Bölüm 22 Kısım I - "Şapel"
"bunlar ciddi ve tehlikeli konular."
✨ ✨
Sorgulayıcı keskin bakışlarını yüzüne odaklamış Sandrino'nun karşısında, gülümsemesi donup kalmış Maddalena, omurgasından aşağı doğru inen ürpertiyi hissedebiliyordu. Vereceği cevabı kararlılıkla bekliyor onu soğukkanlı ifadesiyle ağır ağır süzüyordu. Bulundukları çalışma odasına sessizlik çökmüştü, Maddalena gürültüyle atan nabzının sesini duyabiliyordu. Sandrino'nun deniz mavisi bakışlarından kaçmak istedi fakat telaşa kapılacak olursa bunun dikkatini çekeceğini bilerek kendini cesurca yüzüne bakmaya zorladı. Fakat buna rağmen Lucca'da kurtulduğunu sandığı inci kolye hala aralarında asılı dururken kendini konuşabilecek durumda hissetmiyordu, sözcükler adeta boğazına düğümlenmişti.
"Maddalena senden bir cevap bekliyorum."
Sandrino'nun sesi zihninde uçuşan felaket senaryolarının dağılmasına sebep olurken, usulca yutkundu. Aklını toparlamak ve bakışlarından kaçabilmek için elini uzatıp kolyeyi ondan aldı, uzun kirpiklerinin gölgelediği gözleriyle inceler gibi yaparak mümkün olan en sakin tonlamayla cevap verdi.
"Agnesia Halamın evine çamaşırlar için gelen genç hizmetkâra vermiştim. Çeyizi için kullanacaktı. Tekrar karşıma çıktığı için şaşırdım."
Söylediklerinin sonunda zümrüt yeşili gözlerini kaldıran Maddalena, Sandrino'nun yüzündeki şüpheci ifadenin kaybolmadığını görünce cesaretini toplayıp bir adım ileri çıktı. Düşünecek pek vakti olmadığından, olabilecek en yalın hikâyeyi anlatmaya devam etti.
"Kolyeyi istemediğimi, asla takmayacağımı sana söylemiştim. Sen de bana ne istersem yapabileceğimi söylemiştin. Üstelik birine vermemi öneren de sendin. Ben de Lucca'dan ayrılmak için eşyalarımı toplarken sevdiğim o genç kıza verdim."
Onu dinlerken Sandrino'nun ifadesi derin bir hal almıştı. Ağzından çıkan her bir söze dikkat kesilmişti buna rağmen keskin mavi gözleriyle yüzüne uzun uzun bakarken kafasının içinden ne geçtiğini bilmek zordu, duygularını ustalıkla maskeliyordu. Maddalena için adeta işkence gibi geçen bir tepkisizliğin ardından sonunda yavaşça başını salladı, hafif bir kirli sakalın olduğunu çenesinde parmak uçlarını gezdirirken konuştu.
"Doğru öyle söylemiştim. Zaten senin o kadar çok altına neden ihtiyacın olsun ki, çok anlamsız."
Maddalena bu sözleri duymasıyla yüzünde beliren paniği anlamsız bir şaka duymuş gibi gülerek bastırdı.
"Tabi.. bence de çok anlamsız. Bu kolye neden Lucca'dan Viterbo'ya kadar sana geldi ki?"
"Viterbo Valisi ve sanatkârlar loncasının şapelin raporlarını Lucca'ya gönderdiklerini savunduklarını biliyorsun, gönderilen taş ustasının izini süren adamlarım kolyeyi bir kuyumcuda bulmuşlar. Bruno yaptığı tüm mücevherlerin gizli bir yerine kendi imzasını ekler. Yakutların arkasındaki küçük imzayı görünce satın alıp buraya göndermişler. Hepsi işlerinde titizlerdir, bir ipucu olabileceğini düşünmüşler. Fakat bu bu kolyenin hikayesi farklıydı, öyle değil mi?"
Sandrino inci kolyeyi ondan almış, koluna dokunarak ilkbahar ışıklarının çalışma odasına süzüldüğü yüksek pencerenin önüne yönlendirmişti. Rahat görebilmesi için kolyeyi ışığa tutup, mücevherin arkasını çevirerek köşesindeki küçük imzayı göstermişti. Eğik bir el yazısıyla birbirine geçmiş harflerden oluşan imza, küçük ve okunaksızdı fakat oldukça estetik görünüyordu.
Maddalena en başında kolyenin abartılı hatta rahatsız edici bir hediye olduğunu düşünerek elini sürmemişti. Sonrasında ise takımı olan bileziği Sandrino'nun adına portreler yaptırdığı Meşhur Vitalia'sının bileğinde gördüğünde ise adeta tüm hücreleriyle nefret etmişti. O gece Sandrino'nun kafasına attığı kolye aradan geçen birkaç haftanın ardından tekrar ona döndüğündeyse arkasını çevirip incelemek şöyle dursun kutusundan dahi çıkarmamıştı. Buna rağmen elini alsa bile yine de Bruno'nun imzasını fark edeceğini sanmıyordu. Nefret ettiği kolyeyi görmek dahi sinirlerini zıplatmaya yetiyordu. Fakat her defasında artık kurulduğunu sandığım kolye sanki lanetliymiş gibi dönüp dolaşıp yine onu buluyordu. Üstelik bu kez ihanetinin kanıtı olarak karşısındaydı.
Sözlerinin sonunda ona 'kolyenin hikayesi farklıydı, öyle değil mi?' diyerek yönelttiği tuhaf soru sırasında Sandrino'nun attığı bakış rahat fakat tedirgin ediciydi. Afallayıp yanakları kıpkırmızı kesilen Maddalena ilk anda hiçbir cevap verememişti. Bir yanı istediğinde son derece kurnaz bir adam olan Sandrino'nun bir sorun olmasaydı bu şekilde davranmayacağına inanıyor diğer yanı ise gerçeğin ortaya çıkmasından duyduğu korku yüzünden kuruntuya kapıldığına ve ondan şüphelenmediğini düşünmek istiyordu. Sandrino gergin olduğu zamanlarda ulaşılması zor bir adama dönüşürdü, artık onu tanıyordu. Kaldı ki şu an Panzio çatısının üzerinde gergin olmasına sebep olacak birçok sorun asılı duruyordu. Babasının vefatı, hala gizemini koruyan suikast, babasının batırdığı işler, şapel.. bir çok sorun vardı. Böyle düşündüğünde kuruntuya kapıldığına ikna olan Maddalena gülümseyip başını sallayarak cevap verdi.
"Tabi ki, kolyenin bizim aramızda özel ve tatsız hikâyesi var."
Bunun üzerine gözlerini deviren Sandrino, sonunda o meşhur rahat gülümsemesini göstermişti. Onun önünde yaptıklarının ortaya çıkma ihtimaliyle korkudan kıvrandığından habersizce yaklaşıp yüzünü ellerinin arasına aldı, deniz mavisi gözleri onun yeşil gözlerinden ayırmadan yaklaşıp dudaklarına sıcak bir öpücük kondurdu. Geri çekildiğinde, Maddalena felç olmuş gibi hiç kıpırdamadan yüzüne bakıyordu. Onun kolye konusunu kapatıp, içinde derin duyguların uyanmasına sebep olan sıcak yaklaşımıyla rahat bir nefes alması gerekirken her nedense daha fazla gerilmişti. Yüzündeki sıcacık ellerinin dokunuşu altında hafifçe gülümseyebilmişti ki dudaklarının hareketini izleyen Sandrino, başparmağıyla biraz önce tadına baktığı alt dudağını okşayıp aynı anda konuşmuş ellerini yüzünden çektiğinde ise onu koca bir şüphe yumağıyla çalışma odasında tek başına bırakmıştı.
"Tamam o zaman. Çıkmam gerek, Viterbo'da bazı görüşmelerim var."
Maddalena pencere önünde bir müddet hiç kıpırdamadan Sandrino'nun arkasında bıraktığı boşluğu izledi. Onu öpmeden önce inci kolyeyi ceketinin iç cebine koyduğu gözünden kaçmamıştı. Kolyenin artık ciddi anlamda lanetli olduğuna inanmaya başlamıştı. Hayatı boyunca gördüğü en parlak incilerden yapılmış göz kamaştırıcı bir kolyeye bu kadar yoğun bir nefret besleyeceği ve bir kolyenin başına bu kadar çok sorun açacağını hiç düşünmezdi doğrusu.
İnce bir ağrının saplandığı başını rahatlatabilmek için parmaklarını şakağına dayadığında sırtını pencerenin taş kemerine yasladı. Sandrino'nun daha fazla bir şey bilip bilmediğini düşünmekten kendini alamıyordu. Önündeki uçsuz bucaksız yemyeşil Panzio bahçeleri dahi yüreğini yatıştırmaya yetmiyordu, içindeki huzursuz sesleri bu işin bu kadar kolay kapanmış olduğuna bir türlü inandıramıyordu.
Rosia Panzio çalışma odasına girdiğinde Maddalena hala sırtını pencerenin kemerine yaslamış, düşünceli bakışlarla geniş pencerelerin ardındaki bahçeyi süzüyordu. Taş zeminin üzerinde yankılanan topuk sesleri kulağına geldiğinde pencerenin önünden ayrılıp yüzünü kadına dönmüştü.
"Maddalena, Viterbo'ya gidiyoruz."
"Bir sorun yok değil mi?"
"Hayır bir sorun yok. San Lorenzo Katedral'ine gideceğiz, Viterbo Başpiskoposunu görmek istiyorum. Oradan sonra da şehirdeki bir dostumu ziyaret edeceğiz. Son zamanlarda cemiyetin Sandrino'nun şapeli hakkında pek hoş şeyler söylemediklerini duyuyorum. Görünüşe göre kafaları karışmış. Gidip bu konudaki tavrımı birkaç arkadaşımla paylaşıp, kocalarını benim istediğim şekilde yönlendirmezlerse benden çekecekleri olduğunu hatırlatacağım. Sen de Düşes Panzio olarak yanımda olacaksın."
Odanın diğer ucundaki Rosia Panzio mağrur bir havayla konuşmuştu. Maddalena ona bakarken dudaklarının kenarında beliren hayranlık dolu tebessümünü durduramıyordu.
"Sandrino şapel hakkındaki konuşmalara girmememizi söylemişti."
"Sandrino şapeli şahsi meselesi haline getirdiği için tam düşünemeden konuştu. Fakat biz bir aileyiz. Hepimiz biriz ve ancak tek bilek olursak güçlü kalabiliriz."
Kadının sarsılmaz bir duruşla dile getirdiği sözler Maddalena'nın içini ısıtıyordu. Son günlerde şapel hakkındaki mırıltılar gittikçe yükselmeye başlamıştı. Kimse yüzlerine karşı konuşmaya cesaret edemiyordu fakat Viterbo'nun onuru adına yeniden ayağa kaldırılan Cappella Grano di Perla'da Sandrino Panzio'nun söz sahibi olması bazı kişilerin hoşuna gitmiyordu. Birkaç ay önce yaşanan kısmi çökme sebebiyle çekimserliği oluşan Viterbo Valisi konuyu hala bir karara bağlamamıştı, bu da şapelin devamı ve elbette Sandrino'nun hamiliğimi adına dışarıya parlak bir tablo sunmuyordu.
Görünüşe göre Rosia Panzio şapelin durumuna ağırlığını koymanın zamanı geldiğine karar vermişti. Maddalena kendi içinde düşüncelere dalmışken bir an önce çıkmak isteyen kadının ona seslendiğini işiterek bakışlarını tekrar yüzüne çevirmişti.
"Hadi, yukarı çıkıp hazırlan. Önce San Lorenchi'ye uğrayıp Ludovico Düşesini de yanımıza alacağız."
**
Viterbo Valisi Fantino ile olan görüşmesi sona erdiğinde resmi bir selam veren Sandrino, topuklarının üzerinde dönerek nöbetçilerin onun için açtığı yüksek kapılardan çıkmıştı. Papa Julius'un kilise devletinin en zengin ve en geniş topraklara sahip olan eyaletinin valiliğine atadığı Averardo de Fantino'nun ikamet ettiği saray şehrin en köklü yapısıydı. Kabul salonuna açılan, yüksek duvarlarında şehrin koruyucu azizleri Azize Rose ve Aziz Lawrence'ın hikâyelerini anlatan dini fresklerle süslenmiş galerili holünde, yanından geçen tanıdıklara başıyla selem vererek ilerlemişti.
Günler önce Viterbo Valisi ile aralarında, Cappella Grano di Perla'nın son gelişmeleri üzerine özel bir görüşme ayarlanmıştı. Oldukça yaşlanmış ve çoğu zaman öksürük nöbetlerine tutulan adamın şahsen belirttiğine göre inşaatın tamamlanmasıyla ortaya çıkacak görkemli yapıya karşı hiçbir olumsuz düşüncesi yoktu. Ancak genel dengenin de sağlanması gerektiğine inanıyordu. Viterbo soylularından oluşan danışma konseyi, iki ay önce yaşanan ani çökmenin ardından çekimser bir tavır içindeydi. Bütün bu kısık fakat göz ardı edilmemesi gereken tartışmalar sebebiyle hala şapelin geleceği hakkında kesin bir karar verilmemişti. Viterbo Valisi, tartışmaları neredeyse aylardır süren şapel için nihaiyi kararı vererek konuyu mühürlemek istiyordu.
Tüm bu güç oyunları yüzünden şapelin hala kayda değer bir ilerleme kaybedememesi Sandrino'nun asabını iyiden iyiye bozmuş durumdaydı. Vali ile aralarında geçen görüşme öncekiler gibi ince bir resmiyet çizgisi üzerinde gerçeklemişti. Şapelde yaşanan çökmenin suçlusu olarak görülmekten hala tam anlamıyla kurtulamamış ve sürekli olarak hamiliğinin elinden gitme ihtimaliyle adeta tehdit edilmesine katlanamıyordu. Bıkkın ve bir o kadar da öfkeliydi.
Soğukkanlı ifadesini korumaya çalıştığı sert adımlarıyla sarayın mozaik kaplı yerlerini arşınlayan Sandrino, kemerli geçidin sonunda başka bir geniş hole geçilen basamakları inerken tanıdık bir yüzü fark etmişti. Karşıdaki taş sütuna omzunu yaslamış Andreani, düşünceli bir ifadeyle onu izliyordu. Yerinde yavaşça doğrulup, onun basamaklarını inerek karşısına geçmesini beklemiş sonrasında ise başını hafifçe yana eğip alaycı bir selam vermişti.
"Dük Panzio."
Kendisine takılan Andreani'ye karşı ters bir bakış atan Sandrino, elini omzuna koyup sertçe sıkmıştı.
"Siktir git Andreani."
Bunun üzerine gülümseyerek içini çeken Andreani omzundaki elini kavrayıp ittirmiş, parlak lacivert gümüş düğmeleri olan ceketinin duruşunu düzeltmişti. Kül rengi bir pelerin omuzlarından dizlerine kadar uzanıyordu, belini saran siyah kemerinde onunkine benzer kabzası parıltılı taşlarla süslenmiş küçük bir hançer vardı. Konuşmadan önce büyük diplomatça bir hakimiyetle Viterbo Valisinin hatırı sayılır şekilde kalabalık olan geniş holüne göz gezdirmeyi ihmal etmemişti.
"Fantino ne söyledi?"
Andreani'nin gökyüzü mavisi keskin gözleri tekrar yüzüne döndüğünde bu kez ciddi bir tavır takınmıştı. Onunla birlikte biraz önceki sinirli ruh haline geri dönen Sandrino, sinirli bir şekilde içini çekerek gözlerini devirmişti. Kemerine sıkıştırdığı deri eldivenleri çıkartıp, giymeye başladığında aralarında geçen konuşmayı anlamaya başlamıştı.
"Daha kesin karar çıkmadı. Biliyorsun ki Kilisede 'daha' sözcüğü 'belki de asla' anlamına geldiği çoktur."
"O iş o kadar kolay değil."
Andreani'nin dudaklarından bu durumdan memnun olmadığını gösteren öfkeli bir homurtu dökülmüştü. Şapelin üzerindeki iddiasını sonuna kadar destekliyordu. Daha önce hem danışma konseyinde hem de Viterbo Valisiyle olan görüşmelerinde bu konudaki görüşünü de birçok kez dile getirmişti. Şu an içinde bulunduğu duruma en az onun kadar öfkeliydi. Sandrino en büyük destekçisi ve erkek kardeşi olarak gördüğü Andreani'ye döndüğünde, valiyle olan görüşmelerinin başından beri ihtimal olarak gördüğü şeyi dillendirmekten kendini alamamıştı.
"Katılıyorum. Hem belki öksürmeleri ve tıkanmaları sonunun geldiğine işarettir de kendiyle birlikte şapel hakkındaki kararsızlığını da yanına alıp yok olup gider. Neden olmasın değil mi?"
Bir yandan giydiği eldivenlerini sinirle çekiştirmeye devam ederken kısık sesiyle söyledikleri Andreani'yi şaşırmamıştı bilakis gözlerini devirip elinde olmadan gülmüştü.
"Bunlar ciddi ve tehlikeli konular Sandrino."
Mavi gözlerinde eğlenceli bir parıltı dolaşan Sandrino, omuzlarını silkmişti. Bakışlarını etrafta gezdirmiş kimsenin onları duymayacağından emin olduğunda başını yaklaştırıp şeytani bir sırıtışla aklından geçeni söylemişti.
"Daha da ciddisi; yeni vali neden bize yakın biri olmasın ki?"
Bu sözleri üzerine bir an duraksayan Andreani bir kaşını havaya kaldırarak yüzüne bakmıştı. Kısa bir an sonra sert hatlara sahip yüzünde beliren çarpık gülümseyiş sözlerinin hoşuna gittiğini ifade ediyordu.
"Enteresan adamsın. Nerede o ben böyle hesaplara girmem diyen hovarda adam."
Andreani'nin bu sözlerine karşılık gözlerini deviren Sandrino'nun dudaklarında hoşnutsuz bir gülümseme vardı.
"Hadi oradan."
"Hamurunda var. Rosia Panzio'nun oğlusun sen."
Duyduğu bu sözler Sandrino'yu anı anda hem rahatsız etmiş hem de bir yandan hoşuna gitmişti. Andreani yıllarca olmaktan kaçındığı adamın aslında hep içinde var olduğunu dile getirmişti. Buna benzer şeyleri ne zaman duysa göğsüne bir ağırlık çöküyordu. Fakat bu sözler Andreani gibi bir adamdan gelince nedense rahatsız olmamıştı.
Andreani adeta dük ünvanlıyla birlikte dünyaya gelmişti. Sevgisiz denebilecek kadar katı bir babanın emirleri altında yetiştirilmişti. Daha yedi yaşında küçük bir çocukken babasının yanında görüşmelere katılmaya başlamış, on üç yaşına girmeden Ludovico hanesinin birçok sorumluluğunu yüklenmiş küçük bir dük haline gelmişti. Aynı zamanda onun da vaftiz babası olan Alessandro Ludovico tek oğlunu kiliseye askerlik eğitimi almak için göndermiş bir yandan da politik içerikli görüşmelerde tecrübe sahibi olmasını amaçlamıştı. On dokuz yaşına dahi girmemişken babası ve annesini kaybetmişti. Politika ve yönetim konusunda yetenekli olduğu gerçekti, dük unvanını resmi olarak aldığında en ufak bir sorun dahi yaşamadan var olan Ludovico düzeni devam ettirmişti. Çok küçük yaşlarda babasının üzerine yüklediği sorumlulukların ağırlığıyla baş etmeye zorlanmışken karakteri de bu doğrultuda şekillenmişti. Güçlü görünmeye çalışarak geçirmişti yıllarını. Şimdiki haline bakıldığında öyle görünmese de Dük Ludovico ünvanı da Andreani'den bir çok şey götürmüştü, yıllarca siyah-beyaz bir manzaranın içinde yaşamış hayatı hep bir savaş muharebesi gibi görmüştü.
Sandrino bu sebeple kuzenine farklı bir şekilde saygı duyuyordu. Her ne kadar kardeş gibi büyümüş olsalar dahi yetiştirilme tarzları çok farklıydı. O bir zamanlar Ludovico ailesinin tek kız çocuğu olan şimdiki Düşes Rosia Panzio ve Dük Juan Panzio'nun oğlu olarak doğmuş, kuzenine göre daha rahat ve çocukluğunu yaşamasına izin verilerek büyütülmüştü. Andreani ile aynı hocalardan eğitim almış, kiliseye askerlik eğitimi için gönderilmiş olsa dahi hiçbir zaman onun kadar küçük yaşta kaldıramayacağı sorumlulukların altına girmemiş ve belki den önemlisi baskı ve şiddetle yetiştirilmemişti.
Fakat Sandrino'nun bakış açısına göre aralarındaki en büyük farklılık onun babasının pasif ve hasta bir adam olmasından kaynaylıydı. Juan Panzio, Kilise Devletinin en zengin eyaleti olan Viterbo'nun Panzio Dükü rolünü oynamak için fazla yorgun ve hastaydı. Onun tüm çocukluğu Gut Hastası Juan olarak anılan ve hatta küçümsenen babasının gölgesinde geçmişti. Andreani'nin babası gibi korkulan bir adamın oğlu değildi. Kilisede eğitim aldıkların yıllarını babasının kötürüm olduğu hakkında dalga geçen akranlarıyla kavga edip ceza alarak geçirmişti. Onun hiçbir zaman olduğundan fazla güçlü olmaya karşı istek duymadığını, hırslı olmadığını anlamaya çalışmasına rağmen insanların onu zayıf biri olarak görmesi Sandrino'nun özellikle yetişkinliğe yeni geçtiği dönemlerde hırçınlaşmasına sebep olmuştu. Evde olduğu zamanlarda dahi şehirde birileriyle kavga etmediği, yüzünde yara bere izleri taşımadığı neredeyse tek bir günü dahi yoktu. Ona çok düşkün olan annesi bu isyankar halleri karşısında çılgına dönse dahi bu durum yıllarca aynı şekilde devam etmişti.
Onun karakteriyse geçirdiği çocukluğun doğrultusunda şekillenmişti. Şimdiki haline dönüp baktığında, eğer hayattan bu kadar zevk alabileceğini keşfetmiş olmasaydı, duyularının her biri canlı ve uyanık olmasaydı delirirdi. Bu yüzden kendini güzel yaşamaya ve pervasızca eğlenmeye adamıştı.
Sandrino ve Andreani de hayata birbirinden farklı bir pencereden baktıklarını biliyordu. Her ikisi de bunu bir avantaj olarak görüp diğerinin sözlerini önemsiyor, tavsiyelerini dinliyordu. Tam da bu sebeple Sandrino, Andreani'nin sözlerini inkar ederek zamanını harcamak istemedi. Sadece Andreani gerçekten onu anlıyordu. Sandece o sorumluluklarını hatırlatıyor, onu gerçeklerle yüzleştiriyordu.
"Şu vakte kadar işleri hep medeniyetle halledebileceğimi ummuştum ama madem bu güç çarkını döndürmeye kararlılar o halde belki biraz ayak uydurmaya çalışabileceğimi söylüyorum. Hatta bundan zevk bile alabilirim. Fakat sadece istersem oyuna dahil olurum ama sadece ben istersem."
Sözlerine başını sallayarak katılan Andreani'nin mavi gözleri aniden ciddileşti. Kasılan çenesiyle koridorun ucunda gördüğü kişiyi işaret ettiğinde konuşmaları yarıda kalmıştı. Bakışlarını aynı yöne çeviren Sandrino, Ercole Niceoletta'yı görmüştü.
"Bak kim geliyor."
Gözlerini adama dikmiş Sandrino iti an diyerek tiksintiyle homurdanmıştı. Toprak rengi koyu brokar ceketi, siyah dar pantolonu, yana taradığı yeni tıraş edildiği belli olan koyu renk saçları ve çenesini kaplayan hafif kirli sakalıyla, Viterbo Valisi olan büyük amcasının fresklerle süslü gösterişli holünde ilerleyen Ercole'nun kendine duyduğu güven vücut diline yansıyordu. Oldukça rahat hatta keyifli görünüyordu, daha birkaç gün önce karısı düşük yaparak ölümden dönmüştü fakat yanındaki Viterbo Valisi Fantino'nun danışmanı olan piskoposla konuşurken hiçbirini yaşamamış gibiydi. Ya da hiçbirini hayatının akışını değiştirecek kadar önemsemiyordu.
Aynı anlarda Ercole onları fark etmiş, mor bir piskopos cübbesi giyen yaşlı adamdan izin isteyerek karşılarına çıkmıştı. Sandrino onun sahte selamlarından tiksiniyordu, bu yüzden konuşmasına izin vermeden onu kinayeli bir tavırla karşılaşmıştı.
"Nicoletta sende şehirdesin demek, büyük amcanın tüm ayak işlerinde yanında olmak senin için çok yorucu olmalı. İlgilenmen gereken kendi toprakların var diye biliyorum."
Yüzünde kurnaz bir tebessüm beliren Ercole'nun bakışları önce ifadesiz bir yüzle ikisini izleyen Ludovico Düküne sonrasında ise yüzüne kusursuz alaycı bir gülümseme yerleşmiş ona dönmüştü. Kılıçlarını birbirlerine gülümseyerek çekiyorlardı.
"Büyük amcam, Kilisenin Valisi Averardo de Fantino'nun yanında olmak benim için şereftir. Senin ziyaretinin sebebi nedir? Yoksa sana sürekli sorun çıkartan şapelin yükü üzerinden mi alındı? Belki bu kez hamiliği gerçekten hak eden birine verilir."
Sandrino adamın yüzüne sert bir yumruk indirmemek için derin bir nefes alıp sesli bir şekilde güldü. Şapelin hamiliğini elinden almak istemelerine öfkeli olsa da Ercole Nicoletta'nun gizleyemediği hırsı onu bir yandan eğlendiriyordu da. Aniden bir adım geri çekildi, karşısındaki adamı hakir gören bir ifadeyle tepeden tırnağa süzdü. Mavi gözlerinden hınzır bir parıltı geçiyordu, değerlendirmesini bitirdiğinde hevesle adamın üzerine gidip, yukarı kaldırdığı elini adamın yüzünün önünde sallarken konuşmuştu.
"Şunu söylesene Nicoletta, asılmayı kendin mi öğrendin yoksa onu da mı amcanların senin için tuttu?"
Bu sözleriyle birlikte Ercole'nun gözlerinde birden keskin bir kin tutuşmuştu. Göğsü hırsla inip kalkıyordu. Karşısında adeta put gibi kaskatı kesilen bedenin, alnındaki bir damarın seğirişine bakan Sandrino bunu umursamadı. Sert bakışlarını yüzünden ayırmazken siyah pelerinin eteklerini tuttuğunda soğuk bir gülümsemeyle konuşmuş, sonrasında ise topuklarının üzerine dönerek uzaklaşmıştı.
"Dikkat et, belki de rüzgâr sadece kısa bir süreliğine güneye esiyordur."
Aralarında geçen gergin konuşmayı soğuk bir tepkisizlikle izleyen Andreani ses çıkarmadan onu takip etmişti. Birlikte sağlam ve güven verici uzun adımlarla gösterişli hollerden geçmişlerdi. Avluya inen yüksek basamakların başına geldiklerinde, sonunda tepkisini açığa çıkararak ona dönen Andreani elini tersiyle hafifçe koluna vurarak dikkatini çekmişti.
"Şu adamı kışkırtmaktan vazgeç Sandrino."
Sandrino sinirle gözlerini devirdi. Eski Sandrino olsa biraz önce olduğu gibi Ercole Nicoletta'ya karşı alaycı bir tavrını sürdürür ilerisini düşünmezdi. Fakat yeni Sandrino en ufak bir hareketinin dahi sonuçlarını hesap etmek zorundaydı. Bir savunma mekanizması gördüğü alaycılığı yaşam biçimi olarak benimsemiş bir adam için bu yeni hali gözüne çoğu zaman, sıkıcı, kasvetli ve asabi bir adam olarak görünüyordu. Andreani ile birlikte önlerindeki basamakları inmeye başladıklarında huysuzlanan sesiyle gösterdi tepkisini.
"Benim tarzım bu. Her ne kadar son zamanlarda bunu unutmuş olsam da öyle."
"Sadece üzerine saldırmasına neden olacak şeyler yapmaktan uzak dur, görmezden gel diyorum."
Bu anlamsız tavsiye üzerine Sandrino'nun bakışları Andreani'ye döndü, mavi gözlerinde manidar bir ifade belirmişti.
"Görmezden geleyim öyle mi? Kusura bakma, bunu senden duymak komik oluyor. Barışçıl yanınla tanınmıyorsun kuzen."
Sözleri hoşuna gitmiş Andreani'nin sert suratında kibirli ince bir gülümseyiş ağır ağır kendini göstermişti. Birilikte basamakların sonunda gelmişlerdi, bir an duraksayarak omzuyla onun omzuna vurdu.
"Ne yazık ki sen de aklı başında bir adam olarak tanınmıyorsun. En azından ben düz bir adamımım, biri benim olana elini sürmeye kalkışırsa gider o eli kırarım. Fakat senin kafan delice bir mantıkla çalışıyor. Aklına eseni yapıyorsun."
"Çünkü Andreani, bu dünya aslında mide bulandırıcı bir yer, en iyisi onu kendi şartlarınla karşılamak."
Sandrino'nun bu sözleri ardından aralarında daha fazla konuşma geçmedi. Sarayının ağır pirinç kapılarından gün ışığına çıktıklarında, önlerinde uzanan Viterbo Valisine ait sarayın geniş merdivenlerini inmeye başladılar. Fakat bir anda kendilerini telaş içindeki vatandaşların çığlıkları arasında bulmuş ve yavaşlamak durumunda kalmışlardı. Binanın basamakları önünde, Viterbo'nun fakir kesiminden oluşan halkın bir araya toplandığı görülüyordu, zırhlı muhafızların ördüğü etten duvardan geçerek içeri girmek için çırpınıyorlardı.
"Vali Fantino bugün Papalık Mahkemesinde halkın sorunlarını dinleyecek."
Andreani yandan geçmelerini işaret ederken huysuz bir sesle söylenmişti. Sarayın loşluğundan sonra günışığı ikisinin de gözlerini kamaştırmıştı, bulutsuz güzel bir ilkbahar günüydü fakat bağrışan kalabalığın sesi dışarıda büyük bir karmaşa yaratmıştı, hemen karşıda yükselen kuleden şehre yayılan çan sesleri dahi belli belirsiz duyuluyordu.
Ön sırada üzerinde kirli bir ketenden yapılmış giysisi olan bir adamın kapkara boyanmış elleriyle uzattığı kağıdı alan şehir muhafızı, yazılanlara göz gezdirdikten sonra başıyla Vali ile görüşmesi için alınmasını işaret etmekteydi. Sandrino da Andreani ile birlikte üzerinde Viterbo arması bulunan eskimiş taşlarda hızlı adımlarla ilerliyordu, ikisi de bir an önce bu kalabalıktan çıkmak için uğraşıyordu. Kalabalığın yanından geçtikleri sırada sarayın kapısına yığılmış insan selinin arasından iki erkek ve bir kadın önlerine atladığında hazırlıksız yakalanmışlardı.
"Soylu efendiler !"
Önlerinde eğilerek yardımlarını isteyen üç kişinin de üzerindeki giysiler, kalitesiz yünden, lekeli ve yer yer yamalı kumaşlardan paçavralara dönmüştü. Ellerindeki raporları uzatmak için yaklaştıklarında ekşi bir kir kokusu yayılmaya başladı. Sandrino ve Andreani uzattıkları kağıtları geri çevirerek, yanlarına gelen kendi adamlarına uzaklaştırmalarını işaret etti. Fakat o anda iki adamın arasından sıyrılan kadın önlerine atladı ve telaşlı bir sesle hızla konuşarak yardım dilenmeye başladı.
"Soylu efendiler bu zavallı dul kalmış kadına yardım elinizi uzatın. Valimizin huzuruna çıkmama yardım edin. Kocamı siyahlar giyinmiş adamlar götürdü, valimize anlatmam gerek."
Ayaklarının dibinde onlara yalvaran kadının yüzünde yara izleri vardı. Biri ya da birileri tarafından dövülmüş olmalıydı. Diğer iki adamın elinde olan raporlar onda yoktu, kir içindeki ellerini önünde dua eder gibi önünde birleştirmiş telaş içinde kıvranıyordu.
"Çekil git kadın."
Sinirlenen Andreani, bir adım öne çıkarak kadını kolundan yakalamış ve o sırada Gennaro ile adamları uzaklaştıran sağ koluna "Tommasso!" diyerek bağırmıştı. Bunun üstüne yeri döven sert adımlarla onların yanına gelen adamına kadını teslim ederek sert bir sesle konuşmuştu.
"Valiye beyanda bulunmak için elinde sorunun her neyse onunla ilgili bir rapor olmalı. Kendini boşuna yerlere atıyorsun."
"Kocamı kasabada kimse tanımazdı, işe yaramaz bir taş ustasıydı. En son şehirde yeni yapılan şapelde iş bulmuştu. Perla.. adı perla diye bir şeydi. Dört siyahlı adam tarafından alıp götürülürken gören olduysa da kimse sesini çıkartmadı."
Sandrino hâlihazırda kötü bir gün geçiyorken önlerine atlayan insanların yalvarışlarından o kadar bunalmış bir haldeydi ki, kadının şaşırtıcı sözlerini son anda fark edebildi. Bir anda öne atılıp, sarışın devin uzaklaştırdığı kadının kolunu yakalayarak adamı durdurdu.
"Ne dedin sen?"
Bu hamlesi hem Tommasso'yu hem de onun iri ellerinden kendini kurtarmaya çalışan kadını şaşkına uğratmıştı. Daha fazla dayanamayan Sandrino , Tommasso'yu iterek, kadının kollarından tutup sarstı.
"Kim senin kocan?"
Kadının yüzüne çevirdiği koyu renk gözlerinde zavallı ve yoksul bir kadının çaresiz bakışları yoktu, daha çok kendini dinleyen bir soylu bulabilmenin hevesi ve açgözlülüğü okunuyordu ifadesinden.
"Taş ustası Ricco. Uverilia kasabasından Ricco."
Bunu duyan Sandrino sert bakışlarını, omzunun üzerinden kendi sağ kolu Gennaro'ya çevirdi birden. Öfke dolu bir sesle bir sesle kükreyerek adamı azarladı.
"Bana adamın karısı yok demiştin !"
Bakışlarını tekrar kadının üzerine çevirmesiyle deniz mavisi gözlerdeki buz gibi gazabı görerek önünde sindi ve korkudan anlatmaya başladı.
"Ayrı yaşardık yılda bir kez belki iki kez beni ancak ziyarete gelirdi. Ben bir bir tüccarın villasında temizlik işlerine bakarım. Kocam Ricco ise orada burada sefil bir halde yoksulluk içinde yaşardı. Taş ustalığı babasının mesleğiymiş, çalışmak istediği zamanlarda işinde iyidir. Fakat diğer zamanlarda dolandırıcıydı. O konuda bir şey diyemem. Dürüst ve düzgün bir hayat yaşamak onun becerilerinden değildi. Yine bir yıl sonra ilk kez yanıma geldi, Lucca'ya göreve gönderildiğini ve oradan döndüğünü söyledi. Bir ay benim yanımda kaldı, önceleri anlamadım ama sonra birilerinden saklandığını fark ettim. Anlattığına göre Lucca'da soylu bir adamın arkasından başka bir soyluyla anlaşıp iş çevirmiş. Hep çok yakında Floransalı bankerler kadar zengin olacağı hayalini anlatırdı. Sonra zengin olacağını söylediği gün hazırlanıp çıktığında siyahlı adamlar gelip onu aldı. Yapması gerekeni yaptı ama altınlarını almak yerine canından oldu."
Kadını dinlediği sırada Sandrino'nun gergin çenesinde bir kas atmaya başlamıştı. Gözlerinin içinde patlayan öfke kıvılcımları gittikçe karanlık tehlikeli bir alıyordu. Tüm sözlerinin arasında ona hala bir isim vermemiş olmasından duyduğu sabırsızlıkla sıktığı dişlerinin arasından konuşarak kadının sözünü kesmişti.
"Onu kimin tuttuğunu söyledi mi?"
Kadın sorusuna cevap vermeden önce başını şiddetle iki yana sallamıştı.
"Söylemedi. Söylemedi lordum. O gün adamların peşinden koştuğumda kocamın bir daha dönmeyeceğini ve eğer canımı seviyorsam ağzımı açmamamı söylediler. Altınları istediğimde de beni dövdüler. Validen soyluların pis işlerine karışan zavallı bir adamın dul karısı olarak zararımın karşılanmasını isteyeceğim. Ona vaat edilen altınlar benim hakkım. Bana yardım elinizi uzatın efendi-"
Kadının son sözü Sandrino'nun boğazına yapışmasıyla yarıda kaldı. İçinde kaynayan öfke duyduğu son sözlerle artık kontrol edilemez bir hal almıştı. Hiç düşünmeden elini kaldırıp kadının boğazını kavrayarak kendine çekmişti. Her şey o kadar ani olmuştu ki, arkasında duran Andreani dahi bir an tepki verememişti. Diğer eliyle kadının yakasını sıkı sıkı tutuyordu, öfkeyle kararmış yüzü kadının yüzünün birkaç santim ötesindeyken dişlerinin arasından dehşet dolu bir sesle konuşmuştu.
"Şapel çöktü, insanlar yaralandı, hayatımın içine edildi ve sen hala altınlarını mı istiyorsun?"
Yüzü moraran kadın elinde çırpınıyordu fakat alev saçan yakıcı bir öfkeyle yönetilen Sandrino'nun gözü çoktan kararmıştı. Boğazını saran parmaklarının baskısını arttırdığının farkında dahi değildi. Arkasında bir yerde Andreani'nin kadını bırakmasını söyleyen telaşlı sesini işitiyor fakat ona çok uzak bir yerlerden duyulan boğuk bir fısıltı gibi geliyordu.
"Sandrino bırak! Kadını bırak! Sandrino!"
Sandrino bir anda titreyerek kendine geldi, parmaklarındaki baskı hafifledi ve sonra eli yana düştü. Karanlık bir sis bulutunun içinden çıkmış gibiydi. Fakat kadının uzaklaşmasına izin vermedi, nefes darlığı çeken haline tiksinti dolu bir bakış atıp hala tuttuğu kolunu çekerek gözlerinin içine baktı. İçinde fokur fokur kaynayan öfke buz gibi kaskatı bir kararlılığa dönüşmüştü, öyle ya da böyle bu işi artık çözecekti.
"Bana bir isim vereceksin ! Ya bana o lanet olası ismi verirsin ya da sana o çok istediğin altınları tek tek yuttururum."
**
Mum ışıklarıyla aydınlatılmış yemek odasında masadaki yerinde oturan Maddalena, sağ yanındaki boş sandalyeyi izlerken düşüncelere dalıp gitmişti. Akşam yemeği çoktan servis edilmişti. Rosia Panzio ile büyük masanın başında yemeklerini yerken odaya görünürde serinkanlı bir sessizlik hâkimdi. O gün vakit öğleni dahi bulmadan villadan ayrılan Sandrino hala ortada yoktu. Viterbo'da görüşmeleri olduğunu söylerken işlerinin bu kadar uzun süreceğinden hiç söz etmemişti. Aradan geçen onca saate rağmen hala eve dönmediği gibi haber de göndermemiş olması endişe vericiydi. Özellikle ince bir çizginin üzerinde yürüdükleri şu günlerde. Dile getirmeseler de ikisi de sessizce yemeklerini yerken nerede ve ne yapıyor olabileceğini düşünüyorlardı.
Maddalena tüm gününü Clarissa Ludovico ile birlikte Rosia Panzio'nun peşinde geçirmişti. Şahit olduğu gövde gösterisi ilk başta içinde bir yetersizlik hissi uyandırsa da sonrasında çok öğretici geçmişti. Rosia Panzio, tanıştıkları ilk günden beri gözüne hep büyük azim sahibi güçlü bir kadın olarak görünmüştü ve bugün, önce Viterbo Başpiskoposu ardından ise cemiyetteki kadınların karşısındaki dirayetli ve sağlam duruşunu yakından izlerken Görkemli Hanım unvanının hakkını verdiğine bir kez daha şahit olmuş ve gelini olarak yanında olmaktan büyük zevk almıştı. Belki soylu kan insana doğumla birlikte verilirdi fakat güç sadece kendi içinden gelirdi. Maddalena'nın gözünde Rosia Panzio, gücünü kendinden alan doğuştan asil bir ruha sahipti. Fakat kesinlikle tehlikeli ve dikkat edilmesi gereken bir kadındı da, Maddalena bunu Panzio av köşkünün mahzenlerinde açıkça görmüştü.
"Yoğun günlerden geçiyoruz birazdan burada olur."
Sedef kakmalı boş sandalyeyi izlemeye devam eden Maddalena, Rosia Panzio'nun sözlerini duyduğunda bakışlarını güçlükle üzerine çevirdi. Dudaklarını birbirine bastırıp hafifçe tebessüm etti fakat Sandrino'yu görmeden içini kemiren endişelerden kurtulamayacağını biliyordu. Sabah çalışma odasında inci kolye hakkında konuşurken tuhaf sorgulayıcı bakışları Maddalena'yı tüm gün rahatsız etmişti. Sandrino'nun iğneleyici konuşmayı seven bir yanı vardı, bunun her zamanki hallerinden biri olup olmadığına karar verip rahatlamak istese de içinden atamadığı korku ve endişe ona bir türlü rahat nefes aldırmaz olmuştu. Tüm bunların geçmesi için Sandrino'yu görmeli ve yüzüne bakıp bir sorun olmadığından emin olmalıydı.
O, elinde aldığı altın rengi üç dişli çatalıyla tabağındakilerle oynamaya devam ederken yemek salonunun açık kapısından giren Sandrino göründü. Maddalena sandalyesinden dönüp yeşil gözlerini beklentiyle yüzüne çevirirken, onlara başıyla kısa bir selam verip şarap sürahilerinin olduğu büfeye doğru yürümeye başlamıştı.
"Hanımlar afiyet olsun, umarım güzel bir akşam geçiriyorsunuzdur."
Kendine bir kadeh şarap doldururken keskin mavi gözleri hala onların üzerinde geziniyordu. Sandrino'nun içinde bulunduğu ruh halini kestiremeyen Maddalena becerikli hareketlerini izlerken ona şöyle bir göz attı. Geniş omuzlarını kaplayan ceketinin üst kısmındaki dört düğmeyi açmıştı, bununla birlikte içine giydiği beyaz işlemeli gömleği gözüküyordu. Sabah beline taktığı kemerini çıkartmıştı, sarı saçlarının birkaç tutamı ise her zamanki asiliğiyle alnına düşmüştü.
Görünüşünde büyük bir değişiklik yoktu ta ki yüzündeki ifadeyi yakalayana kadar. Rahat hatta neredeyse hiçbir şeyi umursamaz gibi duran görünüşün altında yakışıklı yüzünün fırtına yüklü bulutlar gibi karanlık olduğunu fark edince korkuyla yutkundu. Bir şeye canı sıkılmıştı. Sandrino kadehiyle masaya doğru gelmeye başladığında, o da çatalını bırakıp tabağının yanında duran suyuna uzanırken sakin bir sesle konuştu.
"Akşam yemeğine geleceğini sanıyordum."
"İşlerim uzadı."
"Hangi işlerin? Vali Fantino ile görüşmen nasıl geçti?"
"Görüşme pek iç açıcı değildi. Bu arada size yeni bir haberim var. Bir süre önce bahsettiğim şu şapelin raporlarıyla ortadan kaybolan taş ustası Viterbo'da görülmüş."
Bunu duyan Maddalena'nın içtiği su neredeyse boğazında kalıyordu. Biliyor mu? Bu yüzden mi bu kadar tuhaf davranıyordu? İçini saran korku dolu düşünceler paniğe kapılmasına sebep oluyordu. Fakat aynı korku ona eğer kendine hakim olamazsa Sandrino'nun şüphesini üzerine çekeceğini hatırlattığında usulca su bardağını masaya bırakıp titreyen ellerini kucağında birleştirip masanın altına sakladı. Hafifçe inmiş kirpiklerinin altından Sandrino'nun yüzüne kaçamak bakışlar atarken nabzı çılgın gibi atıyordu. Onun kapıldığı telaşın aksine karşısında oturan Rosia Panzio ise yemeğiyle ilgilenmeye devam ediyordu. Yüzünü oğluna şöyle bir çevirip verdiği haberi değerlendirir gibi yapmıştı.
"Bunu duyduğuma çok sevindim. Adamı yakında buluruz o zaman, öyle değil mi? Böylelikle raporların kayboluşu hakkındaki gizem de çözülür ve rahatlarız."
Rahat tavrını bozmayan Sandrino tek eliyle geriye çektiği sandalyesine yerleşirken sakin ve umursamaz bir sesle umarım diye cevap vermişti. Arkasındaki hizmetkârın akşam yemeği servisi yapması için yaklaştığını fark ettiğinde, elini kaldırarak onu durdururmuş ve yemek yemeyeceğini söyledi.. Büyük masanın başındaki yerinde arkasına yaslandığında, tekrar bakışları onları bulmuştu. Gözlerinde farklı bir his vardı, onlara bir camın ardından bakıyor gibiydi. Dudaklarına götürdüğü kadehinin üzerinden, ilgili bir tavırla konuşmuştu.
"Eee sizin gününüz nasıl geçti?"
Gizemli taş ustası olayına şöyle bir dokunup geçmesi Maddalena'nın canını sıkmıştı. Üstüne üstlük şüpheli davranıyordu ve bu da onu daha çok rahatsız ediyordu. O yerinde sessizliğini korumaya devam ederken Rosia Panzio tabağının yanındaki süslü mendili alarak nazik hareketlerle dudaklarını silmiş sonrasında ise Sandrino'ya dönmüştü.
"Viterbo'daydık. Kiliseye gittik, oradan da şehirdeki bir dostuma uğradık."
"Ne hoş. İkinizin böylesine iyi anlaşması beni çok mutlu ediyor. Gözlerim yaşarıyor size bakarken."
Sandrino'nun bu sözleri üzerine duruşunu bozmayan kadın dudaklarını kıvırarak gülümsedi. Bakışları anne ve oğulun arasından gidip gelen Maddalena ise ne söyleyeceğini bilemiyordu. Yanı başında, bacaklarından birini öne uzatmış, elindeki kadehini sedef kakmalı kulpuna yaslayarak oturan Sandrino'nun rahat tavrı onun yerinde sıkıntıyla kasılmasına neden oluyordu.
"Clarissa'da bizimle birlikteydi. Bu hamileliği öncekine göre daha rahat geçtiği için normal hayatına devam edebiliyor. Fakat ben yine de tedbirli olmaktan yanayım, Roma'dan iyi bir ebe ve hekim getirteceğim. Hem belki çok yakında Maddalena'nın da ihtiyacı olur. Düşünsene Sandrino, sen, Andreani, Lavinia ve Byanca gibi hep birlikte kuzen olarak birlikte büyürler."
Rosia Panzio'nun konuyu aniden hamileliğe taşıması hem onda hem de Sandrino'da çarpıcı bir etki yapmıştı. O kıpkırmızı kesilen yüzünü yana çevirirken Sandrino'nun rengi kaçmıştı. Maddalena için hayat çok hızlı bir şekilde yön değiştirmişti. Elbette yakın bir zamanda anne olma fikri gözüne korkutucu geliyordu fakat... onu bundan daha huzursuz eden baka bir şey vardı. Sandrino'nun bu konudaki tavrı.
Sandrino'da olan korkular onunla aynı mıydı yoksa bu konuya daha farklı bir pencereden mi bakıyorlardı bilmiyordu. Belki de onunla evlenerek zaten olmadığı bir adama dönüştüğünü inanıyordu ve iş çocuk sahibi olmaya gelince sınırını çekecekti. Onunla birlikte olurken korunmasını başta normal karşılaşmış hatta kendini rahatlamış hissetmişti. Fakat gün içinde birlikte oldukları kaçamak anlarda dahi korunmayı unutmayacak kadar titiz olduğunu gördükçe elinde olmadan bu takıntılı haline kurulmaya başlamıştı.
Maddalena, Sandrino'nun onun yüzünden kapana kısıldığını düşünüyor olmasından korkuyordu. Bir gün kim olduğunu, ondan önceki hayatını hatırlayarak şu anki zincirlerinin kuşatmasını kıracaktı. O zaman değil çocuk hayatında onu dahi istemeyecekti. Çocukluğunu kimsesiz yersiz yurtsuz geçirmiş biri olarak aklının bir köşesinde bu ihtimal hep vardı, böyle hissetmeye engel olamıyordu. Sandrino daha önce defalarca kovduğu, ittiği gibi yine onu kendinden uzaklaştıracaktı. Maddalena'nın böyle bir şeye gücü yoktu. Tam da bu sebeple birlikte bir çocuk sahibi olmayı istememesine içten içe kırılsa dahi şu anki güzel zamanlarını bozmamak için Sandrino istediğine karar verene kadar bu konuda konuşmayacaktı.
Maddalena, bu düşünceler ne zaman içinden geçse göğsüne yerleşen ağırlığını hafifletmek için suyuna uzanırken, annesine dönen Sandrino sözlerine buz gibi bir alaycılıkla karşılık vermişti.
"Tabi anne, biz zaten senin isteklerini gerçekleştirmek için varız. Kaç tane istersin? Bir, iki, üç? Eminim sen isim de düşünmüşsündür, bizimle paylaşmak ister misin?"
Onun bu sözlerine karşı kaşlarını çatan Rosia Panzio'nun vücudu sarsılmaz bir vakarla arkasına yaslanırken gözlerinin içine bakarak cevap vermişti.
"Ben babası olarak senin adını koyalım diyorum. Fakat çocuğun için farklı bir isim hayalin varsa öyle de olur, Maddalena ile konuşursunuz."
Sandrino keskin mavi gözlerini annesini yüzünden ayırmadan kadehini kaldırıp tek dikişte bitirdi. Maddalena bu tuhaf imalı konuşmaya dahil olmayı düşünmüyordu, üçü de fazlasıyla gergindi ve bunun öylesine bir sohbet olmadığı açıktı. Yemek odasına girdiği ilk andan beri tuhaf iğneleyici bir tavır içinde olan Sandrino'nun ruh hali Rosia Panzio ve ona da sirayet etmişti. Kadının oğlunu bile isteye kışkırttığını anlamış ve ikisinin atışmasına karışmamın en iyisi olacağını düşünmüştü.
Herhangi bir şey söylemeden bir müddet ortamdaki havayı çatırdatan dehşet verici bir gerginlikle sandalyesinde hiç kıpırdamadan oturan Sandrino, bir anda hızla doğrulup elindeki kadehi masaya bırakarak ayağa kalkmıştı. Bu öyle ani ve beklenmedik olmuştu ki kadehi masaya çarptığında Maddalena bir an yerinden sıçramıştı. Bunu fark etmeyen Sandrino uzun boyu ve kibirli havasını harmanlayıp ikisine de tepeden bir bakış atarak topukları üzerinde dönüp yemek salonunu terk etmişti.
"Üzerim at kokuyor, yıkanacağım."
Hala son derece soğukkanlı görünen kadının yüzüne bakan Maddalena, önündeki tabağı öne itti. Hali hazırda iştahı yoktu, şimdi ise midesine bir ağrı saplanmıştı artık yemek görmeye dahi dayanamıyordu. Sofra adabını bir kenara bırakarak dirseklerini masaya yaslayıp elleriyle yüzünü kapattı. Her şey neden bu kadar zor olmak zorundaydı? Bir süre sonra ellerini yüzünden çektiğinde kadının onu izlediğini gördü, mahzun bir bakışla içinden geçeni dillendirmişti.
"Bir şeye tepesi atmış, eğer izin verseydim sinirini bizden çıkaracaktı. Sen birazdan gidip canını sıkan şeyin ne olduğunu öğrenmeye çalış."
"Saygısızlık etmek istemem fakat keşke söylediğiniz kadar kolay olsa, sinirli olduğunda o güler yüzlü oğlunuz konuşması mümkün olmayan asabi bir adama dönüşüyor."
Rosia Panzio duyduklarına şaşırmış gibi görünmüyordu, masadaki kadehine uzanırken onu ben doğurdum dercesine dudaklarını kıvırmıştı. Bunun ardından yavaşça yerinden kalkan Maddalena kadına iyi akşamlar dileyerek Sandrino'nun arkasından yemek odasından ayrılmıştı.
Maddlena tedirgin bir ruh haliyle merdivenleri çıkmıştı. Yatak odalarının bulunduğu koridora saptığında, iki erkek hizmetkârların boş kovalarla dairelerinin banyo için ayrılmış bölmenin kapısından çıktıklarını gördü. Yanlarından geçerek dairelerinin ana kapısından içeri girdiğinde, yan tarafta yıkanan Sandrino'nun su seslerini işitiyordu. Ceketi, gömleği ve pantolonu yığın halinde şöminenin sandalyede, çizmelerini ise yerde duruyordu. Bir an aklından yanına giderek yıkanırken onunla usul usul konuşmayı geçiren Maddalena sonra bunun iyi bir fikir olmadığına karar verdi. Suçluluğunun yüzüne yansımasından korkuyordu. Sıkıntıyla içini çektiğinde yataklarını geçerek giysilerinin olduğu odaya girdi.
Cılız mum ışıklarının aydınlattığı loş yatak odasına üzerinde açık pembe ipekten dikilmiş geceliğiyle geri döndüğünde, her şeyin hala bıraktığı gibi olduğunu gördü. Karşıdaki odadaki su sesleri kesilmemişti. Omuzlarına dökülen gür buklelerini geriye çekip geceliğinin açık yakasındaki ince kurdeleleri bağlayarak odanın içinde dolanmış, sabah okuyup kaldırdığı çekmeceden halasının mektubunu alarak yatağa geçmişti. Sırtını kabartmalı ahşap başlığa yasladığında tekrar okumaya başladı.
Bir süre sonra karşı odadan duyulan sesler hareketlenmişti. Okuduğu satırın sonuna geldiğinde bakışlarını kaldırmasıyla beklemediği bir manzarayla yüz yüze gelmesi bir oldu. Donup kalmıştı. Küçük bölmeyi ayıran kemerden sarkan brokar perdeyi kenara çekerek ortaya çıkan Sandrino'nun üzerinde omzuna astığı küçük havlu haricinde herhangi bir şey yoktu. Elinde tuttuğu mektupla yataklarında bacaklarını kendine çekmiş bir halde oturan Maddalena, yanaklarının kızarmaya başladığını hissetti. Sandrino'nun buna benzer birçok rahat davranışına hala alışabilmiş değildi. Karşı konulmaz bedeni ve yakışıklılığını görmezden gelmeyi beceremiyordu. Odanın içinde ilerleyerek konsolun önünde durmuş, uzun kirpiklerinin ardından onu gözlerken kendine su doldurmuştu. Derin derin nefes alması göğsündeki kasların hareket etmesini sağlıyordu. İçindeki bir ses onunla oyun oynadığını söylese dahi kaçamak bakışlarla hareketlerini izlemekten kendini alamıyordu.
Maddalena bakışlarını mum ışığının altında altın tozu serpilmiş gibi parlayan güçlü kasları ve bronz teninden ayırıp hareketsiz durdu. Hareketli olan tek şey Sandrino yaklaştıkça artan kalp atışlarıydı. Derin bir nefes almak için dudaklarını aralayıp mektubuna geri döner gibi yapıp gözlerini kaçırsa da donup kalmış bir halde onu izlediğinin farkında olan Sandrino başını kaldırıp keskin mavi gözlerini yüzüne kenetlemişti, bakışları ciddi bir yoğunlukla yanıyordu ama ifadesi anlaşılacak gibi değildi. Omzundaki havluya uzanırken ifadesi kadar anlaşılmaz gergin bir sesle konuşmuştu.
"Söyleyeceğin bir şey mi vardı?"
Bu tuhaf sorusu üzerine afallayan Maddalena'nın kalbi neredeyse duracaktı. Ne demek istemişti? Sandrino'nun yüzünde kavga etmeye hazır bir ifade var gibiydi, yatağın karşısında duraksadığında, ifadesini daha net görebilmişti. Ona hala aşağıdaki masada olduğu gibi bir camın arkasından bakıyor gibiydi. İçindeki ses Maddalena'ya bir anı diğer anına uymayan Sandrino'yu kışkırtmaması gerektiğini fısıldıyordu. Başını iki yana sallarken yavaşça cevap verdi.
"H-hi-hiçç. Ha- hay- hayır, y- yo-yok."
Kekeleyerek güçlükle cevap vermesini çatık kaşlarıyla izleyen Sandrino, iyi diye mırıldanıp elindeki havluyla ıslak saçlarını kurulayarak giyinme odasına girdi. Bu tuhaf ürkütücü tavrı yüzünden sinirleri bozulan Maddalena çıplak sırtına kaşlarını çatarak bakmış sonrasında ise iç çekip önündeki halasının eğik, okunaklı zarif el yazısın geri dönmüştü.
O mektubun sonuna geldiğinde, Sandrino bu kez giysilerinin olduğu bölmeden yalınayak ve üzerinde geceliğinin lacivert altıyla çıkmıştı. Maddalena başını kaldırmadan kaçamak bakışlarıyla onu takip ediyordu, yüksek gümüş şamdanın üzerinde yanan az sayıdaki mumlara doğru yürümeye başlamıştı. Aralarındaki tatsız bir sessizlik uzayıp gidiyordu fakat Sandrino'nun bakışları sık sık üzerine dönüyordu. Sonunda çenesiyle elinde tuttuğu mektubu işaret etmişti.
"Kimden?"
"Agnesia Halam yazmış. Yarın cevap yazmak istiyorum, Lucca'ya göndeririz değil mi?"
"Yarın birini ayarlarım. Bu arada, halana hizmetkârlarından birine inci kolye verdiğinden söz etmiş miydin? Belki işi bırakmıştır bile, o kadar fazla altınla çalışmaya devam etmesi garip olur. Sahi verdiğin kızın adını söylemiş miydin?"
Sandrino şamdanın kollarındaki mumları söndürürken, omzunun üzerinden dönüp cevap vermişti. Bunu daha önce hiç düşünmemiş olan Maddalena'nın kalbi teklemişti, şaşırmış bir şekilde yüzüne bakakalmıştı.
"As- as- aslında adını söylememiştim."
"Doğru. Söylememiştin."
Başuçlarında yanan iki küçük mum ve karşıdaki şömine ışıklarının yetersiz geldiği karanlık odanın içinde bir gölge gibi yatağa doğru gelen Sandrino, huysuz bir sesle mırıldanmıştı. Bakışlarını üzerinden ayırmadan, yataklarının olduğu basamağı çıktığında ona iyice tepeden bakar olmuştu. Sert bakışlarını takip eden Maddalena, uçuk pembe ipek geceliğinin açık yakasından gözüken tenine baktığını görünce içten içe gülümsedi. Doğrusu geceliği rasgele seçtiğini söyleyemezdi, giyinme odasında aklına tutkunun öfkeyi yenebileceğini fikri düşmüştü. Zayıf olmasına rağmen dolgun hatlara sahip vücudunun kıvrımlarında akıp giden, neredeyse şeffaf sayılabilecek ipek geceliğin Sandrino'nun dikkatinden kaçmayacağını biliyordu. Tam da düşündüğü gibi Sandrino'nun mavi gözleri kısılarak ince bir çizgiye dönüşmüştü ama ifadesi hala anlaşılacak gibi değildi.
"Güzel gecelik."
"Beğeneceğini biliyordum.
"Güzel dedim, beğendim demedim."
Maddalena geceliğine aldığını iltifat karşısında amacına ulaşmış olmanın mutluluğuyla gülümsüyordu ki Sandrino'nun lafı ağzına tıkmasıyla ışık saçan gülümsemesinden eser kalmadı. Ona öfkeli ve kırgın bakışlarla bakıp sarı buklelerini önüne atarak yüzünü diğer tarafa çevirdi.
Sandrino kendi tarafındaki bozulmamış mavi örtüyü kaldırıp içine girdiğinde, ağırlığıyla yatak sallamıştı. Maddalena ise bir süre bakışlarını üzerine çevirmeden sessizce onu takip etti. İçgüdüleri ona bu değişken tavrının altında bir şeyin gizli olduğunu söylüyordu. İçinden sorunun son bir aydır üzerine yüklenen birçok iş hakkında olması için dua ederek elindeki mektubu katlayıp ona arkasını dönerek kendi tarafındaki küçük sehpaya bıraktı. Sırtını tekrar arkasına koyduğu yastığa yasladığında parmaklarını açık bıraktığı sarı buklelerinin arasında dolaştırıyordu, sonunda Sandrino'ya dönüp artık dayanamayarak içini kemiren şeyi sormuştu.
"Hangi işin bu kadar uzadı? Şapel hakkında mı bir şey oldu?"
Yastığını eline alan Sandrino tıpkı onun gibi yataklarının başlığına dayayıp sırtını yaslamıştı. Yüzüne bakarken derin bir nefes aldı, her ne söylemek istiyorsa sanki emin olmayarak nefesini geri verdi. Dudaklarının arasından baştan savma bir şeyler gevelemeyi tercih etti.
"Bruno'nun atölyesindeydim."
"Ne yapıyordun ki orada?"
"Bruno yeni bir parti veriyormuş, hareketli bir şey.. ona davetliydim. Onur konuğu olarak davetlilerle özel ilgilendim."
Bunu duyan Maddalena birden uzandığı yerde doğruldu, çok benzer bir anıyı hatırlayarak kaşlarını çattı. Bunu kasıtlı bir şekilde yapıyordu, onu sinir etmek için gayet rahat ve normal bir şeyden söz eder gibi sakindi. Soğukkanlılığını korumaya çalışan ve ona istediği kavgayı vermemek için tüm gücüyle direnen Maddalena dişlerinin arasından kelimelerin üstüne basarak konuşmuştu. Fakat Sandrino bu uyarısını umursayacak gibi durmuyordu.
"Sandrino. Komik değil."
"Komiklik yapar gibi bir halim mi var?"
"Partiye katıldın yani?"
"Evet."
"Eğlendin sanırım, ne güzel uzun zamandır özlemini çektiğin eğlenceyi bulmuşsundur."
Bu hırçın sözleri üzerine dudakları ağır bir gülümsemeyle gerilen Sandrino son derece rahat bir tavırla uzanıp çenesinde tuttu. Sakin olma gayreti gösterirken sinirden çakmak çakmak olmuş zümrüt yeşili gözlerine, gittikçe kızaran yanaklarına bakıp, herhangi bir şey söylemeden bir müddet yüzünü uzun uzun seyretti. Sonunda hala çenesinde duran parmaklarını hareket ettirtip usulca başparmağını alt dudağına sürttü. Gözlerinin içine bakmayı sürdürürken elini çekerek konuşmaya başladığında meydan okuyan mavi gözleriyle söylediklerine vereceği tepkisini takip ediyordu.
"Bruno'nun atölyesindeki bir partiye katılmışsam ne var ki bunda? Aklından ne geçiyor? Hala güvenmiyor musun bana? Kadınlara şehvetle bakmamdan mı korkuyorsun? Ne yapardın sevgilim karıcım? Beni odadan mı kovardın, yatağımdan uzak mı dururdun? Yoksa yine evden mi gitmeye kalkardın?"
Maddalena sözlerini dinlerken dişleriyle alt dudağını ısırmaya başlamıştı. Başını yana yatırıp sinirle gülerken sakin ve iddialıydı fakat pembe geceliğinin belindeki kurdelesini sıkan elleri, önünde sinsi sinsi sırıtan Sandrino'nun boynuna dolanıp nefessiz kalana kadar sıkma arzusuyla titriyordu. Sonunda yüzünü onun kendini beğenmiş suratına yaklaştırıp alçak bir sesle karşılık verdi.
"Önce o kadınları sonra da seni öldürürüm Sandrino. Beni zıvanadan çıkartma."
Sandrino tamamen anlaşılmaz bir ifadeyle yüzüne bakıp kaşlarını hafifçe yukarı kaldırdı. Herhangi bir şey söylemeden arkasındaki yastığa uzanıp indirmiş, sırtüstü uzanmıştı. Bir kolunu başının altına yerleştirirken uyumaya hazırlanıyordu. Hala kıpırdamamış, onu izleyen Maddalena'nın kaşları çatıldı.
Öylece uyuyacak mıydı? Onu sinir etmeyi iyi başarıyordu!
Bazı konular hala açığa kavuşmamıştı ve Maddalena gece bu şekilde sona erecek olursa sabah kadar gözünü dahi kırpamayacağını biliyordu. Gözlerini kapamış uyuyor gibi görünen Sandrino'nun omzunu dürterek kısık bir sesle şansını tekrar denedi.
"Sandrino neden bu kadar geç kaldığını söylemeyecek misin?"
Yatakta uzanan Sandrino'nun sorusuyla birlikte vücudunun kasıldığını fark etti. Mavi gözlerini aralayıp ona yandan bir bakış atarak cevap vermiş sonrasında yatak örtüsünü üzerine çekerek ona sırtını döndü.
"Fazla merak kediyi öldürür Maddalena."
Hala yatağın üzerine öylece oturan Maddalena'nın tek yapabildiği kaşlarını çatıp ona arkasını dönen Sandrino'ya dik dik bakmak oldu. Bu şüphe uyandırıcı tavırlarına yüzünden muhtemelen tüm gece uykusuz kalacaktı. Herhangi bir suçlamada bulunmamış olsa bile korku ve paniğe kapılması için Sandrino'dan ağzından taş ustasını duyması dahi yeterliydi. Ne yapacağını bilmeyen çaresiz yeşil gözleriyle karşıdaki şömine alevlerine bakarken kendi kendine sessizce acı bir şekilde gülümsedi.
Mutlu olmak neden bu kadar zordu?
Dünyası ayaklarının altında parçalanıyor gibi hissediyordu. Deniyor ama bir şekilde hala ısrarla düşmeye devam ediyordu. Her şeyini veriyor mutlu bir gelecek için elini kana bulayacak kadar ileri gidiyor ama yine de yeterli gelmiyordu. Lucca'da yaptıklarının bedelini taş ustasını öldürerek ödediğini düşünmüş ama yanılmıştı. Sandrino ile birlikte kurmaya başladıkları hayatın parçalanmaması için ruhunu kirletmeye dahi razı olsa da kader bağları bir şekilde, yapbozun küçük ama önemli parçalarını gün yüzüne çıkartıyordu.
Yazan; MirenaMartinell.
✨ ✨
Bölümü yazarken aniden içimden Andreani'nin de çocukluğuna da değinmek geldi. Kendimi tutup anlatacaklarımı bir paragrafta sınırladım, belki bunu Gerçek Güzellik'te okumanın bir faydası olmadı ama bence tatlı bir dokunuş oldu. Hal böyle olunca hareketli resmini de yaptım. İlk fırsatta Clarissa'yı da yapmak istiyorum, ileriki bölümlerde onu da koyacağım.
**
Öncelikle tekrardan tüm milletimizin başı sağolsun. Ben yaşananlardan fazlaca etkilendiğim için hala tam anlamıyla toparlanabilmiş değilim. Belki biraz odak noktamı değiştirmek iyi gelir diyerek bölümü bitirip sizinle paylaşıyorum. Umarım bir nebze olsun hepimize iyi gelir, acı haberlerden uzak kalabiliriz.
Yazdıklarım çok uzayınca bölümü iki kısım halinde yayınlamaya karar verdim. Bu yayınladığım kısım 7000 kelime, bir sonraki ise 8000 civarında olacak. Diğer kısmı da yazdım düzenlemem gerekiyor, hafta sonuna kalmadan yayınlarım. Keyifli okumalar dilerim. Lütfen okuyan herkes oy verip kısa da olsa bölüm hakkında fikrini yazarsa çok mutlu olurum 🫶🏻 Hepinize kucak dolusu sevgiler gönderiyorum, kendinize çok dikkat edin lütfen. Allah topraklarımıza sakinlik versin demekten başka bir şey diyemiyorum artık :(
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🫶🏻🖤🖤
Tuğçe.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top