Bölüm 18 - "Söz"
"sen tam ona göresin."
✨✨
"Burası fazla açık, kurtların ormanın sınırını takip ettiğine eminim."
Atını Sandrino'nun yanına doğru süren Andreani Ludovico, başıyla ormanın diğer tarafını işaret etmişti. Muhteşem bir bahar sabahıydı, düğün için villada ağırladıkları lordlarla birlikte kurt avına çıkmışlardı. Eğiticilerinin zapt ettiği av köpekleriyle güneş ışığı altında at sürüp, serin gölgeliklere dalarak ilerlerken Sandrino dışında herkesin keyfi yerindeydi. Tamamen onun evliliğini kutlamak adına düzenlenmiş bu anın tadını çıkarmak istiyor fakat tüm çabasına rağmen muzip mizacına uymayacak şekilde sessiz ve düşünceli olan ruh halinden bir türlü sıyrılamıyordu.
"Sandrino sen beni dinliyor musun?"
Safkan Arap atının üzerinde mavi gözleriyle etrafı gözleyen Sandrino, bu sözleri karşısında yüzünü kuzenine çevirdi. Konuşurken aynı anda, dizginlerini tuttuğu eldivenli eliyle hangi yöne gideceklerini işaret ediyordu.
"Evet. Doğru söylüyorsun, sola giden izler var, bu taraftan gideceğiz."
"Demek ava odaklandığın için bu kadar düşüncelisin, harika."
Andreani, sözlerini alaya alırken şüpheli gözlerle onu izlemeye devam ediyordu. Kafasında onu rahatsız eden bir şey olduğunun farkındaydı. Av grubu konuştukları gibi sol tarafa uzanan dar patikaya dönerken, iki kuzen atlarını yan yana sürmeye devam etti. Sabırla bekleyen Andreani, bir noktada dilinden zor da olsa bir şey döküleceğini umuyordu. Öyle ki fazla zaman geçmeden haklı çıktı. Eyerinin üzerinde öne doğru hareketlenen Sandrino atının yelesini okşadığında içini çekerek ona döndü. Tek bir kelime söylemişti fakat ses tonundaki kasvetli ton altında daha fazlasını yattığını ele vermişti.
"Maddalena."
"Konu başlığını öğrendik. Peki devamını da benimle paylaşacak mısın?"
Bu konuşmadan daha ağzını açtığı ilk an pişman olan Sandrino, başını çevirdi. Mavi gözleri önlerindeki ormana dalıp gitti. Birden tüm sorunlarının öznesi karşısında beliriverdi. Küçük elini çıplak göğsüne -tam kalbine- yaslıyor, insanın içine işleyen büyüleyici yeşil gözleriyle ona bakarken, cilveli sesiyle ona meydan okuyordu; Sana çok kötü bir haberim var, bana aşık olacaksın. Burayı istiyorum, gerekirse kalbini çıkarıp avucuma vereceksin. İstiyorum.
Sandrino sert bir tavırla gözlerini devirdi. Önce Maddalena'nın sarhoş aklıyla saçmaladığını, yine o peri masalına inanan çocuksu yönünün ortaya çıktığını düşünüp, sözlerini önemsememişti. Ne de olsa sabah olduğunda inancını kaybetmiş haliyle uyanacaktı. Fakat onun bu sözleri üzerine düşünmekten kendini alamayan Sandrino, sonrasında Maddalena'nın sarhoş haliyle bile son derece kendine hakim ve kararlı olduğunu fark edince paniklemişti.
O gece tuhaf bir şekilde bu sözler ona soğuk terler döktürmüştü. Cesaret, öfke ve sevgi.. hepsini aynı bedende taşıyan ve her defasında ona bunlarla saldırmaktan çekinmeyen Maddalena onu her gün biraz daha fazla zorluyordu.
Saçmalık! Her şey büyük bir saçmalık!
Sandrino uzun bir sessizlikten sonra buz gibi bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Fakat Andreani'den çok kendisiyle kavga ediyor gibiydi.
"İstediği gibi bir Sandrino olmadığımı, olmak istemediğimi bildiği halde üzerime geliyor. Ben olduğumu bilerek ama istediği gibi bir Sandrino olduğumu düşünerek seviyor beni. Dudaklarındaki ince bir ah gibi ya da kötü bir dua.. istediği Sandrino'yu elde etmek için bazen sözleriyle bazen de davranışlarıyla devamlı olarak direniyor. Alabileceğinden fazlasını istiyor. Veremeyeceklerimi istiyor."
"Sen de o zaman, o kız ne duymak istiyorsa onu söyle."
"Ben tutamayacağım sözler vermem. Maddalena'nın duymak istediği basitçe "ne duymak istiyorsa onu söyle" denilemeyecek kadar iddialı bir laf. Tutamayacağından emin olmadığın hiçbir sözü vermemelisin hayatında. Ayrıca sana bunu daha önce de söyledim. Bağımsız bir adamım ben, hayatımı buna adadım. Bağlanmak benim vasıflarım arasında yok, hiçbir zaman olmadı."
Sandrino hararetli bir şekilde kendini savunurken Andreani onu eyerinin üzerinde rahat bir duruşla atını sürerek dinledi. Sözlerinin bitirdiğinde bir müddet sessiz kalmış sonrasında gözünü dahi kırpmadan gerçeği yüzüne vururverdi.
"İddialı bir lafmış, sen de zaten en başından beri iddialı bir ilişki yaşıyorsun Sandrino. Bu senin bağlı olmadığın halin mi? Kıza çoktan bağlanmışsın sen, her halinden belli."
"Hadi oradan, beni sinirlendirmek için uydurmayı bırak Andreani."
Sandrino sert gibi bir ses tonuyla Andreani'ye çıkışmıştı. Aslına bakılırsa içten içe paniklemiş biraz da şaşırmıştı. Andreani'nin Clarissa'ya takıntı boyutunda bir aşkla bağlı olduğu tüm aile hatta Viterbo ve Roma tarafından biliniyordu. Fakat onun Maddalena ile nişanından önce aşk hakkında konuştuğunu görülmüş şey değildi. Şimdi karşısına geçip de aşk hakkında ona akıl vermesi çok tuhafına gitmişti doğrusu. Andreani inanmadığı şeyler hakkında konuşmaz, söz konusu özel hayat olduğunda kimsenin işine karışmazdı.
Sandrino, bir yandan atını kontrol ederken bir yandan da yanında gece karası atını süren Andreani'ye bakıyordu. Bir süre sessiz kalan kuzeni, sanki bu konuda son kez konuşacakmış gibi iç çektiğinde atını durdurmuştu. Onun işaretiyle atını çevirmek zorunda kalan Sandrino, yüz yüze gelmişlerdi.
"Bak beyni hala bekâr kalmış aptal kuzenim benim, o kızcağız senin sevgini kazanabilmek için aylardır yaptığın tüm aşağılamalara sessiz kalıp, asaletini kaybetmeden evleneceğiniz günü bekledi. Hiçbirimiz aptal değiliz o kız sana aşkla bakıyor. Bunu sende çok iyi biliyorsun. Ama sen, bunun karşılığında ne yapıyorsun; ona küçücük bir laf bile söyleyemiyorsun. İnadından öleceksin neredeyse. Şuursuz aptal herif, dün gece birlikte dans ederken aranızdaki ateşten neredeyse ev alev alacaktı! Bağlanma gibi duyguları yokmuş! Sen böyle yaparak neler kaybedeceğini biliyor musun Sandrino? Bilmiyorsun çünkü henüz kaybetmedin."
Andreani'nin bu sert sözlerini ifadesiz bir yüzle dinleyen Sandrino, hiçbir şey söylemedi. Eyerinin üzerinde omuzlarını dikleştirdi, dizginleri elleriyle daha sıkı kavradı ve bacaklarını gerdi. Temiz havadan derin bir nefes alarak atını çevirdiğinde, patikanın sonundaki açıklıkta olan av guruba doğru dört nala ilerledi. Bunların hiçbirini düşünmek istemiyordu. En azından bir süre daha.
**
Maddalena araladığı pencerenin önünde, dalgın bir ruh haliyle perdenin altın sarısı püskülleri ile oynayıp, dün geceki düğünlerinden kalma bahçedeki süslere göz atarken yan odadan gelen su sesleri kulağına doluyordu. Ondan önce yıkanıp, hazırlanan Sandrino bir süre önce odadan çıkmıştı, hizmetkârlar büyük ahşap küveti onun için tekrar sıcak suyla dolduruyordu.
Sanki hafızası felce uğramış gibiydi. Bunu aklından geçirdiğinde dudaklarından sıkıntılı bir tebessüm geçti. Şaraba sığınıp geceyi kolaylıkla atlatabileceğine inanarak büyük aptallık yapmıştı. Kendini ne kadar zorlarsa zorlasın yine de hiçbir şey hatırlayamıyor, zihni bir türlü açılmıyordu. Halsiz ve sersem hissediyordu, baş ağrısı ise en fenasıydı. Bir ayağını yere vurarak, alt dudağını kemirmeye başladı. Düğün gecesinin sabahında kadınlar böyle mi hissederdi? Sandrino ile birlikte olduklarını düşünerek yerinde huzursuzca kıpırdandı. Gecelerinin ateşli geçtiğini söyleyerek onu küvete davet ederken büründüğü o utanmaz, ahlaksız gülüşü gözlerinin önüne gelince bütün vücudu şiddetli bir ürpertiyle sarsıldı. Hiçbir şey hatırlayamıyordu!
Maddalena öylesine derin düşüncelere dalmıştı ki odanın karşı ucundaki çift kanatlı ahşap kapı açılınca yerinden sıçradı. Arkasını döndüğünde annesinin içeri girdiğini gördü, onu üç hizmetçi kadın ve en son içeri giren Natilda takip etti.
"Adamlar biraz önce av için villadan ayrıldılar. Aşağıda kadınlar için kahvaltı hazırlanıyor, düzgünce hazırlanıp aşağı in. İnsanları bekletemezsin."
Dün gece Sandrino, Kardinal De Benardi ve onu takip eden küçük grubu kovduğundan beri odada hâkim olan sakinlik bir anda bozulmuştu. Üç işgüzar ayak sesi taş zeminde yankılanarak büyük yatağa yaklaşmış, biri etraftaki dağınıklığı toplarken diğer ikisi dağınık çarşaflara yönelmişti. Contessa De Benardi onların işlerini yapışını, birkaç adım geride, yatağın ayak ucunda durarak izledi. Maddalena neler olduğunu anlayınca dehşete kapıldı, kollarıyla kendi bedenini kavrarken baştan sona ürpermiş haldeydi. O sırada, buruşuk çarşaftaki kırmızı lekeyi tepeden inceleyen Contessa De Benardi'nin yüzünde gördüğünden memnun bir ifade yer edinmekteydi.
Maddalena içindeki her şeyi çarşafların üzerine çıkaracak gibi oldu. Annesi yüzüne bile doğru düzgün bakmamış, ondan çok beyaz kumaşta ortaya çıkan kan lekesiyle ilgilenmişti. Midesinde o tanıdık yanma hissini gittikçe yükseldiğini ve önleyemeyeceğinin farkına varınca hızla pencerenin önünden ayrılıp meyve ve şarabın olduğu masaya koştu. İçinde dün geceden ne varsa önündeki gümüş kâseye çıkarttı. İki eliyle sıkıca tuttuğu kâseden başını kaldırdığında, yanına gelmiş Natilda'nın uzattığı mendille karşılaşmıştı. Yaşadığı aşağılanmanın onu da kötü etkilediği kasılan yüzünden belli oluyordu. Eline aldığı mendille, dudaklarını silerken bir adım arkasında onu izleyen annesinin sesini duydu. Konuşmasına, yeni adını manalı bir sesle uzatarak başlamıştı.
"Maddalena Panzio. Panzio ailesinin kıymetli gelini, geleceğin düşesi.. Ama şimdi ne oldu? Nereden geldiğini öyle kolayca utanamadın değil mi? Nasıl olsa yolun sonu yine bu hastalıklı haline çıktı. Suçluluğuna. Ne yaparsan, ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş, o göl kıyısından bir adım daha uzağa gidemeyeceksin. Benim gibi. Biz seninle biriz Maddalena. Bunu aklından çıkarma. Seninle benim hayatımız Roberto'yu kaybettiğimiz güne saplanıp kaldı. O yüzden sana bir anne tavsiyesi vereceğim; bir daha asla ne oldum demeyeceksin. Ama sen dedin değil mi? Evlendim, bu kadından uzakta yaşayacağım kurtuldum dedin. İstediğim her şeyi hem ablama hem ona söylerim, istediğim kararı veririm, bağırırım, çağırırım, nasıl olsa artık uzakta dedin değil mi? Senin en büyük hatan, nereden geldiğini unutabileceğine inanmam. "
Maddalena'nın kalbinde bitmeyen bir acı vardı, kardeşinin kaybettiği gün içine yerleşen o acı sanki onun vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti. Zamanla bu acıyla yaşamayı öğrenmişti fakat annesinin böyle bir günde bunları yeniden hatırlatması onu alıp Roberto'yu kaybettikleri o göl kıyısına savurmuştu, bu kalbindeki yaranın bıçak kesiği gibi sızlatmasına sebep olmuştu. Fakat anımsadığı acı verici anlara rağmen karşısında tepkisizliğini korumayı başarmıştı. Gözlerini kapatıp hüzne kapılma dürtüsüne direnmişti. Seni kırmasına izin verme.
Üzerine tuhaf bir dinginlik çökmüştü. Annesi sözlerini bitirdiğinde, onu anladığını gösterircesine başını sallayıp yıkanmak için yan odaya ilerlemeye başladı. İnce perdeyi geçip üzerinden dumanlar tüten küveti görmüştü ki arkasından gelen Contessa De Benardi, kolunu kavrayarak onu kendine çevirmişti.
"Sandrino Panzio bu sabah, geri kalan kısmını ödediğimiz çeyizi Alfonso'ya iade etmiş. Dilediği buysa öyle olsun. Fakat senin bundan sonraki en büyük görevin; Papalık Devletlerinin en nüfuslu ailesinde olan biteni gözlemleyip, bizi haberdar etmem. Marianna'nın görevleri senin içinde geçerli. Siz her şeyden önce De Benardi ailesinin elçilerisiniz, sadakatiniz doğduğunuz aileyedir."
Annesinin gözlerinde parlayan otoriteyi fark etmemesi imkânsızdı. Sessizliğini koruyan Maddalena onun ince çizgilerin yer edindiği küçük suratına bakıyordu, günışığı bir fileyle topladığı sarı saçlarında parlıyordu, ellili yaşlarının başında olan bir kadına göre oldukça genç görünüyordu. Güzel ve alımlı bir kadındı Contessa De Benardi. Bunları düşünen Maddalena gülümsedi, Marianna'nın yerinde olsa acaba nasıl bir ilişkileri olurdu? Canını yakmak, çekiştirip, tartaklamak dışında dokunur muydu ki ona? Hiç sarılır mıydı? Bir kez bile olsa yanağına elini koyup okşar mıydı? O zaman içinde böylesine derin bir boşluk taşır mıydı? Ne büyük bir yoksunluktu bu, bir tatlı söze dokunuşa hasret. Yıllar geçse de o boşluk dolmuyordu. Agnesia Halası ne yaparsa yapsın dolduramamıştı, annesinin açtığı o boşluğu. Maddalena her ne kadar annesine büyük bir öfke duysa da, bir yandan da ona kendini herkesten daha çok yakın hissetmesine engel olamıyordu. Annesiyle kurduğu bağ çok güçlüydü.
"Cevap ver bana. Söylediklerimi anladın mı?"
Kendi içinde kapıldığı duygulardan annesinin sert sesiyle sıyrılan Maddalena önce kolunu etrafına kenetlenmiş parmaklarından kurtulmak için kendini geriye çekti. Küçük bir kız çocuğuyken bir dönem annesinin onu sevmesi için Marianna'yı taklit etmeyi denemişti ama olumlu değişimini bile görmeyecek kadar onu yok saydığını fark edince eskisinden daha sorunlu bir çocuk haline gelmişti. Marianna'ya hayatı zindan etmek en büyük eğlencesi haline gelmişti. Bu süreç, bir kış günü onu küçümseyen ablasını bahçedeki çamur dolu havuza düşürmesiyle son bulmuştu. Sonunda varlığını daha fazla görmezden gelemeyen anneleri onunla ilgilenmek zorunda kalmıştı. Çıkardığı sorunlar için onu bir güzel azarlamış ceza olarak büyükannelerinin yanına çiftliğe yollamıştı.
Fakat bu kez annesi ilk kez onu görüyordu. Marianna ile aynı sorumluluğu veriyor, vereceği bilgiler için ona güveniyordu. Gözündeki değeri bir gecede artmıştı. Acınası bir durumdu bu. Dudaklarında hoşnutsuz bir seğirme belirirken başını sallayarak konuştu.
"Anladım. Artık yıkanabilir miyim?"
"Tamam. Bakalım yıllarca benden birazcık bir şey öğrenebilmiş misin göreceğiz. Natilda'ya söyle elini çabuk tutsun, aşağıda bekliyoruz."
Maddalena annesine arkasını döndüğünde sabahlığının kuşağını çözmeye başladı. Onun annesi buydu, hiçbir zaman değişmeyecekti. Biraz sonra aşağıya inip yeni gelin olarak kahvaltı masasındaki yerini alması gerekirken annesi hakkındaki duygularının kendisini ele geçirip bozmasına izin veremezdi. Bütün gözler üzerinde olacaktı. Her şeyden önce dün gece itibariyle yeni bir hayata başlamıştı. Roma'nın en güçlü eyaleti olan Viterbo şehrindeki Sandretta topraklarının müstakbel dükü Sandrino Panzio'nun karısı. Bunu düşünürken sıkıntıyla alt dudağını dişlemeye başladı. Hafızasında hala aynı belirsiz görüntüler dolaşıyordu. Dün gece giydiği bedeninin tüm kıvrımlarını ortaya çıkaran ipek geceliği üzerinden sıyırıp yere bıraktığında küvetin içine adımını attı. Aynı anlarda elinde lif ve sabunla yaklaşan Natilda telaşla ona seslendi.
"Maddalena su çok sıcaktı, keşk-"
Omzunun üzerinden dönüp doğduğu günden beri yanında olan dadısına baksa bile uyarısını dinlemedi. İki eliyle kenarlarından tuttuğu, küvetin içine yerleştiğinde sıcak suyun tenini yaktığını hisseti fakat akşamdan kalma haline iyi geliyordu. Belki böylece bir türlü toparlayamadı zihni kendine gelirdi.
Hiçbir şey hatırlamadığı için kendini aptal gibi hisseden Maddalena avucuna su alıp iki eliyle yüzünü ovuşturdu. Onun aksine dün geceyi hatırlayan Sandrino için de aptalın tekiydi, kim bilir onunla daha nasıl eğlenecekti. Küvetin kenarına kolunu koyup, çenesini üzerine yasladığında zümrüt yeşili gözlerini Natilda'ya çevirdi. Acaba ona, yüzünde ya da vücudunda herhangi bir değişiklik fark edip etmediği sorsa çok mu saçma olurdu? Maddalena konuşmak için dudaklarını araladığı anda bundan vazgeçti. Elbette saçma olurdu! Homurdanarak kolunu geri çekip, kendini aniden suyun içine bıraktı. Dün gece başına bir şey geldiği kesindi, ne kadar battığını ise en kısa zamanda hatırlamak zorundaydı, aksi takdirde düşünmekten kafayı bozacaktı.
Ne var ki Maddalena'nın tüm günü gece yaşananları hatırlamaya uğraşmakla geçti. Kahvaltıya indiğinde, tüm aile dostlarının orada olduğunu gördü. Adamların bir kısmı ava çıkmışken, aralarında Dük Juan Panzio'nun da olduğu diğer kısım villada kalmıştı. Maddalena kahvaltısını, uzun masanın başında oturan Juan Panzio'nun sağ tarafında yapmıştı. Bir baston yardımıyla yürüyebilen yaşlı adam tanıştıkları ilk günden beri ona baba sıcaklığıyla yaklaşıyordu. Kahvaltı sırasında onun sıcakkanlı ve hayat dolu halinden çok keyif aldığını söylemişti. Uzun süren kahvaltının ardından neyse ki konukları uğurlama aşaması Maddalena'nın kafasını meşgul etmişti. Birkaç saat için bile olsa gece ne olduğunu düşünüp kendini yiyip bitirmemişti.
Fakat vakit akşama yaklaşırken ağrıyan midesini rahatlatmak için odaya çıktığında, yeniden dönüp dolaşıp aynı konunun içinde bulmuştu kendini. Çevresindeki insanlara gülümseyip sohbet eden aşağıdaki sıcakkanlı halinden eser kalmamıştı. İçindeki düşünceler gitgide mantıksız kuruntulara dönüşmeye başlıyordu. Sandrino ile ilk kez birlikte uyudukları büyük yatağa uzanmaktan kaçınıp, pencerenin önündeki divanda oturmuş, bacaklarını yana uzatmıştı. Hırslı düşünceleri yüzünden kısılan yeşil gözleri karşıdaki dev yatağın üzerindeydi. Artık emindi. Olanların tek bir açıklaması vardı o da; Sandrino onun körkütük sarhoş halini kullanmıştı! Geceyi hatırlayamadıkça iyiyiden iyiye buna inanmaya başlamıştı.
O gün sabahın ilk vaktinden akşam yemeği zamanı gelene kadar ortalarda görünmeyen Sandrino'nun tüm günü avda geçmişti. Maddalena onu kısa bir an atının üzerinde dostlarıyla birlikte arka avluya girdiğinde görmüş fakat konuşmamışlardı. Üzerine sinen at kokusundan kurtulmak için yıkanıp üzerini değiştirerek yemek salonuna indiğinde ancak yan yana gelebilmişlerdi.
Maddalena tüm günü boğucu bir gerginlikle geçirmişken Sandrino oldukça keyifli görünüyordu. Yanına geldiğinde her zamanki çapkın bakışıyla ona göz süzmüş, elini beline koyarak gününün nasıl geçtiğini sormuştu. Başını ona yaklaştırdığında, Maddalena saçlarından yayılan hoş kokuyu almıştı. Belindeki dokunuşuyla ürperirken, dengesiz davranışı yüzünden yanakları sinirle kızarmıştı. Ne yaptığını anlamaya çalışırken, yeşil gözlerini kaldırıp, ters bir bakış atmıştı.
Akşam yemeği Rosia Panzio'nun isteğiyle ana yemek odasında hazırlanmıştı. Ludovico ve Virgilio'lar yemeğe kalmıştı. Hazırlıkları şaşkın gözlerle izleyen Maddalena, sanki dün verilen gösterişli ziyafet bir kenara bırakılmış ve aile içinde bir kutlama yemeği amaçlanmış gibi hissetmişti. Çok daha samimi çok daha güzeldi, öyle ki Maddalena hiçbir ziyafetten bu kadar zevk almamıştı. Yemek, Sandrino ve kuzenleri hakkında Maddalena'yı şaşırtan pek çok neşeli konuşmalarla geçmişti.
Sadece bir kez elindeki kristal şarabıyla konuşmaları dinlemeye daldığında kötü bir an yaşadı. Yanında oturan Sandrino, iki hamur işini ve bir parça sütte pişirilmiş tavşan etini tabağına bırakıvermişti. Elindeki kadehle donakalan Maddalena bakışlarını aniden yüzüne çevirdi. Fakat Sandrino çoktan masadaki sohbete çoktan dahil olmuştu bile. Bunu kendisine alıyor gibi öylesine ustaca bir el çabukluğuyla yapmıştı ki, birkaç küçük peynir, ince bir dilim, et ve birkaç üzümün olduğu gibi durduğu gümüş tabağı bir anda dolana kadar Maddalena onun ne yaptığını fark etmemişti. Fakat tüm keyfi kaçmıştı.
Yeme bozukluğu yaşadığını evde yalnızca Natilda biliyordu. Sandrino'nun bu konuya dahil olmasına asla izin vermezdi, bu onun hassas noktasıydı. Tam azgını açmış sert bir üslupla ne yapmaya çalıştığını soracakken Sandrino gülen yüzünü ona çevirmiş, lafı ağzına tıkıvermişti.
"Çok seviyorsun ya o yüzden koydum. Az bir şey zaten, eminim hepsini bitirirsin."
Maddalena bu gizli azarı sinmeye çekti çünkü durumu oldukça normal bulan masadakiler onlara anlayışla gülümsemiş ve sohbete geri dönmüşlerdi. İçinde durmadan onu dürtükleyip huysuzlanan dik başlı kız çocuğu tabağındakileri alıp Sandrino'ya iade etmek için kendini parçalasa keyifli anları bozmamak için sinirini güçlükle yatıştırdı.
Akşam yemeğinin ilerleyen vakitlerinde, Clarissa ve Andreani Ludovico'nun üç yaşındaki oğlu Marchello, aralarına katılmıştı.. Onu getiren, Berta adındaki kadının parmaklarından tombul elini kurtarırken sevimli yüzünde hevesli bir ışıltı vardı. Önce küçük boyuyla masanın karşısında durmuş, masmavi gözleriyle hepsine hızlıca bir göz attıp, anne ve babasını bulduğunda fırlayarak yanlarına gitti. Kestane rengi dalgalı parlak saçları yana doğru taranmıştı, pembe dudakları ve yanakları yüzüne daha sevimli bir görünüş veriyordu. Maddalena tanıştıkları ilk gün ona Lena diye lakap takan çocuğa bayılmıştı, ömründe gördüğü en tatlı erkek çocuğuydu.
Masanın karşısından, annesinin kucağına yerleşmiş küçük çocuğa gülümseyerek bakarken o da bilmiş bakışlarla onu süzüyordu. Gözünde masadaki en yabancı fiğür oydu. Fakat kısa bir zaman içinde tüm ilgisi onun yanında oturan Sandrino'ya kaydı. Onun için Lucca'dan yeni bir yelkenli getirdiğini söylediğinde, annesinin kucağından yere atlamış, hevesle masanın etrafında dolanıp yanına gelmişti.
Sandrino gülerek yan dönüp çocuğu kucağına oturttu. Bir kolunu masaya dayayıp, ona dönük halde oturan küçük çocukla Sandrino'nun sohbetini dinleyen Maddalena çok eğleniyordu. Konuşmalarının arasında Marchello minik elini Sandrino'nun traşlı yanağına götürüp masum bir sesle konuştuğunda farkında olmadan ailenin tüm dikkatini üzerlerine çekti.
"K- kaardeş ne demek?"
Sırıtmaya başlayan Sandrino, başını çevirmeden karşısında oturan Andreani'ya hınzır bir bakış atıp tekrar Marchello'ya döndü. Sorusunu düşünür gibi yaparak dudaklarını büzdüğünde hoşnutsuz bir ses çıkarttı.
"Kardeş; baş belası demek. Özellikle de o kardeş kızsa, gerçek bir baş belası oluyorlar."
Marchello'nun mavi gözlerinde hiçbir şey anlamadığı belli eden masum bir bakış belirirken masanın diğer tarafındaki Lavinia, elindeki çatalı bırakıp Sandrino'ya dönerken söylendi. Hemen yanında oturan kocası Cesare Virgilio ise çoktan masanın diğer tarafındaki kendi kuzeni Clarissa Ludovico'ya dönmüş, kaşlarını yukarı kaldırarak gerçekten mi? diye soruyordu.
"Hakkımdaki güzel düşüncelerin için teşekkür ederim ağabeyciğim."
"Her zaman sevgili kız kardeşim. Ama bence bu soruyu Andreani'ye sormalıyız. Kardeş ne demek Andreani? Bize açıklar mısın?"
Arkasına yaslanmış Andreani Ludovico, gülümseyen dudaklarını sıkarken başını yana çevirmiş, uzun parmaklarını çenesinde gezdiriyordu. Yanında oturan Clarissa Ludovico ise donup kalmıştı. Eski bir anıyı tekrar yaşıyor gibi hisseden Sandrino, ilgisini üç buçuk yıl kadar önce aynı konunun başrolü olan kucağındaki Marchello'ya verdi. Yüzünde gezinen tombul parmaklarını yakalayıp, kükrer gibi ses çıkarırken ısıracakmış gibi yapmıştı. İlk anda korkup kucağında geri çekilse dahi sonrasında kıkırdayarak gülen Marchello küçük dişlerini ortaya çıkartıp onu taklit ederek karşılık verdi. İkiliyi gülerek ilerleyen Maddalena, daha öncesinde Clarissa Ludovico'nun oğlunun ele avuca sığmayan, hareketli bir çocuk oluşundan yakındığını hatırladı.
Aynı anlarda masanın karşı tarafında küçük bir sorun baş göstermek üzereydi. Oturduğu yerde yavaşça yanındaki kocasına dönen Clarissa Ludovico'nun sakin kalmak adına gülümsüyordu.
"Marchello'ya mı söyledin? Birlikte anlatacağımızı konuşmuştuk Andreani."
Masadaki tüm gözler heyecanlı bir bekleyişle üzerlerinde dönmüş haldeydi. Andreani Ludovico, masanın üzerindeki karısının elini tutup, yatıştırıcı bir tavırla parmak uçlarıyla hafifçe okşadı. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. Karısının elini sıkıca tuttuğunda masadakilere döndü ve tok bir sesle beklenen müjdeyi verdi. Sesindeki gurur duyulmayacak gibi değildi.
"Bizim ikinci bir çocuğumuz olacak."
"Çok yeni bir haber olduğu için biraz daha saklamak istiyorduk en azından biraz büyüyene kadar ama tabi ki başaramadık."
Sanki başka çaresi kalmadığını kabul edercesine iç geçiren Clarissa Ludovico, masadakilere gülümsedi fakat aynı zamanda kocasına mağrur bir bakış atıp söylenmeden edemedi. Bu anların üzerine herkes ne kadar çok sevindiğinden söz ederek, Ludovico çiftini tebrik etmişti. Yeni bebek haberiyle bir anda masa mutlulukla dolup taşmıştı, Maddalena onları izlerken afallamıştı. Biraz önce ne kadar mutlu olduklarını düşünürken şimdi daha fazla nasıl mutlu olabildiklerine şaşıp kalmıştı. Bu kadar çok mutluluğun bir arada olabileceğini hiç düşünmezdi. Tüm bunlar onun için fazlasıyla yabancıydı.
Dün gece düğün kutlamaları ardından Panzio Villasında kalmış Ludovico ailesi akşam yemeğinin ardından evlerine dönmeye karar vermişti. Ayrılmak üzere holde bekledikleri sırada en kısa zamanda tekrar görüşmek üzere sözleşmişler Clarissa Ludovico, Maddalena'ya şehirde gezintiye çıkma teklifinde bulunmuştu. Babasının kucağındaki Marchello, başını omzunun girintisine yerleştirmiş uykudan her an kapanacak haldeki mavi gözleriyle etrafı izliyordu. Kapıdan çıktıkları sırada minik elini sallayarak hepsine hoşça kal demiş, bir kez daha herkesinin kalbini fethetmişti.
Maddalena beklemediği bir anda geniş sahanlıkta tek başına kalıvermişti. Lavinia ve Cesare herkese iyi geceler dileyip odalarına çıkmıştı, Roma'da yaşayan çift yarın yola çıkacaktı. Rosia ve Juan Panzio birlikte ortadan kaybolmuştu. Ne yapması gerektiğinden emin olamamış halde elbisesinin bilek kısmındaki işlemelerini inceler gibi yaparken, Ludovico ailesini arabalarına kadar geçirmiş Sandrino'nun içeri girmesiyle kapanan yüksek kapıların sesi onu kendine getirmişti. Göz göze gelmemeye çalışarak bir çırpıda konuşup arkasını dönmüş ve merdivenlere yönelmişti.
"Şey.. ben odaya çıkıyorum."
Aşağı kattaki sahanlıkta Sandrino'nun biriyle konuşmaya başladığını duyduğunda henüz merdivenlerin yarısını çıkmıştı. Henüz işitme mesafesinden çıkmamıştı, sesleri geliyor, konuştukları güç işitilse de söyledikleri sözler belli belirsiz anlaşılıyordu. Meraklanan Maddalena olduğu basamakta sessizce arkasını döndüğünde, Sandrino'nun Gennaro ile konuştuğunu gördü. Bir elini adamın omzuna koymuş diğer elini de beline yaslamıştı. Gennaro'nun dudakları hızlıca hareket ediyordu Maddalena anlattıklarını yakalamakta zorlansa da Sandrino'nun yüzünün aldığı ifade anlattıklarına tamamen odaklanmış olduğunu gösteriyordu. Sözlerinin sonunda, adama bir emir vermiş ardından omzunda duran elini sıkarak onu takip etmesini işaret etmişti.
"Katılıyorum. O şekilde hallet ve konuyu bana bildir."
Üç kat yukarıda yüksek tavanlı, cilalı mermer kaplı duvarları, parlak çerçeveli tablolarla süslü kare biçimli geniş sahanlık iyi aydınlatılmıştı. İki adamın birbirine bağlı açık kemerli koridor boyunca ilerleyip gözden kayboluşunu izleyen Maddalena, alt dudağını dişlemeye başlamıştı. Uzun tırnaklarıyla merdivenin mermer pervazı üzerinde huzursuzca ritim tutuyordu. Şüphe ve korku içini kemirmeye başlamışken arkasını dönüp, odaya çıkması mümkün değildi.
Maddalena sakinleşmek için derin bir nefes aldığında; kararını verdi, eteğini yukarı kaldırıp merdivenden indi. Holün ortasına geldiğinde, etrafta onu görecek birinin olmadığına emin olmak için duraksadı sonrasında sessiz adımlarla Sandino'nun gittiği koridoru takip etti.
Hangi odaya girdiklerini görememiş olsa bile geçtiği kapıların altına bakarak yolunu bulmuştu. Aralarında yalnızca pirinçten süslü kolları olan çift kanatlı kapının altında mum ışığı sızıyordu. Omzunun üzerinden sık sık arkasını kontrol etmeye devam ederken, kapının aralık olduğunu fark etti. İçeriye göz atma riskini almadı ama bir çalışma odasının önünde durduğunu anladı. Kapının arkasına saklanıp, başını yaklaştırdığında iki adamın konuşmasını anlamaya çalıştı.
"Kim olduğunu düzgünce öğren, öyle karşıma gel Gennaro."
"Öğreneceğim. Lucca'daki handan sonra bir anda ortalıktan kaybolmuş. Bir köşede öldürülmüşse bile öğreneceğim."
"Suikastı her kim düzenlediyse adamı da o öldürdü. Ama sen yine de o adamın cesedini bulacaksın, bu bile önemli bir kanıttır."
İçeride konuşan adamları dinledikçe Maddalena'nın nefes alışı yavaşlamış, donup kalmıştı. Midesi düğüm düğümdü. Eğer olur da Gennaro taş ustasını bulmayı başarırsa tüm dünyası kararabilirdi. Sandrino onu asla affetmezdi, asla. İhanete uğradığını düşünecek, çok öfkelenecekti.
Onu gözünü bile kırpmadan terk ederdi.
Maddalena bunu yapacağından emin olduğu için daha çok korkuyordu. Parmaklarını titreyen dudaklarının üzerine kapattı yavaşça, gözpınarlarından yuvarlanan bir gözyaşı damlası parmaklarını ıslattı. Sandrino'yu -her şeyini- kaybetmesi söz konusuydu.
Fakat diğer yandanbu işte, hataları ve günahları olduğu kadar doğruları da olmuştu. Eğer o gün şapelin inşaatına küçük bir müdahalede bulunmamış olsaydı, şu an Sandrino ile evli olmayacaklardı. İşler bu kadar çıkmaza girmemiş, Viterbo Valisi baskı uygulamamış olacaktı. Bu durumda Sandrino, Viterbo'ya dönmeye karar vermeyecek, işlerini uzaktan yönetmeye devam edecekti. Nişanları çoktan bozulmuş, Maddalena da bir başkasıyla evlenmeye zorlanacaktı. Şimdi olduğu gibi geniş bir ailenin içine kabul edilmeyecek, aile sıcaklığını tadamayacaktı. Yaptığı şey ihanet olabilirdi fakat sonuçları hiç de fena olmamıştı.
Derin bir nefes alarak önüne gelen buklelerini arkaya atan Maddalena, kaçarak geldiği geri yoldan döndü. Bu durumla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Cappella Grano di Perla'nın raporlarını ona verip sessiz kalması karşılığında, Sandrino'nun ona hediye ettiği inci kolyeden eline geçen altınlarla yüklü bir ödeme yapmıştı taş ustasına. Adam konuştukları gibi çoktan bir gemiyle İtalya Yarımadasından ayrılmış, kayıp olan raporlar ise bizzat onun elleriyle şöminede küle dönüşmüştü. İhanetinin tek şahitleri, Natilda ve Giorgio'ydu. Natilda ona annesinden bile daha yakındı. Giorgio ise çocukluğundan beri dev bir meşe ağacı gibi arkasında duran bir adamdı. Hayatı boyunca ailelerine sadakatle hizmet etmişti, her zaman babasının ve onların yanında olmuştu. Ortada onun yaptığını gösteren ne kanıt ne de şahit vardı. Soğukkanlılığını koruyup, paniklememeli şüpheleri üzerine çekmemeliydi. Elbette bu sırada tedbiri elden bırakmayacak Sandrino'nun adımlarını da takip edecekti.
Maddalena göğsünde çarpamaya devam eden panik ve korku dalgalarını dışa vurmadan başı dimdik hole çıktı. Titreyen ellerini önünde birleştirmiş sıkarken başını kaldırdı ve karşıdan gelen Dük Juan Panzio'yu fark edince irkilmeden edemedi. Elinin altındaki bastonuyla ona doğru yürüyen adamın yüzünde mutlu bir ifade vardı. İçini çeker gibi bir sesle adını söylemişti.
"Maddalena."
"Dük Panzio."
Maddalena bir anda sersemlemiş olmasına rağmen ilk günden beri sevdiği adama sempatik bir ifadeyle gülümsedi. Juan Panzio ona tuhaf bir şefkatle bakıyordu, Maddalena öyle uzun uzun bakıp da onda ne gördüğünü anlayamadı, bu utançla yanaklarının kızarmasına sebep olmuştu. Karşısında durduğunda Juan Panzio, serbest elini tutması için uzatmış Maddalena'da vermişti.
"Yoksa bu akşam, daireme çıkarken bu genç ve güzel hanım mı bana eşlik edecek?"
Bu tatlı sözler kafasının içindeki fırtınaları sona erdirmişti, kendini birden garip bir şekilde rahatlamış hatta güvende hissetmişti. Duygulanan zümrüt yeşili gözleriyle gülümserken, Juan Panzio'nun elini sıkıca kavramıştı.
"Bundan daha hoş bir görev düşünemiyorum."
Birlikte ilerlemeye başlamışlardı. Juan Panzio'nun bastonuyla yürümeye alışık olduğu görülüyordu, ağırlığının büyük kısmını üzerine veriyordu, Maddalena bu nedenle ona engel olmaktan ziyade mümkün olduğunda destek olmaya çalışıyordu. Merdivenleri çıkmışlar, Juan Panzio'nun ağrıyan bacaklarını dinlendimek için bir müddet bekleyip yola devam etmişlerdi.
"Söyle bakalım, şu ana kadar Sandretta'da olmak hoşuna gitti mi?"
"Kokarım buna olumlu bir cevap verebilmem için biraz daha görmem gerekli."
Maddalena açıkça içinden geleni söylemiş, Juan Panzi ise gülümseyerek başıyla onu onaylamıştı. Ardından babacan yumuşak bir ses tonuyla topraklarında görebileceklerinden kısaca bahsetmişti, Sandrino'ya onu köye gezdirmeye götürmesini söyleyecekti. O sırada koridorun sonundaki odaya gelmişlerdi. Nöbet tutan iki muhafız önlerindeki yüksek kemerli kapıları açıp içeri girdiklerinde, Maddalena Juan Panzio'nun yanan şömine önündeki oval biçimli gösterişli sandalyeye oturmasına yardımcı oldu. Derin bir nefes alıp arkasına yaslanmadan önce tahta oymadan altın yaldızlı bastonunu koltuğunun kenarına bırakmış yaşlı adam ondan bir bir kadeh şarap rica etmişti.
Maddalena bu isteğini reddetmemişti fakat onun gibi ileri derecede gut hastası olan birbirinin bir damla olsa bile dahi şaraptan uzak durması gerektiğini biliyordu. İstemeye istemeye şarap doldurduğu elinde gök mavisi lapis taşından bir kadehle adamın önünde durduğunda Juan Panzio, küçük yüzündeki ifadeyi kolayca okumuştu.
"Gençliğini kaybetmiş bir adam için bu gizli kadehlerin değerini anlayamazsınız."
Maddalena'nın yeşil gözleri muzipçe parladı. Juan Panzio şaraptan bir yudum alıp, keyifli bir mırıltı çıkartarak tadına varırken onu izleyen Maddalena, sanki karşısında Sandrino'yu görür gibi oldu. Juan Panzio, elindeki kadehi ağrıyan dizine yasladığında, yumuşak bir sesle devam etti.
"Hiç yapmacıksınız; sen çok güzel, zeki ve harika bir genç hanımsın. Sandrino için senden daha iyi eş olamazdı, sen tam ona göresin. Sana sahip olduğu için çok şanslı."
Juan Panzio, elini tutmuş sesindeki duygusal tınıyla konuşurken özel hizmetkarı kapıyı tıklatıp, içeri girdi. Maddalena adamın üst üste binmiş kemikli elini yumuşak bir şekilde sıkıp bir adım geriye çıkmış, iyi geceler dilediğinde odadan ayrılmıştı. Panzio Villasının, meşalelerle aydınlatılan koridorlarında ilerlerken tek düşündüğü, sevgi dolu geniş bir aileye sahip olan Sandrino'nun ne kadar şanslı olduğuydu. Onun tüm hayatı boyunca özlemini çektiğine varsa hepsine fazlasıyla sahipti. Bu ailenin bir parçası olabilmek, Maddalena'nın yıllarca hayalini kurduğu tüm dualarının kabulü gibi bir şeydi.
**
Üzerine eğildiği masanın kenarlarını sıkı sıkıya tutunmuş, akşam yemeğinde yediklerini kıvranarak çıkartan Maddalena, sonuna geldiğini fark ettiğinde başını yukarı kaldırdı. Bir eliyle yavaşça mendile uzanıp, dudaklarını silmeye başladığında kapalı olan yeşil gözleri de yavaşça aralandı. Kendini bitkin hissediyordu. Rengi bembeyazdı, pürüzsüz cildi inci gibi parlıyordu. Yaşadığı stres ve üzüntü her zaman olduğu gibi midesine vurmuştu. Juan Panzio'nun yanından ayrılıp koridorda tek başına kaldığında midesinde o tanıdık hareketliliğin kendini göstermeye başladığını hisseder gibi olmuş lakin önemsememişti. Yatak odasında bir müddet daha beklemiş fakat sonunda daha fazla tutmak istemediğinde banyo olarak kullandıkları odaya koşmuştu. Yüzlerini yıkamaları için bırakılmış geniş gümüş kaseye can havliyle yetiştiğinde, içine yayılan huzur paha biçilmezdi.
Olduğu yerde bir süre daha soluklanmış Maddalena, elindeki işlemeli mendille ağzını silmeye devam ediyorken arkasını dönmesiyle yerinden sıçraması bir oldu. Sandrino, banyoyu yatak odasıyla ayıran açık kemerli kapının önündeydi. Omzunu pervazına dayayıp, kollarını göğsünün üzerinde birleştirmişti, çatık kaşlarla onu izliyordu. Tek bir kelime dahi etmeden orada öylece durması Maddalena'nın utançla yerin dibine geçmesine sebep oldu.
Onu bu hastalıklı hatta aciz haliyle görmüştü!
"B-be-ben öz-"
Maddalena sözlerine devam edemedi, derin bir soluk aldığında elindeki mendili arkasındaki masaya atıp Sandrino'nun yanından geçip yatak odasına girmeye hazırlandı. Fakat Sandrino ondan hızlı davranarak, kolunu tutup ona engel oldu.
"Biraz önce ne olduğunu bilmek istiyorum."
"Y- ye-ye- emekler ağ-ırdı. Zaten midemi üşütmüştüm. Ağır geldi o kadar."
Kolunu geriye çeken Maddalena, bir kez daha Sandrino'nun yanından geçip gitmek istedi fakat o yana doğru adım atarken Sandrino da aynı yöne hamle yaparak yolunu kesiyordu.
"Ne?! Söyledim ya, daha ne istiyorsun Sandrino?"
"Ne mideni üşüttün, ne de yediklerin ağır şeylerdi, ikimizde bunu çok iyi biliyoruz Maddalena."
Sinirlenen Maddalena geriye doğru bir adım attı. Çatık kaşlarının arasında ince bir çizgi belirmişti, yeme bozukluğunun üzerine gitmesine sinirlenmişti. Bu konu onun özeliydi ve Sandrino'nun karışmasına izin vermeyecekti. Başını yukarı kaldırıp yüzüne baktığında, kızgın ve mağrur duruşuyla onu tersledi.
"Benim hassas bir midem var, oldu mu? Küçük ve hassas bir midem var. Senin yüzünden oldu. Bir daha yediklerime karışma Sandrino. Ka-rış-ma."
Son sözlerini, kelimelerin üzerine basa basa söylemiş Maddalena, bir hışımla onu arkasında bırakıp yatak odasına geçti. Yüreğinin daraldığını hissediyordu, elini kustuğu için yanan boğazı ve elbisesinin kare kesimli yakasından taşan göğüsleri üzerinde, bir aşağı bir yukarı dolaştırırken arkasından gelen Sandrino'nun boğucu bakışlarını üzerinde hissediyordu.
Onlar için hazırlanan yatak odası, dikdörtgen biçiminde geniş ve son derece lüks bir daireye açılıyordu. Maddalena, bu sabah günışığı ile yeni yatak odasını daha iyi inceleyebilmişti. Süslü bir kemerle ayrılmış odanın bir kısmı küçük bir salon gibi düzenlenmişti. Büyük mermer bir şömine önüne karşılıklı yerleştirilmiş kakmalı geniş iki sandalye, aralarında kiraz ağacından yapılmış yüksek bir sehpa, pencerelerin altında üzerinde sayısız süslü yastığın konulduğu yeşil renk bir divan, iki kişilik küçük yemek masası ise diğer köşeye yerleştirilmiş, mermer zeminde hoş bir post serilmişti.
Kemerin diğer tarafında ise bir kürsü üzerine oturtulmuş dört direkli dev bir yatak vardı, köşelerinden ince kadifeler yere kadar sarkıyordu. Duvarlara evin geri kalanında olduğu gibi cilalı çerçevelerde değerli resimler asılmıştı. Banyo olarak kullanılan oda kapının hemen sol tarafında kalırken kıyafetler ve değerli takıların saklandığı odanın kapısı ise yatağın olduğu kısımdan açılıyordu.
O an tek istediği suçluluk ve utancını yüzüne vuran Sandrino'dan uzaklaşmaktı. Eteklerini savurarak, dönüp ince perdesini elini tersiyle savurduğu kıyafetler ayrılmış odaya geçti. Dört yüksek sandık sol taraftaki duvara dayanmıştı. Diğer iki duvarda ise boylu boyunca büyük gardıroplar sıralanmıştı. Odanın ortasına üzerine kürklü bir örtü serilmiş bir divan konulmuştu. Dolapların yanındaki bir çift yüksek, gümüş şamdanda mumlar yanıyordu. Geceliklerinin hangi dolaba yerleştirildiğini bulmak Maddalena'nın beklediğinden daha fazla zamanını aldı. Sonunda aralarından biri seçti. Fakat dolabın kapağını kapattığında ipekli gecelik elinde öylece kalmış, alnı düşünceyle kırışmıştı. Geceliği giymek için, elbisesini çıkarması bunun için de arkasındaki bağların çözülmesi gerekti.
Maddalena yatak odasında sinirli bir şekilde bıraktığı Sandrino'nun gözüne batmadan koridora çıkıp Natilda'yı çağırmanın yollarını aradığı sırada içeri giren Sandrino'nun sinirli bakışlarıyla çarpıldı. Biraz önce üzerinde olan koyu kırmızı kadife ceketini yan odada bırakmıştı. Bir yandan parmaklarındaki yüzükleri çekiştirip çıkarırken bir yandan da onu inceliyordu. Odanın içinde yürürken çenesini ona doğru uzatarak, hala solgun görünen yüzünü işaret etti.
"Bana her şeyi anlatabileceğini bilmelisin Maddalena. Ne olduğunu bilmek istiyorum. Böyle bir konuda kaçarak hiçbir yere varamayız."
"B- be- beenim kaçtığım yok. Basit bir mide üşütmesini abartan sensin."
Sandrino, çıkardığı yüzüklerini yanından geçtiği masanın üzerine bıraktığında odada tiz bir çarpma sesi duyulmuştu. Onu olduğu yere mıhlayan kıstığı mavi gözlerini bir an olsun üzerinden ayırmıyordu. Yüzüne bakıp da ne görmeye çalıştığını bilmemek Maddalena'nın tepki vermesini güçleşiyordu. O kıpırdamadan dururken, Sandrino üzerindeki beyaz gömleğin uçlarını çekiştirip pantolonunun içinden çıkartarak yanından geçtiği divanın üzerine bıraktı. Bununla birlikte, sol omzunun üzerinde ve pazısındaki vücuduna saplanan ok yarasının izleri ortaya çıktı. Son derece estetik bir vücuda sahip olmasına rağmen taşıdığı bu yara izleri güzelliğini gölgeliyordu.
Onlara bakmak Maddalena'ya o korkunç günü anımsattı. Damalarındaki kan hala sinirle fokurduyordu belki ama kalbi sızlamıştı. Zaten Sandrino'ya hissettikleri tam da buna benzerdi. Bir yandan canının yanmasını, onun da kalbinin kırılmasını isterken öte yandan başına kötü bir şey gelmesin istiyordu.
"Biraz önce tanık olduğum görüntünün basit bir şey olmadığını biliyorum."
Tartışmalarının gerilimi aralarında çatırdamaya devam ediyordu ama gömleğinin ardından çizmelerinden de kurtulan Sandrino'nun hareketleri öylesine rahattı ki Maddalena büyük bir tepki verip aptal durumuna düşmek istememişti. Başını yana çevirmiş ilgisiz durmaya çalışıyor ama yeşil gözleri sürekli olarak, ona laf atan aynı zamanda da karşısında rahatça soyunan Sandrino'nun üzerine dönüyordu. Alt dudağını ısırmaya başlamış, yanakları kıpkırmızı kesilmişti. Sözlerini takip etmeyi çoktan bırakmıştı. Hala neden kustuğunu sorguluyordu. Fakat Maddalena, ellerinin pantolonun önündeki düğümlere gittiğini fark ettiği an panikle yerinden sıçradı. İnleyerek Sandrino! diyerek isyan etti fakat Sandrino ona aldırış etmeden pantolonunu üzerinden sıyırdı. İç çamaşırıyla kaldığında utanmazca yana dönüp divana yürüdü. Bıraktığı siyah geceliğinin altını elinde şöyle bir evirip çevirdiğinde bacaklarından geçirdi. Maddalena önünde yarı çıplak duran Sandrino'nun görüntüsüyle ne yapacağını bilememişti, önce gözlerini kapatmak için ellerini yukarı kaldırmış daha sonrasında komik görünmekten korkarak vazgeçmişti.
O eli ayağına dolaşmış bir halde, kıpkırmızı kesilmiş yüzünü öne eğmiş, kendi içinde söylenerek parmak uçlarını alnına vururken Sandrino'da işini bitirmişti. Elindeki pantolonu kenara bıraktığı sırada eğlenen mavi gözleri tekrar onu buldu.
"Ne oldu? Bir anda sesin kesiliverdi. Biraz önce yüzüme karşı bağırırken çok cesurdun."
"En azından önceden uyarabilirdin."
"Öyle yapsaydım ne eğlencesi kalırdı? Bak ne diyeceğim, bir dahaki sefere sende soyun durumu eşlemiş olursun."
Maddalena, önerisine gözlerini devirerek karşılık verdi. Daha fazla bu işkenceye katlanamayacaktı. Sandrino'yu izlerken bir yandan farkına bile varmadan sıkıp buruş buruş hale getirdiği geceliğini yanına alıp odadan kaçmak istedi. Fakat tıpkı biraz önce olduğu gibi Sandrino tarafından yolu kesildi, avucunu yanından geçtiği dolaba vurarak onu şaşırttı. Hala eğlenerek bakmasına rağmen kesinlikle üstünlük taslayan sert bir tavırla konuştu. Başını yana çevirmiş onunla göz teması kurmuştu.
"Hayır. Her köşeye sıkıştığında kaçamazsın. İçinde bir şeyler olduğu ve seni yiyip bitirdiği belli. Nedir o?"
Biraz önce, Sandrino'nun altın rengi teninin altında dalgalanan kaslı bedeniyle üzerine eğilmesiyle Maddalena'nın ateş basan bedeni konuyu yine kusmasına getirdiğini duyduğunda aniden buz kesti. Başına girmekte olan ağrıyı hissederek parmaklarıyla alnını sıkarken, sert ve ciddi bir şekilde konuştu.
"Mantıksız kuruntulara kapılıyorsun. Yalnızca midemi üşüttüm. Herkese olabilecek bir şey bu."
İkna olmak şöyle dursun sanki o mantıksız bir laf etmiş gibi konuşmasına sinirlenmişti. Sakladığı her neyse onu okumak istercesine göz temasını kesmiyordu. Onun ikna olmadığı fark eden Maddalena ise sonuna kadar inkar etmeye kararlıydı. Göğsü aldığı derin bir solukla genişledi ve sinirli bir şekilde hızla dışarı verdi.
"Seni bu iğrenç görüntüye mecbur ettiğim için özür dilerim. Birkaç güne iyileşirim, sorun da ortadan kalkmış olur."
Maddalena bu sözlerinin ardından eliyle önüne gelen sarı saçlarını düzeltip hiçbir şey olmamış gibi kolunun altından geçerek yatak odasına geçmeyi planladı. Fakat sinirli olan Sandrino, o bir adım bile atamadan onu kolundan tutup sırtını arkasındaki dolaba yasladı. Neden bahsettiğini bilmiyormuş numarası yapıp, sanki o saçmalıyormuş gibi davranması yetmişti artık. Bir elini çenesinin altına yerleştirip yüzünü yukarı kaldırdığında, tehditkâr bir sesle fısıldadı.
"Zekâma daha fazla hakaret etmeye devam edersen çok pişman olacaksın."
Kıstığı yeşil gözleriyle Sandrino'nun yüzüne bakan Maddalena içini buz gibi soğuk bir ürpertinin kapladığını hissetti. Son derece ciddiydi, şaka yapmıyordu. Buna rağmen ona umursamaz bir bakış atmayı başarabildi.
"Yorgunum ve uykum var izin verecek misin? Natild-."
Çatık kaşlarıyla onu dinlerken yılgın bir şekilde iç çeken Sandrino aniden omuzlarından tutarak yüzünü dolaba çevirdiğinde Maddalena'nın sözleri yarıda kaldı. Zayıf bedenini canı istediği gibi oradan oraya çevirmesi canını sıkmaya başlamıştı, elinin altındaki bezden bir bebekten farksızdı. Ayağını yere vurup homurdandı, ellerinden kurtulmaya çalışıyordu.
"Sabah avda ayılarla fazla mı vakit geçirdin sen? Dağ ayısı gibi davranıyorsun!"
Sandrino belini iki eliyle sımsıkı kavradığında kıvranmasına engel olmuş daha sonrasında elleri elbisesinin düğümlerine doğru kaymıştı. Homurdanarak karşı çıkan Maddalena ellerini önündeki dolaba dayamıştı. Parmakları belindeki düğümü serbest bıraktığını hissettiğinde, dudaklarını dişliyordu. Sandrino birbirine geçmiş bağları gevşetmeye başlamadan önce parmaklarını aralarına geçirip sıkarak, onu arkaya doğru sarmıştı.
"Natilda yok. Bundan sonra ben varım alışsan iyi edersin. Ayrıca, ayı değil kurt avladık tatlım. Şimdi kıvranmayı bırak."
Maddalena öfkeyle homurdanarak elinden kurulmaya ve dayanılmaz bir işkence gibi gelen bu yakınlıktan uzaklaşmaya çabaladı. İçinde bulunduğu durum artık onu deli ediyor, akıl sağlığını zorluyordu. Sandrino'nun sıcak nefesini üzerinde hissetmek, o kendine has, hoş kokusunu solumak kesinlikle güç durumuna yardımcı olmaktan çok uzaktı. Elleri sinirle yumruk olmuştu, yana çekilmeye çalışırken söylenmişti.
"Geri kalan kısmını ben yaparım, bırak."
Sandrino karşılık olarak, neredeyse tamamını çözdüğü bağları avcunun içinde toplayıp, bir kez daha fakat bu kez daha sert asıldı. Onu nefesini kesecek bir hızda kendi bedenine yaslamıştı, omzunun üstünden eğilip, kulağına mırıldandı.
"Sen biz evlenmeden önce çok daha cesurdun. Örnek vermem gerekirse, Lucca'daki o gece."
Malum geceyi hatırlattığı an Maddalena'nın gözleri sımsıkı kapandı, dişlerinin arasından hırsla cevap verdi.
"İkisi aynı şey değil."
"Evet aynı şey değil, artık yolun sonu her şekilde yalnızca bana çıkıyor."
Bunu duymak hâlihazırda gergin olan sinirlerine hiç iyi gelmemişti. Dişlerinin arasından sinirle inleyip kendini toparlamaya çalıştı. Bazen elinden tutsun istiyor ama teslim olamıyordu. Mazinin kanadı kırıktı, Sandrino'nun açtığı yaralar kapanmıyordu bir türlü. Kollarına atılması, ona güvenip gerçekten affetmesi için kendini terk etmesi gerekiyordu.
"Bana hiçbir şey bırakmıyorsun. Sahip olduğum her şeyi elimden alıyorsun. Alabileceğin tek şey bedenim değil, her şeyim."
Sandrino birden ellerini üzerinden çekti. Birkaç adım gerileyerek yana döndüğünde, elini sıkıntıyla saçlarının arasında gezdirmeye başladı. Kendi içinde sanki bir türlü hesaplaşamadığı bir şeye öfkeliymiş gibiydi. Mavi gözlerini kısarak bir süre sessizce Maddalena'yı süzdü.
Kalbinden geçenin okunduğu zümrüt yeşili gözlerinde hüzünlü bir bakış olsa da arkasındaki dolaba yaslanmış karşısında dururken, beden dilinde bir mağrur hava vardı. Elbisesi üzerinden düşmesin diye kollarını beline sarmıştı. Sandrino ne kadar zayıf olduğunu bu kez daha açıkça fark etmişti. Beli incecikti, çıplak bedenine dokunacak olsa muhtemelen kaburgaları kolayca eline gelirdi, bağları çözerken iç elbisesine rağmen sırtındaki kemiklerini kolayca seçmişti. Fakat buna rağmen göğüsleri ve kalçaları dolgundu. Eğer biraz kilo alacak olursa çok daha alımlı bir bedene sahip olabilirdi. Bu düşüncelerle sinirli sinirli iç geçirip farkında olmadan suçlar gibi bir tavırla üzerine gitmişti. Konuşurken kendini anlatamamanın sıkıntısıyla kollarını iki yana açmıştı.
"Her şeyi değil. Bilmediklerimden bahsedelim o halde. Biraz önce tanık olduğum görüntünün basit bir şey olmadığından başlayalım mı? Bak ben her şeyin farkındayım Maddalena, Viterbo dönüş yolunda kaldığımız handa da aynı şeyin tekrarlandığını biliyorum. Natilda gecenin bir vakti kalkıp senin için ot kaynatmış, muhafızlar ona aşağıya kadar eşlik etmiş. İçeriden ağlama ve kusma sesleri geldiğini söylediler. Annenle mi ilgili? Bu kusmalarının arkasında ne var? Neden..."
"Yeter!"
Maddalena'nın öfke patlaması ani olmuştu. Kollarını serbest bıraktığı an, elbisesini aşağıya inmiş fakat bunu umursamamış ve kombinezonuyla içinden dışarı adım atmıştı. Gerçekten bu konuyu Sandrino ile konuştuğuna inanamıyordu. Yüzü öfkeden bembeyaz kesilmişti.
"Maddalena bana her şeyi anlatabileceğini bilmelisin."
"Karışma. Sana özelimi anlatmaya mecbur değilim. Bana karışma anladın mı? Bana karışma."
Bu sözler üzerine Sandrino, öfkeyle soluyarak iki adımda Maddalena'nın dibinde bitiverdi. Yüzüne karşı ona karışmamasını haykırması son nokta olmuş, iyice çileden çıkmıştı. Üzerine yürüyüp onu arkasındaki dolapla kendi bedeni arasına sıkıştırdığında, tüylerini ürpertecek bir naziklikte çenesini tutup kendi dudaklarına doğru kaldırdı. Dizginlemeye çalıştığı öfkesini dişleri arasında tutarak, tehditkâr sözlerini dudaklarının üzerine doğru bırakmaya başladı.
"Bak bu söylediğimi yaz bir kenara; sana yakında öyle bir karışacağım ki Maddalena, dünyan sarsılacak. Eğer bu şekilde saygısızca davranmaya devam edeceksen fazla da beklemeyeceğim, sana karı koca olarak bizzat kilisenin söylediği rollerimizi hatırlatırken kendime verdiğim sözü bozup o şımarık dünyanı sarsmaya, inan sadece şu kadar yakınım."
Sözlerinin sonunda Sandrino başını geri çekince, küçük yüzünü tutmaya devam ettiği Maddalena'nın güzel gözlerine bakması öfkesini ağır ağır dindirdi. Bu gözler ona nefret saçarak değil, hırçın bir masumiyetle bakıyordu. Karşısında acize dönen haline inanamayarak geri çekildi. Herhangi bir şey söylemeden arkasını döndü ve yatak odasına geçti.
Yalnız kaldığında, vücudunun şiddetli bir şekilde titrediğini fark eden Maddalena kendini odanın ortasındaki divana bıraktı. Orada kıpırtısızca ne kadar oturduğunu bilmiyordu, kendini güçlükle toparlayıp, geceliğini giydi. Uzun saçlarını tararken olabildiğince vakit harcadı. Bu süre zarfından onu beklemek yerine Sandrino'nun çoktan uyumuş olması için dua ederek yatak odasına girdi fakat elbette hiçbir şeyin kolaylıkla yoluna girmediği gibi Tanrı bu duasını da kulak tıkamıştı.
Odadaki mumların çoğu sönmüştü. Yalnızca kapının yanında ve yatağın olduğu kemerle ayrılmış bölümündeki bir çift uzun, gümüş şamdanda mumlar yanıyordu. Tüm oda sakin bir karanlığa bürünmüştü ama en dikkat çekici şey; kakmalı oldukça yükseğe uzanan bir başlığa sahip dört direkli büyük yataktı. Çoktan yatağa yerleşmiş olan Sandrino, sırtını yukarı çektiği yastıklara yaslamıştı. İçeri girdiğinde bakışları onun üzerine dönmüştü, yatağa yaklaşmaya çekinen ağır adımlarını fark ettiğinde sakin ama derinden gelen sesiyle sitem etmişti.
"Hadi gel artık şu yatağa."
Yutkunan Maddalena önünde birleştirdiği elleriyle oynuyor, bilinçsizce parmağındaki evlilik yüzüğünü çekiştiriyordu. Öfkeyle yüzüne karşı bağırabiliyordu fakat daha Lucca'da Üstat Franco'nun atölyesinde duyup da etkilendiği sesinin kadife hırıltısıyla onu yatağa davet edişi, Maddalena'nın susup kalmasına neden oluyordu. Dudakları kurumuştu, çekingen yeşil gözleri çarşafları değiştirilmiş yatağa takılı kalmıştı.
Dün gece önündeki yatakta ne olmuştu? Yatağa girdiği taktirde aynı şeyi yapacaklar mıydı? Ne olacaktı? Bunları düşünen Maddalena, yatağın önünde sıkıntıyla kıvranmaya devam ederken, Sandrino bu kez koyu mavi örtüyü kaldırıp eliyle yatağa vurmuştu.
"Hadi Maddalena."
"Dün akşam ne yaşandı? Ben hatırlamıyorum."
Bu sözler Maddalena'nın dudaklarından istemsiz bir şekilde dökülüvermişti. Yerinde uzanmaya devam eden Sandrino duyduklarıyla birlikte bir an duraksadı ardından yüksek sesle güldü. Biraz önceki sinirli halini bir kenara bırakırken uzandığı yerde doğruldu. Arkasındaki yastıkları biraz daha dik hale getirdiğinde kolunu yana atıp, yatakta ona döndü. Dudaklarında yerleşen arsız bir sırıtış gittikçe daha çok büyüyordu.
"Hangi anını hatırlamıyorsun?"
"H- h- he- hep-sini."
Maddalena öfke ve utançtan kıpkırmızı kesilirken Sandrino kaşlarını yavaşça yukarı kaldırıp gücenmiş bir edayla dudaklarını kıvırdı.
"İlk seferin hepsini mi yoksa daha uzun olan ikinci seferi mi?"
"İk- ik- bir de- ik-"
Sandrino yattığı yerden, Maddalena'nın kızarmış yanaklarını ve dişlemekten şişmiş alt dudağını görüyordu. Yeşil gözlerinin içindeki masum ve afallamış ifadeye bakarken daha fazla kendini tutamadı ve başını arkaya atarak gür bir kahkaha patlattı. Tüm odayı saran kahkahaları Maddalena'nın asabını bozuyorken o umursamadan gülmeye devam etti. Sonunda bir türlü bitmek bilmeyen gülüşüyle yeniden ona döndü. Bu,tecrübesiz, utangaç halleri çok hoşuna gidiyordu, gülümseyerek yatakta ona uzanmaya çalıştı.
"Tamam, tamam. Hadi gel, kendini daha fazla perişan etme. Seninle dün gece birlikte kardeş kardeş uyuduk. Bu yatak son derece masum amaçlar için kullanıldı."
Maddalena'nın şaşkın zihni bir anda her şeyi idrak etti; hatırlamıyordu çünkü gece hiçbir şey olmamıştı!
Sandrino tüm günü şüpheyle kıvranıp, kendine işkence ederek geçirmesine neden olmuştu. Adi herif! Berbat bir gün geçirmiş, gece ne olduğunu düşünmediği tek bir anı dahi olmamıştı. Her ne kadar etrafı kalabalık olsa da sabah yatağın üzerinde gördüğü kan lekesi gözünün önünden bir an olsun dahi silinmemişti. Sinirli bir şekilde yüksek sesle inlerken, onu yatağa çeken elinden sert bir hamleyle kurtuldu. Hissettiği öfkeyle dili dolanarak konuşmaya başladığında ellerini hırsla ince beline yasladı.
"Ka-kar- kardeş kardeş. O ne demek? Sen sabah benimle eğlendin! Dalga geçtin! Bütün gün senin iğrenç şakan yüzünden neler çektim ben, haberin var mı?!"
"Maddalena, tatlım kendinde değildin. Hem ben kendinde ve her anını hissedebilir durumda olmanı isterim. Yarı baygın olan halini değil."
Sandrino uzandığı yerde başını kaldırıp o yoğun mavisiyle gülümsüyordu ona. Maddalena ona tepeden bakıyordu ama yine de tartışmasız bir şekilde aralarındaki çekime o hükmediyordu. Ona yaptığı bu ürkütücü büyüyü silkip üstünden atan Maddalena, yüzüne karşı sırıtmasına daha dayanamadı ve yatağın üzerindeki yastığı alıp üzerine attı.
"Çok mu eğleniyorsunuz siz sevgili Panzio?"
Sandrino daha yüksek bir kahkahayla yastığı yakalamıştı. Siniri bozulmak şöyle dursun daha da keyiflenmişti. Kelimeleri uzatarak cevap verdi sözlerine.
"Çok. Hadi gel bekletme beni."
Beline yasladığı ellerini sinirli tavırla indiren Maddalena arkasını döndü. Yataktaki tüm arsızlığıyla onu adeta deli eden adamdan uzaklaşmaya çalışarak huysuz adımlarla gümüş şamdana doğru yürüdü. Mumların birkaçını söndürüp olabildiğince oyalandığında yatağa döndü. Yastığını aşağıya indirmiş Sandrino, dudaklarındaki ince gülüşle onu takip etmeye devam ediyordu. Utanç duygusu hala geçmemişti, Sandrino yüzüne o şekilde bakarken yatağa yatması çok zordu. Titreyen eliyle örtünü ucunu tutarken, utancını sinirli bir maskeyle gölgelemeye çalıştı.
"Bakma bana. Sana çok kızgınım. Uyumak istiyorum."
"Tamam, bakmıyorum sana. Oldu mu?"
Sandrino, ağırbaşlı bir şekilde Maddalena'nın isteğini kabul eti fakat elindeki yastığı ona geri iade edip arkasını dönerken gözlerinde çok eğlendiği belli eden muzip bir bakış hala duruyordu. Alt dudağını ısıran Maddalena, kendi içinde aptallığına söylenerek yastığını kabartıp yerine bıraktığında örtünü altına girdi. Meraklı bakışları uzandığı yerde Sandrino'ya döndüğünde geniş çıplak gövdesiyle karşı karşıya geldi. Bir süre bakışlarını üzerinde dolaştırmış daha sonrasında kendiyle kavga edercesine yüzünü elleriyle ovduğunda yatağında içinde yana döndü. Örtüyü omuzlarına kadar çekip, gözlerini sıkıca kapattı. Fakat Sandrino'nun hemen arkasında yattığının son derece farkında olmak gevşeyip uykuya dalmasını kolaylaştırmıyordu. Elinin altında top haline getirdiği kalın örtüyü bastırdığı göğsünün altındaki kalbinin atışı sadece vücudunu değil adeta tüm odayı sarmıştı.
"Nefes alabilirsin küçüğüm, ben rahatsız olmam."
Gözlerini sıkı sıkıya kapatmış, uzandığı yerde kaskatı halde uyumaya çalışırken Sandrino'nun sesini duymak Maddalena'yı deli etmişti. Omzunun üzerinden başını geriye çevirerek çıkıştı.
"N-n - niye nefes almayayım, alıyorum tabi ki. Ne saçma."
Sözlerinin ardından tekrar önüne dönüp, başını yumuşak yastığına iyice gömerken yatağın diğer tarafında arkasını dönük olan Sandrino'nun hala kıkırdadığını duyabiliyordu.
"İyi, tamam iyi geceler o zaman."
**
Maddalena perdelerin arasından içeri sızıp yüzüne vuran güneş ışıklarıyla yatağında huzursuzca kıpırdandı. Uyku üzerinde ağır bir örümcek ağı gibi asılı duruyor, yumuşacık ipek örtülülerle sarmalanmış bedeni uykunun şefkatli kollarından ayrılmak istemiyordu. Yatağın diğer tarafına dönerken aynı anda ucunu tuttuğu örtüyü de üzerine çekti. Eli üzerine düştüğü serin çarşafın üzerinde dolaşırken, tanıdık bir yatakta olmadığının, sevdiği gibi yatağın ortasında değil biriyle yatağını paylaşıyor olması gerektiğini belli belirsiz farkına varıp hızla gözlerini açtı. Fakat kopkoyu, kıvrık birer yelpaze gibi uzun kirpiklerini ne kadar kırpıştırırsa kırpıştırsın, yanında uyuması gereken Sandrino'yu bir türlü göremedi.
Yavaşça yataktan kalkan Maddalena, elleriyle dağılan sarı buklelerini geriye çekip bir süre kıpırtısız kaldı, gözleri Sandrino'nun arkasında bıraktığı boş yatakta ve odanın içinde geziniyordu. Dün gece önünde giydiği siyah geceliği şimdi yatağın ucundaki divanda duruyordu. Neden böyle hissettiğine anlam veremese dahi tek başına uyanmak hoşuna gitmemişti.
Tanrı bilir sabahın bu vaktinde hangi cehennemdeydi!
Ne bekliyordun ki, peri masalı mı?
Kendi elleriyle hazırladığı yalnızlık ve sevgisizlikle dolu kaderiyle yüzleşen Maddalena, üzerindeki örtüyü kenara fırlatarak yumuşak minderler ve ipekli örtülerle kaplı yataktan dışarı çıktı. İçinde, Sandrino'ya tam anlamıyla güven hissi oluşmasına izin vermeyen o gerçekçi ses tekrar ortaya çıkmıştı. Ona bundan sonra her günü Sandrino'nun nereye kaçıp gittiğini merak ederek başlayacağını söylüyordu. Bunu yapan belki başka bir adam olsa bu kadar takılmazdı fakat söz konusu İtalya yarımadasının en ünlü hovardası olduğunda aklı hemen türlü ihanet paranoyalarına kapılıp gidiyordu.
Yatağın yanında durmuş, sinirle alt dudağını dişlerken Natilda içeri girdi. Onu yalnız bulacağını bilen dadısı, kendinden emin güçlü adımlarıyla karşısına geçtiğinde taşıdığı büyük kadehi eline tutuşturdu. Maddalena burnuna gelen tanıdık kokuyla yüzünü buruşturdu. Natilda, mide bulantılarını önleyen karışımı eskisi gibi, üç günde bir önüne getirir olmuştu. Eline geçen her fırsatta eskiye döndüğünü söyleyerek onu azarlayan dadısının, o sabah da tek bir bakışı her türlü isyankârlığını sindirmeye yetti. Sadece bu da değil sabahın bu saatinde bu derece uyanık ve katı olması da şaşılacak şeydi. Hiçbir şey söylemeyen Maddalena, suçlu bir çocuk gibi başını eğip, nefesini tutarak karışımın hepsini içti.
Hazırlanmasını tamamladıktan sonra aynadaki yansımasına son kez gez göz gezdirdi. Yeşil gözlerinin içinde hırçın bir bakış olsa da dinlendirici bir uykunun ardından hayat dolu göründüğünü inkâr edemedi. Yüzüne renk gelmişti, dudakları dolgun ve pembeydi, çıkık olan elmacık kemikleri al aldı. Yeni elbiseleri arasından seçtiği gök mavisi ipek elbise, beline oturmuştu, kare yakası ve içine giydiği korse dolgun göğüslerini daha dolgun göstermiş, pileli uzun etekleri zarafetle kalçalarından işlemeli pabuçlarına dökülüyordu. Brokar desenli geniş kolları dirseklere doğru açılıyor altındaki sarı kollarını saran kumaşı ortaya çıkarmıştı.
İnce belinde ellerini gezdiren Maddalena, kışkırtıcı bir tebessümle kendine son kez baktıktan sonra sarı saçlarını savurarak odadan çıkmıştı.
Sandrino'nun ailesini kahvaltı masasında bulmuştu. Onun içeri girmesiyle, bir hizmetkâr masanın başında geniş arkalıklı bir sandalyede oturan Dük Panzio'nun sağ tarafındaki sandalyeyi onun için geriye çekti. O sabah en az Natilda kadar dinç görünen Düşes Rosia Panzio, onu gülümseyerek selamladı.
"Günaydın Maddalena."
Maddalena sıcakkanlı bir şekilde gülümsemeye çalışıp karşılık verdi. Teşekkür ederek ona ayrılan sandalyeye yerleşirken masanın karşı tarafında, kocası Cesare Virgilio'nun yanında oturan Lavinia ona döndü. Onunkilere benzer altın rengi saçları ve gülümsediğinde şeffaflaşan mavi gözlere sahip Lavinia Virgilio, güzel ve zarif bir genç kadındı.
"Ağabeyimin Viterbo'da bu kadar acil ne işi vardı ki? Kahvaltıya bile kalamadı, biz de bugün Roma'ya dönüyoruz. Sanırım tekrar görüşemeyeceğiz."
Arkasından sessiz adımlarla ona gelen bir hizmetkâr tepsiden aldığı su doldurulmuş kadehi tabağının yanına bıraktığında, Maddalena minnettarlıkla kadehe uzandı. Sandrino hakkında ne kadar da az şey bildiğini göstermektense rahatlıkla yalan söylerdi fakat düşünebilmek için zamana ihtiyacı vardı. Tam durumu alaya alacak kusursuz bir cevap bulmuştu ki yanı başındaki Juan Panzio, ağzına attığı peynirini bitirdiğinde onu farkında olmadan kurtarmıştı.
"Viterbo Valisi ile görüşmesi var daha sonra da limana gidecek. Sandrino'nun Viterbo'ya döndüğünden beri işlere olan özeni, düzenli ve sıkı çalışması taktire şayan. Cappella Grano di Perla'nın inşasına dair tutumu da aynı şekilde, eserin işlerini Bruno Domiano tarafından münhasıran üstlenmiş durumda. Bugün de biraz yoğun olacak ama akşama kalmadan eve gelmiş olur."
Maddalena başını sallayarak Juan Panzio'yu katıldığını gösterdiğinde kahvaltısını etmeye başladı. Ara sıra sohbet konusu açan yeni ailesiyle sohbet ederken keyiflenmeye başlamıştı. Onun yanında rahat bir şekilde konuşabiliyor olmaları Maddalena'ya bu aileye kabul edildiğini hissettiriyor ve omuzlarındaki ağır yükün az da olsa hafiflemesini sağlıyordu. Kahvaltının sonunda, Lavinia'nın tüccar olmasının yanında Roma'da ünlü bir sanat atölyesi sahibi olan kocası Cesare Virgilio ayağa kalkmıştı. Gelen yeni malları kontrol etmek için depolara gideceğini söyleyen adam izinlerini istemişti. Daha sonrasında Lavinia ve iki yaşındaki kızları Liliana'yı alarak Roma'ya dönecekti. Lavinia, ailesine gülümseyip Cesare'yi geçirmek için yanında gitmişti. Evliliklerinin başında yaşadıkları tüm zorluklara rağmen birbirlerine fazlasıyla bağlı olan çiftten hoşlanan Maddalena, onları gülümseyerek izledi. Kısa bir süre sonra tekrar aralarına katılan Lavinia, yarım kalan kahvaltısına devam ederken ona dönmüştü.
"Cesare'nin işleri öğleden sonraya kadar sürecek gibi duruyor. Eğer yorgun değilsen, biz de sabah serinliğinde bahçede yürüyüş yapalım diyorum. Düğün hazırlıklarından bahçeyi gezme fırsatın olmamıştır."
Maddalena aslına müthiş bir manzaraya sahip olan bahçeyi hakkıyla gezebilmek çok isitiyordu. Eğimli bir arazi üzerinde çiçek kümeleriyle düzenlenmiş ve her kümenin etrafında çakıl yollarla sınırlanmış teraslardan meydana gelen ve bunları taş duvarlar ve basamaklarla birbirine ağlanan geniş bahçe ilk günden ilgisini çekmişti. Fakat o gün içinde bulunduğu ruh haliyle evde oturmayı istemiyordu. Kararını verdiğinde, yüzünde beliren heves dolu ifadeyle Lavinia'ya cevap verdi.
"Bahçeyi gezmek yerine şehirde gezintiye çıkmaya ne dersin? Lucca'dan geldiğimizden beri Sandretta'nın dışına çıkmadım, şehri görmek çok isterim."
"Aslında çok güzel olur."
Bu sözlerin ardından kahvaltılarını bitirmişler, Lavinia sevimli kızı Liliana'nın gönlünü yaptıktan sonra onlar için hazırlanan at arabasına geçmişlerdi. Panzio hanesine ait Sandretta toprakları Viterbo'nun güneyinde Roma sınırına yakın bir konumda yer alıyordu. Bu yüzden şehre girmeleri beklediğinden uzun sürdü. Kır manzaralarıyla çevrili tozlu yolların ardından arabaları Kilise Devleti'nin en zengin eyaletinin başkenti olan Viterbo'nun parke taşlı kabalık sokaklarında ilerlediğinde, geniş bir meydanın önünde durmuştu. Daha önce adını sıkça duysa da Maddalena o gün ilk kez şehre adımını atmıştı. Başını kaldırmış etrafına bakınırken, dışarı çıkmadan önce saçlarının üzerine yerleştirdiği mavi ince şalı esen meltemle aheste aheste havalanıyordu. İnce dokunmuş kumaşın ardındaki sarı saçlarının güneşin altındaki ışıltısını görmek mümkündü.
Bununla birlikte sabah saatleri hızla geçti ve Maddalena, Lavinia sayesinde içinde bulunduğu huzursuz hatta sinirli ruh halinden sıyrıldı. Birlikte şehrin üst kesiminden kişilere kıymetli kumaşlar, şapkalar, banyo yağları ve farklı topraklardan gelen hoş kokulu otlar satan tezgâhları gezmişlerdi. Maddalena, genç kadının tatlı sohbetini ve şehri anlatan hikayelerini sıcakkanlı bir gülümsemeyle karşılayıp hayatı boyunca özlemini çektiği aile sıcaklığının tadını çıkardı.
Gezilerin son durağı Cattedrale di San Lorenzo olmuştu. Şapelde dua etmişler, o sırada katedralde olan Viterbo Başpiskoposu ile denk gelmişlerdi. Katedralin içinden çıktıklarında, sayısız süs havuzunun birbiriyle bağlı olduğu devasa bahçedeki, geniş bir gölge veren yaşlı ağacın altındaki taş banka oturmuşlardı. Akıp giden sohbetleri, Cesare Virgilio'nun Roma'daki sanat atölyesine gelmiş, Maddalena'da Bruno'nun onun portesini yapmasını kabul ettirmek için ne kadar uğraştığını olduğunu anlatmıştı. Çalışmaya başlayacağı günü merakla bekliyordu. Bu kadar övdüğüne göre ortaya güzel bir iş çıkacak olmalıydı, Maddalena'nın Bruno'dan beklentisi büyüktü.
"Umarım beni kucağımda bir keçi yavrusuyla resmetmez. Öyleleri bana çok sıradan geliyor."
Sohbetleri sırasında neşeyle iç geçiren Maddalena'nın bu sözleri Lavinia'yı güldürmüştü. Oturduğu yerde ona komik bir bakış atıp cevap vermişti.
"Hiç sanmıyorum. Eline bir ejderha tutuşturması bile daha olası. Sandrino, hep Bruno'nun deli olduğunu, sıradan şeylere ilgi duymadığını söyler."
Esen meltem Maddalena'nın sarı buklelerini önüne getirmişti. Eldivenli eliyle yavaşça saç tutamını geriye çekerken, gözlerinin önüne nasıl resmedilmek istediğini getirmeye çalışıyordu.
"Sanırım bahar renkleriyle bezeli bir ormanda dolaşan Flora gibi resmedilmek isteyebilirim. Şunun gibi; ...ve tanrıça sorumu şöyle yanıtladı ve o konuşurken dudakları bahar gülleri soludu: "Şimdi adı Flora olan ben eskiden küçük bir peri olan Chloris'tim..."
"Kimin sözleri bunlar?"
"Ovidius"
Lavinia, Ovidius okuduğunu duyduğunda önce şaşırmış sonrasında ise keyifle gülmeye başlamıştı. Maddalena dudaklarını birbirine bastırıp, bakışlarının önünde çevirdi. Fakat bastırmaya çalıştığı gülüşü titreyen omuzları ve yüzüne yansıyor, gözlerinin içi pırıl pırıl gülüyordu. Sonunda omuzlarını silkip gülümsedi. Fakat bu gülüş kısa zaman içinde aklına gelen bir fikirle daha da aydınlık bir hal aldı.
"Bruno'nun atölyesini ziyaret edelim mi?"
Maddalena'nın dudaklarından bir anda dökülen teklifle birbirlerinin yüzüne bakıp gülümsemişlerdi. Oturdukları taş banktan kalktıklarında süs havuzlarının arasından yürüyüp katedralden çıkmışlardı. Arabacının açtığı kapıdan içeri geçerken Lavinia, sanatkar Bruno Domiano'nun açmaya hazırlandığı atölyeye sürmesini istedi. Onların makamındaki kadınların yanında bir eşlikçi olmadan sanat atölyesi gibi daha rahat olan yerlere gitmeleri uygun görünmese de ikisi de bunu umursayacak karakterlerde değildi.
Viterbo sokaklarındaki yolculuk kısa sürmüştü. At arabalarının durmasıyla birlikte, dışarı çıkan Maddalena etrafa bakmıştı. Sokağın ortasında içinden güçlü bir kaynak çıkan büyük bir çeşme vardı, etrafına toplanmış insanlar kıyafetlerini dolduğu taş havuzun içinde yıkıyordu. Karşıda yola tezgâh açmış eski bir fırıncı dükkânı vardı. Köşelerdeki güvercinler yere saçılmış ekmek kırıntılarını kapmak için birbirleriyle yarışıyordu. Diğer tarafta ise bir marangoz dükkânı vardı. Beklediğinden iyi bir sokakta atölye açmış Bruno, bu şekilde oldukça itibarlı bir sanatçı olduğunu kanıtlayabilirdi.
Kapıya bakan uşak onları tanımamış, kendilerini tanıtmak durumunda kalmışlardı. Atölyenin girişi karanlıktı, kalın duvarlar sebebiyle gün ışığı almıyordu. Fakat yüksek tavanları sayesinde havadardı. İnce uzun koridordan, atölye içine doğru artan bir dağınıklık ve tozun içinde ilerlerken aynı zamanda lavta sesleri de giderek yükseliyor buna gülüşüp kahkaha atan erkek sesleri karışıyordu. Maddalena ve Lavinia birbirlerinin yüzlerine bakarak, yanlış bir zamanda geldikleri konusunda hemfikir olmuştu. Maddalena mavi eteklerini tutmuş, geri dönmeye niyetlendiği sırada tanıdık bir yüz görmesiyle duraksamıştı. Gennaro karşıda, muhtemelen ana atölyeye açılan kemerin altında nöbet tutuyordu.
Eğer Gennaro buradaysa Sandrino da burada demekti.
Başını yana doğru çevirmesiyle onları gören adam hazırlıksız yakalandı. Sanki üzerine soğuk bir rüzgar esmişçesine ürperen Maddalena, adamın vücut dilinden atölyedeki varlıklarında rahatsız olduğu, gerildiğini okumuştu. Uzun ve sağlam adımlarla onlara yaklaşıp karşılarında durmuş Gennaro, hissiz sesiyle konuşmuştu.
"Leydi Virgilio, Leydi Panzio, efendim içeride gayriresmi bir kutlama var."
Gennaro, Maddalena'nın anlayışla karşılayıp geri dönmesini bekleyerek durakladı fakat Maddalena yerinden kıpırdamayınca durumu yumuşatmak için gülümsemeye çalışıp ekledi.
"Atölye henüz açılmadığı için dağınık bir kutlama. Affınıza sığınarak söylüyorum fakat daha sonra gelirseniz sizin için daha uygun olacaktır."
Maddalena adama inanmayan bakışlarla bakmaya başlamıştı. Uğursuz bir his yüreğine çöreklenmişti bile, bilmemesi gerektiği bir şey dönüyordu. Sanki bir girdabın içine çekiliyormuş gibi hissederken dişlerini sıkarak gülümsedi. Arkasında olan Lavinia, yaklaşıp iyi niyetiyle koluna dokunduğunda Maddalena, içinde kalan sakinliğin son kırıntılarıyla dönüp kadının yüzüne baktı. Fakat sert ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu.
"Maddalena istersen şimdi gidelim daha sonra geliriz."
Kötü bir zamanlamayla tam o sırada atölyeden bir kadın kahkahası duyuluverdi. Maddalena hiddet ve kırgınlıkla titreyerek içine bir nefes çekti. Lavinia'nın üzerinden çektiği yeşil gözleri şimdi hırsla alev alev parlıyordu. Taş gibi heybetli olan Gennaro'nun üzerine yürüyüp yanından geçerken çekil önümden diyerek dişlerinin arasından çıkıştı, ateşten fırlayıp etrafa saçılan kıvılcımlar misali hışımla atölyeye doğru yürümeye başladı.
Maddalena büyük bir kısmı pencerelerle çevrili geniş ve havadar atölyenin kemeri altında duraksadı. İçeride yirmiden fazla kişi vardı, bunların büyük çoğunluğu erkeklerden oluşurken bir kısmı da kadındı. Gennaro'nun dediğini doğruydu içerideki resmi bir kutlama değildi, herkes oldukça samimi ve rahat görünüyordu. Etrafa saçılmış tablolar, heykeller etrafında bir grup kişi gülüp eğlenip, içiyordu.
Maddalena başını mağrur bir tavırla dik tutuyordu, eldivenli ellerini belinin hizasında sıkıca kenetlemiş tek bir an dahi kırpmadığı yeşil gözleri tam karşıya bakıyordu. Altı kişilik bir grubun ortasındaki Sandrino, çevresindeki adamlarla konuşurken yanında ise bir kadın duruyordu. Kumral saçları onunkiler gibi uzun ve dalgalıydı, üzerinde daha önce defalarca giyildiği belli olan rengi solmaya yüz tutmuş kırmızı bir elbise vardı. Sandrino'nun omzuna kolunu koymuş, abartılı mimiklerle bir şeyler anlatıyor gülümsüyordu. Sandrino'nun ifadesini okumaksa imkânsızdı.
Dehşete kapılmış Maddalena, yerinden kıpırdamıyordu. Midesini düğümleyen keder, öfke ve iğrenç bir ihanete uğramışlık hissiyle odanın kapısı önünde kaskatı bir halde öylece kalakaldı. Fakat soğuk ve katı duruşunun altında içinde bir yerlerde hisleri adeta öfkeli bir volkan misali patlamakta, Maddalena'nın son günlerde içinde hissetmeye başladığı o sıcak duyguları yakıp yok etmekteydi.
Bana saygılı olacaksın dedim Sandrino! Benden nefret etsen bile evliliğimizde beni küçük düşürmeyeceksin dedim! Beni sevmiyor olsan bile böyle şeyler yapmayacaksın dedim! Sahtekarsın sen! Aşağılık herifin tekisin!
Her şeyin yalan, her şeyin! Bunların hepsini beni elinde tutabilmek için yapıyorsun, biliyorum.
O sevgi gösterileri, ilgili davranışların hepsi yalan hepsi!
O bana sevgiyle bakıp gülümseyişlerin, flört edişlerin.. hepsi yalan!
Kahretsin seni!
Maddalena içinden bunları geçirirken, izlemeye devam etmişti. Yanındaki kadın gülerek Sandrino'ya biraz daha sokulup kulağına doğru bir şeyler anlatıyordu. Soğukkanlı bir tavır takınmak için kendini zorlayan Maddalena, başını hafifçe savurup saçlarını geriye attı ve çenesini kaldırarak dudaklarına bir gülümseme yerleştirdi. Eldivenlerini çıkartmaya başlarken aynı anda da ileriye çıktı.
Henüz atölyeye girişini fark etmemiş Sandrino, o anlarda yanındaki kadına teşekkür edip, diğerleriyle vedalaşmaktaydı. Elleriyle üzerindeki ceketi düzeltirken atölyeden ayrılmak için birkaç adım atmış ve başını yukarı kaldırdığı gibi üzerine doğru gelen Maddalena ile yüz yüze gelmişti.
"Maddalena?"
"Sandrino, kocacığım."
Bu söyleyen Maddalena'nın sesi neşeliydi fakat içten içe hiç öyle değildi. Kendi cesaretine kendisi de hayran kalarak biraz da gururlanarak elini uzatıp Sandrino'nun koluna koydu ve samimi bir şekilde okşarken biraz daha yaklaştı. Atölyedeki davetlilerin meraklı bakışlarına hedef olduklarının farkındaydı ve durum işine yarıyordu. Sandrino bir an şaşkınlıkla koluna koyduğu eline, yanına sokulmuş haline bakakalmış sonrasında mavi gözlerini yavaşça yüzüne çevirdi.
"Nasıl geldin sen buraya?"
"Sürpriz yapmak istedim. Ama çok iyi oldu değil mi? Senin ne kadar iki yüzlü bir adam olduğunu hatırlamamı sağladı."
Maddalena nazik bir sesle cevap verirken kırpıştırdığı uzun kirpikleri bir çiçeğin taç yaprakları gibiydi. Onun yüzüne bakmaya devam ederken kaşları çatılan Sandrino, kolunun üzerindeki elin tutup alçak sesiyle konuştu.
"Maddalena buradakilerin çoğu Bruno'nun tuhaf dostları diğerleri de şehirde parayla modellik yapan kişiler. Size pek uyg-"
Maddalena başını çevirdiğinde onun gelişini fark edip mutlu olan Bruno'nun hevesle yanlarına doğru geldiğini gördü. Kömür karası gür saçlarını geriye doğru çekip üst kısmını deri bir bağla tepesinde toplamıştı. Maddalena Sandrino'nun koluna koyduğu elini nazikçe ittirip, resmi bir reveransla ona sağ elini uzatan Bruno'ya döndü. Tırnakları sanki yakın zamanda resim yapmış gibi birbirine karışmış renklere bulanmıştı.
"Maddalena, hoş geldin."
"Lavinia ile seni ziyarete etmek istedik."
"Onore oldum, teşekkür ederim. Geleceğinizi bilseydim, sizi daha iyi karşılardım. Yan atölyedeki çalışmalarımı göstermek isterim. Konuklarımıza şarap ikram edin."
Bruno köşede bekleyen genç bir çocuğa dönerek hızlı olmasını işaret ettiğinde gülümseyen yüzünü tekrar ona çevirdi. O sırada Sandrino'nun kaşlarını çatarak bakışı burada kalmaya pek niyetli olmadığını gösteriyordu. Kelimelerinin üzerine basa basa konuşmuştu.
"Bruno, başka bir zaman."
"Neden? Sonuçta artık geldik. Ben şarap alırım Bruno."
Maddalena ifadesiz bir sesle konuştuğunda Bruno önce bakışlarını ikisinin arasında dolaştırmış ardından başını sallayıp arkasında bekleyen genç çocuğa dönmüştü. O sırada Sandrino sertçe oflamıştı, ruh halini artık tam anlamıyla görebiliyordu. Ona yaklaşıp gülümseyişinin ardından hafif bir azarlama tonuyla fısıldadı.
"Bir hiç uğruna sinirleniyorsun."
Bunun üzerine Maddalena gülerek parmak ucunda yükseldi ve onu çileden çıkartmasını beklediği neşeli bir sesle kulağına fısıldadı.Biraz önce gördüklerinden sonra sözünü sakınmak şöyle dursun Sandrino'yu elleriyle parçalamak istiyordu.
"Hiç mi? Şimdi o şarabı suratına çarpınca göreceğiz hiç miymiş, bok herif."
Sandrino onun küfür ettiğini duyunca afallar gibi oldu yüzüne boş bir ifade geldi fakat sonra hemen her şey yolundaymış gibi görünen haline geri döndü. Uzaktan bakan hiç kimse aralarındaki gerginliği anlayamazdı. Fakat Sandrino, Maddalena'nın gözlerinin içindeki alev alev öfke ve buz gibi tiksinti görünüyordu. İtiraf etmek istemese de karısının üzerindeki bu vahşi ruh hali onu ürkütmüştü. Yüzündeki gergin gülümsemesiyle Bruno'ya dönerek seslenmişti.
"Su. Biz şarap yerine su alalım Bruno. Huzur verir, sakinleştirir."
"Olur, işe yaramayacağına bahse getiririm ama olur. Su olsun."
Sandrino, Bruno'nun önünde durduğu konsola doğru yürürken Maddalena'da atölyedeki tek düzgün görünen çalışmaya doğru ilerledi. Tahta bir plaka üzerinde çizilmiş resim taş bir kaide üzerine özensizce bırakılmıştı. Üzerine vuran gün ışığı, beyaz ve koyu mavi gökyüzünü gözler önüne seriyordu. Masum yüzlü meleklere benzeyen kızlar, havada huzurla süzülen güvercinler remedilmişti. Sol tarafta kalan bir dağın yamacında bir teni soluk ve hasta görünen siyahlar içinde bir Madonna'nın siyah saçları rüzgarla dalgalanıyor gibiydi. Bir köylü müydü yoksa Bruno'nun tanıdığı bir kadın mı? Yüzü diğer kızlar kadar çocuksuydu ama saçları kirliydi. Mutsuz görnüyordu. Maddalena, Bruno'nun bu resim ile ne yapmaya çalıştığını merak etmeden duramadı. Fakat şu an buna ayıracak zamanı yoktu. Çıkardığı eldivenlerini resmin üzerine bırakıp özenle düzeltirken başını kaldırmış ve bir suyla ona gelen Sandrino'yu görmüştü.
"Al bakalım."
"Sende bunu al."
Sandrino'nun uzattığı kadehi alan Maddalena biraz önce resmin üzerine koyduğu eldivenlerini de Sandrino'ya doğru ittirdi. Ne dediğini anlamayan Sandrino, bakmak için mavi gözlerini aşağıya indrdiğinde, ona bir hafta önce verdiği yüzüğün deri eldivenin üzerinde durduğunu gördü. Şaşkınlık ve sinirle gerilirken, elini hızla yüzüğün üzerine kapatıp ona doğru ittirmişti. Sesi içinde yükselmeye başlayan öfkeyle titriyordu.
"Saçmalama Maddalena."
"Seni uyarmıştım. Sana seni terk ederim demiştim. Evliliğimizde beni küçük düşürmene, aşağılamana izin vermeyeceğim demiştim. Bana bir söz verdin ve onu tutmadın. Ama ben kendime verdiğim sözü tutacağım; seni terk ediyorum Sandrino."
Maddalena bu sözlerinin ardından yüzünü Bruno'ya çevirdi ve kibar bir tavırla daha sonra geleceğine söz verip, iyi eğlencelere diledikten sonra atölyenin kapısına doğru ilerlemeye başladı. Sandrino'nun kaşları şaşkınlıkla çatılmış, arkasından bakakalmıştı.
Hırsla atölyeden çıkıp sokağa adımını attığında Sandrino'da koşar adımlarla peşinden geliyordu. Onu buraya getirerek büyük bir hata yaptığını düşünen ve suçluluk hissiyle boğuşan Lavinia, yanında duran Gennaro ile uzaktan olanları izliyordu. Maddalena elini sert bir şekilde yukarı kaldırmış, şaşkın arabacıya gideceklerini işaret ederken Sandrino arkasından yetişip sıkıca kolunu çekmişti.
"Maddalena! Maddalena dedim. Ne bu şimdi? Ne bu sorumsuzluk, çocuk gibi. Saçma bir şey gördün diye işi nereye götürüyorsun. Ne tuhaf kıskançlıklar bunlar?"
Maddalena kendini geriye çekip kolunu Sandrino'nun elinden kurtardığında hırsla yüzünü ona döndü. Çok hızlı bir şekilde soluk alıp verdiğinin, nabzının tehlikeli bir şekilde yükseldiğinin farkındaydı. Sanat atölyesindeki soğukkanlılığını kaybetme sınırına yaklaşmıştı, titreyen parmağını Sandrino'nun göğsüne bastırırken soğuk ve kırgın bir sesle konuştu.
"Senin bunu anlamanı beklemiyorum zaten. Sen şunu anla yeter; ben bundan sonra yokum."
Bu sözlerinin ardından arkasını dönmüş Maddalena, hızlı adımlarla at arabasının önüne gelmişti. Arabacı ne yapacağını bilmez bir halde küçük kapıyı açarken yanına gelen Sandrino'nun sesi öfkesini daha da arttırıyordu.
"Aklını mı kaçırdın sen? Büyütülecek şey mi bu? Ben buraya öylesine uğradım, kutlamadan haberim bile yoktu. Yapmadığım bir şey için suçluyorsun beni. Maddalena sonunda pişman olacaksın, yapma şunu!"
"Çekil yolumdan. Ben seni dinlemiyorum artık."
Sandrino, kolunu uzatıp binmek üzere olduğu arabanın kapısını tuttu. Yüzüne bakarken buz gibi bir tonda tane tane sormuştu.
"Buraya gelip, oradaki kadınla seni aldatacağıma inanıyor musun gerçekten? Bunu yapacağımı düşünüyor musun, bilmek istiyorum. Ben o gün sana bir söz verdim Maddalena, bu kadar mı güvenmiyorsun bana? "
Atölyede ona yaslanmış kulağına fısıldayarak bir şeyler anlatan kadınla birlikte görmenin verdiği acıyı savuşturabilmek için derin bir soluk aldı Maddalena. Yanağından aşağı kayan bir gözyaşı damlasını öfkeyle sildi. Herhangi bir cevap vermeden alev alev gözleriyle Sandrino'ya son bir bakış atıp, kolunu ittirerek önünden çekti. At arabasının için girerken Sandrino kısık sesindeki öfkeyle arkasından sesleniyordu.
"Maddalena binme o arabaya. Maddalena beni çıldırmaya mı çalışıyorsun sen! Binme o arabaya dedim!
Titreyen bedeniyle yerine oturmuş Maddalena, Sandrino'nun sesini duyuyordu fakat boğazı konuşamayacak kadar düğümlenmişti. Elini kucağında yumruk haline getirmiş, tırnaklarını avuçlarına geçirirken ne dönüp bakmış ne de verdiği karardan vazgeçmişti. Yerinden kıpırdamadan oturmaya devam ederken sonunda Sandrino'nun öfkeyle at arabasının ahşap duvarına elini vurduğunu fark etmişti.
"Tamam git, istediğin gibi olsun git."
Bu sözlerini duyan Maddalena'nın boğazından sessiz bir hıçkırık kopmuştu. Eliyle dudaklarını kapatırken, başını dik tutmaya çalışıyordu. Birkaç inatçı gözyaşı yanaklarına yuvarlanıyordu. Fakat bunun böyle olmasını Sandrino istemişti. O güçlü durmaya kendini kaybetmemeye çalışırken, Lavinia sessizce içeri girip karşısına oturmuştu. Kısa bir süre sonra atlar taş sokağın içinde hareketlendiğinde sokağın ortasında duran öfkeli Sandrino'da arkasında kalmıştı.
**
Sandrino, Panzio Villasına döndüğünde güneş bir ateş misali ufuk çizgisine doğru kaymaktaydı. Şehirdeki tüm işlerinin bitirdiğinde vakit kaybetmeden eve doğru yola çıkmıştı. Viterbo kırsalı boyunca süren büyüleyici bahar manzarası eşliğinde süren bir buçuk saatlik yolculuk sabrını zorlamıştı. Eve ulaştığında, her yanından hiddet tüten ve bu haliyle esip geçen öfkeli sarışın bir tanrıçayı andıran Maddalena ile sahneleyecekleri hesaplaşmanın hayalini kuruyor, pencereden akıp giden huzur verici güzelliği umursamıyordu.
At arabası evin önünde durduğunda, arabacıyı beklemeyen Sandrino, kapıyı bizzat açıp kendini dışarı atmıştı. İlerleyip taş basamakları çıkmış, büyük kemerli kapıdan sessiz eve girmişti. Aile içinde kullandıkları küçük salona kapısından başını uzatıp göz attığında kimseyi görememişti. Sırtındaki pelerini, yanına gelen Fabio'ya teslim ettiğinde, yatak odalarına çıkan merdivenlere yöneldi. Yorgun ve kendini anlatamadığı için sinirli bir halde açtığı kapıdan içeri girdi. Odanın içinde ağır adımlarla ilerlerken yavaşça ceketini çıkarttı. Maddalena giyinme odasında olmalıydı. Sandrino'nun kafasında öfkesini cilveyle yatıştırma fikri dolanıyordu
Ara kapıdan girdi fakat giyinme odası boştu, hızlı adımlarıyla banyoya girdiğinde orayı da boş buldu. Hepsi bomboş ve son derece terk edilmiş gibi geldi gözüne. İçine düşen şüpheye ihtimal vermemek için kendini teskin ederken yok artık diye mırıldanıp ellerini saçlarının arasında attı. Yapmış olamazdı. İşi bu kadar abartamazdı.
O kendi kendine mırıldanıp, öfkeli karısının yüksek ihtmalle annesinin yanında olduğunu düşünürken Franco, açık kapının eşiğinde göründü.
"Maddalena nerede? Annemle mi birlikte?"
Franco vücudu dimdik, resmi bir şekilde Sandrino'nun gözlerinin içine bakmadan cevap vermişti.
"Ekselansları anneniz komşulardan birine davetli. Fakat Leydi De Bena- bağışlayın efendim, Leydi Panzio villada değil."
Yatağın yanından ayrılan Sandrino, kaşlarını çatmıştı. Adama doğru ağır adımlarla yürümeye başlamıştı.
"Anlamadım ne dedin sen?"
"Leydi evde değil-"
"O kısmını duydum. Ben sana karımın nerede olduğunu soruyorum?"
"Gitti, ekselansları."
Maddalena'nın gözlerinin içine bakıp tereddütsüzce seni terk ediyorum Sandrino dediğini düşündükçe, kontrolünü kaybedecek gibi oluyordu. Onu gerçekten terk etmiş olmazdı. Bu büyük delilikti. Fakat kahretsin söz konusu fevri çıkışları olan Maddalena'ydı ve gerçek şu ki onu fena halde öfkelendirmişti. Ellerini sinirle beline yaslayan Sandrino, karşısındaki adamı ürkütecek bir sakinlikle konuşmuştu.
"Gitti? Nereye gitti?"
"Bilmiyorum ekselansları. Hanımefendi giderken, sizin bilginiz olduğunu ve fazla şaşırmacağınızı söyledi."
Bu sözlerle birlikte Sandrino'nun sinirle güldü. Bu kız onu deli edecekti, sonu olacaktı. Franco hafifçe başını eğip koridorda kaybolduğunda, Sandrino yatak odalarının ortasında ne yapacağını bilmez halde öylece kalakalmıştı.
Maddalena onu gerçekten terk etmişti. Artık her neredeyse onu eline geçirdiğinde bunu ona en güzel şekilde ödetecekti. Belki bu kez daha önce söz verdiği gibi onu gerçekten iyice bir pataklardı.
Yazan;Mirena Martinell
✨ ✨
Hizmette sınır yok sdjsgs püü boyun posun devrilsin'e benzer tüm sitemlerinizi daha kolay dile dökebilesiniz diye size yalıçapkınımızı getirdim. Buyurun sizindir, yine de çok yüklenmeyin derim yazıktır :'))
Ben geldim!
Bölüm bu şekilde🤷🏻♀️ Ben Sandrino'nun hemen öyle evliliği kabulleneceğine hiç inanmıyordum ve öyle de oldu. Yılların hovardalığı kolayca bırakılmıyor ne yazık ki. Ama bu kez tamamen suçlu ya da suçsuz demiyorum, yorumu size bırakıyorum.
Maddalena'nın yeme bozukluğu bu hikayede beni kesinlikle en çok etkileyen şey olup çıktı. O kısımları yazarken artık resmen içimde yaşamaya başladım, ben bile bir an önce iyileşmesini istiyorum 😔
Bir sonraki bölüme +18 yaş sınırı koymaya karar verdim shsdhs Normalde açık sahneleri bir yere kadar yazarım ama Sandrino ve Maddalena için ileri gitmeyi düşünüyorum, çok uzun zamandır artarak devam eden o arzu dolu gerilimi bence açıkça yazmam şart oldu. Yani velhasıl bir sonraki bölüm fenaaaa 🔥😂 Yazarken muhtemelen çok gerileceğim ama aramızda kalsın ortaya ne çıkacak diye de çok heyacanlıyım. Umarım sizin için rahatsız edici olmaz. Şimdiden söylemek istedim sonra Tuğçe sen böyle yazmazdın diye şaşırmayın shsgds
Bu arada bölümümüzün gifi harika olmamış mı? 😍Önceden yazdığım, Bahar Tanrıçası Flora kısmıyla harika denk geldi, bayıldım. Tabi ki hikayelerin tüm kapakları gibi o da canım İlknur IkiArkadas 'ın güzel ellerinden çıktı ♥️ Zaten kapak işi bana kalmış olsaydı bitmiştik, ne kadar teşekkür etsem az kalır 😍
Ve sizden ricam var, bölümlere lütfen yorum yapın ve oy verin. Düşüncelerinizi çok merak ediyorum :) Bundan sonra bölümlerin oylarına ayrıca dikkat etmeye karar verdim, benim hızlı yazmamı siz sağlayacaksınız 😍 Yoksa vallahi Sandrino ve Maddalena'nın arasını daha da bozar, hatta Maddalena'yı bir güzel saklarım Sandrino birdaha bulamaz. O çok beklenen ateşli anlar da bir sonraki bahara kalır, deliyim yaparım 🤷🏻♀️😂
Umarım bölümü beğenmişsinizdir, hepinizi çook öpüyorum kendinize iyi bakın, bir sonraki bölümde görüşmek üzereee❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top