hemen bugün yola çıkmasını sağlarım. Gözün görmesin istiyorsan halasının yanına postala gitsin, hem sen de burada kafana göre yaşarsın. Açık evlilik yaşayan birçok soylu var, ilk siz olmazsınız."
Sandrino'nun konuşmalarının en başından beri asık olan suratı şimdi tehditkâr bir şekilde kasılmıştı. Yavaş gitsin diye dişlerinin arasından homurdandığında sert çenesinde ince bir kas seğirmeye başlamıştı. Fakat çok geçmeden asabiyeti yerini alaycı bir kahkahaya bıraktı. Başını arkaya atarak gergin gür sesiyle gülmüştü.
"Hanımefendi Lucca'ya mı gitmek istiyormuş? Hayal gücüne hayran kaldığımı söyle ona."
"Bu sözlerinden izin vermediğini mi çıkarmam gerek?"
"İzin vermiyorum. İzin vermiyorum ve bir daha söyleyeyim vermiyorum. Benim haberim ve iznim olmadan şehirden burnunu dahi çıkaramaz. Ona hiç yumuşatmadan aynen bu şekilde 'Sandrino Panzio izin vermiyor.' diye söyle."
"O zaman hem gözümün önünde olsun ama hem görmeyeyim diyorsun, öyle mi?"
"Ne kadar uzadı bu konu. İkimizin hayatıyla bir takım düzenlemeler getireceğim dedim, işte o kadar!"
"Eşek gibi inatçısın be adam. Hiç sorunlarını yanlış köşesinden tuttuğun geldi mi aklına? Evet, kabul ediyorum şapel hakkındaki öfkende çok haklısın. Fakat Maddalena'nın aileye ihanet ettiğini düşünmek mi? O bahane. Sen asıl kafanda, kalbinde neye bu kadar kızıyorsun onu bul önce. Maddalena'ya mı kızıyorsun? Yoksa o kıza deli gibi tutkun olan kendine mi kızıyorsun? Görüyorum Sandrino, seni bu kadar sarsabilmiş olmasına kızgınsın. Kurtulamıyorsun bu hislerden, her zamanki gibi öfkelenip yakıp yıkarak kapıları kapatıyorsun."
"Ben çok mutluydum ya, ben şehir şehir gezerken çok mutluydum. O at arabasının kapısını hiç açmayacaktım. Gözlerinin içine bakıp, arabama hiç davet etmeyecektim. Bu sarışın cadı benim nereden karşıma çıktı ya ?!"
"Sandrino, o kız senin başına gelmiş en güzel şey. Kabul et aptal kuzenim, kendini kabul et. Hem farkında mısın? Şu an bu bir ilk, senin hayatındaki bir kadın hakkında oturmuş ciddi ciddi konuşuyoruz. Hislerden bahsediyoruz. Yani senin için kıymetli, yani canını yakabilecek kadar içine işlemiş. Kan, ter, gözyaşı, acılar bunların hepsi bir hislerinin belirtisi. Eğer bunca zamandır kendini inandırmak istediğin gibi yüzeysel bir evliliğin olsaydı bunları hissetmezdin."
Dirseklerini önündeki masaya yaslamış Sandrino, kafası karışmış gibi ellerini saçlarının arasına geçirmiş düşünüyordu. Kaşlarını çatmak somurtmak bile artık onu yormaya başlamıştı. Son birkaç aydır şapel üzerinden ona cehennemi yaşatan Maddalena için bunları kabul etmek mi? Aklını kaçırmış olması gerekti!
"Kabul edince her şey hallolacak mı sanki? Şu an başımda sayısız dert varken ve bu dertlerin en büyüğünü de ona karşı olan hislerini kabul et dediğin sevgili karım açmışken?"
"Sen ne yapacaksın biliyor musun? Önüne alacaksın tüm o dert yumağını, teker teker mantıklı bir şekilde çözeceksin. Şimdiye kadar hep Rosia Halamın yönetiminden şikâyet ettin. Şimdi Panzio Dükü olarak kontrolü al eline, şaşırt herkesi. Ailenin babası ol, ha bir de koca ol. "
"Şaşırtayım herkesi, evet."
Sandrino sesindeki küçümsemeye engel olamamıştı. Konuşmak kolaydı. Fakat onun içinde bulunduğu kördüğüm haline gelen durumla eğlenen Andreani gülerek konuşmaya devam etmişti.
"Ol ki benim de karımla aramı açma. Senin yüzünden kadın dayanışmasının içine düştüm. Clarissa zaten hamileliği yüzünden huysuz olmaya başlamıştı şimdi ne söylesem durumu tüm erkekler aynısınız haline getiriyor. Yani tamamen bencil sebeplerden buraya gelip seninle konuşuyorum."
Bu sözleriyle Sandrino'nun dudakları gönülsüz bir gülümsemeyle kıvrılmıştı.
"O ikisini çok sık yan yana getirmemek lazım, sakıncalı bir ikili olurlar. Fakat şu an ve birkaç gün daha Maddalena hakkında konuşmak istemiyorum."
İki kuzen yemek masasına konuşmalarına devam ettikleri sırada, holden gelen güçlü adımların sesini işitmişler, bir an sonra ise paldır küldür içeri giren Bruno görünmüştü. Sinirli adımlarıyla büyük odada onlara doğru ilerleyen arkadaşının halini gören Sandrino, sandalyesinde doğrulmuş ona dönmüştü.
"Bruno ne oldu?"
"Ercole Nicolette sanat atölyesine ziyarete geldi, baskın yaptı desem daha doğru olur. Birçok süslü söz söyledi fakat anladığım kadarıyla seni bırakıp hamiliği altına girersem şapelin mimarlığına geri dönebilirmişim."
Dudaklarından dökülen alçak sesli küfürle, sandalyesinin kenarlarını sıkmaya başlayan Sandrino'nun sinirden gözleri kararmıştı. Esrarlı bir sesle olayın devamını sorarken dudakları düz bir çizgi halini almıştı.
"Sen ne söyledin?"
Bruno parlak bakışlarıyla onu yüzüne bakıp omuzlarını silkmişti. Sıkkın ifadesiyle ilerleyip masaya kalçasını yasladığında ona dönmüş ve yaptığından gurur duyan bir ses tonuyla cevap vermişti.
"Dedim ki; Sandrino Panzio tanıdığım tüm dükler arasında en eğlenceli en renkli bir adam. Kasıntı dükler sanatımı köreltiyor."
Sandrino'nun ilk tepkisi sinirli bir tavırla yumruğunu masaya geçirmek oldu. Sonrasında ise Andreani'ye dönüp eliyle Bruno'ya göstererek söylenmişti.
"Al sana dert yumağı."
"Her adımda bir düğüm. Fakat mantıklı ve akıllıcı hamlelerle. Öfkeye kapılmadan."
Sandrino güçlükle bastırdığı öfkesiyle ellerini saçlarının arasına geçirmişti. Bakışları gittikçe uğursuz bir hal alırken aniden kalkmasıyla mermer zemine sürten sandalyesinin kulak tırmalayıcı sesiyle odanın ortasına doğru ilerlemişti. Birkaç adım sonra tekrar masadaki Andreani'ye döndüğünde son sözlerini tehditkâr bir sesle dile getirmişti, her hücresinden yakıcı bir öfke yayılıyordu.
"Diplomasi konusunda her zaman benden bir adım önde oldun Andreani. Yalnız şunu bil ki, bir ters hareketini daha görürsem o piçi parçalara ayırırım."
Yazan; Mirena Martinell.
✨ ✨
Küçük Maddalena. Tabi, rüyasındaki birkaç yaş daha küçük haliydi. Sekiz, dokuz yaşında düşünebilirsiniz. Maddalena'yı ne kadar içselleştirdiysem küçük halini bile ayrı sevimli buluyorum :))
**
Vee fırtınanın ardından yaşananlar böyle. Aslında bölümün aralarına hareketli resim koymak gibi bir adetim yoktur ama bölümün sonuna ard arda koyunca pek hoşuma gitmedi, bende yeni bir şey deneyeyim dedim. Bu bölüm gif bombardımanına tuttum sizi :D Bence özel bölüm tadında bir şey okuduk. Umarım hoşumuza gitmiştir 🙏🏻 Okuyan herkes oy verir ve fikrini belirtirse çok mutlu olurum. Sandrino ve Maddalena'nın bu gidişatı yüzünden biraz kafam karıştı, alternatif fikirlerini duymaya ihtiyacım var.
Bir sonraki bölümü düzenlemem gerek, ilgiye göre en kısa zamanda eklerim diye düşünüyorum. Hepinize kucak dolusu sevgiler, görüşmek üzere 🫶🏻🎈
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top