Bölüm 19 - "Aşkın Hiddeti"

"savaşmasak da sevişsek."

Çalışma masasının karşısındaki Gennaro, Leydi Panzio'yu bulma yolundaki çabalarının sonuçsuz kalışını anlatırken, Sandrino arkasına yaslanmış düşünceli bir tavırla, elindeki Maddalena'nın arkasında bıraktığı pembe yüzüğü çeviriyordu. Onunla ne yapacağını bilememişti, Bruno'nun atölyesinden beri elinden düşürmemişti. Uykusuz mavi gözlerini kaçıp giden karısının rengârenk ruhuna benzettiği iri taşın üzerinden ayırdığında, sert bir sesle konuştu.

"Getirdiğin bilginin doğruluğundan eminsin değil mi?"

"Evet ekselansları. Leydi Panzio, Viterbo sınırından çıkmamışlar."

Sandrino kesenin ağzını açarak, özellikle de şehir kapılarındaki muhafızlara ciddi paralar vererek Maddalena'nın Viterbo'dan çıkıp çıkmadığını öğrenmişti. Aklına gelen ilk ihtimal Lucca'ya halasının yanına gitmiş olduğuydu. Bu aynı zamanda da kendisine aşık olan adamın şehrine gittiği anlamına geliyordu. Gennaro'ya verdiği ilk emir bunu soruşturması olmuştu.

O da bu sırada, tüm hizmetçi takımını büyük salonda sıraya dizmiş ve sorularına cevap vermelerini istemişti. Sıkı bir sorgulamanın ardından öğrenebildikleri pek de işine yaramıyordu. Lavinia ile eve gelen Maddalena sinirden gözü dönmüş bir halde yatak odasına çıkarken, yalnızca kendisine hemen bir at arabası hazırlanmasını emretmek için duraksamıştı. Bir haftadır tanıdıkları sıcakkanlı genç hanımın bir anda sinirden eli ayağı titreyen bir kadına dönüşmesi tüm hizmetkarları şaşkına uğratmıştı. İstediği araba sorgulanmadan hazırlanmıştı. Aralarında yalnızca Panzio evinin demir başı Franco, şaşkınlığa kapılmamış, yaşananları her zamanki soğukkanlılığıyla takip etmişti. Bunun üzerinden fazla bir vakit geçmeden Maddalena topladığı birkaç parça eşyasıyla yanına dadısı Natilda'yı da alarak gitmişti. Hepsinin son gördüğü at arabasına binen Leydi Panzio'nun yanına yaklaşılmayacak kadar öfkeli fakat aynı anda da ağlamaklı olduğuydu. Hepsi yakın bir zamanda eve dönmesi için dua edeceklerini söylüyorlardı.

Tüm bunlar yaşanırken endişeli ve sinirli gözüken Düşes Rosia Panzio, sessizliğini bozmamış fakat yalnız kaldıkları ilk an bir erkeği bile ürkütebilecek kraliçelere özgü duruşuyla üzerine gitmişti. Dudaklarından dökülen ilk şey "Ne yaptın Maddalena'ya?" olmuştu. Daha iki günlük karısının kaçışından kendisinin sorumlu olduğunu ve onları zorla nişanladığı için kin güdüp acısını da kıza zorbalık yaparak çıkardığı üzerine onu paylarken, Sandrino içten içe sinirden köpürüyordu. Nasıl bir şey yaşıyordu ki, annesi bile onu suçluyordu? Sinirden patlayarak karşısında gülmeye başladığında düşündüğü tek şey karşı karşıya geldikleri ilk an Maddalena'yı nasıl elleriyle parçalayacağıydı.

Ne kadar bekleseler de, onu götüren at arabasının sürücüsü de dönmemişti. Maddalena her neredeyse hala onunla birlikte olmalıydı. Eğer burada olsa Sandrino için her şey daha kolay olacaktı. Şehir kapılarına gönderdiği Gennaro'nun döndüğü vakte kadar kafese tıkılmış bir aslan misali beklemişti. Eğer Lucca'ya gidip o adamla görüşecek olursa bu kez öfkesinin önünde hiç duramazdı. Tanrı şahidi olsun, her şeyini kaybetmek pahasına bile olsa Bernardo Galeazzi'yi öldürür, Maddalena'yı da bu yaptığına misliyle pişman ederdi.

Fakat aklına gelen olmamış, Gennaro'nun liderliğinde başlattığı araştırmaya göre Maddalena, Viterbo sınırından öteye geçmemişi. İçtiği şarap sinirlerini biraz olsun gevşettiğinde Sandrino, onun Roma'ya ailesinin evine gittiğine karar vermişti. Ona öylesine öfkeliydi ki sevmediği ailesinin yanına gitmeyi tercih etmişti. Fakat her şekilde geri dönmek zorunda kalacaktı, bundan emindi Sandrino. Sonuçta kimse Kilise kanunlarını hiçe sayarak onu kocasından alıkoyamazdı. Maddalena'nın yeri artık kocasının yanıydı. Katı dindarlığı ile bilinen De Benardi ailesi onu en fazla bir akşam misafir eder sabah olduğunda elleriyle geri getirirdi. Kabahatli olan Maddalena'ydı ve geri dönmek zorunda kalacaktı işte o kadar!

Sandrino, onun bu pervasızlığına inanamıyordu. Tanrı aşkına! Öfkelenip bağırsa hatta sinirini çıkartmak için üzerine bir şeyler fırlatsa bile anlayışla karşılayabilirdi fakat evi terk etmeye kalkışması fazlaydı, çok fazla.. Fevrilik hatta delilikti!! Yokluğuyla çılgına dönüp peşinden gelmediğini görünce sabah eve dönmek zorunda kalacaktı. Kendisi geri dönecekti!

Yorgun ve öfkeli olan Sandrino, elini kaldırıp Gennaro'ya çıkmasını işaret ettikten sonra başını koltuğunun arkasına dayayıp, gözlerini kapadı. Vakit neredeyse sabahın üçüne geliyordu. Hiçbir yere gitmeye niyeti yoktu. Bir kere zaten gecenin bu vaktinde kalkıp Roma'daki De Benardi Sarayının kapısına dayanamazdı. Aslına bakılırsa, Maddalena'yı o uzun sarı saçlarından tutarak evden çıkarma fikri de cazip gelmiyor değildi. Birlikte insanlara unutamayacakları bir görüntü vermiş olurlardı.

Ona böyle ateşli bir şekilde kafa tuttuğu zamanlarda üzerinde sahiplenici bir güç uygulamak için yanıp tutuşuyordu Sandrino. Maddelena canı yandığında etrafına tıslayıp pençe atan dişi bir aslandı ve Sandrino onun üzerinde hakimiyet kurmalıydı. Canını yakmak ya da zorlamak değil, o ateşli doğasını ve yaşama arzusunu yakalamaktı isteği. Ona kendi rızasıyla teslim olmasını istiyordu.

Gözünün önünde canlanan görüntülerle koltuğunda biraz daha arkaya doğru yaslanan Sandrino, bacaklarını masaya kaldırdı. Uyuyamayacağını biliyordu, mum ışığında öylece oturup soğukkanlılıkla sabahın olmasını bekledi.

Ancak sabah olduğunda, geceki soğukkanlılığının büyük bir kısmını kaybetmişti. Maddalena'nın gün içinde eve geri döneceğine olan inancı şimdi yerini usul usul şüpheye bırakıyordu. Onu gerçekten terk edebilecek güce sahip olduğuna inanıyor olamazdı, imkansızdı bu. O zümrüt yeşili gözlerini üzerine dikmiş, sinirden titreyen sesiyle "ben bundan sonra yokum." demişti. Tek başına Roma yollarını teperek ailesinin yanına sığındığında gerçekten onu terk etmiş olabileceğine inanıyor muydu? İsa aşkına! Ne yapmaya çalışıyordu ki? Ona ders vermeye mi çalışıyordu? Kıskanç, dik başlı deli! İnatçı, huysuz küçük aptal! Güzel küçük kıskanç aptal...

Tüm bu düşünceler Sandrino'yu delirtiyordu. Geceyi geçirdiği masasının başına yeniden geçtiğinde, kendini meşgul etmek ve aynı anda Maddalena'nın geri dönüşünü beklemek için onaylaması gereken bir antlaşmanın metnini önüne çekip okumaya başladı. Bir ara arkasındaki dev kitaplığa dönüp defterlerden birini çıkartarak, not almaya başladı. Fakat yaptığı işe bir türlü odaklanamıyordu, bir küfür savurarak defteri karşı duvara fırlatıp öfkeyle yerinden kalktı.

Aynı anda Andreani Ludovico içeri girdi. Geldiğinin haber verilmesini beklememişti. Duvara çarparak mermer zemine açık vaziyette düşen kalın defterden çıkan patırtıyı kapının eşiğinde izlemiş, içeri girip kapıyı kapatırken ona seslenmişti.

"Yavaş. Yavaş, ne bu sinir?"

Pencereye doğru ilerleyen Sandrino, yavaşça arkasını döndüğünde Andreani'nin yüzündeki ifadeden çoktan her şeyi bildiğini anladı. Muhtemelen tıpkı onun gibi dün akşamdan beri diken üzerinde olan annesi, yanına gelmeden önce durumdan haberdar etmişti. Karanlığın ortasında ışıksız kalmışçasına rengi solmuş mavi gözlerini kaldırdığında şöminenin önündeki oymalı geniş sandalyeye yerleşen Andreani'ye baktı.

"Duydun tabi olanları."

"Sandrino benim sana vereceğim akıllar artık tükendi ama söylemeden de geçemeyeceğim senin aşkını göstermekle ilgili bazı sorunların var."

Duyduğu bu sözlere karşılık kaşlarından birini havaya kaldırmış Sandrino, omuzlarını dikleştirip komik bir şaka duymuşcasına güldü. Andreani'nin karşısındaki sandalyeye kurulup uzun bacağını muhabbetle diğerinin üzerine atarken onu kendinden emin bir bakışla süzdü.

"Ben eğer âşık olsam gayet güzel gösteririm."

"Âşık değilsin yani?"

"Andreani senin başka işin yok mu? Ne zaman gönül işlerine bu kadar meraklı oldun sen?"

Sinirlenen Sandrino soğuk bir tavırla konuyu geçiştirirken, kuzeninin yanında getirdiği deri kaplı defteri işaret etmişti. Bunun üzerine Andreani, dizinde duran deftere bir bakış attıysa da iş konuşmanın sırası olmadığını gösterircesine geçiştirmişti.

"Seninle şu maden çıkarma firmalarının son yatırımını tartışacaktık. Ama görüyorum ki senin iş konuşacak halin kalmamış. İki günlük karını evden kaçırmışsın Sandrino, tebrik ediyorum. Hem sen neden buradasın ki, Maddalena'nın yanına gitsene."

Dün av gezisinde, maden işini konuşmak için bugüne anlaşmışlardı. Bunu hatırlayan Sandrino sıkıntı içinde elini saçlarına götürdü. Bir sonraki günde yine Andreani ve birkaç başka iş adamıyla limanda görüşeceklerdi. Bugün hepsinin kar ve maliyet hesaplarını yapması gerekiyordu fakat bunlar yerine evden kaçarak adeta ona kafa tutan karısıyla uğraşıyordu! Andreani'nin sözlerine cevap verirken dudaklarından sinirli bir homurtu döküldü.

"O kadar deliren bir kadının peşinden koşacak kadar deli değilim çünkü ben. Gerçekten ortada bir şey olsa içim yanmayacak."

"Tebrik ediyorum Sandrino. Ama ben yine bu soruyu yarın sabah tekrar sorarım. Maddalena'nın yokluğu başına vurmuşken. Bakalım o zaman hanginiz daha deliymişsiniz."

"Ailesinin yanına gitmiştir, nereye gidiyor ki zaten? Gidemez. Bana öfkesi sürse de eve dönmek zorunda, akşama kalmadan döner."

"Umarım. Fakat sana bir soru soracağım merak ediyorum; Evliliğinin daha ikinci günü kadınlarla sarmaş dolaş parti vermek zorunda mıydın?"

Kendini bir türlü anlatmamamın sıkıntısını tekrar yaşayan Sandrino, sandalyesininin kollarını tutarak öne eğilip Andreani'ya baktı. Sanat atölyesindeki görüntünün Maddalena'nın bakış açısından nasıl göründüğü umurunda değildi çünkü sadece bir kısmını görüp onu yargılamıştı. Oysa ki gerçek son derece basitti.

"Sen de mi Andreani? Bak aslında böyle saçma bir durum için kimseye açıklama yapmak zorunda değilim. Ama senin için bir istisna yapacağım. Benim partiden haberim yoktu! Hepsi Bruno'nun başının altından çıkmış, beni çağırdı bende gittim o kadar. Kadın modeldi, gelip kolunu omzuma koydu. Ben ne yapabilirim? Maddalena kızar geri mi dur diyecektim? Ben hayatımı kimin ne düşündüğünü hesaplayarak yaşayamam."

"Öyle mi? Bakalım sana da bir gün öğreten biri çıkacak mı göreceğiz."

"Göreceğiz."

Andreani'nin imasını bir an aklından geçirip, gerçekleşme ihtimali üzerine düşünen Sandrino omuzlarını silkip gülerek cevap vermişti. Öyle olacağına inanmasa bile kanını kaynatan eğlenceli bir yaklaşımdı bu, merak içinde bekliyordu.

Huysuz bakışları bir an Andreani'nin dizinde duran deri deftere takılmıştı. Tekrar konuşmaya başladığında yerinden kalkmış aynı anda da uzanıp defteri ondan almıştı.

"Şu hale bak, iş yapmamız gerekirken iki adam oturmuş aşktan konuşuyoruz. Tamam, ver şunu."

"Ne yapıyorsun?"

Sandrino'nun odanın merkezindeki, bir zamanlar Dük Juan Panzio'nun gününün büyük bir kısmını geçirdiği çalışma masasına doğru gidişine bakan Andreani, arkasından seslenmişti. Sandrino elindeki defteri, biraz önce duvara fırlattığı defterinden açılan yere bırakıp sayfalarını karıştırırken, başını kaldırıp Andreani'ye bakmıştı.

"Bu seninle imzalayacağımız ortalık anlaşması değil mi?"

"Evet, en arkadaki."

Yanına gelen Andreani işaret parmağıyla hazırlanmış anlaşmayı gösterdi. Başını sallayan Sandrino, gösterdiği kağıdı defterin arasından çıkardığında önüne koydu. Ucunda siyah bir tüy olan kalemini mürekkep hokkasına batırdığında anlaşmanın altına imzasını attı.

"Tamam olduk işte ortak."

"Verdiğim meblağa bakmayacak mısın? Sen pazarlık yaparak karşındakini zorlamayı seversin."

"Bugün değil, bugün başka planlarım var."

"Ya maliyetini karşılamazsa?"

Sandrino imzaladığı sözleşmeyi arasına koyduğu defteri kuzenine geri uzatıyordu ki sözlerini duyduğunda aniden geri çekti. Bir anda ciddileşen yüzüyle, sırıtan Andreani'ye bir sert bakış attı.

"Beni dolandırıyor musun Andreani?"

"Ya dolandırıyorsam?"

Bunu duyduğunda, dudakları meydan okur gibi hafifçe yukarı doğru kalktı ve manalı bir gülümsemeyle defteri ona uzattı.

"O zaman, bende bir sonrakinde seni dolandırırım. Ödeşmiş oluruz."

Andreani gittikten sonra Sandrino, üzerindeki ceketi çıkarıp attı ve çalışma odasındaki villanın geniş verandasına açılan kapılarından çekerek bahçeye çıktı. Kafasının içinde burnundan soluyan aslanın homurtusunu susturmak için atış talimi yaptı, ağaç korusunda at sürdü. Maddalena onu ayağına getirmek için bekliyorsa çok yanılacaktı. Öğleden sonra atının dizginlerini yanına gelen seyise teslim ettiğinde tekrar eve geçti, inatçı karısı hala dönmemişti. Yatak odalarına çıktı, sırf banyo sefaları yapabilmek için özel getirttiği küvette yalnız yıkandı, hafif bir yemek yedi ve aynı anda kendisine gelen mektuplara göz attı. Vakit ilerliyor fakat Maddalena bir türlü eve dönmüyordu. Sonunda daha fazla dayanamadığında, elindeki kadehi masaya çarpıp, şaşkına dönen Franco'ya seslendi.

"Ahırdakilere atımı hazırlamalarını ve muhafızlara da beş dakika için evin önünde olmalarını söyle!"

O sırada gürültüyü duyup yanına gelen annesi manalı bir bakışla onu izleyince giyinmek için yatak odasına çıkmakta olan Sandrino, yarı yolda durdu. Arkasını dönüp kadının yüzüne baktığında, Maddalena'nın yerini bilmediği hakkındaki sözlerinin doğruluğundan şüphelendi. Annesinin anlattığına göre eve döndüğünde Maddalena çoktan gitmişti. Lavinia'da Maddalena'dan kısa bir zaman sonra kızıyla birlikte Roma'ya dönmüştü. İkisi de söylediklerine göre nereye gittiğini bilmiyordu. Sandrino'nun suratı asık, kaşları çatıktı. Annesine tekrar bir şey bilip bilmediğini sormanın bir faydası olmayacağını bildiğinden merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı.

Bir buçuk saat sonra, Antik Roma geleneklerine uygun inşa edilmiş De Benardi Sarayı'nın iç avlusunda girdiğinde yüzünde artık ifadesiz taş gibi bir maske vardı. Maddalena'yı alıp bir an önce gidecekti, gerekirse zor kullanacaktı hiç kimse ona engel olamazdı.

Atından inerken Alfonso De Benardi onu karşılamak için hızlı adımlarla merdivenlerden aşağıya iniyordu. Karşısına geçtiğinde, afallamış yüzünden onu bu vakitte evlerinde görmeyi beklemediği okunuyordu. Fakat yüzünde oluşan şaşkınlığı hemen ölçülü bir ifadeyle sakladı.

"Lord Panzio, hoş geldiniz."

Sandrino başıyla selam verdi, atının dizginlerini arkasındaki Gennaro'ya verirken Alfonso konuşmaya devam etti.

"Sizi görmeyi beklemiyordum, kusuruma bakmayın. Maddalena nasıl? Keşke o da gelseydi."

Sandrino'nun kulakları uğuldamaya başladı. Gururunu çiğnemeyi göze alarak Roma'ya ailesinin evine kadar gelmişti. Fakat Maddalena yoktu! Sinirden gülmemek için kendini zor tuttu. Aralarında oluşan tuhaf durumu ve bir anlık yüzüne yansıyan şaşkınlığını örtmek için aklından bir bahane uydurdu.

"Bu akşam bu tarafta işim vardı. Bende sizi haftaya bugün evliliğimiz onuruna vereceğimiz kutlamaya bizzat davet etmek için kendim geldim. Maddalena da iyi, evde."

Elime geçirdiğinde hiç iyi olmayacağını garanti ederim, diye tamamladı sözlerini içinden.

"Haftaya ailenizi bekliyoruz. İyi günler Sinyor De Benardi."

Sözlerinin ardından adama baştan savma bir selam veren Sandrino, atına binerek yönünü kapıya çevirdi. Vakit gittikçe ilerliyor, kasvetli yağmur bulutları gökyüzüne yerleşiyordu. Gök şiddetli bir fırtınaya gebeydi. Fakat içinde kopan fırtına bundan çok daha kötüydü. Roma'nın taş sokaklarında ilerlerken önünü görmüyordu bile, kanı donmuştu. İçi öfkeyle dolup taşıyordu. Tam o anda farklı bir şey hissetmeye başladı. Korku.

Ya başına bir şey gelmişse? Nereye gittiğini, güvende ve sağlıklı olup olmadığını bilmemek nefesini kesti. Kaybolmuş, korkmuş, parasız bir şekilde zalim birinin eline düşmüşse? Lucca yolunda ona saldıranlar Maddalena'yı ellerine geçirmişse? Kalbi çılgın gibi çarparken zihni kötü ihtimallerle dolup taşıyordu. Tanrı aşkına neredeydi?! Onu alev alev yakan öfke ve korkuyla sıktığı dişlerinin arasından Maddalena! diye inleyerek atını çevirdi. Gerekirse taş taş üzerinde bırakmayacak ve onu sabah olmadan bulacaktı. Gennaro ve suikasta uğradığından beri ona eşlik eden muhafızlara emir verirken bir gencin atını ona doğru sürdüğünü fark etti. Yaklaştığında, pelerinin altından bir mektup çıkarıp, uzatmış sonrasında geldiği gibi hızla geri gözden kaybolmuştu.

**

Sandretta Topraklarındaki Av Köşkü, Viterbo

Sakin bir ilkbahar akşamı, yarım ay gökyüzündeki yerini almışken Natilda bahçeye açılan revaklı koridorda durmuş, ince yağmur damlalarının düştüğü bahçede eğlenen Maddalena'yı izliyordu. O başının üzerinde çatıyla konurken, ıslanmayı umursamayan Maddalena, kendisinden iki yaş daha küçük kâhyanın kızıyla dans edip gülüyordu.

Birlikte verandada sessiz bir akşam yemeği yerken, hava bir anda bozmuştu. Önce gök gürlemiş ve şimşek çaktıktan sonra ilk damlalar düşmeye başlamıştı. Sandalyesinde arkasına yaslanıp hemen birkaç adım adım ilerisindeki manzaraya bakan Maddalena, uzaktan izlenmeyecek kadar güzel olduğunu mırıldanmıştı. Bahçeye inmek istemiş, bunun çocuksu bir istek olduğunu düşüneceğinden ona dokunmayıp o sırada boş tabakları toplamak için gelen genç kızı kendiyle birlikte bahçeye çekmişti.

Dün beklenmedik bir şekilde av köşküne geldiklerinde, mülkün daimi hizmetlileri olan Gaudio'lar onlara hiç soru sormadan kapıları açmıştı. Bay Gaudio evin kâhyalığını üstleniyordu, eşi ise köşkün mutfağından sorumluydu. Yanlarındaki hizmetkârla Panzio'ların av köşkünü idare ediyorlardı. Maddalena, Sandrino'nun bir takım işleri olduğunu ve bittiğinde yanına geleceğini söylemiş, hepsi de ona inanmıştı. Hiçbiri işin asılının başka olduğunu, onu Lavinia'nın av köşküne yerleştirdiğini bilmiyordu. Onlar için hemen odalar hazırlanmıştı. Natilda, hizmetkârların kaldığı katta bir odaya geçerken Maddalena için ise köşkün en büyük ikinci odası olan Sandrino'nun dairesi hazırlanmıştı. Verilen odanın, kocasının bekar olduğu zamanlarda kaldığı oda olduğunu fark ettiğinde Maddalena önce sinirlenmiş fakat Gaudio'ların gözünde tuhaf duruma düşmemek için kabullenmişti.

Natilda, gözlerini kapatmış etrafında dönerek yüzüne düşen damlalara karşı gülen Maddalena'yı baştan aşağıya süzdü. Yabancı gözlerle bakan biri gerçekten mutlu olduğuna inanabilirdi fakat Natilda, onun içini görüyor, adeta kitap gibi okuyordu. Üzüntüsünü neşeyle bastırdığını ondan daha iyi kimse bilemezdi. Dün gece ağlamamak için umutsuzca çaba harcadığı anlarda söyledikleri hala kulağındaydı.

Olmuyor Natilda. Olmuyor, ne yaparsam yapayım olmuyor. Kalbim o kadar acıyor ki, dayanamıyorum artık. Ben neden Lucca'da onun evlilik teklifini kabul edip, buraya geldim biliyor musun? Ailem olsun istedim, Sandrino beni birazcık sevsin istedim. Yanımda olsun istedim. O beni sevmedi asla da sevmeyecek.

Natilda bir an gözlerini kapadı ve derin derin içini çekti. Fazlasıyla hayalperestti. Yukarı topladığı etekleriyle, ay ışığının altında yağmura karşı dans ederken bile hayalleriyle dans edercesine kendinden geçmişti. İçinde taşıdığı, bu kendi benliğini aşan yoğun coşku onun hem en büyük zaafı hem de en büyük gücüydü. Bunları düşünürken dudağının kenarında beliren gülümsemeyi hemen yok eden Natilda, kollarını kavuşturdu. Kararlı bir sesle Maddalena'ya seslendi.

"Maddalena yeter artık. Rüzgâr esiyor, yağmur hızlandı, hasta olacaksınız."

Lucca'da halasıyla kaldığı zamanlarda olsa sözünü dinletebilmek için birkaç kez daha seslenmesi gerekecekken Maddalena bu kez onu buna mecbur bırakmamıştı. Arkasını dönen Natilda, sandalyenin üzerindeki şala uzanıp yanına gelen Maddalena'nın omuzlarına sardı. Küçük yüzü ıslaktı, esen soğuk rüzgâra rağmen yanakları kızarmış, örgüsünden kurtulmuş ıslak ince sarı saç tutamları yüzüne geliyordu.

İki kız üzerine aldığı kalın pamuklu şallarla kendini kurulayıp, ısınırken Natilda, köşkün kâhyası Otto'nun karısı Renira, kaynattığı sıcak sütlerle gelmişti. Üzerinde dumanın esen sütü alıp Maddalena'ya uzatan Natilda içmesinde ısrarcı oldu. Bir süre daha orada kalmışlar, boşalan kadehi kadına teslim ettiklerinde yanlarından ayrılmışlardı. U biçiminde bahçeyi saran duvarları ve yer döşemelerinden Panzio ailesine oldukça uzun yıllar hizmet ettiği belli olan revaklı koridor boyunca eve doğru ilerlemeye başlamışlardı. İşitme mesafesinden çıktıklarında Natilda, Maddalena'nın kolunu tutup anlayışlı fakat dikkatini çekecek bir tavırla onu uyarmıştı.

"Eğlenmek istemeni anlıyorum fakat karanlıkta yağmurun altında dans etmek.... Maddalena insanlar sana baktığında artık evli bir kadın görüyor. Sen onların efendilerinin karısısın. Öylece kızlarıyla denkmişsiniz gibi dans edemezsin. Üzerinde evliliğin bir ağırlığı olmalı."

Dün geceyi ağlayarak geçirmiş olsa bile, Maddalena'nın duruşunda kararlı bir zarafet, yüz ifadesinde inatçı bir gurur vardı. Umursamaz bir sesle söylenmişti.

"Pabucumun evliliği."

Bu sözün ardından kaşları çatılan Natilda'ya dik başlı bir bakış atan Maddalena, önüne döndü ve ilerlemeye devam etti. Ortada bir evliliğin kaldığından bile şüpheliydi. Bir kalenin kapılarına benzeyen kemerinde dizi haline taşa oyulmuş Panzio armalarının yer aldığı yüksek kapılardan girdiğinde, içerisinin normalden daha karanlık ve sessiz olduğunu fark etti. Duvarlarda yanan birkaç apliğin dışında kalan tüm mumlar söndürülmüştü. Aheste aheste yürürken gülümseyerek söylenmişti.

"İçerisi neden bu kadar karanlık? Ve sessiz. Av köşkünde gün bu kadar erken mi bitiyormuş."

"Emin değilim."

Biraz önce, yağmurun altında kahkahalarla gülüp dans ederken etrafı saran neşe ardından evin içine hakim olan bu iç karartıcı hava hoşuna gitmemişti. Herkesin erkenden yataklara gittiğine ihtimalini düşünürken, söylenmeye devam ediyordu.

"Yoksa mumlardan mı tasarruf ediyoruz? Neden bu-"

Maddalena aynı loş karanlığın hâkim olduğu köşkün giriş holüne girince, karşı duvara yansıyan dev bir gölgeyi fark ederek korkuyla geriye sıçradı. Kendi kendine konuşup eğlenirken sözleri yarıda kalmış, farkında olmadan bir adım arkasında onu takip eden Natilda'ya çarpmıştı. Sandrino onu bulmuştu.

Sırtını arkasındaki kalın sütuna yaslamış, kaslı kollarını göğsünün üzerinde birleştirmişti. Bilekte çaprazlanmış parlak çizmeleriyle her zamanki gibi inanılmaz kaygısız görünüyordu fakat bu kez etrafına zalim bir kararlılık hatta karanlık sert bir rüzgâr estiriyordu. Bakışlarını yavaşça karanlıkta kalan yüzüne doğru çevirince Maddalena içinde bir korku çığlının patladığını hissetti. Daha önce Sandrino'yu hiç böyle görmemişti. Kaya gibi sert yüzüne, çenesindeki kasın seğirişine bakakalmıştı. O kadar şaşırmıştı ki, bir an özgüveni yerle bir olmuş ve haklılığını kaybetmiş, kapana kısılmış, korku içinde küçük bir çocuk gibi hissetmişti.

"Bayan Natilda hizmetkârların hepsi müştemilata geçti, siz de onlara katılın. İkinci bir emrime kadar köşkte muhafızlar dışında kimseyi görmek istemiyorum."

Sandrino buz gibi bir sesle neredeyse azarlayarak Natilda'ya hitap etmişti fakat bakışları onun üstündeydi, üzerindeki baskıyı rahatça hissediyordu. Güçlükle yutkunup, Sandrino ile yalnız kalmanın korkusuyla Natilda'ya dönmüş ve beni bırakma bakışı atmıştı. Yeşil gözlerinin içindeki çocuksu korku açıkça okunuyordu. Fakat buna rağmen, dadısının başını vakur bir tavırla yana eğip "Elbette ekselansları." diyerek cevap verişini hayal kırıklığıyla izledi. Geçebilsin diye kenara çekilmek zorunda kaldı. Fakat Sandrino, henüz sözlerini bitirmemişti.

"Bayan Natilda. Villaya döndüğümüzde, uygun bulduğunuz bir vakitte çalışma odama uğrayın. Anlaşılan o ki sizin görev tanımız hakkında konuşmamız gerekenler var."

Bu iğneleyici sözleri dinleyen Maddalena şaşkınlıkla irkilmişti. Fakat Natilda istifini bozmamış, Sandrino'nun karşısında eğilip bükülmemişti. Roma'nın küçük bir kasabasından gelen halktan biri olmasına rağmen korkusuz bir kadındı. Soylu kan onu etkilemezdi, saygı gösterirdi fakat bunu körü körüne yapmazdı. Çıkık olan burnunun üzerinden Sandrino'ya bakarak, resmi bir tavırla cevabını vermişti.

"Elbette ekselansları, ilk vakitte yanınıza uğrayacağım."

Bu sözlerinin ardından aynı resmiyetle omzunun hizasından bir reverans yapan Natilda, ağır eteklerini topladı ve emrini yerine getirip müştemilata geçmek üzere uzaklaştı. Onu yetiştiren kadını suçluluk ve hayranlık karışımı duygularla izleyen Maddalena ise sinirlenmişti. Evden ayrılıp buraya gelirken ona engel olmadığı için Natilda'yı suçluyor olmalıydı. Fakat kadın onu kararından döndürmeye çalışmış hatta karşısında bir çocuk varmışçasına azarlamıştı. Sandrino'nun dadısını suçlamasına izin veremezdi.

"Ona bu şek-"

Karanlık holde yankılanan ince sesini duyan Sandrino bir anda yerinden doğruldu. Azimli bir aslanın vahşi yürüyüşüyle ona yaklaşmaya başlayınca Maddalena, sözlerine devam edemedi. Olduğu yerde düşünmeksizin bir adım geriledi. Dünden beri içinde ona karşı bir türlü dinmek bilmeyen bir öfkeyle boğuşuyordu fakat bir yandan da ani korkutucu tavrı üzerine felaket gibi çökmüştü.

"Kes sesini Maddalena. Şu anda bana tek kelime etme. Sana o kadar kızgınım ki mantıklı olmam mümkün değil. Bu yaptığını seninle tartışmaya başlamadan önce sinirlerime hâkim olmam gerek. Ama evden kaçtığın ve buraya saklanarak beni Roma'da peşinden koşturduğun için canına okuyacağım, bundan kurtuluşun yok."

Sandrino aralarında birkaç adım mesafe kala durdu ve örgüsünden ayrılmış nemli dağınık saçlarına, kızarmış yüzüne, omuzlarındaki şala sarınmış haline baktı. Yakınına geldiğinde Maddalena üzerindeki kıyafetlerin ıslak olduğu fark etti. Yağmurun altında at sürmüş olmalıydı. Geniş omuzlarını saran siyah ceketinin üzerindeki damlalar ince bir yol halinde aşağıya süzülüyordu. Koyu kahverengi binici çizmeleri yerde çamurlu izler bırakmıştı.

Peşinden gelmiş, onu aramıştı. Bunu düşünmek Maddalena'yı heyecanlandırdı.

Sandrino da ilgiyle onu inceliyordu, sonunda gözlerinin içine bakmaya tahammül edemiyormuş gibi kızgınlıkla homurdanarak konuşmuş ardından koyu renk bir halı kaplı merdivenlerden yönelmişti. Öfkesi, gürültülü adımlarına dahi yansıyordu.

"Yukarı. Konuşacak çok şeyimiz var."

Maddalena o bu kadar sinirliyken doğru düzgün bir konuşma yapabileceklerini düşünmüyordu. Onu takip etmeyi reddederek yerinde kaldı. Onlar içeri girdiğinde yağmur şiddetlenmiş olmalıydı, gök tehlikeli bir şekilde gürlemeye başlamıştı. Şalına daha sıkı sarınıp, gözlerini yüksek pencereye çevirdi. Fakat köşkün merdivenlerini tırmandığı sırada başını aşağı çeviren Sandrino'nun tehditkâr sözleri dışarıda kopmaya hazırlanan fırtınadan çok daha şiddetliydi.

"Maddalena yemin ederim eğer hemen o kıçını buraya getirmezsen, gelip seni zorla çıkarırım. Ve inan bana bu hiç hoşuna gitmez."

Maddalena içine derin bir nefes çekip gözlerini devirdi. Merdivenlere doğru yürümeye başladığında sinirle kendi kendine homurdanıyordu. Yukarı kaldırdığı etekleriyle hızla merdivenleri çıkıp Sandrino'nun yanından geçti. Yağmurun altında dans ederken kirlemiş tek uçları arkasında hafifçe hışırdıyordu. Göz korkutucu bakışlarını yüzünün hemen yanında hissediyordu fakat onu görmezden geldi. Sandrino durumun üzerine gidip tartışmakta ısrarcıysa her şey karşılıklıydı, kendisi de gayet öfkeli ve hazırlıklıydı.

Odaya birkaç adım kaldığında Sandrino, önüne geçip kapıyı içeri girmesi için tuttu ve Maddalena'yı yanından geçmeye mecbur etti. Bedenleri birbirine değmemişti ama aralarında yalnızca birkaç santim mesafe kalmıştı. Maddalena başını yüzüne hiç çevirmeden eşiği geçti fakat tepesinde dikilirken soluk alışını duyup, keskin erkeksi kokusunu almış ve yüreği duracak gibi olmuştu.

Sandrino arkasından kapıyı kapatır kapatmaz dudaklarını birbirine kenetledi. Maddalena, tıpkı Panzio Villasındaki daireleri gibi bir oturma alanı olarak hazırlanmış odada, yemek masasına doğru yürürken o da sanki öfkesini zapt etmeye çalışıyordu. Dışarı da ise masmavi bir şimşek karanlık gökyüzünde aniden belirmiş, etrafı aydınlatıp tekrar karanlığın kollarına bırakmıştı.

"Sana öyle kızgınım ki konuşamıyorum bile."

Bunu söylerken odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürüyor arada durup Maddalena'ya bakıyordu. Daha fazla dayanamayan Maddalena, sinirle dişlerini sıkarak ayağını yere vurdu. Arkasındaki pencereye vuran şiddetli rüzgar ruh halini kamçılıyordu. Kızgın olanın o olmasına şaşırmışçasına tek kaşını yukarı kaldırdı. Asıl sinirli olan oydu ve buna hakkı vardı.

"Sen mi kızgınsın? Neden? Yoksa sanat atölyesindeki o fahişeyle yatmana engel olduğum için mi kızdın? Yazık sana, çok üzüldüm."

Maddalena bir anda parlamıştı. Fakat Sandrino'nun şiddetle başını ona çevirişine bakacak olursa bu pek akıllıca olmamıştı. Burnundan soluyarak üzerine doğru gelmeye başlayan Sandrino işaret parmağını tehditkâr bir şekilde üzerine doğrulttu.

"Sözlerine dikkat et. Bana sana dayağı basıp haddini bildirmem için daha fazla sebep verme."

Dile getirdikleri karşısında ürperen Maddalena, öfke ile karışık şaşkınlıkla bir adım daha geriledi. Aynı tehditti Bernardo ile kaçtığı akşam tekrarladığını hatırlıyordu. Göğsü hızlanan soluklarıyla inip kalkıyordu, kendini onun karşısında dik durmaya zorladı fakat aynı anda karanlığı yırtan bir şimşek daha patlamıştı gökyüzünde. Dudakları arasından kısık bir çığlık çıkarken yerinden sıçradı. Dışarıda kopan fırtına ve üzerine gelmeye devam eden Sandrino arasında sıkışıp kalmıştı. Yüzüne gelen saçlarını geriye çekerken her an biraz daha panikleyen dengesiz ses tonuyla bağırdı.

"İstediğim şekilde konuşurum! Üstelik doğruları konuşuyorum. Aslında ben başıma bunların geleceğini biliyordum da, işte kandırdın beni. Sen değil miydin beni o sevgili metresinle tüm Lucca'ya rezil eden? Beni düşürdüğün durum yetmedi mi?!"

Maddalena konuşurken omuzlarındaki şalı hırsla üzerinden atmıştı. Bağırmaya başladığının farkında bile değildi. Tam sözlerine devam etmek üzereydi ki Sandrino, elini kaldırarak onu susturup kendisi konuşmaya başladı. Mavi gözlerinin içinde kendiyle birlikte etrafını da yakacak koyu bir ateş vardı.

"Başa mı saralım istiyorsun? Biz seninle bu ilişki için çok adım attık. Aylardır iyi kötü bir sürü emek harcadık. Evlendik ya, evlendik, karı kocayız bundan ötesi var mı?"

Şimdi burun buruna duruyorlardı ve birbirlerine bağırıyorlardı. Sandrino'nun yüzü öfkeden kararmıştı, Maddalena'da kendi yüzünün kızarmaya başladığını hissediyordu.

"Çok haklısın, daha iki gün olmadan başka kadınlarla ağız ağıza sarmaş dolaş partiler vermek de bir emek. Nasıl öyle göremedim ben bunu, tüh aptal Maddalena. Ama dur bitmedi, sonra da evden gitti diye gelip burada suçu bende buluyorsun değil mi? Seni kibirli piç kurusu!"

Küfür ettiğinde artık kendini kontrol edemeyecek kadar öfkeden deliye dönen Sandrino, aniden kollarını yakalayarak onu kendine çekti. Sıkılı dişlerinin arasından konuşurken onu zapt etmeye uğraşıyordu.

"Seni ağzı bozuk kadın!"

Maddalena elinden kurtulmaya çalıştı ama bu kollarını tutan parmaklarının birer mengeneye dönüşmesinden başka bir işe yaramadı. Ona dokunduğu anda sıcaklığın tüm vücuduna yayıldığını hissetmiş bu daha çok sinirlenmesine sebep olmuştu. Umutsuzca yumruk yaptığı elleriyle ona vurmaya çalışırken yerinde çırpınıyordu.

"Bırak!"

"Bırakmıyorum. Hoşlansan da hoşlanmasan da, bundan sonra benim sözümü dinleyeceksin."

"Hoşlanmıyorum. Hoşlanmıyorum! Hiç hoşlanmıyorum hem de!"

Maddalena, Sandrino'nun sert tavrı karşısında her an biraz daha korkuya kapılıyor daha fazla debeleniyordu. Fakat karşılık vermeye sürdürdü, içinde taşıdığı kırgınlık öylesine derindi ki ne olacağını umursamayı bırakmıştı. Bir faydası olmayacağını bilse bile tüm gücüyle kolları arasında debelenirken, tekmeler atıp çırpınırken bağırarak suçlamalarına bağrışmaya devam etti.

"Sen ne sanıyordun? Akşam benim karşıma geleceksin, gözümün içine bakacaksın dokunacaksın iki güzel söz söyleyeceksin ben o gördüklerimi unutacak mıyım? Her zamanki çapkın Sandrino meziyetlerini konuşturup beni yumuşatacaksın. Bu kadar kolay mı sandın gerçekten? Onca yaşadıklarımızdan sonra?"

"Sen konuştun şimdi beni dinleyeceksin."

Bu sözlerin ardından Sandrino, omuzlarını sıkıca tutan elleriyle onu çevirdi ve sırtını kendi göğsüne yapıştırınca Maddalena soluk almakta zorlandı. Bir kolunu beline dolarken, parmaklarını onun parmaklarına geçirerek kollarıyla omzunu sıkıca sardı. Arkasındaki güçlü bedeninin sert ve kontrol edemediği bir gerilimle titreştiğini hissetti Maddalena. Vücutları iç içe geçmişti. Sandrino tam kulağının yanında konuşmaya başladığında tavrı kaba ve emrediciydi.

"Beni atölyede öylece bırakıp gidemezsin, o yüzüğü de canının istediği her an çıkaramazsın. Evi terk etmem söz konusu bile olamaz. Nereye gittiğin, sana ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Beni öldürmeye çalışanlar seni eline geçirip götürmüş olabilirdi, yaralanmış ya da yardıma ihtiyacın olabilirdi. Hep aklına eseni yapıyorsun ama burası Lucca değil. Küçük bir sahil şehri değil, Papalığın en büyük eyaleti ve sende Panzio adını taşıyorsun. Biz evliyiz seninle, istediğin zaman çekip gidemezsin. Kızarsın, bağırırsın ama çekip gidemezsin. Ben senin kocanım ve sende buna saygı duymak zorundasın."

"Saygı duyayım, ben mi? Sen karına çok mu saygılısın? Bunları bana tekrar yaşatmayacağını söylemiştin, inandım ben sana!"

"Benim iznim olmadan hiçbir yere gidemezsin!"

İşte o anda Maddalena, başını öne eğip ceketinin yukarı toplanmasıyla açıkta kalan bileğini tüm gücüyle ısırdı. Acıyla inleyen Sandrino'nun bir anlık şaşkınlığından faydalanıp gevşeyen kollarını üzerinden ittirerek yanından kaçtı. Bu gece onunla aynı yatak odasını paylaşmaktansa hizmetkârların dedikodularını göze alır ve başka odada uyurdu. Eğer mecbur kalırsa, müştemilatta Natilda'yla bile yatardı. Neredeyse kapıya ulaşmak üzereyken Sandrino belinden yakalayarak onu sertçe yukarı kaldırıp, ayakları yerden kesti. Maddalena panikle kollarına vurup bağırıyordu.

"İndir beni! Sadece koluna takıp uysal karım diye dolaştıracağın bir süs olmamı bekliyorsun değil mi? Kendine söyleneni yapan, emirlere uyup sen kim bilir dışarıda ne haltlar yerden annenin dizinin dibinde oturmamı. Sana sorun çıkarmayan akılsız bir eş olmamı beklediğini biliyorum, tek derdin bu; ailen için evlendin benimle onları susturmak için."

Öfkeden kendini kaybeden Maddalena bu kez dirseğini Sandrino'nun karnına geçirdi. Bunun üzerine dişlerinin arasından acıyla soluyan Sandrino onu tutuğu gibi yere yatırdı, karşı koydukça daha fazla sinirleniyordu. Ellerini tutup, başının üzerine kaldırarak mermer zemine bastırdı. Sonra da debelenmesine engel olmak için bacağını üzerine attı.

"Kola takılıp dolaştıracak bir süs için fazla sorun çıkartıyorsun."

"Sandrino bırak."

"Kaçıncı bu? İkinci evden kaçısın değil mi? Daha öncesini de açalım mı? İster misin?"

Kapana kısılmış bir tavşan gibi sırtüstü yerde yatarken tepesindeki Sandrino'nun keskin bir hırsla parlayan mavi gözleri onu paniğe sürüklüyordu. Sinir bozucu şekilde Bernardo ile kaçışını hatırlattığında titreyen sesiyle çıkışıp, yattığı yerde olabildiğince tepinip bacaklarını savurmaya çalıştı.

"Lanet herif, bırak beni!"

"Hep benim kirli çamaşırlarımı konuşuyoruz, biraz da seninkileri konuşalım. İster misin?"

"Sen iğrenç bir adamsın! Kişi kendinden bilirmiş işi!"

"Sen de çok kavgacı bir kadın oldun, artık yeter dur dedim."

Bunu sözleri kör bir dövüş takip etmişti. Maddelena direnmeye devam ettikçe Sandrino, onu daha sıkı tutuyordu. Ellerini serbest bırakmıştı fakat üzerinden inmemişti. Onun vücudunu üzerinde hissetmeye tahammülü olmayan Maddalena, tırnaklarını geçirip tüm gücüyle savaşmıştı. Gerçeklik algısını kaybetmişti. Bir süre boğuşup bağrışmışlardı. Sonuçta Sandrino göğsüne birkaç yumruk darbesi almış ve bileği de ısırılmıştı. Yüz üstü dönen Maddalena tekmeler savurup, sürünerek kaçmaya çalışınca da üstü üste inen birkaç şaplakla adeta neye uğradığını şaşırmıştı. Sonunda kalçalarından tuttuğu gibi onu geri çeken Sandrino bu kez tüm ağırlığıyla üzerine yatmıştı.

"Önce sen benimle mücadele etmeyi bırakacaksın. Ben de seni anlamaya çalışacağım."

Boğuşmaktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş, nefes nefes kalmış Maddalena, üstü başı dağılmış bir halde nefessiz kalmıştı. Yanağını yere yaslayarak gözlerini kapattı, elinden kurtulmak için umutsuzca çaba harcadığı için yorgun düşmüştü. Sızlayan bedenini hareket ettirmesi mümkün değildi. Üstündeki Sandrino'nun iri ve güçlü bedeninin sıcaklığı, teninin erkeksi yoğun kokusu her yerdeydi. Kulağımın çevresinde hissettiği sıcak nefes ise onu çıldırtıyordu. Geçen her dakika daha fazla kaybediyordu kararlılığını. Soluklarının düzene girmesini beklerken, altındaki bedeni gevşemiş Sandrino'da bunu hissetmişti. Yavaşça biraz öncekine göre daha sakin fakat hala inatçılığını koruyan sesiyle kabul etmişti önerisini.

"Tamam, üzerimden çekil."

Sandrino ağır vücudunu üzerinden kaldırdığında Maddalena'yı da yavaşça sırtüstü çevirdi. İkisi de bir an durdu ve karmaşanın son buluşunu sindirmeye çalıştı. Biraz önceki kaostan kontrole böylesi baş döndürücü bir geçiş yaşamayalı Sandrino için epey olmuştu. Sadece Maddalena, onu böyle sarsabilirdi. İçini çeken Sandrino, uzandığı yerde doğruldu fakat Maddalena'nın üzerinden de tam anlamıyla çekilmedi. Ellerinden birini yere yaslayarak hemen yanında yarım bir şekilde uzandı, diğer elini ise Maddalena'nın yanağındaki sarı bukleyi kenara çektiğinde belinin yanına koydu. Dizginler hala onun ellerindeydi fakat Maddalena'ya konuşabilecek alan da bırakmayı unutmamıştı.

Bu yakınlık karşısında yutkunan Maddalena, yarı uzandığı mermer zeminde olabildiğinde geri çekilip omuzlarını geriye atarak Sandrino'ya baktı.

"Ben sana söyledim Sandrino. Tek bir şartla seninle evlenirim dedim; başka kadın olmayacak dedim. Sana beni başka kadınlarla karıştırma dedim, ben kabul etmem dedim. Her şeyi kenara bırakabileceğimi sana o günde söylemiştim. Eğer içinde saygı olmayan bir evliliğim olacaksa, Panzio adının yanında gelen hiçbir şey umrumda değil. Aksi halde yine giderim, beni durduramazsın. "

Maddalena ne kadar cesur konuşsa da gözyaşlarıyla parlayan yeşil gözlerindeki korku ve kırgınlık, Sandrino ne kadar ilişkiler konusunda bencil gözükse de masmavi gözlerindeki şaşkınlık ve hayranlık belli oluyordu.

Sonunda Sandrino'nun dudaklarının kenarında hafif bir gülüş belirdi. Maddalena'nın üzerine doğru eğildi yavaşça, konuştuğunda haşin sesi de yumuşamıştı ama usul usul tehditkâr sözler sarf etmeye devam diyordu.

"Seni zincire vurup eve kitlerim."

"Hayır, yapamazsın."

"Yaparım. Hatta bundan keyif bile alırım."

Maddalena yutkunarak kendini koruma içgüdüsüyle usul usul geriye kaçmaya devam ediyordu. O anda oldukça yakın bir yerde bir şimşek daha çaktı ve bu çığlık atarak yerinden sıçramasına neden oldu. İçgüdüsel bir hareketle öne doğru düşüp, iki eliyle Sandrino'nun omuzlarına tutundu. Sandrino da elini beline koyarak onu tutmuştu. Bir anda aralarında mesafe yok denecek kadar azalmış, neredeyse nefes alacak yer kalmamıştı. Maddalena'nın kalbi çılgın gibi atıyordu. Korku ve heyecanla kalakalmıştı. İkisinin de gözleri ısrarla aralık dudaklarına kayıyor sonra usulca gözlerini buluyordu. Sonra birden ikisi de aynı anda ileri hamle yaptı ve dudakları birbirine çarparcasına kitlendi, dilleri birbirini buldu. Önce yumuşak ve hafif bir öpücükle başladı. Fakat Maddalena ağlamaklı bir sesle iç geçirince Sandrino'nun dili daha derine daldı ve o anda aralarındaki enerji tersine döndü. Öpüşü şiddetlendi, onu çılgınca tahrik edecek bir dozda agresifleşti.

Sandrino'nun onu kaldırıp kendine doğru çekerek kucağına oturttuğunu hayal meyal fark etti. Bir yandan öpmeye devam ediyordu. Maddalena kollarını boynuna doladığında, sırtındaki eliyle onu tamamen kendine bastırdı. Ellerinden biri kalın örgüsünü buldu, ucundaki kurdeleye asılarak yolundan çektiğinde aralarına giren parmaklarıyla altın sarısı gür saçlarını omuzlarına dağıttı. Onu gittikçe daha haşin öpmeye ve dudaklarını ısırmaya başladı. Titreyen ellerini onun sırtında gezdiriyorken Maddalena kontrolünü çoktan kaybetmişti.

Nefesi kesilmiş halde dudaklarını ayırıp titreyerek bir soluk aldığında, Sandrino'nun ateş gibi yanan sert bedeninin her santimini en derininde hissediyordu. Omzundaki elleri yavaşça boynundan yanaklarına doğru kaydı farkında olmadan, yeşil gözlerini yavaşça Sandrino'nun yüzüne kaydırdığında onunkilere eş bir yoğunlukla koyulaşan mavi gözleriyle buluştu. Birbirlerinin gözlerine bakarlarken, hızlı solukları birbirlerine karışıyordu.

"Sandrino."

Maddalena nefes nefese onun adını fısıldadığında, Sandrino'da boynunda atan ince damarın üzerine küçük bir öpücük bıraktı. Sonra başını kaldırdı ve alnını onunkine yasladı.

"Bırak aramızdaki bu savaşı bitirelim."

Sandrino sanki onu dokunuşlarına ayak uydurmaya devam etmişti. Dudakları yeniden onun aralık dudaklarına geri döndü. Hafifçe öptü, Maddalena'da ellerini sırtına doğru kaydırdı, tırnaklarıyla hafifçe baskı yapıyordu. Dilleri yeniden birbiriyle buluştu. Sandrino'nun avuç içlerini bacağında hissetti, kucağında oturduğu için yukarı toplanan eteğinin altına kolayca girmişti. Alt dudağından bir ısırık alıp serbest bıraktığında Maddalena inleyerek ona biraz daha güçlü tutundu. İkisi de tutuklularının esiri olmuştu, bedenleri alev alev yanıyordu.

Bir an sonra sırtında duran Sandrino'nun elleri, sabırsızlıkla elbisesinin bağlarına saldırdı. Yılların tecrübesinden gelen bir çabuklukla düğümü bularak bağları gevşetmeye başladı. İçinde uyanan ateşle kendini kaybetmiş Maddalena da koyverdiği soluğuyla ellerini omuzlarından göğsüne kaydırarak ceketinin üzerindeki altın düğmelerin ikisi açtı. Sandrino omuzlarını kavradığı elbiseyi sertçe aşağı indirdiğinde, onun fazla bir ilerleme kaydedemediğini gördü ve hafifçe geri çekilip gülümseyerek düğmeleri teker teker çözüverdi. Ceketinin ardından beyaz gömleğini de kafasının üstünden çekip yere bıraktığında bile gözlerini bir an olsun üzerinden ayırmadı. Vakit kaybetmeden onu tekrar kolları arasına aldı.

Şeffaf kombinezonu ile Sandrino'nun kucağında oturan Maddalena, kısa bir süre için her şeyi unuttu. O an dünya üzerinde ikisinden başka kimse yoktu, sadece onlara ait olan bir dünyaya adım atmışlardı. Titreyen ellerini kaldırıp Sandrino'nun göğsüne yasladı usulca. Tenine yayılmış sarı yumuşak kılları üzerinde avuç içlerini çekinerek gezdirirken nabzının sesini değil kulaklarında tüm vücudunda duyuyordu. Göğüs kasları ve kaburgalarının çizgisini parmak uçlarıyla takip ederken yavaşça başını kaldırıp Sandrino'nun yüzüne baktı. Güçlükle yutkunan boğazının hareketini fak edince vücudunun dokunuşlarına nasıl güçlü tepki verdiğini gördü. Sandrino inleyerek, elini uzattı ve onun ince boynunu okşamaya başladı.

"Tanrım Maddalena. Delirtiyorsun beni. Sana duyduğum arzu artık canımı yakıyor."

Maddalena bu sözleri sindiremeden Sandrino, yüzüne iyice yaklaşıp, onu ateşli bir tutkuyla öptü. Maddalena ise ellerini sırtında, pazılarında ve geniş omuzlarında gezdirmeye devam etti. Öpüşmeleri gittikçe daha derinleşiyordu, Sandrino sanki onu öpmek, bedenine dokunmak bir ihtiyaçmış gibi, bir an daha bekleyemeyecekmiş gibi öpüyordu onu. Dilleri birbirlerine karışırken Maddalena'nın damarlarındaki kan daha sıcak akmaya başladı. Sandrino'nun elleri boynundan aşağıya bir yol çizip, kombinezonun yakasına doğru kaydı. Maddalena çıplak göğsü üstünde sert elinin sıcak dokunuşunu hissedince nefesi kesildi. Meme uçlarını, bütün sinir uçlarını bedeninin tamamının tatlı bir ıstırapla titremesine neden olacak şekilde uyaran ustalıkla okşadığı anda gözlerini sıkıca kapatıp zevkten kaskatı hale gelen Maddalena, kendini aniden geriye çekti. İncecik geceliğinin askılarını omuzlarından düşürmeye hazırlanan Sandrino'nun elini tutup yakalayıp engel oldu. Konuştuğunda sesi öylesine cılız ki Sandrino zar zor duyabilmişti.

"Dur. Lütfen."

Sandrino başını kaldırıp önündeki bir çift zümrüdü andıran yeşil gözlere baktığında gözyaşlarıyla dolu olduğunu gördü. Maddalena ağlıyordu. Öpücükleriyle kızarıp dolgunlaşmış dudakları titriyorken, gözyaşları uzun kirpiklerinden yanaklarına damlamaya başladı. Kolları arasından titreyerek içli içli ağlayan Maddalena'nın hali Sandrino'nun kalbini acıttı.

"Maddalena?"

Elini usulca Maddalena'nın yüzüne uzatan Sandrino, gözyaşlarına dokundu. Yüzündeki izlerini şefkatle takip ederek bizzat sorumlusu olduğu acıyı silmeye çalıştı. Tavrı, yumuşak ve şefkat doluydu. Maddalena yüzünde parmaklarını hissettiğinde bir soluk alıp gözlerini araladı. Sandrino, başparmağıyla alnının ince hattını, elmacık kemiklerinin üzerini okşuyordu, parmak ucunu dudaklarının üzerine gezdirdi. Gözlerine bakarken yaklaşıp önce alnına, yanaklarına ve burnunun üzerine küçük buseler bıraktı. Elini yanağına yasladığında akan gözyaşlarını başparmağıyla silmeye devam ederken yavaşça konuştu.

"Ağlama birtanem. Ağlama."

"Çok korktum, her şey bitti diye."

Maddalena gözyaşlarına hakim olacak gücü kendinde bulamıyordu. Kendi rızasıyla onunla bu korkusunu paylaştığına ise inanamadı ve gerçekten böyle hissediyor olması onu da çok şaşırttı.

Sesindeki saf acıyı hisseden Sandino ise gözlerine hüzünle bakıyordu. Yanağına düşmüş dağınık buklelerden birini eliyle ittiğinde, avuç içlerini yanaklarında gezdirmeye başladı. Yüzünün her santimini uzun uzun şevkatle okşadı.

"Dün akşamdan beri seni düşünmek dışında hiçbir şey yapamadım. Sensiz hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Nasıl bırakıp gidersin? Beni darmadağın ediyorsun farkında değil misin?"

Buruk bir sevinç hissi yaktı Maddalena'nın içini. Gittiği için üzülmüştü. Peşinden gelmiş, ondan vazgeçmemişti. Sandrino'a karşı olan hislerinin ulaştığı derinlik öylesine güçlüydü ki bu durum onu ürkütüyordu. Elini usulca kaldırıp Sandrino'nun kalbinin hizasına, göğsüne koydu. Elinin altında küt küt attığını hissedebiliyordu. Başını kaldırıp gözlerinin içine bakarken usulca konuştu.

"Sandrino beni bırakma, söz ver."

Bu sözleriyle birlikte Sandrino eğilip, onu dudaklarından öptü. Göğsünün üzerindeki elini tutup, parmaklarını birbirine geçirirken hafifçe gülümsedi.

"Seninle sevişip sabaha burada bırakıp gideceğim."

Bunu duyan Maddalena'nın kaşları yukarı kalktı. Zümrüt yeşili gözleri hala gözyaşları ile parlıyordu. Başını sallayıp tıpkı onun gibi hafifçe gülümsedi. Birbirine kenetli olan parmaklarını sıkarken göz temasımızı hiç bozmadan karşılık verdi.

"Beni bırakırsan seni öldürürüm."

Sandrino'nun parmakları Maddalena'nın saçlarında gezindi, elini yanağına yasladığında yoğun hisleri yüzünden kısılan sesiyle fısıldadı.

"Öldürüyorsun zaten."

Odanın içindeki parlayıp sönen mumların yumuşak ışıkları çevrelerine yayılırken, ikisi de göz temasını kesmiyordu. Birbirine kenetlenmiş bakışları tüm ruhlarına işliyordu. Ardından Maddalena Sandrino'nun kendisini öpmesini bekler gibi başını hafifçe yana eğdi. Sandrino son ana kadar gözlerine bakmayı kesmeden yavaşça dudaklarına sokulup öpmeye başladı. Maddalena'nın bedeni ona duyduğu kırgın bir aşkla kollarında titremekteydi. Gittikçe daha arzulu bir şekilde öpüşüyorlardı. Elleri birbirlerinin sırtında, kollarında geziniyor, birbirlerini kendi bedenlerine bastırıyorlardı.

Şehvet ve tutku ikisini de ele geçiriyordu. Öyle ki Sandrino parmaklarıyla fildişi şeffaf kombinezonunu omuzlarından düşürdüğünde Maddalena bu kez ona, kollarını boynuna etrafına dolayarak karşılık verdi. Sandrino narin vücuduna dokunmaya başladı, ellerini usulca gögüslerinin üzerinde okşar gibi dolaştırıyor, onları hafifçe avuçluyor, doymak bilmez öpücüklere boğuyordu. Bedeninin yumuşadığını hissettiğinde, hünerli elleriyle belinde toplanan elbiseyi yolundan çektiği gibi onu kucağına aldı ve ayağa kalkıp yatağa yöneldi. Dizini şilteye yaslayıp Maddalena'yı bıraktı. Pantolonunu ve çizmelerini çıkartmak için üzerinden kalkmadan önce ona öylesine tutkulu bir öpücük verdi ki geri çekildiğinde Maddalena, kısık bir iniltiyle kollarını uzatıp onu yakalamak istedi.

Yarı kapalı gözlerini açıp bakınca Maddalena, onun pantolonun önünü çözdüğünü gördü, kalbi deli gibi atıyordu. Yavaşça indirip, bacaklarından sıyırırken Sandrino mavi gözlerini bir an olsun onun üzerinden ayırmadı. Düzenli nefes alış verişi tamamen kontrol altında olduğunu gösteriyordu, bu hali Maddalena'yı daha çok heyecanlandırıyordu. Kıyafetlerini yere attığında, iki bacağını nazikçe tutarak arasına doğru emekleyip, geniş gövdesiyle üzerine doğru kaydı ve o anda çıplak sertliği Maddalena'nın tenine değdi. O şaşırıp irkilince Sandrino hafifçe güldü. Parmağını onun alt dudağına götürdü ve ona doğru eğildi. Göz temasını bir an bile kaybetmeden, baş döndürücü bir hal alan gülümsemesiyle boynunu öpüp kulağına ilerlerken fısıldadı.

"Maddalena... seni istiyorum. Çok uzun zamandır durmaksızın bunun hayaliyle yaşıyorum."

Sandrino'nun sesi nefes alışında kaybolurken Maddalena omuzlarını tuttu. kendini bırakmış, teslim olmuştu. Ne yaptığını, nasıl yaptığını bilmiyordu. Yalnızca tutkuyla dolup taştığını hissediyordu. Sandrino'nun vücudunun her yanında dolanan dokunuşları onu ele geçiriyordu. Sandrino önce dudaklarına haşin bir öpücük bıraktı, ardından çenesinden aşağıya boynuna, köprücük kemiğime indi. Göğüslerini okşayıp, zevk tomurcukları gibi sertleşmiş meme uçlarına doğru kayan dudaklarını hisseden Maddalena'nın sırtı aldığı zevkle gerilip bütün sinir uçlarına kadar titredi. Dili ve dudakları onu derin ve haşin hareketlerle çekiştirmeye başladığında yarattığı tutku kasırgası Maddalena'yı yutacaktı adeta. Diğer eli ise göğsünden kalçasına dek inmiş, onu bacaklarını biraz daha açamaya ikna ederek hassas noktalarını okşayarak dans ediyor, ona arzu dolu bir işkence yaşatıyordu. İçinde uyandırdığı bu zorlayıcı ve karşı konulmaz hazla inleyerek omuzlarına tutundu, tırnaklarını kaslarına geçirerek ağladı. Sandrino kalçasını, en hassas noktasına usul usul sürtmeye başladığında ise gözleri fal taşı gibi açıldı. Yakışıklı yüzü hemen önündeydi, muzip kaygısız yüzü şimdi ihtirasla kararıp sertleşmiş, kaskatı bir çene ve yanan gözlerle kendini tutmaya çalışmaktan şakağında bir damar atmaya başlamıştı. Büyük eli yavaşça kalçası tutup onu kendine doğru kaldırdığında, sertliğini tamamen hisseden Maddalena şaşkın bir iniltiyle tırnaklarını pazılarına daha derin geçirdi. Aynı anda dudaklarından adı dökülüyordu.

Maddalena'nın kollarında kendini kaybedişi Sandrino'nun şehvetini daha da alevlendiriyordu. Her inleyişi, elinin altında her kıvranışı ve ne istediğini bilmez bir halde çaresizce adını sayıklaması fena halde dağıtıyordu onu. İçinde şehvetli bir kadın yattığını daha önceden görmüştü fakat kollarında ortaya çıkan bu büyüleyici kadın aklını başından almıştı. Duyduğu bu tarifsiz açlık ise onu ciddi anlamda hayrete düşürüyordu. Aklını kaybedecek kadar çok arzuluyordu onu. Ellerini başımın iki yanına yaslayıp üzerine eğildi ve onun narin bedeniyle kendi bedeninin buluşturmak için hareketlenmeden önce aralanmış dudaklarına küçük bir öpücük kondurup, gözlerinin içine baktı.

"Doyamıyorum sana. Biliyorum asla doyamayacağım."

**

"Maddalena."

Uykusunun en tatlı yerinde cezbedici bir ses adını fısıldadığında Maddalena anlaşılmaz bir şeyler mırıldanmış sonra yeniden hareketsizleşerek uyumaya devam etmişti. Çıplak tenini okşayan yumuşak örtüler arasında sonsuza kadar öylece kalmaktan başka bir şey istemiyordu. Ne kadar huzurlu bir sabahtı. Yüksek bir ahşap çerçeveden sarkan koyu renk kadife perdeler ışığı yumuşatıyor, dışarıda bir yerlerde ağaçların dallarında öten kuşların sesleri geliyordu.

Gördüğü huzurlu rüyasına geri dönmek istiyordu fakat uykusunu bölen her kimse şansını zorlamaya devam ediyordu. Yüzüne değen bir şey huylanmasına sebep oluyordu. Yarı uyur halde homurdanırken, aynı cezbedici ses kulağına doğru eğilip tekrar adını fısıldadı. İçini tuhaf eden bir melodiyle hecelerine ayırarak uzattığı adını iki kez daha mırıldandı. Bu bile başlı başına Maddalena'nın huylanması için bir sebepti.

Sandrino'nun onu izlediği hissetmişti, gözlerini açmasına gerek yoktu eşsiz kokusunu alabiliyordu. Kirpikleri titreşmiş, gözkapakları kıpırdanmaya başlamışsa da gözlerini kapalı tuttu. İtiraz edercesine yüzünü buruşturup eliyle yüzüne tuttuğu her neyse uzaklaştırdı. Tam kurtulduğunu sandığında aynı şey tekrar geldi, artık bir tüy olduğundan emindi. Gıdıklanıp istemeden güldü. Kurtulamayacağını anladığında gönülsüzce sırtüstü dönüp, gözlerini araladı.

Maddalena gözlerini ovuşturup, odaklanmaya başlayınca karşısında masmavi bir denizin ona bakmakta olduğunu gördü. Yanına oturmuştu, yüzünde capcanlı bir gülümsemeyle bilincinin açılışını izliyordu. Elinde ise ince uzun bir kuş tüyü vardı. O gözlerini kırpıştırırken, Sandrino üzerine eğildi, yüzündeki saçları çekerken yumuşak sesiyle selam verdi.

"Günaydın."

Maddalena konuşmadı, Sandrino'nun parmakları çıplak omzundan kollarına hafif dokunuşlarla inerken o, uykulu bir halde sırtüstü uzanmış, dağınık sarı saçları ve hafifçe bronzlaşmış teniyle çok yakışıklı görünen haline bakıyordu. Kendine güveni muazzam seviyedeydi, bunu parlak gözlerinden okuyabiliyordu. O anda, Sandrino'nun siyah renkte kalın saten bir kumaştan dikilmiş sabahlık giydiğini fark etti. Kuşağını düğümlemişti fakat neredeyse göbeğine kadar açık olan önünden sarı tüyler görünüyordu.

O anda gecenin anıları bir anı sel gibi zihnine doluverdi, Maddalena yüzünün renginin kırmızıya döndüğünü hissetti. Geçirdikleri upuzun şehvet dolu gecenin aynı zamanda bu kadar duygu yüklü olabileceği fikriyle sersemlemişti. Gecenin çoğunu birbirlerine dokunarak geçirmişlerdi. Maddalena sonunda yanağını Sandrino'nun göğsüne yaslayıp tükenmiş bir halde uykuya dalmadan önce bir kez daha sevişmişlerdi. Ufku belli belirsiz bir aydınlık kaplarken, henüz birkaç saat uyuyabilmişti ki bu kez de hissi bir şölenin ortasında uyanmak zorunda kalmıştı. Sandrino onu tatlı tatlı öpüp, kulağına güzel sözler mırıldanarak baştan çıkarmıştı. Maddalena böyle bir cazibeye karşı koyabilecek güce sahip değildi. Sandrino bu kez onunla uzun uzun, acele etmeden sevişmiş, mest eden bir şefkatle dokunmuştu. Maddalena'nın hayatımda yaşadığı en duygusal andı; gözleri o ham, duygusal ihtiyaçla kenetlenmişken, vücutları birbirine duydukları arzuyla titriyordu. Yeni günün ilk ışıkları pencerelerine vurmaya başlarken, tekrar Sandrino'nun kollarında uyuyakalmıştı.

O, Sandrino'nun yüzüne duygu yüklü gözleriyle bakmaya devam ediyordu. Sandrino ise hisleri konusunda daha kontrollüydü, ondan erken uyanmış ve manzarasının tadını doyasıya çıkartmıştı. Maddalena'nın onun yatağında gür ve dalgalı saçları yastığına dağılmış huzurla uyuyan halini hafızasına kazınmıştı. Fakat yine de yeterli gelmemişti, öylece oturup saatlerce seyredebilirdi.

Sandrino, Maddalena'dan karşılık almayacağının farkına vardığında, yüzünde zafer kazanmış bir sırıtışla elindeki tüyü tekrar yüzüne uzattı. Burnunun üzerinde dolaştırırken aynı anda kelimeleri uzatarak muzip bir sesle onu kendine getirmeye çalıştı.

"Maddalena? Maddalena? Orada mısın?"

"Yapma. Sandrino yapma. Sandrino!"

Yüzünü gıdıklayan tüyü uzaklaştırmaya çalışan Maddalena'nın sesi bir anda odada yankılandı. Dirseklerinden destek alıp doğrulmaya çalışırken çıplaklığını örten örtü aşağıya kaymış can havliyle onu göğüslerinin üzerine çekerken aynı anda da Sandrino ile uğraşıyordu. Ama başını ne kadar çevirirse Sandrino'nun eli şakacı bir şekilde yüzünü takip ediyordu. Onunla alay etmeye devam ederken tüyü omuzlarından aşağıya indirmeye başlamıştı ki Maddalena can havliyle elini tutup tüyü aldı ve yatağın diğer tarafına attı. Sandrino bencil bir şekilde gülümseyerek onun paniklemiş halini izliyordu.

"Dilin çözüldü sonunda. Aklınız başınızdan mı gitti hanımefendi? "

Sandrino bu sabah bir hayli keyifliydi, serseri hatta oyunbozandı. Fakat Maddalena ona her zamanki bilmişliği ile karşılık veremeyecek kadar utangaçtı. Tanrı aşkına, yatak örtüsünün altında çıplaktı ve Sandrino'nun önünde öylece uzanıyordu. Şimdi elini bacağına koymuş, avcunun sıcaklığı bacaklarından tüm vücuduna yayılırken, yavaşça okşayıp sıkması ve aynı ellerin gece boyunca bedeninin en mahrem yerlerine kadar her noktasını okşayışını hatırlarken Maddalena'nın yüreği göğsünden fırlayıp çıkacakmış gibi oluyordu. Aynı şehvetli yolu gülümseyen dudaklarının da izlediği anlar gözlerinin önüne geldikçe utançla dili tutuyordu. Göğüslerinin üzerinde tuttuğu örtünün açılmamasına dikkat ederek, geriye kayıp doğrulurken bakışlarını kaçırdı.

"Lütfen yapma."

Onu izleyip utancını gören Sandrino dudaklarını ısırıp güldü. Bacağındaki elini beline koyduğunda söylediğinin aksini yaptı, sokulup onu kendine çekmeye çalıştı. Dudaklarını yüzüne yaklaştırırken onunla uğraşmaya devam ediyordu.

"Neyi? Tam olarak hangisi olduğunu söylesene? Ama detaylı anlatmanı istiyorum."

Önce elinden kurtulmak için çırpınan Maddalena, onu durdurmak konusunda çok da istekli olmadığını fark edince kıkırdayarak kollarında gevşedi ve onu kendi haline bıraktı. Sandrino boğuk sesiyle her kelimesinin üzerine basa basa konuşurken sıcak nefesi içini gıdıklıyordu. Dudaklarını, onun yanaklarında, gözlerinde ve çenesinde ve örtünün kenarında çıkan göğüslerinin üzerinde gezdirdi. En son dudaklarının üzerine küçük bir öpücük koyup, onu belinden tutarak yatakta dik bir şekilde oturttu.

"Bundan sonra savaşmasak da sevişsek diyorum. Ne dersin?"

Yüzündeki yarım gülümsemeyle, gözlerini devirdi Maddalena. Yatak örtüsünü kafasına kadar çekip, içinde kaybolmak istiyordu. Dudakları arasından lütfen Sandrino diyerek inledi. Fakat Sandrino, bütün yüzünü kaplayan çapkın gülümsemesiyle sözlerine devam etti.

"Ama sen; Sandrino ben savaşmayı seviyorum diyorsan, arada o şekilde de yapabiliriz. Dün akşam yaptığımız gibi. Fakat onun sonunun da nasıl bittiğini gördük. Elime düştün bir kere Maddalena, artık kurtulamazsın."

Öfkeyle dudaklarımı büken Maddalena, eliyle saçlarını geriye çekip bezgin bir şekilde söylendi.

"Hiç izin vermeyeceksin değil mi? Utanmamı bile sabote ediyorsun. Biraz ciddi olabilir misin? Ama çok değil yani, birazına bile razıyım."

"Maddalena ciddiyet prensiplerle olur, onun dışında kalan ciddiyet sıkıcıdır."

"Ya, ne kadar dâhiyane bir düşünce."

"Hem bence ciddi olmak fazla abartılıyor. Zaten çok sıkıcı da bir şey. Sen, ben gün içinde iş yaparken ciddi olmak zorunda olduğum için ne kadar sıkılıyorum biliyor musun? Bilmiyorsun. O yüzden sevgili Maddalena, gel biz seninle ciddiyetsiz bir çift olalım. Kendimiz olalım, doğal olup akışına bırakalım."

Bunları söylerken çıplak kollarını tutan Sandrino, onu şöyle bir sarstı sözlerine katılmaya teşvik edercesine. Maddalena ise yorgun ve çaresizce gülümsemekle yetindi. Israrcı olmadı, bir yararı olmayacağını biliyordu.

"Hadi birlikte kahvaltı yapalım. Ama önce yıkanalım, sıcak su sana iyi gelecek."

"Tamam sen önce yıkan, ben biraz daha uyumak istiyorum."

Sandrino bu sözlerinin ardından ellerinin üzerinden çekip yataktan kalkmıştı. Onu izleyen Maddalena, arkasındaki yastığına uzandı. O yıkanırken, kendini tekrar yumuşak yatağa bırakma hayali kuruyordu. Biraz daha uyuyabilirdi. Ancak tepesinde dikilen Sandrino ona kıstığı gözleriyle bakıyordu. Alçalttığı sesi yumuşak fakat kararlıydı.

"Birlikte."

"Sandrino."

Maddalena sitemle adını mırıldanıp, yukarı kaldırdığı yeşil gözleriyle yüzüne baktı. Daha fazla üzerine gitmemesini rica ediyordu. Fakat Sandrino söylediğinden dönecek gibi değildi. Üzerine eğilip yüzünü ellerinin arasına aldı, gözlerinin içine bakarak konuştu ardından dudağının kenarına küçük bir öpücük kondurup geri çekildi.

"Maddalena birlikte yıkanacağız sonra da kahvaltı yapacağız. Ben şimdi gidiyorum sende biraz sonra bana katılıyorsun."

Maddalena hiçbir şey söylemedi. Bakışlarını yan odaya geçmek için uzaklaşan Sandrino'nun üzerinde asılı kalmıştı. Yürürken siyah sabahlığının kumaşı hafifçe bacaklarına dolanıyordu. O kumaşın altında en az onun kadar çıplak olduğunu biliyordu. Maddalena odada yalnız kaldığında inleyerek ellerini alev alev yanan yüzüne kapattı. Tüm bunlar çok fazlaydı, bu yeni arzuya bulanmış halini tanımakta güçlük çekiyordu.

Böyle olacağı aklının ucundan bile geçmemişti. Böylesine.. duyularını.. kalbini... her zerresinin tamamen esir eden ateşli bir ihtirasla dolup taşacaklarını asla düşünemezdi. Aklı dün geceye ve bu gün doğumunda paylaştıkları anlara kaydıkça enfes bir sarhoşluk hissi doluyordu içine. Ne yaşamışlardı böyle? Vücutlarının her noktasından tutku fışkırıyor gibiydi. Birlikte terden sırılsıklam kalmışlar, yanan bedenleri birbirine yapışmış, göğüsleri her nefeste birlikte inip kalkmıştı. Tıpkı dışarıdaki gibi bir fırtına kopmuştu içlerinde. O tırnaklarını sırtına geçirmiş ağlarken Sandrino'nun da göğsü ilkel bir sesle gümbürdemişti tüm gece. Sonunda yatağa devrilmiş halde, sarılarak ne kadar yattıkları konusunda hiçbir fikri yoktu. Kavgalarının ardından adeta ateşe çekilen pervaneler gibi birbirlerinin kollarına atılmışlardı ve her şey son bulduğunda bile ellerinin birbirlerinin vücutlarından ayıramamışlardı.

Tüm bunların arasında belki de Maddalena'yı en çok etkileyen Sandrino'ya aynı isteklilik ve tutkuyla karşılık verişiydi. Dün gece onu ne kadar fazla arzuladığını tüm açıklığıyla göstermişti. İnkar edemezdi; vücutlarının ahenkli ritminde kaybolmak kendini çok iyi hissettirmişti.

Elleriyle yüzünü ovup, saçlarını düzelten Maddalena yavaşça örtüyü kenara bırakıp yataktan çıktı. Daha attığı ilk adımda bütün vücudunun ağrıdığını fark etti. Her hareketinde kadınlığındaki kaslar sızlıyordu. Yüzünü buruştururken sabaha karşı onu uyutmak için kollarıyla sardığında Sandrino'nun, kulağına "Çok üzgünüm." diye fısıldadığını hatırladı. Daha temkinli davranmak istediğini söylemişti fakat sonrasında kendine engel olamamıştı. Maddelena sebebini şimdi anlıyordu. Sandığın içindeki mavi sabahlığını giydiğinde yeşil gözleri yatağa döndü. Çarşaflara yayılmış kaybettiği bekâretinin kanını gördü, bu kez gerçek olanına bakıyordu. Eğer Panzio Villasında olsalardı, bu hizmetkârları epey düşündürürdü. Fakat burada muhtemelen kimse ikinci bir lekeyi sorgulamazdı.

İçine derin bir nefes çekip, yatak örtüsüyle lekenin üzerini kapatan Maddalena arkasını döndü. Dolgun alt dudağını dişlerinin arasına almış bir halde tereddütle yan odaya doğru yürümeye başladı. Banyo küveti, Panzio Villasındakinden biraz daha küçük tahtadan ve oldukça yüksekti. İçindeki su insanda huzur uyandıran bir yasemin kokusu eşliğinde köpürmüştü. Maddalena kocaman açılmış zümrüt yeşili gözleriyle, ürkek birkaç adım attığında durdu. Yutkunarak başını yavaşça Sandrino'ya çevirdi.

"Bende sizi bekliyordum Bayan Panzio."

Yakışıklı yüzünde alev alev yanan kısık mavi gözleri, tutkulu ve gizemli ifadesiyle, muhteşem görünüyordu. Yanına geldiğinde alnına kaçamak bir öpücük kondurdu. Sanki geldiği için sevinmişti. Maddalena'nın kalbim daha o anda ısındı. Fakat Sandrino'nun üzerindeki siyah sabahlıktan kurtulduğunu fark ettiğinde kıkırdaması yarıda kaldı. Kalbinin yerinden çıkacakmış gibi attığını hissederek, usulca yutkundu. O dudağını dişleyip paniklememeye çalışırken Sandrino usulca arkasına geçti, hissettirmeden sabalığının kuşağına çözmeye başladı. İnce kumaş omuzlarından tenini okşayarak yere düştüğünde, saçlarını kenara itip çıplak omzumu öptü. Daha sonra ise elini tutup onu kendiyle birlikte sıcak su ve köpüğün içine çekti. Tüm o irade savaşlarının, bağrışmaların ve öfke nöbetleri ve gözyaşlarının ardından gelenler Maddalena'nın aklımı başından alacak kadar yoğundu.

**

Kahvaltı, av köşkünün arka bahçesine açılan kemerlerle birbirine bağlanmış kalın sütunların çevrelediği verandaya kurulmuştu. Nefes kesici bir kır manzarasını kucaklayan bahçe Panzio Villası ile kıyaslandığında el değmemiş güzelliğe sahipti. Villa yüksek bir tepeye kurulmuştu av köşkü ise iki tarafı alabildiğince uzanan ağaçlık alanı kucaklıyordu. Arka bahçedeki narenciye bahçeleri ve rengarenk kır çiçekleriyle dinlendirici bir güzelliği vardı. Güzel bir ilkbahar sabahı kuşların cıvıltısı tüm bahçeyi sarmıştı.

Maddalena masayı gördüğünde gülümsemekten kendini alamadı. Yıkanırken akşam hizmetkarların hepsini kovduğunu hatırlatmış, bunun üzerine Sandrino gülerek aç kalmamak için hepsini geri çağırdığını söylemişti. Tuhaf bir şekilde o sabah Maddalena bir hayli açtı. Yüksek sırtlı, ahşap iskemlesine yerleştiğinde önüne konan, yumurta, kurutulmuş et, çıtır çıtır ekmeler ve çeşit çeşit peynirlerle dolu tabağına düşmanca bir bakış atmamıştı. Hizmetkârlar çekildiğinde, birlikte keyifli bir sessizliği paylaşıp kahvaltılarını etmeye başlamışlardı.

Ara sıra üzerinde dönen Sandrino'nun bakışlarını üzerinde hissediyor fakat onunla gereğinden fazla göz teması kurmaktan kaçıyordu. Düşünceleri yine bulanıklaşmıştı. Küvetin içinde sırtını Sandrino'nun göğsüne yaslamış bir halde kendini yıkmasına izin verişinin ardından yüzüne kolayca bakamıyordu. Sandrino ise onun tam aksi şekilde fazlasıyla rahattı. Ne zaman utanmaya başladığını farketse onu daha fazla zorluyordu.

Maddalena bir müddet daha kahvaltısıyla ilgilenip onu görmezden geldi. Fakat sonunda üzerindeki etkisi galip geldi ve başını kaldırıp yüzüne baktı. Keşke bakmasaydı. Ona bakan masmavi gözleri tarafından yutulduğunu hissetti. Tek düşünebildiği, kulağına hoş sözler fısıldayan boğuk sesi, kokusu, dokunuşuydu. Dengesinin iyice bozulduğunu düşünerek sinirlendi. Yanaklarının bir kez daha kızardığını hissediyordu. Kaşlarını sorarcasına yukarı kaldırırken yüzüne dik dik baktı.

"Ne?"

Bu ani çıkışı Sandrino'yu gülümsetti. Kahvaltılarda içtiği beyaz şarabını masaya bırakarak masanın üzerinden ona elini uzattı. Maddalena içini çektiğinde çatalını tabağının yanına bırakıp elini avucunun içine bıraktı. Bunun üzerine Sandrino, onu nazik fakat karşı koyamayacağı bir kuvvetle sandalyesinden kalkmaya zorlayıp kendine doğru çekerek kucağına yanlamasına oturttu. Şaşkınlıktan bocalayan Maddalena, lavanta pembesi basit muslin kumaştan elbisesinin yukarı toplanan eteklerini düzeltmeye çalıştı. Kucağında her an kanatlanıp uçacak bir kuş kadar ürkekti. Bacaklarının ucuna oturmuştu fakat Sandrino kollarını ona daha sıkı sarıp kendine çekti. Kısa bir süre sessizce birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Maddalena utangaç bir şekilde gülümserken Sandrino sanki ona çok başka bir gözle bakıyordu.

"Artık benimle evlenmek zorundasın. Dün geceden sonra böyle devam edemeyiz."

Elini onun belinde gezdiren Sandrino'nun bakışlarında yaramaz bir ifade vardı. Bu merak uyandıran sözleri Maddalena'nın utangaçlığı üzerinden atıp, rahatlamasına sebep oldu. Kucağında yüzünü buruşturduğunda sözlerin ardından ne geleceğini beklediğini gösterircesine kaşlarını yukarı kaldırdı. Aynı anda yavaşça elini omzuna koymuştu.

"Tabi eğer metresim olmayı istersen başka."

Sandrino bu sözlerinin ardından sırıtarak öpmek için başını ona yaklaştırdığında Maddalena omzuna tırnaklarını geçirip, kendini geri çekti.

"Pislik."

Bu yersiz şakasından sonra kucağında inmek istedi fakat onunla eğlenen Sandrino ileri doğru hamle yapıp onu belinden yakaladı ve tekrar kucağına çekti. Yüzleri birbirine çok yakındı, fısıldarken dudaklarını onun dudaklarına sürtüyordu.

"Bende öyle düşünmüştüm."

Maddalena'nın kalbi kulaklarında atmaya başlamıştı yine. Sandrino dudağının kıvrımına bir öpücük kondurduğunda başını geriye çekti ve arkasına yasladı. Bir eliyle üzerindeki pantolonun cebinden bir şey aramaya başladı. Sonunda çıkarıp yukarı kaldırdı. Bu onun Bruno'nun atölyesinde eline verdiği evlilik yüzüğüydü.

"O zaman takıyoruz yüzükleri."

Yüzünü buruşturarak Sandrino'nun elindeki yüzüğe hoşnutsuz bir bakış atan Maddalena, omuzlarını silkerek karşılık verdi.

"Bilmiyorum. Tam emin değilim. Yüzük üzerimde baskı oluşturuyor."

"Öyle mi hanımefendi?"

Verdiği karşılığı dinlerken Sandrino gözlerini kısıp yüzüne bakmıştı. Elindeki yüzüğü yüzüne tutup, tehditkâr bir şekilde sallamaya başladığında Maddalena kıkırdamaya başladı, neredeyse kucağından yere yuvarlanacaktı.

"Bu yüzüğü var ya bunu, yuttururum sana. İşte o zaman asıl baskı neymiş görürsün."

"Sandrino!"

Başını geriye çekerken Sandrino'nun çenesini ısırmasıyla kucağında sıçrayan Maddalena çığlık atıp kendini kurtarmaya çalıştı. Kolları arasında kıvranarak başını umutsuzca sağa sola çevirmeye başladı fakat gözleri kenetlendiği an tüm çırpınışı son buldu. Ona bakan bir çift mavi gözün içinde derin ve sıcacık bir bakış gizliydi. Nazikçe eline tutan Sandrino, parlak pembe taşın süslediği yüzüğü parmağına geçirmeye başladı. Dudağını dişlerken kıkırdayan Maddalena sahte bir huysuzlukla elini geri çeker gibi yapmasına rağmen aslında gerçek bir mücadele vermiyordu.

"Hayır istemiyorum. Çıkardım bir kere ben onu, bitti."

"Takacaksın. Artık savaşmıyoruz, sevişiyoruz Maddalena, unutma."

Sandrino elleriyle yüzünü tutarak kendi yüzüne yaklaştırmaya başlamıştı. Önce tıpkı dün gece ağladığında yaptığı gibi, alnına yanaklarına ve burnunun üzerine küçük buseler bıraktı. Ardından yavaşa dudaklarına sokuldu. Ani hamlelerden kaçınıp doyasıya ağzının içinde dilini gezdiriyordu. Baş döndürücüydü, Maddalena'nın tüm benliğini ele geçiriyordu. Gözleri kendiliğinden kapanmış Maddalena kollarını boynuna doladı, ellerini sırtında gezdirmeye başladı.

Bir süre sonra Sandrino sessizce inleyerek dudaklarını serbest bıraktığında, alnını onunkine yaslayıp kısık sesiyle konuşmuştu.

"Sevdin mi burayı? Birkaç gün kalalım mı?"

"İşlerin ne olacak?"

"Birkaç gün buradan idare edebilirim. Senin sıkılmana da izin vermem, merak etme."

Sesindeki o müstehcen tınıyı artık gayet iyi ayırt edebiliyordu Maddalena. Başını geriye çekip, şüpheyle yüzüne baktı. Onun ne düşündüğünü bakışlarından okuyan Sandrino başını geriye atıp bir kahkaha patlattı.

"Maddalena dikkat et bana benziyorsun."

"Hiç de bile. Arsız olan sensin."

Sandrino gülerek sandalyesinde arkaya yaslanırken bir yandan da dirseğini sandalyenin koluna yaslayıp uzun parmaklarını çenesinde gezdirmeye başladı. Kısılan gözlerinde aklına gelen bir fikirle keyiflenmiş bir ifade vardı.

"Kâğıt oynamayı biliyor musun?"

"Neden soruyorsun?"

Maddalena'nın sarı saçları o sabah ipek bir şelale gibi beline dökülüyordu. Sandrino gizemli bir şekilde gülümseyerek doğrulup onu kolları arasında biraz daha sıkıştırıp, sağ elini bukleleri arasında gezdirmeye başladı.

"Anlarsın."

Bir heyecan dalgasıyla ürperdi Maddalena'nın bedeni. Sandrino'nun yüzüne bakarken şaşkın bir şekilde gülümsüyordu.

"Kumar mı oynayacağız?"

"İçinde bir kumarbaz yatıyor mu ona bakacağız. Eğer kendini bana kanıtlayabilirsen, belki seni yerine bile götürürüm."

Bu fikir Maddalena'yı gülümsetti. Sandrino'nun sık sık şehrin arka sokaklarında kumar oynayıp, tavernalarda vakit geçirdiğini biliyordu. Başta bu alışkanlığından rahatsız olmuş fakat aynı zamanda da merakını uyandırmıştı. Kim bilir nasıl yerlerdi? Düşüncesi bile içini kıpır kıpır etmeye yetmişti. O çoktan hayallere dalmışken konuşmaya devam eden Sandrino'nun son sözleri onu bulutlarından aşağıya indiriverdi.

"Ben yenilikçi bir adamım tatlım. Ama elbette onun da bir sınırı var. Benim yanımdayken ve ben izin verdiğim sürece keyif aldığın her şeyi yapabilirsin."

Maddalena homurdanarak gözlerini devirdi, karşılık vermek için ağzını açmıştı ki yaklaşan ayak seslerini duydu. Bahçede kucağında oturmuş gülüşüp, öpüşerek ne kadar uygunsuz göründüklerini fark edip utandı. Heyecan dolu saf bir dürtüyle ayağa fırladı. Başını eğip beceriksiz bir şekilde eteklerini ve saçlarını düzeltip kendi sandalyesine geçti.

Gennaro elindeki dosyalarla yanlarına gelip, başıyla selam verdiğinde Maddalena kadehini eline almış suyunu içiyordu.

"Efendim. İstediklerinizi belgeleri villadan getirttim."

Sandrino adamı başıyla onaylayıp, çalışma odasına bırakmasını söyledi. Şarabını bitirdi, tabağında kalan birkaç kurutulmuş kayısıyı eline alıp ayağa kalktığında Maddalena'nın yanına geldi. Bir elini masaya yaslayıp yüzüne bakarak konuştu ve elindeki kurutulmuş kayısının birini onun gülümseyen dudaklarından ağzına tıkıverdiğinde çapkın sırıtışıyla göz kırpıp arkasına döndü.

"Ben şimdi gidip sıkıcı bir adam olacağım. Sen kahvaltına devam et. Uslu bir kız ol ve evden çıkma. İşim bittiğinde seni arayacağımdan emin olabilirsin, bu baş döndürücü kokundan bulurum seni."

Bunu takip eden üç günde Panzioların en eski mülkü olan av köşkünün sakinliği ve sessizliğinin keyfini doyasıya çıkartmışlardı. Sessiz bir anlaşma yapmış gibi, tatsız hiçbir konuyu açmamış can sıkıcı şeylerden konuşmamışlardı. Zamanlarını başkalarıyla paylaşmak istemedikleri için kimseyle de görüşmemişlerdi. Sandrino'nun ertelemeyeceği önemli görüşmelerinden kalan zamanlarda, birlikte bahçede ve ağaç korusunda yürüyüş yapmış, at üzerinde kasabaya inip etrafı gezmişlerdi. Sandrino Maddalena'yı köşkün ilerisindeki çayda yüzmeye dahi ikna etmişti. Neredeyse her akşam kâğıt oynamışlardı ve elbette her eli Sandrino kazanmıştı. Onun iflah olmaz bir kumar tutkunu olduğunu ve onunla eğlendiğini bilen Maddalena önce bu duruma bozulmamıştı. Fakat kazandığı için onu kötü emellerine alet ettiğinde işin rengi de değişmişti. Günlerinin çoğunu birlikte şakalaşıp birbirleriyle uğraşarak ve her gece bazen gündüz vakti sevişerek geçirmişlerdi. Maddalena için hayat, kaybetme korkusunun katlanarak büyüdüğü zevklerle dolu rengârenk bir gökkuşağına dönmüştü.

Av kökündeki üçüncü günlerinde, öğleden sonra gezilerinin sonunda ahırlara döndüklerinde ikisinin de yüzünde keyifli bir gülümseme vardı. Kendi atından inen Sandrino, seyislere geri çekilmelerini işaret ettiğinde, kollarını uzatıp Maddalena'nın belinden tutarak onu yavaşça atından indirdi. Birlikte ahırlardan çıkarak bahçede yürümeye başlamışlardı. Av köşkünün az ötesinde tepe yüzünden evden gözükmeyen, bir gün önce birlikte yüzdükleri çaya kadar at sürüp, küçük bir piknik yapmışlardı. Doğanın içinde toplumdaki sınırlamalardan birkaç günlüğüne bile olsa kurtulmuş olmaları ikisinin de hoşuna gidiyordu.

Maddalena son üç güdür yaşadığı güzel günlerinin şaşkınlığıyla içini çekerek kabarık saçlarını yatıştırmaya çalıştı. O gün, üzerine bahar dalı desenli işlemeli bir binici elbisesi giymiş, alt kısmını açık bıraktığı sarı saçlarının üzerine ise elbisesiyle uyumlu bir şapka takmıştı. Yanında yürüyen Sandrino, bakışlarını bahçede gezdirirken Maddalena yan gözle ona baktı. Göl kenarında birlikte şarap içerken ona av köşkünde doğduğundan bahsetmişti. Yakası açık beyaz gömleği, koyu kahve binici pantolonu üzerine parlak siyah çizmeler giymişti. Onunkilere göre daha koyu olan sarı saçları her zamankinden daha dağınık görünüyordu. Hoş bir kasaba delikanlısı havası vardı.

Maddalena burada geçen günleri çok sevmişti. Fakat bir sonraki gün için villaya dönme kararı almışlardı. Av köşkündeki günlerini kastederek hülyalı sesiyle konuştu.

"Daha sonra tekrarlar mıyız?"

Sandrino'nun kıkırdadığını duyduğunda Maddalena yüzünü ona çevirdi. Evet, o çapkın gülüşü tekrar gelmişti. Kolunu omzuna sarıp onu kendine çekerken sesindeki günahkâr vaatler bulunan tınıyla cevap verdi.

"Bugün, yarın, yarından sonraki gün, bir sonraki gün.. akşam, gece gündüz.."

Onun göl kıyısındaki sevişmelerini düşündüğünü anlayan Maddalena, kıpkırmızı kesilmiş yüzünü hızla diğer tarafa çevirdi. Birlikte şaraplarını yudumlayıp, sohbet ederken ne olup bittiğini anlayamadan kendini Sandrino'nun baştan çıkarıcı büyüsüne kapılmış halde buluvermişti. Baş başa geçirdikleri üç gün içinde Sandrino utangaçlığını ezip geçmek için çok uğraşmıştı.

"Ben onu kastetmemiştim."

"Ama ben onu kastetmiştim."

"Sen çok arsız bir adamsın."

Sandrino onu aniden durdurup yanına çekerek gözlerinin içine baktı. Mavi gözleri sıcak bir ifadeyle parlıyordu. Dudaklarını kulağına yaklaştırıp tüylerini ürperten sıcak nefesiyle fısıldadı.

"Sen de tam benim ağzıma layıksın."

Maddalena şaşkınlıkla kıkırdayarak geri çekilmeye çalıştı fakat Sandrino onu kollarından tutup dudaklarını öpmek için göğsüne yapıştırıverdi. Ellerinden birini saçlarının arasına sokup dudaklarını öpmeye başlamıştı ki birden köşkün içinde bir hareketlenme olduğunu hissedip başlarını kaldırdılar. Köşkün kahyası Gaudio açık kapılardan çıkarak, Sandrino'nun biraz ötesinde durdu ve başını eğdi.

"Efendim, ön kapıda sizin için gelenler var. Babanızın Başkatibi burada."

Bunu duyan Sandrino'nun elleri yavaşça Maddalena'nın üzerinden kaydı. Uzun adımlarıyla ön bahçeye çıkmak için yanından ayrılmadan önce Maddalena, onun gülümsemesinin solduğunu, yüz ifadesinin ciddileştiğini gördü. Bedeni bir anda kaskatı kesilmiş, daha bir dakika öncesine kadar onunla gülüşüp şakalaşan sıcak tavrı yerini donuklaşan bir ciddiyete bırakmıştı. Eteklerini tutan Maddalena, peşinden giderek ön bahçeye çıktığında endişeli gözlerle etrafa bakındı.

Önlerinde sarı, mavi ve kırmızı renklerindeki resmi Panzio üniformalarını giymiş olan muhafızlar ve üzerine dukalık arması işlenmiş siyah at arabası duruyordu. Her şey normal bir güne göre fazla resmi, fazla gösterişliydi.

Maddalena sanki tüm bunların ardında saklı olan acıyı hissetmiş gibi, indiği basamaklarda duraksamış yeşil gözleri dolmuştu. Yavaşça yutkunup, başını Sandrino'nun yüzüne çevirdi. Basamakları önündeki dimdik duruşu, sabit bakışlarıyla tüm tepkisizliğine rağmen düştüğü acıyı hissedebiliyordu.

Juan Panzio'nun başkâtibi at arabasının önünde bekliyordu. Sandrino'yu gördüğünde aceleci adımlarıyla karşısına geçip iki büklüm halde eğilerek selam vermişti.

"Efendim, Dük Juan Panzio son nefesini vermek üzere."

Yazan; MirenaMartinell

✨ ✨

İşte bölüm! Bu bölümün ilk kısmını Sezen Aksu dinleyerek yazdım, Maddalena'nın sevgiye olan açlığını kendini bırakmak isteyip terk edilmekten korkmasını, Sandrino'ya güvenmek istemesi.. her duygusu içime işledi. Özellikle o ağlayıp beni bırakma dediği kısımda ben ağlamış bile olabilirim shsdgsg Ama sonra şarkıların yönü yukarıya koyduğum şarkıya doğru kaydı tabi :D Çevirisi bulamadığım için malesef ingilizce koydum, yazarken beni havaya sokan bir melodisi vardı.
Aralarındaki tutkunun boyutunu ne kadar yazarsam yazayım geçiremiyorum gibi geliyor, bu ikilinin birbirine olan çekimi cidden çok derin ondan emin olabilirsiniz. Bundan sonra Sandrino'nun 'savaşmasak da sevişsek.' yönetimi bakalım işe yarayacak mı göreceğiz 👀 😂 Bir sonraki bölüm Juan Panzio'ya veda ediyoruz. İlk kez sevdiğim bir karakterin ölümünü yazıyorum, sanırım bir tık üzgünüm. Kendisi hikayedeki birçok karaktere babalık yapmış bir adam, aile için üzücü olacak. Ama elbette şüphesiz en çok etkilenen kişi Sandrino olacak. Dengeler değişiyor...
Neyse çok konuştum, okuyan herkes oy verip bölüm hakkında küçük de olsa fikrini yazarsa çok mutlu olurum. Lütfen desteğinizi eksik etmeyin. Hepinizi kocaman öpüyorum çiçeklerim, bir sonraki bölümde görüşmek üzere iyi okumalar ❤️❤️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top