Bölüm 22 Kısım II - "Şapel"
"yalanlar üzerine kurulan bir evlilik"
✨✨
Bir minicik kız çocuğunun olduğu anlamsız bir rüyanın ortasında kendini açıkta ve savunmasız hisseden Maddalena, aniden uyanmıştı. Uykulu yeşil gözlerini araladığında yatak odalarının aydınlanmış olduğunu gördü, geniş pencereleri örten brokar perdeler belli bir kısmını engellese dahi aralıklarından sızan günün ilk ışıklarını tamamen kesmeye yetmemişti.
Kendini gece boyunca uyumamışçasına bitkin hissederken sessizce içini çekerek yan döndü. Bulanık gören gözlerini kırpıştırırken bir anda karşısında masmavi bir denizin ona baktığını fark etti. Onun aksine son drece uyanık hatta dinç görünüyordu. Dirseğini kendi yastığına dayayarak eliyle başını desteklemişti. Üzerinde henüz bağlamadığı parlak bağların yana sarktığı beyaz gömleği vardı. Siyah bir pantolonunu giymiş, uzun bacaklarını öne uzatarak uzandığı yerde ona dönmüştü. Onunsa üzerinde etekleri neredeyse bacaklarının üst kısmına kadar açılmış pembe ipek geceliği vardı. Muhtemelen saçları da karmakarışık bir haldeydi. Bu şekilde, karşısında kendini savunmasız hissetmiş olsa dahi üzerinde duramayacak kadar yorgun ve kalbi kırıktı.
Onun ayılmasını izleyen Sandrino sessizdi. Sabahın ilk ışıklarında derin düşüncelere dalmış gibi parlayan mavi gözleri ifadesizdi, nasıl bu kadar parlak gözlere sahipken bu kadar gizemli olabiliyordu? Daha da önemlisi ne kadar zamandır onu izliyordu?
Gözlerini ondan ayırmadan sarı perçemlerini geriye çeken Maddalena, elini yastığının yanına koydu. Üzerindeki uyku sersemliğini hala tam olarak atamamıştı. Bu haliyle duygusuz bir maskenin ardından onu izleyen Sandrino'ya karşılık verecek gücü yoktu. Teslim olurcasına yorgun bir ruh haliyle iç çekip vücudunu tamamen ona çevirdi. Bir müddet ikisi de kıpırdamadan sessizce karşılıklı yatarak birbirlerinin gözlerinin içine bakmışlardı. Maddalena sonunda hüzünlü dünyasının arasından sıyrılıp gelen kısık bir sesle aralarında esen gergin havayı bozmak zorunda kalmıştı.
"Ne kadar zamandır beni seyrediyorsun?"
"Yeterince uzun."
Sandrino tamamen duygusuz içinde sevgi ve sıcaklıktan eser olmayan sesle cevap verdi. Dün akşam bir anda ortaya çıkan bu küstahlığı artık Maddalena'nın canını iyice sıkmaya başlamıştı, kısa bir duraksamanın ardından bu kez daha özgüvenli bir sesle devam etti.
"İyice ezberleyebildin mi yüzümü?"
"Görünen masumluğunu ezberledim. Başka yüzün var mı?"
"Yok."
"Öyle diyorsan."
Gözlerinin içine bakmaya devam eden Sandrino'nun bu sözleri, güçlü bir hayal kırıklığı dalgasıyla sarstı Maddalena'nın bedenini. Gözlerini kapatıp içini dağlayan bir kalp ağrısıyla iç geçirdi. Ne kadar temkinli yaklaşırsa yaklaşsın bu kasıtlı küstahlığı karşısında artık sakinliğini koruyamıyordu. Uzun kıvrık kirpiklerin gölgelediği yemyeşil gözlerini usulca araladığında kalbi kırık fakat cesur bir meleğe benziyordu.
"Ezberlediğine göre.. öyleyse bundan sonra böyle soğuk, yabancı gibi bakacaksan bir daha yüzüme bakma."
Bu sözleri üzerine dişlerini sıkan Sandrino'nun deniz mavisi gözlerinin içinde bir şey yanıp söndüyse de umursamaz haline geri dönmesi kısa sürdü. Gözlerinin içindeki kırgın ifadeden üzüldüğünü görse dahi fark etmemiş gibi kayıtsızdı. Ona soğuk ve küçümseyen bir bakış attığında arkasını dönüp yataktan kalktı.
"Bakmam Maddalena. Bakmam."
Maddalena'nın yeşil gözleri akmak için an kollayan gözyaşları ile dolmuşken, güçlükle yutkundu. Elini yastığına yaslayarak uzandığı yerde doğrulup odanın içinde ilerleyen Sandrino'ya baktı. Çıplak sırtı ona dönüktü, parmaklarını saçlarının arasına gezdirirken çok gergin görünüyordu. Maddalena ona çok kırılmış olsa da dün akşamdan beri süren bu imalı sözler ve kaba tavırlarının altındaki sebep her neyse öğrenmek için kırgınlığını bir kenara bırakmak zorundaydı. Eğer şapelin şu anki durumuna onun sebebiyet verdiği gerçeği ortaya çıkmış ya da ondan şüphelenmeye başlamışsa bunu bir an önce bilmeliydi. Belki olacakları önleyebilirdi. Bu düşünceyle uzandığı yerden doğrulup, sakin ama ısrarcı bir tonda, aynanın karşısına geçmiş gömleğinin bağlarını düğümleyen Sandrino'ya seslendi.
"Sandrino ne oluyor? Bana neden böyle tavırlısın?"
Sandrino önce yerinde yavaşça ona döndü ve herhangi bir şey söylemeden yüzüne baktı. O an yatak odasında kısa bir sessizlik hâkim sürdü. İçinden her ne geçiyorsa onunla paylaşmak isteyip istemediğini anlamak istercesine yerinde kalıp ifadesi incelemişti. Sonunda yüzüne alaycı bir soğukluk yerleştirip cevap verdi.
"Söylesene hiç içgüdülerin sana bağıra çağıra bir şeyleri anlatmaya çalışırken senin başka şeylere inanmak istediğin oldu mu? Büyük bir bulmacanın parçaları birleştikçe senin gözlerini kapadığın? Hiç böyle hissettin mi?"
Sandrino bu tuhaf sözlerinin ardından onu olduğu yerde bırakıp sert adımlarla giyinme odasına girdi. Az önce duyduğu şeyin altında yatan anlamı görerek birden ayılan Maddalena'nın midesi şimdiden altüst olmuştu. Sözleri şiddetli bir fırtına gibi vurdu onu, yüzüne düşen saçlarını geri çekmeye çalışırken elleri titremeye başladı.
Biliyor olabilir mi?
Başka neden benimle bu şekilde konuşacak ki?
Tanrım neler oluyor?!
İçinden çıkmadığı bir panik döngüsüne kapılmıştı. Odağını kaybetmiş gözbebekleri titriyor, dudaklarını dişlerinin arasına almış ısırıyordu. Yatağın üzerinde otururken öylece kalakalmıştı. Bir yanı Rosia Panzio'nun öğütlediği gibi sessiz kalıp, şapel hakkında ilgiyi üzerine çekmemesi gerektiğini söylüyordu ama bu şekilde de içi bir türlü rahat etmeyecekti. Sandrino'nun aniden ortaya çıkan bu küstah tavrının altındaki ne varsa artık bilmek istiyordu, bilmesi gerekiyordu! Üzerindeki geceliğinin eteklerinin savurarak yatak odalarının içinde ilerleyip peşinden gitti.
Seçtiği kül rengi brokar ceketini giymiş olan Sandrino, belini saran kemerini kontrol ediyordu. Siyah binici çizmelerini uzun bacaklarına geçirmiş, dağınık sarı saçlarını yana yatırmıştı. Yakasına ise aile armasından oluşan gösterişli bir broş iliştirmişti. Kapının eşiğinden geçen Maddalena, yüzünün sadece yan tarafını görüyorken kısık sesiyle konuşmaya çalışmıştı.
"N- n-ne söylemeye çalıştığını anlamıyorum."
Bunu duyan Sandrino'nun dudakları hoşnutsuzlukla aralandı. Sesi ürkütücü derecede alaycı ve duygusuzdu.
"Bende pek çok şeyi anlamıyorum. Çelişkiler içindeyim."
"H- ha-hangi çelişkiler?"
Sandrino sessizliğini korudukça Maddalena'nın kalbi daha çok sıkışıyordu. Giysilerinin bulunduğu odanın içinde dolaşmaya başlamıştı. Aynanın yanındaki kakmalı sandığı açmış, içinden çıkardığı hançerini kılıfından çekip yeniden koyarak alıştırma yapmıştı. Ürkek yeşil gözleri kabzasındaki renkli bir taşın olduğu hançer ve inatla sessiz kalan Sandrino'nun sert yüzü arasında gidip gelen Maddalena usulca yutkunmuştu. Ona bile isteye işkence çektiriyordu.
Bir müddet sonra küçük odanın içindeki Sandrino'dan kaynaklı gerginlik artık elle tutuluyor bir boyuta ulaşmıştı. Sonunda elindeki hançeri kemerindeki yerine yerleştirdiğinde, dolaptan siyah bir pelerin çıkarıp ona dönmüştü. Yakaları kürklü parlak kumaşı arkaya omuzlarına atarak iki yanındaki bağlara uzanıp, becerikli parmaklarıyla düğümlemişti.
Siyah peleriniyle olduğundan daha kalıplı bir görüntü içinde olan Sandrino, uzun boyu ve gizemli yapısını harmanlayıp, üzerine tehditkâr bir adım atmıştı. Maddalana bunları onu korkutmak için yaptığını bilse dahi bir adım gerilemekten kendini alamadı. Sandrino dudaklarında onun gerginliğini arttıran soğuk bir gülümsemeyle üstüne gelirken ipeksi bir sesle konuşmuştu.
"Sen neden bu kadar tedirginsin? Benim başımda bir sürü dert var; şapel, kayıp bir taş ustası, Viterbo Valisi, babamın arkasında bıraktığı birçok kazançsız iş... sen neden bu kadar geriliyorsun ki?"
Sandrino gözlerinin içine söyleyemeyeceği şeyi biliyormuşçasına bakıyordu. Maddalena nefesinin kendine yetmediğini hissetmeye başlamıştı, açık vermeden konuşabilmesi için mesafeye ihtiyacı vardı. Geriye doğru temkinli bir adım daha attı. Fakat o geriledikçe Sandrino ısrarla üzerine yürüyordu, sonunda sırtının duvara yasladığını fark eden Maddalena panikleyerek sesini yükseltti.
"Üzerime gelme. Gergin değilim ki ben! Bu tavırlarınla beni sen geriyorsun. Benimle ilgili bir şey varsa söyle Sandrino, neden böyle davrandığını anlamıyorum."
Konuşurken daha fazla üzerine gelmesini önlemek için elini aralarına koymuştu. Sandrino önce göğsüne yasladığı eline ardından yüzüne bakmış, aynı anda kendi elini yavaşça onun yüzüne doğru kaldırdığında Maddalena kıpırdamadan kalmıştı. Önce sarı saçlarını okşayarak yüzünün hattını takip edip, parmaklarının uçunu yanağına sürtmüş, başparmağının ucunu sıklıkla yaptığı gibi alt dudağının üstünde dolaştırmaya başladı, Maddalena beklenmedik dokunuşu kabul ederken, nefes almayı dahi unutmuştu. Kırpıştırdığı uzun kirpiklerinin altından yüzüne bakarken Sandrino çenesini tutup kendine yaklaştırdı ve dudağının kenarına bir öpücük kondurup geri çekildi.
"Eğer seninle ilgiliyse zaten yakında öğrenirsin. Emin ol öğrenirsin."
Dokunuşları tıpkı dün akşam olduğu gibi tutkulu aynı zamanda kaba ve yakıcı bir hoyratlıktaydı. Sesinde ise sıcaklıktan eser yoktu. Sandrino'nun kendinden duygusal anlamda uzaklaştığını hisseden Maddalena feryat etmeye çok yakındı. Uzaklaşırken parmaklarını yüzünden son ana kadar çekmemiş sonrasında ise bir yabancıya bakar gibi gözlerini çevirip onu giyinme odasında bırakmıştı. Maddalena arkasındaki duvara yaslanmış bir halde kalakalmışken yatak odalarının kapısının kapandığını duyduğunda inleyerek ellerini yüzüne kapatmıştı.
Biliyor.
Konuşmamı, yaptığım şeyi anlatmamı istiyor.
Biliyor! Dün bir şey oldu, bir şey öğrendi o yüzden bu kadar değişti. Fakat anlatırsam bir daha yüzüme bile bakmaz, biter bu evlilik. Ben bunu kaldıramam. Bırakıp gider beni. Hayır, bunu kaldıramam.
İçinde birbirine dolanıp düğümlenen birçok duyguyla kendini giysilerinin olduğu karşıdaki dolaplara sürüklemişti. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bu inkâr edilemez bir şekilde hayatında yaptığı en büyük hata, en büyük günahtı. Pişmanlık ve vicdana azabı Maddalena'yı kahrediyordu. Gözpınarları dolmuş bir gözyaşı yanağından yuvarlandığında daha fazla dayanamayıp alnını önündeki dolaba yaslayıp gözlerini kapatmıştı.
Düşünceleri karmakarışık halde, zihninin içinde yankılanıyor, kararsızlıkla oradan oraya atlıyordu. Kalbi derin bir kırgınlıkla ve kaybetme korkusuyla sızlıyordu. Sandrino'yu kaybetme düşüncesi Maddalena'yı boğacak gibi oluyordu. Bunu düşünürken bir anda dudaklarında acı bir tebessüm belirdi. Onun aksine Sandrino'nun kaybetme korkusu yoktu, en azından şimdiye kadar yaptıkları ve söyledikleriyle Maddalena'yı buna inandırmıştı Belki Maddalena onsuz bir hayat yaşayamazdı fakat Sandrino onsuz çok güzel yaşardı.
Çok fazla şeyi aynı anda düşünmekten başı ağrımaya başlamış Maddalena, bir süre sonra yaslandığı yerden yavaşça doğrulmuştu. Vakit ilerliyordu, Sandrino ve Rosia Panzio ile yapacağı kahvaltı için hazırlanması gerekiyordu. Geç kalıp dikkatleri üzerine çekmek o an isteyeceği en son şeydi. Uyuşmuş gibi dolaptan mavi brokar bir elbise çıkartıp hazırlanmaya başlamıştı. Yemek salonunda hazırlanan kahvaltıya indiğinde yüz ifadesi ağır ve hüzünlü düşüncelerden olabildiğince arınmış, daha sakin ve kontrollüydü. Buna rağmen kahvaltı boyunca Sandrino ve Rosia Panzio ile göz göze gelmekten kaçınmıştı. Sessiz kalarak, içinde patlama noktasına gelen duygularına set çekmeye çalışıyordu.
Vakit öğleye yaklaşırken baş ağrısı dinmiş fakat içindeki sıkıntı hala geçmemişti. Agnesia Halasından sonra kendini en yakın hissettiği Natilda'nın kollarına koşmuştu. Yaptıkları yüzünden onu azarlasa, içini dağlayan geçekleri yüzüne acımadan çarpsa dahi yanında olmasından güç alıyordu. Sandrino ile ona ait olan dairenin ilkbahar renklerine bürünmüş bahçelerini gören terasında, Natilda ile karşı karşıya oturmuş, eline aldığını kasnağını dalgın bir ruh haliyle işlerken kıyısında durduğu felaketin büyüklüğüyle yüzleşiyordu.
"Hayatım mahvolmak üzere ben burada nakış işliyorum."
Maddalena, bir süredir süren söylenmelerine karşılık dadısının kendi kasnağının üzerinden ona sert bir bakış atıp tekrar işine geri döndüğünü görünce kederli bir edayla koltuğuna yığıldı. İşaret parmağını dudağının üzerine koyup Sandrino'nun neyi ne kadar bildiğine kafa yormaya çalıştı.
"Natilda, acaba sen gidip Gennaro'nun ağzını mı arasan? Benim Sandrino'nun neden böyle davrandığını, ne bildiğini öğrenmem gerek. Bunu da bilse bilse Gennaro bilir, Sandrino'nun peşinden bir an olsun ayrılmıyor. Tabi yüksek ihtimalle Dük Ludovico'da biliyordur ama ona soramayız, bu yüzden Gennaro ile şansımızı deneyelim."
Bu sözlerini dinleyen Natilda'nın nakış iğnesi kasnağının üzerinde donup kalmıştı. Bakışlarını kaldırıp daha fazla ortalığı karıştırmaması için onu sert bir tavırla uyardı.
"Rosia Panzio sana; bu işlere karışma, sesini çıkarma dememiş miydi?"
"Peki ne yapacağım, kaderime razı gelip nakış mı işleyeyim?"
Kendini arada kalmış hisseden Maddalena elindeki gergefi yukarı kaldırıp sıkkın bir halde şikayet etti. Onun bu hallerine alışkın olan Natilda, ben bu olayın buralara geleceğini biliyordum dercesine koyu renk kaşlarını hafifçe yukarı kaldırıp nakış işlemeye devam etti.
Bir müddet çatık kaşlarıyla karşısında dik bir duruşla söylenmelerini duymazdan gelen dadısını seyreden Maddalena sonunda daha sakin bir tutum takınarak nakış işlemeye dönmek zorunda kaldı. Fakat başı yeniden şiddetli bir şekilde zonklamaya başlamıştı. Üstelik aralarında duran alçak masadaki örnek aldığı motifi, elindeki kasnağa gerilmiş beyaz kumaşın üzerine bir türlü yansıtamıyordu. Zihninde Sandrino'nun dün geceden beri süren taş ustası ve inci kolye hakkındaki imaları dönüp dururken elindeki iğneyi kumaşa batırıp duruyor, hırsını kumaştan alıyordu.
Söylemem gerek, çok geç olmadan söylemem gerek.
Maddalena her iğne darbesinde kendiyle çelişiyordu. Bir yanı söylemesi gerektiğini savunurken öteki yanı ısrarla Sandrino'nun onu asla anlamayacağını söylüyor karşı çıkıyordu. Bir süre daha kendi içinde konuşmaya, kumaşı delip geçmeye devam eden Maddalena, işaret parmağına saplanan iğnenin acısıyla yerinden sıçradı.
"İyi misin?"
Acıyla yüzünü buruşturmuştu. Yeşil gözlerini küçük bir damla kanın belirdiği parmağına çevirdiğinde bir anda sessizleşmiş, sonrasında ise ani bir kararla elindeki gergefi masaya atıp oturduğu sandalyeden fırlayarak Natilda'yı terasta bırakıp koridora çıktı. Göz açıp kapayıncaya kadar merdivenlerinden inmiş, villanın ana holüne çıkmıştı. Sandrino'ya bir an önce ulaşmak istemenin verdiği telaşla adımlarını hızlandırmıştı. Yanından geçen hizmetkarlara dönüp bakmadan çalışma odasının koridorunda ilerlemişti, Rosia Panzio'nun nereden çıkacağını bilmediği için duraksamamıştı, Sandrino ile konuşacağını öğrenirse ona engel olmaya çalışabilirdi.
Fakat ilk anda damarlarında kanı dahi hareketlendiren cesaret, Sandrino'nun çalışma odasının kapısı önüne gelince dağılır gibi oldu. Bir hışımla kapısının önüne kadar gelmişti fakat son adımını atmak düşündüğü kadar kolay olmuyordu.
Buna gerçekten cesaretin var mı Maddalena?
Yok söyleyemem.. ama benden duymak zorunda.
Tüm korkusuna rağmen elini kaldırıp ahşap kapıyı tıklatıp, karşılık gelmesini beklemeden içeri girdi. Fakat boş bir odayla karşı kaşıya kaldı, ne Sandrino ne de yardımcısı Gennaro görünürde yoktu. Koyu mavi, boz kahverengi ve altın sarısı renklerin hakim olduğu çalışma odası Sandrino'nun yokluğunda ıssız ve göz korkutucu görünmüştü gözüne. İçlerinde Juan Panzio'nun da olduğu Panzio Dükleri duvarlara asılı altın yaldızlı çerçevelerinde sessizliğe bürünmüş, perdeleri kapalı yarı yarıya karanlık olan büyük çalışma odasına ağır mistik bir hakimiyet havası estiriyorlardı. Boş odaya karşı hüzünle içini çekerek yavaşça geri çıktı. Koridorda ilerlerken villanın kâhyası Fabio ile karşılaştı.
"Fabio, Dük Panzio nerede?"
"Biraz önce Gennaro ile çıktılar leydim."
"Peki Düşes Rosia Panzio?"
"Aşağıdaki üzüm bağlarını kontrole gittiler."
Belki de bu bir işarettir. Konuşamayacağım, yüzüne bakıp şapelin yıkılışının benim yüzümden olduğunu anlatamam. Yapamayacağım.
Maddalena ağır adımlarla merdivenlere yönelip yatak odalarına geri çıkmaya başladığında bir kez daha ne yapması gerektiği üzerine derin düşüncelere dalmıştı. Yatak odasına döndüğünde, Natilda hala çift kanatlı kapıları sonuna kadar açık olan terasta nakış işlemeye devam ediyordu. Maddalena sırtını kapıya yasladığında, nakışından başını kaldırarak, kayıtsız bir ifadeyle haline şöyle bir bakmış sonrasında ise tekrar işine dönmüştü. En ufak bir şaşırma belirtisi dahi göstermemişti, sanki en başından beri gerçekleri anlatmaya cesaret edemeyeceğini biliyordu.
Maddalena dadısının onu bu kadar iyi tanımasına bozuldu, Sandrino'yu çalışma odasında bulsa bile ilk gördüğü günden beri hayran olduğu yakışıklı yüzüne bakarken önünde titreyip kekelemeden konuşabileceğine dair olan inancı bir hayli azdı. Dadısına sinirle çakmak çakmak olmuş gözlerini kırpıştırarak bakmayı sürdürürken bir anda yeni bir çıkış yolu bulmanın sevinciyle yerinde sıçramıştı.
"Yüz yüze konuşamam. Mektup yazıp çalışma odasına bırakayım, hem bu şekilde söyleyeceklerimin hepsini dinlemiş olur."
Kimsesiz ve yalnız kalma korkusu Maddalena'nın tüm zihnini ele geçirip onu allak bullak etmiş olsa da mektup yazma fikri içinde debelendiği o sisin üzerine bir umut ışığı gibi doğmuştu. Çılgın bir enerjiyle yaslandığı kapıdan uzaklaşıp, soluğu yatak odalarındaki yazı masasında aldı. Küçük ahşap sandalyeye yerleşip önüne bir kağıt koyduğunda, kendini anlatabileceği en etkileyici sözleri düşünmeye başlamıştı.
Natilda çamaşırhaneye uğramak için aşağıya indikten sonra Maddalena, uzun bir süre mektup yazmaya devam etti. Fakat elindeki tüy kalemi sürekli olarak duraksıyor, sözlerinin devamını bir türlü getiremediği gibi kendini yeterince iyi anlatamıyor gibi hissettikçe telaşa kapılıp kâğıtları birbiri ardına buruşturup, sabah soğuğunu kırmak için yakılmış içinde cılız bir ateşin dans ettiği şömineye atıyordu. Kendini biraz öncekinden daha sakin hissettiğinde omuzlarından aşağı düşüp yüzünü kapatan kalın büklerini geriye çekip kalemi tekrar eline aldı. Masanın üzerindeki gümüş mürekkep hokkasına batırdığında bu kez yazdıkları üzerinde daha kontrollüydü.
Sandrino,
Bu sana kendimi anlatmak için yazıp attığım onuncu mektup. Biliyorum öğrendin, gerçekleri benim ağzımdan duymak istiyorsun. Yaptıklarımın hafifletilebilir hiçbir yanı olmadığını biliyorum, bu vicdan azabı ve pişmanlık beni öldürüyor. Tek bir şeyden eminim şimdiki aklım olsaydı asla böyle bir şey yapmazdım, bir anlık öfkenin bunca şeye mâl olabileceğini asla düşünemedim.
Sandrino taş ustasını yolundan ben çevirdim, elindeki raporları alıp sana ulaşmasını engelleyen bendim. İnci kolyeyi satıp, sessiz kalması ve İtalya yarımadasından gitmesi için altınları adama verdim. Fakat işler düşündüğüm gibi ilerlemedi, günahım peşimi bırakmadı. Ben böyle olsun istemedim, o zamanlar beni istemediğin ve metresinle olduğun için düzgün düşünemiyordum. Şimdi zaten her şey öğrendiğini tahmin ediyorum. Sandrino ben çok pişmanım. Bana gözlerinde nefret ve tiksintiyle bakmana dayamam ben... seninle böyle olamam... seni seviyoum...
Yazmaya devam ettikçe eli daha şiddetle titreyen Maddalena'nın kalemi parmaklarından kayıp mektubun üzerine düştü. Yazdıklarını okuyunca Sandrino'nun vereceği tepki zihninde canlandıkça kopkoyu bir karanlık içini kaplıyordu. Sandrino onu asla affetmeyecekti. Onu terk edeceği düşüncesiyle birlikte kalbinde açılan keder dolu yaranın acısı gözyaşlarının yanaklarından yuvarlanıp mektubun üzerine düşmesine neden oldu. Oturduğu sandalyeye yığılıp kalmış ağlarken kaybetmek üzere olduğu geçmişin güzel, eğlenceli anıları gözlerinin önünden geçmeye başlamıştı.
Bir kuşun kanat çırpması kadar hızlı geçen Panzio av köşkündeki üçüncü günlerinde Sandrino'nun onu zorla nehre soktuğu günü hatırladı gülerek. Birlikte kol kola nehrin kıyısında dolaşırlarken, Sandrino yüzmek istediğini söylediğinde önce tek başına girmesini ve onu kıyıdan izleyeceğini söylemişti. Fakat Sandrino onu dinlememişti bile. Ondan ne beklediğini farkında olmayan oldukça rahat bir tavırla birlikte yüzeceklerini ve üzerindeki elbiseyi çıkarmasını söylediğinde Maddalena gülerek ellerini beline yaslayıp "Bana düşes olacağım söylenmişti, insanların içinde sırılsıklam halde sadece iç elbisemle oradan oraya zıplayamam." demişti. Bunun üzerine Sandrino Maddalena'nın o an dahi hayranlıkla anımsadığı bir kahkaha atmıştı, kollarını beline dolayıp boynuna bir öpücük kondururken dünyayı unutmak istercesine derin bir ses tonuyla "Dük, Düşes.. siktir et hepsini. Onların koyduğu kalıpları da siktir et." diye kulağına fısıldamıştı. Bunun ardından onu elinden tutarak nehre çekmiş ve Maddalena bir anda kendini soğuk suyun içinde kahkahalarla gülerken bulmuştu. Birlikte yüzerek eğlenmişler, iç çamaşırları ikinci bir ten gibi bedenlerine yapışmış bir halde kıyıdaki piknik örtüsüne döndüklerinde, Sandrino onu kucağına çekip şeytani emellerine alet etmişti.
Yatak odalarının kapısının tıklatıldığını duymayan Maddalena, gözyaşlarıyla ıslanmış mektubun karşısında öylece oturmuş nehrin kıyısındaki anlarına dalıp gitmişken Natilda içeri girmişti. Yanına gelip onu kendine getirmek için hafifçe omzunu dokunmuştu.
"Maddalena? Kendini hemen toparlaman gerek, Marianna aşağıda seni ziyarete gelmiş."
"Ne? Marianna burada mı?"
Bunu duyan Maddalena bakışlarını şaşkınlıkla Natilda'ya doğru kaldırdı. Bir an yanlış duyduğunu düşündü. Son görüşmelerinde onu evinden kovan Marianna buraya, Sandretta'ya gelmiş olamazdı.
"Evet, aşağıda kalın canlı duruyor."
"Sen aşağıya inip oyalamaya çalış, birazdan geleceğim."
Telaşla yerinden kalkan Maddalena, hala titreyen elleriyle yüzünü silmişti. Koşar adımlarla eteklerini savurarak banyo olarak kullandıkları odaya girip, aynanın karşısında geçerek toparlanmaya çalıştı. İyi görünmüyordu, yeşil gözlerinin kenarları kıpkırmızı olmuştu. Ağladığı belli olmaması için gümüş kaseye döktüğü suyla yüzünü birkaç kez yıkamış, dudakları ve yanaklarına düğün hediyesi olarak Fransa'dan gelen renkli boyalardan sürmüştü. Elbisenin duruşunu düzeltip, minik incilerle süslenmiş saçlarının üst kısmını toplayan filesini kontrol etmişti.
Görünüşün, Marianna'nın –ve elbette en ufak detayına kadar rapor edeceğine anneleri Contessa De Benardi'nin- karşısına çıkabilecek kadar kabul edilebilir durduğuna ikna olduğunda aşağı inmek üzere yatak odalarına geçmişti. Kapıya ilerlerken yazı masasının üzerindeki mektubu son anda hatırladı. Odanın içinde telaşla koşturup mektuba uzandığı gibi iki eliyle top haline getirip şömineye doğru fırlattı. Bu sorunla Marianna'da gittikten sonra ilgilenecekti, Sandrino'yu kaybetmeme korkusu çok büyüktü, kolayca teslim olamıyordu.
Maddalena, tüm hayatı boyunca kendini uzak fakat bir yandan da yakın hissettiği ablası Marianna'ya ulaşabilmek için taş basamakları inerken, yüzüne kusursuz yumuşak bir ifade yerleştirdi. Her ne kadar hiçbir zaman ona abla sıcaklığını göstermemiş olsa da onu tamamen gözden çıkarmamıştı, gizliden gizliye hep başkalarında gördüğü abla-kardeş bağına özlem duymuştu.
Fakat bir eliyle parlak mavi elbisesinin eteğini tutarak ana hole girdiğinde ablasının Panzio Villasında olmaktan pek de hoşnut olmadığının tüm gizli işaretlerini tek tek gözlemliyordu. Marianna'nın küçük yüzüne rahat hissetmediği bir ortamda olmanın verdiği gerginlik yansıyordu. Natilda'nın karşısında duruyordu, onu dinlerken çıkardığı eldivenlerini arkasında duran nedimesine uzatmıştı. Ablasının son yaşananların ardından bu beklenmedik ziyareti karşısında Maddalena ne düşünmesi gerektiğinden emin olamadı.
"Marianna, hoş geldin."
Maddalena onu gülümseyerek karşıladı. Natilda, parlak siyah bukeleri ve adeta mürekkeple boyanmış gibi görünen gür kirpikleri olan genç nedimesinin yanına çekilirken gül kurusu ipek bir elbise giymiş olan Marianna'da ona doğru bir adım atmıştı. Onun dudaklarında da küçük bir gülümseme belirmişti, ikisi de aynı anda yaklaşıp hızlı ve mesafeli bir şekilde sarılıp geri çekilmişti.
"Maddalena."
"Seni burada görmek çok güzel."
"Umarım gerçekten öyledir, gerçi öyle olmasa da seni anlarım."
Marianna'nın yüzünde pek çok ifade vardı. Tıpkı annelerine benzer zarif bir gülümseyişle ellerini belinin hizasında birleştirirken büyüklük taslıyordu fakat samimi de olmaya çalışıyordu. Maddalena onun bu mağrur tavırlarına alışkındı bu yüzden dudaklarını nazikçe büzüp, rahat konuşabilmek için onu yukarı davet etti.
Dairelerinin pirinçten süslü kolları olan çift kanatlı kapının önüne geldiğinde, bizzat açarak Marianna'yı, Natilda ile nakış işlediği terasa yönlendirmişti. Dairenin büyük kapısı bir oturma alanı olarak düzenlenmiş kısma açılıyordu, sağ tarafta kalan kalın süslü bir kemerle ayrılan bölümde ise yüksek bir platform üzerine yerleştirilmiş sayvanı büyük yatakları vardı. Ağır adımlarla oturma alanından geçip, terasa çıktıklarında sıcak bir ilkbahar rüzgarı yüzlerine çarpmıştı, yazın gelişiyle hava her gün biraz daha ısınıyordu.
Natilda, kurutulmuş yemişler ve taze meyvelerle dolu küçük bir tabak ve hafif tatlı bir şarapla doldurulmuş iki gümüş kadehi, aralarındaki küçük sedef kakmalı sehpaya koyup geri çekildiğinde onlar da sandalyelerine yerleşmişti. Dairlerinde dört kişilerdi, Natilda hizmetlerini başka birinin yapmasını istememişti, dadısı ve aynı zamanda nedimesi olarak kapının yanındaki sedire oturmuş, sakin bir edayla nakış işlerken, bir yandan da kulak ucuyla konuşmalarını dinliyordu. Marianna'nın De Benardi Sarayından ayılırken edindiği yeni ve genç nedimesi ise Natilda'nın yanında ayakta bekliyordu.
"Tüm samimiyetimle seninle konuşmaya geldim sevgili kardeşim. Biliyorsun, son yaşadığım kayıp beni alçakgönüllü olmaya itti. Sana karşı davranış şeklim çok yanlıştı, Aramızı düzeltmek istiyorum."
Maddalena, Marianna konuşurken dikkatle yüz ifadesini izlemişti. Görünürde sözlerinde samimiyetsiz olduğuna ve başka bir amaç güttüğüne dair bir izlenim yoktu fakat bu sözler beklenmedik ve daha önce hiç emsali görülmemiş bir şeydi. Maddalena zümrüt yeşili gözlerine çöken şüphecilikle gözlerini yüzüne dikmiş bakarken, samimiyetinin derecesini ölçmek istercesine gururuna biraz dokunmayı denemişti.
"Açıkçası duyarlılığın beni şaşırttı. Kabul edersin ki bu senden sıklıkla gördüğüm bir tutum değil."
Bu sözleri gözlerini deviren Marianna'yı kinayeli bir şekilde gülümsetmişti. Onun verdiği tepkiye hazırlıklıydı aynı renk olan yeşil gözlerini kaldırdığında samimiyetle sözlerine devam etmişti.
"Eğer sen de yapıcı olursan barış yolunda daha fazla adımlar atmak istiyorum. İki gün sonra Vatikan'a Papa Julius'un yöneteceği büyük ayini dinlemeye birlikte gidelim. Tüm De Benardi ailesi olarak bu anı birlikte paylaşalım."
Annem zorlamış. Maddalena bunu düşünerek dudağını kıvırıp başını salladı.
"Hoş bir teklif ama en son hatırladığımda ben Panzio safına geçmekle suçlanıyordum."
"Belki annem sert konuşmuş olabilir ama ona iyilikle yaklaşıp şaşırtmak daha akıllıca olmaz mı? Hem bu Papa'nın baş danışmanı olan amcamızın da çok hoşuna gider. Viterbo'dan iki De Benardi Düşesi olarak birlikte gidelim."
Marianna'nın sözleri Maddalena güldürmüştü. Bakışlarını karşısındaki, bulutsuz bir gökyüzünün altında yemyeşil bir cennet gibi parlayan mükemmel bir peyzaja sahip bahçenin üzerinde gezdirirken kadehinden küçük bir yudum aldı. Eğer bu, aralarındaki dinamikleri onlarınkinden çok farklı olan bir abla-kardeş konuşması olsaydı söylediği gibi bunu barış yolunda atılan bir adım olarak kabul edilebilirdi. Fakat halihazırda Marianna'nın samimiyetine güvenmeye çabalarken plana annesinin de dahil olduğunu bilmek Maddalena'yı onu huzursuz etmişti. Juan Panzio'nun cenazesinden beri onunla konuşma fırsatı yakalamaya çalışan Contessa De Benardi, amacına ulaşabilmek için Marianna'yı barış elçisi olarak göndermişti.
O aklındaki şüphelerle bahçeyi izlerken, arkasına yaslanmış Marianna kendine güvenen bir ifadeyle kadehine uzanıp tekrar konuşmaya başlayacaktı ki, ikisinin de bakışları arkalarındaki bir noktaya takıldı.
"Fabio, ne oldu? Bir sorun mu var?"
Panzio Villasının emektar kahyası, onu içeri alan Natilda ile terasa açılan kapının birkaç adım gerisinde duruyordu. Yüzündeki ifadeden onu rahatsız etmek durumunda kaldığı için mahcup olduğu okunuyordu.
"Mutfakta bir sorun çıktı efendim. Böldüğüm için affınıza sığınıyorum fakat görmeniz gereken bir durum olduğunu düşünüyorum."
Maddalena şaşkına dönmüş bir sükûnet içinde Fabio'nun yüzüne bakakalmıştı. Villanın işleri için neden Rosia Panzio'ya değil de ona geldiğini anlamamıştı. Marianna'ya nazik bir tebessümle kusura bakma diye mırıldanıp yerinden kalktı. Fabio'nun karşısına geçtiğinde kısık sesiyle durumu anlamaya çalıştı.
"Rosia Panzio'ya neden gitmedin?"
"Efendim kendileri henüz villaya dönmediler. Böyle durumlarda size gelmemizi emretmişlerdi."
Maddalena bir an duraksayarak ne yapacağını düşündü. Arkasındaki terasta oturan Marianna'nın aksine o hiçbir zaman günün birinde yetenekli bir ev hanımı olacağına güvenmemişti. Doğrusu Dul Düşes Rosia Panzio'nun da bunu az çok bildiğini düşünüyordu, işleri o gelene kadar ertelemek varken neden ona gelmelerini emrettiğini düşünmeden edemedi.
Devir teslim kutusu, aile yadigârı broş, hazine odasının anahtarı, odasına gönderdiği parlak hepsi birbirinden değerli kumaşlar ve mücevherler, şapel hakkında politik görüşmeler, onu şehirdeki dostlarına bizzat Panzio Düşesi sıfatıyla taktim etmesi.... üzerine usul usul sorumluluk yüklüyor, onu hazırlıyordu !
Bunu fark etmenin şokuyla üzerinde baskı hisseden Maddalena ürkek bir şekilde dudaklarını birbirine bastırıp başını sallamıştı. Arkasını dönerek terasta yüzünü bahçeye çevirmiş Marianna'ya yaklaşmıştı. Konuşmaları bölündüğü için özür dilemiş, Rosia Panzio'nun villada olmadığını ve aşağıdaki soruna bakıp hemen geri döneceğini söyleyerek izin istemişti. Marianna'yı terasta bırakıp odanın kapısına ilerlerken Natilda'yı da yanına aldı. Evin hanımı olarak çalışanları yönlendirip sorun çözmek konusunda birinin yeteneğine güvenecekse o kişi kesinlikle kendisi değil Natilda'ydı.
Her ayın aynı gününde villaya et getiren kasap ve evin baş aşçısı arasında çıkan şiddetli tartışmayı elinden geldiğince bir çözüme ulaştıran Maddalena, Marianna'nın yanına döndüğünde konuşmalarına kaldıkları yerden devam etme niyetindeydi. Fakat kısa bir süre daha kalan Marianna, içeri giren nedimesinin arabacıya haber verdiğini söylemesiyle yerinden kalkmıştı. Maddalena onu kapıya kadar geçirmiş, at arabası hareket etmeden önce isteksizce iki gün sonrası için sözleşmişti.
O villaya geri döndüğünde, Rosia Panzio arka bahçeye açılan kapılardan içeri giriyordu. Bedeni kaskatı olmuştu, onun gibi bir kadında görmeye alışık olmadığı endişeli ve telaşlı bir hali vardı. Elinde mührü kırılmış bir mektup taşıyordu.
"Maddalena haberi aldın mı?"
Kadının bu hali karşısında Maddalena'nın neredeyse aklı başından gitmişti, korku içinde kekeleyerek konuşmuştu.
"Ha- ha-ngi haberi?"
Sorusuna karşılık elindeki mektubu ona uzatan Dul Düşes Rosia Panzio'nun dudaklarından kısık bir sesle felaketleri olacak şey dökülmüştü.
"Şapel."
**
Sandrino, batan güneşin turuncu ve sarı renklerinin birbirine karıştığı gökyüzünün altında, bal rengi yelerinin göz alıcı bir şekilde parladığı doru atının sırtında dörtnala koşuyordu. Eve varmak üzereydi. Viterbo'dan bu yana neredeyse hiç hız kesmemişti, tekinsiz ve öfkeli gözlerle doğruca ileriye bakarken yüzünü kırbaçlayan rüzgâr kontrolsüz ruh halini yansıtıyordu. Panzio Villasına giden son dönemece girdiğinde hızını arttırmak için mahmuzlarına yüklenmişti. Atın belini bacaklarıyla kastığında sırtındaki mavi pelerin de aynı hızla havalanmıştı. Arkasındaki Panzio muhafızları Viterbo'ya yerleştiğinde satın aldığı safkan İspanyol atına yetişmeye çalışmaktan bitap düşmekteydi. Fakat Sandrino'nun yavaşlamaya niyeti yoktu. Son aylarda yaşadıkları yüzünden hiçbir şeye tahammülü kalmamıştı artık, durmaksızın başına yeni bir sorun açılıyordu ve artık benliğinin en derinine kadar her şeyden tiksinmiş ve bıkmış durumdaydı. Tüm bunların arkasındaki isme ulaşamadıkça ise içinde biriktirdiği hiddet onu dahi aşıp etrafındaki her şeyi yakıp yıkan bir volkana dönüşüyordu.
Panzio Villasının bulunduğu araziyi çevreleyen yüksek taş duvarlardan içeri girdiğinde atının yularlarını gevşetmişse de yeterince yavaşlamamıştı. İri bedenini zahmetsizce taşıyan atın üzerinden çevik bir hareketle atladığında dizginlerini şaşkına dönen seyise teslim etmişti. Basamakları tırmanıp yüksek kapıların girişinden ana hole geçtiğinde Maddalena ve annesiyle yüz yüz geldi. İkisinin de yüzüne aldıkları tatsız haberin ağırlığı çökmüştü. Maddalena, önünde birleştirdiği ellerini huzursuz bir şekilde sıkıp bırakırken ne söyleyeceğini bilemiyordu. Kapının sol tarafında duran annesi ise çatılan kaşlarıyla gösteriyordu memnuniyetsizliğini.
"Sandrino? Oğlum neler oldu?"
Tuttuğu nefesini öfkeyle bırakan Sandrino, yaşadığı haksızlıktan dolayı alev alev bir ateşin parladığı mavi gözlerini ikisinin üzerinde gezdirmişti. Ondan duymayı bekledikleri gerçeği dillendirirken, kasılmış çenesi ve sıktığı dişleriyle sözleri bir tıslamayı andırmıştı.
"Cappella Grano di Perla'nın hamiliğini elimden aldılar."
Bunun ardından geniş holü koca bir sessizlik doldurmuştu. Kendini boğulacakmış gibi hisseden Sandrino, sinirle çalışma odasının olduğu tarafa döndü. Ona yetişmeye çalışan annesi ve Maddalena'nın topuk seslerini işittiğinde omzunun üzerinden yüzünü çevirip onları durdurdu.
"Kimseyi istemiyorum."
Büyük holü sert adımlarla hızla geçip, birbirine bağlı açık kemerli koridorun sonundaki çalışma odasına girdiğinde çift kanatlı kapıyı hırsını almak istercesine arkasından çarptı. Büyük odanın içinde hız kesmeden yürürken, o sabah Maddalena ile konuşurken seçtiği siyah pelerinin bağlarına asıldı. Omuzlarından sıyırdığı ağır kumaşı yanından geçtiği sandalyeye fırlatıp, üzerinde şarap sürahilerinin durduğu büfeyi buldu. Tek dikişte bitirdiği ilk kadehi çarparak bıraktığında, sinirden kanı çekilmiş ellerini büfeye yasladı.
Bu senin kaderinde var. Sen bu ailenin geleceğisin.
...senin aileyi zekânla ve öngörülerinde koruyacağına güvenim de inancım da tam. Ayrıntıları gören bir gözün var, biliyorum ki meşaleyi benden çok daha yükseklere çıkaracaksın.
Annesi ve babasının sözleri kulağına çalındığında Sandrino başını öne eğerek dişlerini sıkmıştı. Her şeyin çok başındayken bu kadar çok şeyle aynı anda uğraşmak onu tüketmişti artık.
Sandrino son on yıl belki de daha fazla bir zamandır Panzio Hanesinin böylesine büyük bir işe girmediğini biliyordu. Viterbo şehri için kutsal olan Cappella Grano di Perla için yaptığı bu ani atılım yüzünden üzerine gelebilecekleri hakkında uyarılmıştı. Başarı insanın bir yandan değerini arttırırken bir yandan da hiç hayal edemeyeceği kişiler tarafından düşman kazandırırdı. Sizin yaptığınızı yapamayan herkes hayata duyduğu öfkeyi size yönlendirir, işine taş koyardı.
Her şey Lucca'da, kendine tahsis edilen sarayın bahçesinde ok talimi yaparken, Bruno'yu ön cephe tasarımı için düzenlenen yarışmaya girmesi için cesaretlendirmesiyle başlamıştı. Projesi kabul edilmiş fakat daha sonra kilisenin ayırdığı bütçeyi aştığı için reddedildiğinde, kalan kısmı ve daha fazlasını kendi hazinesinden ödemeyi teklif etmiş ve bir anda şapelin hamilerinden biri olmuştu. Lucca'da, Viterbo'nun uzun yıllar önce çökmüş küçük şapelin yarışmasına kendi sanatkarını gönderip desteklemesiyle basit bir girişim olarak başlayan şey şimdi Panzio adının yükselişini istemeyen başkalarının hedefi haline gelmişti.
Vali Averardo de Fantino, Ercole Nicoletta'nın büyük amcasıydı. Sandrino, onun amcasının aklına girmek için elinden gelen ne varsa yapmış olduğuna inanıyordu. On yıl önce aralarında bir sürtüşme geçmiş ve konu kapanmıştı, en azından Sandrino için kapanmıştı. Birkaç ay öncesine kadar durum hala bu şekildeydi. Fakat annesinin bir oyunla onu nişanlamasıyla başlayan hayatındaki değişimlerden biri de Ercole Nicoletta'nın artık baktığı her yerde karşısına çıkmasıydı. Görünüşe göre içindeki öfke sönmüş olsa da hala közlerini taşıyordu. Şapelin ani çöküşü zamanında Viterbo Valisi ile görüşmeleri sırasında Sandrino, sallantıdaki hamiliğini Ercole Nicoletta'ya bağlamak istememişti. Fakat son yaşananlardan sonra artık arkasından büyük bir tezgâh çevirdiğini kabullenmişti.
Sandrino'nun durumu farkındalık eksikliği ya da hırslı olmaması değildi; tüm bu komplolar, rüşvetler, silahlanmalar, ihanetler onun midesini bulandırıyordu. Otuz yıllık hayatı boyunca içinde doğup büyümüş olmasına karşın bu çirkin dünyadan uzak kalmayı tercih etmişti. Fakat bunun yanı sıra kurnazca hareket etmenin verdiği o tatmin olmanın hissini de seviyordu. Kilise eyaletlerinin köklü ailelerinden birinin varisi olmasının getirdiği sınırsız gücü hayatının parçası haline dönüştürmekten, Panzio adının İtalya eyaletlerindeki etkisini kullanmaktan da hoşlanan biriydi. Fakat tüm bunlar onda hiçbir zaman çirkin oyunlara dahil olma ve zorbaların seviyesine inme arzusu uyandırmamıştı.
O gün vakit öğleyi biraz geçmişken, valinin onu ve sanatkarı Bruno Domiano'yu görmek istediğini yazan bir pusula teslim almıştı. Daha o an şapelin kaderinin mühürlendiğini sezmişti, buna rağmen Bruno ile huzuruna çıktığında dudaklarında hafif bir tebessüm vardı. Cappella Grano di Perla hakkında yeni bir soruşturma başlattığını, Viterbo şehri için kutsal olan şapelin vizyonuna zarar geldiğini gerekçesiyle hamiliğinin süresiz bir şekilde askıya alındığını sakince dinlemiş ve kabul etmişti. Eğer amcasının yanında bu ana tanık olmak için hazır bekleyen Nicoletta ve diğerleri ona bu şekilde gözdağı vermeye çalışıyorlarsa, istediklerini almayacaklardı.
Villadan ayrıldıklarında, Viterbo sokaklarında at sürerek Bruno'nun atölyesine yönelmişlerdi. Onun hamiliğiyle birlikte Bruno'nun çalışmaları da iptal edilmiş, mimarlık hayali yarıda kalmıştı. Genç sanatkarın çektiği acı yüzünden okunuyordu, valinin yanından ayrılıklarından beri ağzından tek bir kelime dahi çıkmamıştı. Şapel için düzenlenen yarışmayı kazandığından beri içini sarıp sarmalayan neşe ve heyecan solup gitmişti. Sandrino, onun büyük bir masaya serdiği şapelin maketi ve planlarını bağırarak yere çalmasını, elinden hiçbir şey gelmeden izlemişti. Onun itibarına darbe vurmak için verilen bu karara öfkelendiği kadar ruhunda çok nadir rastlanan bir cevher taşıyan Bruno'nun çalışmalarının önünün kesilmesine de aynı şekilde öfkeliydi. Kopan gürültünün ardından atölye kopkoyu bir sessizliğe gömülmüştü, içerideki gergin hava uzun süre patlamaya hazır bir barut fıçısı gibi usul usul homurdanmıştı.
Sandrino büfenin önünde hala öylece durmuş cam sürahideki kırmızı kabarcıkları izliyordu. Tüm bu yaşadıkları onu farklı, tanımadığı bir adama dönüşmeye zorluyormuş gibi hissettiriyordu. Bu düşünceyle gözlerini kapatıp içine derin nefes çekmiş, öfkesini yatıştırmaya çalışmıştı. Bir süre sonra ellerini büfenin ahşap yüzeyinden kaldırıp tekrar sürahiye uzanmıştı. Doldurduğu kadehiyle çalışma masasının arkasında, bahçeyi gören büyük pencereye doğru yürümeye başlamıştı. Gözleri dalgın bir şekilde çalışma masasının üzerinde gezinirken birden tam ortada duran bir kâğıt dikkatini çekti.
Yavaşça yaklaşıp, buruşturulup daha sonra düzeltilerek masasına bırakılmış kâğıda uzandığında bir mektup olduğunu anladı. Bir köşesi yanarak kül olmuştu fakat yazılara ulaşmamıştı. Kadehini masaya bırakıp mektubu iki eliyle açtı ve Maddalena'ya ait olduğunu anladığı zarif, biçimli eğik el yazısını okumaya başladı.
Sandrino,
Bu sana kendimi anlatmak için yazıp attığım onuncu mektup. Biliyorum öğrendin, gerçekleri benim ağzımdan duymak istiyorsun. Yaptıklarımın hafifletilebilir hiçbir yanı olmadığını biliyorum ama...
Sandrino sonunda yüzleştiği gerçeğin etkisiyle yüzündeki kan çekilmiş gibi bembeyaz olmuştu. Son iki gününü, birkaç aydır başına açılan tüm dertlerinin sorumlusunun her gece kollarına alarak uyuduğu, birlikte eğlenip şakalaştığı, kulağına tatlı sözler fısıldadığı Maddalena olduğundan şüphelenerek geçirmişti. Bu bile onu hayatında hiç hissetmediği kadar ihanete uğramış ve aldatılmış hissettirmişti. Elinde tuttuğu itirafı bekliyor olsa bile ihanetini Maddalena'nın dilinden okumak onu sarsmıştı, içinde bir şeylerin yavaşça parçalanıp uflanmaya başladığını hissediyordu.
Taş ustasının karısı ona bunları yaşatan kişinin ismini bilmiyordu. Sandrino önceki gün akşama kadar kadını konuşturmaya çalışmış, kocasından öğrendiklerini defalarca anlatması için zorlamıştı. Tarif ettiklerini birleştirdiğinde ise çok tanıdık bir yüz çıkıyordu önüne. Bu yüzden kadını bırakmamıştı, hala inatla bir isim vermesini istiyordu. Şüpheleri kuvvetliydi fakat o çok değer verdiği kişinin Yahuda olduğuna inanmayı reddetmişti.
Çünkü inanması veda etmek demekti.
Elindeki mektuba bakmayı sürdüren Sandrino gözlerini kapattı. Aklını kaçırmasına neden olacak öfkesine, saldırmasına, bağırmasına neden olacak hislerini kontrol etmeye çalıştı. Fakat sakinleşmeye çalışmak yerine kendini tam tersine daha fazla öfkelenirken buldu.
Yaşadıkları hayat bir saçmalıktan ibaretti. Maddalena'nın ağzından çıkan her söz yalandı, her gülümseme, her sıcak bakış... hepsi yalanlar ve ihanetler üzerine kurulmuş bir evliliğin parçalarıydı. Bunca zamandır yüzüne baka baka onu kandırmış, aptal yerine koymuştu. Yalancı, hilekardı, ona hayatının en büyük ihanetini yaşatmıştı.
Bunları düşünürken bir küfür savurarak masaya bıraktığı kadehe uzandı. Bunca zamandır şapelin yıkılışının sorumlusu olarak yana yakıla aradığı, elleriyle cezasını vermenin planlarını yaptığı kişi hayatını, evini, bedenini, kalbini paylaştığı karısı çıkmıştı! Maddalena ! Kadehinin içindeki sert alkolü sonuna kadar içen Sandrino, çalışma odasından çıktı.
Sert adımlarıyla ana holü geçerken, keskin birer hançere dönmüş mavi gözleri hedefine kitlenmişti. Duraksamadan ilerliyordu, küçük salonun kapısına geldiğinde pirinç tokmağa hiddetle asılıp içeri girdi. Kapıyı arkasından çaptığında, pencerenin önünde konuşan annesi ve Maddalena salonun içinde patlayan gürültü yüzünden yerinden sıçramıştı. Üzerlerine giden Sandrino, gergin bir şekilde onu izleyen Maddalena'nın karşına geçip, buruşuk mektubu gözüne soktu.
Yazanları sanki o kaleme almamış gibi irkilip şaşırmıştı. Önündeki mektubu idrak etmeye çalıştı, gözlerini açıp kapadı. Zümrüt yeşil gözlerini yavaşça yüzüne kaldırdığında Sandrino, gözyaşlarıyla dolduğunu gördü. Fakat ağlaması artık onun için hiçbir şey ifade etmiyor aksine daha çok öfkelenmesine neden oluyordu. Maddalena başka şansı kalmadığını anlayınca titreyen elini kaldırıp mektubu ondan aldı, çevirip yazılanlara baktı. Konuşmak için dudaklarını araladı fakat sesi anlamsız bir fısıltıdan ibaretti. Bir felaket bulutunun üzerine çökmekte olduğunu anlamıştı.
Karşısında mavi gözlerini üzerine dikmiş onun suçluluğu altında ezilmesini izleyen Sandrino'nun bütün bedeninden buram buram bir öfke yayılıyordu. Taş gibi soğuk sert bir tavra bürünen yüzünde zalim bir gülümseme kendini gösterirken ihanetini açıkça yüzüne vurdu.
"Evet, senden duymak istiyordum. Beni sırtımdan nasıl bıçakladığını ağzından duymak istiyordum."
Sözlerinin ağırlığıyla irkilen Maddalena, daha fazla gözlerinin içine bakamamıştı. Gözyaşlarıyla parlayan yeşil gözlerini indirmiş, içini çekerek konuşmayı denediğinde kelimeler bu kez daha anlaşılır olsa dahi ağzından güçlükle çıkıyordu.
"Ö-ö-öz-ö-zür di-le-rim."
"Özür dileyemezsin! Özür dileyemezsin Maddalena ! Şapel yıkıldı, insanlar yaralandı, itibarımla oynadın, düşmanlarıma aradıkları fırsatı sundun! Kahretsin! Hayatımı mahvettin! Bu özür dileyebileceğin bir konu değil ! "
Sandrino bir anda kendini kaybetmişti. Maddalena'nın tuttuğu mektuba elinin tersiyle vurup yere atmış, üstünden geçerek aralarındaki kısa mesafeyi de kapatmıştı. Sözlerinin şiddetine dayanmaya çalışır gibi yana çevirdiği yüzüne kendi yüzünü yaklaştırıp bağırırken sesini ya da hareketlerini kontrol edemiyordu.
"Düşmanlarımdan şüphelendim! Oysa ki düşmanım senmişsin! Sırtımdan bıçaklayan düşmanlarıma tahammül edebilirdim ama sen... karım? Maddalena sen nasıl bir insansın? Nasıl bir insan sevdiğine bunu yapar ?! "
Hıçkırıkları arasından adını mırıldandığını duyan Sandrino dişlerini sıkmıştı. Onca zamandır şapel hakkında konuştukları her seferinde ona yalanlar söylemiş, derdini paylaşır gibi yapmıştı. Her gün karşısında oyun oynamıştı. Düşündükçe bedeni öfke ve hiddetle titriyordu, sıktığı dişleriyle yaklaşıp bir kez daha bağırmak üzereyken annesi aralarına girmişti. Olduğu yerde titreyerek ağlayan Maddalena'nın kolunu tutup ondan uzaklaştırdığında önüne dikilmişti.
"Bağırma. Yok yere kıza bağırma. Her şey benim planımdı. Taş ustasını yolundan çevirme fikri bana aitti, Maddalena'yı da ben çektim bu işe. Lucca'ya seni Viterbo'ya döndürmesi için gönderdim, mektupla taş ustasını bulmasını ve sana ulaşmasına engel olmasını yazdım. O yapmak istemedi ama tabi ki benim sözümün üzerine de bir şey söyleyemezdi. Ya sözümü dinleyecekti ya da gazabımla karşılaşacaktı."
Sandrino bir an nefessiz kaldığını hissetti, annesinin dik bir duruş, sarsılmayan bir iradeyle anlattıkları soğuk bir dalga gibi çarpmıştı ona. Dönüp yüzüne bakarken sessizliği bir bulut gibi havada asılı kaldı. Nasıl iğrenç bir oyunun içine düşmüştü böyle?!
Üç yıl önce diplomatlık görevine tekrar döndüğünde verdiği büyük tepkiyi, Toskana Bölgesinde görev aldığı zamanlarda diplomatlığı bırakıp eve dönmesi için olan tehdit boyutuna ulaşan şiddetli ısrarlarını ve son olarak onu Viterbo'ya bağlayabilmek için imzasını kullanıp nişanladığı aklını geldikçe kanı donuyordu. Yapmış olabilir miydi? Viterbo'ya dönüş yolunda başına bu dertleri açanın annesi olduğuna tamamen inanmış haldeydi. Öyle ki gelir gelmez onu bunun için suçlamıştı. Fakat annesi böyle olmadığına bir şekilde ikna emişti. Sandrino şimdi kandırıldığını aptal yerine konduğunu düşünüyor, içi gittikçe kontrol edemediği bir öfkeyle doluyordu.
"Sen... sen kendi öz oğluna böyle bir şeyi nasıl yaparsın?"
"Yaptım. Sana defalarca burada kocaman bir aile olarak yaşamak istediğimi, torunlarımın elime doğmasını istediğimi anlatmaya çalıştım. Anlamayan sendin. Beni buna mecbur bıraktın. Ayrıca buraya geldiğinde sen de işlerin uzaktan halledilmediğini gördün ve bana hak verdin. Döndüğünde ilk işin babanı görmek olduğunu unuttun mu, ona işleri tamamen sana bırakması için rest çekmiştin. Kendi isteğinle ailenin başına geçtin. Sen de biliyorsun ki buraya dönmen doğru bir karardı. Ben ne yaptıysam tek oğlumun iyiliği için yaptım."
"Beni aptal yerine koydun! Aylardır aptal gibi taş ustasını aramama sessiz kaldın! Adamı ortadan kaldıran da sendin öyle değil mi? Karsını buldum, kocasının bazı adamlar tarafından götürüldüğünü anlattı. Sen yaptın ! Her an arkamdan iş çeviriyormuşsun!"
"O aptal taş ustası parası bitince Viterbo'ya daha fazla para koparmaya gelmiş ama benim yerime Maddalena'ya gitmiş. Çünkü Maddalena'yı zayıf görüp daha fazla koparabileceğini sanmış, ben de bir daha karşımıza çıkmaması için bu sorunu hallettim. Senin muhatabın benim, öfkeni kusacaksan bana kusacaksın. Fakat yine de sana karşında her zaman senin için iyi olanı isteyen annen olduğunu hatırlatırım. Ben ne yapıyorsam sizin geleceğiniz için yapıyorum."
Annesi son sözleriyle birlikte elini onun koluna koymuş ama Sandrino geriye doğru çekilip teskin edici dokunuşundan kurtulmak istemişti. Ona her zaman çok düşkün olmuştu, tek erkek çocuğu olması dolayısıyla isteklerini hep önemsemiş tüm imkanlarını önüne sererek büyütmüştü. Buna rağmen ona çocukluğunda ne kadar ayrıcalık tanısa da, Sandrino annesinin olduğu karakterden memnun olmadığını biliyordu.
"Sen zalim bir kadınsın Rosia Panzio! Kalpsizsin, bencilsin. Hep benim için biçtiğin hayat neyse onu yaşamamı istedin. Sonunda da itibarımı bitirmek pahasına beni eve döndürdün. Çok ileri gittin Rosia Panzio, bu kez çok ileri gittin. Sen hayatımda gördüğüm en zalim kadınsın. Sen ve senin iğrenç işbirlikçin! Siz nasıl insanlarsınız?! Nasıl bu kadar kolay insanların hayatını harcayabilirsiniz ?! Ben kimlere annem, karım diyorum?! "
Annesinin karşısında tüm bedeni öfke ve hiddetle titreyen Sandrino bir anda tüm villayı sarsacak gür bir sesle bağırmıştı. Hem karşısında sağlam durmayı sürdüren annesi hem de gözyaşlarıyla ıslanmış yüzü hiç olmadığı kadar solgun duran Maddalena, sözleri ve sesinin şiddetiyle gözlerini kapatıp yüzlerini başka tarafa çevirmişti. Onlara alev saçan yakıcı bir nefretle bakan Sandrino yüzlerini daha fazla görmeye tahammülü yoktu. Bu dürtü ile annesinin üzerine gidip yanında durduğunda bağırarak konuşmaya devam etmişti.
"Bu yaptığının bedelini o eve döndürmek için hayatını mahvettiğin oğlunun yüzünü bir daha görmeyerek ödeyeceksin Rosia Panzio. O kendine benzettiğin işbirlikçinle yaşayıp gidersin bundan sonra."
Sandrino sözlerinin sonunda bir anda yanında durdukları pencerenin kenarına yumruğunu geçirip arkasını dönmüştü. Arkasından Maddalena'nın, Sandrino dur diye seslendiğini duysa dahi umursamıyordu. Öfkesinin yansıdığı sert adımlarıyla ilerleyip, salonun kapısını sökmek istercesine açıp odayı terk etti. Kıvrılarak üst kata çıkan merdivenleri tırmanırken bir an önce birkaç parça eşyasını alıp evi terk etmek istiyordu.
Maddalena olanların şokuyla birlikte adeta buz kesmişti. Rosia Panzio'nun onun suçunu üstlenmesi öylesine ani ve beklenmedik olmuştu ki sesini dahi çıkmamıştı. Onlar kavga ederken araya girecek gücü bulup öne çıktığı ilk anda ise bunu hisseden Rosia Panzio yükselttiği sesiyle onu bastırmıştı. Yanaklarından düşen gözyaşları dudaklarını ıslattığında Sandrino'nun çıktığı kapıya bakakaldığını fark etmişti. Ağlamaktan buğulu gören yeşil gözlerini silerken odada yalnız kaldığı kadına dönmüştü. Titreyen sesinde vicdan azabının derin sessiz acısı vardı.
"N-ne-neden yap-yaptınız?"
"Sandrino'nun öfkesini ben göğüsleyebilirim ama sen yapamazsın."
Odanın içindeki baskıdan etkilenmiş gibi gözlerini kapatan Rosia Panzio, elini göğsüne koymuştu. Maddalena birden bakışlarını tekrar Sandrino'nun açık bıraktığı kapılara çevirdi. Onları terk edecekti! Durup gidişini seyredemezdi, onun yaptıkları yüzünden annesine düşman olmuştu. Yanına gidip gerçek suçlunun kendisi olduğunu söylemeli ve en azından annesini terk etmesini engellemeliydi. Bununla birlikte eteklerini tutarak telaşla koşup ana hole çıktığında, Sandrino'nun üst kata yöneldiğini öğrenerek mermer merdivenlere atıldı.
Yatak odalarının önünde durup titreyen elini kapının koluna koyduğunda Maddalena sebep olduğu büyük felaketin büyüklüğüyle bir an buz kesmişçesine durup bekledi. Bastırmaya çalıştığı gözyaşları yüzünden bulanık görüyordu. Böylesine perişan bir haldeyken Sandrino'nun karşısına çıkıp onu nasıl durduracağını bilmiyordu. Öfkeden gözü dönmüş ve canını yakmaktan çekinmeyen halinden korkmadığını söylese yalan olurdu.
İçeride dolaşan Sandrino'nun seslerini duyarak usulca içeri girdi. Marianna gelmeden önce yazdığı mektubu içinde yanan ateşe attığını sandığı şöminenin önündeki koltuklardan birinin devrilmiş olduğunu ilk anda fark etti. Şömine rafının üzerindeki mumlar ve küçük bir vazo da yerde parçalanmış haldeydi. Bununla birlikte yutkunup bakışlarını seslerin geldiği yöne çevirdi. Sandrino'nun sandıkların birinden çıkardığı kahverengi deri bir el çantasına yataklarının yanındaki raflı küçük dolaptan kağıtlar tıkıştırdığını görünce duraksadı. Yutkunup fısıltı gibi bir sesle konuşmaya çalıştı.
"Sandrino lütfen böyle yapma."
Sesini duyduğunda alaycı bir şekilde gülen Sandrino, elindeki kağıdı çantasına tıkıştırıp aniden doğruldu. Elini sert bir şekilde dolabın üzerine yerleştirip ona döndüğünde, mavi gözlerindeki aşağılayıcı bakışla karşılaşan Maddalena'nın üzüntüden kalbi duracak gibi oldu.
"Sen hangi yüzle hala arkamdan gelebiliyorsun?"
"Sandrino bak annenin hiçbir suçu yok. Hepsini ben yaptım."
Titreyen sesiyle söyledikleri üzerine Sandrino'nun bakışları tekinsiz bir hale bürünmüştü. Boynundaki damarlar atmaya başlamıştı. Kolunu onun az önce korkuyla içeri süzüldüğü kapıya doğru savurup bağırarak onu odadan kovdu.
"Seni uyarıyorum, odadan çık."
"Sand-"
"Elimden bir kaza çıkmadan çık şu lanet olası odadan!"
Sandrino delice bir öfkeyle tekrar bağırmıştı. Maddalena korkuyla yerinde sıçrasa dahi odadan çıkmak için bir harekette bulunmadı. Ellerini önünde birleştirmiş güç almak istercesine sıkıyordu. Onun inat ettiğini gören Sandrino gözlerini devirdi, insanın tüylerini ürperten buz gibi bir alaycılıkla gülmeye başladı.
"Ne istiyorsun? Burada kalıp hayatımı nasıl mahvettiğini dinlememi mi? Üzgünüm tatlım midem kaldırmıyor iğrençliklerinizi."
"Sandrino düşündüğün gibi değil. O zamanlar hiçbir şey şu anki gibi değildi."
" Tabi.. o zamanlar başka seçeneğin daha vardı. Benim hayatımı karartmak senin için sorun değildi. Ne de olsa annemin planı yolunda gitmediğinde kollarına atlayabileceğin bir adam vardı. Onu bir köşede tutuyordun. Öyle değil mi?"
Onu dinleyen Maddalena'nın yeşil gözleri gözyaşlarıyla alev alev yanıyordu. Sandrino'nun yüzüne bakarken herhangi bir şey söyleyemeyecek kadar ıstırap içindeydi. Fakat onun sessizliği Sandrino'nun öfkesini körüklüyordu, bununla birlikte üzerine yürümeye başlayıp bağırmaya devam etti.
"Cevap ver. Hadi!"
"Sandrino üze-"
Bir çırpıda uzun boyluyla karşısına dikilen Sandrino kolunu yakalayıp sarsmaya başlamıştı. Yüzü salt katıksız bir nefretle kararmıştı.
"Zevk aldın mı? Şapel hakkında hevesle konuşurken her defasında güldün mü içten içe? Şapel yıkıldığında, Viterbo Viterbo Valisi tarafından bir suçlu gibi yargılandığımda içten içe güldün mü halime? Benim de Bruno gibi hapse atılmamı mı istedin? Cevap ver!"
"Ha-yır."
"En büyük hayalin güçlü bir aileye girebilmekti değil mi? Gerçek ailenden kurtulabilmek için yapamayacağın şey yoktu. O adamı da limanda o yüzden bıraktın, daha iyi bir seçenek olduğum için. Annemin desteğini de arkana almıştın. Hayalini kurduğun o aptal peri masalı için beni harcayacak kadar kalpsizsin sen. Yaptığın, söylediğin her şey yalandı. Sen hayatımda gördüğüm en iki yüzlü, içten pazarlıklı insansın."
Ağzından çıkan her bir söz, zehirli ok gibi Maddalena'nın kalbine saplanıyordu. Sandrino tuttuğu koluyla onu geriye doğru şiddetle ittirdiğinde Maddalena dengesini kaybederek sırtını dolaba çarptı. Hissettiği keskin acıyla dişlerini sıkıp inlemesine engel olamamıştı. Kulağına zavallı gibi gelen kendi sesini duyduğu ilk an sinirlenmesi bir oldu. Kimse onu bu şekilde aşağılayamazdı! Çocukluğunda yeterince bu şekilde muamele görmüştü. Karşısına geçmiş avazının çıktığı kadar bağırıp, onu hırpalamasına izin vermeyecekti.
Acıyan kolunu tutarak Sandrino'ya döndüğünde, yüzünde yaptığından en ufak bir pişmanlık duymayan öfke dolu ifadeyi görünce, dolabın yanındaki masanın üzerinde duran takı kutusunu eline aldığı gibi haykırarak hırsla üzerine fırlattı.
"Yeter! Dönüp bir de kendine bak! Sen, benim yaşadığım şehirde benimle nişanlıyken metresini alenen koluna takıp davetlere katılırken kalpsiz değil miydin? Bir gün bana gülümseyip umut verirken bir gün sonra metresinle yatmadın mı? Sen ikiyüzlü, içten pazarlıklı değil misin? Beni her fırsatında aşağılayan, beni o adamla kaçmaya mecbur bırakan sen değil miydin?"
Sandrino fırlattığı kutuyu son anda fark etti fakat hiç kıpırdamadı, öfkeyle solurken içinde mücevherlerin olduğu ağır muhafazadan kaçmadı bile. Koluna çarparak büyük bir gürültüyle yere düşen küçük ahşap kutunun kapağı açılmış, kolye ve küpelerden oluşan bir yığın renkli mücevher odanın dört bir yanına saçılmıştı. Bu yaptığıyla canı yandıysa da Sandrino'nun öfkeli yüzünde herhangi bir değişiklik olmamıştı. Karşısında öylece dururken kupkuru bir sesle karşılık verdi.
"Ben sana ihanet etmedim, seni kandırmadım."
Bunu söylediğinde ona arkasını döndü. Bir anda sesindeki kırgınlığı hissederek olduğu yerde soğuk bir rüzgar yemişçesine ürperen Maddalena'nın kalbi sızladı. O kadar dağılmış bir haldeydi ki yere çöküp hıçkırarak ağlamak istiyordu. Yalvarır gibi elini ona uzattı fakat Sandrino dokunmasına izin vermedi. İhanete uğramışlığın acısıyla aynı ölçüde gitgide artan öfkesini dışa vuran hem sesi hem beden dili dehşet vericiydi.
"San-"
"Ben senin omzunda ağladım ! Şapelin haberini aldığında yanıma geldin, benimle üzüldün, şaşırmış gibi yaptın benimle ağladın ! Sen nasıl iki yüzlü bir kadınsın Maddalena ! Onca zaman.. onca zaman yüzüme baka baka beni kandırdın !"
Sandrino kendini kaybetmişti, öylesine kontrolsüz bir haldeydi ki konuşurken kaçmaya çalışan Maddalena'nın kolunu farkına dahi varmadan bir kez daha kavrayarak yüz yüze bakmaya zorlamıştı.
Hayatından birçok farklı kadın geçmiş olmasına rağmen ilk kez bir kadının tesellisini ihtiyaç duymuş, ona içini açmıştı. Şapelin yıkılışını ve bunun sonucunda Bruno'nun suçlanıp zindanlara atıldığını haber aldığında adeta beyninden vurulmuşa dönmüştü. Her şeyin içinden çıkılmaz bir hal aldığına inandığı, kendini içkiye verdiği umutsuz bir gecenin sabahında Papalığa ait villaya gelen Maddalena ona teselli olmuştu. Kalbine, en derin hislerine dokunmayı başaran tek kadın o olmuştu. Zihninde o zamana ait anıları birleştirdikçe delirecek gibi oluyordu, Maddalena'nın korkmuş olmasına aldırmadan bağırarak hesap sormaya devam etmişti.
"Defalarca konusu açıldı ! Şapel hakkındaki hiçbir haberi senden saklamadım ! Her defasında yüzüme baka baka yalan söyledin, benimle üzülmüş gibi yaptın ! Sordum sana, günlerdir anlatman için fırsat verdim ! İnci kolyeyi nasıl sattığını, kime verdiğini sordum ! O her suçuna ortak olan Natilda'nın sattığını bilmeme rağmen yine de sordum! Mantıklı bir açıklama bekledim! Maddalena, annemle sen nasıl insanlarsınız ?! Siz beni sevseydiniz bana bunları yaşatmazdınız ! Sen benim hayatımın içine ettin ! Lanet olsun Maddalena ! Hayatımda tanıdığım en iğrenç kadın sensin!"
"Bağırma ! Yeter bağırma. Biraz dönüp suçu kendinde ara. Beni tüm bunlara iten sendin."
"Öyle mi Maddalena? Nasıl anlatsana? Anlatsa bana, bu yaptığını hak edecek ne suçum var? Ben senin gözünde bu kadar mı berbat bir adamdım? "
Maddalena kolunu geri çekerek Sandrino'nun elinden kurtulmuştu. Önce dengesini kaybedip sendeler gibi olmuş fakat kendini toparlamıştı. İsteği dışında dolan yeşil gözleri pişman görünen halinden çıkmıştı, onun gibi kırgınlıkla parlıyordu. İlk anlarda çıkışmış olsa dahi tavrı temkinliydi, suçlu olduğunu ve bu öfkeyi hak ettiğini biliyordu. Fakat sonunda o da kontrolünü yitirmişti, üzerine gidip gözlerinin içine bakarak çok uzun zamandır içini acıtan şeyleri dillendirdi.
"Sen bana hep kurtulmak istediğin bir yükmüşüm gibi davrandın! Annenin verdiği bir cezaymışım gibi hep hor gördün, davranışlarınla şakalarınla istemediğini sevmediğini hep yüzüme vurdun. Bir kez olsun kalbimin kırıldığını, seni sevdiğimi görmedin. Sevgisizlikte terbiye etmeye çalıştın. Hep her an bırakıp gidecekmişsin gibi diken üzerinde hissettirdin. Seni kaybetmekten korkarak yaşatmamı istedin."
Onun bağırmaktan çatlayan sesiyle söyledikleri Sandrino'yu daha çok öfkelendirmişti. Dişlerinin arasından aptalsın sen diyerek fısıldayıp hırsla arkasını dönmüştü. Bir elini beline yaslamış diğer eliyle ise sarı saçlarını sinirle geriye çekerken gözüne düğün günlerinde yapılan minyatürleri çarpmıştı. Küçük bir çerçevenin içindeki resim pencerenin yanındaki dolabın üzerinde duruyordu. Öfkeli adımlarla ilerleyip yanında duran gümüş şamdanla birlikte bağırarak yere savurmuştu. Odanın içinde kopan gürültüyle dehşete düşen Maddalena, bunun üzerine sesini yükselerek arkasından avazının çıktığı kadar bağırmaya devam etmişti.
"Sevdim seni ben. Sana her şeyimi verdim ! Kalbimi, ruhumu.. defalarca kalbimi kırmana rağmen her şeyimi verdim sana! Peşinden Lucca'ya gelmeseydim hala bir gün Lucca'da bir gün Floransa'da bir gün başka yerde yaşamaya, hovardalık yapmaya devam edecektin. İngiltere'ye bile gitmeye karar vermiştin. Evsiz, yurtsuz, kimsesizler gibi yaşarken, ailene arkanı dönmüştün. Herkes Sandreatta'ya dönmen için yalvarıyordu. Sense sahip olduğun bu güzelliklerin hepsini elinin tersiyle iten nankörün tekiydin. Fakat ben köklerimizi buraya atalım istedim, bizi seven ailemizin arasında olalım istedim. Bir ailemiz olsun istedim ben ! Sana bir yuva verdim, De Benardi adını getirdim sana, annenle babamın yanında bir ailemiz olsun çocuklarımız olsun istedim. Hem bu sayede babanın son zamanlarında yanında oldun. Fakat sen, onca şeye rağmen bana sevgini çok gördün!"
Ellerini üzerindekileri devirdiği dolaba yaslayarak onu dinleyen Sandrino, sözlerinin sonunda avuç içlerini vurup hırsla ona dönmüştü. Elini üzerine doğrulturken ne yaptığını bilmez bir halde üstüne geliyordu.
"Sen büyümeyi becerememiş bir aptalsın Maddalena. Her şeyi bildiğini sanan on dokuz yaşında, hala daha olgunlaşamamış şımarık bir kız çocuğusun. Seni sevdiğimi illaki söylemem mi gerekiyordu? Anlayacak kapasiten yok mu? Beni çok iyi tanıdığını söylüyorsan, peki şunu da söyle; ben hangi kadın için meyhanelerde kavga etmişim? Hangi kadın için bir adamın boğazına bıçak dayamış, öldürmekle tehdit etmişim? Hangi kadını delice kıskanmışım? Beni istemediğini söyleyen hangi kadının peşinden limana kadar gitmişim? Hangi kadını ağlattığım için gecelerce gözüme uyku girmemiş? Hangi kadın için ?! Suikastta benim yüzümden sana bir zarar gelecek diye canımdan olmaya razıydım ben ! Villadan çıktığın her zaman peşine fazladan muhafızlar taktım ben senin ! Bana zarar vermek isteyenler karımı da hedef alır diye korktum ! Yemek yemediğin, kustuğun zamanları takip ettim ben ! Bir kadın daha ne kadar sevilir?! Yeniyetme delikanlılar gibi aşkını mı haykırmam gerekiyordu ? Aptal bir şiir besteleyip camının altında okusa mıydım?!"
"Sen beni sevmeyi kendine yakıştıramıyorsun. Yüce Sandrino Panzio'nun on dokuz yaşında şımarık bir kız çocuğunu sevmesi o çok kıymetli egosuna zarar veriyor. Sen benimle bir gelecek kurmaktan bile korkuyorsun, çocuk sahibi olma hakkındaki fikrimi sormadın bile. İnsanların önünde beni zor duruma düşürmek pahasına çocuk sahibi olmak hakkında alay ediyorsun! Bütün geleceğimiz senin o iki dudağının arasında oldu her zaman ! Nişanı bozacağımızı söyledin kabul ettim, sonra nişanı uzamaya karar verdim onu da kabul ettim, sonra vazgeçtim bozmuyorum dedim ona da sustum, sonra bir gün karar verdim evleneceğiz dedin onu da kabul ettim. Yüce Sandrino Panzio'nun kafasına nasıl eserse o şekilde yaşıyoruz."
Maddalena'nın gözlerinde yemyeşil bir ateş parlamaktaydı. Bağırırken içinden taşan kırgınlıkları bastıramamıştı, iki elini kaldırıp karşısında öfkeyle şnip kalkan göğsüne vurmuştu ki bileklerin mengene gibi yapışan Sandrino ummadığı bir acıyla sıkıp onu kendine çekmesiyle daha fazla konuşamadı.
"Bu günden sonra senin gibi bir kadını sevmekten ancak utanç duyarım."
Sesinin tonu yüzündeki ifade öylesine soğuk ve nefret doluydu ki Maddalena'nın nefesi kesildi. Narin dudakları birbirine bastırıp başını salladı, kalbinde açılan keder dolu bir yaranın acısını bastırmak için acı dolu bir kahkaha kendini göstermeye başladığında omuzları da şiddetle sarsılmaya başlamıştı. Hala bileklerini sıkmasına aldırmadan başını kaldırıp meydan okudu.
"Öyle mi? Ben de senin gibi bir adamı sevdiğim için kendimden nefret ediyorum."
Sandrino'nun nabzının adeta şakaklarında zonkladığını dudaklarının ince bir çizgi halini aldığına aldırmayan Maddalena onu kışkırtmaya devam etmişti.
"Hayat bir tek sana karşı acımasız sanıyorsun değil mi? Bir tek senin üzerine geliyor. Hayatın tepetaklak oldu. Viterbo'ya döndün bir anda kendini hem evli hem de Dük Panzio olarak buldun. Babanın batırdığı işler, şapel, evlilik... zor geldi. Kapana kısıldın. Ne kadar üzücü. Nerede o eski gününü gün eden ünlü çapkın Sandrino Panzio? Bunlar sadece senin başına mı geliyor sanıyorsun?! Hayat bir tek sana mı acımasız davranıyor sanıyorsun? Öyle değil Sandrino!"
"O dilini kopardığımda da benimle böyle konuşabilecek misin merak ediyorum. Bir çırpı canın var, eğer biraz canına kıymet veriyorsan o çeneni kaparsın."
"Ne yapacaksın canı-"
"Eğer benim dayanma sınırımı merak ediyorsan, haberin olsun o sınırı çoktan geçtim! Ne yapacağımı üzerinde gösterecek olursam en az bir hafta acıyla inleyerek hatırlarsın beni!"
Maddalena parmak uçlarına kalkmış, onunla yüz yüze gelmişken, dişleri arasından adeta hırlayarak konuşan Sandrino sıktığı bilekleriyle onu kendinden uzağa ittirdiğinde neredeyse yere düşecek gibi oldu. Fakat daha bunun şokunu atlatamadan odanın içinde patlayan büyük bir gürültüyle korku dolu bir çığlık atarak kendini korumaya çalıştı. Sandrino küfredip bağırarak üzerindeki kadehler ve tabaklarla birlikte küçük yemek masasını devirmişti. Gümüş tabağın içindeki yemişler ve meyveler yere saçılmış, sürahinin içindeki su ve kırmızı şarap Maddalena'nın eteklerine kadar sıçramıştı. İki elini başına götürmüş bunu nasıl yapabildin?! diye bağırmaya devam etmişti. Tamamen kontrolden çıkmış bir haldeydi, odada önüne gelen ne varsa haykırarak yere çarpmaya başlamıştı.
Sandrino'nun içinde ateşli bir öfke zorla zapt edilmiş vahşi bir aslan gibi, zincirlerini kırıp hem kendini hem de etrafında ne varsa paramparça etmek için çırpınmaya başlamıştı. Bu hisleri daha fazla umursamaz bir maskeyle bastırmaya gücü kalmamıştı artık.
Sandrino öfkesini yatak odalarını alt üst ederek çıkarmaya devam ederken sırtını duvara yaslamış Maddalena elleriyle yüzünü kapatarak öylece kalmıştı. Kopan gürültü ve Sandrino'nun bağırışlarına dayanmaya çalışırken tüm bedeni adeta yaprak gibi titriyordu. Sırtını yasladığı duvar olmasa bacaklarının onu taşıyacağından dahi şüpheliydi.
Odalarındaki manzara kısa zaman içinde adeta bir kabusun içinden fırlamış hale gelmişti. Mozaik kaplı zemin kırılan aynaların parçalarıyla doluydu, ahşap sandalyeler devrilmiş, küçük mermer heykeller kırılmıştı, mumları etrafa saçılmış gümüş şamdan yerde yatıyordu, yazı masasının üzerinden düşen kağıtlar etrafa saçılmış, doğu işi halının bir kısmı mürekkeple boyanmıştı. Sandrino, Rosia Panzio'nun özel koleksiyonundan onlara hediye ettiği büyük seramik vazoyu da yere çarparak parçalara ayırdığında artık odanın içinde patlayan seslere daha fazla katlanamayan Maddalena, yeter diye çığlık atarak ellerini yüzünden çekmişti. Odada neredeyse adım atacak yer kalmamıştı. Hışımla yana dönüp divanın üzerindeki yastığı ona doğru fırlatmıştı.
"Yeter ! Yeter ! Odayı başıma yıktın, yeter!"
"Benim bu ev başıma yakıldı!"
Sandrino, onun neredeyse avazının çıktığı kadar bağırıp üzerine yastık fırlatması üzerine aynı şekilde bağırarak karşılık vermişti. Fakat hızını alamamış, devirdiği gümüş vazodan etrafa saçılan çiçekleri ezerek karşısına dikilmişti. Elini üzerine doğrultmuş suçlamalarına devam ederken, gerileyecek hiçbir yeri olmayan Maddalena, içinde kopan korku ve öfke fırtınasıyla yanaklarının alev alev olduğunu hissediyordu.
"Mektubu şömineye atmışsın, ne oldu önce vermekten vazgeçip yok etmek mi istedin? Senden beklerim. Onca ay yüzüme bakıp yalanlarına devam ederken bir anda ne oldu da itiraf etmeye karar verdin? Çünkü daha fazla saklayamayacağını anladın değil mi? Artık itiraf etmek zorunda kaldın. Kendinde yaptığın şeyin büyüklüğünü iyi biliyordun ki yüzüme söylemeye cesaretin olmadığı için mektup yazdın. Fakat kabul et saklayabileceğini bilseydin bana yalan söylemeye devam ederdin. Tanrı biliyor ya denedin de, annemle birlik olup saklamayı denedin. Sen aslında Maddalena çok yanlış yerdesin, senin gibi entrikaya bu kadar iyi kafası basan kadınların yeri kraliyet saraylarıdır, ben çok gördüm öylelerini gayet güzel hayatta kalırsın aralarında."
"Sen hep aynısın kaba, kendinden başka kimseyi önemsemeyen bencil Sandrino'sun. Sen kendini hatasız sanıyorsun ama öyle değilsin. Hatasız değilsin Sandrino ! Ben mektubu yazarken beni belki dinlersin diye umut etmiştim. Çok pişman olduğumu vicdan azabı çektiğimi anlatmama izin verirsin sandım. Artık her şeyin değiştiğini, o eski Sandrino ve Maddalena olmadığımızı bilirsin diye düşündüm. Aramızdaki bağın gücüne inanmak istedim, her şeye rağmen belki beni anlarsın birlikte bir aile oluruz diye düşündüm."
Tüm gün bu acı verecek kadar masum hayale kapılıp umutlanmış Maddalena, konuşurken içindekileri dökmekten kendini alamamıştı. Sandrino bir müddet yüzüne sabit ve donuk bir ifadeyle bakmıştı, konuşmaya başladığında bu kez bağırmıyordu aksine insanın tüylerini ürperten buz gibi bir sesle konuşmuştu.
"Yalanlar üzerine kurulan bir evliliğe fazla umut bağlamışsın. Belki ben seninle bir aile kurmak istemiyorumdur. Belki senden bir çocuğum olsun istemiyorumdur. Belki bu evliliği bir hata olarak görüyorumdur."
Sözlerinin acısı Maddalena'yı derinden sarstı. Duyduğu acıdan bedeninin param parça olmasını önlemeye çalışır gibi kollarını kendi vücuduna doladı. Yutkunarak yavaşça gözlerini kapadığında ıslanmış kirpiklerinin arasından bir gözyaşı damlası yanağına düştü. Bedeni engellemeye çalıştığı hıçkırıklarla sarsılırken Sandrino onu irkilterek sertçe çenesini tuttu ve yukarı kaldırdı. Yüksek bir sesle bağırdığında yüzüne çarpan nefesini sıcaklığını hissedebiliyordu.
"Nasılmış sevdiği insan tarafından sırtından vurulmak? Acıdı mı ?! "
"Ö- öz-öz-ür di-le-rim."
Maddalena kekeleyerek özür dilemeye çalışırken ona son kez nefret dolu gözlerle bakan Sandrino elini üzerinden çekip arkasını döndü. Kapının önüne geldiğinde son kez dönüp ona baktı.
"Bundan sonra benden korksan iyi edersin. Asıl şimdi sana biçtiğim hayatı yaşamak zorunda kalacaksın. Bir iki gün içinde seninle ne yapacağıma karar vereceğim."
Sandrino bu sözlerinin ardından kapıyı menteşelerinden sökmek istercesine büyük bir gürültüyle çarparak odadan çıkmıştı.
Onun arkasından hıçkırarak ağlamaya başlayan Maddalena çok pişmanım diye seslenmeye çalışmışsa da faydası olmamıştı. Onu kaybetmişti. Lütfen beni bırakma diye yalvarmamak için alt dudağını ısırıyordu. İçindeki geleceğe dair tüm umut ve iyimserliği Sandrino'nun gidişiyle yitirmişti. Kendini yine yapayalnız kimsesiz hissetti. Paramparça olan kalbinin acısını bastırmaya çalışarak iki elini yanında yumruk yapıp boş odaya karşı avazının çıktığı kadar çığlık çığlığa bağırmıştı. Her şeyini kaybetmişti..
"Yeter artık, yeter yoruldum yeter!"
Kapıldığı kalp acısı, ruhunun öylesine derin yaralarına dokunmuştu ki etrafında dönüp, kontrolsüz bir şekilde ilerleyerek yataklarının üzerindeki örtüyü iki eliyle tuttuğu gibi yere çarpmıştı. Gözyaşları adeta sağanak gibi akarken başını ellerinin arasına almış histerik bir şekilde ağlıyordu. Bir süre sonra tamamen kendini kaybetmişti. Ayağına dolanan kalın örtüyü ittirerek yataklarının olduğu platformdan inmek istediği anda aniden odanın etrafında dönmeye başladığını hissetmesiyle yalpalayarak tutunacak bir şey aradı. Öne doğru bir adım atmıştı ki bilincinin kaymaya başladığını fark etti, hiçbir yere tutunamadan gözleri tamamen kararmıştı. Dayanma gücünü yitiren Sandrino'nun adını fısıldarken adeta savaş alanına benzeyen odanın içinde yere yığılıp kalmıştı.
Yazan; Mirena Martinell.
✨✨
Uzun bir ara verdik ama haftada iki bölüm yayınlayarak bence bir tebriği hak ettim shjgshs İkinci kısım 8000 kelime olacak demiştim ama 9500 kelime oldu. Yani iki tam bölüm yayınlamış oldum 💁🏻♀️ Gördüğünüz gibi bu bölümle artık her şey inceldiği yerden koptu. Bundan sonra ne olur şu an ben bile kestiremiyorum 🤷🏻♀️ Kulaklıklarımı takıp uzun uzun kurgulamam gereken konular var 😂 Benden kork diyen Sandrino'nun şiddetinin dozunu ayarlamam gerek shsgsgh
Lütfen okuyan herkes oy verip, kısa da olsa bölüm hakkındaki fikrini yazarsa çok mutlu olurum🙏🏻 Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hepinize kucak dolusu sevgiler gönderiyorum 🫶🏻🥰
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top