Bölüm 17 - "Yeni Başlangıçlar" - Kısım I

"Sen bu ailenin geleceğisin."

Gösterişli bir at arabası, tüm gece aralıksız yağan yağmurun harap ettiği tekerlek izleriyle bezeli yolda ilerlemekteydi. Sağ tarafta yazın gelmesiyle ekilmeyi bekleyen buğday tarlaları göz alabildiğince uzanıyor, sol tarafta ise servi ağaçları masmavi gökyüzüne doğru yükseliyordu. Şubat ayının sekizinci günüydü, gökyüzü artık puslu kış renginden sıyrılıp ilkbaharın canlı renklerine boyanıyordu.

Maddalena hayatının bundan sonraki kısmında yaşayacağı evi hayalinde pek çok kez canlandırmaya çalışmıştı. Karşısına nasıl bir şey çıkacağını görmek için duyduğu merak ve sabırsız arzuyla perdelerini kenara çektiği pencereden dışarıyı izliyordu. Sandretta toprakları boyunca uzanan vadiler, hafifçe yükselen tepelerin arasına kurulmuş bir köy, zenginlerin çiftlik evleri ve etrafı kaplayan verimli tarlaları geçtikten bir süre sonra oldukça düzenli görünen geniş bir yola sapmışlardı. Tam o anda başını biraz daha yukarı kaldırmış ve uzun ağaçların ardında henüz tamamını göremediği yüksek bir alana kurulmuş binayı seçmeye başlamıştı.

İlerledikleri yolun sonunda, üzerinde Panzio arması taşıyan deri zırhlar kuşanmış muhafızların koruduğu yüksek kapılarla karşılaşmışlardı. Küçük konvoylarını gördüklerinde ikisi koşarak onlar için kapıları aralamıştı.

Maddalena, Natilda ile paylaştığı arabanın içinde eldivenlerini elinde evirip çeviriyor taşlık yolda ilerledikçe daha net görebildiği fildişi gibi parlayan beyaz tuğlalardan inşa edilmiş büyük villaya bakıyordu. Karşısında, hayatı boyunca gördüğü tüm villaları gölgeleyen ihtişamlı eklektik bir yapı yükseliyordu. Dörtgen bina, yüksek kemerli kare taş pencereleri, çevreye bakan kemerli geniş sundurmalarıyla hafif eğimli bir arazi üzerine konumlanmıştı. Zemin kat yontma beyaz taşlardan, ikinci ve üçüncü kat ise mükemmel pürüzsüzlükteki açık renk taşlardan yapılmış ve üzerleri el sanatlarıyla benzenmiş şık kornişlerle donatılmıştı. Özellikle burçları andıran iki tarafındaki yüksek çıkıntılar bir orta çağ kalesinden dönüştürüldüğünü anlatıyordu. Yıllar boyunca üzerine eklemeler yapılarak bugünkü haline gelmişti. Simetrik planla düzenlenmiş ve antik tapınak cephesini geniş bir revakla birleştiren klasik İtalyan villa tasarımlarının gösterişli bir benzeriydi.

Villaya gelenleri ilk olarak, yüksek kapıların çift kemerini süsleyen büyük Panzio kabartması karşılıyordu. Aslan formunda bir geyik, güneş ve sarmaşıkların birleşiminden oluşan arma taş üzerinde muntazam bir işçilikle kabartılarak işlenmişti.

Daha önce Sandrino'dan her kuşakta en az bir aile ferdinin mimariyle ilgilendiğini dinlemiş olsa bile Maddalena böylesi bir görüntüyle karşılaşacağını hayal etmemişti. Doğrusu artık birçok soylu aile hem yaşam koşullarının daha kolay olması hem de politikayla iç içe olabilmek için şehirlerdeki saraylarında yaşamayı tercih ediyordu. Fakat Panziolar gibi kırdaki ortaçağ kalelerini andıran villalarının maneviyatından kopamayan ailelerin sayısı da azımsanamayacak kadar fazlaydı.

At arabası durduğunda bir şubat gününe göre oldukça parlak olan güneş ağır ağır tepeye ulaşmak üzereydi. Maddalena eldivenlerini titreyen parmaklarına geçirmeye çalışırken arabanın kapısı açılmış ve birkaç gün önce Tanrı ve tüm meleklerinin huzurunda ömrünün sonuna kadar karısı olmaya yemin ettiği Müstakbel Panzio Dükü Sandrino Panzio ile yüz yüze gelmişti. Baştan aşağıya siyahlara bürünmüştü, üzerindeki tek renk gece karası pelerinin sol göğsüne altın sarısı ipliklerle işlenmiş aile armasıydı. At üzerinde yolculuk yaptığı için saçları dağılmış, asi sarı saç tutamları alnına düşmüştü. Çenesini kastığı zamanlarda daha fazla belirginleşen kemikli yüzü ciddi bir ifadeye sahipti.

Atını seyise bırakmış Sandrino, tıpkı onun gibi deri eldiven giydiği elini ona uzatıyordu. Maddalena, geceyi geçirdikleri handa Natilda'nın seçip giydirdiği parlak mavi seyahat elbisesinin eteklerini topladığında elini tutup yavaşça dışarı çıkmıştı.

"Nasıl buldun?"

Onun yukarı kaldırdığı meraklı bakılarını fark etmiş Sandrino, ne düşündüğünü öğrenmek istemişti. Önünde küçücük hissettiği, uzun yıllar Panzio aile fertlerine yuva olmuş villanın onu içine kabul edip etmeyeceği konusunda endişeleri vardı. Şu an ona son derece ürkütücü gelen bu yere bir gün gönül rahatlığıyla evi diyebilecek miydi, bilmiyordu. Kalbinin gürültüsü kulaklarını dövüyordu. Hem bir adım daha atmaya korkan toy bir genç kızdı hem de bir an önce çarpışmak için sabırsızlanan bir asker. Dişlerini sıkıp halasının defalarca tembihlediği gibi gülümsemişti.

"Bu kadarını beklemiyordum. İnsan içinde kaybolur."

"Bazen gerçekten içinde kaybolmak istiyorsun, hatta çoğu zaman."

Sandrino tüm yolculuk boyunca keyifsizdi. O Natilda ile at arabasındayken, Andreani Ludovico ile at sırtında yol almayı tercih etmişti. Yaklaşık bir buçuk gün kadar süren yolculuklarında iki adamı uzaktan izleyen Maddalena, son bir aydır yaşadığı saldırılardan başka bir şeyden konuşmadıklarını biliyordu.

Sandrino öylesine diken üzerindeydi ki eskisi gibi olaylara alayla yaklaşan hali kaybolup gitmiş gibiydi. İçine düştüğü kötü durumdan başka bir şeye odaklanamıyordu. Yolculukları sırasında kaldıkları handa ne doğru düzgün dinlenmiş ne de yemek yemişti. Onun ve Andreani Ludovico'nun sık sık tekrarlamalarına rağmen yolculuk boyunca kendini yiyip bitirmişti.

Geceyi geçirdikleri handa bulundukları katın tüm odalarını kapattırmış, onun Natilda ile kaldığı odanın kapısı önüne zırhlı muhafızlar dikmişti. Kendisini hedef alanların canını yakmak için ona da saldırabilecekleri ihtimaline öylesine inanmıştı ki haberi olmadan odadan dışarı çıkmasını dahi yasaklamış, yemek ve kahvaltı için aşağıya indiğinde gözünün önünden ayrılmasına izin vermemişti. Tüm bu saldırıların sorumlusu ortaya çıkmadığı sürece onun da tehlikede olduğundan söz edip duruyordu, Maddalena Sandrino'nun bu inişli çıkışlı deli hallerine uyum sağlamakta zorlanıyordu. Önceleri umursamaz bir adamken şimdi takıntılı birine dönüşmüştü.

"Tuhaf. Kudretli Düşes Hazretleri eve dönüşümü izlemek için şimdiye kadar çoktan kapılara çıkmış olmalıydı."

Sandrino başını doğup büyüdüğü evin üzerine çevirmiş asabiyetle söylenirken Maddalena, bu sözlerine ne tepki vereceğini bilememişti. Kimsenin onları karşılamaması elbette tuhaftı. Kısa bir an sonra, büyük bir merkezi kemer ve iki küçük kemerin desteklediği revakın ardındaki yüksek kapılardan siyahlar giymiş, yaşlı ve sıska bir uşak görünmüştü.

Birlikte basamaklardan çıkarken, Maddalena'da uşağa bakmıştı, koyu kahve gözlerindeki afallamış bakıştan Sandrino'nun yanında onu görmeyi beklemediği okunuyordu. Fakat onları yan yana görmek mutlu da etmişti, yüzünde hem tedirginlik hem sevinç aynı anda asılı kalmıştı.

Adam saygılı bir ses tonuyla, "Lordum, Leydi De Benardi hoş geldiniz." dedikten sonra yana çekilmişti. Fakat Maddalena, gördüğü anda tanışmamalarına rağmen onun Sandrino'nun eşi olduğunu anlayan yaşlı uşağın daha fazlasını söylemek için kıvrandığını fark etmişti. Adama yavaşça tebessüm etmişken Sandrino'nun huysuz mavi gözleri evin içine dönmüştü.

"Madonna Panzio evde değil mi?"

"Evdeler efendim, küçük salonda misafirlerinin yanındalar."

"Kimmiş bu oğlunu bile karşılamaya çıkamayacak kadar önemli olan misafirler?"

Yaşlı adamın bakışları bu soru üzerine onun üzerine dönmüştü. O kadar üzülmüştü ki sesi çıkmıyordu. Hafifçe öksürerek boğazını temizledikten sonra içindekileri döküvermişti.

"İzninizle, sizi ilk kez yana yana gömenin ne kadar güzel bir duygu olduğuna sevinirken nişanınızın bozulmasına da derinden üzüldüğümü söylemek istiyorum. Leydi De Benardi'nin ağabeyi buradalar, düşesle konuşuyorlar."

Ailesinin Panzio Malikanesinde olduğunu duyduğu an belirgin bir şekilde irkilen Maddalena, ruhuna işlemiş bir korkuyla büyümüş yeşil gözlerini bir kaçış ararcasına arkasına çevirdiği sırada Sandrino'nun "Ne duyduysan yanlış duymuşsun Franco." diyerek adamı düzelttiğini işitmişti. Üzerine yapışan siyah pelerinini tutup çıkartmış önündeki adama verirken Maddalena'da onun gibi eldivenlerini ve yünlü kadife pançosunu çıkartmıştı. Başını ona çevirdiğinde Sandrino'nun yüzünde nahoş bir şey yapmaya hazırlanan deli dolu bir bakış vardı.

"Hadi sevgili ailelerimize merhaba diyelim."

Bu sözlerin ardından Sandrino ona yol göstermişti. Birlikte evin geri kalanı gibi duvarları beyaz taşlardan olan geniş sahanlık boyunca birlikte yürümüşlerdi. Maddalena yanlarından geçerken, hizmetkârların onu kaçamak bakışlarla süzdüklerini hissediyor fakat evlenmiş olarak ailesiyle ilk karşılaşmalarına hazırlanırken hiçbir şey düşünemiyordu.

Sandrino önünde durdukları çift kanatlı ahşap kakmalı kapının önüne geldiğinde, Franco'ya bırakmadan iterek açmıştı. Bir anda onlara dönen şaşkınlıkla kalakalmış üç çift göze doğru tereddütsüzce yürümüştü. Maddalena'ya ise onu takip etmek dışında bir seçenek kalmamıştı.

Arkalarındaki kapı uğursuz bir tak sesiyle kapanırken, yalnızca ağabeyi Alfonso'yu görmeyi bekleyen Maddalena, annesini de karşısında görünce gerçek bir şok geçirmişti. Büyük mermer bir şöminenin karşısına yerleştirilmiş, oymalarla süslü geniş sandalyelerde oturan üç kişinin de yüzünden sert bir konuşma yaptıkları rahatça okunuyordu.

İnsanlar arasında Görkemli Hanım olarak anılan Rosia Panzio, annesi ve ağabeyinin karşısındaydı. Sarı saçlarına düşen beyazlarla altmışlarında, hala güzel ve asil bir kadın olarak her ne olursa olsun sarsılmayan ve kendine güvenen duruşuyla sandalyesinde dimdik oturuyordu. Başını onlara doğru çevirdiğinde, duraksamış fakat diğerlerine göre şaşkınlığını daha çabuk atlatmıştı. Kaşlarını gördüklerinden memnun bir şekilde yukarı kaldırmış oğluyla onu baştan aşağı süzmüştü.

"Mantığı arayacak olsaydım Sinyor De Benardi, gençler arasında aramazdım. Bakın, nişan anlaşmalarını bozmaya çalıştığınız kişiler bunun güzel bir örneği olarak karşımızda duruyorlar."

Rosia Panzio bu sözüyle yavaşça ağabeyi Alfonso'ya dönmüştü. Maddalena onun gerilmiş yüzüne bakar bakmaz en az yanındaki annesi kadar durumdan hoşlanmadığını görmüştü, De Benardi- Panzio ittifakını fes etmeye karar vermişken onu burada üstelik Sandrino'nun yanında ve evinde gördüğü için sinirlenmişti. Koyu sarı kıvırcık saçlarını sağ tarafına doğru taramıştı, son görüştüklerinde kısa olan sakallarını biraz daha uzatmış üzerine ise haki renk bir tunik giymişti. Onunla aynı renge sahip gözlerini Rosia Panzio'dan ayırıp, "Burada ne oluyor?" diye soran Sandrino'ya çevirmişti. Oturduğu yerden dik bir şekilde ayağa kalkıp, sözlerini sakınmadan sorusunu cevaplamıştı.

"Buraya, oğlunun bir türlü imzalayıp geri göndermediği, nişan iptalini Dük ve Düşes Panzio ile sona erdirmeye geldik. Daha doğrusu, Düşes konuyu yüz yüze görüşmeden Panzio ailesinin iptali imzalamayacağını söylediği için buradayız diye söylesem, duruma daha uygun olacaktır. Ben sizin sorunuzu cevapladığıma göre şimdi siz benimkini cevaplayın; Halasının gözetiminde olması gereken kız kardeşimin Viterbo'da üstelik sizin evinizde ne işi var?"

Sandrino bu sözleri ciddi bir tavırla başını sallayarak dinlemişti. Fakat onu açıkça hor görüp gücünü göstermeye çalışan ağabeyine bakarken eğlendiği yüzünden belli olmaması için fazla gayret sarf etmiyordu. Tam öne doğru bir adım atmış sözlerine karakterine has küçümseyen bir karşılık verecekken, koltuğunda onlara dönen Rosia Panzio araya girmişti.

"Nişan iptali tamimiyle düşüncesiz bir istek."

"Hayır biz ne yaptığımızı biliyoruz Sayın Düşes. Asıl düşüncesiz olan ailenizin bizim ailemize yaşattığı itibar kaybıdır, düşüncesiz hareketlerinizle bize zarar vermenize izin vermeyiz."

O ana kadar soğuk sessizliğini koruyan Contessa De Benardi araya girmişti. İçeriye adımını attığı andan beri odak noktası Maddalena'ydı, üzerinden ayırmadığı buz mavisi gözleriyle oturduğu yerden ona işkence etme yeteneğine sahipti. Kaşlarını çatmış, dudaklarını ince bir çizgi haline getirmişti, doğrudan içini delip geçmek istercesine yüzüne bakıyordu. Söyleyebileceği her türlü kötü ve aşağılayıcı sözlere eşdeğer olan bakışlar altında kıpırtısız kalan Maddalena, elinde olmadan korkmuştu.

Panzio Düşesi Rosia Panzio ise annesinden gelen sert karşılık üzerine koltuğunda zarafetle muhatabına dönmüştü. Avına pençelerini geçirmeye hazırlanan bir kartal gibi, sırtının dimdik hale getirmiş, yüzüklerle bezeli ellerini ipek eteklerinin üzerinde üst üste yerleştirmişti. İstekleri olmadığı taktirde lafını sakınmayan bir kadın olduğunu annesine göstermeye hazırlanıyordu.

"Tam aksine, delirdiğiniz kesin Leydi De Benardi. Çok iyi bildiğim bir rahip var, belki de biraz konuşup içinizi dökmeye ihtiyacınız vardır. Kilisesinin adını verebilirim."

"Bunları, asaletiyle herkese örnek olduğu söylenen Rosia Panzio'ya yakışmayan sözlerdi. Biri size karşı çıktığında her zaman böyle kılıcınızla insanlara saldırır mısınız?"

Maddalena annesinin içinde her türlü azarlayıcı ve aşağılayıcı suçlamalar barındıran bakışlarından kurtulduğu için rahat bir nefes almıştı ki Rosia Panzio ve annesi kozlarını paylaşmaya başlamıştı, Aralarındaki atışma kısa zaman içinde sözlü bir düelloya dönüşmüştü.

"Leydi De Benardi, kılıcım olmadığı için şanslısınız. Bu istediğiniz şey İtalyan geleneklerini altüst etmektir, nişan bizzat kilise tarafından kutsanmışsa geri adım atamazsınız."

"Aslına bakarsanız buna gücümüz yeter. Aileniz böyle kötü bir durumdayken kızımızı size vermeyiz."

Annesinin sert sözlerine karşılık küçümser bir tavırla elini havada sallayan Rosia Panzio, gerçek anlamda sinirlenmişti. Bütün kasları geriye kasılmış, oturduğu yerde göz açıp kapayıncaya kadar iki kat daha görkemli görünmeye başlamıştı. Üzerindeki açık bej ve ondan daha koyu renkte işlemelerle süslenmiş elbisesi, saçlarını bir arada tutan incili filesiyle öylesine asil görünüyordu ki Maddalena, sosyetenin görkemli hanım sıfatını boşuna koymadığını anlıyordu.

Biraz önce havada salladığı elini oturduğu sandalyenin oval biçimli kulpuna yerleştiren düşes, tam karşısındaki Contessa'ya sert bir cevap verecekken ayakta olan Alfonso De Benardi araya girmişti.

"Hanımlar, lütfen böyle bir tartışmaya gerek yok."

Sözünün kesilmesini sert bir bakışla karşılayan Rosia Panzio, aniden başını kaldırıp bu kez de ağabeyine çıkışmıştı.

"Ben tartışmam lordum, açıklarım."

Maddalena daha fazla bu düelloya dayanamayacaktı, iki sessiz adımla Sandrino'ya yetiştiğinde fark ettirmeden kolunu dürtüp "Müdahale etmeyecek misin?" diye sormuştu. Fakat sert ve karanlık yüzüyle önlerindeki iki kadının atışmasını izleyen Sandrino'nun herhangi bir şey yapmaya niyeti yoktu. Başını ona çevirip bakmış omuzlarını silktiğinde tekrar ailelerine dönerek "Sana annem hakkında ilk dersini veriyorum; Hızını almış, insanları azarlayan Rosia Panzio'yu asla bölme. Bitirmesini bekle. Sözünün kesilmesinden nefret eder." diye fısıldamıştı.

Sandrino'nun tartışmaya müdahale etmek şöyle dursun annesini izlemekten zevk aldığını fark eden Maddalena, karamsar bir bakışla önüne dönmüştü. O sırada kendi annesi ciddi tavrıyla nişanın onlar için çoktan sona erdiğini anlatıyordu.

"Kabullenin Düşes, kızımızı size vermiyoruz."

"Yapamazsınız, itiraz ederiz. Nişanın bozulmasına asla izin vermeyeceğiz."

"İtirazı neye dayanarak yapacaksınız?"

Maddalena, Rosia Panzio'nun karşısında soğuk tepkisizliğini korumaya çalışan annesinin halini fark ettiğinde gülmemek için dudaklarını ısırmıştı. Babalarından sonra ilk kez biri sözlerine bu kadar sert bir tavırla karşı geliyordu.

Kendisine yöneltilen soruyu keskin bir zeka ve zarafetle karşılık veren Rosia Panzio, iptali kabul etmeyeceği konusunda oldukça sert bir tavır çiziyordu.

"Haksız etkiye. Asılsız suçlamalara hatta iftiraya. Dost bir hâkim buluruz, tahmin edersiniz ki İtalya yarımadasının her yerinde dostlarımız vardır."

"Dost mu yozlaşmış mı?"

"Hangisi iş görürse."

Rosia Panzio, koltuğunda zafer kazanmış bir edayla geriye yaslandı ve soylu kaşlarını kaldırarak bu sözü üzerine annesinin ne tepki vereceğini bekledi. Düşesin duruşundaki kibri fark eden Maddalena, normal bir zamanda böylesine büyüklenmeden hoşlanmazdı fakat annesinin birinin karşısında böylesine hor görülmesi zalim bir zevk veriyordu ona. Düelloyu Rosia Panzio kazanmıştı.

Fakat Contessa De Benardi, lafının ağzına tıkanmasını hazmedememişti. Bir hışımla yerinden kalktığında kadına tepeden bakıp kestirip atmış ve arkasını dönmüştü.

"Bizim için bu iş bitmiştir."

Annesinin hızlı adımlarıyla onlara doğru geldiğini fark ettiğinde öfke fırtınasının tekrar üzerine döndüğünü anlamış Maddalena, konuşmak istemiş fakat daha ilk kelimesinde kekelediği için bundan vazgeçmişti. Kendini ifade edememenin sıkıntısı içindeyken yanına gelen annesi bileğini kavrayıp onu peşinden kapıya doğru çekiştirmişti.

"Sen de madem Lucca'dan döndün, bizimle Roma'ya geliyorsun."

Annesi karşılarına çektiği ilk an Sandrino'nun bariz bir şekilde soğuyan mavi gözleri bileğine uzanan eline dönmüştü bile. Onu kapıya doğru çekiştirdiğinde, tehlikeli bir sakinlikle öne çıkmıştı, uzanıp annesinin tuttuğu bileğini kendi eliyle kapatmış, onu kendi yanına çekmişti.

"Leydi De Benardi, karımın üzerinden elinizi çeker misiniz?"

Bu sözler üzerine annesinin kaşları belli belirsiz yukarı kalkmış, dudakları sinirli ince bir çizgi halini almıştı fakat bileğini bırakmakta inat ediyordu. Aralarında kalmış Maddalena, her an biraz daha bileğini sıkan annesinin duyduğunu idrak etmekte zorlandığını görüyordu. Sandrino evlendiklerini söylediği an tırnaklarını elbisesinin kumaşı üzerinden etine geçirmeye başlamıştı. O canının yandığını belli etmemek için kendini sıkarken durumunun farkında olan Sandrino'nun dudakları gerilerek keskin bir kılıç gibi incelmişti. Yalnızca üçünün duyabileceği kısık fakat sert bir sesle fısıldamıştı."

"Bırakın."

Annesinin bakışları önce arada kalan ellerine kaymış, sonra da onun gözleriyle buluşmuştu. Bunun ardından ne yaptığının farkına varırcasına aniden bileğindeki parmaklarını çözüp bir adım geriye çıkmıştı. Maddalena bu konuyu burada kapatmayacağını bilecek kadar iyi tanıyordu annesini.

Sandrino, duyduklarının şaşkınlığını yaşayan kendi annesi ve onun ağabeyine dönmeden önce dönüp gözlerinin içine bakmış adeta güven vermek istemişti ve tuhaf bir şekilde masmavi gözlerinin içine bakan Maddalena'ya da güven vermişti gözlerindeki bakış.

"Evet doğru duydunuz, biz evlendik."

Fakat hiçbiri haberin şokunu kolayca atlatamamıştı.Hepsi çeşitli duyguların pençesinde kıvranıyordu. Rosia Panzio şaşkın ve öfkeliydi. Benzi solmuştu ve gözlerindeki o alışılmış parlaklık kaçıp gitmişti. Plansız kıyılan nikah hakkında hayal kırıklığına uğradığı ve oğlunun evliliğinde dışarıda bırakıldığı için sinirli hatta kırgın olduğu işaretlerini veriyordu.

Ağabeyi Alfonso'nun Sandrino'nun üzerine odakladığı her an üzerine saldıracakmış gibi görünen bakışlarında keskin bir öfke vardı. Annesi ise her zamanki gibi tüm öfkesinin hatta nefretinin odağı olarak onu seçmişti.

Sonunda ilk tepki veren öfkeyle yüzü kaskatı olmuş ağabeyi olmuştu, belli belirsiz homurdanarak aralarındaki mesafeyi kapatmıştı.

"Nasıl oldu bu?"

"Lucca'da, San Martino Kilisesinde evlendik. Töreni Kardinal Foscari yönetti. Sinyor Edmondo Cardello bizzat Maddalena'yı teslim etti. Tören oldukça kalabalıktı ama illa ki bir kanıt istiyorsan Kardinal Foscari'nin mühürlü evlilik kaydı; sizin için bir kopyası."

Sandrino ceketinin iç cebinden çıkarttığı belgeyi Alfonso De Benardi'ye teslim etmişken, yerinden alev almışçasına kalkan Rosia Panzio yanlarına gelmişti. Gözlerini ikisinin üzerinde dolaştırırken Yüce İsa! diye yakınmıştı. Mektuba göz atmayı bitirmiş Alfonso'ya döndüğünde, uzanıp mektubu çekip almıştı. Titreyen dudaklarıyla durmadan Yüce İsa, Kutsal Meryem Ana diyerek söylenmeye devam ediyordu. Rengi öylesine kaçmıştı ki Maddalena, gördüğü en sert görünüşlü kadın olmasına rağmen bayılacağından endişelenmişti.

Rosia Panzio, Kardinal Foscari'nin mührünü taşıyan belgeden başını kaldırdığında ikisinin karşına geçmişti fakat asıl kızdığı kişi oğluydu.

"Evlendiniz? Biz yanınızda olmadan evlendiniz! Bir ailen olduğu aklına gelmedi mi? Yoksa beni böyle mi cezalandırıyorsun?"

"Her istediğin olmaz anne, bunu artık anlaman gerek."

Rosia Panzio'nun gözlerinde öylesine derin bir hayal kırıklığı vardı ki Maddalena kadına üzülebileceğini hiç düşünmezdi. Bir an için daha fazla tepki veremeden öylece kalmıştı. Elindeki mektubu yüzüklerle dolu olan eliyle göğsüne bastırırken diğer elini de dudaklarının üzerine kapatmıştı. Kapıldığı hislerle sesi öfkeden titriyordu.

"Beni tek oğlumun nikahını görme onurundan mahrum ettin, umarım vicdanın rahattır sevgili oğlum."

Oğlunun evlendiğini görmeyi öylesine çok istiyordu ki Maddalena kadının bu haberi sakinlikle karşılamayacağını tahmin etmişti. Son görüşmelerinde onlara Viterbo ve Roma'nın gördüğü en büyük evlilik törenlerden birini yapacağından söz etmişti. Maddalena kadını anlıyordu fakat Lucca'da halasının yanında evlendiği için mutluydu. Annesinin yerine halasını yüzlerce kez tercih ederdi.

"Demek nikahınızda davet edilmemesi gereken bir yabancı oldum. Kendi oğlumun nikahına!"

"Anne her-"

Sandrino konuşmak için öne çıktığında Rosia Panzio yukarı kaldırdığı eliyle onu henüz başlamadan durdurmuştu. Bir anda tüm ruh hali bariz bir şekilde yeniden katı bir hale bürünmüştü.

"Tamam o halde, ben de bundan sonra olacakları açıklığa kavuşturayım. Siz ikinizin Panzio ailesinin istikbali üzerine daha fazla düşüncesiz hamleler yapmanıza izin vermeyeceğim. Bundan sonra her şey geleneklere uygun olacak. Nikahınızın üzerinden fazla zaman geçmeden çıkabilecek dedikoduları susturacak büyük bir kutlama düzenleyeceğiz."

Evlendiklerini duyduğu ilk an baygınlık geçireceğinden koktuğu kadın şimdi dudaklarında olan elini yavaşça göğsüne bastırdığı kâğıda indirirken gözleri muzaffer bir edayla parlamaya başlamıştı. Dudaklarında bir anneye özgü tatlı sert bir kızgınlıkla bir tebessüm belirirken evlendiniz diye fısıldamıştı.

"Ne istiyorsanız ne diliyorsanız fazlasıyla yapılacak."

Rosia Panzio durumu hızla ele almışken Contessa De Benardi yanına gelmişti. Biraz önce yaşananlara rağmen tereddütsüzce uzanıp Maddalena'nın kolunu tuttuğunda başını Sandrino'ya çevirmiş, iğneleyici bir şekilde konuşmuştu.

"Kızımla özel konuşacağım. Buna engel olmazsınız."

Sandrino annesinin sözlerine karşılık olarak yukarı kaldırdığı kaşlarıyla bakmıştı. Maddalena onun tam alaycı bir cevap vermeye hazırlandığını fark emişti ki oğlunu iyi tanıyan Rosia Panzio bir kez daha araya girmişti. Oğlunun koluna dokunduğunda, duygusuz duruşuyla, yaşanan geçikmeye sinirlenen annesine döndüğünde "Elbette, size kütüphaneye kadar yardımcı olsunlar." demişti.

İsteksizliğini bir ince tebessümün ardına saklamak için tüm gücünü kullanan Maddalena, annesiyle birlikte salondan kütüphaneye kadar onlara yol gösteren hizmetkârı takip etmişti. İki duvarı baştan sona ahşap kütüphanelerle kaplı oldukça eski görünen loş odaya girdiklerinde, arkalarındaki hizmetkara dönen annesi adeta kovarak dışarı çıkartmıştı. Maddelena ise bu anı üzerine kusacağı öfkeye hazırlanmakla geçirmişti. Öyle ki annesi onu yanıltmamış, odanın kapısı kapanır kapanmaz üzerine yürümüştü, kolunu kemiklerini eline almak istercesine sıkarak onu kendine çekmişti.

"Hiç utanmıyorsun değil mi? Yüzüme bakarken hiç utanmıyorsun. Ben sana bu nişanı bozacağız derken sen gidip adamdan hamile kaldın! Günahını itiraf et!"

Maddalena her türlü suçlamaya hazırlıklıydı fakat hamile olduğuna inanması onu derinden sarsmıştı. Yüzünde beliren ifade, hissettiği şaşkınlığın anlatabileceğinden çok daha fazlaydı. Bu suçlaması kolunu ezen parmaklarının verdiği fiziksel şiddetten çok daha can yakıcıydı. Durmaksızın suçlamalarına devam eden annesinin sesi ve her an biraz daha nefretle kararan yüzü karşısında buz kesmişti. Fakat üzerine çöken dehşet verici şaşkınlığa rağmen daha fazla sessiz kalamamış, annesinin kolundan kurtulmak için gerilerken kekelese dahi konuşmuştu.

"Ne? H- h-ha- ha- mile mi?"

"O küçük aklında bana oyun oynadın! Hamile kaldın eğil mi?! O yüzden apar topar nikah kıydınız! Elimde kalacaksın Maddalena, senin sonun benim elimden olacak. Aile adımızı lekeledin. İnsanlar çocuk erken doğduğunda piç damgası sürecekler. Sen gerçekten bu ailenin yüz karasısın. Aptal!"

Annesinin sesi alçak olmasına rağmen bir insanı ürpertecek kadar keskin ve hınç doluydu. Konuştukça, belli bir kısmı kapalı olan boynundaki damarlar kendini gösteriyordu. Maddalena onu susturamayacağını anladığında bir an içini çekerek gözlerini kapatmıştı, hala tuttuğu koluyla onu sarmaya devam ederken Hiçbir şey değişmiyor. Hayatı boyunca beni böyle hırpalamayı kendine hak görecek diye düşünmüştü. Dudaklarını sıkarak gözlerini tekrar açtığında annesine bu kez daha farklı bir gözle bakıyordu.

Bana ağzına geleni söylemesinden yoruldum. Ben bu nefreti hak etmiyorum.

Suçlamalarına devam eden annesi, o sustukça daha çok öfkeleniyordu. Bir hışımla diğer kolunu da tutup, diğeri gibi tüm gücüyle sıkmıştı. İki kolundaki acıyla inleyen ve canı daha öncekilerden daha fazla yanan Maddalena, acıyla iki büklüm olmuştu. Annesi üzerine eğilmiş konuşurken canının acıdığını söylemesini umursamıyordu.

"Konuş. Sustuğunda daha çok sinirlendiğimi biliyorsun. O adamın yatağına girmenin hesabını vereceksin bana, evli olman yaptıklarının bir bedeli olacağını değiştirmiyor. Seninle kaç kere konuştum, kaç kere mektup yazdım sözümden çıkmayacaksın dedim. Ne Sandrino Panzio ne de annesi, hiç kimse seni benim elimden alamaz, konuş dedim."

Daha fazlasına katlanamayan Maddalena bir anda nefesini dışarı verip yeter diye mırıldanırken ne yaptığını umursamadan kadının kollarındaki ellerini ittirerek kendini kurtarmıştı. Geriye çekildiğinde elini yeter anlamında yukarı kaldırmıştı. Sakin fakat daha fazlasına tahammülü kalmadığını gösteren sinirli sesiyle kelimelerinin üzerine basarak konuşmaya başlamıştı.

"Ye-ye-yeter. Ye-ter anne, hamile değilim. Hamile değilim. Evlenmek istedik, bu işin çok uzadığını düşündük ve ikimizin de isteğiyle evlendik o kadar basit. Yeter gerçekten yeter, hayatım hakkında kararlar alıp, sayısız ültimatom verip sonra da onları bir kukla gibi yerine getirmemi bekliyorsunuz. Yapamıyorum, benim bunları kaldırabilecek durumum kalmadı artık. Yapamıyorum, yeter."

Contessa beklemediği bu ani çıkışından hoşlanmamıştı, sıktığı dişlerinin arsından tehditkâr bir ses tonuyla Maddalena demişti. Fakat Maddalena belki de hayatı boyunca ilk kez tek başınayken annesine yeter diyebiliyordu. Bir yandan keskin bir acıyla zonklayan kollarını tutarken diğer taraftan, annesinin insana buz kestiren gözlerine aldırış etmeden konuşmaya devam etmişti.

"Çocukluğumdan beri uğraşıyorum, didiniyorum, yeter ki sana iyi bir evlat olabileyim diye, çok değil gözünde Marianna'nın kırıntısı bile olabilsem yeterdi benim için. Ama ne yaptıysam olmadı anne, ben kendimi sana bir türlü beğendiremedim. Beğendiremiyorum. Bana Sandrino ile evlen dedin, beni zorla nişanladın bende istediğin gibi evlendim ama yine de seni mutlu edemiyorum."

"Sen iyi evlat olmaktan ne anlarsın ki. Evlilikten de anladığın yok. Evlenmek için, önce kadın olmak sonra büyümek, aklını kullanabilmek gerekir. Ama bunların hiçbiri sende yok. Ben biliyordum zaten bunu da doğru düzgün beceremeyeceğini, sen bu hayatta neyi becerdin ki evliliği becerebilesin. Marianna'ya hiç boşuna özenme, hiçbir şeyi beceremezsin sen. İleride Düşes olacaksın belki ama bununla üzerine aldığın yükü anlamayacak kadar çocuksun daha. Eğer anlayabilseydin basit köylü kadınları gibi habersiz, hazırlıksız bir suç işlemiş gibi gidip evlenmezdin."

"Olmuyor, demek ki benden o beklediğin asil düşes olmuyor anne. Duydun mu beni, olmuyor benden olmuyor. Belki hepimiz bunu kabul etmeliyiz, benden bir Marianna olmuyor. Ya da olmaması da gerekiyordur, daha fazla uğraşmamız gerekiyordur. Evet Sandrino ile evlendim, fakat bunun senin düşündüğünün aksine yatağına girdiğim için yapmadım. Aramızda hiçbir zaman öyle düşündüğün gibi bir şey yaşanmadı. Nikahtan sonra yola çıktık, geceyi geçirdiğimiz handa da Natilda ile uyudum. İnsanlar da ortada bir bebek olmadığını gördüğünde konuşacak da bir şey kalmayacaktır. En azından bunu becerebildim biraz olsun rahatlayabilirsin."

"Hala bakiresin."

Maddalena onca sözünün içinden bunu çekip çıkartmasına inanmıyordu. Bu beklenmedik söz onda balyoz etkisi yaratmıştı. Önüne düşen sarı bukleleri geriye itip parmaklarını yüzünde gezdirmişti. Tekrar annesine baktığında sinirli bir gülüş kaçırmıştı dudaklarında, kelimeler ağzından dökülürken farkında olmadan annesine doğru bir adım atmıştı.

"Önemli olan tek şey bu değil mi? Bakire olmam. Tekrar kontrol etmek istersin belki. Şimdi hemen çağır ebe kadını, için rahatlasın."

Contessa De Benardi, ondan böyle bir tepki görmeyi beklemiyordu. Karşısına dikilmiş ona çıkıştığı için daha fazla sinirlenmişti. Aniden bileklerine uzanıp sertçe sıkıp zayıf bedenini geriye itmişti.

"Senin Lucca'ya gider gitmez yine terbiyen bozulmuş. Ama bu kez suç sende değil suç senin halanda, şu kendini bir şey sanan bu Panziolarda. O yüzden bana sarf ettiğin bu sözleri görmezden geliyorum."

Annesinin ürkütücü tavrı karşısında eskisi gibi çaresiz bir kız çocuğu gibi sinmek istemeyen Maddalena, başını dik tutmuştu.

"Benim Sandrino ile evlenmemde hiçbir art niyet ya da kötülük yok. Ben yanlış bir şey yapmadım bunu sana son kez söylüyorum."

"Tamam, yeter bu kadarı. Kendine gel. Seninle ikimiz çok yakında bir konuşma yapacağız ve sen istesen de istemesen de De Benardi ailesinin kızı olarak bizi nasıl temsil edeceğini öğreneceksin."

Contessa De Benardi'nin ağzından çıkan sözlerin yarattığı belirsizlik Maddalena'yı tavrından daha fazla ürkütmüştü. Annesinin kendi içinde yaptığı hesaplara genelde kimsenin aklı sırrı ermezdi. Onun için ne gibi bir planı varsa iyi bir şey olmadığı açıktı.

Fakat Maddalena o an buna kafa yoramayacak kadar yorgundu. Öyle ki bu konuda düşünmeye fırsatı da olmamıştı sözlerinin sonunda onu soğuk bakışlarıyla baştan aşağıya süzen annesi hiçbir şey söylemden kütüphaneden çıkmak üzere kapıya yönelmişti. İlk anda ona arkasını dönmüş kahverengi işlemeli eteklerini savurarak uzaklaşmasını izleyen Maddalena gözlerini devirip takip etmeye başlamıştı. Koridorda onları bekleyen hizmetkarı sert bakışlarıyla sindirmişti. Salona doğru yürürken Maddalena arkasından Anne? Bekler misin? dediyse de arkasını dönüp cevap vermemişti.

Annesinin ardından içeri girdiğinde, Sandrino'nun ağabeyiyle salonun en uzak köşesine çekildiğini görmüştü. Rosia Panzio ise şöminenin önündeki sandalyesine yerleşmiş, evlilikleri hakkında bir anlaşmaya varmaya çalışan iki adamı uzaktan izliyordu. Onların salona girmeleriyle konuşmalarını sonlandırmışlardı.

"Ah.. Leydi De Benardi bizde Maddalena'yı alıp kaçtığınızdan şüphelenmeye başlıyorduk."

Rosia Panzio'nun iğnelemesi, Maddalena'yı neredeyse güldürecekti. Kadının bu beklenmedik çarpıcı çıkışları ona Sandrino'yu andırmaya başlamıştı. Fakat Rosia Panzio, Sandrino'ya göre daha soğuk daha mesafeli ve ulaşılmazdı, insanların yanına yaklaşmaya çekindiği bir auraya sahipti. Bu yönüyle daha çok aynı soydan geldiği yeğeni Andreani Ludovico'yu andırıyordu.

Annesi, Rosia Panzio'ya soğuk gülümsemesi ile karşılık vermişti. Maddalena ise biraz önceki konuşmanın yansıması olan kırgın ifadeyi yüzünden silip normal görünmeye çalışırken güçlükle duygularını kontrol altına alabilmişti. Bu tedirgin halinin Sandrino ve Rosia Panzio'nun dikkatini çekmemesi için yüzünü önüne eğmiş, elbisesinin eteklerini düzeltiyormuş gibi görünmeye çalışmıştı.

"Her neyse, burada hepimizin makul insanlar olduğunu düşünecek olursak, bir tarih belirlememiz gerektiğinin kanaatindeyim. Haftaya bugün sizin için uygun mudur? Bana Viterbo'nun gördüğü en görkemli düğünü hazırlamak için bir hafta yeter de artar bile. Sonuçta herkesin işi belli, her şey hızla halledilir."

Maddalena öne eğdiği başını aniden kaldırmıştı, düğün fikri gözüne ürkütücü gelmeye başlıyordu. Rosia Panzio'nun sesindeki heves onu korkutmaya yetmişti ki annesi öne çıkmıştı. Konuşurken bakışlarını Sandrino'ya çevirmişti, önündeki Rosia Panzio'dan daha çok ona hitap ediyordu.

"O süre içinde Maddalena bizimle kalacak. Lord Panzio ile düğün gününe kadar görüşmemeleri en doğrusu."

Maddalena bir an içinden yok olup gitmeyi dilemişti. Kendini bildiği yaştan beri hiçbir zaman yerleşik bir düzeni olmamıştı. Bir Roma'daki De Benardi Sarayına, bir büyükannelerinin yaşadığı kır evine sürüklenmişti. Halasının yanında geçirdiği sekiz yılda bile her zaman bir gün yine Roma'ya döneceği korkusuyla yaşamıştı. On dokuz yaşına gelmiş, üstelik evli bir genç kadın haliyle hala nerede kalacağının tartışılması canına yetmişti.

Yüzü bembeyaz kesilmişti, De Benardi Sarayına dönmek istemiyordu, Önünde birleştirdiği ellerini sıkıntıyla açıp kapatırken, yeşil gözleri yavaşça hala ağabeyinin yanında duran Sandrino'ya dönmüştü. Nasıl bir karşılık vermesini beklediğini bilmiyordu. Küçüklüğünden beri kimse yanında olmamış, ağabeyi ve babası dahil annesinin karşısında kimse onu korumamıştı, Maddalena çok erken yaşta kimseden bir şey beklememesini, bu hayatta tek başına olduğunu ve hep böyle olacağını öğrenmişti. Tam da bu yüzden Sandrino'nun işaret parmağıyla kısa sakalı çenesini ovarken yakışıklı yüzünde yavaşça pırıl pırıl bir hakimiyet tebessümü belirdiğini izlemek onu şaşırtmıştı. Bir gülümseme ancak bu kadar kibar aynı zamanda üstün görünebilirdi.

"Leydi De Benardi, Maddalena artık Panzio adını taşıyor ve elbette benim yanımda kalacak. Eğer sizinle kalmasını isteseydim Viterbo'ya değil, Roma'daki evinize getirirdim. Ki kabul edersiniz ki bu çok saçma olurdu, bir kadının yeri kocasının yanı olduğunu benden iyi bilmeniz gerekir."

Yanıbaşında duran Alfonso, sert bir üslupla asıl yapması gerekenin kardeşiyle gizlice nikahlanmaması olduğunu söylemişti. Maddalena Sandrino'nun homurdanarak bir şeyler söylediğini işitse dahi annesi tekrar sözü almıştı. Gergin yüzü, soğuk bakışlarıyla hala Sandrino'yu süzüyordu.

"Bir hafta sonra, sevgili karınızın Kardinal olan amcası düğün yatağınızı kutsayıp da gerçekten karınız olduğunda aynı çatı altında kalabilirsiniz fakat şu durumunuzda ailesiyle kalacak. Gerçek bir evlilik hayatı yaşamaya başlamamışsınız, bunu istemeye hakkımız var. Sizin dük unvanınız olabilir fakat bizimde Roma'da büyük bir saygınlığımız var, nesillerdir kiliseye kardinaller çıkartıyoruz. Kutlamalar Roma geleneklerine göre en ufak bir eksik olmadan yerine getirilecek. Ailemize daha fazla saygısızlık yapmanıza izin vermeyeceğiz."

"Anne."

Annesine yaklaşan Maddalena adını fısıldayarak devam etmemesini istemişti fakat sadece bir an için ona dönmüş Contessa De Benardi gözleriyle onu azarladığında asıl onun itibarını her türlü şekilde aşağılayan sözlerine devam etmişti. O konuşmaya devam ettikçe Maddalena'nın yüzünde kalan son damla kanda çekilmişti.

Fakat annesini sessizliğini koruyarak dinleyen Sandrino ondan daha sağlam karşılanmıştı bu sözleri.

"Maddalena burada kalacak, son sözüm budur. Eğer ısrarcı davranacaksanız sizi düğüne kadar burada misafir edelim, eminim annem kıymetli şahsınıza uygun bir oda gösterecektir."

Sandrino'nun bu sözleriyle odada gergin bir sessizlik hakim olmuştu. Annesi tehditkâr bakışlarını üzerinde gezdirirken Sandrino buna aldırış etmiyordu, yüzündeki samimi olmaktan ziyade son derece rahat olan ifadesinden en ufak bir parça dahi kaybetmemişti. Maddalena ondaki bu dayanıklılığı kazanabilmek için neleri feda etmezdi.

"Şöyle yapalım Leydi De Benardi, kızım yarın kocası Venedik'e gideceği için çocuğuyla birlikte buraya geliyor. Eminim o Maddalena'ya düğün gününe kadar arkadaşlık etmekten zevk alacaktır."

"Bir haftanız var sayın düşes. Bir hafta içinde, o sözünü ettiğiniz görkemli düğünü en ufak bir pürüz dahi çıkmadan hazırlamanızı bekliyor olacağız. Aksi taktirde ailemize saygısızlık yapılmış sayacağız."

Rosia Panzio, bir hışımla odayı terk eden annesine eşlik etmek için peşinden gitmişti. Alfonso ise hala yanında olan Sandrino'nun karşısına geçmişti, birkaç kısa söz söylediğinde ikisini de hoşnutsuz bakışlarla süzüp arkasını dönmüş ve Roma'ya dönmek üzere dışarı çıkmıştı.

Huzursuzca önünde birleştirdiği ellerini oynatan Maddalena, biraz önce annesi ve ağabeyinin çıktığı kapıya bakarken Sandrino'nun bakışlarını profilinde hissetmişti. Sessiz adımlarla yanına gelirken uzun uzun ifadesini süzmüşü. Kısa bir ana kadar seslerin yükseldiği salon yoğun bir sessizliğe bürünmüştü. Sessizlik öylesine yükselmişti ki hem önüne eğdiği başını hem yarı yarıya inen göz kapaklarını kaldırıp Sandrino'ya bakmak zorunda hissetmişti kendini.

"Bundan sonra, istemediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Beni bu konudakien büyük destekçisi olarak alabilirsin."

Sandrino sesindeki kararlılık ve yoğun gücün ateşiyle dağlamıştı adeta onu. Fakat Maddalena onunla ailesindeki sorunlar hakkında konuşmak istemiyordu. Bu kez durumun ciddiyetinden kaçmak için alaya başvuran kişi o olmuştu.

"Bu söylediğin şey seni de kapsıyor mu?"

Sandrino, bir omuz mesafesinde kadar yakınına gelmişti. Kollarını göğsünde birleştirip yanında dimdik durmuştu. Yüzüne son derece kendini beğenmiş görünen alaycı ifadesi gelmişti. Omuzlarını silktiğinde ona yan bir bakış atmıştı.

"Beni bilirsin Maddalena, özgür iradeyi savunan yenilikçi bir adamımdır."

Bunu duyan Maddalena'nın dudakları bastırılmaya çalışan bir gülümsemeyle seğirmişti. Buruk bakan yeşil gözleriyle ona yan bir bakış atmış, kaşlarını alayla yukarı kaldırmıştı.

"Bundan oldukça şüpheliyim."

"Ne demek bu şimdi? Geri kafalı, kaba (maço) bir adam mıyım ben?"

"İnsan kendini daha iyi bilir derler, sana bırakıyorum bunu."

Onlar birbirleriyle uğraşırken karşılarındaki kapıdan Rosia Panzio içeri girmişti. Bitkin ve biraz da sersemlemiş görünüyordu ama bunda şaşılacak bir şey yoktu. Contessa De Benardi ile uğraşmak normalde bile zorken sinirliyken uğraşmak kimi olsa zorlardı. Maddalena tam annesi adına birkaç özür niteliğinde söz söylemeye yeltenmişken Rosia Panzio ellerini gülümseyerek önünde birleştirdiğinde onlara doğru gelmeye başlamıştı.

"Çocuklar, ikinizde oldukça yorgun ve uykusuz görünüyorsunuz. Hadi sizi odalarınıza çıkartalım, sıcak bir banyo üzerinizdeki yol yorgunluğunu atmanıza yardımcı olur. Daha sonra bahçeye güzel bir masa hazırlatırız."

Sandrino yüzünü annesine döndüğünde başını olumsuz anlamda iki yana sallamıştı. Göğsünde birleştirdiği kollarını çözüp, süratle kapıya doğru ilerlemeye başladığında sert sesiyle konuşmuştu.

"Önce babamı göreceğim. Daha sonra da Viterbo Valisi ile görüşmem var."

Sandrino'nun muzip hali silinip gitmiş yerine son derece ciddi ve odaklanmış hali gelmişti. Ondanki bu ani değişimler Maddalena'yı şaşkına çeviriyordu, içinde sanki iki farklı insan vardı. Bir tanesi tüm dünyayı alaya alıyor, hiçbir şeyi ya da hiçkimseyi önemsemiyor diğeri ise içinde her an patlamaya hazır bir volkan taşıyor, neşeli mizacına karşın duruşundan vakar ve müstakbel dük olarak hakimiyet fışkırıyordu.

"Sandrino babanla görüşmenin acelesi yok. Akşam yemeğinde konuşursunuz. Şu an dinleniyor."

Yanından hışımla geçen oğluna dönen Rosia Panzio, elini koluna koymak için uzatmış fakat geç kalmıştı. Hiçbir duraksama yaşamadan açık kapılardan çıkıp kararlı adımlarla büyük hole çıkışını izlerken arkasından Sandrino! diyerek seslenmiş fakat tekrar görmezden gelinmişti. Bunun üzerine yaşanacak konuşmayı durdurmak için eteklerini tutup koşar adımlarla arkasından gitmek zorunda kalmıştı.

Odada yalnız kalan Maddalena, etrafında kısa bir tur atıp meraklı bakışlarını çevresinde dolaştırmaya başladığında, Rosia Panzio'nın hizmetkârlara verdiği emri duymuştu.

"Hanımınıza yardımcı olun. Her şey hemen eksiksiz bir şekilde ayarlansın."

Çift kanatlı açık kapıdan kulağına çalınan sözler üzerine Maddalena'nın yüzünde bir ifade seğirmişti. İçinden 'Hanımınıza' diyerek Rosia Panzio'nun sözünü tekrarlamıştı. Buna alışması gerekecekti. İki hizmetkar salonun eşiğinde belirip ona selam verdiğinde, dudaklarında muzip bir gülümseme vardı. Olduğu yerde onlara doğru döndüğünde, neşeli mizacına özgü bir jestle omuz silkmişti.

"Bir odaya yerleştirilip, üzerimdeki bu kıyafetlerden kurtulsam çok iyi olacak. Sonra da banyo yapacağım, dadım ve aynı zamanda özel hizmetkarım Natilda nasıl hazırlanacağını biliyor."

Aynı anlarda Panzio Villası'nın üst katında Düşes Rosia Panzio, nihayet yetişebildiği oğlunu kolundan yakalamış ve galerilerle çevrili uzun koridorda köşeye çekmişti. Her iki elini de kollarına yerleştirdiğinde onu kararından vazgeçirmek için yapıcı bir tavır takınmıştı.

"Sandrino, bu sinirle babanın yanına gitme. Tartışmanızı istemiyorum."

"Bugün de gitsem yarın da gitsem yine tartışacağız anne. Hatta ona bu kez oldukça önemli bir soru soracağım. Böylesi hepimizin işini daha kolaylaştıracak."

Sandrino'nun şüphe uyandıran sözleri karşısında Rosia Panzio, kaygıyla kasılmıştı. Oğlunun en ciddi konularda büündüğü bu küstah alaycı tavrı iyi bilirdi, altından hiçbir zaman iyi bir şey çıkmazdı. Sandrino en gergin anlarda en ölçüsüz hareketlerde bulunmasıyla insanların dengesini bozardı. Çattığı kaşlarıyla oğlunun yüzüne bakarken ters bir tavırla konuşmuştu.

"Ne sorusuymuş bu? Ne geçiyor kafandan senin?"

"Ona kenarda köşede başka bir oğlu var mıymış, bunu soracağım."

Rosia Panzio asabını bozacak her türlü şeye hazırlıklıydı fakat buna rağmen duydukları bir an için irkilmesine sebep olmuştu. Şaşkınlığı hızla öfkeye döndüğünde kısık sesiyle azarlamıştı.

"Sandrino!"

Canı yandıysa bile istifini bozmayan Sandrino, uzanıp rahat bir tavırla annesinin kolundaki ellerini kavramıştı. Olabilecek en nazik şekilde ellerini üzerinden çektiğinde başını eğip gözlerinin içine bakmıştı. Ses tonu sakindi lakin içindeki o sarsıcı duygu yakıcıydı, alaycı soğuk bir maske takmıştı.

"Yok değil mi? Yok. Elinizde bir tek ben varım. Tam da bu yüzden eline bu mührü verip, onunla ne yapmak istediğine karar vermesini isteyeceğim."

Sandrino konuşurken işaret parmağındaki, üzerine Panzio arması dövülmüş alın yüzüğü çıkartmıştı. Küçük bir çocukken bizzat babası tarafından verilen yüzüğü yukarı kaldırıp annesiyle kendinin arasından sallarken konuşmaya devam etmişti.

"Çünkü babam artık bu saatten sonra, bir karar vermek zorunda. Ya gerçekten emekli olur ve tüm işleri benim yönetim tarzıma bırakır bana güvenmeyi seçer ya da kendi bildiği gibi devam eder. İkisi de benim kabulüm zaten hiçbir zaman erkenden ailenin yönetimini devralmaya hevesli olmamıştım. Fakat şimdi görüyoruz ki bu ikili yönetim işi yürümüyor. Bu yüzden ya işleri kendi bildiğim gibi yönetirim ya da geri çekilirim. "

Sözleriyle birlikte Rosia Panzio, elbette onda kalacağını göstermek istercesine yüzüğü avucunun içine doğru bastırmıştı. Eliyle onun yüzüğü tutan elini sıkarken kederli bir sesle konuşmuştu.

"Konuşma bu şekilde, yaşananlardan dolayı bende kahroluyorum."

"Kahroluyorsun öyle mi? Mutluluğunu saklama anne, Sandretta'ya temelli döndüğüm için mutlu olduğunu biliyorum."

"Oğlum evine döndüğü için elbette mutluyum, bunu saklamıyorum. Fakat bu yaşananlara sevindiğim anlamını taşımaz. Bende en az senin kadar üzgünüm."

Sandrino, eve geri dönüşünü bir başarısızlık hikayesi olarak görüyordu. Kilise bayrağı altında genç bir askerken başladığı yolculuğu süresince kendine müstakbel Panzio Dükü kimliğinden bağımsız bir hayat kurmuştu. Fakat son birkaç ay içinde kurduğu hayat, adeta denizin üzerindeki bir gemi gibi her yerinden su almaya başlamış ve en sonunda onu daha fazla dibe batmamak güvenli limanı olan ailesinin yanına çıkmak zorunda bırakmıştı. Buraya kadar olan yolculuğu boyunca aldığı hiçbir karardan pişman değildi, tüm hayatını etkileyecek bir kararı ne bir anlık heves ne de bir anlık sinir anında alacak bir adam değildi o. Fakat zora düştüğü için aile evine dönmeyi gururuna yediremiyordu. Yaşanılanları kabullenilmediği için hiç olmadığı kadar gergin, asabi ve tahammülsüzdü.

Tam da bu yüzden, onun içten içe kendini suçlayıp öfke nöbetlerini güçlükle bastırdığı konuda annesinin oldukça mutlu bir ifadeyle gülümseyerek döndüğüne mutlu olduğunu söylemesi sinirine konmuştu. Onun mutsuzluğu annesinin mutluluğuydu.

"Bu işler bu hale gelene kadar sen neredeydin? Her şeyden haberin olurken, şapelin durumundan nasıl haberin olmadı? Sen böyle olsun istedin değil mi? Bu da yeni oyunun. Öyle büyük bir hırsla buraya dönmemi istiyordun ki yıllardır verdiğim ültimatomların sonuç alamayınca sonunda bunu yaptın. İşlerin bu noktaya gelmesinde senin parmağın var."

"Terbiyesizleşme Sandrino! Sen kendin, topraklarından onca mesafe uzakta kalmakta ısrar etmeseydin bunlar yaşanmazdı."

"Sırf işi bırakmak zorunda kalayım, buraya geri döneyim diye yaptın değil mi? Buraya dönmemi en çok sen istiyordun. O bana bir türlü ulaşmayan taş ustasını da sen ortadan kaldırdın. Adamı her yerde aratıyorum fakat hiçbir yerde yok. Viterbo'dan yola çıkmış ama sonrası yok. Sen ortadan kaldırdın değil mi?"

"Ben hiçbir şey yapmadım. Terbiyesizlik ediyorsun, karşısında kim olduğunu unutma o sesinin alçalt benimle bu şekilde konuşamazsın."

"Evet anne terbiyesizlik ediyorum çünkü hayat da bana terbiyesizlik ediyor. Şapelim yıkılmış, Viterbo valisi sorguya bekliyor, Bruno hala hapiste ve daha Vatikan'a da gitmem gerek ki diplomatlık işini ve şapel konusunu Papa ile konuşabileyim. Bak daha tefecilerden bahsetmedim bile, hani şu babamın kapımıza kadar getirdiği tefeciler. Devam etmemi ister misin? Hala adını sanını bilmediğim şahsıma suikast düzenleyen düşmanlarımdan da bahsedeyim mi? Şu sıralar hayatımı nereden tutarsam elimde kalıyor."

Oğlunun bu sözlerini dinleyen Rosia Panzio'nun sinirli bakan gözlerinde anlayışlı bir bakış belirmişti. Başına gelenler yüzünden onu suçladığı için kızmıştı fakat yaşamak zorunda kaldığı şeyler için üzülüyordu da. Elini Sandrino'nun kısa sakallarının olduğu yanağına götürdüğünde sevgi dolu sesiyle konuşmuştu.

"Sandrino, mühim olan sensin. Mühim olan senin ailemizin başında olman. Tüm bunlar bugün kaybettiğin anlamına geliyorsa bile ertesi gün kaybettiklerini kazanmanın bir yolunu bulacağına inanmalısın. Senden daha önce babamın, büyük babanın ve diğerlerinin yaptığı gibi soğukkanlılığını koruyacak, dik duracaksın ki zamanı geldiğinde düşmanlarının başlarını ezebilesin. Biz öyle kolayca yıkılamayacak kadar köklü bir aileyiz ve itibarımızı zedeleyenleri susturmasını da iyi biliriz. Sen artık buradasın ya, gerisi mühim değil. Bundan sonra her şeyle birlikte yüzleşeceğiz ve ben senin her zaman yanında olacağım."

"O konudan hemen bu kadar kolay emin olma. Ailenin başında mı olup bu evde mi yaşayacağım yoksa geri mi çekileceğim orası belli değil."

"Sandrino, bu senin kaderinde var. Sen bu ailenin geleceğisin."

Sandrino yanağındaki annesinin elini tuttuğunda dudaklarına götürüp üzerine nazik bir öpücük kondurmuş ardından mavi gözleriyle gözlerinin içine bakarken birden sertçe geriye çekilmiş ve kararlı bir tavırla son sözlerini söylemişti.

"Tam da bu yüzden anne, ya beni olduğum bu adamla kabul edersiniz ya da bu düklük işi yürümez. Maddalena'yı da alır şimdi giderim buradan. Babamla ikiniz de dük ve düşes olarak tüm topraklarınızı istediğiniz gibi yönetir, istediğiniz gibi satar harcarsınız. Yol boyunca uzun uzun düşündüm ve bir karara vardım; babamın artık kesin bir karar vermesi gerek. Bu halde daha fazla devam edemez yoksa düşüşümüze sebep olacak. Bana bu ailenin geleceği sensin diyorsanız arkamdan mülklerimizi satışa çıkartamazsınız. Av köşkünü neredeyse satmış bile son anda engel olmasaydım tamamen kaybediyorduk. Bundan sonra ya emekli olur ya da tüm bu saçmalıklara devam eder. Bana da kararınızı bildirirseniz yeni hayatımı ona göre çizeceğim. Buraya tamamen yerleşeceksen bir sebebi olacak, öylece oturup Panzio hanesinin düşüşümüze de seyirci kalmayacağım."

**

Sandrino sükûnetini korumak zorunda olduğunu biliyordu çünkü bulunduğu şu durumda sinirden kendini kaybetmesi büyük bir hata olurdu. Halihazırda ondan hoşlanmayan ve yükselişinden rahatsız olan kim varsa üzerine atılan suçlamaları Panzio adını sonsuza kadar karalamak için fırsat görürken durumu soğukkanlıkla idare etmekten başka çaresi yoktu. Yapılan suçlamalardan sıyrılmak için sağlam durması gerekiyordu. Tam da bu yüzden Vetnarla Kulesi'nin kapılarında, önüne çıkan gardiyan yanında şüpheli bir şey getirip getirmediği kontrol etmek istediğinde, itiraz etmemiş işini kolaylaştırmak için kollarını iki yana açmıştı.

Babası ile yaptığı konuşma tıpkı öngördüğü gibi tartışmayla geçmişti. Olayların getirdiği stresle yeni gut atağı geçirmiş Juan Panzio onu yatağında karşılaşmıştı. Rahatsız olan bacaklarını yastıkların üzerine uzatmıştı, o odaya girdiğinde önce böylesine ciddi bir konuyu uzanırken konuşmak istememiş ayağa kalkmaya yeltenmişti fakat annesi ve onun ısrarları sonucunda yatağında kalmıştı. Onun bu halini gören Sandrino ister istemez tavrını yumuşatmak zorunda kalmıştı. Fakat babasına üzülmesine rağmen kararında da dönmemişti, Panzio adı bu şekilde yönetilemezdi. En azından o aile adının bu hallere düşmesine seyirci kalamazdı. Bu yüzden, Viterbo'ya bir heves uğruna dönmediğini ve tamamen orada yaşamasını istiyorlarsa yönetim konusunda artık kesin bir karar varmasını istemişti. Hali hazırda artık hastalığı gittikçe şiddetlenen Juan Panzio, kaybedilen büyük iş ve itibar kaydından dolayı mahcubiyet içindeydi. Uzun süren tartışmanın ardından sonunda babası, annesi ve onun karar birliğiyle vekaleten yürüttüğü vazifesini artık asaleten yürütecekti.

Sandrino, babası ile olan görüşmesinin ardından hazırlanan atına atlayarak dörtnala Viterbo Valisi'nin sarayına sürmüştü. Yıkılan şapel hakkında bir gün sonra toplanacak konseyde sorguya çekilecekti fakat günlerdir Vetnarla Kulesi'nin hücrelerinden birinde tutulan Bruno'yu çıkarmasını rica edecek, bunun için ne gerekiyorsa vermeye hazır olduğunu gösterecekti. Onu yanına kabul etmek için bile en az yarım saat bekleten Viterbo Valisi ile meşakkatli bir konuşmanın ve biraz teşviğin ardından Bruno'yu bir sonraki gün onunla ifade vereceğine dair garanti vererek çıkartmayı başarmıştı.

Gardiyan uzun boylu, üzerindeki zırhla oldukça iri yarı görünen bir adamdı. Kontrolün ardından sağ kolu olduğunu söylediği Gennaro ile birlikte içeri girmişler ve adeta sonsuz gibi görünen dik basamakları çıkmaya başlamışlardı. Kulenin rutubetli soğuğu iliklerine işlediğinde Sandrino içinden bir küfür savurmuştu. Kalın, eski duvarlar neredeyse mezar gibiydi, nereden geldiğini anlayamadığı keskin rüzgar ise daha beterdi. Tırmanışın sonunda duvara yerleştirilmiş meşalerin loş ışığı boyunca ilerlemişler ve sondaki bir hücrenin demir kapıları önüne gelmişlerdi.

Önülerindeki muhafız kemerinden geniş bir anahtar destesi çıkarmıştı. Kısa bir göz atmanın ardından en kalınlarından birini seçerek demir kildin içine sokmuş ve mekanizma paslı bir ses çıkartmaya başlamıştı. Daha fazla vakit kaybetmeye dayanamayan Sandrino, önündeki iri adamı omzuyla kenara ittirip hücreye girmişti.

Daha adımını içeri atar atmaz kendini sıkışık rutubetten çürümüş odaya memnuniyetsiz bakışlarla bakmaktan alıkoyamamıştı. Pek çok savaş görmüş, orduyla birlikte her türlü yerde kamp kurmuştu fakat daha önce hiç hücreye düşmemişti. İçeriyi odadaki tek küçük pencereden içeri süzülen cılız güneş ve küçük bir mum aydınlatıyordu.

Sandrino, Bruno'yu duvarın önünde elindeki tebeşirle çizim yaparken bulmuştu. Onu fark ettiğinde tebeşirini kir içindeki elinden düşürmüş ve ona doğru dönmüştü.

Perişan haldeydi, solgun ve yorgun görünüyordu. Üzerindeki kıyafetler pislik içineydi, içeri atılalı bir hafta bile olmamıştı ama hücre onda kalıcı izler bırakmış gibiydi. Acınacak haldeydi, kıvırcık saçları kirden kaskatı görünüyordu, içine kaçmış gözlerin altı çökmüştü, kilo kaybetmiş gibiydi. Sandrino burada doğru düzgün yemek verilip verilmediğini merak etmişti.

"Bruno hadi şu lanet yerden çıkalım."

"Hiç gelmeyeceksin sandım."

Bruno'nun sesi can çekişen birinin hırıltısı gibi boğuk çıkmıştı. Muhtemelen bu uzun süredir konuşacak kimsesi olmadığının sonucuydu, kuleye geldiğinden beri ziyarete gelen Andreani Ludovico hariç kimseyle konuşmamıştı.

"Seni burada bırakacak değildim. Hadi, bunlardan çok daha iyisini kağıda çizersin. "

Sandrino, duvara çizdiği karışık çizimlere son kez bakan Bruno'nun omzuna kolunu attığında onları somurtarak izleyen gardiyanı arkalarında bırakıp merdivenlere yönelmişti.

Çağının çok ötesinde işler başaran bu dâhilerin yeri hücreler değil kendi atölyeleriydi. Sandrino merdivenlerden inerken Bruno'yu Viterbo'da atölye açmaya teşvik etmeyi kafasına not etmişti. Onun yüzünden hücrelere düşmüştü, bunu ona borçluydu.

"Şapel.. Vaz mı geçiyorsun?"

Vetnarla Kulesi'nden çıktıklarında aniden ona dönen Bruno'nun ağzından çıkan ilk şey bu olmuştu. Temiz havayı içine dahi doğru düzgün çekmemişti, şuurunu kaybetmiş bir halde gözleri fırıl fırıl etrafta dönüyordu. Sandrino elini tekrar omzuna koydu ama Bruno'nun aklı tamamen bir hafta önce sürüklenerek çıkarıldığı yıkılmış şapeldeydi. Sandrino sorusuna bir cevap beklediğini biliyordu bu yüzden onu daha fazla bekletmemişti.

"Vazgeçtiğim falan yok Bruno."

"Ama devam edersek daha kötüsü olacağından korkuyorsun."

"O hücrede ne düştü senin kafana? Korktuğum yok benim."

Bruno sözlerine inanmadığını gösterircesine dudaklarını büzmüştü.

"Tereddütlerin var. Gözlerinden okunuyor."

Sandrino bir an için ne cevap vereceğini bilememişti. Bruno'nun insanların yüzüne bakarak gerçek hislerini okuyabilmek gibi ürkütücü bir yeteneği vardı. Her zaman gerçek olsan asıl güzel olan derdi. Sandrino sonunda pes ederek içinden geçenleri dillendirmişti.

"Viterbo Valisi ve soyluları planlanandan fazla görkemli olduğunu ve bu yüzden diğer planlarla seninkinin uyum sağlamadığını söylüyor. Bundan rahatsızlar, aralarında şapelin amacından çıktığını ve kendimi büyük görmemin bir simgesi olacağını konuşuyorlarmış. Başıma açılan diğer sorunlardan bahsetmiyorum bile."

"Ama planlarım görkemli değil. Üstelik söz konusu olan küçük bir şapel, şehrin her yanında nice görkemli katedraller varken onun güzelliği nedir ki?"

Sandrino bıkkın bir şekilde başını geriye atıp gözlerini kısa bir an için yummuştu.

"Bu şapel ikimizin de başına bela olacak."

"İnandığın şey bu mu? Pes mi ediyorsun? Ne isterse onu yapan ve kimsenin ne dediğini umursamayan Sandrino Panzio'ya ne oldu?"

Bruno'nun yorgun ve bitkin görünen yüzünde mücadeleci bir bakış vardı. Hücrede geçirdiği bir haftada tek düşündüğü yıkılan şapel olmalıydı. Sandrino kinayeli sorusu üzerine cevap vermekte gecikmemişti. Bahsettiği kaygısız Sandrino'yu kaybetmemişti fakat o Sandrino artık hem evli hem de ailenin yönetimini tamamen üzerine almıştı. Bu ister istemez üzerine sorumluluk hissi yüklüyordu.

"Hala burada. Fakat ek olarak ailesini de korumak zorunda o Sandrino Panzio, artık dünyada sadece kendi varmış gibi yaşayamayacak kadar sorumlulukları var."

"Senin yaratıcı düşüncelerin peşinden giden, sanatçıları destekleyen gerçek sanat tutkunlarından olduğunu sanırdım. Oysa ki senin de diğerlerinden farkın yokmuş, sanatı desteklemen modaya ayak uydurmak ve gösteriş içinmiş. Sanatçı ruhun olduğunu bile düşünürdüm fakat yanılmışım. Ama ben gelip geçici ilgilerin sanatkârı olamam."

Sandrino gözlerini kısarak Bruno'ya bakmıştı. Bu söylediklerine tamamen saçmalıktı.

"Sen bu söylediklerine gerçekten inanıyor musun?"

"Şapelden vazgeçen sensin."

"Öyle bir şey söylemedim."

"Korkaklık ediyorsun. Oysa ki bana izin verseydin sana o şapelle dünyanın güzelliklerini verecektim."

"Bruno, ben sana şapelden vazgeçtiği söylemiyorum."

"O zaman ne söylüyorsun?

Bu soru üzerine Sandrino'nun gözlerinden vahşi bir pırıltı geçmişti. Yavaşça yana dönüp Bruno ile yüz yüze geldiğinde önce üzerindeki kir içindeki ceketin yakalarına vurup kabaca tozları silmiş ardından omzunu kavrayıp acıtarak sıkmıştı.

"Şunu söylüyorum Bruno, yarın bir şekilde seni tekrar şapelin ön cephe mimarı olarak kabul ettireceğim. Ve sende öyle bir şapel yapacaksın ki yüzyıllar sonra bile önünden geçenler, işlerini unutup saatlerce güzelliğini seyredecekler. İşte bunu söylüyorum; başardığımız bu işle Tanrı'yı en iyi şekilde onurlandıracağız."

Sandrino olabilecek en kapalı şekilde onu tehdit etmişti. Konuşurken omzunu öyle bir sıkıyordu ki şapelde en ufak bir sorun çıkarsa başına gelecekleri sonsuz hayal gücüne bırakıyordu. Söylediklerini dinlerken Bruno'nun gözlerinin içi tutkuyla parlamaya başlamıştı. Aynı zamanda istediği şeyin büyüklüğü ile ürkmeden de edememişti.

"Ya yine bir sorun çıkarsa? Bir kez saldıran tekrar dener."

Bu sorusu üzerine pis pis sırıtan Sandrino onu omuzlarından tutup arkasındaki Vetnarla Kulesi'ne doğru çevirmişti.

"Hiçbir sorun çıkmayacak, sen sadece şapele odaklanacaksın gerisi benim sorunum. Başka bir çöküntü olmayacak. Anladın mı beni? Senin tek düşüneceğin şey o şapel olacak. Ve eğer diğer işlerin gibi şapelden de sıkılıp yarıda bırakacak olursan Bruno, bu kuleye geri dönersin."

Bu sözlerle birlikte bilinçsizce ürperip yerinden sıçraya Bruno, omuzlarındaki ellerinden sıyrılıp birkaç adım geriye sıçramıştı. Ciddi görünüşünü bozmayan Sandrino, onu gizli bir gülüşe izliyordu.

"Yok artık! Sizin ailede sanatkarı tehdit etmek gelenek haline geldi."

Vetnarla Kulesi'ne geldiklerinde atlarını önündeki güçlü meşe ağacının gövdesine bağlamışlardı. Bu sözleri söylediği sırada Gennaro, iki eliyle yularlarını tuttuğu atlarla onlara yaklaşmaktaydı. Sandrino kendi atına doğru ilerlemeden önce eğlenceli parıltılar esen mavi gözlerini yanındaki Bruno'ya çevirmişti.

"Aile geleneği olarak parmak da kırıyoruz. Hangisini istersen seçebilirsin."

Rahat bir tavırla toprak zeminde çevik adımlarıyla ilerleyip atı Kötü Şöhret'i Gennaro'dan almış Sandrino'nun sözlerine Bruno, sanki parmaklarını biri gelip gerçekten kıracakmış gibi arkasına saklayarak tepki vermişti. Düşüncesi bile dehşet vericiydi. Ona seslendiklerini fark ettiğinde, koşar adımlarla yanlarına gitmişi. Gennaro'nun uzattığı yedek atı aldığında çoktan atına yerleşmiş Sandrino'ya dönmüştü.

"O zaman atları şapele doğru sürüyoruz."

"Şapele mi? Biraz sonra hava kararacak."

"Tek bir an dahi bekleyemem, yeterince alıkonuldum. O taşların bir an önce temizlenip yeniden başlanması gerek."

Bruno bu sözlerinin ardından üzerine yerleştiği atını ağaçların arasına yöneltip dörtnala koşturarak oradan uzaklaşmıştı. Onun tek önceliği alıkonulduğu şapeldi, bir an önce işinin başına dönmeliydi. Bunun için gece boyunca meşale ışığında çalışacak olması hiçbir sorun teşkil etmiyordu.

Onu izlerken gözlerini devirmiş Sandrino'nun atı sabırsızca silkelenmeye başlamıştı. Eldivenli elleriyle dizginlerini sıkıca kavrayıp ağaçlık alana doğru döndüğünde arkadaşının arkasından bağırmıştı.

"Çünkü zaten İtalya'nın parlak siması Sandrino Panzio'nun da bir taş taşımadığı eksik kalmıştı! Yaparım, onu da yaparım! Tüm karizmam mahvoldu zaten onu da yaparım!"

Sandrino bu sözlerinin ardından altındaki atın dizginlerine var gücüyle asılmıştı. İspanya'dan özel getirilmiş at kuru toprağın üzerinde gümbür gümbür ilerliyor, Bruno ile arayı gittikçe kapatıyordu. Batıya yönelip dere boyunca koşmaya başladıkları sırada, henüz hiçbir sorunu çözmediğini düşündü sinirle. Bruno'yu hücreden çıkarmak en kolayıydı. Eğer böyle devam edecek olursa Panzio Hanedanı kısa zaman içinde uçurumun kıyısına kadar gidecekti, tam da bu yüzden artık tüm ipleri eline almak zorundaydı. Buna da yarın sabah Viterbo Valisi'nin düzenleyeceği konseyde gücünü göstererek başlayacaktı.

Bütün hayat uğraşıp çözmek zorunda olduğumuz bir dizi sorundan oluşuyor derdi Düşes Rosia Panzio. Önce bir, sonra bir tane ve bir tane daha.. Belki de bu akşam için ruhundaki bu yüklerden kurtulmanın en kuvvetli yolu, hiçbir şey düşünemeyecek kadar bedenini yorup taş taşımaktı.

**

Ruhundaki yükleri hafifletmenin yollarını arayan bir diğer kişi de Maddalena'ydı. Günbatımında Panzio Villası'nın teraslı bahçelerindeki limon ağaçlarıyla dolu geniş yürüyüş yollarında yalnız kaldığında şapelin çöküşüyle yaralanan zavallı işçileri, Bruno'nun düştüğü kötü durumu ve Sandrino'ya yaşattığı itibar kaybını düşünmeden edemiyordu. Belki tüm suç on ait değildi fakat işler daha kötü bir noktaya gelmeden engellenebilecekken buna engel olması onu da suçlu yapıyordu.

Maddalena, yeni hayatının başlangıcı olan Sandretta'da geçirdiği üç gün boyunca hiç olmadığı kadar dua eder olmuştu. Panzio Villasının içindeki aile şapelini ziyaret edişleri gün dördü buluyordu. Yaptığı hatayı nasıl telelafi edeceğini bilmiyordu. Tüm Panzio ailesi şapelin yıkılmasının sonuçlarıyla yüzleşirken onun elinden gelen tek şey dua edip, Sandrino'dan dileyemediği affı Tanrı'dan dilemekti.

Panzio Villasına hummalı düğün hazırlığı hakimdi. Rosia Panzio'nun yardımcısı ve görevlendirdiği hizmetkarlar ordusu hazırlıkları mükemmel bir düzende sürdürüyordu. Oldukça uzun bir davetli listesi yapılmış ve hazırlanan davetiyeler günler önce herkese dağıtılmıştı. Maddalena'ya tek düşen, oturup müstakbel Panzio Düşesi olarak gülümseyip insanların ilgisini kabul etmekti.

Bu süre içinde birçok insanla tanışmıştı. Panzio ailesinin dostları her gün biraz daha artarak evliliklerini tebrik etmeye geliyordu. Kimse zoraki gülümsemenin ve görkemli düşes adıyla ünlenmiş Rosia Panzio'nun karşısında çekinmeden durabilmenin ona nelere mal olduğunu anlamamıştı. Henüz üç gündür Panzio Villası'ndaydı, üstelik her zaman yanında olan Agnesia Halasından çok ama çok uzaktaydı. Hiç arkadaşı yoktu ve Sandrino onu annesinin yanına bırakıp ortadan yok olmuştu, son üç gündür eve uğradığı yoktu. Maddalena, bir yandan renk renk kumaşları önüne sererek gelinliğine karar vermesi için ısrar eden terzi ve çıraklarının arasında kalmışken diğer yandan ise Rosia Panzio ve kızı Lavinia Virgilio ile gelenleri karşılayıp, evlilik hakkındaki türlü öğütlerini dinliyordu.

Evdeki ilk gününde, kapıya üzerinde Nicoletta arması bulunan siyah bir at arabası çekilmişti. Arabacının açtığı kapıdan dışarı adımını atan Marianna, tıpkı onun gibi önce önünde yükselen büyük villayı şöyle bir süzmüştü. Fakat onun bakışlarındaki hayranlık ve heyecanın yerine ablasının gözlerinde gizli bir kibir gizliydi. Burnunu kırıştırıp ve gözlerini kıstığı zaman ne düşündüğünü iyi bilen Maddalena bu küçük ayrıntıyı yakalamıştı. Artık yeni kimliğiyle Düşes Marianna Nicoletta olan ablasının, bu yaşlarına kadar her yaptığıyla onu küçümsediği gibi şimdi de evliliği üzerinden küçümsemekti niyeti.

Marianna ona destek için geldiğini söylemişti. Fakat annelerinin küçük bir kopyası olan genç kadın, açıkgözlülüğü ve soğuk mağrur mizacıyla yanında olmaktan çok işini daha fazla zorlaştırmış, bulundukları ortamı bile isteye germişti. Her sözün her yapılanın altında bir sebep aramak gibi rahatsız edici bir huyu vardı. Aynı gün aralarına Dük Ludovico'nun karısı Clarissa Ludovico'da katılmıştı. Daha önceki kır davetinde iki kadın hakkında pek de hoş sözler dile getirmemiş olan Marianna, bu tavrına o günde devam ettirmiş ve iki kadına karşı mesafesini koruması için akıl vermişti. Fakat Maddalena ona oldukça iyi davranan bu iki kadın hakkında ablasıyla aynı düşüncelere sahip değildi. Yanlarında kendini ablasının yanında olmadığı kadar rahat hissediyordu. Marianna'yı dinlemiş fakat aslında çocukluğundan beri yaptığı gibi sözlerine kulak vermemişti.

Maddalena üç uzun gün boyunca Sandrino'yu sadece bir kez, kısa bir zaman için eve geldiğinde görebilmiş o zaman dahi doğru düzgün konuşmamışlardı. Tanıdığı, tanımadığı herkes onu görmeye gelirken Sandrino adeta kayıplara karışmıştı. Tamam Maddalena onun yokluğunda darmadağın olan aile işlerini düzeltmek için Papa Julius, Viterbo Valisi ve daha birçok kişiyle görüştüğünün adeta oradan oraya koşturduğunun haberlerinin alıyor aynı zamanda henüz düğünleri yapılmamışken etrafa karşı yanlış bir izlenim vermemeye çalıştığını biliyordu, dolayısıyla da bunun için ona kızmaması gerekirdi. Fakat yine de nikahları kıyıldığı gibi onu annesinin yanına bırakıp kaçtığını düşünmekten alamıyordu kendini. Görevini yerine getirmişti; evlenmiş ve topraklarına dönmüştü. Şimdi ise eski sefa ve zevk düşkünü hayatına geri dönmüş olabilir miydi? Belki de gerçekten ayrı bir hayat geçirmeyi planlıyordu. O Rosia Panzio'nun kolunun altında Panzio Villa'sında yaşarken Sandrino şehirlerdeki herhangi bir Panzio Sarayı'nda yaşayacaktı. Günler geçtikçe ve Sandrino hala eve gelmedikçe Maddalena bundan sonraki hayatının hep böyle geçeceği korkusuna kapılıyordu. Boş ve yalnız bir hayat onu bekliyor gibi hissediyordu.

Bu halde geçen üç günün sonunda Maddalena gergin ve hırçın davranışlar sergilemeye başlamıştı. Rosia Panzio'nun gelinliğini dikmek için özel olarak getirttiği Sinyora Demenios'u ve sürekli olarak çevresinde dolanıp ölçülerini almaya çalışan yardımcılarını azarlamış, önüne serilmiş Roma'nın en kaliteli kumaşlara göz ucuyla bile bakmamıştı. Normal bir zaman olsa göz kamaştırıcı renklerde getirilmiş kumaşların arasında kendini kaybederdi. İnce saf beyaz ipekler, sim ve altın biyeli kumaşlar, tavus kuşu mavileri, turkuaz, menekşe mavisi, açık yeşil, şeftali tomurcuğu ve daha birçoğunun her birine dokunur, üzerine tutarak tenine yakışıp yakışmadığına bakardı. Fakat onu, boş ve yalnız bir hayatın beklediğinden korkarken hiçbir renk ya da güzellik gözüne hitap etmemişti.

Sinyora Demenios'un geldiği ikinci gün, Rosia Panzio, Lavinia, Clarissa Ludovico ve onlara katılan annesi ve Marianna'nın karşısında kendini hiç olmadığı kadar arada kalmış hissetmişti. Onlar düğün için gelinliğinin yetişmeyeceğinden yakındıkça Maddalena daha fazla gerilmiş, çaresiz bir kızgınlıkla ani patlamalarını kontrol edememişti. Annesi gelinlik için petrol mavisi yansımaları olan bir kumaş seçerken Rosia Panzio ailelerinin rengi olan sarıyı önermişti. Marianna ise her zaman olduğu gibi annelerini desteklemiş, onun adına konuşup hangi kumaşları sevip sevmeyeceğine kadar karışmıştı. Tüm bu fikir çatışlarını sırasında ortamı yumuşatmaya çalışan Lavinia ve Clarissa Ludovico ise sanki onun düştüğü sıkıntıyı görüp anlıyor fakat nasıl yardım elini uzatacaklarını bilemiyorlardı.

Üç günün sonunda ne gelinliğin modeline ne kumaşına ne de hangi renklerde dikileceğine karar verilebilmişti. Maddalena ise tüm bunlar son bulana kadar ortadan kaybolmak istiyor fakat gelin o olduğu için hiçbir yere kaçıp saklanamıyordu.

O gece de, Rosia Panzio, Juan Panzio ve Lavinia ile yediği akşam yemeğinin ardından odasına çekilmişti. Sandrino'nun yokluğu gittikçe daha çok siniri bozuyordu. Üç gündür ortalıkta yoktu! Her neredeyse karşısına çıktığında canına okuyacaktı o pisliğin! Onu buraya atıp kaçacağını bilse asla Viterbo'ya gelmeye razı olmazdı.

Asık yüzüyle divana oturmuş, elinde unuttuğu su dolu kadehiyle gökyüzünü izlerken, odadan çıkmak için kapıyı açan Natilda'nın şaşkın sesiyle dikkati dağılmıştı. Divandan bacaklarını sarkıtıp oturduğu yerde kapıya doğru dönerken, başını kapıya çevirip sorunun ne olduğunu anlamaya çalışmıştı.

"Ekselansları. Affınızı diliyorum, bu geç vakitte sizi karşımda görmeyi beklemiyordum."

Açtığı kapının önünde uzun boyluyla dikilen Sandrino ile karşılaştığında boş bulunan Natilda, tepkisini kontrol edememişti. Çamaşırhaneye götürmek için koluna astığı kıyafetleri düşürmekten son anda kurtulmuştu. Tıpkı onun gibi hazırlıksız yakalanan Sandrino'da şaşırmış, elinde tuttuğu bir şeyi hızla ceketinin içine götürüp saklamıştı.

Henüz kapıyı çalmaya hazır hissetmemişken kapının aniden açılması Sandrino'nun hoşuna gitmemişti ama çabuk toparlanmıştı, keyifli bir sesle kadına dönmüştü.

"Maddalena'yı görmeye geldim. Uyumadı değil mi?"

Natilda, Sandrino'nun günler sonra üstelik bu saatte kapısına gelmesine kızmıştı, hırçın bir horoz gibi kabararak kapısının önünde durmuş ve içeriyi girmesini engellemişti.

"Maddalena inzivaya çekildi, akşam duasını ettikten sonra uyuyacak. Vakit oldukça geç oldu lordum, sizden sabahı beklemenizi rica ediyorum."

Hala pencere önündeki divanda oturmaya devam eden Maddalena Natilda'nın sözlerini duyduğunda keyifli bir tatmin hissiyle kadehindeki suyu yudumlamıştı. Fakat daha keyfini yeterince süremedin, geri dönüp gitmeye niyeti olmayan ve geleneklerine bağlı suratsız bir dadı tarafından kendi evinde, kendi karısının odasına alınmadığı için siniri bozulan Sandrino, tüm keyfini kaçırmıştı. Başını içeri uzatıp yükselttiği sesiyle içtiği suyun boğazına kaçmasına sebep olmuştu.

"Maddalena, tatlım! Sen mi buraya gelirsin yoksa dadını ezip ben mi içeri gireyim? Hangisini istersin? Eğer üzerinde kıyafet yoksa da bana göre hava hoş. Nasıl yapalım?"

Natilda, Sandrino'nun ahlaksız sözleri karşısında bembeyaz kesilmişti. Oturduğu divandan hızla ayağa kalkan Maddalena ise bardağını bıraktığında ağzını elini tersiyle silmiş üzerindeki kalın brokar sabahlığının kuşağını sıkmışı. Aynı anda aceleyle, çıplak ayaklarına ince pabuçlarını geçiriyordu. Berrak yeşil gözlerini sert bir bakış yerleştirip, gür sarı saçlarını sırtına atmıştı. Başını dimdik tuttuğunda kafa tutan mücadeleci bir şekilde kapıya ilerleyip kendini göstermişti. Natilda'nın ağzından bir itiraz iniltisi çıkmış ama düğünden önce üstelik bu saatte görüşmelerinin uygun olmadığını üzerine çevirdiği sert bakışlarıyla anlatmayı seçmişti.

O kapının önündeki yerini alırken, dadısı da yavaşça aralarından sıyrılıp koridorda kaybolmuştu. Sandrino, pas rengi bir ceket giymişti, göğsündeki altın rengi düğmeler açıktı. Yüzünün yarattığı tehlikeli bir o kadar da cezbedici etkiye alışmak kolay değildi. Biçimli elmacık kemikleri, kavisli koyu kahve kaşları, gür kirpikleri mavi gözleri ve dudakları.. insanı her türlü yasağa davet eden bir şekilde gülümsediğinde mantığının kontrolünü kaybetmemek için büyük çaba harcamak gerekiyordu.

"Ne vardı Sandrino?"

Maddalena bunu söylerken bir elini önünde durduğu kapının pervazına koymuştu. Onu içeri almayacağını göstermekti niyeti. Bunu fark eden Sandrino'nun dudaklarını o tanıdık ince sırıtış belirmeye başlamıştı.

"İçeri almayacak mısın beni?"

"Ne söyleyeceksen burada söyleyip sonrasında nereden geldiysen oraya gidebilirsin."

Sandrino onu üç uzun gün boyunca yalnız bırakmış ve anneleri arasında ne hale geleceğini umursamamıştı bile. Odaya girmesine izin vermek şöyle dursun karşısında dudaklarını dişleyerek sinir bozucu şekilde sırıtan yüzünü görmeye dahi tahammülü yoktu. O mesafeli duruşunu korurken Sandrino, başını yana eğip onun kaskatı yüzünü incelemişti.

"Bozuk musun sen bana?"

"Bir de soruyor musun? Beni buraya bırakıp üç gün boyunca ortadan kayboldun Sandrino. Sokakta bulup da sahiplendiğin bir kedi değilim ben! Öylece arkanda bırakıp gidemezsin. Bir noktadan sonra beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım. Bir gün eve gelip bu kızda kim deseydin inan şaşırmazdım."

Onu dinlerken gözlerinin içine bakmayı sürdüren Sandrino, elini tıpkı onun gibi kapının pervazına koymuş, diğer elini ise beline yaslamıştı. Başını eğmiş onun yüzüne bakarken yorgun bir şekilde iç geçirmişti. Yüzü hatları birden ciddileşmişti.

"Seni unutmuş değilim, arkamda bıraktığım da yok. Günlerdir, aksayan ne kadar iş varsa hepsini kontrol altına almak için uğraşıyorum. Vatikan'a gidip Toskana Bölgesinin diplomatlığından çekildim, Viterbo Valisi ve papanın temsilcisi tarafından şapelin soruşturması hakkında dinlendim, diğer mali işler için de görüşmeler yapıyorum. Muhasebecimi kovduğum için işlerin hepsi üzerime kaldı. Belki komik gelecek fakat şapelin temizlenmesi için sırtımda taş bile taşıdım."

Maddalena aniden gülmeye başlamıştı. Tıpkı onun gibi omzunu pervazına yasladığında, aheste bir edayla gözlerini devirmişti. Gerçekten taş taşımış olduğuna inanmıyordu. Konuştuğunda sesinden iğnelemeler saçılıyordu.

"Gerçekten buna inanacak kadar aptal mıyım ben senin gözünde? Sandrino Panzio, İtalya'nın en parlak yüzü, kendini beğenmiş, adı zevk ve sefa düşkünü olarak ünlenmiş adamı taş mı taşıdı?"

Sandrino son derece dingin ve telaşsız bir tebessümle dinlemişti onu. Yukarı kalkan kaşıyla alay eden ifadesini bir müddet şöyle bir süzmüş ardından alınmış bir edayla ellerini yukarı kaldırıp yüzüne doğru tutmuştu.

"Zavallı ellerimin geldiği hale bak."

Önüne böylesine kesin bir kanıt çıkarışı Maddalena'nın sinirli yüz ifadesi darmadağın etmişti. Yeşil gözlerini ellerine çevirdiğinde, bazı yerlerinin kızardığını ve çizildiğini görmüştü, söylediği gibi taş taşımıştı. Fakat bu kadar kolayca yumuşamayacaktı, en kırılgan olduğu zamanlarda hayatını daha fazla zora sokmuştu bu adam. Üstelik bunu bile isteye yapmıştı, onunla evlenmesi bunları unuttuğu anlamına gelmiyordu. Artık eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey. Bakışlarını ellerinden çektiğinde ters bir cevap vermişti.

"Hıı.. tüh çok kötü görünüyor. Kalbim parçalandı."

"Teşekkür ederim ne kadar samimisin sen öyle. Beni içeri alıp biraz şefkat göstersen ancak bu kadar samimi olabilirdin. Burada, artık senin de bir parçası olduğun ailenin geleceği için çabalıyorum ben, biraz olsun şefkati haketmiş olmam gerekir. Nankör kadın."

"Şefkat mi istiyorsun? Annenin odası hemen şurada, eminim bol bol gösterecek şefkati vardır."

Maddalena bu sözlerinin ardından asabi bir şekilde doğrulmuş ve yüzüne çarpmak için kapıya uzanmıştı. Fakat ne yapacağını anlayan Sandrino öyle çevik bir hareketle kapıyı geriye ittirmişti ki Maddalena geriye doğru sendelemişti. Böylesine sert ve ani bir tepki vermesini beklemeyen Maddalena, karşılık olarak ters bir şekilde yüzüne bakmıştı. Fakat bir doksanlık sert bedeniyle kapının eşiğinde duran Sandrino oldukça sakindi. Derin bir soluk aldığında, dudakları kıvrıldı ama sert bakışları Maddalena'yı durumun ciddiyetine davet ediyordu. Bu içinde hafif bir karanlık taşıyan bakış, ona Sandrino'nun gösterdiği adamın ötesinde bir gün Panzio ailesini yönetmesi için özenle yetiştirilmiş bir varis olduğunu anımsattı.

"Seni yalnız bıraktığım için üzgünüm. Fakat günlerdir benim bilgim olmadan tek bir işin yürümesine bile izin vermiyorum, her şeyi kendim kontrol ediyor kendim başında duruyorum. En kısa zamanda hepsini yoluna koymam gerekiyor ki daha fazla zarara yol açmasınlar. Zaten daha fazla zararı göğüsleyecek de halimiz yok."

"Bruno nasıl?"

Sandrino yüzünü buruşturmuştu. Yakın dostu olan Bruno'nun düştüğü zor duruma üzüldüğü sesine yansıyordu.

"Şapelle kafayı bozmuş durumda, günlerdir aralıksız bir şekilde çalışıyor. Bazen yemek yemeği bile unutuyor. Fakat kendine gelecek, gelmek zorunda. Düğünde burada olacak, geldiğinde konuşursunuz."

İçinde gün geçtikçe büyüyen bir pişmanlıkla Sandrino'yu dinleyen Maddalena dudaklarını sıkarak başını sallamıştı. Derin bir acı çekiyordu fakat acısını sessizce kendi içinde yaşamak zorundaydı. Sandrino şapelin yıkılmasını takıntı haline getirmişti. Eğer bu işteki payını öğrenecek olursa bir daha asla yüzüne bakmazdı. Suçluluk hissini bastırmak için içine derin bir nefes çektiğinde titreyen sesiyle konuşmuştu.

"Şapel ile kimin uğraştığını öğrenebildin mi?"

"Hayır fakat işin peşindeyim. Birileri açıkça benimle uğraşıyor ve elbet kim olduğunu öğreneceğim. Beklediklerinin aksine şapelin inşaatından da çekilmiyorum. Bruno benim adıma kaldığı yerden devam edecek. Fakat inan bana gecenin bir vakti seninle bu can sıkıcı konuları konuşmak istemiyorum."

Sandrino işlerden bahsederken yorgun ve bıkkın görünüyordu ama başka bir konu için yanına geldiğinden söz ederken ondan beklenemeyecek bir şekilde gerilmişti. Sanki onunla konuşacağı her neyse bir an önce konuşmak için heyecanlıydı. Maddalena pervazın üzerindeki elini biraz daha yukarı kaldırırken iç geçirmişti, Sandrino'nun bu halleri genelde onun başına dert açıyordu.

"Ne hakkında konuşmak istiyorsun Sandrino?"

"İçeride konuşmak isteyeceğim kadar özel bir konu hakkında"

Sandrino bunu söylediği an Maddalena daha ne yaptığını takip edemeden zahmetsizce eğilip kolunun altından geçerek odaya dalmıştı. Bunu gözlerini devirip başını yılgınca geriye atarak karşılayan Maddalena, sonunda isteksizce kapının kulpuna uzanmıştı. Ona bakmak için dönerken arkasındaki kapıyı da kapatmıştı.

Sandrino ellerini arkasında birleştirmiş, birkaç gün sonra gerçekleşecek düğünlerine kadar kullanması için hazırlanan odanın ortasında durmuştu. Kısılmış gözleri, som gümüşten yüksek şamdanın üzerinde yanan mumların yumuşak ışığında parlıyordu. Tuhaf bir şekilde yine gergin ve belki biraz da mesafeli oluvermişti. Maddalena'nınsa boğazı düğümlenmeye başlamıştı. Konuşacaklarını konunun öylesine bir şey olmadığını hissetmişti, gittikçe daha fazla endişeleniyordu. Yüzündeki şüpheci bakışla kaşlarını yukarı kaldırmış onu konuya girmeye teşvik etmişti.

"Evet Sandrino?"

Sandrino onun hala kapının önünde durduğunu fark ederek yavaşça elini uzatmıştı. Maddalena'nın içinden bir an arkasındaki kapıdan çıkıp kaçmak geçmişti, aklına ilk gelen Sandrino'nun taş ustasını yolundan çevirdiğini öğrendiği olmuştu. Her şeyi biliyordu ve şimdi ondan yaptığının hesabını soracaktı! Maddalena endişeyle kaskatı kesilmişken Sandrino'nun adını söylediğini işitmişti. O anda eğer gerçekleri öğrenmişse illaki bir şekilde Sandrino ile yüzleşmek zorunda kalacağını fark etmişti. Her şey başlamadan bitmişti. Bu düşünceyle yüreği burkulmuştu. Güçlü görünmeye çalışarak elini tutacak kadar yaklaşmıştı. Yakınına geldikçe yüzüne bakmak daha zor geliyordu. Fakat Sandrino'nun sözleri onu daha büyük bir şaşkınlığa sürüklemişti.

"Kapat gözlerini"

"Ne? Neden?"

Sandrino elini tutarak zorla kendine çekmiş, onun aralarında bilerek bıraktığı mesafeyi aşmıştı. Baş parmağıyla elinin yumuşak hattını okşarken serseme dönmüş yüzüne bakıp ısrar etmişti.

"Maddalena bir kez olsun dediğimi sorgulamadan yapamaz mısın? Gözlerini kapat dedim."

Derin bir soluk alarak tamam diye mırıldanmış Maddalena istediği gibi yeşil gözlerini kapatmıştı. Sandrino'nun sıcacık eliyle tuttuğu sol elinden koluna istenmeyen kıpırtılar yol alıyordu. Tuhaf ve gergin geçen kısa bir sessizliğin ardından Sandrino, çevirdiği eline sert şey bırakmıştı, küçük mücevher işlemeli bir kutuydu bu. Yavaşça gözlerini aralayan Maddalena, içinde duran yüzükle karşılaşmıştı. Birbirine geçmiş sarmaşıklardan oluşan altın bir halkanın üstünde, ömrü boyunca gördüğü en göz alıcı taş ışıldıyordu.

"İncilerle birlikte gelmişti. Doğudaki adaların birinden çıkartılmış. Son derece nadir bulunan bir taş olduğunu duyduğumda bana gönderilmesini istemiştim. Bir yıl kadar önce elime geçti. Fakat bu kadar değerli bir taşı işlemeye elim gitmediği için o zamandan beri kilit altında tutuyordum. Bence senin evlilik yüzüğü olarak takman son derece uygun olacak."

Maddalena büyülenmiş gibi, kutunun içindeki güzelliğiyle hayranlık uyandıran büyük yüzüğe bakıyordu. Kendine has bir ışıltısı vardı, önce rengini tam anlamıyla seçememiş beyaz olduğunu sanmıştı fakat Sandrino kutunun içinden çıkartıp titreyen parmağına takarken mum ışıklarında pembe ışıltılar saçıyor, yanıp sönüyordu. Mahcup bir şaşkınlıkla parmağına oturan yüzüğe bakakalmıştı.

"Pembe."

"Elime alana kadar bende böyle bir taşın varlığına inanamıyordum. Önce aklımdan zümrüt geçmişti, gözlerinle aynı renk olsun istedim ama sonra bunun seni yansıtmadığını düşündüm. Bu beyaz ve pembe ışılılar senin içten ve hayat dolu ruhunu daha iyi yansıtıyor."

Sandrino elinden tutup yüzüğün duruşuna bakarken söylemişti bu sözleri. Usta ellerde şekillendirilerek benzersiz mücevherlere dönüşmüş bir yüzüktü ve kesinlikle ona özel yapılmıştı. O an Maddalena'nın zihninde bir ışık yanmıştı. Sandrino, Kardinal Foscari'nin davetine gittikleri akşam Leydi Loredana'ya yüzük yapılıyor derken yalan söylememişti, yüzüğü gerçekten yaptırdığı için o kadar kolayca cevap verebilmişti. Maddalena onu usta yalancılıkla suçlarken aslında doğruyu söylüyordu. Şaşkın beyni çabucak kavramıştı olayı.

Parmağındaki yüzüğün ağırlığından ya da manasından belki de Sandrino'nun yüzüğü verirken büründüğü çekimser, ciddi ifadeden -artık sebebi her ne olursa olsun- kalbi göğüs kafesinden çıkacakmış gibi şiddetle atmaya başlamıştı. Pembenin açık bir tonu olan yüzüğün ihtişamlı parlaklığına bakarken sersemlemiş bir şekilde gülümsüyordu.

"Görüyorum ki yüzüğü beğendin."

Maddalena mahcup bir tavırla gülümseyerek, bakışlarının Sandrino'nun yüzüne kaldırmıştı. Yanaklarının gittikçe ısındığını, yeşil gözlerindeki ifadenin açık bir samimiyete büründüğünü hissediyor buna engel olamıyordu.

"Muhteşem bir şey, ya kaybedersem diye hep korkacağım."

"Kaybetme. Başka bir yüzük olsa yenisini alırdım fakat bu kadar eşsiz bir taşı bir daha yakalayamam."

Sandrino'nun sözleri Maddalena'nın içinde sıcacık bir dalga misali yayılıvermiş ve kendini asla kaybetmeyeceğine dair başını sallarken bulmuştu.

Kendine gel! Bir yüzükle dağılacak değilsin! Bu kadar kolay olmamalı.

Ama çok güzel bir yüzük.

Aklından geçenler Maddalena'yı duraksatmıştı. Sandrino'nun ona bu şekilde sıcak bir tavırla yaklaşması Maddalena'nın tüm dengesini bozuyordu. Tatlı tatlı konuşması yerine onunla tartışmasını yeğlerdi, en azından o zaman şimdi olduğu gibi karşısında donup kalmazdı. Ters bir karşılık verip onu kendinden uzaklaştırmalıydı. Durup Sandrino'nun yüzüne anlamsız bir şekilde bakmaya başladığında şimdiden yüzüğün ağırlığını hissettiği sol elini indirmişti.

"Neden annemlerle Roma'ya gitmeme izin vermedin? Gerçekten karın olduğumu kabul ettiğin için olamaz. Hem böylelikle bir hafta daha bekarlığının keyfini sürebilirdin."

Bu soruyu beklemeyen Sandrino'nun gülümsemesi solmuş, sorusundan rahatsız olmuştu. Bir anda yüzünden hiçbir şey okunmamaya başlamıştı, o aşılmaz alaycı savunma mekanizması işbaşındaydı yine. Ellerinin göğsünde bağlayıp alçak sesle konuşmuştu.

"Maddalena ben insanlara kolay kolay söz vermem fakat bir söz verdiysem de bunu tutarım. Annenlerle De Benardi Sarayına gitmene izin vermedim çünkü bunu istemediğini biliyordum. Oradan evin olarak bahsettiği hiç duymadım, ben de burada olmanı istedim. Ki bakıyorum ki doğru bir karar vermişim."

"Bunun için sana teşekkür etmeyeceğim. Ayrıca beni korumana ihtiyacım yok, ben kendi başımın çaresine bakabilirim."

"Senden teşekkür bekleyen yok Maddalena. Amacım seni gücendirmek değildi. Ayrıca bu tatsız konuyu açan da sensin."

Kendi kendine söylenen Maddalena, odayı adımlarken kollarını bedenine dolamıştı. Arkasında bıraktığı Sandrino'nun konuşurken üzerine geldiğinin farkındaydı. Tepesine dikilmiş, gözlerini üzerinde dolaştırıyordu. Sonunda bu tuhaf konuşmaya dayanamayan Maddalena, saçlarını savurarak arkasını döndüğünde adama çıkışmıştı.

"Sandrino, sen yorgun değil miydin? Günlerdir gece gündüz çalışıyorum demiyor muydun? Odana gidip uyusana sen."

Ani çıkışı ile birlikte Sandrino'nun mavi gözlerinde sürpriz dolu anlayışlı bir bakış belirmişti. Ellerini pes ettiğini ispatlamak istercesine açıp havaya kaldırırken dudaklarının kenarında bir sırıtış belirmişti.

"Tamam gidiyorum. Hemen saldırıya geçip hırçınlaşma."

"Hırçınlaşmıyorum ben, hadi çık."

Maddalena yana çekilerek koluyla ona kapıyı göstermişti. Bu aniden gelişen sert tavrına karşılık Sandrino, açıkça gülmeye başlamıştı. Kapıya doğru birkaç kısa adım atsa bile çıkmak için acele etmiyordu. Sonunda onun ağırdan alışına dayanamayan Maddalena, yanına yaklaşıp "hadi çık dedim" diyerek sırtına koyduğu eliyle kapıya doğru ittirmişti. Bunun üzerine kıkırdayan Sandrino, arkasını dönerek üzerindeki ellerden kurtulmuştu.

"Yavaş, çıkıyorum işte. Erken kalkacağım zaten yıkanıp uyuyacağım."

"Ne güzel, hadi git ne yapıyorsan onu yap. Mümkünse benden uzakta olsun."

Birbirleriyle didişerek odanın kapısının önüne kadar geldiklerinde Maddalena, Sandrino'nun önündeki pirinç kulpa uzatıp kapıyı aralamıştı. Onu bir an önce odadan göndermeye uğraşıyordu, kapıyı gösterirken kolunu tutup dışarı çıkarmaya çalışmıştı.

"İyi geceler, iyi geceler Sandrino."

Fakat sanki o, ne kadar bu akşamki tuhaf konuşmalarının sona ermesi için can atıyorsa Sandrino'da bir o kadar konuşmaya hevesliydi. Ayakları adeta geri geri gider olmuştu, yeni bir konuşma başlatmanın eşiğindeydi lakin Maddalena onu öyle alelacele göndermeye çalışırken konuya girememişti. Sonunda Maddalena'nın araladığı kapının kenarını tek eliyle sertçe kavradığında, sert bedeniyle önüne geçmiş ve odadan çıkmayacağını göstermişti.

"Senin hayatın hiç kolay geçmedi değil mi? Annenle anlaşamıyorsunuz. İnsanlardan da bazı şeyleri duyuyorum. Halanın yanına yerleştiğin yıllar nasıldı, sanırım orada çok daha mutluydun değil mi?"

İnsanlardan da bazı şeyleri duyuyorum. Sandrino, bu sözleri söylediği sırada mavi gözlerini yavaşça kollarına indirmişti sonrasında tekrar yüzüne bakmıştı. Bununla birlikte ne demek istediğini anlayan Maddalena hızla gözlerini kaçırmıştı. Viterbo'ya geldikleri gün annesiyle yaptığı konuşmanın izlerini kollarında taşıyordu, öyle büyük bir öfkeyle kollarını sıkmıştı ki halihazırda en ufak bir çarpmada kızaran teni morarmıştı. Sinyora Demenios, bedeninin ölçülerini almak için iç elbisesiyle kalmasını istediğini söylediğinde, kollarında morluklar aklından tamamen çıkmıştı. Elbette bu da, yanında olan Rosia Panzio'nun keskin bakışlarından kaçmamıştı. Kollarındaki morluklara uzun uzun bakmış kadın tuhaf bir şekilde tek kelime dahi etmemiş, terziye de öylesine sert bir bakış atmıştı ki kimseye bu konu hakkında tek bir kelime etmeye cesaret edemeyecekti. Fakat görünene göre Rosia Panzio, terziyi sustursa bile oğluna kolundaki izlerken bahsetmekte bir sakınca görmemişti. Parçaları birleştirerek izlerinin sahibini bulmakta ise zorlanmamışlar gibi duruyordu.

Kalbinde ince bir sızı yayılmış Maddalena, bir müddet boğazındaki acı yüzünden konuşamamıştı. Sandrino'nun kalbinden en büyük yarasının sahibinin annesi olduğunu öğrenmesi midesinde günlerdir hissettiği düğümü daha da sıklaştırmıştı. İnsanlara acılarını göstermeyi sevmiyordu. Serinkanlı görünmeye çalışarak yavaşça yutkunmuş, başını kaldırarak kalbindeki ve ruhundaki yaraları ona göstermemeye çalışmıştı. Halası ve Natilda dışında daha önce hiçkimseyle yaraları hakkında konuşmamıştı, konuşmaya da niyetli değildi.

"Halam beni kendi kızı yetiştirdi. Orada hayatımın en mutlu zamanlarını geçirdiğim, ona çok şey borçluyum."

Sandrino, yanağını parmak uçlarıyla okşayacakmış gibi elini uzatmış ama son anda geri çekilmişti. Elini çektiği o kısacak anda dişlerini sıktığını görmüştü, sanki ona dokunmayı hak etmiyormuş gibi kendine kızmıştı. Maddalena içten içe şükretmişti dokunmadığına, böylesine yoğun bir yakınlığa hazır değildi. Sandrino konuştuğunda sesi pişmanlığını yansıtıyordu.

"İtiraf etmeliyim ki bir dönem Lucca'da olmanı sadece o adamın varlığına yoruyordum. Seni Roma'ya göndermeye çalışmam doğru değildi, bencillik ettim. Beni affedebilecek misin?"

Sözleriyle birlikte Maddalena bir an duraksamıştı, ondan böyle sözler duymaya alışkın değildi. Gözlerinin içine öylesine derin bakıyordu ki kendini akımına karşı koyamamaktan korkmuştu. Kalbinin sesini görmezden gelerek biraz önceki huysuz haline büründü. Elini Sandrino'nun tuttuğu aralarında kalan kapının kıyısına koyduğunda hırçın bir tavırla çıkışmıştı.

"Sevgili Sandrino, senin bir muhabbet edesin var herhâlde. Ne yapalım, istersen aşağıya inip bir şeyler içelim, sabaha kadar uzun uzun konuşalım, ben sana tüm hayatımı anlatayım. İster misin? Yapalım mı?"

Onun ne yapmaya çalıştığını anlayan Sandrino, yüzüne bakarken derin bir soluk almıştı. Belli belirsiz söylenerek konuşmaya başlamıştı. Alçak ve hırıltılı sesi uyarı yüklüydü ama gözleri kederliydi.

"Bazı konular konuşulmak zorundadır bu da onlardan biri. Tamam, sen konuşmak zorunda değilsin ama benim söyleyeceklerim var. Öncelikle şunu bilmeni istiyorum senin kendini koruyabileceğinden şüphem yok. Fakat böyle bir şey tekrar yaşanacak olursa sessiz kalamayacağımı bilmeni istiyorum. Ve ben müdahale edersem sonuç hiç iyi olmaz, birdaha yüzünü bile göstermem. Sana olan saygımdan şimdi susuyorum ama bir daha asla. Kimse sana zarar veremez, benim evimde benim yanımdayken aklından dahi geçiremez. Önce beni aşmaları lazım bunun için ve bu da bir daha asla olmayacak."

Maddalena kıpırtısıza karşısında dururken Sandrino'nun ona doğru yavaşça yaklaştığını ve yüzünde beliren şefkatli ifadeyle ona bakışını izleyen Maddalena'nın içinde bir şeyler düğümlenmişti. Şefkatli bir sahipleniciliğin verdiği huzuru hissetmişti. Fakat buna daha fazla dayanamazdı, ağlama isteğiyle baş etmek zordu, böyle devam ederse direnemeyecekti. Bu yüzden titreyerek derin bir soluk aldığında, kapıyı tekrar açmıştı.

"Muhabbet edesin var senin belli oluyor. Ama işte, benim muhabbet edemeyecek kadar uykum var. İzin verirsen uyuyacağım. Hadi sevgili Sandrino, hadi odana git. ."

Aralarında kalan üzeri kakmamalarla süslü ahşap kapıyı Sandrino kapatmaya Maddalena ise açmaya çalışırken bir müddet daha birbirleriyle didişmişlerdi. Sonunda sert bir hamleyle kapıyı tutup geriye çeken Sandrino, üstünlüğü ele almıştı. Maddalena'nın kızarmış yüzüne dönüp kurnaz bir edayla göz kırpmadan önce başını yana yatırıp odaya alıcı gözle şöyle bir bakış atmıştı.

"Sen beni kovdukça benim gitmeyesim tutuyor, ne yapalım? Bence ben bu gece burada kalayım. Sonuçta karı kocayız, neden olmasın ki, değil mi?"

"Dene istersen, çığlık çığlığa bağırır bu evi ağaya kaldırırım."

Ellerinden birini beline yerleştirip, belini bükerek yavaşça Sandrino'ya yaklaşan Maddalena fısıltıyla meydan okumuştu. Böyle bir şey yapmayacağını biliyordu Sandrino'nun onun utangaç halleriyle eğlendiğini öğrenmişti artık. O çattığı kaşlarıyla önünde dururken, Sandrino konuyu başka bir yere taşıyıp ona günlerden beri içinde taşıdığı en büyük korkusunu hatırlatmıştı. Geri dönüşü olmaz bir şekilde Sandrino Panzio ile evliydi ve son bekar günleri de büyük bir hızla elinden kayıp gidiyordu. Düğüne dört gün kalmışı!

"Tamam tamam zaten bu yatak küçükmüş. Annem bizim için doğu kanadındaki evin en büyük odasını hazırlıyor, biliyor muydun? Bundan sonra o odayı birlikte kullanacağız."

Bu sözleri duyduğu an Maddalena gözlerini kaçırmıştı. Beline yasladığı eli yavaşça aşağıya düşerken yanaklarının alev alev yandığını hissetti. Sandrino ile aynı odayı aynı yatağı paylaşma düşüncesi, her yanında soğuk bir ürperti dolaştırıyor, kalbi göğüs kafesinin içinde bir kuş misali çırpınarak tüm mantığını yitirmesine sebep oluyordu. Dört gün sonra ne yapacağına dair hiçbir düşüncesi ya da planı yoktu. Kekeleyerek güçlükle konuşabilmişti.

"Bi- bi-b-bi-b-biliyorum, her gün ekstra bir şey isteyip istemediğimi soruyor."

"İstedin mi?"

Sandrino sırıtmaya devam ediyordu. Bu soruyu neden sorduğuna fikir yürütemeyecek kadar dört gün sonrası için endişelenmeye başlamış Maddalena başını iki yana sallarken lafı dolandırmadan cevap vermişti.

"Hayır."

Sandrino'nun bakışlarındaki biraz önceki sertlik çoktan uçup gitmişti, yerini utanmazca bir gülüşe bırakmıştı.

"Ben istedim. Dedim ki, Maddalena banyo sefası yapmayı çok seviyormuş, birleşik olan odaya en büyüğünden bir küvet sipariş edin bundan sonra orada kalsın. Birlikte yapacağımız banyo sefaları için hazır beklesin."

"S- se- sen s- sen benim hayatım-"

Maddalena daha fazlasını getirememişti. Konuşmaya devam ettikçe daha fazla kızarmış ve kekelemeye başlamış sonunda ise soluğu kesilmişti. O utançla kıvranıyorken Sandrino, üzerine gitmeye devam etmişti. Uzanıp omuzundaki bir sarı bukleyi alıp parmakları arasında ustaca çevirmeye başladığında yeşil gözlerinin içine bakıyordu.

"Kızardın tatlım."

Kim olsa kızarrırdı! Sandrino'nun yüzündeki hain gülümsemeye çatık kaşlarıyla bakarken kendi içinde söylemişti. Onunla eğleniyordu! Uzanıp parmakları arasındaki saçını çektiğinde, Sandrino'yu kapıya doğru çevirmeye çalışmıştı. Diğer eliyle kapıya uzanmış, onu odadan çıkartmak için mücadele veriyordu.

"Sandrino uyumak istiyorum. Lütfen gider misin?"

"Eğer aklına bir şey gelirse sende söyleyebilirsin. Çekinme, annem sert görünebilir fakat özünde yenilikçi ve anlayışlı bir kadındır."

"Çekil kapımın önünden. Odamdan çık."

Maddalena dişlerini sinirle sıkarak Sandrino'yu biraz daha ittirmişti. Bunun üzerine yavaş! diye söylenen adam sonunda koridora çıkmıştı fakat henüz onu yalnız bırakmaya niyetli değildi. Kapının arasına ayağını koyduğunda, başını uzatıp onu son kez çıldırtmıştı.

"Sana ne kadar hatırlatmak istemesem de beni beni buna zorluyorsun. Şurada dört gün sonra elime düşeceksin tatlım. Son günlerinin keyfini çıkarmanı tavsiye ederim. "

Yazan; Mirena Martinell.

✨✨

Bruno Domiano. Ailemizin yeni mimarı 😂

Rosia Panzio. ( Halamız 😂)

--

Ben geldimm 🙋🏻‍♀️ Düğün nerede dediğinizi duyar gibiyim, hemen ikinci kısım da sizlerle olacak. Ben kafamda düğünü de bu bölümde veririm diye tasarlamıştım fakat bu haliyle bile 11.000 kelimeyi geçti. Düğünün eğlence kısmının taslağını yazdım sayılır bu hafta onunla birlikte tüm bölümü yazmaya başlayacağım. Sizi çok fazla bekletmemek niyetim. Bana lütfen dua edin, yalnız kalıp yazılarımı yazmayı her şeyden çok istiyorum şu sıralar 🙏🏻🙍🏻‍♀️ Ara verdiğim için sanırım yazılarımı özledim. Ve tabi ki sizinle yorumlarda bizim iki deliyi çekiştirmeyi de 😊

Araya giren bu uzun sürede bekleyen, merak edip bana ulaşmaya çalışan ve hikayeden umudumu kesmeyen herkesten çok çok özür dilerim. Gerçekten inanılmaz yoğun bir yaz dönemi geçiyorum. Siz benden bölüm beklerken bir aylığına ilçedeki evimize geldim, iki kuzenimi evlendirdim, birini nişanladım derken tabiki sayısız misafir ağırladım (sayısız çay kahve taşıdım arada yalnız kalıp yazamadığım için sinir krizleri geçirdim sjdhf) koşuşturma arasında yazıya odaklanacak bir ne temiz zihnim ne de bir alanım olmadı 😔

Okuyan herkes oy verirse çok sevinirim, lütfen yorum yapmadan geçmeyin düşüncelerinizi okumak beni çok mutlu ediyor. Hepinizi kocaman öpüyorum, kendinize çok iyi bakın, bizim iki delinin düğününde görüşmek üzere 😍😘😘

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top