Bölüm 21 - "Kaybedilen Masumiyet"

"içindeki o ateşli ruhu istedim"

Maddalena dehşete düşmüştü, en derin en karanlık sırrı karşısında duruyordu. Küçük hücrenin önünde taş ustasının öfkeli çırpınışlarını izlemek kemiklerine kadar işleyen soğuk gerçekliği yüzüne vurmuştu. Onu gördüğünde saldırganlaşan adam ağzındaki kirli paçavranın ardından bağırarak öte atılmıştı, ayak bileğindeki zinciri sonuna kadar çekiştiriyor, arkasında bağlı olan ellerine rağmen ona ulaşmaya çalışıyordu. Hareket ettikçe zincirlerinden gıcırtılar çıkıyordu. Aralarında belli bir mesafe vardı ve kalın zincir yaklaşmasına engeldi. Maddalena buna rağmen ürkmüştü. Adamın kocaman açılmış gözleri onu öldürmek ister gibi öfke saçıyordu.

Bir anda, bu kez daha büyük bir güçle ona doğru atılınca Maddalena irkilerek geriledi. Bunun üzerine hücrenin kapısında duran iri yarı muhafız yumruğunu havaya kaldırdıktan sonra taş ustasının karnına vurdu. Nefesi kesilmiş adam iki büklüm halde inleyerek yere düştü. Perişan bir görüntüsü vardı. Giysileri parçalanmış, yüzü kan içindeydi. Büyük ihtimalle seken bacaklarından biri de sakatlanmıştı. Dövülmüş hatta işkence görmüştü.

Buz kesmiş elini sıkışan kalbinin üzerine bastıran Maddalena, yüzünü başka tarafa çevirdi. Damalarındaki tüm kanın çekildiğini hissediyordu, gördüğü vahşet midesinin bulanmasına sebep olmuştu. Çaresizlik içindeydi, Rosia Panzio'nun ne yaptığını öğreneceğini tahmin etmeliydi. Bütün bu aylar boyunca çok önemli bir şeyi atlamıştı; Görkemli Hanım olarak anılan Rosia Panzio'nun ne kadar kurnaz bir kadın olduğunu. Sandrino ve sağ kolu Gennaro'nun hareketlerini takip etmişti fakat Rosia Panzio'yu hesaba katmamıştı. Oysaki ki çevresindeki herkes, kadının her yerde gözü olan dikkat edilmesi gereken biri olduğuna dair onu uyarmıştı.

"Kaçıramazsın gözlerini, buna hakkın yok. Yaptığın şeyin sonucuyla yüzleşeceksin."

Onun sebep olduklarıyla yüzleşmeye gücü olmadığını gören Rosia Panzio aniden elini çenesinin altına koyup, çevirerek taş ustasına bakmaya zorlamıştı. Oldukça kontrollüydü fakat insanı korkutup suçlayan keskin ses tonu ve insana üstten bakan bakışları dayanılamayacak kadar acı vericiydi.

Kadının dediğini yapmaktan başka çaresi olmayan Maddalena çekingen yeşil gözlerini tekrar taş ustasına çevirdi. Fakat gözünün önünde küçük parlak noktalar dans ediyordu. Taş ustasıyla yüzleşmenin şokunu biraz olsun atabildiğinde soğuk bir sessizlikle kenarda duran Dul Düşes Rosia Panzio''ya döndü. O andan sonra inkâr etmeye çalışmak kendini aşağı göstermekten başka herhangi bir şeye yaramazdı.

"S-si-si-siz-size h-er ş-eyi anlattı. Öyle değil mi?"

"Evet, her şeyi anlattı. Başka bir seçeneği de yoktu zaten. Şapelin raporlarını elinden aldığını ve karşılığında altın verdiğini biliyorum."

Göz göze geldiklerinde Maddalena, kadının mavi gözlerinin içindeki mağrur havanın içine işlediğini hissetti. Tavrı keskindi, başı tüm boyun eğmezligiyle öyle dik duruyordu ki sanki esen sert rüzgârın karşısında dahi bir çınar gibi durabileceğini gösteriyordu. Maddalena böyle bir kadının karşısında yapılabilecek en doğru şeyin suçunu kabullenmek olduğunu düşündü. Zümrüt yeşili gözlerinin içi pişmanlık gözyaşlarıyla dolmuştu. Bir süre gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Başını kaldırıp baktığında kadının onu izlediğini gördü. Sanki sadece yüzüne bakması bile bütün sırlarını bir kitap gibi okuması için yeterliydi.

"Kabul ediyorum, ben yaptım."

"Evet, sen yaptın. Sandrino'ya ihanet ettin. Lucca'dan beri başına açılan tüm sorunların suçlusu sensin."

Rosia Panzio acımasız ve suçlayıcı bir tavırla gözlerinin içine bakarak konuşmuş ardından yüzünü çevirmişti. Elinde ucunda küçük bir haçın olduğu zinciri sıkarak birkaç adım gerileyip hücrenin önünden çekilmişti.

Kadının ihanetini yüzüne çarpması Maddalena'nın içine keskin bir acı saplanmasına sebep oldu, dudaklarımı kenetleyip bakışlarını yere indirerek başını eğdi. Taş ustasının köşkün toprak altındaki soğuk koridorlarında yankılanan boğuk sesi vahşi bir hayvan gibi zehir saçarken kendini tamamen yenilgiye uğramış hissediyordu. Yeşil gözleri gözyaşlarıyla yanmaya başlamıştı, ağlamak istemiyordu fakat o an içinde bulunduğu durum yüzünden ne doğru düzgün düşünebiliyor ne de tepkilerini kontrol edebiliyordu. İçine bir nefes çekip, elleriyle yüzünü ovduğunda konuşmak için kadına yaklaşmıştı.

"Tanrı huzurunda yemin ederim ki, ben böyle olsun istemedim. İnanın bana, böyle olacağını bilseydim as-"

Rosia Panzio'nun keskin bir oku andıran mavi gözleri üzerine döndüğü an Maddalena sözlerine devam edecek cesareti bulamadı. Suçluluk hissiyle kavurulan yeşil gözleriyle kadına bakarken ağlamaklı bir hıçkırığa engel olmadı. Gözyaşları birbirini ardına düşmeye başladığında ağlayarak konuşmaya çalıştı.

"Benim söyleyecek başka bir sözüm yok. Çok pişmanım."

"Ağlama, bu gözyaşları hiçbir şeyi çözmez."

Rosia Panzio, önce ağlamaması için uyarmış fakat Maddalena kendini kontrol edemediğinde, sinirle uzanıp bir kez daha elini çenesinin altına koyarak başını kaldırmaya zorlamıştı. Karşısında ağlamasından rahatsız olmuştu.

"Ağlama dedim sana."

Göz göze geldiklerinde Maddalena kendini daha kötü hissetmişti, dudaklarını birbirine bastırarak istediği gibi başını dik tutmaya çalıştı. Özür dilerim diyerek fısıldadığında, gözlerinden süzülen yaşları parmaklarının ucuyla temizlemeye çalıştı.

"Ben zaten başından beri senin yaptığından şüpheleniyordum. Şaşırmadım."

Bunu duyan Maddalena'nın yüzündeki parmakları aniden aşağı düşüverdi, bir adım geri çekildi.

"N- n- ne? N-asıl?"

"Viterbo'ya döndüğünüz hafta senin suratındaki o suçlu ifadeden sezmiştim bir tuhaflık olduğunu. Kızlar gelinliğinin yetişmemesinden ya da bir hafta içinde düğünün planlanamayacağından endişe ederken sen her gün kendini saatlerce şapele kapatıp ağlayarak Tanrı'ya suçlarını bağışlaması için yakarıyordun. Yanılmıyorsam okuduğun dizeler Matta'ya aitti. 'Göklerdeki Babamız, Adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de senin istediğin olsun. Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver. Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, Sen de bizim suçlarımızı bağışla. Ayartılmamıza izin verme. Bizi kötü olandan kurtar. Çünkü egemenlik, güç ve yücelik Sonsuzlara dek senindir! Amin'  Bir Hristiyan bu duayı okuyorsa ya şeytan tarafından ayartılmaktan korkuyordur ya da çoktan ayartılmıştır."

Rosia Panzio tıpkı mermer bir sütun gibi mağrur ve donuktu. Maddalena ise kadından yayılan bu dondurucu korkunç soğukla bir kez daha yüzleşmek zorunda kalmıştı. Arkasındaki taş ustasının sesi kısık bir uğultu haline bürünmüş, Rosia Panzio'nun İtalyancadan kusursuz bir şekilde ağır bir Latinceyle kayan sesinden dökülen dua dışında hiçbir sesi duymamıştı. Onca zamandır ihanetini biliyordu! Birlikte geçirdikleri her an yüzüne oğluna ihanet edenin o olduğunu bilerek bakmış, fakat tek kelime etmemişti. Bunların farkına varmak Maddalena'nın ürpermesine sebep oldu. Hiçbir şey söyleyemeden kadının yüzüne bakakalmıştı.

"Gücümüzü göstermemiz gereken bir zamanda düşmanlarımıza fırsat veremeyiz. İnsanoğlunu güçlünün düşüşü kadar tatmin eden bir şey daha yoktur. Senin bu yaptığın duyulacak olursa ne olur biliyor musun? Veya bu adamı dışarı saldığımız takdirde birine konuşacak olursa nelere sebep olur biliyor musun? Felaket! Şu an zaten ince bir çizginin üzerinde duruyoruz. Yeni bir skandal çıkacak olursa, daha fazla suçlamaya, iftiraya ve şiddete müsait hale geleceğiz!"

Rosia Panzio içinde patlayan öfke yüzünden aniden sesini yükselttiğinde Maddalena önünde birleştirdiği ellerini var gücüyle sıkarak titremelerini kontrol altına almaya çalışmıştı. Bakışlarını başka tarafa çevirmesinden ve ağlamasından hoşlanmadığını bildiği için yüzüne bakmaya devam etmeye zorluyordu kendini.

Dul Düşes önce içine derin bir nefes çekip tekrar konuşmaya başladığında bu kez sesi daha gayet sakin ve soğukkanlı çıkmıştı.

"Hareketlerinin sonucu bugünü bile aşıyor. Bu sorunun artık bir an önce temizlenmesi gerek."

Sözlerini büyük bir bilinmezlikle bitiren Rosia Panzio  onu şöyle bir tartarak, bir süre pişmanlık ve suçlulukla kasılmış yüzünü izledi. Sert sesi sözlerinin basit bir çözüm getirisinden çok daha fazlasına gebe olduğu anlaşılıyordu. Öyle ki devam ettiğinde ona biçtiği cezayı da ortaya koymuştu.

"Bu işin nasıl sonlanacağına sen karar vereceksin. Ya kendi başlattığın şeyin sonucunu kendin getirerek cesur davranırsın ve bu da senin yaptıklarının bedeli olur. Ya da şimdi arkanı dönüp gider, kaçarsın ve burayı senin yerine ben temizlerim. Çok iyi düşünüp karar vermeni tavsiye ederim zira ben güç ve cesareti doğru olmaktan daha çok taktir ederim."

Sözlerini bitiren kadın vereceği tepkiyi ölçmeye çalışırken, Maddalena yaşadığı şoktan kadının ne demek istediğini anlamakta güçlük çekiyordu. Yeşil gözlerindeki boş ifadeyle kalakalmıştı. Fakat sonra ne demek istediğinizi anladı. Uzun kirpiklerinin altından yerdeki taş ustasına kısa bir bakış attı. Gözlerini kapadı ve acı içinde dudaklarını ısırdı, sonra usulca araladığı gözlerini Rosia Panzio'ya çevirip ıstırap dolu içindeki sesiyle yalvardı.

"Bana bunu yaptırmayın."

Fakat onun bu perişan haline rağmen Rosia Panzio kireç gibi yüzüne olmuş soğukkanlılıkla bakıp cevap vermişti.

"Güçlü bir aile kendisine zarar verenleri susturmasını bilmelidir."

Maddalena, Rosia Panzio tarafından yakalanıp av köşkünün mahzenine kapatılan ve konuşması için işkence edilen taş ustası için artık fazla bir çıkış yolu olmadığını biliyordu, onu gördüğü ilk an içten içe bunu anlamışsa da sadece görmek istememişti.

Yavaşça arkasınıdönüp, hücrenin önünde duran Maddalena, yerde oturan adamın gözlerinin içine baktı. Istırap oradaydı, öfke, hırs, nefret, ölüm korkusu ve ihanet de oradaydı; onun ve kendisinin ihaneti. Sandrino'ya olan ihanetleri. Fakat ikisi de tabiatı ve hislerinin peşinden gitmiş ve şapelin çöküşü yüzünden çekilen acılara ikisi de sebep olmuştu. Maddalena bu suçtaki ortağını görmek adını dahi duymak istemiyordu, ne kendi ıstırabını onun önünde yaşamak ne de suçunu onunkiyle eşleştirmek istiyordu. Artık bitsin istiyordu. Bu suç yüzünden aylardır gönül rahatlığıyla tek bir nefes dahi alamamıştı, içinde geçmek bilmeyen bir vicdan azabıyla yaşıyordu. Ruhu serbest kalmalıydı ve bu görevi kim yüklenecekti? Maddalena sessizce yutkundu. Ya hatasının sonuçlarını göğüslenip kaderini razı gelir, kayıplarla, acılarla, sevgisizlikle yoğrulmuş bir geçmişten hayata küsmemiş başı dik halde çıkmış bir genç kadın olarak güçlü olduğunu, daha nazik olan kalplerin yapacağı şeylere cesaret edebileceğini kabul ederdi. Ya da kaçardı.

Maddalena kararını o zaman verdi; yaptığının sorumluluğunu alarak taş ustasını sonsuza dek ortadan kaldırmayı seçti.

Önce derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı ardından cesaret toplayarak doğruldu ve bakışlarını kaldırıp, karar vermesini bekleyen Dul Düşes Rosia Panzio'ya döndü. Zümrütleri andıran gözlerinin içindeki ifadeden kararını gören Rosia Panzio, hücrenin açık kapısı önünde duran muhafıza dönüp gür sesiyle konuştuğunda onun yanında geçip gitti.

"Emri Düşes verecek."

Maddalena'nın bakışları uzaklaşan Dul Düşes'in üzerindeyken, Panzio renklerini ve armasını taşıyan muhafız emrini bekleyerek karşısına geçmişti. Maddalena isteksizce ona dönmüş fakat ne diyeceğini bilemeden yutkunmuştu. Her şeyin farkında olan taş ustasının ağır zincirleri yere çarparak kulakları huzursuz eden sesler çıkarırken ölüm emrini vermek düşündüğünden daha zordu, adamın karşısında adeta kıvranıyordu. Sessizce onu bekleyen muhafızın eldivenli eliyle belindeki hançeri kınından çektiğini fark etti. Bunu gördüğünde kalbi yerinden çıkacak gibi çarpan Maddalena aniden elini uzatarak adamı durdurdu.

"Bekle."

Adama fırsat vermeden hızla arkasını döndü, birkaç adım uzaklaşarak elbisesinin içine sakladığı küçük yağ şişesini çıkarttı. Derin bir nefes aldığında, başını dik tutup arkasına dönerek elindekini muhafıza verdi.

"Daha temiz bir ölüm olur."

Zehir şişesini gördüğünde önce bu yöntemden hoşlanmayan muhafız başını eğerek nasıl isterseniz düşes hazretleri diyerek bir adım geriledi ve iri bedenini hücreye çevirdi.

Maddalena hâlâ kıpırdamadan öylece duruyordu, muhafız güçlü adımlarla hücrenin içine girdi, korkuyla gerileyen taş ustasının zincirleri şangırdıyordu. Aniden eğilip adamın yakasından tutarak sırtını duvara çarptığında bir eliyle uzanıp çenesini bir mengene gibi yakaladı. Diğer eli cebine koyduğu içinde zehir olan şişeye uzandı, baş parmağıyla kolayca tıpasını açtığında çırpınan taş ustasının başını arkasındaki duvara kadar gerilemesi için zorladı ve çenesini sıktığı için aralanan dudaklarından şişedeki tüm sıvıyı döktü. Taş ustası muhafızın elini çenesinden çekmesiyle öksürerek yana devrildiğinde Maddalena çok yavaş bir şekilde arkasına döndü. Yüzü tamamen ifadesizdi. Gözlerinde ise yaşam belirtisi yoktu.

Loş ve rutubetli koridorlarda yığılıp kalmadan, mümkün olduğunca uzaklaşabildiği kadar hücreden uzaklaşmak istiyordu. Üst kata çıkan merdivenleri görmüştü ki, hem bedenen hem zihnen tükendiğini hissedip bir anda dengesini kaybetti. Yanından geçtiği duvardan destek alarak ayakta durmaya çalıştı. Fakat ani bir boşalmayla yana doğru eğildi ve kustu. Öğürüyor ve öksürüyordu. Az önce hayatındaki en büyük günahı işlemişti. Bir can almıştı! Tanrı bunun için onu asla affetmeyecekti. Nefes almak dahi canını yakar olmuştu.

Fakat tükenmiş olmasına rağmen biraz önce gösterdiği cesaret onu ayağa kaldırdı. Vücudundaki tüm gücü buradan bir an önce kurtulabilmek için kullanıp, merdivenlere ulaştı. Bir eli sızlayan kalbinin üzerinde, diğeri ise sıkıca kavradığı merdivenlerin pervazını destek alarak iki büklüm halde yukarı tırmandı. Toprak alındaki karanlığın ardından gün ışığına ulaştığında içine derin bir nefes çekti fakat sanki soluğu bir türlü yetmiyordu.

Ana hole çıkan koridorda ulaştığında Dul Düşes Rosia Panzio onu bekliyordu. Duvarlarında renkleri hafifçe solmuş olmasına rağmen hala oldukça zengin görünen gün ışığının yüksek pencerelerden süzüldüğü holde durdururken, kulağındaki ışıltılı küpeleri ve parmaklarındaki yüzükler, sarı saçlarını toplayan filenin kıymetli taşlarıyla birlikte kraliçelere özgü bir duruşla dimdikti. Çarpıcı bir hâkimiyetin simgesiydi adeta. Maddalena onun dindar ve inançlı bir kadın olduğunu biliyordu, şehirde yapılan hayırların başındaki en büyük isimlerinden biriydi. Emri ona verdirmiş olsa dahi aşağıda bir adamın canını almışlar ve en büyük günahlardan birini işlemişlerdi, Rosia Panzio yüreğinde bunun acısını hissetmiş olsa dahi yüzünde tereddüttün en ufak bir kırıntısı dahi yoktu. Soğukkanlılıkla onun dağılmış halini süzmüş yanına yaklaşmasını beklediğinde yavaşça konuşmuştu.

"Bugün burada yaşananı yarının bereketli topraklarına gömeceğiz. Hiç kimse olanları bilmeyecek. Anladın mı beni?"

Maddalena'nın gözleri ağlamaktan kızarmış, bakışları odağını kaybetmişti. Onun kontrolünü kaybettiğini fark eden Rosia Panzio, kendine getirmek için kollarından tutup yavaşça sarsmıştı. Söylediklerini iyice anlamasını istiyordu.

"Aşağıda Sandrino'nun bunları duyduğunda ne tepki vereceğinden bahsetmedim. Çünkü ben oğlumu iyi tanırım, eğer öğrenecek olursa hiç düşünmeden tüm köprüleri yıkar ve çekip gider. Önünde kimse duramaz. O yüzden, Sandrino hiçbir şey bilmeyecek. Sen de susacaksın, asla ama asla konuşmayacaksın. Karşına geçip sen mi yaptın diye sorsa dahi hayır diyecek, inkâr edeceksin. Ağzından tek bir kelime bile çıkmayacak. Eğer bu konu hakkında benden en ufak bir şey daha gizler ve kendi başına hareket edersen, işte o zaman seninle çok farklı bir konuşma yaparız. Benim farklı bir yüzümle karşılaşırsın. En ufak bir sorun olduğunda da bana geleceksin ve ben çözeceğim."

Maddalena yavaşça başını salladı, boğazı cevap veremeyecek kadar kurumuştu. Kadının sesi çok da tehditkâr değildi fakat o ağzından çıkan her bir sözcüğü yapacağına inanmıştı.

"Si-siz bana kızgın değil misiniz?"

"Kızgınım hatta şaşkınımda. Aslında ilk öğrendiğim zamanki kadar şaşkın olduğumu söyleyemem. Görünen o ki çevirmediğin dolap kalmamış, ben seni ağırbaşlı bir kız olarak seçmiştim fakat ne güzel ki aklın kurnazlığa, gizli işlere epey iyi çalışıyormuş. Fakat ben, hak edene hakkını veririm; oğlum senin sayende evine döndü. Benim yıllardır yapamadığımı sen yaptın. Sandrino nişanı uzatmaya ve sonrasında İngiltere'ye gitmeye kararlıydı. Ne babasının hastalığı ne de işler onu yolundan döndüremezdi, uzaktan yönetmenin formülünü çoktan bulmuştu. Fakat nasıl olduysa fikrini değiştirip seninle evlendi, diplomatlığı bıraktı ve evine temelli döndü. Şapelin çökmesi başımıza birçok sorun açtı fakat oğlumu da evine döndürdü. Evet sana çok kızgınım ama sonucundan da memnunum, cesur davrandın."

Kadının bu sözleri ardından bir an için aralarında derin bir sessizlik yaşandı. Maddalena ne söylemesi gerektiğinden emin değildi. O ne yaptıysa Sandrino'ya karşı duyduğu yoğun hisleri yüzündendi; sevgiyi, nefreti, öfkeyi, kıskançlığı hepsini öylesine uçlarla yaşamıştı ki bir süre sonra mantığını tamamen kaybetmişti. O an bile, Lucca'daki yakın arkadaşının düğününde, koluna taktığı metresiyle karşısına çıkıp da ona rahat bir tavırla selam verdiğini ve üzerinden birkaç saat bile geçmeden onu bahçede öptüğü anlar gözünün önüne geldiğinde duygudurum bozukluğu yaşıyordu. Nişanlılıkları boyunca Sandrino her gün her saat başı değiştirdiği maskeleriyle onun akıl sağlığıyla oynamıştı.

"Şimdi önce yukarıdaki odanıza çıkıp kendini toplayacaksın, sakinleşeceksin ve bu konuyu bitireceksin. Sandrino'nun karşısına bu şekilde çıkmayacaksın. Çeneni de kapalı tutacaksın, düzenimize devam edeceğiz."

Maddalena evliliklerinin ilk günlerinde Sandrino ile dört günlerini geçirdiği yatak odasına girdiğinde artık rüzgarda savrulan bir yaprak gibi titriyordu. O zamandan bu yana sadece bir ay geçmişti fakat sanki bu odada geçen günleri çok uzun bir zaman önceydi ve o zamandan beri birçok şey yaşanmıştı. Juan Panzio vefat etmiş, Sandrino önce babasının ölümüyle kendini herkese ve her şeye kapatmış sonrasında da işlere gömülmüştü, taş ustası dönmüş onu tehdit etmiş sonunda da Rosia Panzio'ya yakalanmış adeta utanç ve pişmanlıktan yerin dibine geçmişti. Bir başka tarafta ise birkaç gün önce düşük yapan ve her görüştüklerinde araları biraz daha açılan bir Marianna ve onun tuhaf kocası Ercole vardı. Annesi ise mektuplarına cevap vermeyi reddettiği için onu yalnız yakalayıp azarlayacak fırsat kolluyor olmalıydı.

Maddalena ağır adımlarla yatağa yürürken artık kendimi tamamen uyuşmuş hissediyordu, olanların büyüklüğünden kaynaklananan bir şoka girmişti. Neredeyse bir saat içinde olanlara inanmak imkânsızdı, taş ustası gözünüzün önünde zehri içip yere düşmüş sanki ruhu bedeninden ayrılır gibi sarsılmıştı. Maddalena'nın gözlerinin önündeki sis tabakası iyice kalınlaşmış, önünü dahi göremez olmuştu. Elini ne yaptığını bilmez bir halde yukarı kaldırıp başındaki ince tülü çekip çıkararak yere bıraktığında, usulca yatağa tırmanmıştı. Üzerindeki kalın pelerini çıkarmak yerine iyice sarıldı, yana dönerek koyu mavi örtünün üzerinde kıvrıldığında sanki ne yaptığını hissetmiyordu.

Düşünceleriyse allak bullak ve karmakarışık halde, zihninin içinde yankılanıyordu. Aşağıda cesur genç kadın ortalıkta görünmüyordu. Biraz önce güçsüz birinin yapamayacğını yaparak bir adamın ölüm emrini vermişti fakat şimdi yatağın üzerinde dizlerini karnına kadar çekip, kollarını zayıf bedenine sarmış, yaşlı gözlerle karışındaki duvarı izlerken kendini çok güçsüz hissediyordu. Agnesia Halasını istiyordu. Ona içtenlikle gülümseyen dünyanın en yumuşak kalbine sahip iyi kalpli halasını çok özlemişti. Onun sevgiyle parlayan berrak mavi gözlerini hatırlamak kalbinin özlemle sızlamasına neden oldu. Bir anda onun anlayış dolu tatlı sözleri dolmuştu kulağına.

Birtanem, sevgi insanı nefretten daha tehlikeli şeylere sevk eder.

**

Panzio arması taşıyan at arabasının içinde Dul Düşes Rosia Panzio ile birlikte eve dönerken Maddalena az da olsa kendini toparlamıştı, yalnız başına geçirdiği uzun saatler yatışmasına yardımcı olmuştu. Av köşküne vardıklarında vakit sabahtı, şimdiyse siyah perdesini sonuna kadar açtığı küçük pencereden gün batımını seyrediyordu. Günün büyük kısmını orada geçirmişlerdi.

Odaya çıktığında, yatakta yığılıp kalan Maddalena bir ara uyuyakalmıştı. Gözlerini açtığında av kökünün hizmetkârı olan kadının elinde sıcak sütle yanına yaklaştığını görmüştü. O kadar derin bir uykuya dalmıştı ki önce nerede olduğunu anlayamamıştı. Fakat sonra yaşananların gördüğü kötü bir rüyadan ibaretti olmadığını gerçekten yaşandığını idrak etmişti. Kadının uzattığı sıcak sütü minnettarlıkla kabul etmiş sonrasında ise dağılmış görüntüsünü toparlamak için yardımını istemişti. Sabah Natilda'nın gümüş bir kurdele ile topladığı dağılmış sarı buklelerini düzeltirmiş, ağlamaktan kızarmış gözaltları ve solgun görünen yüzü için gülyağı istemişti. Aynanın önünde sessizce otururken iki kat aşağıdaki taş ustasının ne halde olduğunu düşünmediği tek bir anı dahi olmamıştı. Ağzı sıkı hizmetkâr onu yalnız bıraktığında camın önündeki divana geçmişti, orada öylece ne kadar oturduğunu hesap edemeyecek kadar uyuşmuş bir haldeydi.

Şimdi gücünü toplamış ve daha iyi görünüyordu ama aklı av köşkünün alt katında yaşadığı, düşünmeye bile çekindiği anılara ya da seslere kaymaya devam ediyordu. Rosia Panzio yolculuklarının başında ona dönerek "Eğer ruhunun yükünü hafifletirsen, günahından kurtulursun." demişti. Oysa ki Maddalena bu büyük günahın pençesinden kolayca kurtulamayacağına inanıyordu.

O kaderine razı gelerek içine derin bir nefes çektiğinde at arabası da durmuş, bir seyis koşup at arabalarının kapısını açmıştı. Önce Rosia Panzio'nun inmesine yardımcı olmuş ardından elini ona uzatmıştı. Panzio Villasının yüksek basamaklarını yan yana çıkmışlardı. Fabio onları kapıda karşılamıştı, pelerinlerini ve eldivenlerini çıkarmalarını izlerken telaşlı bir hali vardı. İşleri biter bitmez ona dönmüştü.

"Dük Panzio çalışma odasındalar."

Maddalena'nın yeşil gözleri anlık bir şaşkınlıkla kısılmıştı. Fabio'nun o sormadan Sandrino'nun nerede olduğunu söylemesi bir sorun olduğundan şüphelenmesine sebep olmuştu.

"Beni mi yanına çağırdı?"

"Şey... evde olmadığınızı öğrenince bundan çok hoşlanmamış gibiydi."

O, Fabio'nun sıkıntılı yüzüne bakakalmış, Sandrino'nun av köşkünde yaşananları öğrenmiş olabileceği korkusuna kapılmışken Rosia Panzio araya girmişti.

"Nedeni hakkında bir şey biliyor musun?"

"Bilmiyorum hanımım. Sadece eve geldiklerinde sinirli olduklarını gördüm, Düşesin dışarıda olduğunu duyduklarında ise daha fazla sinirlendiler."

Bunu duyan Maddalena yavaşça başını salladı ve çalışma odasına yöneldi. Önce tereddüt etmişti fakat eğer Sandrino ihanetini öğrenmişse onunla yüzleşmekten başka bir şansı yoktu. İçinden "tamam, her şey tek bir günde olup bitsin." diye geçirerek emin adımlarla yürümeye devam etti. Endişelenen Rosia Panzio arkasından geliyordu. Çalışma odasının çift kanatlı kapısının kulpuna uzandığında buz kesmiş elinin titrediğini fark etti. Kapıyı açtığı anda, pencerenin önünde durmuş dışarıyı izleyen Sandrino'nun arkasını dönerek ateş saçan öfkeli gözlerini üzerine çevirmesi bir oldu.

"Neredesin sen?! Günlerdir yok sanat atölyesi yok kiliseye gidip yok olmalar yok Clarissa ile geziler.. ben eve geldiğimde seni bulamayacak mıyım?!"

Sandrino yükselttiği sesiyle üzerine yürümeye başlamıştı. İşittiği azarın dehşetinden irkilen Maddalena'nın zümrüt yeşili gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmıştı. Neden bu kadar sinirlendiğini anlayamıyordu. Taş ustasını öğrenmiş olsa çok daha farklı bir tepki vereceğini düşünerek bu ihtimali kafasında elemiş olsa dahi bu sinirli hali karşısında olduğu yere sinmişti. O sözcükleri bulup konuşamayacak kadar şaşkınken yardımına Rosia Panzio koşmuştu. Aralık olan kapıdan kendini gösteren Dul Düşes, onun önünden geçerek içeri girmişti. Sandrino'nun yüzündeki öfkeli çizgilere aldırış etmeden soğukkanlı bir ifadeyle cevap vermişti.

"Benimle birlikteydi. Kiliseye gittik, oradan da av köşküne geçtik. Baban için, yakınlardaki yoksullara yiyecek gönderdim, dairelerinin de boşaltılması gerekiyordu. Anısı olan çok fazla şey var, bizzat başında durdum. Maddalena da bana yardımcı oldu. Asıl senin bu bağırmalarının sebebi nedir?"

Sandrino bir an annesine dönse de, bakışları onun üzerindeydi. Öfkeyle yanan mavi birer oka benzeyen gözleriyle ona dik dik bakıyordu. Masmavi gözlerin içindeki ateş bir kez daha taşıverdiğinde bağırarak karşılık vermişti.

"Bağırtmasın o zaman o da insanı. Başına buyrukluğu yüzünden, bugün onu düşünmek dışında başka bir halt yapmadım. Sanki yeterince derdim yokmuş gibi!"

Sert tavrı karşısında yutkunmak zorunda kalan Maddalena utanmıştı.  Annesinin önünde onu bir çocuk gibi azarladığının farkına varmasını umarak, yeşil gözlerini Sandrino'nun sinirli yüzüne doğru kaldırıp ıstırap dolu bir sesle mırıldanmıştı.

"Sandrino sakin olup mu konuşsak acaba?"

"Hayır, ben böyle dümdüz sinirle konuşmak istiyorum Maddalena. Sen bana sormadan nasıl Ercole Nicoletta'nın topraklarına gidersin?"

Sakinleşmesinin söylediğinde Sandrino aksine daha fazla sinirlenmişti. Arada kalan annesine rağmen uzun boyuyla ona tepeden bakarak önce sinirle alaycı bir şekilde karşılık vermiş ardından sanki sinirine hâkim olamıyor gibi bir anda tekrar patlamıştı. Maddalena içine düştüğü şaşkınlıkla ablasını görmeye gitmesine neden bu kadar fazla tepki verdiğini anlamaya çalışırken Rosia Panzio, Sandrino'nun kolunu tutarak onu durdurmuştu.

"Sandrino yeter bağırma. Sorununun ne olduğunu düzgünce söylemeyeceksen, biz çıkalım sen sakinleşince konuşun."

"Anne sen benim işime karışma. Sen de geç otur şuraya konuşacağız Maddalena."

Rosia Panzio onun bu ani çıkışı üzerine önce kaşlarını çatmıştı. Fakat gözlerini Sandrino ve onun üzerinde dolaştırdığında sanki bu karı-koca halleri hoşuna gitmişçesine dudaklarını kıvırıp geri çekilmişti. Kadın kapıya dönerken hala yerinden kıpırdamamış olan Maddalena ise Sandrino'nun emir tonu taşıyan sert sesini bir kez daha işittiğinde gözlerini devirerek kapının önünden çekilmişti.

"Sana geç dedim."

Sandrino annesiyle birlikte çalışma odasının kapısına ilerlemişti. Arkasından kapıyı kapatmak için, elini altın çerçeveli kulpun üzerine yerleştirdiğinde eşikte duraksayan annesiyle göz göze geldi. O sırada huzursuz bir şekilde dediğini yaparak gösterdiği sandalyeye geçen Maddalena'nın duyamayacağı şekilde fısıldamıştı.

"Sandrino ne oluyor sana? Sen son zamanlarda ne kadar kırıcı bir adam oldun öyle. Nerede benim o her şeye gülüp geçen oğlum?"

Bu sözleri duyan Sandrino'nun mavi gözlerinde bir ışık yanıp söndü. Maddalena yüzünden. Beni deli ediyor. İçinden bunları geçirse dahi belli etmedi. Annesinden bunu duymak ona, nişanlandığı zamandan beri Andreani tarafından da sıklıkla tekrarlanan şeyi hatırlattı. Kuzeni ailedeki sert, kaba, sinirli ve sabit fikirli erkek unvanını elinden almaya başladığını söyleyerek dalga geçiyordu onunla. Fazlasıyla eğleniyordu onun zora düştüğü bu durumlarından. Adamın alayca sesi kulağına çalındığında gözlerini deviren Sandrino, yaklaşıp annesinin yanağına bir öpücük kondurmuş ardından kibarca gülümserken aynı anda da kapıyı yüzüne kapattı.

"Akşam yemeğinde görüşürüz anne."

Sandrino arkasındaki Maddalena'ya döndüğünde yaklaşıp, önündeki boş sandalyenin yüksek oymalı arkalığına ellerini koyup yüzüne baktı. Belini hafifçe bükmüş, öne eğilmişti adeta kara bir bulut gibi üzerine çökmüştü. Yerinde göz temasını kesmeden dik bir şekilde Maddalena, yeşil gözlerini ona doğru kaldırmış bakışına karşılık veriyordu; sesinin tonu ve tavrından ürkse de yanlış bir şey yaptığına inanmıyordu.

Sandrino uzun bir an boyunca sessiz ve hareketsiz durup, onu seyretti. Mavi gözleri kısılmış, koyulaşmıştı. Bedeni ve düşünceleri sanki yön değiştirmiş, saf öfkeden sorun her neyse onu hangi köşesinden tutacağını bilmediği bir arada kalmışlığa geçmişti. Etraflarındaki sessizliğin farkında değillerdi, kalplerinin vuruşları ve kısık soluklarının ritminde kışkırtıcı bir sessizlikte göz göze kalmışlardı. Sonunda yumuşayıp konuşan ilk kişi Maddalena oldu.

"Neden öyle dik dik bakıyorsun bana?"

"Neden beni deli ediyorsun? Neden benden habersiz iş yapıyorsun?"

Maddalena derin bir nefes verdi. İçinden tüm sorunun Marianna'yı görmeye gitmesi olduğuna şükrederek fakat bir yandan da ablasını görmeye gittiği için çocuk gibi azarlanmış olmasına fazlasıyla bozularak açıklama yapmaya başladı.

"Sandrino, sana Marianna'nın bebeğini kaybettiğini söylemiştim. İyi olduğunu görmek istedim. Habersiz değildi ki, söyleyecektim."

"Söyleyecektin? Üç gün önce gitmişsin, günler geçmiş Maddalena! Her şeyden hep en son benim mi haberim olacak?"

Sandrino arkasında durduğu koltuktan çıkarak önüne dikilmişti. Bu şekilde ona tepeden bakıyordu, bakışları altında kendini rahatsız hisseden Maddalena ayağa kalkmayı düşünse de vazgeçti. Aslında o günü hiç yaşanmamış farz edip zihninin karanlık bir köşesinde bırakmak istemişti. Yorgun bir halde bir nefes alıp, arkasına yaslandı, yeşil gözleri düşünceli bir şekilde dalgalanmıştı.

Marianna'ya yaptığı ziyaret tahmin edemeyeceği kadar kötü geçmişti. Bebeğini kaybettiğini haber veren mektup eline geçtiğinde onun için çok endişelenmişti. Marianna için bu bebeğin ne kadar önemli olduğunu ve büyük umutlar beslediğini biliyordu, bu ani düşük onu büyük bir hayal kırıklığına uğratmış olmalıydı. Annesinden gelen soğuk ve mesafeli mektupta sağlığı hakkında hiçbir şey yoktu. Bebeğini kaybettiği dışında hiçbir şeye değinmemişti, el yazısı birkaç kısa satırdan ibaretti. Ertesi gün Maddalena onu bizzat gidip görmek istemiş ve konuyu açtığı Rosia Panzio ziyareti için ona at arabasını hazırlatmış yanına da Panzio muhafızlarını vermişti. Natilda'da onunla birlikte gitmişti.

Fakat Viterbo'nun kuzeyine, hiç bilmediği topraklar olan ablasının yeni evine vardığında Marianna onu villanın büyük salonunda ayakta karşılamıştı. Salonun karşı ucunda duran kadın daha iki gün önce bebeğini kaybetmiş değildi sanki. Üstündeki kırmızı kadife elbisesiyle son derece alımlı görünüyordu. Herkesin ne kadar iyi ve eskisinden bile kuvvetli olduğunu görmesini istercesine duruşu dikti.

Fakat bu görünüşü hizmetkârlar ve nedimeleri tarafından yalnız bırakıldıklarında gölgelenmiş, yüzüne yerleştirdiği sabit gülümseyiş ufalanarak kaybolmuştu. Maddalena temkinli adımlarıyla aralarındaki büyük mesafeyi kapatıp yaklaştığında ablasının yüzünü daha net görmüştü, soluk benzi ve gözlerinin altındaki gölgeler ilk andaki izleniminin aksine bir terslik olduğunu ele veriyordu. Maddalena üzgün bir ifadeyle onu izlerken, Marianna'nın yemyeşil gözlerinde bir anda kıvılcım patlamış ve acısını ona kusmuştu.

"Nispet yapmaya mı geldin?"

Ansızın sözlenen bu sözler ve yüzüne dikilen bakışlardaki öfke ve hırsı görünce Maddalena tereddüt etmişti. Ağzından çıkanları acısına vermek istemişti.

"Çok üzgünüm Marianna. Bebeğini kaybettiğin içi çok üzgünüm."

Marianna onu dinlememişti bile. Düşük yapmasını büyük bir başarısızlık olarak görüyordu. Beyaz yüzü sinirden kızarmaya başlamıştı.

"İçten içe gülüyorsun değil mi? Evliliği ve hamileliği hakkında o kadar çok övündü ama düşük yaptı diyorsun değil mi? Benim zayıf görmek istiyorsun değil mi? Bu halim hoşuna gidiyor."

"Mari-"

"Ebe çok zor bir düşük olduğunu söyledi, bir daha ne zaman hamile kalırım belli değil. Belki de hayatım daha başlamadan bitti. Ben hep bu günler için yetiştirildim; en iyi hocalardan dersler aldım, nakışı, Latinceyi, müzik aletlerini, matematiği, felsefeyi, bir ev nasıl çevrilir nasıl düşes olunur hepsini iyi bilirim, hepsinde üstünüm. Ben senden daha iyi yetiştirildim, sen İtalya'nın diğer ucunda çocuğu olmayan halamızın yanında hayal aleminde yaşarken ben burada bu günlere hazırlanıyordum. Fakat kadere bak ki, muhtemelen şimdi hamile olarak karşımda duruyorsun. İnsanlar hakkımda ne düşünecek biliyor musun sen?"

"İnsanların mı yoksa annemizin mi ne düşüneceğinden korkuyorsun? Ayrıca Marianna, benim mutluluğum seni neden bu kadar üzüyor?"

"Annemin beni sevmesini çekemiyorsun. O kin dolu bakışların hep üzerimde! Yaşadığın kötü şeyler yüzünden bizi lanetliyorsun. Mutsuzluğumuzu istiyorsun."

Maddalena içine düştüğü sinir bozukluğuyla gülmüştü, ablası şimdiye kadar onu hiçbir zaman anlamamıştı ve bundan sonrada anlamayacaktı. Çocukluğunda bir kez dahi olsun ona elini uzatmış değildi bilakis her zaman annesin bir uzantısı olmuş ve elinde olan iyi kötü ne varsa hepsine göz dikmişti. Hepsine o sahip olsun istemişti, Agnesia Halasının onu Lucca'ya götürmesine dahi bozulmuş, ona olan ilgisini kıskanmıştı. Sırf bunun için yıllardır Agnesia halalarıyla olan ilişkisi yok denecek kadar azdı. Marianna az da olsa bir vicdan azabı çekiyorsa da bu hissi onun kin güttüğüne inanarak bastırıyordu. Yaptıklarını bu şekilde haklı çıkarıyordu. Maddalena içinde kabaran sinire hakim olamadığında bir hışımla Marianna ile yüz yüze gelmiş ve hala gülümserken sesi bir anda yükselmişti.

"Kin gütmüyorum ki! Sizin için kin güderek kalbimi zehirlemem ben. Evet, doğru annem beni hiç sevmedi. Onun proje kızı sendin. Belki dönüp baksan, annemin baskıları yüzünden şu an bu halde olduğunu anlarsın fakat sende o akıl yok. Ama o kibir dolu aklını zorlarsan belki şunu görürsün; o seni de sevmiyor, çıkarları için kullandığı bir araçsın sen. O Roberto dışında hiçkimseyi sevmedi, sevemez de. Şimdi anlayamasan bile yakında haklı olduğumu anlayacaksın."

Bu sözler üzerine odaya ölümcül bir sessizlik çökmüştü. Marianna çığlık atmamak için yumruğunu ağzına bastırdı, öfkesini ve acısını bastırmaya çalışıyordu. Maddalena ise önünde sesini çıkarmadan onu izliyordu fakat yüzü biraz önce birbirlerine kustukları acı ve kırgınlıkları yüzünden buz kesmişti. Tüm bu saçmalıklardan bıkmış, sabrı kalmamıştı artık.

Marianna bir an yan döndü, bakışlarını şömineye çevirecek gibi olduysa da aniden tekrar ona dönerek yüz yüze gelmişti.

"Defol evimden."

"Zevkle."

Maddalena, bir hışımla karşısında duran öfkeli kadının yıkıcı enerjisine arkasını döndü ve bizzat açtığı yüksek kapıdan koridora çıktı. De Benardi ailesinde ruhundaki yaralarla yaşayan tek kişinin o olmadığından emindi artık. En azından o yaralarının farkındaydı Marianna ise anneleri Contessa De Benardi'nin elleriyle ördüğü görünmez bir pelerini yıllardır omuzlarında taşıyor ve bu şekilde kendi benliğini içeride tutuyordu. Örtünün altındaki o gerçek Marianna'ya hiçbir zaman özgürlük tanımamış ve bundan daha kötüsü de orada başka bir kadın yattığından haberdar dahi olmamıştı. Omuzlarına aldığı o gösterişli örtüyü o kadar seviyordu o kadar bağlıydı ki bizzat kendi elleriyle sıkıca yapışmıştı çünkü eğer onu kaybedecek olursa başıboş kalacağını ve yaşamayacağını biliyordu. Omuzlarındaki örtünün altındaki gerçek Marianna'yı hiç tanımamış, tanımak istememişti bile. Maddalena onun bu halini gördükçe artık silkelenip kurtulmak için çok geç kaldığına inanıyordu.

Koridorda bekleyen Natilda'yı yanına alıp hızlı adımlarla avluya açılan kapının yolunu tutmuştu. Büyük avlunun solunda sıra halinde dizilmiş Panzio muhafızları onu fark ettiğinde hareketlenmişlerdi. Maddalena at arabasına doğru ilerlemeye başlamışken, avlunun taş kemerli kapısından geçen bir atlı görünmüştü. Kısa bir süre içinde Marianna'nın kocası Ercole Nicoletta atından inerek yolunu kesmişti.

"Maddalena. Seni burada görmek büyük bir şeref."

Ercole resmiyeti bir kenara bırakıp ona adıyla hitap ederken aynı anda da neşeli bir tavırla başıyla onu selamlamıştı. Maddalena mesafeli davranmaya özen göstermişti.

"Marianna'yı görmek ve başsağlığı dilemek için gelmiştim."

"Anladım. Evet, acı bir kayıp yaşadık. Düşes Rosia Panzio nasıllar? Ya kocanız Dük Panzio? Buraya geldiğinizden haberi var mı?"

Maddalena ona kibarca tebessüm ederken ses tonunda hoşuna gitmeyen bir ima sezmişti. Ercole atıyla avluya girip de onu gördüğünde önce kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmış ardından gülerek atından atlayıp onu selamladığında tavırlarındaki tuhaflık ortada bir bityeniği olduğu açık etmişti.

"Hepimiz gayet iyiyiz, teşekkür ederim. Bebeğinizin kaybı için çok üzgünüm. Artık yola çıkmalıyım."

Bu sözlerinin ardından Ercole, onu at arabasının önüne kadar geçirmişti. Önüne geldiğinde kısa bir an duraksadıktan sonra teklifsizce elini avucunun arasına alıp eğilerek üzerine küçük bir öpücük bırakmıştı İçini bir huzursuzluk kaplayan Maddalena elini çekmemek için kendini zor tuttuğu sırada adamın bakışları işaret parmağındaki yüzüne takılmıştı. Eli hala avucunun içindeyken yüzüğünü aniden parmağından çekip çıkarmıştı.

"Güzel yüzükmüş. Hatırlıyor musun, çocukken sizin eve ziyarete geldiğimizde Marianna'nın eşyalarını bir bohçaya doldurup bana getirmiştin. Onu artık yanımda götürmemi, ablanın artık büyüdüğünü söylemiştin. Yapamayacağımı söylediğimde de bacağıma tekme atıp gitmiştin. Hatırladın mı o günü?"

Yüzüğünü parmağından çekip öylece alması Maddalena'yı şoka uğratmış, birden sinirlendirmiş ve yüzü kızarmıştı. Fakat Ercole onun tepkisini önemsemeyerek muhabbetle çocukluklarından kalma bir anıyı anlatmaya başlamıştı. Bakışları elinde çevirip incelediği Panzio mührü işlenmiş alın yüzükle onun yüzü arasında gidip geliyordu. Maddalena, Rosia Panzio'nun verdiği yüzüğü o günden beri parmağından çıkartmamıştı. Sözlerini soruyla bitirip onu katılmaya teşvik etmesi üzerine Maddalena, kasıtlı bir tavırla küçümseyici bir karşılık verip işaret parmağıyla yüzüğünü geri istemişti.

"Hatırlıyorum bir şeyler. Fakat senin hafızan müthişmiş, tebrik ederim. Yüzüğümü geri alayım."

"Bir hafta sonra tekrar geldiğimde sana bebek getirmiştim fakat büyükannenin yanına gönderildiğin söylenmişti. Zaten hep öyleydin; Marianna'nın küçük sessiz ve gizemli kız kardeşiydin. Ta ki bu zamana kadar."

"Bebek sevmezdim, isabet olmuş."

Bu sözleriyle birlikte Maddalena sinirli bir kabalıkla Ercole'nın iki parmağının arasında tuttuğu yüzüğüne uzanarak çekip almıştı. Bu karşılaşma son derece rahatsız edici olmuştu. Yüzüğünü yerine taktığında, vedalaşma nezaketinde bulunmayarak arkasını dönmüş ve onu bekleyen at arabasına doğru yürümeye başlamıştı.

"Lütfen eski dostum Dük Sandrino'ya selamlarımı ilet."

Bu imalı sözleri duymak Maddalena'yı duraksatmıştı. Omzunun üzerinden yüzünü arkaya çevirip Ercole'nun  yüzündeki ifadeyi okumaya çalıştı ama keskin yüz hatlarında hiçbir şey belli olmuyordu. Hiçbir şey söylemeden önüne dönüp at arabasına binmişti.

Şimdi durup o günü hatırladığında içini soğuk bir ürperti kaplıyordu, Marianna'yı görmeye gittiği için fazlasıyla pişmandı. Sonunda bir iç çekti ve hala tepesinde dikilen Sandrino'ya döndü. Ne o zaman ne de şimdi Ercole ile arasında geçen tuhaf konuşmadan söz etmeyi düşünmüyordu. Bu yüzden karşı karşıya gelmelerini istemiyordu. Şu ana kadar anladığı bir şey varsa o da iki adamın birbirlerinden pek de hazetmedikleriydi.

"Sana ablamın durumunu merak ettiğimden bahsetmiştim. Gidip geldim, ziyaretim çok kısa sürdü. Kapıda da arabacı ve korumlar bekliyordu, Natilda'da benimle birlikteydi. Sen o gün akşam yemeğinden sonra eve gelmiştin, bahsedecektim fakat aklımdan çıkmış. Dediğim gibi kısa sürdüğü için üzerinde durmadım."

Sandrino onu dinlerken kasılmış çenesinde bir damar atmaya başlamıştı. Maddalena uzun kirpiklerinin ardından yüzünü izlerken sandalyesinde huzursuzca kıpırdanıp geri çekilmişti. Fakat kaçmasına izin vermeyen Sandrino ona biraz daha yaklaşıp sorgusuna devam etmişti.

"Kısa sürdü? Peki söylesene, o kısa vaktinin ablanla mı geçirdin yoksa Ercole Nicoletta ile sohbet ederek mi? Adam bugün bana seninle ne kadar keyifli sohbet ettiğinizden bahsetti. Benim neden karımın ne yaptığından haberim yok Maddalena?! Adamın gözünde karısının ne yaptığından haberi olmayan adam konumuna düştüm sayende!"

Bunu duyan Maddalena dudaklarından şaşkın bir inilti çıktı. Ellerini oturduğu sandalyenin iki yanına koyup, başını kaldırarak Sandrino'nun gözlerini içine baktı.

"Marianna ile vedalaşmış bahçeye çıkmıştım o sırada da Ercole Nicoletta atı üzerinde villaya dönüyordu. Avluda karşılaştık at arabasının önünde kısa bir selamlaşmadan ibaretti. Durum bu. Basit bir şeydi, senin zaten derdin başından aşkındı anlatmaya gerek duymadım."

"Basit? Basit olsa sence ben böyle bir tepki veririm benim zeki karım?!"

"Kısa bir selamlaşmaydı, o kadar."

"Senden çocukluk arkadaşı olarak bahsediyor? Öyle miydi?"

"Çocukluğumuzda ailelerimiz görüşürdü fakat çok sık değil. O zaten hep Marianna'nın yanında olurdu, ben de arkadaş canlısı bir çocuk değildim yanlarına gitmezdim bile. Zaten on bir yaşımda da halamın yanına Lucca'ya yerleştim. Sana her ne dediyse abartmış."

"Seni rahatsız edecek bir şey söyledi mi? Vedalaşırken elini öptü mü? Dokundu mu sana?"

O sırtını sandalyeye yaslamış, kaçaçak hiçbir yeri kalmamışken Sandrino üzerine eğilip sorularını sıralamıştı. Gözleri ilk anda olduğu gibi birbirine kenetlenmişken Maddalena eğer sorularını yanıtlarsa kötü şeyler yapacağını sezmişti. Bu yüzden Sandrino'nun öfkesini kararlılıkla göz ardı etti. Hafif tatlı bir alayla evlilik yüzüğünü taşıdığı elini yukarı kaldırıp koluna koydu.

"Bu yeni kıskançlık numaraları çok eğlenceli. "

Fakat Sandrino, öfkeyle solumak dışında sözlerine cevap vermemişti. Kolunun üzerindeki elini yakalayarak canını acıtacak kadar değil fakat uyarısını vurgularcasına sertçe sıkmıştı.

"Bir daha Ercole Nicoletta'nın topraklarına gidilmeyecek anladın mı beni? Bundan böyle o adamla muhabbetin Marianna aracılığıyla devam edecek. Konuşmayacak, yüzünü ona çevirmeyeceksin bile. Artık başına buyruk iş yapmaktan vazgeçeceksin Maddalena!"

Sandrino'nun yüzündeki ifade öylesine keskin ve emrediciydi ki Maddalena sıkıntıyla yutkundu. Elini avucunun arasından çekmeyi unutacak kadar şaşkındı.

"Şu an anlamıyorum seni?"

"Bu konu tartışmaya açık değil."

Sandrino kelimelerin üstüne basa basa konuşmuştu ardından konuyu kapattığını gösterircesine elini aniden serbest bırakıp ona arkasını dönmüştü. Derinden gelen ipeksi sesinin yarattığı baskıya rağmen Maddalena yutkunup ayağa kalktı.

"Ben oraya Marianna'yı merak ettiğim için gittim. Gerisinin bir önemi olmamalı senin için."

"Ablanı elbette göreceksin, sorun bu değil. Sorun benim bir arada olmanı istemediğim insanlarla görüşmen ve bunu bana haber vermemen. Sorun; başına buyruk davranman! Benim elimin ulaşamayacağı yerlere gitmeni istemiyorum o kadar!"

Sandrino ona doğru dönerek yüzüne karşı bağırmıştı. Maddalena ona olabilecek en ters ifadesiyle bakmaya başladı. Bağırdığı için olduğu yerde irkilerek geri çekilmiş karşısında gösterdiği bu zayıf tepki sinirleri daha fazla bozulmuştu.

"Sorun ne o zaman? Söyleyip beni bu meraktan kurtaracak mısın yoksa bağırmaya devam mı edeceksin?"

"Sana bu konu tartışmaya kapalı dedim. Duymuyor musun beni?! Bu konuyu tartışmaya kapalı! Eğer sözlerimi dinlememekteki ısrarında devam edeceksen başına Gennaro gibi iri yarı bir adam dikerim bundan sonra attığın her adımı senin yerine o yani ben kontrol ederim!"

O tekrar bağırdığında Maddalena gözlerini kapamış ve biraz güç toplamaya çalışmıştı. Ne kadar alttan alırsa alsın üzerine gelip bağırması sabrını ciddi anlamda örseliyordu. Ona ablasının yaşadığı topraklara ziyarete gittiği ve bunu haber vermediği için sanki ölümcül bir günah işlemiş gibi bakıyordu fakat daha neden bu kadar büyük bir tepki verdiğini anlatacak kadar dahi ciddiye almıyordu onu. Ortada bir sorun olduğundan artık tamamen emin olmuştu fakat eğer illaki ona bir kural koyacaksa bunun sebebini de açıklamak zorundaydı. Konuyu kestirip atmak ve yüzüne karşı bağırmak değildi çözüm.

Bu konuşmanın bir yere gideceği yoktu. En azından Sandrino bağırmaya devam ederken değil. Maddalena onun çatık kaşlarının altında sinirle kısılmış mavi gözlerine baktığında dudaklarından bir inleme ile yükselen isyanını durduramadı. Bir hışımla gümüş işlemeli eteklerini savurarak kapıya yürümeye başladı, yolunun üzerinde iri bedeniyle kaskatı duran Sandrino'yu iki eliyle ittirip yolundan çekti. Kapının kulpuna asılıp sertçe çevirdiğinde arkasında patlayan sesini duydu.

"Nereye?!"

Maddalena kendine hâkim olamayacak kadar dağılmıştı artık, neredeyse öfkesinden bir çocuk gibi tepinerek arkasına dönüp tiz bir sesle bağırdı.

"Cehenneme! Yalnız kalmak istiyorum. Müsaade ederseniz Dük Hazretleri!"

Bunu söyledikten sonra hiç hız kesmeden önüne dönüp sarı saçlarını savurarak koridora çıkan Maddalena arkasından kapıyı çarptı. Fakat çalışma odasından çıkmadan önce Sandrino'nun sarı kaşlarının çatıldığını ona şaşkınlıkla bakakaldığını görecek kadar zamanı olmuş ve bundan büyük bir haz almıştı.

Maddalena kısık bir mırıltıyla söylenerek merdivenlerden çıktı. Kendini uzun koridorun en ucundaki yatak odalarına attığında, başındaki siyah tülü çıkartıp güzelce hazırlanmış yataklarının üzerine fırlattı. Başını ellerinin arasına aldı ve odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşarak sakinleşmeye çalıştı.

Gün tüm hızıyla akıyordu !

Sabah yaşadıklarının ağır yükü göğsünde sert bir kaya gibi yerleşmişti, kendiyle baş başa kaldığı ilk anda bitmek bilmeyen günün canını acıtan her anı üzerine gelmeye başlamıştı. Parmaklarını alnının iki yanına bastıran Maddalena, dişlerini sıktı; gözlerinin önüne gelen üzücü sahneyi zihninden atmak istercesine başına baskı uyguluyordu. 

Hayır, benim ruhum temiz.

Benim ruhum temiz.

Kendi kendine birkaç kez aynı sözleri mırıldandı, her defasında sesi bir sonrakinden daha inandırıcı çıktı. Derin bir nefes aldığında ellerini yüzünden çekip giysilerinin olduğu bölmeye girdi. Aynanın önüne geçerek örgülü saçlarını çözmeye başladı. Başını yana eğmiş sarı saçlarıyla uğraşırken elinde olmadan kendi kendine mırıldanmaya devam ediyordu.

"Ne vardı ki biraz daha makul bir adam olsaydı. O bu kadar dik kafalı olmasaydı ben de gerçeği anlatmaktan bu kadar korkmazdım. Gören de onu anlayışlı beyefendi bir adam sanır. Gelip bir de bana sorsunlar. Domuzdur o, beni dinlemeden yargılayıp çeker gider. Sabit fikirli, anlayışsız, bencil domuz Sandrino."

Kendi kendine dert yanarken yanındaki küçük sehpanın üzerindeki fildişi saplı fırçaya uzanmış, beline dökülen sarı buklelerini taramaya başlamıştı. Birbirine dolanan tutamları oflayarak açmaya çalıştığı sırada içeri giren Sandrino'yu fark ederek duraksadı. İki odayı birbirine bağlayan taş kemerin altından geçerken gözleri öyle maviydi ki aralarındaki mesafeye rağmen çarpmıştı Maddalena'yı. Yakışıklı yüzü ciddiyetini koruyordu ama bakışlarında bir kurnazlık vardı. Altın bir yüzük taşıdığı işaret parmağını kaldırıp, havada sallayarak üzerine doğrulttuğunda sesi biraz önceki öfkeli tınısından fazlasıyla uzak bir yerdeydi.

"Kurtuldun mu şimdi sen benden?"

Maddalena aklından önce başını çevirip, saçlarını taramaya devam ederek ona aldırış etmemeyi geçirmişti fakat düğmelerini çoktan çözdüğü ceketini geniş omuzlarından iterek çıkaran Sandrino görüntüsünü göz ardı edemedi. Bunun neden yaptığını anlamak için mavi gözlerindeki parıltıyı görmesi yeterliydi. Bir değişken ruh hali durumu söz konusuydu.

"Evet, tatlım?"

Sesini duyduğunda kendini toplamak için başını şöyle bir sallayan Maddalena önce ne tepki vereceğini bilememişti. Fakat sonra bir elini beline yasladı, kaşlarını yukarı kaldırıp ona meydan okuyarak baktı. Sinirli ifadesini korumaya çalışıyordu fakat konuştuğunda kekelemesine engel olamamıştı.

"Ne-ne istiyorsun?"

Bu sözlerini duyunca Sandrino'nun dudakları belli belirsiz bir gülümsemeyle kıvrıldı. Ciddi bir tavırla boğazını temizleyip sanki önemli bir konuşmaya başlar gibi gözlerini ona dikti.

"Evet, seninle bir ay önce anlaştığımız gibi artık benimle savaşmamalısın; bu bir."

Sandrino kasıtlı bir şekilde ağır ağır konuşuyordu, ellerini yaka ve bilek kısımları büzgülü gömleğinin önündeki bağları götürüp çözmeye başlamıştı. Bunu yaparken içinde büyük bir vaat pırıltısının belirdiği mavi gözlerini üzerinden bir an olsun ayırmıyor hatta göz temasını hiç bozmuyordu. Şaşkın gözlerle onu izleyen Maddalena'nın bedenindeki gerginlik ve boğazında görmezden gelmeye çalıştığı düğüm rahatlayıp çözülmeye başladı. Bir an için sadece onunla olmak, Sandrino'nun yarattığı bu büyülü dünyanın içine düşüp kaybolmak istedi. Sandrino olağanüstü çapkın oyunculuğuyla konuşmaya devam ettiğinde, Maddalena onun kendine duyduğu güvenine karşılık hayret içinde dudaklarını büzmüştü.

"Bir şey yaparken benden izin alacaksın, burada benim sözüm geçer; bu da iki. Yalnız kalacağım diyerek kapıyı çarpıp beni daha çok sinirlendirirsen..."

Onu korkutmak için cümleyi yarım bırakmıştı. Son bağı da çözdükten sonra gömleği başının üzerinden çekip aldı. Her iki kolunu da arkaya attığında kasılan kaslarıyla karşı karşıya gelmek Maddalena'yı gülümsetti. Ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu ve onu kolayca çıldırtıyordu. Sandrino kusursuz hatlarla çizilmiş bir fiziğe sahipti. Kaslı, geniş omuzlar, dar kalçalar; ters üçgen bir vücut... altın tozuna bulanmış gibi parlak bir ten, küllü bir tonla harmanlanmış sarı saçları ve cazibeli mavi renk gözlerden yaratılmıştı. Erkeksi mükemmelliğine kendini kaptırmasına çok az kalmıştı. Aralarındaki o enerjinin havada kıvılcımlar saçarak canlandığını hissediyordu.

Maddalena bir elini beline yaslayarak ona kafa tutan bir bakış atıp, devamını getirmesi için teşvik ederken dudakları eğlenen bir ifadeyle kıvrılmıştı. Gün içinde kaskatı kesilen damarlarında hayat dolu bir enerjiyle hareketlenmeye başlamıştı.

"Eee..?"

Onun bu tavrına karşılık Sandrino'nun gözleri hafifçe irileşse de ne hissettiğini ele vermiyordu. Sonunda bu kez binbir çeşit şey vaat eden bir bakışla üzerine yürürken sözlerinin devamını getirmişti.

".. bunun bedelini ağır ödersin."

"Sandrino!"

Maddalena'nın dudaklarından bir kıkırdama kaçtı, elindeki saç fırçasını kendini korumak için yukarı kaldırırken geriledi. Sandrino uzanıp tek hamlede bileğini yakaladı, diğer eliyle belini kavrayıp onun zayıf bedenini kendine çekti. Saç fırçası elinden kayarak yere düştüğünde Maddalena başını geriye çekip göğsüne koyduğu elleriyle onu itmeye çalışıyordu.

"Sen bela mısın?"

"Belayım, yakışıklı ve tatlı olanından."

Sandrno yüzünü boynuna gömdüğünde, sıcak ve hafif bir şarap esintisi olan nefesi içini gıdıklıyordu. İki kolunu da beline sarmış, hareket etmesine izin vermiyordu. Maddalena elleriyle kollarını kavrayıp üzerimden atmaya çalışırken aynı anda gülerek karşılık verdi.

"Yakışıklı olduğunu kabul edebilirim ama tatlı olduğunu söyleyemem. Kaba, asabi, kendini beğenmiş hatta maço bile de-"

"Öyle mi hanımefendi? Gel o zaman şunların hakkını vereyim."

O aklına gelenleri sıralarken önce uyarır gibi kaşlarını yukarı kaldırmış olan Sandrino, bir anda kalçasını yakalayıp sert bir şekilde sıkmasıyla Maddalena'nın kıkırdaması bir çığlığa dönüşmüştü.

"Yapma. Sandrino!"

Yeşil gözleri yaşlarla dolan Maddalena kollarından kıkırdayarak kıvranıyordu. Sandrino aniden kulak memesini ısırdığında, bir çığlık attı ve çırpınarak elinden kurtulmaya çalıştı. Fakat karşılığında onu daha sıkı tutmuştu. Sonunda dizginleyemediği kahkahalarının arasından "Tamam! Tamam!" diye bağırarak pes etmişti.

"Tamam, sen mükemmelsin. "

Kollarından güçlükle çıkan Maddalena, kendini hızla giysilerinin olduğu dolabın önüne attı. Yüzüne gelen saçlarını geriye çekerken dudaklarındaki bastıramadığı gülümsemesiyle elini onu durdurmak istercesine öne uzatmıştı.

"Oldu mu? Mükemmelsin."

"Olmadı. Artık kendimi yakından tanıtmam gerek. Çok yakından, fazlasıyla yakından tanıtacağım. Gel buraya."

Sandrino onu yakalamak için bir hamle yaptığında Maddalena tekrar kıkırdayarak geriye kaçtı. Artık ciddi anlamda eğleniyordu. Onun kor gibi yanan mavi gözlerine bakarken, masum bir gülümsemeyle dudaklarımı bükerek başımı salladı.

"Yok olmaz, olmaz annene akşam yemeği için söz verdin. Olmaz."

Sözlerinin ardından ona arkasını dönerek, meşe ağcından büyük dolabın kapaklarını açmıştı. Çalışma odasından ayrılıp yatak odalarına çıkarken niyeti, akşam yemeği için üzerine korsesiz rahat bir elbise giymekti. Fakat içindeki bir ses akşam yemeğine inmeyeceklerini fısıldıyordu.

"Kaçtın mı şimdi sen oraya?"

Sandrino arkasından söylendiğinde kendini daha fazla tutamayan Maddalena, sarı saçlarını yana atarak ona döndü, elleriyle iki yanındaki dolabın kapaklarını tutmuştu. Dudaklarını heyecanla ısırarak içten gelen cilveli bir sesle cevap vermişti.

"Belki çağırıyorumdur."

Bu sözleri duymak Sandrino'nun fazlasıyla hoşuna gitmişti. Büyük bir keyifle dolabın içinde aralarındaki son mesafeyi de kapatırken dudakları seğiriyordu. Başını eğip, avcunu boynuna sararak onu kendisine çektiğinde gülerek ısırdığı dudaklarının üzerine kendi dudaklarını kapattı. Dili ağzını istila etmeye çalışırken, alt dudağını usul usul ısırıyordu.

Maddalena bir an için sadece gözlerini kapatmak ve onu hissetmek istiyordu. Kollarını ensesinde kenetleyerek, onu kendi bedenine çekip ayaklarını yerden kesmesine izin verdi ve aynı yoğun tutkuyla karşılık verdi. Artık o anda, Cennet de cehennem de, melek de şeytan da bir aradaydı içinde.

Sandrino bir süre sonra boğuk bir ses çıkararak başını kaldırdı, yanağına avucunu bastırarak gözlerinin içine baktı. Güzel gözleri en az onunkiler kadar bitkin görünüyordu. Ciddi bir ifadeyle konuşurken başparmağını onun öpücükleriyle kızarmış dolgun alt dudağının üzerinde gezdirmeye başlamıştı.

"Şu anda, gerçekten boktan geçen günlerimin ardından kendimi sana bırakmak ve bizim dışımızdaki her şeyi unutmak istiyorum."

Dudağına doğru nefesini verirken fısıldamıştı. Yarı aralık gözlerle onu dinleyen Maddalena şok olmuştu. Bizim demişti. Çok güçlü bir sözcüktü bu, ondan bunun gibi sihirli sözler duymaya hala alışmamıştı. Duyusal yoğunluğu olan bu nadir anları bir kavanozda saklayıp, özlediğinde çıkarıp tekrar yaşayabilmek için birçok çok şeyini feda ederdi. Nefesi titriyordu, Sandrino'nun yüzünde yanan tutkuyu gördükçe kendinden geçiyordu. Öpüşürken kısa saçlarının arasına soktuğu elleriyle kollarında öylece kalmıştı. Bu yakınlıkları çok kıymetliydi, mutluluk vericiydi.

"Tanrım.. Sandrino."

Sandrino başını usulca ona eğerken Maddalena dudaklarıyla buluşmak için parmaklarının ucuna kalktı. Dudakları tekrar bu kez daha büyük bir arzuyla, ateşli şevkle buluştu. Dolabın içindeki hava gittikçe yoğunlaşarak, aralarında yükselen arzu dalgalarıyla ağırlaşıyordu. Öpüşünde kendini kaybeden Maddalena, Sandrino'nun bir anda başını geri çekip, ellerini omuzlarına yerleştirerek onu ters yöne çevirmesiyle dengesini kaybeder gibi oldu. Aralarındaki hız bir anda değişivermişti. Maddalena teninde bir beklenti ürpertisi hissederek kıpırdandı. Sandrino'nun iki eli de ensesine ulaşana kadar sırtında gezindiğinde, dokunuşları kalın elbisenin üzerinden bile Maddalena'nın tüm sinir uçlarını uyandırdı. Kalın buklelere sahip altın sarısı saçlarını toplayıp omzuna attığında elbisemin bağlarını açmaya başlamadan önce başını eğip boynundan öptü.

"Beni mahvediyorsun Maddalena. Bunca zamandır yalnızca sen başarıyorsun bunu."

Ses tonu o kadar derinden geliyordu ki Maddalena'nın kalbi tekledi, titreyen bedenini kontrol edebilmek için elleriyle önündeki dolabın raflarına tutundu. Omzunun üzerinden dönüp Sandrino'nun yüzüne bakmaya çalıştı, mavi gözleri yarı kapalıydı. Sanki ona dokununca dağılmış gibi bir hali vardı. Maddalena'nın soluğu kesilmişti, onu böyle sayesinde dağılmış halde görmek... Sandrino ellerini vücudumun önüne getirip kalın elbiseye asıldığında Maddalena birbirine bastırdığı dudaklarını bu kez tüm gücüyle ısırdı. 

"Tenini çok seviyorum."

Dokunuşları hoyrattı ama ses tonunda çaresizlik bir yakarış vardı. Dudakları kulağını geçip boynuna ve sırtına doğru kaydığında usulca yumuşak ve kuş tüyü hafifliğinde öpücüklere boğmaya devam etti. Öne getirdiği elini ise göğsünde, belinde ve kalçasında da dolaştırıyordu. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Tüm bu ince dokunuşlar Maddalena'yı delirtiyordu. Fakat arzu ve kaygı birbirine karışmıştı içinde. Her ne kadar ilk anda kollarına atladığında aralarındaki güç dengesi eşitken, Sandrino şimdi yavaş yavaş ve âdeta eziyet eder gibi onu baştan çıkarırken tek yapabildiği onunla baş edebilmeye çalışmak oldu. Sandrino'ya artık alıştığı sonsuz bir arzu hissetmesine rağmen yatakta kendisinden daha istekli bir adamla evlendiğini bilmek bazen onu –en fazla da şu an- kokutuyordu. Arzu çoktan bedeninde çağlamaya başlamış olan Maddalena kontrolsüzce okunuşunun altında kıvranmaya başlamıştı.

"Acı verecek derecede güzelsin ve benimsin."

"Sandrino b-"

"Şşş,"

Maddalena çaresizce dudaklarını ısırmaya devam ediyorken, gür kirpiklerinin kenarından bir gözyaşı damlası yanağına düştü, Sandrino'nun hırıltılı sesinden birde benimsin sözleri eklenince inleyerek adını fısıldadı. Nefes alma fırsatı bile bulamadan Sandrino onu kalçalarımdan kavrayıp kendine yaslayarak onu şaşırttı. Kalbi bir an için durur gibi oldu ve ardından bütün bedenime ısı yayarak tekrar gümbürdemeye başladı. Şakağına sürtünen Sandrino'nun aralık dudakları geride aklını başından alan kışkırtıcı bir sıcaklık bırakarak kulağına doğru inerken aynı anda ince ipek kombinezonun üzerinden karnına koyduğu eliyle  kendine bastırarak ona tam olarak ne yaptığını gösterdi.

"Hissediyor musun beni?"

Maddalena inlememek için verdiği savaşta yenik düştü, hisleri artık tamamen çığırından çıkmıştı. Tüm gün içinde debelendiği bütün acı dolu hisler unutulmuştu. Sonsuz hissettiren bir his bulutunun içinde kaybolmuştu. Yavaşça gözlerini araladı fakat konuşacak durumda değildi, usulca başını salladı.

"Sebebi sensin. Daha ilk günden hayatımın merkezine koca bir göktaşı gibi düştün. Beni sen çılgına çeviriyorsun. Sonra ben de seni aynı şekilde çılgına çevirmek istiyorum. O yeşil gözlerin hülyalı bakmaya başladığında yüzüne yerleşen o şaşkın ifadeyi izlemek istiyorum. Şehvetimin tutsağı olmanı istiyorum."

Sözleri Maddalena'nın nefesini kesmişti. Başı teslimiyetle omuzlarına düşmüş, yeşil gözlerini yummuştu. Kombinezonunun bedeninden kayıp yerde küçük bir ipek yığınına dönüşmesinin belli belirsiz farkındaydı. Kalbi tüm bedeninin ele geçiren bir gümbürtüyle atıyordu, kulağına fısıldadıklarının hepsini anlayacak kadar kendinde değildi fakat zihninin henüz körelmeyen bir köşesinde Sandrino'nun arzularını karanlık bir tutku halinde körükleyen bir şey olduğunu kavradı. Dokunuşlarında her zamankinden daha sert ve sahiplenici bir yan sezdi. Muzip ve çapkın halinden çıkıp koyu bir şehvetle derin ve tüketici bir hal almıştı. Elleri ve dudakları vücudunu istila ediyordu. Maddalena Sandrino'nun sıkılı dişlerinin arasından tıslayarak çıkan nefesini duyabiliyordu, kendini kontrol edemiyordu.

Derin bir nefes alan Maddalena artık dişlemekten kıpkırmızı kesilerek sızlayan dudaklarını aralayıp fısıldayarak adını fısıldadı fakat daha ne olduğunu anlayamadan Sandrino ayaklarını yerden kesti ve yatak odasına doğru yürümeye başladı. Onu birden önüne geldiği büyük yatağa attığında Maddalena yüksek sesle çığlık attı. Serin brokar mavi örtüye önce sırtı çarpmıştı, yüzünü kapatan saçlarını kenara çekmeye çalışırken daha soluklanma fırsatı bulamadan üzerine eğilen Sandrno'nun arzuyla yanan mavi gözleri önündeydi.

"Sen benim baştan çıkarıcımsın. İçtiğim en tatlı şarap sensin."

Duyduğu söz üzerine hafifçe kıkırdayan Maddalena, Sandrino'nun sıcak tenini kendi teninde hissetmesiyle aniden nefesi kesildi. Çıplak olduğunu o zaman fark etti. Kıyafetlerini ne kadar hızlı çıkartmıştı. Göğsündeki az miktardaki tüy öbeği, dolgun göğüslerini gıdıklıyordu. Hızlanmış nefesleri birbirine karışırken, göğüsleri aynı ritmde inip kalkıyordu.

"Şarap mı?"

Sandrino uzun uzun gözlerine baktı, sonra eğilerek yavaşça dudaklarına yumuşak bir şekilde öpücük kondurdu. Sağ eliyle hafifçe vücudunun yan tarafını okşamaya başlamıştı. Başını kaldırıp karanlık ve vahşi bir ifadeyle cevap verdi.

"Benim özel şarabım."

O bakışı ve gözlerindeki ateşli tutkuyu gören Maddalena, vahşileşen ruh haline aklı takıldı. Fakat Sandrino'nun aynı anda dudaklarıyla boynuna ulaşırken, elinin de memelerimin üstüne kaydığını hissedince inleyerek kendini bıraktı. Burnunun ucunu, onun başını geriye atmasıyla ortaya çıkan küçük girintinin etrafından dolaştırdı, sonra ağzıyla acelesiz bir yol çizerek yöneldi ve ellerini izlediği yoldan geçip memelerine indi. Dokunuşları kıvrımlarını okşayıp adeta alay ederken, insafsız ağzı altında şiddetle bükülmesine sebep oluyordu. Sandrino tekrar derin bir fısıltıyla konuşmaya başladığında, evlilik yüzüğünü taşıdığı elini yakaladı. Parmaklarını birbirine geçirip mavi örtünün üzerinde iterek başının üzerine kaldırdı.

"Seni ilk gördüğüm gün; at arabasının kapısını açmış ve yere eğilmiş incilerini toplayan güzelliğini gördüğümde çok şaşırmıştım. Sonra başını çevirip bana bakmıştın, etrafa saçılan saçlarınla altın bir tanrıçaya benziyordun. At arabama davet etmemin asıl sebebi seni tanımak istememdi, ilgimi fazlasıyla çekmiştin. O gün sana dokunmayı çok fena istemiştim ama bir şey yapamamıştım. Çünkü dokunulmayacak kadar, masumdun ve kendine özel bir ışığın vardı. Fazlasıyla şaşkındım genelde bir kadın beni bu kadar etkileyemezdi."

Maddalena'nın parmağındaki büyük pembe taş mum ışığının altında parlıyordu. Bunların kendini kaptırdığı için ağzından çıkan anlamsız cümleler mi yoksa gerçekten hissederek mi söylediğinden emin olamadı. Gözlerimi kırpıştırırken serbest olan eliyle onu aradı, parmaklarının ucuyla çenesine dokunurken fısıldadı.

"Sandrino bence o gün söylediğin kada-"

Sözlerine inanmadığını anlayan Sandrino başını kaldırıp alçak bir perdeden boğuk bir ses çıkardı. Alt dudağını dişlerinin arasında alıp onu öptüğünde Maddalena'nın sözlerine son verdi. Bir süre sonra dudaklarını geriye çekti, hala onu öpmeye çalışırken aynı anda ağzımın içine konuştu.

"Ve şimdi yapabilirim. Öyle ya da böyle, benimsin. Daha iyi bir adam bir daha asla yoluna çıkmaz, seni kendinden korurdu. Fakat ben bencil bir adamım. Bu yüzden seni kendi yoluma çektim, benim içimde yanan ateşe birlikte ateşle karşılık verelim istedim. Seni kendim için istedim, içindeki o ateşli ruhu istedim. Ruhun için endişelisin değil mi? Bize bir bak... birbirimizin üzerinde gücümüz var."

Sandrino'nun ipek gibi, alçak ve boğuk sesiyle dile getirdikleri Maddalena'nın yeşil gözlerinde biriken yaşların şakaklarından aşağı süzülmesine sebep oldu. Gözlerini kapatmış, nefesini düzenlemeye çalışırken ümitsiz bir savaş veriyordu. Onun ağır bedeninin tüm sıcaklığını üzerinde hissediyordu, elini usulca en hassas noktalarında dolaştırıp, ustaca okşuyor, hem içeriden hem dışarıdan aklını başından alıyordu. Aynı anda tuhaf itiraflarını dinleyip onları aklına kazımak kolay değildi, doğru düzgün düşünemiyordu. Sandrino öptüğü çenesini aniden sertçe dişleyip emdiğinde Maddalena dudaklarından bir çığlık kaçırdı. Canı yanmıştı fakat uzun sürmedi, boğuk sesindeki ciddiyetle konuşmayı sürdürdüğünde aklı sözlerine kaydı.

"Fakat birbirine ait olmak hakkında yazılan şiirlerin çoğunda hayal kırıklıkları üzerinde yeterince durulmuyor. Gerçek şudur ki Maddalena; birbirimiz üzerinde gücümüz yok. Birbirimize o gücü biz veriyoruz. Bu çok şiddetli bir kumardır. Ben hayatım boyunca bu oyundan uzak kalmayı tercih ettim. İlk kez biri bu oyuna dahil olmayı istememe neden oldu, o da sensin."

Kısa bir süre hareket edemeyecek kadar şaşkın kalan Maddalena, Sandrino'nun becerikli parmakları göğüs ucunu çevreleyip, içine ok gibi saplanan bir zevk göndererek onu yuvarladığında ancak kendine gelebildi. Fakat görüşü net değildi, kıvranarak soluk soluğa inledi. Konuşmayı istese bile uzatamayacak gibi duruyordu, elleri her yerde hareket ediyordu ona eşlik eden kokusu ve sıcaklığıyla tamamen kuşatılmıştı. Biraz kontrol sağlamak ve soluklanmak istiyordu ama Sandrino çok hızlıydı ve o yakalayamadan daha aşağıya kaydı. Eli belinden kalçasına, oradan da dizinin arka kısmına kadar indi. Dizini yukarı itmesiyle bir an nefesi kesildi, başını geriye attı. Konuşmaları kesinlikle sona ermişti ve o neredeyse hiçbir şey söyleyememişti; tek taraflı bir konuşma olmuştu.

Teslimiyet içinde adını fısıldayarak ellerini sırtına götürüldüğünde kalbi sanki göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi hissediyordu. Sandrino'nun nazik davranamayacak kadar büyük bir tutku içindeki dokunuşları ise hiç yardımcı olmuyordu. Maddalena, Sandrino'nun başını yukarı kaldırdığını, kendi yüzüne çarpan sıcak nefesleriyle fark etti fakat gözlerini açmadı. Bunun üzerine Sandrino ellerinden birini yanağın yasladığında boğuk bir sesle adını fısıldadı.

"Gözler Maddalena. Gözlerini aç."

Sesindeki hırıltı Maddalena'nın içinde bir yere dokundu. Gözlerini kırpıştırarak açtığında onun şehvetle parlayan mavi gözleriyle buluştu. Yüzleri arasındaki mesafe yok denecek kadar azdı, sıcak nefesleri birbirinin yüzüme çarpıyordu. Sandrino'nun yönlendirmesiyle birbirlerinin gözlerinin içine bakarak bedenlerinin birleşmesini sağladığında sanki birbirlerinin kalbini ve ruhunu ele geçiriyorlardı.

Maddalena kendini bir uçurumdan aşağı süzülür gibi hissetmeye başladı. Birleşmelerinin şiddetinden kalbi son sürat çarpıyor, yüzüne bakarken gözünden yaşlar dökülüyordu. Elleri sırtına uzandı ve tırnaklarını nemli tenine geçirdi. Sabah yaşadığı şeyler yüzünden hissettiği vicdan azabı ve korku yerini sınırsız bir hazza bırakmıştı. Birbirlerine duydukları ateşli tutku dışında kalan her şey önemsizleşti. Onu tutabildiği kadar sıkı tutuyordu, tıpkı Sandrino'nun söylediği gibi sahip olacağını asla düşünmediği muazzam bir gücü ellerinde tuttuğunu hissediyordu.

**

Vakit gece yarısını geçmişken, elindeki şarap kadehiyle Maddalena geniş yataklarında bacaklarını yana kıvırarak oturmuş, salkımdan ayırdığı üzüm tanesini ağzına atan Sandrino'yu izliyordu. Üzerinde gecelik takımının siyah ipekten altı vardı, sırtını yatağın kakmalı başlığına yaslamış, bir bacağındaysa kendine çekmişti. O ise altın sarısı işlemeli uzun geceliğini giymiş ve saçlarını yandan örmüştü. Şöminede ufak bir ateş oynaşıyordu ve aralarındaki gümüş tepsinin üzerinde atıştırmalıklar ve bir sürahi şarap vardı. Yataklarının iki yanındaki yüksek şamdanların üzerindeki sayısız mumum altın rengi ışıltıları ateşle birlikte odayı aydınlatıyor, yataklarının çevreleyen brokar perdelere, önlerinde gümüş kadehlere yansıyordu.

Birkaç saati uyuyarak geçmişlerdi. Maddalena ne zaman uykuya daldığını bilmiyordu, hatırladığı son şey Sandrino'nun kolları arasına sokulduğu ve onun da parmaklarım omurgasında gezdirip, saçlarını okşadığıydı. Daha sonra Sandrino'nun sesi ve yanağını okşayan parmakları onu derin uykusundan çekip almıştı. Ona odaya atıştıracak bir şeyler istediğini söylediğinde homurdanarak aç olmadığını mırıldansa da ona eşlik etmişti.

"Seni bir gün iştahla yemek yerken görebilecek miyim acaba?"

Sandrino'nun gümüş kasenin içindeki kurutulmuş meyveleri karıştırarak içinden bir incir seçtiği sırada söyledikleri Maddalena'yı gülümsetti. Onun gecenin bu vaktindeki iştahlı haline karşın, kendisi bir çöreğin ucundan almış ve birkaç küçük badem kurabiyesi yemekle yetinmişti. Fakat Sandrino'yu izlemek çok keyifliydi, yemek yerken küçük mırıltılar çıkartıyor, içtiği şarabın ve yediklerinin tadına varıyordu. Hayattan zevk alan bir adamdı o. Duyularının her biri canlıydı, aklını takılan bir şey olmadığı zamanlarda, kendini güzel yaşamaya ve pervasızca eğlenmeye adamış Sandrino, ortaya çıkıyordu. Onun bu göz kamaştırıcı yanı Maddalena'nın çok hoşuna gidiyordu. Elinden destek alıp hafifçe geriye yaslandığında, gözlerini içine bakarak gülümsemişti.

"Bence senin iştahın ikimize de yeter."

"Bence bu işten bu kadar kolay kurtulamazsın. Seni şişmanlatmayı kendime görev edinebilirim."

Sandrino uzandığı yerden doğrulup, elini mavi örtünün üzerine yaslayarak ona yaklaştığında elindeki kurutulmuş inciri ona sundu. Maddalena istemeyerek kabul ettiğinde memnun olmuş bir sırıtışla burnuna dokunup tekrar arkasına yaslandı. Kendi kadehinden bir yudum alıp atıştırmaya devam etti.

Hala gülümseyerek onu izleyen Maddalena, kadehini usulca aralarındaki gümüş tepsinin üzerine bıraktı. Sandrino'yu böyle rahatlamış ve keyifli görmek, son bir aydır aralarında oluşan tatlı yakınlığı etkileyebilecek endişeli düşünceleri aklına doluşmasına neden oluyordu. Marianna'yı görmek için kocası Ercole Nicoletta'nın topraklarına gitmesine neden bu kadar çok sinirlenmişti? Neden öfkeden bu kadar gözü dönmüştü? Neden konuşmalarını dahi yasaklamıştı? Aslında Maddalena, ne Marianna ne de kocası hakkında konuşmak istemiyordu. Fakat merakına yenik düşmüştü ve kafasında görmezden gelinmesi mümkün olmayan düşünceler uçuşuyordu.

Maddalena, Sandrino'nun uzattığı ikinci inciri ağır ağır çiğnerken bunları düşünüyordu. Uzunca bir süredir bakışlarını üzerinde hisseden Sandrino sonunda mavi gözlerini yüzüne çevirdiğinde, Maddalena karşılık olarak ona pek güven vermeyen bir gülücük atınca derin bir iç geçiren Sandrino, elindeki içi peynirle doldurulmuş hamur işini ağzına atıp arkasına yaslandı.

"Sor istediğini."

Sandrino'nun kabullenişi Maddalena'yı şaşırttı fakat tedbiri elden bırakmak için erkendi. Artık onu tanıyordu; ciddi -boğucu- konularda ağzından laf almak hiç kolay olmazdı, ya küçümser ya da alaya alarak geçiştirdi. Uzandığı yerden doğrulup yatağın üzerinde, geceliğinin eteklerini düzeltip dik bir şekilde oturduğunda yeşil gözlerinin içinde beliren bir ışıltıyla yüzüne baktı.

"Yalnızca cevaplayacaksan sorarım."

"Dene şansını bebek."

Sandrino kaşını kaldırıp ona kurnaz bir gülümseme gönderdiğinde Maddalena kıkırtısını alt dudağını ısırarak bastırdı. Ciddiyeti dağılır gibi olurken son anda hislerine hakim olmuştu. Kendine güvenen bir duruş takınmaya çalışarak, gözlerinin içine baktı, karşılık verirken yüzünde Sandrino'nunkine benzer kurnaz bir gülümseme vardı.

"Eğer benimle eğlenirsen o şarabı başından aşağı dökerim bebek."

"Dök de bana fırsat ver."

Sandrino çapkın bir bakışla, elini uzatıp geceliğini üzerinden bacağını okşayıp hafifçe sıkmadan hemen önce konuşmuştu. Ani saldırısıyla gülen Maddalena, yukarı doğru kaymakta elini durdurmak için elini üstüne koydu ve gözlerindeki teşvik edici muzır ışıltıya kaşlarını çatarak karşılık verdi.

"Konuyu dağıtamazsın."

"Anı mahvetmeyi iyi biliyorsunuz hanımefendi. Tamam, hadi sor."

Gülümsemesinin yavaşça solması karşısında iç geçiren Maddalena, örgüsünden ayrılan bir saç tutamını kulağının arkasına çekerken temkinli bir sesle konuya girdi.

"Ercole Nicoletta ile aranızdaki bu sorun nedir?"

"Aslında o adama olan tiksintim o kadar derin ki kaynağını belirlemek zor. Bir zamanlar zamanımın en ufak bir dilimini bile onu düşünerek boşa harcayacak kadar önemli olmadığına inanıyordum. Fakat bugün istediğini başardı ve öncelikler listesinde başa ulaştı."

Sandrino düz ve tereddütsüz bir sesle karşılık vermişti, sanki kesinlikle bu soruyu bekliyordu. Fakat Maddalena'nın bundan daha fazlasına ihtiyacı vardı. O kaşlarını yukarı kaldırıp devamını beklerken Sandrino huysuz bir şekilde homurdanıp doğruldu. Önce şarap diye mırıldandığında sürahiye uzanıp boşalan kadehine şarap dökmeye başladı, aynı anda alaycı ve insanın tüylerini ürperten küçümseyici soğuk bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı.

"Bir düşünelim.... Ercole Nicoletta için en doğru tanım şu olur; fiyasko. Ticarete, askerliğe, politikaya, yönetime hatta sanata hiçbir türden ayrıntıya karşı becerisi yoktur. Fakat hayatı, yaptığı her iş için büyüklenen egodan başka bir şey değildir. Yine de bu yobaz ikiyüzlünün dışarıya iyi bir görüntü vermesini belki biraz takdir edebilirim."

"Arkadaş mıydınız?"

"Konuşmamız gerekmediği sürece."

Yüzünde kibirli bir gülümsemeyle arkasına yalanan Sandrino'nun cevabını duyan Maddalena gözlerini devirdi. Kaşları çatıldı, daha iyi bir cevap beklediğini göstermek için elini uzanıp göğsünü dürttü.

"Aranızdaki sorun ne? Neden bu kadar tepki ver-?"

"Tek bir soru. Ama önce, eğer sana bunu anlatırsam senin de bana gerçekten çok özel bir şey anlatman gerekecek. "

Bunu duyan Maddalena bir an hoşnutsuzlukla dudaklarını büzdü. Biraz düşündü ve nedense şu anda sorularına cevap verme fikri hiç canını sıkmıyordu. Ona kendini açabilirmiş gibi hissediyordu, ailesi hakkında olan her zamanki çekingenliğinden eser yoktu. Başını kaldırıp kısık bir sesle onu onayladı.

"Kabul."

Buna karşılık Sandrino'nun gözlerine ciddi bir ifade yerleşti. Derin bir nefes alıp anlatmaya başladı.

"Tamam. Öncelikle arkadaş değildik fakat çevremiz aynıydı, ne yazık ki. En az on yıllık, bizim Kilisenin Ordusunda eğitim aldığımız dönemlerde yaşanan bir mevzu bu. Ercole Nicoletta; birinin dikkatini başka bir yöne çekerek, ondan stratejik bilgiler alabilmek için araya küçük hanım arkadaşını sokabilecek kadar ilkesi olmayan bir adamdır. Ama sonra karşısındaki de üzerine düşeni yapıp onun iğrenç oyununa kendi oyunuyla karşılık verdiğinde de karşısındakinin zekâsını takdir etmek yerine kışkırtmalarına devam eden aptalın tekidir. Tüm bunların sonucunda, karşısındaki onun aptallığını insanlar önünde tescillediğinde, neden o suçlu olur hiç anlamam?"

Maddalena'nın kafası karışmıştı. Anlattıklarında takıldığı birçok kısım vardı fakat daha fazla detaya ihtiyacı vardı. Fakat bu kadarıyla bile canı sıkılmış, burnuna kötü kokular gelmeye başlamıştı. Konunun içinde bir şekilde bir kadının çıkmasına şaşırmamıştı elbette, söz konusu ünlü çapkın Sandrino Panzio'nun geçmişi olduğunda her köşeden sinirini bozacak bir kadın çıkacaktı tabi ki!

"Sandrino dilini anlamıyorum, İtalyanca lütfen? Ve açık ol."

Bunun üzerine Sandrino, bir elindeki şarap kadehiyle, diğer kolunu arkasındaki yastıklara yaslayarak ona yaklaşmış, bütün ciddiyetiyle anlatmaya devam etmişti.

"İtalyan Şehir Devletleri arasında yapılan zirve toplantısında, ben Papanın baş danışmanı ve diplomatlarının yanında yeni çalışmaya başladığım dönemde, benden bilgi alabilmek adına kendi metresini çadırıma gönderip sonra da benden öğrendiği gizli bilgileri karşı tarafta vermeyi planlamıştı. Beni hain olarak göstermeyi amaçlamıştı. İçkiye düşkün bir adam olabilirim ama atladıkları bir şey var; benim damarlarımda kan yerine şarap dolaşıyor, ben istemediğim sürece sarhoş olmam."

Maddalena yavaşça geri çekildi. Sandrino'nun Ercole'nun metresiyle birlikte olma fikri taş gibi oturdu midesine. Cevabından hoşlanacağından emin olmadığı soruyu sorarken sesi sinirden titriyordu.

"Ah, yani sarhoş olup duymak için geldiği bilgileri şakımadın ama kadınla yattın öyle mi? Çok iç açıcı bir hikayeymiş doğrusu. Ünlü hovarda Sandrino Panzio'nun yatağına girmeyi başaran bilmem kaçıncı kadındır acaba? Merak ediyorum sonra ne oldu senin metresin olarak mı devam etti hayatına yoksa sıkılıp bıraktın mı? Bir listen var mıdır acaba?"

Sandrino yüzündeki sakin bakış bir anda yerini soğuk bir ifadeye bıraktı. Sözlerine sinirlenmişti, sert bir hareketle gözlerini yüzüne dikip sinir bozucu derecede sakin olan bir sesle çıkıştı.

"Şirretleşme, sana yakışmıyor. Bu kapıyı sen açtın, açtığın kapıdan geçiyoruz."

Sözleri karşılığında somurtan Maddalena başını odanın karşı ucundaki şömineye çevirdi, yüzüne bakmak istemiyordu. Midesi bulanıyor, sinirle dolan gözleri yanıyordu. Bu konuşma kesinlikle mide bulandırıcı bir hal almıştı.

"O zamanlar on sekiz yaşlarındaydım ama yine de Ercole Nicoletta'nın metresiyle gereğinden fazla yakınlık kurmak istemedim. Ercole'nun benden bilgi alabilmesi için metresini kullanması oldukça acınası ve çok belli bir hareketti."

"Orasını bilemeyeceğim."

Sandino arkasında homurdandı, elindeki kadehi önlerinki atıştırmalıkların olduğu gümüş tepkiye bıraktığında uzanıp elini çenesinin altına yerleştirdi. Yüzünü ona çevirip yüz yüze gelmelerini sağladığında, onun dargın gözlerini delip geçen bir bakışla konuştu.

"Gözlerimin içine bak ve bu konuyu hatırlamaktan ve seninle bunları konuşmaktan zevk alıp almadığıma kendin karar ver."

Rengi sinirlendiği zamanlada koyulaşan mavi gözlerinin içindeki rahatsızlığı gören Maddalena'nın titrek bir soluk çıktı dudaklarından. Geçmişi üzerinden onunla kavga etmek değildi niyeti, en azından mantıklı olan tarafı bunun böyle olması gerektiğini söylüyordu. Esas önemli olan şimdi ve gelecekti. Ona sadık olacağına güvenmek zorundaydı. Yorgun bir ruh haliyle iç geçirdiğinde yavaşça haklılığını kabul etmek durumunda kaldı.

"Yanii? Devam et."

"Şunu bilsen yeter; kadın yanlış bilgiyi götürdüğünde Ercole için olaylar kontrolden çıktı. Zirvede aldığı yanlış bilgi yüzünden küçük düşen Ferrara ailesiyle Nicoletta ailesinin arası fena halde açıldı. Ortada affedilmesi çok zor bir ihanetin olduğu aşikârdı. Sonucunda Ferrara Dükünün oğlu Alfonso, Ercole'ya turnuvada meydan okudu. Ercole hem babasının gazabından kurtulmak hem de onurunu kurtarmak istiyorsa bu düelloyu kazanmalıydı, bunu gerçekleştirmek adına hileye başvurmanın gerekliliğini inkâr edemezdi. Çünkü Ferrara'nın oğlu kendi şehrinde turnuva şampiyonuydu ve Ercole'nun biniciliği normal bir adama göre bile zayıftı. Bu durumda her şeyden önce kendi metresini çadırıma yollayan bir adam hileye başvurmaz da ne yapardı ki?"

"Sen ne yaptın peki?"

"Orduda eğitim görürken aramızda geçen birkaç sidik yarışı yüzünden Kilise'nin gözündeki saygınlığıma ve kariyerime saldırmıştı. Ben sadece bana oynadığı oyunun yönünü kendisine çevirdim. Turnuvada hile yaptığında da çevresinde birkaç gözün olmasını sağladım o kadar."

"Bu kadar mı?"

"Aslında bu kadar. Sadece küçük bir eşek şakası mevzusu daha var. Fakat bu, benim yaptığım bir şakanın Alfonso tarafından ciddiye alınmasından kaynaklanan bir şeydi. Benimle bir alakası yoktu."

Sandrino şarap kadehini kaldırıp oyuncu bir masumiyetle ona bakıp dudaklarını büzdüğünde Maddalena'nın onunla bir alakası olmadığına inanması mümkün değildi. Gözlerindeki parlayan o kibirli bir bakışı görebiliyordu.

"Ne tür bir eşek şakası?"

"Mecaz yapmıyordum, şakanın için gerçekten bir eşek vardı. Tüylerinin üzerinde beyaz bir boyayla adının yazdığı, boynuna asılan tahta tabelanın üzerinde de "Ben Hilekâr Ercole Nicoletta" yazıyordu. Alfonso Ferrara, gece yarısı eşeği Ercole'nun çadırına sürmüş. Turnuvanın sonunda kutlama yapmak için gittiğimiz tavernada sarhoş muhabbeti sırasında yaptığım yaratıcı şakayı ciddiye alacağını bilemezdim ya."

"Onu yanılttığını öğrendiği zaman, Ercole'nun metresine ne oldu?

"O kısım beni ilgilendirmiyordu. Fakat ilişkileri bir süre daha devam etmiş diye duydum sonra kadın bir anda ortadan kayboldu."

Gecenin bu vaktinde duydukları Maddalena'yı derin bir şaşkınlığın içine atmıştı. Sandrino'nun anlattıkları rahatsız edici görüntüler halinde görüntüler halinde zihninde canlanmaya başladığında iki eliyle yüzünü kapatıp başını usulca iki yana salladı. Bu yapılan eşek şakasının başka bir boyutuydu. Sadece birkaç gün önce gördüğü Ercole'nun şoka uğramış yüzü gözünün önüne geliyordu. Maddalena parmaklarını şakaklarına bastırıp ovarak huzursuz zihnini yatıştırmaya çalıştı.

"Sanırım duyduklarımı sindirmem zamanımı alacak."

Bir süre ikisi de düşüncelere dalmış, sessizleşmişlerdi. Odaya büyük bir dinginlik hâkimdi. Şöminenin içinde yanan odunların çıtırtıları yatak odalarında hoş bir atmosfer oluşturuyordu. Tekrar gümüş sürahiye uzanan Sandrino, küçük mücevherle süslü iki kadehi şarapla doldurdu. Düşünceli bir yüz ifadesiyle karşısında oturan Maddalena'ya bir bakış atıp kadehini uzattı.

"Anlatma sırası sende."

Ne istediğini anladığında yüzü asılan Maddalena, yeşil gözlerini kırpıştırıp dramatik bir sesle fısıldayarak konuştu. Aklından eğer yeterince uğraşırsa onu ertelemeye ikna edebileceğini geçiriyordu.

"Şimdi olmak zorunda mı?"

"Evet, zorundasın,"

Sandrino tereddütsüz bir tavırla karşılık verdiğinde, bundan kurtulamayacağını gören Maddalena gözlerini devirdi. Elindeki kadehten büyük bir yudum aldığında zorlu bir göreve hazırlanırcasına yatakta bacaklarını aktına alarak oturup bekledi.

"Tamam, ne bilmek istiyorsun?"

Onu izlerken hafifçe gülümseyen Sandrino sonrasında ürkek bir şekilde dudaklarını ısırdı. Maddalena onun bu hareketini büyük bir şaşkınlıkla izledi, daha önce böyle bir şey yaptığını ilk defa şahit oluyordu.

"Bazen tamamen elinde olmadan bazen de bizzat isteyerek yediklerini çıkardığını biliyorum. Hem kendi gözlemlerimle hem de Natilda'yı köşeye sıkıştırıp ağzından aldıklarımla emin oldum ki bu basit bir mide üşütmesi değil. Altında yatan gerçek nedeni öğrenmek istiyorum."

Bu sözleri duymak Maddalena'yı hiç şaşırmamıştı. Yüzünün ifadesinden ya bunu ya da eş değerde özel bir şey soracağını anlamıştı. Sandrino onun çok az yemek yediğini ve hiçbir zaman acıktığından söz etmediğinin farkındaydı, sık sık bu konu hakkında küçük şakalar yaparak dikkatinin üzerinde olduğunu hatırlatıyor ve ona anlatması için fırsat sunuyordu. Dikkatli gözleri yemek yediği sırada ve sonrasında hep üzerindeydi, sanki kusup kusmayacağını kontrol ediyordu.

Fakat Maddalena hiçbir zaman konuşmaya yanaşmamıştı, şimdiye dek. Saklı gerçeklerini, tüm hayatını ağır yükü altında geçirdiği acılarını anlatmasını istediği için gerilmişti fakat öte tuhaf bir şekilde anlatmakta da istiyordu. Fakat buna rağmen içinde taşıdığı o karanlık kuyunun en derinine kadar inemeye cesaret edemeyeceğini hissediyordu, sadece ortaya döktüklerini yeniden toplayıp aklındaki kutuya geri koyup sonrasında onları düşünmeden yaşadığı günlük hayatına deri dönebileceği kadarını anlatabilirdi.

"Biz aslında dört kardeştik. Benden üç yaş küçük bir erkek kardeşimiz daha vardı. Adı Roberto'ydu, benimkilere benzeyen yemyeşil kocaman gözleri ve alnına düşen kıvırcık sarı saçları vardı. Hayatın boyunca görebileceğin en neşeli en sevimli çocuktu. Benim evde olduğum ve annemin izin verdiği zamanlarda birlikte oyun oynar, çok eğlenirdik. Hep bana özenir, ben ne yaparsam aynısını yapmak isterdi. Sonra bir ilkbahar günü dadılarımızla nehrin kıyısında pikniğe gittiğimizde, kıyıda gemilerimizi yüzdürürken suya atlayıp yüzmek istedi ve sonra boğuldu. Yanında sadece ben vardım, onu kurtarmak için çok uğraştım ama başaramadım. Çırpınışlarını izlemek zorunda kaldım. Öldüğünde sadece sekiz yaşındaydı, ardından tüm aile en çok da annem büyük bir yasa boğuldu. Hikayenin sonu."

Maddalena kötü detayları anlatırken gözleri donuklaşmıştı ama hikâyeyi bitirirken tekrar canlanıp Sandrino'ya tatlı bir şekilde gülümsedi. Fakat gülüşü sadece dudaklarında kaldı, gözlerine ulaşamadı. Onu dinlerken mavi gözleri hüzünle bakmaya başlayan Sandrino içtenlikle "Çok üzgünüm" diye mırıldanmıştı, perişan olmuşa benziyordu.

"Peki Lucca'ya gitmen bununla mı bağlantılı? Bu yediklerini çıkarma alışkanlığın o zamandan beri mi devam ediyor?"

"Nehirdeki o gündem sonra ateşli bir hastalık geçirmiştim, iki gün uyanamamışım. Zaten zayıf bir çocuktum sonra yediklerimi çıkarmaya başlamışım. Babam Lucca'ya gidersem hava değişikliğinin iyi geleceğini düşündü. O zamanlar yeme bozukluğum ciddi boyuttaydı. Fakat şimdi çok daha iyiyim, yediklerimi her zaman çıkartmıyorum zaten bunun için ilaç da kullanıyorum. Sen de fak ediyorsundur ki genelde strese girdiğimde mideme vuruyor."

Maddalena ona kaç bilgi borçlu olduğundan emin değildi fakat o gün daha fazlasını anlatacak kadar iyi hissetmiyordu kendini. Sorularına devam etmesini engellemek için yatakta hareket edip elini uzatarak işaret parmağını dudağına bastırdığında tatlılıkta gülümsemişti.

"Tek bir soru demiştik."

Sandrino'nun elini tutup, parmak boğumlarını usulca dudaklarına sürtmek dışında dışında herhangi sözlü bir tepki vermemesi üzerine Maddalena yavaşça geriye çekilip yerine otururken Sandrino sessizliği sürdürdü. Elindeki kadehi kendine çektiği dizine yaslamışken onu ihtiyatlı gözlerle süzüyordu. Bir süre sessizlik oldu. Maddalena onun aklına bir şey takılmış olduğunu anlayabiliyordu. Bir süre sonra artık bakışları altında kıvranmaya başlayan Maddalena sırf oyalanmak için eline aldığı üzüm tanesini bırakıp yeşil gözlerini kaldırıp yüzüne baktı.

"Ne oldu?"

Sandrino gülümseyerek başını iki yana salladı, yüzündeki ihtiyatlı ifade dağılmaya başlamış ifadesi değişmişti, ona eğlenerek bakıyordu. Maddalena bu ani değişiminin ne olduğu çözememişti ki Sandrino kadehini heyecanla bırakıp yerinden doğrularak aniden yüzüne uzandı. Çenesini tutarak sağa sola çevirip yukarı kaldırarak incelemeye başladı.

"Dur bakayım."

Ne yapmaya çalıştığını anlayamayan Maddalena başını geriye çekerek çenesindeki elinden kurtulmaya çalışırken söyleniyordu. Onu duymazdan gelen Sandrino nazik bir hareketle başını geriye yaslamasını sağlarken ne kadar eğlendiğini gizlemek için alt dudağını dişliyordu. Boynunu inceleyen mavi gözleri neşeyle ışıldıyordu. Neyi bu kadar komik bulmuştu?

"Yarın annemin karşısında kızarıp bozarmanı izlemek çok keyifli olacak."

"Ne-den?"

Onun şaşkın ifadesini bakarken Sandrino'nun adeta ağzı kulaklarına varıyordu. Parmağını çenesinden boynuna ve geceliğinin düşük yakasına doğru kaydırırken muzip bir sesle konuşmaya başlamıştı.

"Çenende biraz kızarıklık olabilir, belki boynunda ve şuralarda da."

"İz mi kalmış?"

Şaka yapıyor olmalıydı! Şaşkınlıktan çığlık atan Maddalena telaşla uzun geceliğinin eteklerini toplayarak yataktan fırlayıp, aynanın karşısına geçti. Sırlı aynaya yansıyan çenesindeki ve boynundaki kırmızı izlere dehşetle bakakaldı. Yüzüne vuran mum ışığının yumuşatıcı etkisine rağmen yine de belirginlerdi. Çenesini ısırdığını hatırlıyordu ama bunları yaptığını fark etmemişti. Aynadaki şoka girmiş haline bakmaya devam ederken yüzü daha şimdiden utançtan baştan aşağı kıpkırmızı kesilmişti.

Fakat Sandrino arkasındaki büyük yatakta yeşil üzüm tanesini iki parmağının arasında çevirip keyifle telaşını izlerken yaptığından azıcık dahi pişmanlık duymuyordu. Buna karşılık öfkeyle burnundan solumaya başlayan Maddalena örgüsünü yana alıp boynunu kapatırken geri dönerek yataklarının etrafında dolanıp başına dikilmişti. Bir elini beline yaslayıp çıkışmıştı.

"Sandrino! Senin yüzünden annene rezil olacağım!"

"Ne var ki? Hem o sırada hiç böyle demiyordun? Bence güzel olmuş yüzüne renk gelmiş karıcığım."

"Çok edepsizsin."

"Evet öyleyim."

Sandrino başını yana yatırıp çapkın bir sırıtışla karşılık verdiğinde Maddalena gülerek gözlerini devirdi. Fakat sonra birden aklına gelen bir fikirle bakışlarını kaldırdı. İntikam zamanıydı. Utanıyordu fakat tıpkı onun gibi kendini beğenmiş görünmeye çalışarak kollarını önünde kavuşturup gözlerinin içine baktı.

"O zaman karşılık olarak benim de sende iz bırakmam lazım."

Bu sözlerini duyduğunda Sandrino donup kaldı, ona keyifle karışık bir hayretle bakıyordu. Kollarını açıp onu kucağına davet ederken başını geriye atıp gür erkeksi bir sesle gülerek göğe baktı ve kahkahaları arasından Tanrı'ya, kadere ve süslü tavana seslendi.

"Tanrım.. ben nasıl bir canavar yarattım."

**

Altın Gökteki Meryem. Zengin oymalarla süslü dikdörtgen şeklinde parlak bir çerçevenin içindeki, büyük bir ahşap pano üzerine boyanmış resme bakan Maddalena hafifçe gülümsemişti. Panzio Villasının büyük salonunda Rosia Panzio ile birlikteydi. Yüksek bir iskelenin üzerine çıkmış üç muhafızın ağır tabloyu duvarın içine oyulmuş mermer nişin içine yerleştirmelerini izliyorlardı. Karşısındaki tablo hakkındaki duyguları karmakarıştı, onun için poz verdiği zamanlar şimdi çok uzak bir anıdan ibaretti.

"Nihayet yerini buldu. Bu tablo davet salonuna güzel bir dokunuş oldu. Sandrino henüz modelin sen olduğunu anlamadı, istersen bunu ona sen söyle."

Bu sözleri söyleyen Rosia Panzio, bir süre daha muhafızların tabloyu yerine sorun çıkmadan yerleştirdiğinden emin olmuş ardından onu salonda yalnız bırakmıştı. İçini çeken Maddalena bir adım daha geriye çıkıp, başını kaldırarak sonunda Panzio Villasındaki yerini alan tabloyu izlemeye devam etti. Göz hizasından bakıldığında figürler havada uçuşuyor gibi görünüyordu fakat şimdi resme aşağıdan bakıldığında aslında figürlerin seyircisiyle eşitlendiğini, karşı karşıya geldiklerini fark etmişti. Misafirlerin ağırlandığı, gösterişli davetlerin verildiği büyük salona çok yakışmıştı, resmin dörtte üçünü kaplayan altın gökyüzünün renkleriyle etrafına capcanlı bir ışık saçıyordu.

Fakat Maddalena'nın yeşil gözleri tek bir noktaya odaklanmıştı, resmin tam ortasında Tanrı'nın annesi olarak betimlenmiş; Bakire Meryam. Kırmızı brokar elbisesinin içinde, aralarından küçük bir haç sarkan ellerini dua eder gibi önünde zarafetle birleştirmişti. Parlak pürüzsüz bir teni vardı, gözlerini seyirciye dikmektense utangaç ve masum bir bakışla uzaklara bakan yüz ifadesiyle ne hissettiğini çözmek mümkün değildi. Karşısındaki bu Meryem, tanrısal bir saflığın simgesi gibiydi adeta. Panelin iki köşesindeki küçük kanatlı melekler ve çevresine toplanan azizelerle masumiyetin, iyiliğin Tanrı'nın kutsallığını simgeliyordu.

Gördükleri Maddalena'nın hoşuna mı gitmişti yoksa rahatsız mı etmişti bilmiyordu. Şüphesiz çok güzel ve göz alıcı bir tabloydu fakat.... sıkkın bir ruh haliyle iç geçirdi. Karşısındaki Bakire Meryem'de artık kendinde göremediği bir masumiyet vardı. Modeli olmasına karşın asıl şimdi ona benzemiyordu. Çünkü artık eline bir insanın kanı bulaşmıştı. Eskiden bu resim onu mutlu ederdi şimdiyse umutlardan vicdan azabına, suçluluğa ve günahkârlığa götüren, hayatının sadece birkaç ay içinde baştan sona değişen yönünü hatırlatıyordu.

Maddalena kollarını ince bedenine sarmış Meryem Ana'nın yüzüne dalıp gitmti. Arkasındaki uşağın dikkatini çekebilmek için boğazını temizlediğini fark ettiğinde resme arkasını dönmüştü.

"Dük hazretleri sizi çalışma odasında görmek istiyor."

Birkaç saat önce yaptıkları kahvaltının ardından yanından ayrılan Sandrino çalışma odasına kapanmıştı. Evde bir görüşme yapacağını ve ardından Viterbo'ya gitmek için çıkacağını söylemişti. Çıkmadan önce onunla konuşmak istediğini düşünen Maddalena uşağı gönderip, villanın karşı ucundaki çalışma odasına giden holü geçti. Özgüvenli adımlarla çift kanatlı kapının önündeki sağ kolu Gennaro'yu selamlayarak çalışma odasının kapısını tıklatıp ve içeri girdi.

"Gel lütfen."

Sandrino çalışma masanın önünde ayakta durmuş, odanın öbür ucundan ona bakıyordu. Ellerini belinin arkasında kavuşturmuştu. Sakin bir ses tonuyla onu yanına çağırırken yüzünde tuhaf bir ciddiyet vardı. Yine ne düşündüğünü belli etmeyen o maskeyi takmıştı. Maddalena gerginlikle yutkunmuşsa da ona yaklaşırken omuzlarımı dikleştirip ve kocaman bir gülümseme takındı.

"Sandrino ne oluyor?"

Yüzüne bakan Sandrino, birden arkasındaki tuttuğu ucunda iki sıra güle benzetilmiş kırmızı bir mücevherin sarktığı inci kolyeyi yukarı kaldırarak yüzüne doğru tuttu. Maddalena'nın kalbi göğsünün içinde durmuştu adeta, Lucca'da Sandrino'nun ona hediye ettiği ve daha sonra Natilda'ya sattırdığı kolyeydi bu.

"Bu kolyeyi Lucca'daki bir kuyumcuda bulmuşlar. Satıcı bir kadının sattığını ve ona yüklü miktarda altınla ödeme yaptığını söylemiş. Kolyeyi neden satma ihtiyacı duyduğunu bilmek istiyorum."

Yazan; Mirena Martinell.

✨✨

Yeni yılın ilk gününde yeni bölümümüzle geldim 🙋🏻‍♀️ Her bölümün sonunda geç yayınladığım için hep aynı şeyleri söylediğimin farkındayım ama cidden yine yaz yaz bitiremediğim bir bölüm oldu. Bu bölüm Sandrino'nun ruh hali beni en çok zorlayan kısım oldu, yatak odasındaki diyaloglarını defalarca silip baştan yazdım, beğenmedim ara verdim sonra tekrar beğenmedim derken uzadı gitti. O inişli çıkışlı tepkileri ve sözleri biraz kafa karıştırıcı gelebilir ama Sandrino tam da böyle bir adam. Ne hissettiğini neden böyle ani ve yüksek tepkiler verdiğini kendisi de çözemediği için bu şekilde davranıyor 🤷🏻‍♀️

Bence bu bölümde çok fazla olay oldu. İki kısma ayırabiliriz, ilk kısmı epey kasvetliyken ikinci kısmı Maddalena ve Sandrino'nun birilerine olan hislerinden kaynaklanan duygusal olan kısımdı. Sanırım Sandrino'nun seni seviyorum sözlerine en çok yaklaştığı kısım da bu oldu 😂 Demedi daha kolay kolay da demez ama yaklaştı sankiiii shsgshjsg Yaşananlar hakkında siz ne düşünüyorsunuz çok merak ediyorum. Okuyan herkes oy verir ve fikrinin belirtirse çok mutlu olurum. Hepinize nice mutlu yıllar dilerim. Tüm dileklerimizin gerçekleştiği bir güzel yıl olsun ❤️❤️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top