Bölüm 10 - "Bir Nefes Uzakta"

"kalbini zorla açamam."

Parlak sonbahar güneşi havadaki sertliği yumuşatmaya devam ederken Maddalena, bir kısmını içtiği şarap kadehiyle küçük kalabalığın arasında tek başınaydı. Sırtı ona dönük halde insanların arasından ustaca sıyırılan Sandrino'yu izlerken dudaklarında ufak bir tebessüm asılı kalmıştı. İki ay boyunca içinde biriktirdiği bütün o öfkesine, isyanlarına, nefretine rağmen yüz yüze geldiklerinde hala kendini o tehlikeli lakin aynı zamanda sıcak olan büyüsüne kaptırıyordu.

Olabilecek en doğal tavırla Sandrino'yu takip etmeye başladığında başlığının altından etrafa kaçamak bakışlar atmıştı. Ağabeyi Alfonso ve Marianna'nın tüm dikkati sohbet ettikleri konukların üzerindeydi. Bunun rahatlığıyla, gittikçe gerçek tadına ulaştığı Sandrino'nun şarabından son bir yudum almış sonrasında ise yolunun üzerindeki hizmetkara bırakıp hiç duraksamadan devam etmişti. 

Sandrino geniş alandan çıkarak doğu yönünde uzanan çam koruluğunun içine girmişti. İçinden geçen patika boyunca ilerlerken Maddalena onun geniş omuzlarını görebiliyordu. Bir müddet daha ilerlediğinde yüzünü dönüp aralarındaki mesafenin kapanmasını beklemiş ardından birlikte nehrin kıyısında yürümeye başlamışlardı. Hemen önlerinde tüm güçlüyle akan suyun huzur verici sesi bir süre aralarında asılı kalmıştı. Sonunda içinde büyüyen konuşma isteğine engel olamayan Maddalena, gözlerini yavaşça Sandrino'nun üzerine çevirmişti.

"Şapel için senin adına da ayrıca çok sevindim. Sürekli olarak ilgilenmen gerekecek mi, diğer işlerini ne yapacaksın peki? Yoksa Bruno temelli olarak Viterbo'ya mı dönüyor?"

"İşlerin hepsi devam edecek. Şapelin üzerinde adım yer alacağı için elbette yakından ilgilenmem gerekecek fakat bunlar ağırlıklı olarak kâğıt işleri olacak. Tabi zaman zaman gidip görmek de isterim fakat işlerin en büyüğü başmimarın omuzlarında. Bruno kendi projesi inşa edilirken orada olmak isteyecektir fakat projenin sona ermesi uzun yıllar alacak. Eğer isterse benimle birlikte seyahat etmeye devam edebilir. Karar onun."

Maddalena küçük adımlarıyla yürümeye devam ederken Sandrino'nun sözlerine ilk anda başını hafifçe sallayarak tepki vermişti. Dile getirdiklerinde samimiydi; Sandrino ve Bruno adına çok mutlu olmuştu. Üstelik Sandrino bu durumu önemsizmiş gibi göstermeye çalışması önemsiz kılmaya yetmiyordu. Yaşadıkları yarımadada sayısız sanatçı yaşıyordu ve hepsi birbiri ile rekabet halindeydi. Onların arasından şapelin ön cephesi için seçilmek Bruno için büyük bir başarıyken cephenin belirli miktardaki finansörü olan Sandrino'nun üstlendiği hamilikse aynı şekilde önemliydi. Eserin inşaat işinin Viterbo Valisi ve onun görevlendirdiği başmimar tarafından yürütülüyor olması bunu değiştirmiyordu.

İnsanoğlunun sonsuz ağırlıktaki taş blokları binbir güçlükle bir araya getirerek oluşturdukları devasa yapılar Maddalena'da her zaman büyük hayranlık uyandırsa dahi Sandrino'nun sözlerini dinlerken içinden geçen ilk his mutluluk değil, hayal kırıklığı olmuştu. Sadece bir an için hevesle Viterbo'ya kesin dönüş yaptığını hayal etmişti.  Onu Viterbo'ya bağlayan yeni bir sebebin daha eklenmesiyle belki de sonunda Lucca'dan sonra Floransa ve diğer Toskana şehirlerini takip eden uzun diplomatlık görevinden ayılıp, artık kaçmaktan vazgeçerek hayatını düzene sokmak isteyeceğini düşünmüştü. İçinde büyüyen sıkıntıyı dışarı yansıtmamaya çalışan Maddalena gülümseyerek yüzünü Sandrino'ya doğru çevirmişti.

"Çok heyecanlı. İnşaat ilerlediğinde, bende belki şapeli görürüm."

Bu sıcak sözlerine rağmen sıkıntısının gitgide büyüdüğünü hissediyordu. Sandrino'nun buradan sonra tekrar Lucca'ya dönecek olması aklına takılmıştı. Hissettiği tedirginliği belli belirsiz ele veren bir ses tonuyla tekrar konuşmuştu. Son bir aydır haber almadığı Lucca hala büyük bir gizem oluşturuyordu.

"Ne kadar süre daha Lucca'da kalacaksın?"

"Neden soruyorsun?"

Sandrino'nun verdiği karşılık kulağına son derece şüpheli gelmişti. Mavi gözlerinin içine bakarken yutkunmak zorunda hissetmiş, ne yaptığını bilmeden yukarı kaldırdığı eliyle başlığının duruşunu kontrol ederken sakin görünmeye çalışmıştı.

"Me-merak e-ediyor olamaz mıyım?"

Her zaman olduğu gibi onu ele veren kekelemesi olmuştu. Kendine kızarak tedirgin olan zümrüt yeşili gözlerini aşağıdaki nehre çevirmişti. O sırada yürümeyi kesen Sandrino, ellerini beline yaslamış uzun boyuyla ona tepeden bakıyordu.

"Neyi öğrenmeye çalıştığını biliyorum Maddalena."

"Be-ben kız- kızdın mı?"

"Evet kızdım. Fakat en çok kendime kızdım."

Bunu söylerken Sandrino'nun o ana kadar sakin görünen yüz hatları gerilmişti. Yüzüklerle bezeli olan büyük elleri hala beline yaslıyken başını yere eğip çizmesinin ucuyla yerdeki yaprakları itelemiş, dudakları ise asabiyetle kıvırılıp onun anlamadığı şekilde homurdanmıştı. Maddalena olduğu yerde kuşkulu bakışlarıyla tuhaf halini süzerken Sandrino, aniden başını kaldırmıştı.

"Meyhanedeyken o gelip masama oturdu. Bende onu daha önce denk gelmediğinden emin olduğum farklı bir adamla tanıştırdım. Neden yaptım bunu bilmiyorum. Ters davrandım, doğrudan sinirine dokundum, kışkırttım. Hatta küfür edip, hayatıyla tehdit etmiş bile olabilirim. Sinirlendiğimde ben, ben olmuyorum. Bu kişiliğimden nefret ediyorum."

Sandrino sol tarafında kalan kalın ağacın gövdesine yaslanırken huysuzlanmış mavi gözlerini yüzünden ayırmamıştı. Alçak sesle konuşuyor olsa dahi sesinde yadsınamaz kontrolsüz bir öfke tınısı vardı. Tuhaf bir şekilde aynı konuya hala ilk anki kadar sinirli duruyordu. 

Kıskanıyor mu? Sandrino kıskanç bir adam değil. Üstelik beni hiç kıskanmaz.

Maddalena memnun olup olmamak konusunda ikileme düşmüştü. Sandrino'nun neyi neden yaptığına asla anlam veremiyordu. Acaba meyhanede içerken konuyu nişanlarına getirip huzurunu kaçırdığı için mi bu kadar sinirlenmiş, diye düşünmeden edememişti. Aksi taktirde Sandrino'nun onu gerçekten önemseyip kıskanması pek de mümkün değildi, daha fazla hayale kapılmayacaktı. Söylediklerine nasıl karşılık vereceğini bilememiş sonunda başını sallayarak kuru bir sesle konuşmuştu.

"Bende kişiliğimin bazı taraflarından nefret ediyorum, çok üzerinde durmamanı tavsiye ederim."

"Yakın ilişkiler böyle işte insanın içinden garip kişilikler çıkartıyor. En sevmediğim muhabbetler, ne duruma soktu insanı, it herif. İşte bunun için böyle işlerden hiç haz etmiyorum."

Sözlerinin sonunda Sandrino onu şaşkınlığıyla baş başa bırakmıştı, aksi bir tavırla kollarını göğsünde birleştirip, yüzünü nehre dönmüştü. Omuzları dimdikti, gerilen sırt kasları mavi tuniğinin altından belli oluyorken bir bacağını hafifçe öne doğru çıkartmıştı. Hafifçe sırtını döndüğünde asık olan yüzü kolayca görülüyordu.

O anlarda yerinden kıpırdamamış olan Maddalena'nın kelimeler boğazına tıkılmıştı. Duyduklarına bozulmuştu fakat Sandrino'nun onu gördüğü yoktu. Aniden aralarına görünmeyen fakat sert bir sınır çekmiş ve onu kendinden uzağa itmişti. Kırgın taneleri andıran yeşil gözleriyle Sandrino'yu izlemeye devam ederken, içinden ne kadar kolay küsüyorsun, ah Sandrino ne yapacağım ben seninle? diye geçirmişti.

Derin bir nefes aldığında karşısındaki ağaca sırtını yaslayarak tıpkı onun gibi yüzünü nehre dönmüştü. Tek kelime etmeden bir süre önüne aldığı sarı bukleleriyle oynamış, parmakları arasında çevirdiği tutamlar yeterince zevk vermediğinde homurdanarak eldivenleri çıkarıp pelerinin iç cebine tıkıştırdıktan sonra  parmakları arasında yeniden çevirmeye başlamıştı. Sessizliğini koruyarak geçirdiği anlarda Sandrino ile bir geleceklerinin olup olmadığını düşünerek kendinde işkence etmişti.

"Sandrino? Sana bir şey sorabilir miyim?"

"Dinliyorum."

Her ikisinin bakışları da önlerindeki manzarada geziniyor, birbirlerinin yüzlerine değmekten kaçıyordu. Maddalena aldığı sakin karşılık üzerine gür kirpiklerinin altındaki masum bakışları ve duygu yoğunluğundan çatlayan sesiyle içinden geçeni dile getirmişti.

"Sence adına aşk dedikleri şeyin evlilikte yeri yok mudur?"

Bu soru üzerine Sandrino alaycılıkla gülümsemeye çalışmış fakat yüzünde eğreti kaldığında düşünceli aynı zamanda sıkkın bir şekilde dudaklarını bükmüştü. Konuştuğunda yüzünde fikri olmadığını gösteren bir ifade vardı.

"Bilmiyorum, hiç evlenmedim ki. Nişanlandım ama o sayılmaz, sahte nişan çünkü. Aşkı da bence fazla abartıyorlar, süslü bir illüzyondan ibaret."

Maddalena aldığı karşılık üzerine hııı diye mırıldanmıştı. Böylesine rahat ve umursamaz olan bir adamın nasıl onun kafasını hatta kalbini bu kadar çok meşgul ettiğini bir türlü anlayamıyordu. Kendine defalarca onunla bir geleceği olamayacağını ve nişanlısı olarak görmemesi gerektiğini söylese dahi onunla bir ömür geçirme hayalini ne aklından ne de kalbinden tamamen silemiyordu. Oysa ki onun gözünde; birlikte çok mutlu olabilirlerdi. Hissettiği düş kırıklığını ona yansıtmamak için canlı bir ses tonu takınmıştı.

"Peki sence sahte nişanlılıkta nefret var mıdır?"

"Sana bir süre daha bu şekilde davranırsam bence kesin nefret etmeye başlarsın."

Maddalena dudaklarını acı dolu bir tebessümle kıvırıp,  doğru cevap şeklinde mırıldanırken kaldırdığı ellerini alayla çırpmıştı. Söylediği gibi; bu şekilde kırıcı davranmaya devam ederse ondan nefret etmeye başlayacaktı ve Sandrino gibi o da canı yandığında ortaya çıkan hırçın kişiliğinden nefret ediyordu. Bu durumda her ikisi içinde en doğrusu, bir an önce aralarındaki bu karmaşık duruma netlik kazandırmak olacaktı. Maddalena'nın bu sahte nişanı daha fazla devam ettirecek gücü kalmamıştı.

"Hadi o zaman, bir tarih belirleyelim."

Sırtını yasladığı ağacın önünde hevesle yüzünü Sandrino'ya çevirmiş Maddalena, saçlarını bırakıp elleri önünde birleştirmişti. Kırgın fakat tereddütsüz bir tavra bürünmüşken gülümsüyordu.

"Ne tarihi?"

"Nişanı iptal edeceğin zamanın tarihi."

Sandrino'nun ona çevirdiği yüzündeki rahat ifade tıpkı batmakta olan bir güneş gibi aniden kaçıvermişti. Birbirlerini gözlerinin içine bakarken Maddalena, o an ruhunun derinliklerine inip gerçek anlamda içinden ne geçtiğini bilmeyi her şeyden çok istemişti.

"Yani ne kadar bir süreden bahsediyorsun?"

Bir süreliğine duraksayan Sandrino sonunda konuştuğunda sesi her zaman sahip olduğu neşeden yoksundu. Alnı kırışmış, kaşları hafifçe çatılmıştı. Aralarında geçen bu konuşmanın hoşuna gitmediği açıktı. Maddalena, onun karşısında en az suçlu bir çocuk kadar masum ve çaresiz hissederken, dudaklarını düşünceli bir şekilde büzmüştü.

"Bilmem, yeni yıldan sonra diyelim mi? Kül Çarşambası günü; dört şubat. İki ay var."

Önünde birleştirdiği ellerini sıkıntıyla açıp kapatırken söyledikleri üzerine Sandrino,  ona arkasını dönmüştü. Önlerindeki nehrin en uç noktasına kadar yürüyüp, elini sarı sonbahar ışıklarının yansıdığı saçlarının arasında gezdirmeye başlamıştı. Maddalena bu kez yüzünü göremediği nişanlısını şaşkın bakışlarıyla izliyordu.

"Maddalena biz bu şekilde iyiyiz. Ayrıca seninle de böyle konuşmamıştık. Neden zorluyorsun?"

Sandrino biz bu şekilde iyiyiz dediğinde Maddalena bakışlarını yukarı kaldııp bozulan sinirleriyle sessizce gülmüştü. Kısa bir an, yapraklarının bir kısmını dökmüş ağaçları izlemiş, sonrasında ise eteklerini önünden çekip Sandrino'ya yaklaşmıştı. Yeşil gözleri aynı anda kırgınlık ve sinirle parlarken hala ona sırtı dönük olan nişanlısının arkasından konuşuyordu.

"Ben iyi değilim Sandrino. İyi değilim. Benim zaten tüm hayatım belirsizliklerle geçti. Ben artık bilmek istiyorum; evimi, ailemi, hayatımı, sevgimi bilmek istiyorum. Güvenebilmek istiyorum, şüphe duymadan korkmadan güvenebilmek istiyorum. Kalbimi yormayan birine denk gelirim diye yaşıyorum ben. Yaşadığım hayatta rahat olmak istiyorum. Bu belirsizlik beni öldürüyor."

Maddalena sözlerinin sonunda, bir an için gözlerini kapatıp titremeye başlamış dudaklarının arasından içine kırık bir nefes çekmişti. Görünen hayat dolu, konuşkan Maddalena'nın ardında gizli olan trajediyi daha önce herhangi birine anlatmamıştı. Gözlerini açtığında omzunun üzerinden ona bakan Sandrino'nun ifadesiz yüzüne bakarak devam etmişti.

"Senin çok iyi, sevgi dolu bir ailen var fakat herkes hayatta senin kadar şanslı olamıyor. Ben çocukluğumun yarısını o süslü De Benardi Sarayında diğer yarısını da kırdaki aile malikanesinde yaşayan büyükannemin yanında geçirdim. Hiçbir zaman belli bir düzenim olmadı. On bir yaşından sonra da Lucca'da halamın yanındaydım. Tam orada güvende hissetmeye başlamıştım ki seninle nişanlandığım için Roma'ya geri döndüm. Sen, benim bu gördüğün halime sahip olmadan önce neler yaşadığımı bilmiyorsun, anlayamazsın da. Fakat senden tek istediğim; bundan sonra iki tarafı da etkileyecek bir karar verirken karşındakinin seninle aynı şartlara sahip olmadığını aklına getirmen. Seninle benim içinde yaşadığımız hayatlar birbirinden çok farklı."

Maddalena bunları söylerken Sandrino önce olduğu yerde yavaşça ona dönmüştü. Beklenmedik sözlerine karşı duyduğu şaşkınlık ve kaygı yüz hatlarına işlemişti. Bir süre herhangi bir tepki vermeden al al olmuş yüzüne bakmıştı. Sabit olan bakışlarındaki hissin tam olarak ne olduğunu söylemek mümkün değildi. Nihayet dudaklarını hareket ettirdiğinde sakin ama sitem dolu sesiyle konuşmuştu.

"Tamam, tamam Maddalena."

"Tamam ne?"

Maddalena onun sakin yaklaşımını sürdürerek kısık sesiyle ne demek istediğini sormuştu. Vereceği cevabı beklerken kalbi göğüs kafesinin içinde bir anda yerinden çıkmaya hazırlanır gibi hızlanmaya başlamıştı. 

"Tamam, Kül Çarşambası gününe kadar nişanı bozmuş oluruz."

Konuşmayı tam da bu cevabı alabilmek için bile isteye buraya taşımışsa da duydukları Maddalena'nın anlam veremediği bir şekilde içini sızlatmıştı. Buruk bir şekilde başını salladığında tamam diyerek onu onaylamış sonrasında ise ısırmaya başladığı dudaklarıyla bakışlarını kaçırmıştı. Fakat ne kadar istediyse de duygularını saklamaya becerememişti. Onu izleyen Sandrino küskün bakışlarını görmüştü.

Maddalena ne zaman gerçekten kırılsa yüreğinden geçen gözlerinden kolayca okunurdu. Bu yönünden hoşnut olmasa dahi artık saydamlığını kabullenmişti. Tam da bu sebeple Sandrino'nun karşısında daha fazla durmak istememiş, eteklerini çalılara takılmaması için kenara çektikten sonra arkasını dönüp yürümeye başlamıştı. İstediğini almıştı, mutlu olmalıydı fakat o an mutlu hissetmekten çok uzaktı. Ümitsiz olmasına rağmen gönlünde yeşerttiği hayalleri bir kez daha kırılmıştı. Öte yandan son iki aydır ruhunu kemiren belirsizlikten nihayet kurtulmuştu. Rahatlaması gerekiyordu. İçine derin bir nefes çektiğinde esen ani bir rüzgârda karışan sarı saçlarını düzeltmeye koyulmuştu.

Tamamen karmakarışık olan hislerinin içine gömülmüşken Sandrino uzun adımlarıyla ona kolayca ayak uydurmuştu. İlgili bakışlarını üzerinde geziniyordu. Kolunu uzattığında dokunabilecek mesafede olduğunun farkında olan Maddalena, aldırış etmeden yürümeye devam etmişti.

"Küçük çirkin baykuş."

Sandrino başını ona yaklaştırarak boğuk ve gülen sesiyle aralarındaki gergin havayı dağıtmaya çalışmıştı. Kulağının yakınında duyduğu anlamsız sözler Maddalena'nın kırgınlığını dağıtmayı başarmıştı. Onu yok sayma inadından vazgeçerek ekşittiği yüzüyle ne demek istediğini sormuştu. Bu kez ona ne şekilde sataşmaya niyetlendiğini anlamaya çalışıyordu.

"Ne? Çirkin baykuş mu?"

"Evet. Kaşlarını çatıp öyle küskün bakınca baykuşa benziyorsun. Küçük çirkin baykuş."

Maddalena saklayamadığı şaşkınlığıyla Sandrino'nun yüzüne bakarken dudaklarından arasından hıh şeklinde bir ses kaçırmıştı. Ona bu yakıştırmayı yapmış olmasına açıkça bozulmuş, yüzü asılmıştı. Fakat o sırada Sandrino sebep olduğu görüntüyü sırıtarak izliyordu. Bunu fark ettiğinde biraz önce aralarına koca bir uçurum koymuş olmasına aldırış etmeden bir hışımla ona dönüp ben baykuşa benzemiyorum diye çıkışırken uzanıp kolunu dürtmüştü. Bu hamlesi Sandrino'yu daha da eğlendirmişti, uzanıp büyük bir rahatlıkla elbisesiyle uygun menekşe rengi başlığını çekip almıştı.

"Benziyorsun ama sarışın olanına."

Başlığının aniden çekilmesiyle dağılan saçlarına homurdanarak ellerini götüren Maddalena,  çıkışmaya başlamıştı. Fakat Sandrino, elinde çevirmeye başladığı başlığı hoşnutsuz bakışlarla  incelerken isteğini yerine getirecek gibi durmuyordu.

"Sandrino ver başlığımı. Ver şunu."

O sırada dudaklarındaki sırıtışın yavaşça küçülerek manalı yarım bir tebessüme dönüştüğünden habersiz olan Sandrino, ışıltılı mavi gözlerini önündeki Maddalena'dan ayıramıyordu. Elinde tuttuğu sol ucu beyaz tüylerle süslenmiş başlığı yukarı kaldırırken söylenmelerini seyretmeye koyulmuştu.

Bir elini hala arasından geçirmekte olduğu bukleleri, her hareketinde sonbahar ışığının altında dans ediyordu. Üst kısmı gevşek bir örgüyle toplanmıştı, geri kalan kısmı ise omuzlarını ve sırtını örtüyordu. Gür kirpiklerle çevrili zümrüt yeşili gözleri kavisli kaşlarının altına sinirle çakmak çakmak parlıyordu. Sandrino gizli bir hayranlıkla kızı seyretmeyi sürdürerek, yüzünün kusursuz hatlarını inceledi. Hayatından birçok kadın geçmiş bir hovardanın tarafsız  uzmanlığıyla baktığında herhangi bir kusur bulmakta zorlanıyordu. Yanakları zayıf olmasına rağmen çıkık elmacık kemikleri, dolgun pembe dudakları, ince beyaz boynu ve son olarak alımlı endamıyla başını derde sokacak kadar kusursuzdu. Fakat hepsinden öte dikkatini en fazla cezbeden daha önce hiçbir kadında böylesine rastlamadığı altın suyuna batırılıp çıkarılmış gibi parlayan gür saçlarıydı. Beline kadar uzanıyordu, güzel yüzü ve ince kıvrımlı hatlarının etrafında adeta neşeyle dans ediyorlardı. Sandrino yeniyetme bir delikanlı olsaydı tam o anda hiç düşünmeden uzanıp ellerini saçlarının arasında daldırır, ipeksi dokusunu doyasıya hissederdi. Bakışlarını vücudunun narin kıvrımlarında uzun süre gezdirmekten ise kararlılıkla kaçınıyordu, kanını ateşleyecek şeylere takılması her ikisi içinde iyi sonuçlar doğurmazdı. Buna rağmen huzursuz zihninde, yatakta güçlü kollara  sarmalanmışken çıplak omuzlarına ve bedenine düşen sarı saçlarının hayalinin can bulmasına engel olamamıştı.

Sandrino, elindeki başlığa uzanmaya çalışan Maddalena'nın üzerine gelmesiyle düşüncelerinden sıyrılmıştı. Bakışlarındaki sersem ifadeyi topladığında, almasını engellemek için elini geriye doğru çekip çabasını gülerek izlemeye devam etmişti.

"Neden bu saçma şeyi taktın ki saçların bu haliyle daha güzel."

"Ver başlığımı."

"Alabiliyorsan al."

Sandrino başlığı biraz daha yukarı kaldırıp muzip gülüşüşüyle meydan okuduğunda Maddalena öfkeden köpürmüştü. Kıvrımlı yanakları kıpkırmızı kesilmiş, gül pembesi dolgun dudakları titriyordu. Başlığa uzanmaya çabalarken bir an durumlarının saçmalığının farkında vararak istemsizce gülerken aynı anda çıkışmıştı.

"Çok mu eğleniyorsunuz Sinyor Panzio?"

"Çok."

"Ben eğlenmiyorum ama."

Üzerine gelmesiyle bir adım gerileyen Sandrino, kolunu inatla yukarıda tutmaya devam ediyordu. Bu Maddalena'yı daha fazla hırslandırmıştı. Tüyleri dalgalanan başlığına bakarken, kaşlarını çatmış sinirle gülüyordu. Hayatında gördüğü en arsız adam şüphesiz o an karşısında duruyordu. Elbisesinin eteğini tutarak bir kez daha Sandrino'nun üzerine gitmişti. Parmak uçlarına yükselerek başlığa uzandığı ilk anda boyu yeterli gelememiş fakat pes etmeyerek inatla yerinde hafifçe zıpladığında eteğine takılıp dengesini kaybetmişti. Hala başlığını yukarıda tutmakta olan Sandrino'nun sert göğsüne yığılmıştı.

Yere düşmemek için panikle Sandrino'nun omzuna tutmak zorunda kalan Maddalena, çıkışmak için araladığı dudaklarıyla başını yukarı kaldırmıştı ki yüzleri arasında fazla bir mesafe olmadığını görmüştü. Birbirlerine bir nefes uzakta duruyorlardı. Sandrino'nun ağırlaşan sıcak nefesini kendi yüzünde hissettiğinde içinde bir şeylerin kıpırdanmıştı. Hala aralık olan dudakları yavaşça kapanmış, yeşil gözlerinin içindeki kızgın ifade yerini masum bir bakışa bırakmıştı.

Onun gibi Sandrino'nun gülümsemesi de kaybolmuştu. Mavi gözleri onun zümrüt yeşili gözlerine kenetlenmiş ve gittikçe daha derinlere dalıyor gibiydi. Maddalena, ince belinde hafifçe hareketlenen eli hissettiğinde Sandrino'nun düşmemesi için kolunu beline doladığını henüz fark ediyordu. Yüreği heyecandan duracakmış gibi çarpıyordu. Yüzleri arasında bu kadar az mesafe varken kapıldığı heyecan biraz önce nişanı bozması için ısrar eden mantıklı tarafını sorgulatıyordu. Kollarında öylece kalakalmışken Sandrino'nun mavi gözlerinin dudaklarına döndüğünü fark etmişti. Bunun heyecanıyla içine titrek bir nefes çekmiş ve yeşil gözleri Sandrino'nun cömert dudaklara kaymıştı.

"Eğer devam edersek, bu kez kendi payını üstlenmek zorunda kalırsın."

Sandrino yumuşak bir sesle dudaklarının üzerine doğru fısıldamıştı. Maddalena gözlerini dudaklarına çevirdiğinde arzusunu açıkça belli ettiğin farkında olmayacak kadar tecrübesizdi.

"Ne- neyin payını?"

Hafifçe gülümseyen Sandrino,  biraz daha yaklaştığında alınlarını birbirine yaslamıştı. Her ikisinin de nefesleri birbirine karışıyordu.

"Karşılık vermenin Maddalena. Bu kez tek suçlu ben olmam."

Sesindeki gizli meydan okuma Maddalena'yı durdurmuştu. Sıcak nefesini dudaklarının üzerinde hissetmek yeterince zorken belini hafice okşayan baş parmağının ritmik raketleri tüm bedenini korku ve daha önce tecrübe etmediği bir hisle titretiyordu. Ne durmasını ne de öpmesini söyleyebilecek halde değildi.

Ne demek istediğini oldukça iyi anlamıştı. De Benardi Sarayındaki o akşam, Lucca'daki öpüşmelerinin onun zorluyla gerçekleştiğini söyleyerek hiçbir şekilde kendi payını üstelenmemişti. Oysa ki her ikisi de kendini geriye çekmek yerine ona kendince karşılık verdiğini biliyordu. İlk anda panikle onu kendinden uzaklaştırmaya çalışmışa da sonrasında kollarını omzuna dolayıp, dudaklarının içine sızmasına razı olmuştu. Gerçeği inkar etmesi onu ancak daha kötü bir duruma sokardı.

Maddalena güçlükle nefes alıp verirken bakışlarını yavaşça mavi gözlerine doğru kaldırmıştı. Bundan sonra ne olacağını kestirmesi güçtü, sinsi bir ses o anki payını üstlenmesi gerektiğini söylüyordu, başka bir ses ise öpmesine izin vermemesi gerektiğini bağırıyordu. Yutkunarak yavaşça gözlerini yummuştu.

"İki ay sonra bana bir canavarmışım gibi bakacaksın."

Sandrino'nun iki elini de yüzünde hissettiğinde ürpermişti. Göğüs kafesine sığmayan kalbiyle ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. O ana kadar dudaklarının üzerinde gezdirdiği dudaklarını geriye çektiğini hissetmişti, Sandrino onu öpmek üzereyken vazgeçmişti. Fakat geri çekilmiş olmasına rağmen sıcak nefesini hala yüzünde hissedebiliyordu. Maddalena sözlerine karşılık vermesini beklediğini fark ettiğinde yavaşça başını sallayıp, kederli bir sesle fısıldamıştı.

"Muhtemelen. Benimle oyun oynuyorsun Sandrino."

Sandrino şaşkınlık içinde gülümsemiş tıpkı onun gibi zor duyulan bir sesle karşılık vermişti.

"Bana kalırsa, sen benimle oyun oynuyorsun Maddalena."

Maddalena o andan sonra herhangi bir cevap verecek durumda değildi çünkü sözlerinden sonra Sandrino ellerini yüzünde gezdirmeye başlamıştı.  Gözlerini aralamaktan inatla kaçıyordu, bu uyuşmuş zihninin gerçeği kavramasına neden olurdu.

Sandrino, önce her iki baş parmağını da elmacık kemiklerinin ince hatlarında gezdirmiş biraz daha yukarı çıkıp titreyen kirpiklerinde ve gözlerinin çevresinde gezinerek nazik kıvrımlarını parmak uçlarında hissetmişti. Adım adım yüzünü keşfedişi sırasında sessiz kalan Maddalena, ona izin vermişti. Kalbi ipekli kumaşların altında esir düşmüş bir kuş gibi çırpınıyordu. Yüzünde gezen parmaklar son olarak yanaklarından saçlarına doğru geçmişti. Saç diplerinden başlayarak bukleleri arasında gezinen ellerin hissi tuhaf bir güven duygusu veriyordu.

Bir süre daha sessiz kalan Maddalena Sandrino'nun ellerini saçlarından çektiğini fark ettiğinde yavaşça gözlerini aralamamıştı. Tam karşısında bulduğu masmavi gözlerin içinde yenilgiye uğramış bir bakış vardı. Bunu fark ettiğinde hem utangaçlık hem de hafif bir kızgınlıkla bakışlarını kaçırarak Sandirno'ya sırtını dönmüştü.

Yaşadıklarını tam olarak anlamlandıramıyordu. Her ne olduysa hayatında daha önce bu kadar yoğun ve göğsüne oturan bir yoğunlukla hiç karşılaşmamıştı. Sandrino kesinlikle dengesiz bir insandı! Akıl sağlığı yerinde olan bir adam bir kadına önce aşkın fazla abartıldığından dem vurduktan sonra aralarındaki tüm bağı koparmak için tarih belirleyip ardından da sevgi ve tutkuyla yakınlaşmazdı. Kesinlikle bencil, dalgacı, sorumsuz ve aklı bir karış havada,anı anına uymayan uzak durulması gereken bir adamdı! Bu düşünceler Maddalena'nın zihnine kızgın oklar gibi saplanmaya başlamıştı. Hissettiği duygu karmaşasıyla yüzünü döndüğü Sandrino'ya işaret parmağını doğrultup çıkışmıştı.

"Sen.. se- sen bencil, dalgacı, sorumsuzun tekisin. Anı anına uymayan, aklı bir karış havada uzun yol yürümeyecek bir adamsın sen. B- ben senin burada olduğunu gördüğümde sevinmiştim. İki aydır birbirimizi görmedik birlikte güzel ve eğlenceli bir gün geçiririz, beni ailenle tanıştırırsın onları tanırım diye düşünmüştüm. Ama sen ne yaptın Sandrino? Gelip yine dengemi bozuyor, beni öpmeye kalkıp yakınlaşıyorsun!"

O sözlerini sürdürdüğü sırada Sandrino huysuzlanmış gözleriyle aralarında gezinen elini takip etmiş sonrasında ise sinirle gülmüştü.

"Sen birlikte güzel bir gün geçireceğimizi düşündün, ben ne yaptım? Seni öpmeye kalktım, seninle yakınlaştım kusura bakma avaz avaz kavga etmemi mi isterdin?"

"İki ay sonra nişanı bozacağız demedik mi?"

Maddalena ne yaptığını bilmeden sıktığı dişleriyle yüzünü Sandrino'ya doğru yaklaştırarak çıkışmıştı. Aynı şekilde ona doğru yaklaşarak çıkışan Sandrino ile uzaktan bakıldığında iki dik başlı ruhun çekişmesini yansıtıyorlardı.

"Nişanı bozacağımızı düşünerek öpmedim zaten, umarım aradaki farkı anlamışsındır."

"Anlamadım, hiçbir şey anlamadım. Ben seni anlayamıyorum."

Dudaklarından dökülen sözler sırasında ellerini isyan edercesine iki yana açmış Maddalena, hırsla geriye çekilmişti. Tam ona sırtını dönmek istemişti ki Sandrino, tereddütsüzce uzanıp kolunu tutmuştu. Omzunu sert göğsüne çarpmasıyla nefesi kesilen Maddalena yüzüne bakakalmışken sert bir tonla yüzüne karşı sesini yükseltmişti.

"Senin durumun çok karışık Maddalena, Roma'nın en köklü ailelerden birinin kızı olmana rağmen gerçek aileni insanlardan gizliyorsun, nişanı uzatmayalım diyorsun kabul ediyorum küsüyorsun, Lucca'dan beri sevdiğin adamı seninle yakınlaştığı için azarlıyorsun, ayrıyeten bir de Lucca'da seninle evlenmek isteyen bir başka adam daha var ve ona da umut mu veriyorsun yoksa vermiyor musun o iş tamamen karışık. Sen kördüğüm olmuşsun kızım. Senin durumun benden daha karışık. Önce sen kendi düğümünü çöz."

Sandrino'nun sözleri Maddalena'nın yüzüne bir kova soğuk su gibi çarpmıştı.  Yüzündeki sinirli ifade dahi donup kalmış, yeşil gözleri kocaman açılmıştı. Onu sevdiğini düşünmesin inanmıyordu, bu Sandrino için bile büyük bir kibir ve kendini beğenmişlikti! Kendine gelebildiğinde kolunu Sandrino'nun elinden kurtararak yönünü nehre dönmüştü aynı anda sinirle söylenmeye başlamıştı.

"Sen şu dünyada her kadının çekiciliğine dayanamadığını düşünebilirsin fakat işler, başlığım... başlığımı nehre mi attın?!"

Maddalena'nın konuşurken bakışları nehrin yüzeyinde süzülen menekşe rengi bir şeye takılmıştı. Önce gördüğüne inanmamış fakat adeta bir gemi gibi dalgalarla sarsılan şeyin kendi başlığı olduğuna idrak ettiğinde bağırarak Sandrino'ya dönmüştü. Fakat olağan bir konudan bahsediyormuşçasına sakin bir ifadeyle bahsettiği başlığa bakmak için yanına gelen Sandrino'nun bile isteye attığı her halinden anlaşılıyordu.

"Atmışsın, bağlığımı nehre atmışsın!"

"Attım."

Sandrino akıl almaz bir şekilde gülümseyerek karşılık vermişti. Kolaylıkla ağzından çıkmış bu tek kelimelik söz üzerine Maddalena, hala şaşkınlıkla açılmış dudaklarının üzerine parmaklarını kapatırken bakışlarını ıslanmasıyla şekli bozulmuş başlığından ayıramıyordu.

"Sana inanmıyorum."

"Hiç yakışmamıştı. Sana iyilik yaptım, teşekkür etmelisin."

Oysa ki Maddalena, Natilda'nın seçtiği başlığı kendisine yakıştırmıştı öyle olmasa dahi başlığı nehre atılmayı hak etmemişti. Yanında durduğu ağacın gövdesine elini yasladığında önlerindeki nehre hafifçe sarkıp uzattığı başıyla aradaki mesafeyi ölçmeye çalışmıştı. Sandrino bu hareketiyle telaşlanarak omzunu tutup onu geri çekilmeye zorlamıştı.

"Saçmalama Maddalena düşeceksin geriye çekil. Zaten dal kadar incesin su alıp götürecek, başıma iş çıkarma."

"Ne oldu ıslanmaktan mı korktun? Haklısın, suya girersen süslü ceketin ve saçların bozulur."

"Ne halin varsa gör, git düş suya arkandan atlayıp kurtamam bilesin."

"Senin beni kurtarmana ihtiyacım yok. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim. "

"Lucca'da eşkiyalar yolunu kestiği zamanda yardımıma ihtiyacın yoktu, haklısın tatlım."

Maddalena başlığını orada bırakmaktan başka çaresi olmadığını kabullense dahi söylenmekten kendini alamamıştı. Eteklerine takılan yaprakları sikkeleyip artık başlıkla kapatmasının imkânı olmadığı saçlarını düzeltirken çattığı kaşlarıyla karşısındaki Sandrino'ya bakıyordu.

"Başlığımı nehre attın!"

"Alırım yenisini!"

"Al o zaman!"

Maddalena bunu söyledikten sonra arkasını dönüp açık alana doğru yürümeye başlamıştı.

Sandrino sarı kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmış bir halde dudaklarında bir gülüşle arkasından bakakalmıştı. Altın saçları ahenkle sırtında dağlanan henüz on dokuz yaşındaki bu göz alıcı genç kadınla başı büyük bir dertteydi ve ne yapacağını bilmiyordu.

Maddalena elinden geldiğince hızlı yürümüş olmasına rağmen insanların arasına aynı anda karışmışlardı. Yoklukları fark edilmemişti, herkes bıraktıkları gibi sohbetlerine devam ediyorlardı. Gözüne içinde kuzeni ve kız kardeşinin de olduğu gruba yakın açık sarı yer örtüsünü kestiren Sandrino adımlarını o yöne çevirmişti. 

Uşaklardan birinin yerleştirdiği ilk yastığı geçerek kendi altına çektiği başka bir mindere oturmuştu. Ona bıraktığı dört köşesine kırımızı püskül sırası işlenmiş mindere nazikçe yerleşen Maddalena, eteklerini düzeltirken yüzünü diğer tarafa çevirmişti. Bu küskün tavırlarına alışmaya başlayan Sandrino aldırış etmiyordu. Çok kısa bir süre içinde dayanamayarak konuşmaya başlayacaktı, Maddalena'nın çocuklara özgü olan ufak küskünleri sıklıkla tekrarlanıyordu.

Önlerindeki alçak masada dizi dizi baştan çıkarıcı atıştırmalıkların tadına bakmaya niyetliydi. Başlarında bekleyen uşaktan aldığı gümüş tabağı önüne koyduğunda ilgisini ilk olarak salkımlarındaki yeşil üzümler çekmişti. Yanında oturan Maddalena'yı koluyla usulca dürtüp çenesiyle üzümleri işaret etmişti.

"Şuradan üzüm uzatsana."

"Ciddi misin sen?"

"Evet, üzümleri istiyorum Maddalena uzatacak mısın?"

Maddalena, yanındaki arsız adama soğuk ve küçümseyen bir bakış atmış sonrasına isteksizce üzümlere uzanmıştı. Kabaca tuttuğu ağır salkıma yarım bir daire çizdirip, yukarıdan Sandrino'nun önündeki tabağa bırakmıştı.

"Kafama atsaydın, yavaş. "

Sandrino onu eğlenen bakışlarla izlemiş fakat salkımından ayrılarak örtünün üzerinde yuvarlanan üzüm tanelerine uzanırken huysuz sesiyle çıkışmıştı. Fakat Maddalena nezaket kurallarını önemeyecek ruh halinde değildi, ona hafifçe sırtını dönmüşken bilmiş bir ifadeyle gözlerini kısıp karşılık vermişti.

"Onu da yapabilirdim ama yapmadım, şükret."

Bu cevabı Sandrino'yu alayla güldürmüştü. İri üzüm tanesini ağzına atıp çiğnerken birini de ona uzatmıştı.

"İstemiyorum."

Sen bilirsin diye mırıldanan Sandrino, üzümü kendi agızna atmıştı. Ardından mavi gözlerini yeniden yiyeceklerde dolaştırıp bir kez daha Maddalena'yı dürtmüştü.

"Kurabiye de uzatsana."

Nehirde kayıklarını yüzdüren çocukları izlemeye başlayan Maddalena, bu kez kendini tutamamıştı. Sinirle omuzları sarsılarak gülerken parmaklarını dudaklarının üzerinde gezdirmişti. Adamın arsızlığına alışamıyordu. Sandrino hadi diyerek kolunu dürttüğünde homurdanarak istediği kurabiyelere dönmüştü. Aynı kaba tavırla eline aldığı iki büyük kurabiyeyi sertçe tabağına bırakmıştı.

"Al ye ve artık beni rahat bırak."

"Sabah ava çıktık herhâlde. Güneş bile doğmamıştı."

"Beni ilgilendirmiyor."

"Nankör kadın."

Çattığı kaşlarının altında sinirle parlayan yeşil gözlerini üzerine dikmişken Sandrino'nun bu pek de umurunda değildi. Eline aldığı kurabiyelerden birini ısırırken boştaki elini havaya kaldırarak birine selam vermişti. Bunun üzerine Maddalena gözlerini devirerek önüne dönmüş ve tam arsızlığından şikâyet edecekken onlara yaklaşan kişileri fark etmişti.

Andreani ve Clarissa Ludovico'nun yanlarında uzaktan izlediği tatlı oğlan çocuğu vardı. Kollarında ıslanmış yelkenli gemisini taşırken merakla Sandrino'nun yanında oturan yabancıyı yani ona bakıyordu. Yanlarına ulaştıklarında, Andreani Ludovico Sandrino'nun karşısındaki mindere yerleşirken karısı ağırbaşlı bir gülümsemeyle küçük omuzlarına ellerinin koyduğu oğullarını takdim etmişti.

"Sizi tanıştırmayı atladık. Oğlumuz Marchello'yu takdim etmemize izin verin."

Bakışlarını annesine doğru kaldıran küçük çocuk üzerinden su damlaları süzülen yelkenli gemisini alması için uzatmış sonrasında ona dönüp büyük bir ciddiyetle eğilerek selam vermişti. Maddalena reveransına parlak dişlerini gösterdiği sıcak bir gülümsemeyle karışık verirken oturduğu yerde eteklerini tutarak yarım fakat eğlenceli bir reveransla karşılık verdiğinde Marchello kıkırdamıştı.

"Çok memnun oldum, benim adım da Maddalena."

Maddalena küçük çocuğa bakarken Andreani Ludovico'nun küçük bir kopyasını görür gibi oluyordu. Kestane rengi parlak saçları dalgalıydı başını hareket ettirdikçe hafifçe uzatılmış bukleleri etrafında sallanıyordu. Uzun kirpiklerinin ardındaki gözleri babasınınki gibi gökyüzü mavisiydi. Al al olan dudaklarının iki yanında annesinden aldığı gamzeleri belirgin, elmacık kemikleri şimdiden hafice çıkıktı. Dizlerine kadar inen haki rengi kadifeden parlak tuniği, siyah pantolonu, küçük deri çizmeleriyle küçük bir lord görünümdeydi. Tuniğinin göğüs kısmına gümüş ipliklerle kanatlarını açmış bir kartal işlenmişti.

O sırada Marchello'da bilmiş, tatlı bir bakışla ona bakıyordu. Sevimli yüzünde ani bir heyecan ışıltısı vardı. Küçük parmağıyla onu göstermişti.

"Lena."

Bunun üzerine kocasının yanında, onun tam karşısındaki mindere yerleşmiş olan Clarissa Ludovico, oğlunun koluna uzanarak yumuşak bir tonla sözünü düzeltmişti.

"Hayır Marchello, bu genç hanımın adı; Maddalena. Lena değil. İsimleri kısaltmak hoş bir davranış değildir."

Marchello annesine sevecen bakışlarıyla baktığında başını inatla iki yana sallayarak çarpık diliyle itiraz etmişti. Söyledikleri hepsini en çok da onu eğlendirmişti.

"Ha-yır Lena. Lena da-ha gü-zel."

Maddalena kendini tutamayarak gülen yüzüyle küçük çocuğa uzanmıştı. Elini temkinli bir şekilde koluna koyduğunda her hattına hayran kaldığı içini ısıtan sevimli yüzüne bakıyordu.

"Bence de Lena daha güzel. 'Maddalena' çok uzun ve söylenmesi zor. Sen bana Lena dersen ben çok mutlu olurum."

"Lena! Ben istersem Lena diyebilir."

Gülümseyerek annesine dönen küçük çocuk yerinde kıpırdanırken konuşmuş sonrasında yelkenlisi tekrar kollarına almıştı. Bunun üzerine Maddalena, çok sevdiğini anladığı yelkenlisiyle ilgilenmesinin hoşuna gideceğini düşünmüştü.

"Senin de gemin çok güzelmiş. Yelkenleri ne kadar da güçlü duruyor, eminim nehirde  çok hızlı gitmiştir."

"Evet! Bütün gemileri geçti!"

"Harika, o zaman sen çok iyi bir denizci olmalısın."

"Evet, ben denizciyim!"

Heyecanla yelkenlisinin hızlı gittiğini anlatmaya koyulan küçük Marchello, annesinin önüne oturup yere indirdiği yelkenlisini örtünün üzerinde iletirken devam etmişti. Dili döndüğünce anlattıklarına birkaç kez Sandrino'da dahil olup şaka yapmış, büyük fırtınaya yakalanan yelkenliyi kurtarıp, yönünü büyük bağrışlar eşliğinde değiştirmişlerdi. Küçük deniz maceraları sona erdiğinde hepsi Marchello'nun kahkahaları eşliğinde gülüyordu. 

"Bana bunu Sandrino Amca getirdi. Sen onun arkadaşı?"

Maddalena çocuğun karşısında dudaklarındaki tebessümle duraksamışken boğuk bir şekilde gülen Sandrino'nun sesi tüm dikkatini ona yöneltmesine sebep olmuştu. Elindeki yelkenlisini kaptığı çocuğu belinden yakalayıp dizine oturttuğunda bir müddet yelkenliyi kaçırıp onu güldürmüş sonunda ellerine bırakırken sorusunu yanıtlamıştı.

"Evet Marchello, Leydi Benardi benim arkadaşım."

"Lena'ya da aynısından alır mısın Sandrino Amca? Çok beğendi, biz gemi yüzdüreceğiz."

"Alırım Marhcello, Lena'ya da aynı yelkenliden alırım."

Bunu duyduğunda mutlu olarak koyu renk buklelerini sallayan Marchello, yelkenlisini havaya kaldırırken yaşasın! diyerek bağırmıştı. Heyecanı biraz olsun yatıştığında küçük gözlerini Maddalena'ya çevirmişti. Kollarındaki beyaz, siyah ve kırmızı renklere boyanmış yelkenliyi ona uzatırken aynı anda ayağa kalkmıştı.

"Ben oyun oynarken seninle dinlenebilir."

Sevimli çocuğun yelkenlisi ellerinde tutan Maddalena onlara arkasını dönüp koşarak uzaklaşmasını gülümseyerek izlemişti. Hayatı boyunca gördüğü en sevimli çocuk Marchello olabilirdi, Onunla kısacık vakit geçirmiş olmasına rağmen içi mutlulukla dolup taşmıştı. Oğlunun ardından bakışlarını ona doğru çeviren Clarissa Ludovico, samimi bir yorumda bulunmuştu.

"Seni sevdi, yoksa gemisini asla emanet etmezdi."

Maddalena karşındaki kadına yumuşak bir ses ve açık yüreklilikle karşılık vermişti.

"Bende onu çok sevdim."

Bu hoş sözlerin ardından aralarına katılan Lavinia ile yeni bir sohbete başlanır başlanmaz Sandrino ağzına son bir üzüm tanesi atıp usulca yerinden kalkmıştı. Babası Juan Panzio'nun olduğu tarafa yönelmişti. Yanından geçtiklerine nazikçe selam vermiş , annesine gülümseyip muzip bir tavırla göz kırpmayı da ihmal etmemişti. 

Oval kesimli ahşap koltuğunda oturan Juan Panzio yanına geldiğini fark ettiğinde elindeki su dolu kadehi bırakıp ona dönmüştü. Tahta oymadan altın yaldızlı bastonu her zaman olduğu gibi yanı başında duruyordu.

"Sandrino."

Karşısına geçtiği babasına başını hafifçe yana eğerek kibarca selam veren Sandrino, yanında duran boş sandalyeye yerleşmişti. Durumlarına gelişigüzel bir hava katmak istiyordu. Dirseğini ahşap kolçağa yaslayarak hafifçe babasına döndüğünde kaygısızca gülümseyip rahat bir tavırla önünde bacak bacak üzerine atmıştı.

"Baba seni çok iyi görüyorum."

"Tüm dünyaları kazanmasına rağmen bedenini kontrol edemeyen bir adam ne kadar iyiyse, o kadar iyiyim."

Koyu tona sahip tuniğinin altına giydiği siyah bir pantolonun sardığı bacaklarına kısa bir bakış atan Sandrino hastalığına dair üzüntüsüne rağmen espri yapmaya çalışmıştı.

"Benimde hayatımı kontrol edebildiğim söylenemez. Bak bugüne bugün oğlun Sandrino, karşında nişanlı olarak oturuyor. Gizli ve acımasız bir komplonun kurbanı oldu."

Juan Panzio'nun yüzündeki manalı gülümseme tıpkı onun gibi nişanlı olduğuna inanmakta güçlük çektiğini gösterir gibiydi. Babasını rahatlatmayı başarabilmiş olmanın rahatlığıyla asıl konuya giriş yapmanın zamanı olduğuna karar vermişti. Belli etmeden sıkıntıyla iç çekip konuşmuştu.

"Yine de aklıma takılan başka bir konu var baba, beni aydınlatabilirsen daha da iyi olacağım."

"Nedir bu konu?"

 Tüm çabasına rağmen babası önemli bir konuya girmeye hazırlandığını fark ederek çabucak cevap vermişti. Bunun üzerine Sandrino, yerinde doğrulurken kelimelerini özenle seçerek söze başlamıştı.

"Baba geçen hafta Roma'daki bankamızdan bir mektup geldi. Büyük bir meblağ poliçe çektiğin yazıyordu. Yirmi bin duka. Tabi ki tüm paranın da mülklerinde senin olduğunu çok iyi biliyorum fakat bu altınların nereye gittiğini benimle paylaşırsan içim rahatlayacak."

Juan Panzio bu söylediklerini dinlerken damarları belirgin olan zayıf elini asabiyetle sol bacağının üzerinde gezdirmişti. Duyduklarından hoşlanmadığını belli eden huzursuz bir gülüşle durumu kendi bakış açısına göre değerlendirmişti.

"Yani yıllardır iş yaptığımız bankamız bana ihanet etti. Bana değil sana sadakatle bağlılar. Herkes bu ailenin başında senin olduğunu benimsemiş, ben hala nefes alırken."

Babası son sözlerinde, biraz önce bacağını sıvazladığı elini herkesi vurgulamak istercesine önlerindeki insanlara doğru savurmuştu. Konuyu nezaketle çözme çabalarının boşa gittiğini gören Sandrino şaşkınlığını bastırmaya çalışarak usulca yutkunmuştu. Kendini rahat görünmeye zorlayarak alçak sesiyle konuşmuştu.

"Baba amacımın seni gücendirmek olmadığını biliyorsun, hiçbir zaman senin arkandan iş çevirmedim asla da çevirmem. Ben bu vazifeyi yalnızca vekaleten yürütüyorum, bu ailenin reisi hala sensin."

Bunları söylerken gözlerinin içine bakan babası, uzun parmaklarını kolunun üzerine koyup mavi renk kadife kumaşın sardığı kolunu sıkmıştı.

"Hayır oğlum, sen bu vazifeyi vekaleten değil asaleten yürütüyorsun."

Sandrino'nun dudaklarındaki ince tebessüm donakalmış, taze traş edilmiş yüzüne ciddi bir ifade oturmuştu. Babasının yüzüne bakarken ne söyleyeceğini bilemiyordu.

Üç yıl önce patlak veren krizin ardından ailenin başına geçmekten başka bir şansı kalmamıştı. O zamandan beri işleri yoluna sokup karlı pek çok girişimle ile servetini katlamış olsa bile babasına karşı suçlu hissetmediği tek bir günü dahi olmamaıştı. Onu ezip geçmiş olma düşüncesini içini kemirip duruyor, babasıyla ne zaman yalnız kalsa bu suçluluk karşısında eziliyordu. O an bunları duymak ise canını fazlasıyla sıkmıştı. Yüz ifadesindeki değişimin farkına varan Juan Panzio kolunu hafifçe dürtmüştü.

"Karakterini bana karşı aklamana gerek yok. Sen her daim sadık bir evlat oldun. Bu yaşlı ve hasta adamın sözlerine aldırış etme. Sen benim oğlumsun, ruhunun saflığını biliyorum."

Babasının bu sözleriyle içine biraz olsun su serpilmişse de kelimeler Sandrino'nun boğazına tıkılmış, dudaklarını birbirine bastırıp yavaşça başını sallamakla yetinmişti.

O andan sonra, öğrendiği günden beri onu merak ve endişede bırakan yirmi bin dukanın nereye gittiğini soramazdı. Bir kez sormuş ve cevap alamamıştı, ısrar ederek saygısızlık yapmak istemiyordu. Miktar olarak kimine göre yüklü olsa dahi aile servetine herhangi bir zararı dokunmazdı, birkaç ay içinde altınları yerine koyardı. Önemli olan tek şey altınlar olsaydı Sandrino bunu asla babasının önüne dahi getirmezdi. Fakat önemli olan; ticari işlerden elini çekmiş babasının neden bankadan altın çekmeye ihtiyaç duyduğuydu. Sandrino bankacılarından aldığı mektubun ardından Panzio Malikanesi'nin hazine odasındasını kontrol ettirmişti. Aile servetinin büyük kısmı, eksiksiz bir şekilde hala soğuk mahzende kilit altındaydı. Sandrino elinin altında aile serveti varken Roma'daki bankadan altın çekmesinin tek sebebini işi gizli tutmak istemesine bağlayabiliyordu. Eğer evlerindeki hazine odasından yüklü miktarda altın çıkartırsa bunu hazine odasından sorumlu olan annesi Rosia Panzio elbet fark eder ve işin peşine düşerdi.

Sandrino bunları düşünürken bakışlarını dalgınlıkla önlerindeki kalabalığa çevirmiş tam o sırada kuzeni Andreani'nin ona baktığını görmüştü. Adam küçük bir baş hareketiyle onu çağırdığında olabilecek en saygılı şekilde babasının yanından ayrılmıştı.

Yüzünü okşayan sonbahar rüzgarına karşı yürürken Sandrino'nün ifadesinde derin bir huzursuzluk vardı. Babasıyla arasında geçen konuşmanın etkisinden çıkamamıştı. Adımları olması gerektiğinden hızlı ve sertti, durup düşünmeye kafasını toplamaya ihtiyaç duyuyordu. Son birkaç aydır her yönden zor günler geçiriyordu. Son üç yıldır her şeyi uzaktan yönetmekte sorun yaşamamıştı fakat son aylarda artan işler onu zorlamaya başlamıştı. Yeni girişimlerin görüşmelerine muhasebecisini göndermesi doğru olmadığından önündeki birkaç ay içinde daha sık yolculuk yapmak zorunda kalacaktı. Hem diplomatlık yapıp aynı anda aileyi yönetmekle hiç olmadığı kadar çok çalışmak zorunda kalmaya başlamıştı. Bu yoğunluk açıkça canını sıkıyor, zevkerlime vakit ayırmaısnı güçleştiriyordu. Üzerine şimdi şapelin hamiliğini de üstelenmişti, içinde adı geçtiği için üzerine sorumluluk biniyordu. 

Tüm bunlar yeterince zorken müstakbel damat rolünü oynamak zorunda kalışı ise sinirlerini iyice geriyordu. Nişanlandığı haberi ortalığı kasıp kavurmaya devam ederken üzerine bir de müstakbel karısının göz kamaştırıcı güzellikte gizemli bir hanım olduğu eklenmişti. Sandrino ne zaman insanların içine karışsa tebrike gelen, düğün tarihini soran, ne kadar zevk sahibi olduğunu ve talihli olduğunu söyleyip, şakalar yaparken omzuna vuran kişiler yüzünden arkasında bırakmak istediği gerçekten bir türlü kurtulamıyordu. İlginin zamanla azalacağını sanarak hata yapıp yapmadığını sorgular olmuştu. Roma'dan sonra aceleyle Lucca'ya geçerek her şeyi arkasında bırakıp eski hayatına döneceğini düşünmüştü fakat işler hiç de öyle ilerlemişti. En az gerçek bir nişan kadar başına dertler açılmış ve kısa zaman içinde tebriklerini sunan tüm bu insanların nişan bozulduğunda ne düşüneceklerini sorgular olmuştu. Sandrino dışarıya gösterdiği rahat tavrının altında son derece sıkıntılı ve sinirliydi.

Hala yeşil olan biçimsiz çimenlerin üzerinde ilerleyip Andreani'nin karşına geçtiğinde yüzünde hala ona yakışmayan sert bir ifade vardı. Bunu fark eden kuzeni şüpheyle bakışlarını üzerinde gezdirirken aynı anda sol tarafta kalan kısa kesilmiş sarı saçları, yara izinin olduğu tekinsiz yüzü ve iri bedeniyle dikilmekte olan kendi adamını işaret ederek konuşmuştu.

"Tommasso ilerideki tepede şahinleri uçurabileceğimi söylüyor. Gidelim mi?"

"Gidelim."

Sandrino Andreani'nin sağ kolu olan adamın bileğinde duran şahine kısa bir bakış atmıştı. V biçiminde renkli taşlarla süslenmiş deri başlığıyla görüşü kısıtlanmış göz kamaştırıcı kuş adamın yetiştirdiği en değerli şahindi. Arkasında bekleyen dört bakıcıda da üç ayrı şahin bekliyordu. Sabah çıktıkları avda şahinleri eğitilmiş köpeklerle birlikte salmışlardı şu an ise yalnızca keyif için uçuracaklardı. Bu küçük gösteri kafasını dağıtmasın yarayabilirdi. Yukarı kaldırdığı bakışlarıyla ilerideki meşe ağaçlarının tepelerinde olduğunu tahmin ettiği kuş kümelerine göz atarken, Andreani uzanıp omzuna elini yerleştirmişti.

"Juan Amcayla ilgili bir sorun mu var?"

"Umarım yoktur. Bir süre önce bankadan yirmi bin duka çekmiş, nereye harcadığını sordum fakat söylemedi."

"İstersen kolayca öğrenebilirsin. Sen yapmak istemezsen, Tommasso'da altınların izini sürebilir."

Alnı kırışına Sandrino, huzursuz mavi gözlerini karşısındaki Andreani'ye çevirdiğinde olumsuz anlamda başını sallamıştı.

"Hayır şu an için öyle gizli bir şeye gerek yok. Zaten makamından inmesini beklemeden yerine geçtim bir de arkasından iş çevirip daha fazla gücendirirsem yüzüne bakamam. Babam hala nefes alıyor bu da demek oluyor ki tüm unvan, servet hepsi hala ona ait. Tüm bunlar yeterince zorken kararlarını sorgulamam doğru olmaz. O ne yaptığını biliyordur."

Sözlerine karşılık Andreani karar senin diyerek mırıldanmıştı. Ona herhangi bir cevap vermeyen Sandrino, asık yüzüyle çevresine bakınırken dikkatini ailesinin kadınları arasında tatlı bir gülümsemeyle sohbet etmekte olan Maddalena çekmişti. Ellerini belinin hizasında zarafetle birleştirmişken yüzünde sıcak bir ifade vardı. Aralarına böylesine iyi uyum sağlaması Sandrino'nun kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Her ne kadar bunu sinsi bir amaç doğrultusunda kendini ailesine sevdirmek için yaptığını düşünmek istese de Maddalena'nın yapmacıksız bir karakteri olduğunu öğrenmişti. O sırada bakışlarını takip eden Andreani gülerek Maddalena'yı işaret etmişti.

"Bilirsin normalde insanlar hakkında bu kadar kısa zamanda yargıya varmam ama müstakbel karının gözlerindeki ışık samimi bir yüzü aydınlatıyor. Seni şanslı piç, yine dört ayak üzerine düştün."

Sandrino, gölgesinde durdukları ağacın altında mavisi keskin ve parlak olan gözlerini Maddalena'nın üzerinden ayırmadan buz gibi bir sesle karşılık verdi.

"Evlenmeyeceğiz biz. İki ay sonra bu nişan akdi bozulacak."

Duyduklarıyla birlikte alnı kırışan Andreani, başını ona çevirerek kısılmış gözleriyle yüzüne bakmıştı. Ne derece ciddi olduğunu sorguluyordu.

"Nişan akdini feshetmek mi istiyorsun? Delilik bu, ortada hiçbir problem yokken bu söylediğini yaparsan bir skandal yaratırsın. Böyle bir delilik yapma Sandrino."

"Deliyim, yaparım."

Sandrino ıslah olmaz çarpık bir sırıtışla konuşmuştu. Onun bu rahat tavırları karşısında sakin kalmaya çalışan Andreani içine derin bir nefes çekmişti. Ona göre yaptığı gereksiz bir inatçılıktan ibaretti. Konuyu irdeleyip, hafif hafif damarına basmaya karar vermişti.

"Neden? Mantıklı bir neden söyle bana."

"Nedeni açık değil mi?"

"Değil."

"Maddalena benden sözler bekliyor. Ben bunları karışlayamam."

"Ne sözü?"

Gözleriyle uyumlu mavi renk tuniğini çekiştiren Sandrino, homurdanarak Andreani'ye dönmüştü. Yüzüne hem düş kırıklığı hem de yorgun bir şekilde bakarak isteksizce Maddalena'nın beklentilerini sıralamıştı.

"İşte bağlılık, sevgi, evlilik, aile, ölene kadar sadece seninim, aynı hayatı paylaşmak filan gibi yani."

Andreani alaylı bir bakışla onu süzerken uzanıp sertçe omzuna vurarak asabi bir tavırla yol göstermeye çalışıyordu.

"Sandrino bir laf vardır; bir lafı nerenle dinlersen orana girer. Görünüşe göre son konuşmamızı aklında değil kıçınla dinlemişsin ki şu an nişanı bozmaktan bahsediyorsun. Sorumlulukların var, göt kafalı. Nişanı bozmayı düşünmekle bencillik ediyorsun, hakkınızda çıkacak bir sürü çirkin dedikodulara sebebiyet vermeye mi niyetlisin?"

Onu dinlerken Sandrino, dudaklarındaki sinirli bir gülüşle başını iki yana sallamıştı. Nişanı bozmak, onun için hayatının eski zamanlarına döneceği anlamına geliyordu. Tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi devam edecekti. Maddalena'yı hiç tanışmamış, nişanlanmış, birlikte hiç vakit geçirmemiş olacaktı. Andreani'nin nişanı bozmayı imkansız gibi göstermesi canını sıkmıştı. Omzundaki elini üzerinden uzaklaştırıp sesini olabildiğinde kontrollü tutmaya çalışmıştı. Birilerinin konuştuklarını duyması felaket olurdu.

"Kızın hayatını mı mahfedeyim? Benden iyi koca olmaz, ben sen değilim. Birine söz vermek büyük bir şey, dünyadaki en önemli şey. Ben sadece kimsenin kalbini kırmak istemiyorum. Ben onu mutsuz ederim, benimle evlenirse çok mutsuz olur. Bizim evlilikten beklentilerimiz aynı değil."

"Tamam, peki tam olarak sen ne istiyorsun? Ölene kadar bekar kalmak mı?"

"Eski rahat, eğlenceli, kaygısız hayatıma dönmek istiyorum. Herkes beni evlenmeye, Maddalena'ya karşı sözle vermeye zorladıkça köşeye sıkışıyorum, böyle şeylerden nefret ederim. Hayat dediğin şey gelip geçicidir, diğerleri gibi sıradan kalmamam benim farklı şeyler peşinde koşmam lazım. O yüzden, ben tutamayacağım sözler vermem Andreani."

"Neden tutamayacaksın ki sözünü? Kız güzel, görünüşe göre zeki ve sana uyum da sağlayabiliyor. Güçlü bir aileden geliyor olmasını söylemiyorum bile."

Sandrino bir an gözlerini yana çevirip Maddalena'ya bakmıştı. Kadınların arasında av gezisine uygun olarak başlık takmayan tek o vardı. Bunu görmek onu istemsizce eğlendirip, gururlandırmıştı. Her ne kadar başlığına bile isteye zarar vererek onu kızdırmış olursa olsun, -ki Maddalena'nın kızdığında al al olan yanaklarıyla daha da güzel olduğunu düşünüyordu- saçları omuzlarında özgürce salınırken daha güzel olduğunu düşünüyordu. Çok güzel. Fakat Sandrino'nun sorunu hiçbir zaman Maddalena'nın güzelliğiyle ilgili olmamıştı.

"Biz Maddalena ile çok farklıyız. Tamam güzel kız, eğlenceli, espriden de anlıyor ama bunlar tüm ömrümü birlikte geçirmek için yeterli değil. Ya bir gün sıkılırsam?"

Bıkkınlıkla iç geçiren Andreani, bir an için başını çevrelerinde gezdirip sözlerini kimsenin işitmeyeceğinden emin olduğunda tam karşısına geçip kısık fakat asabi bir sesle konuşmaya başlamıştı.

"Bak benim aptal kuzenim sana küçük bir hikâye anlatayım. Ben Roma'ya döndüğümde bir kadını gördüm, daha ilk konuşmamızda ilk karşı kaşıya gelişimizde hayatımın sonuna kadar onu aklımdan çıkaramayacağımı anladım. Evlenme kararı almam ise sadece bir gece sürdü. Sabah uyandığımda kafamda her şey bitmişti; bu evlilik olacaktı. Bir an bile tereddüt etmedim, bir an bile ya sıkılırsam diye düşünmedim, bir karar verdim ve uyguladım. Senin problemin tam bu Sandrino, belirsizlikler içinde debeleniyorsun. Eğer sen bu kızı beğenmemiş olsaydın asla işi buralara getirmez, kızla bu kadar samimiyet kurmazdın. Ondan gerçekten kurtulmak istediğinden bile emin değilsin sen. O yüzden, akışına bırak kabul et ve bırak kendini. Deniz sana doğru geliyor, sen denize doğru yüzüyorsun. Kendinle dövüşme Sandrino kabul et."

Bu sözleri dinlerken Sandrino, kaşlarını çatmış huzursuz bir şekilde kollarını göğsünde bağlamıştı. Maddalena ile olan samimiyetini dile getirmesinden hiç hoşlanmamıştı. Dışarıdan böyle göründüklerini bilse daha dikkatli olabilirdi. Buna rağmen Andreani'nin her zaman şüpheli bakan gözlerinden hiçbir şeyin kolay kolay kaçmadığı bilinirdi, kuzeni kasıtlı bir şekilde onları izlemiş olabilirdi. Üstelik karşısındaki adam onu dünya üzerinde en iyi tanıyan kişilerden biriydi, tıpkı onun yaptığı gibi yüzünden düşündüklerini kolayca okuyabilirdi.

Üzerine çöken ağırlıktan kurtulmak için silkelenirken homurtular eşliğinde iç cebindeki matarasına uzanmıştı.

"Kabul edince her şey bir anda hallolacak mı?"

"Evet. Sen bu şekilde davranarak neler kaybedebileceğini biliyor musun Sandrino? Bilmiyorsun ama nişanı bozarsan her anlamda öğreneceğini garanti ederim. Hayatın alt üst olur."

Sandrino matarasını indirdiğinde dudaklarına bulaşan şarabı elinin tersiyle silmişti. Acımasız bir şekilde gerçekçi olan Andreani'nin sözleri asabını bozmuştu. Fazlasıyla ciddi ve otoriterdi o ise işlerinin içine her zaman bir parça eğlence katmaya çalışırdı. Bu şekilde sorun ne kadar kötü olursa olsun daha katlanılabilir kılınırdı. Matarasını yerine koyarken dudaklarından dökülen alçak homurtuların takip ettiği bir asabiyetle söylenmeye başlamıştı.

"Maddalena ile tanıştığım günden beri tüm düzenim alt üst oldu zaten. Hayatımın içine öyle bir düştü ki ne yaparsam yapayım kurtulamıyorum. Nereye gitsem karşıma çıkıyor. Lucca, Roma, Viterbo her yerde var, kendisi çıkmasa bile adı geçiyor. Başıma bela oldu, bazen o ince boynunu tek seferde kırıp tüm sorunları kökünden çözmek geçiyor içimden."

"Madem kızdan bu kadar çok kurtulmak istiyordun o herifle neden kavga ettin? Nişanı bozmayı başarırsan kız zaten onunla evlenecektir. Bak, başındaki beladan kolayca kurtuldun."

Bu sözleri duyar duymaz başını kaldırarak kısılmış gözleriyle Andreani'ye bakan Sandrino'nun dudakları ani bir sinirle gerilmişti. Bir an hali hazırda huzursuz olan zihninde Luccalı adamla Maddalena'nın sarmaş dolan halleri canlandı. Bir süre önce elleri arasında gezdirdiği ışıltılı sarı saçların bir şelale gibi adamın kollarında dağıldığını düşündüğü ilk anda hissettiği düşmanlık yoğun bir gazaba dönüştü. Eşsiz bir güzelliğin yanı sıra içten, hayat dolu, zeki, komik içinden geçenin yeşil gözlerine yansıdığı Maddalena o adama ait olacaktı.... Sandrino bu fikirden nefret etmişti.

Kadınlarla birlikte minderlerin üzerinde oturmuş sohbet eden Maddalena'ya sinirle parlayan gözlerini çevirip öfkeyle homurdandığında yeniden Andreani'ye dönmüştü. Konuştuğunda ses tonundan kendini nasıl da tuttuğu hissediliyordu.

"O başka bir konuydu. Ortada senin aklından geçenler gibi bir şey yok. Ben içki içerken rahatsız edilmekten hoşlanmam. Kimse masama izin almadan oturup istediği gibi atıp tutamaz. Prensiplerimden ödün veren bir adam olmadığımı iyi bilirsin."

Bu cevabıyla birlikte Andreani dudaklarını alayla kıvırmış, inanmış gibi yaparak karşılık vermişti.

"İçki keyfini böldüğü için mi kavga ettin adamla?"

Hayır Maddalena üzerinde hak iddia edebileceğini düşündüğü için kavga ettim.
Hayır, Maddalena ile evlenemeyeceğimi söylediği için kavga ettim. 
Hayır, haddini bilmeden nişanı bozmamı söylediği için kavga ettim.

Sandrino hiçbir zaman Andreani gibi kolayca öfkelenip hızla adam dövecek kıvama gelen bir adam olmamıştı. Andreani, otoriterliğin, yakıcı öfkenin, düzenin ve karanlığın simgesi olmuşken o tutku patlamalarının, coşkunun ve özgür ruhun, aşırılığın simgesiydi. Fakat o gece içinde ansızın yükselen sıcak bir öfkeyle adeta gözü dönmüştü. Her zaman hoş vakit geçirmek isteyip, yasaklara kulak asmayan,  bedeni ve arzularının sesini dinleyip, eğlence paylaşımları yapmayı seven yönüne rağmen öfke patlamaları da tutkulu oluyordu. Sandrino içinde coşkulu bir ateş taşıyordu.

Meyhanedeki ilk anlarda sakinliğini koruyup adamı alaycı tavrıyla şaşkına çevirse dahi sonrasında kontrolünü tamamen kaybetmişti. Elindeki ahşap kadehi küfürler savurarak adamın göğsüne atıp işi dışarıya taşıma teklifini yaparken tek bir an dahi düşünmemişti. Çok uzun süredir böylesine şiddetli bir kavga ettiğini hatırlamıyordu. O gece sert yumruklarını adamın yüzüne birbiri ardına geçirirken tek hissettiği yoğun bir nefret olmuştu. Şimdi bile o akşam tam olarak sinirini boşaltamadığını düşünüyordu. Sandrino adamla tekrar yüz yüze geldiğinde kendini tutabileceğinden tam olarak emin olamıyordu. 

"Anlatacak bir şey yok Andreani. Damadın kim olduğuna dair kısa bir evlilik tartışması yaptık."

"Enteresan bir konu, bir karar varabildiniz mi?"

Yaşadığı o geceyi düşünürken çenesinde bir kas oynasa dahi hiddetini ustaca gizleyen Sandrino, Andreani'ye dönmüştü. Kayıtsızca şahinleri uçurmak için onları bekleyenlere göz atıp konuşmuştu.

"O herifin bu konuda söz hakkı yok. O yüzden verilmiş bir karar da yok, gerçek var. İsteksiz olsa da damat benim. Bu kısım oldukça net. Ortada gerçek bir nişan akdi var, bozulana kadar da o herifin söz hakkı yok."

Sandrino artık gitmelerini söyleyecekken Andreani, büyük elini uzatıp pazsını kavramıştı. Söylediklerini ciddiye almasını istiyordu.

"Unutma Sandrino, orada diplomat olarak bulunuyor olabilirsin fakat her an her şeye hazırlıklı olman gerekir. Adamın şehrindesin, yanında koruma olmadan tenha bir sokakta kavga etmek büyük pervasızlık. Olayların boyutu büyüyebilir belki yaralanabilirdin. Adamı tanımıyorsun ne yapacağını bilemezsin, hazırlıklı olmak zorundasın. Yeri gelmişken yanına sağlam birini almanı öneririm. Bruno'nun hem fırça tutup hem de kılıç sallayabildiğinden şüpheliyim."

Duyduklarıyla gözlerine kuşkulu bir ifade yerleşmiş Sandrino'nun takınmaya çalıştığı rahat tavrı ancak buraya kadar sürebilmişti. O gece adamın söyledikleri aklına geldikçe tekrar öfkelenmekten kendini alamıyordu.

Kısık sesindeki hiddetle Andreani'nin karşısında söylenirken bakışları sıklıkla Maddalena'yı buluyordu. Tıpkı biraz önce söz ettiği gibi, ona kafa tutan küçük cadının ince boynunu tek seferde kırıvermesinin sorunlarını çözüp çözemeyeceğini yeniden düşünmeye başlamıştı.

"Or*spu çocuğu. Gelmiş masama Maddalena ile evlenmene izin vermem diyor çünkü ben zaten benim evlenmem için onun iznine ihtiyacım vardı, it herif. Asabımı bozdu, ne dediğimi ne yaptığımı bile bilemeyecek kadar kafam atmıştı. Ama uzun zamandır hiç kimseyle böyle yumruk yumruğa kavga etmemiştim, keşke ağzına birkaç tane daha çaksaydım."

"Kır boynunu herifin ."

Andreani sözlerinde oldukça ciddiydi, gülmemiş ya da alayla etmemişti. Omzuna sertçe vurup ağaç korusuna doğru döndüğünde şahinlere odaklanmıştı bile.

Bu öneriyle Sandrino'nun damarlarındaki kan hareketlenmeye başlamıştı, kuzeninin bu çılgın tekinsiz tarafını daha çok seviyordu. Elini kısa sarı saçlarının içinde gezdirirken sırıtmaya başlamıştı. Fikrin hoşuna gittik yüzüne yayılan deli dolu ifade ve gözlerinden anlaşılıyordu.

"Bende senin yolundan gidip parmaklarını kırarım diyordum. Aile geleneği haline getirebilirdik."

Onun bu sözleri Andreani'yi güldürmüştü.

"Parmak kırmak kesin çözüm olmuyor. Önce parmaklarını kır sonra boynunu."

Sandrino yanına geldiği şahinin tüylerini okşamak için elini uzatırken bir an için gerçekten dediğini yaptığını düşünmüştü. Aslına bakılırsa hiç fena fikir değil içinden geçirdiği bu sözler ona kahkaha attırmıştı. Ses tonu, iyi eğitimli şahini dahi huzursuzlaştırmıştı. Başını çevirdiği Andreani'nin omzuna yumruğunu geçirirken kendisiyle birlikte ağaçların arasına çekmeye başlamıştı.

"Sonra da birlikte Tiber'e atar mıyız?"

Aynı anlarda Sandretta renklerinin taşıyan tentenin altında oturmaya devam eden Madddalena, her biri başka mindere yerleşmiş kadınlarla sohbet etmeye devam ediyordu. Aralarında Clarissa Ludovico, Sandrino'nun kuzeni Andreani Ludovico'nun kız kardeşi Byanca Martelli, ablası Marianna ve iki soylu kadın daha vardı. Yüzündeki nazik tebessümle, geldiğinden beri yediği tek şey olan kurabiyesinin son parçasını da ağzına atıp usul usul çiğnerken omzuna dokunan nazik bir el ile içinde bulunduğu sohbetten kopmuştu. Başını yana çevirdiğinde Sandrino'nun kız kardeşi Lavinia'nın yanı başında olduğu görmüştü. Gülümseyen kadının gözlerinde tuhaf bir huzursuzluk vardı. 

"Maddalena, bölüyorum fakat annem seninle baş başa konuşmak için beklediğini iletmemi istedi."

Lavinia onunla göz göze gelmekte zorlanıyor gibiydi, sesi abartılı bir şekilde masum çıkmıştı. O kuşkulu gözlerle başını sallarken sol tarafında kalan Clarissa Ludovico'nun dudaklarının bir gülümsemeyle titrediğini fark etmişti. İki kadının davranışında da bir gariplik vardı.

"Rosia Panzio baş başa konuşmak için mi çağırdı? Kabul merasimi başlıyor."

Clarissa Ludovico, diğerlerinin söylediklerini duymaması için oturduğu minderde Lavinia ve ona yaklaşıp kısık sesiyle konuşmuştu. Maddalena kadının dudaklarındaki gülümsemeyi engellemeye çalışan samimi ifadesine bakarken bocalamıştı. Yeni tanıştıkları için en az bir yıl, kendinden hem yaş hem unvan olarak üstün olan kadına fazla soğuk ya da fazla samimi olmayan bir mesafede durup, senli benli olmaması gerektiğini biliyordu. Fakat kadının ona resmi bir tavırla yaklaşmıyor olması nasıl davranacağını bilememesine enden oluyordu.

Clarissa Ludovico'nun sözleriyle başını sallayan Lavinia'nın da yüzünde zor bastırdığı bir gülümseme vardı. Şüpheyle çattığı kaşlarının altında zümrütler misali parlayan yeşil gözlerini kadınların son derece merak uyandırıcı yüzlerinde dolaştırırken ne olduğunu anlamaya çalışmıştı.

"Kabul merasimi mi? Neden böyle güldüğünüzü sorabiliyor miyim? Beni yakından mı tanımak istiyor?"

"Buna pek yakından tanımak denemez daha çok ast-üst ilişkisine benzer bir konuşma."

Maddalena bir an şaşkınlıkla duraksayarak Clarissa Ludovico'nın kendine güvenen bir gülümsemeyle dile getirdiklerini anlamaya çalışmıştı. Kadının ses tonunda geçmişte aynı yollardan geçtiğini belli eden tecrübeli bir tını vardı. Sözlerinin bitirdiğinde başını Lavinia'ya çevirip kusura bakma, gerçekleri söylüyorum demişti. O aralarında yakın bir dostluğun olduğu iki kadına tedirgin bir şekilde gülümsemeye devam ederken Lavinia, nazikçe koluna dokunarak yüz yüz bakmalarını sağlamıştı.

"Yıllar önce annemi tanımıyorken Clarissa'ya da aynı sözleri söylemiştim; annem çevresindeki her şeyi, herkesi kontrol etmek ister. Özellikle söz konusu çocukları olduğunda. Zamanla alışırsın. Sert bir mizacı vardır fakat sevgi ve destek konusunda cömerttir."

Maddalena Sandrino'nun kız kardeşinin sözlerini biraz düşündükten sonra başını usulca sallamıştı. Onu ne hakkında uydurmaya çalıştıklarını anlamıştı. İki ay önce tanıştığı Rosia Panzio hayatı boyunca gördüğü en heybetli kadındı. Daha o akşam, mümkün olduğunca kadından uzak durup gözüne batmamasının en iyisi olacağını düşünmüştü. Fakat onu baş başa konuşmak için çağırdığına bakılırsa bunda pek de başaralı olmamıştı. Eteklerini tutarak yerinden kalkarken bakışlarını toplayıp çenesini dikleştirmişti.

"Önceden uyardığınız için çok teşekkür ederim, sanırım beni neyin beklediğini anladım. Fakat ben sert mizaçlı annelere alışkınım, sanırım başa çıkabilirim."

Bu sözleri üzerine Lavinia Virgilio, yüzüne kuşkulu bakışlalar bakmış sonrasında ise onunla birlikte ayağa kalkmış Clarissa Ludovico'ya dönmüştü. Onun düştüğü güç durumla eğleniyorlardı fakat bunu aşağılayıcı bir tavır takınarak değil gayet dostane bir şekilde yapıyorlardı. Maddalena her ikisinin de gözlerinde şakacı, içten bir ifadenin parladığını görüyordu. Birebirlerine bakan iki kadının yüzünde başa çıkacağına dair olan sözlerini fazla cesur bulduklarını gösteren bir gülümseme vardı. Maddalena yüzlerindeki ikna olmamış ifadeleri seyrederken istemsizce gerilmişti, önceki cesur haline göre zayıf çıkan bir sesle konuşmuştu. 

"Bu.. bu giderek ürkütücü oluyor yalnız."

"Hayır hayır sen korkma annem seni seviyor. Seni kendi beğenip nişanladığı için çok fazla üzerine geleceğini düşünmüyorum."

Annesinin her insan insandan beklediği gibi onun da emrine boyun eğmesini bekleyeceğini iyi bilen Lavinia karşısında dik durabilmesi için söylediği bu sözler Maddalena'yı daha da germişti. Ne söyleyeceğinden emin olamamışken Clarissa Ludovico gülerek araya girmişti.

"Yine de baş başa konuşmak için çağırıyorsa söyleyeceği önemli şeyler olabilir. Ufak bir ayar verip, kucağına bir bomba bırakabilir. Hazırlıklı olmanı tavsiye ederim. Rosia Panzio hiç kimseyi karşısına boşu boşuna çağırmaz."

"Korkuma kızı. Anneme bırak o işi."

Yüzünü aldığı korku dolu ifadeye bakıp kıkırdayan Lavinia Panzio, Clarissa'nın koluna girerken abartılı bir biçimde korkmuş bir tavır sergilemişti. O sırada yanakları kızarmış sıkıntılı bir şekilde elini önüne gelmiş sarı buklelerine götürmekte olan Mddalena masum bir sesle aklından geçeni dile getirmişti.

"Ama bir biz evli bile değiliz kucağıma ne gibi bir bomba bırakabilir ki?"

Onun bu sözleri üzerine, iki kadın önce birbirlerinin yüzüne bilmiş bakarak gülmüş sonrasında ona bakıp aynı anda konuşmuşup birbirlerinin sözlerini tamamlamışlardı.

"Merak etme, şimdilik sadece düğün."

O andan sonra aralarında daha fazla konuşmama olmamıştı. Düğün fikri serseme dönmüş zihninde yankılanırken Maddalena, Rosia Panzio'yu daha fazla bekletmemek istediğini söyleyip hala onu gülerek seyreden iki kadının yanından ayrılmıştı.

Her iki kadına da kanının ısındığını düşünerek sonbahar güneşinin altında yürürken oval kesimli ahşap sandalyesinde oturan Rosia Panzio'nun önüne çıktığı ilk an boğazının kuruduğunu hissederek yutkunmuştu. Hizmetkarların kurduğu bir başka tentenin altında oturan kadın onu bekliyordu. Tepeden tırnağa gümüş grisine bürünmüştü. Çevresine her zaman olduğu gibi ulaşılmaz hissi veren kraliçelere özgü bir intiba veriyordu.

Maddalena Rosia Panzio'nun zarif bir şekilde öne çıkardığı eliyle gösterdiği tam karşısına konumlandırılmış sandalyeye yerleşmişti. Cesaretini toplamak için eteklerini usulca düzeltirken zaman kazanma çabasını kayıtsızlıkla hiç konuşmadan izlemişti. Yüzünü ona doğru kaldırdığında ise kısa bir an için omzunun üzerinden arkasına bakmıştı. Bunun üzerine bir hizmetkar taşıdığı gümüş sürahi ile yanlarına gelmişti. Aralarındaki kakmalarla süslenmiş yüksek sehpadaki iki kadehe şarap dökerek eğdiği başıyla geriye çekildiğinde Maddalena arkasına yaslanmış kadının ağaç korusuna baktığını görmüştü.

"Görünüşe göre erkeklerin ilgisini ancak bu kadar çekebiliyoruz, tekrar o ağaçların arasına karıştılar."

Rosia Panzio nihayet konuşmaya karar verdiğinde şüphe uyandırıcı bir sakinliğe sahip olan sesi aralarında tuhaf bir uğultu bırakmıştı. Sanki sözlerinden çok daha fazlası vardı. Kadının yüzüne bakarken yavaşça yutkunan Maddalena, gözlerini yavaşça bahsettiği ağaçlara çevirmişti. 

Bir süre önce, içlerinde Sandrino'nun da olduğu erkeklerden oluşan küçük bir grup, yanlarına yaverlerini ve şahinleri eğiticilerini de alarak gözden kaybolmuşlardı. Maddalena, kadınlarla sohbet ettiği sırada kaçamak bakışlarla Sandrino'yu gözlemekten kendini alamamıştı. Bir süre Andreani Ludovico ile yüzleri kalabalığa dönük halde yan yana durup sohbet etmişlerdi. O anlarda Sandrino'nun da birkaç kez ona baktığı hissine kapılarak heyecanlanmıştı. Sonrasında kuzeniyle konuşmaya devam ederken garip bir şekilde bir şeye sinirlendiği izlenimine kapılmış, ağaçların arasına karışana dek belli aralıklarla ona bakmaye devam etmişti.

"Burası çok güzel Ekselansları. Vadi insana ne kadar küçük olduğunu hatırlatıyor."

Ulu servi ağaçlarının masmavi gökyüzüne doğru görkemle yükselişine, güçlü bir şekilde akan nehre ve sır sıra yükselen tepelere bakarken bu sözler Maddalena'nın ağzından çıkıvermişti. Rosia Panzio ile gerçekleşmesi pek de mümkün olmayan düğün hakkında konuşmaktansa doğa harikalarını övmeyi yeğlerdi.

"Doğa böyledir işte. Huzurun en iyi limanıdır. Bu gördüğün topraklar nesilleri taşıdı, her zaman Panzio ailesinin evi oldu. Çoğu aile artık şehirdeki saraylarında yaşıyor, politikayı ve işleri oradan yürütmek daha kolay. Roma'da bizimde büyük bir sarayımız var fakat Panzio ailesi, her zaman şehrin karmaşası yerine kendi topraklarında yaşamayı tercih etmiştir. Bizden sonrada bu toprakların maneviyatını sizler devam ettireceksiniz ."

Bu sözleri söylerken Rosia Panzio, Sandrino'nun gözlerine göre daha koyu bir tona sahip olan mavi gözlerini Panzio krallığının kraliçesi edasında şöyle bir bulundukları yüksek vadide dolaştırıp son olarak ona dönmüştü. Maddalena gergin yüzüne rağmen dudaklarındaki nazik tebessümünü korumaya devam ediyordu.

"Ben Roma'daki De Benardi Sarayında doğmuş olmama rağmen hayatımın büyük kısmı kırdaki malikânemizde geçidim. Doğayla iç içe olmak benim de çok hoşuma gidiyor."

"Ne hoş. Fakat ben, seni doğa sevgimizi konuşmak için karşıma oturtmadım."

Rosia Panzio kır sevgisi hakkında söyledikleri nezaketle dinlemiş fakat sonrasında açıksözlülükle konuyu kestirip atmıştı. Maddalena kadının karşısında otururken yüzündeki sakin ifadeyi korumak için biraz daha gülümsemişti.

"Öyle mi?"

"Öyle. Seninle baş başa konuşmak istememin sebebi; Lucca'da Sandrino ile aranızdaki muhabbetin detayları üzerine konuşmak."

Maddalena bu şaşırtıcı sözler karşısında irkilirken Rosia Panzio son derece sakin görünüyordu. Her iki dirseğini de oturduğu sandalyenin kenarlarına yaslayıp yüzüklerle süslediği ellerini birleştirmiş, onun şimdiden kızaramaya başlayan yüzüne bakmayı sürdürüyordu.

"An- anlamadım. Nasıl bir muhabbet olabilir ki? Yalnızca ikimizde aynı şehirde bulunuyorduk."

Elinden gelen en iyi şekilde inkâr etmiş olmasına karşın kadın hiçbir tepkide bulunmamıştı. Bilinçli bir katılık ve sarsılmaz bir ciddiyetle tam karşısında oturmayı sürdürürken bir müddet sessizlik içinde beklemişti. Çok geçmeden Maddalena kadının sessizliği ve ürkütücü bakışları altında kıvranmaya başlamıştı. Bir şeyleri gizlediği zamanlarda annesi Contessa konuşana dek onu sözleriyle ezer, adeta üzerine çullanırdı. Fakat görünüşüne göre Rosia Panzio bunu konuşmaya gerek duymadan karşısında sessizce bekleyip kurbanını kıvrandırarak sonunda çaresiz bir şekilde teslim olacağı zamanın gelişini bekleyerek yapıyordu. Maddalena delici bakışları altında, çaresizce etrafa kaçamak bakışlar atıp bir kaçış yolu aramaya başlamıştı.

Bir süre daha teslim olmasını bekleyen kadın sonunda tuhaf bir şekilde tebessüm ederek önündeki kadehe uzandığında, bakışları hala üzerindeydi.

"Pekala, teker teker soracağız demek ki. De Benardi Sarayı'ndaki yemekte Sandrino senin kaliteli şaraptan anlayan biri olduğunu söyledi. Fakat bunu tam olarak nasıl öğrendiğini söyleyemedi."

"Söylemedi mi? Birbirinize taktim edildiğinizi söylemiştik."

"Sandrino yanında her zaman kendi özel şarabını taşır. Davetlerde servis edilen diğer şarapları ağzına sürmez. Bir şaraptan kaliteli diye bahsediyorsa o kendi içtiği şaraptır. Sana da kendi şarabından ikram etmiş olmalı. Bende tam olarak bu yakın muhabbetiniz hakkında konuşmak istiyorum."

Maddalena köşeye sıkışmış bir halde kadının yüzüne bakakalmıştı. Görkemli buyurgan hanım olarak bahsedilen Sandrino'nun annesinin karakterini ilk kez bu kadar yakından deneyimliyordu. Gerçekçi olmayan bir cesaretle kendini bir kez daha inkar ederken bulmuştu

"Dü-şündüğünüz gibi değil."

Maddalena konuşurken sesinin kararlı çıkması için ne kadar çabalarsa çabalasın Rosia Panzio'nun kendinden emin bakışlarında bir değişlik olmamıştı. Elindeki kadehi önüne bırakıp tekrar arkasına yaslandığında aynı hakimiyetle devam etmişti.

"Sonrasında yemek boyunca kimsenin sizi fark etmediğini sandığınız anlarda gizli gizli fısıldaşıp didiştiniz."

"E- evet, nişan hakkında anlaşmazlığa düşmüştük."

İnkar etmeye devam etmesi Rosia Panzio'nun kaşlarını manalı bir tavırla yukarı kaldırmasına sebep olmuştu. Gerçeği kabul etmek yerine onu gereksiz açıklamalar yapmak zorunda bıraktığı için sitemliydi. Gözlerinin içine bakıp, son vuruşunu zarafetle yapmıştı.

"O akşam karşı karşıya geldiğiniz ilk an, suratlarınıza baktığımda ortada bir tuhaflık olduğunu anladım. Akşamın devamında ise tedbiri elden bırakıp, birbirini ilk kez o gün tanıyan iki insana göre fazla şüpheli davranışlar sergilediniz. Çünkü gerçekte birbirinizi ilk kez görmüyordunuz. Sonrasında bugünkü hallerinizi de gördükçe Lucca'da yakinen tanıştığınızdan emin oldum. Ben hayatta tesadüflere inanmam, kaderin bir bildiği vardır diye düşünürüm. Şu an evimin kabul salonunda modelliğini yaptığın Altın Gökteki Meryem tablosunun asılı olması basit bir tesadüf olamayacak kadar anlamlı."

Maddalena duydukları karşısında paniklememeye çalışıyordu, zaten kıpkırmızı olmuş yüzü şimdi dehşetin gölgesiyle perdelenmişti. Rosia Panzio tahmin ettiğinden çok daha kurnaz bir kadındı. O andan itibaren tüm cesareti kadının demirden karakteri karşısında adeta güneşe direnen bir kartopu misali erimişti. İçine düştüğü şaşkınlığı seyreden kadın herhangi bir karşılık veremeyecek halde olduğunu fark ettiğinde içini çekerek sandalyesinde doğrulmuş, şaşırtıcı bir samimiyet göstererek dokunmadığı kadehi alıp ona uzatmıştı.

"Bir yudum iç, boğazın çözülsün."

Kadehi boş bir kafa karışıklığıyla eline alan Maddalena, bir an içindeki şaraba baktıktan sonra herkes gibi Rosia Panzio'nun isteğine uyarak kuruyan boğazını ıslatmıştı. İki eliyle kavradığı kadehle biraz önce cesur bir ruh haliyle dimdik oturduğu sandalyede yorgun bir şekilde arkasına yaslanmıştı. Başını kaldırdığında onu anlamlı bir şekilde seyerettiğini görmüştü. Çenesiyle başını işaret edip bu kez içinde gizli bir keyif taşıyan sesiyle konuşmuştu.

"Başlığını göremiyorum, Sandrino ile olan yürüyüşünden önce vardı."

"Göremiyorsunuz çünkü oğlunuz nehre attı."

Maddalena içinde kabaran sıkıntıyla sakin kalmaya çabalarken kadının sorusuyla kendine daha fazla engel olamamış, Sandrino'nun yaptığını saklamadan açıkça söylemişti. Fakat tuhaf bir şekilde kadın duyduğundan memnun kalmıştı, dudaklarını anlamlı bir şekilde kıvırıp bir müddet kirpiklerinin üzerinden ona bakmıştı. Bu tavrı Maddalena'yı daha fazla germişti. Kadın gözlerinin içine sanki her şeyi görebiliyormuş gibi bakıyordu. Kendini onun karşısında hiç olmadığı kadar şeffaf hissediyordu.

Kontrolünü kazanmaya çalışarak önce elindeki kadehi önündeki sehpaya bırakmıştı. Oturduğu yerde dirseğini sandalyesinin ahşap kulpuna yaslamışken ne yaptığını bilmez bir halde önüne gelen sarı saç tutamlarını geriye çekip, kıpkırmızı kesilmiş yanaklarında ve dudaklarının kıyısında hızlıca parmaklarını gezdirmişti. Tahmin etse dahi Sandrino ile öpüşecek kadar muhabbetlerini ilerlettiklerini bilmesine imkan yoktu. Bunu düşünmek rahatlamasını sağlamıştı.

Son olarak sırtını dikleştirip yumuşak bir tavırla kadına dönen Maddalena, daha fazla bir şeyleri inkâr etmenin kadının karşısında kendini ancak küçük düşüreceğini bilerek söze başlamıştı.

"Madonna Panzio gerçekten şu an ne diyeceğimi bilemiyorum. Evet nişanlandığımızı bilmeden önce Lucca'da birbirimize denk geldik. Fakat size gerçeği anlatsaydık, bizi yanlış anlayabilirdiniz."

"Şimdi gerçeği söyledin aslında. Artık daha açık bir şekilde konuşabiliriz."

Maddalena yeni bir kafa karışıklığıyla kalakalmışken Rosia Panzio'nun zor bir konuya hazırlanıyormuş gibi iç çekerek arkaya yaslanıp ellerinin kucağında hakimiyetini simgelercesine zarafetle birleştirdiğini fark etmişti.

"Böyle konular hakkında sıklıkla konuşmam fakat bir noktada seninle benim özel bir konuşma yapacağımızı hep biliyordum. Seni yeterince tanımıyorum ama bence ikimizde gelecekten aynı şeyi istiyoruz; bağları kuvvetli büyük bir aile. Bak, bu ailedeki herkes bir renk. Aileye bahar havasını veren de bu zaten. Sandrino, her evden uzaklaşışında kalbimden bir şey söküp götürüyor. Tam da bu yüzden, benim bahçemi bahara dönüştürecek de tarumar edecek de önce oğlum sonrasında sizlersiniz. Fakat benim artık oğlumun bahçemi bahara dönüştürmesi için bekleyecek sabrım kalmadı."

Rosia Panzio'nun sözlerine herhangi bir sözlü karşılık beklemediğinin farkında olan Maddalena, dudaklarındaki küçük bir tebessümle sessizliğini korumuştu. Kadının üzerinde olan bakışları bir an için onun arkasında kalan ailenin diğer üyeleri arasında gezinmiş sonrasında ise tekrar yüzünü bulmuştu. Maddalena, konuşmalarının asıl amacının Sandrino ile olan evlilik olduğunu biliyordu fakat bekleyecek sabrım kalmadığını söyleyen kadının tıpkı Clarissa Ludovico'nun da uyardığı gibi kucağına bir bomba bırakmak üzere olduğunu hissetmeye başlamıştı.

"Bunu kabul etmek beni ne kadar üzse de Sandrino, kendi zevkleri ve tutkuları için savaşmayı seven çok zor bir karaktere sahiptir. İnançları için savaşmayı seviyor olması bir yandan iyiye işaret olsa dahi şu an olduğu gibi ben bu halinden mutlu değilim. Fakat her şeye rağmen senin onun hakkında hemen yargıya varmamanı istiyorum. Sandrino, içindekileri göstermekte acele etmez, hissettiklerini dışarı vurmaktansa şu zamanlarda yaptığı kaçar gider. Çocukluğunda da böyleydi, ne zaman onu bir şey yapmaya zorlasak Andreanilere kaçar günlerce geri döndüremezdik. Fakat bunun istememekle alakası yoktu, sırf kaçabildiği özgür hissedebildiği için kaçardı."

"Öyleyse Sandrino'nun bahsettiğiniz yeteneklerini görebilmek için epey bir sabır gerekiyor."

"Genelde hiçbir işe yaramadığı için kalp hakkında konuşmam. Lakin birbirine bakan iki çift gözün içindeki hisleri  iyi okurum. Size her baktığımda ne kadar doğru bir seçim yaptığımı görüyorum, birbirinize düşündüğümden daha uygunsunuz. Senin yanındayken Sandrino'nun bakışlarında daha önce denk gelmediğim bir yumuşaklık görüyorum. Senin yanında olmaktan zevk alıyor. Tam da bu yüzden önümüzdeki iki ay içinde Sandrino'yu evliliği ikna edecek kişinin sen olduğuna eminim. Kış olsa dahi şubat ayı düğün için son derece uygundur. "

Benden imkansızı istiyor diye içinden geçiren Maddalena kadının ondan ne istediği çözse dahi bunu başarabileceğini düşünmüyordu.

"Beni bağışlayın fakat Sandrino'nun kalbini zorla açamam ki, bu mümkün değil."

"Erkekler akıllıdır fakat kadından onlardan daha akıllı olmak zorunda. Elimde Viterbo başpiskoposu tarafından mühürlenmiş bir evlilik taaddüttü var. Eğer zorunda kalırsak Sandrino'nun Lucca'da görevde oluşunu öne sürüp vekil bir evlilik gerçekleştirebiliriz. Fakat benim istediğim bu değil, Viterbo'da görkemli bir törenle evlenmenizi istiyorum. O yüzden söyle şimdi bana, evinizdeki akşam yemeğinde övgüyle bahsettiğin halan Agnesia Cardello'nun yanına Lucca'ya dönmek ister misin? "

Maddalena böyle bir şey duymayı o kadar beklemiyordu ki kadının eğer Sandrino ikna olmazsa, ne istediklerini umursamadan onları duygusuzca evlendirebileceğini söylemesinin üzerinde duramamıştı. Lucca hakkındaki sözlerini sindirmeye çalışırken afallamış bir biçimde öylece duruyordu. İstemek mi? Bu teklif isteyip de elde edemediği bir fırsattı. Bu haftalardır ettiği dualarının kabulüydü. De Benardi Sarayı'ndan kurtulma fırsatıydı.

Lucca'da Maddalena'yı seven, onunla birlikte gülen doyasıya konuşup eğlenebildiği ve en önemli ona anne ve baba sıcaklığı veren Agnesi Halası ve Sinyor Cardello vardı. Kadının karşısında yüzü bir anda aydınlanmaya başlamıştı fakat bir an sonra hissettiği mutluluk yerini endişeye bırakmıştı.

"Lucca'ya dönmeyi çok isterim. Fakat annem bundan hoşlanmayabilir, o evleneceğim zamana kadar Roma'da kalmamı istiyor."

"Bu sözlerini beni hiç tanımıyor oluşuna veriyorum, ben bir şeyi yapabileceğimi söylüyorsam yaparım. Biraz sonra ağabeyinle bu konuyu konuşacağım. Bizim Lucca'da birkaç aile dostumuz var, onların verdiği davetlere Sandrino ile onur konukları olarak katılacaksınız. Sosyete sizin gibi genç ve parlak bir çifti görmekten çok hoşlanacaktır. Sandrino'nun müstakbel eşi olarak yanında oluşun diplomatlık görevindeki vizyonunu da arttırır. Fakat açıkça söylemem gerekirse seni Lucca'ya göndermemim sebebi; oğlumun kaçtığını sandığı yerde huzurunu kaçırmanın, onu zorlamanı istemem. Eminim seninle aynı şehirde olmaktan hiç memnun olmayacaktır, bununla nasıl başa çıkacağın da senin sorunun olacak. Bense burada sizden gelecek haberleri bekliyor olacağım. Lucca'dan birlikte döndüğünüzde de sizi büyük bir törenle evlendiririz."

Lucca fikri Maddalena'nın adeta kanını ateşliyordu. Oraya gittiğinde daha özgür olacaktı. Yeniden dilediği ne varsa yapabilir belki Franco'nun sanat atölyesine bile uğrayıp orada vakit bile geçirebilirdi. Kaçıp gitme teklifini hala düşünmediği Bernardo'da orada olacaktı ve elbette onunla da vakit geçirecekti. Sandrino'nun buna nasıl bir tepki vereceğini ise tahmin edemiyordu. Öte yandan nehrin kıyısındaki yürüyüşlerinde Bernardo'dan hoşlanmadığını açık açık dile getirmişti. Neler yaşanacağını ancak tanrı bilebilirdi. Fakat Maddalena o an Lucca'ya dönecek olmaktan son derece mutluydu.

O sandalyesinde zümrüt yeşili gözlerinin içindeki zafer ışıltıları ile oturmaya devam ediyorken Rosia Panzio, memnuniyetle dudaklarını gülümseye benzer bir şekilde kıvırıp kararlı bir sesle son sözlerini söylemişti.

"Sandrino iki gün sonra yola çıkacak sende bir gün sonra çıkarsın. Fakat şimdilik bunu kimse bilmeyecek, Sandrino arkasından Lucca'ya gideceğini öğrenirse engel olmaya çalışabilir. Bırak seninle Lucca'da karşılaşsın."

"Nasıl isterseniz, eşyalarımı hazırlamam için bana üç gün yeter."

Ruhunun derinliklerinden gelen hayat dolu bir gülümsemeyle konuşan Maddalena, sonrasında kadının yanından ayrılmıştı. Biraz önce tuhaf bir şey keşfetmişti, Marianna, annesi, Rosia Panzio.. hepsi onun Sandrino'yu evliliğe ikna edebilecek kişi olduğuna inanıyordu. Bunu yapabileceğini düşünmeleri komik gelmişti, uzun saçlarını dalgalandıran rüzgâra karşı gülümseyip büyük bir nefesle taze havayı içine çekmişti. 

Sandrino aksine inansa, uzağa kaçsa bile ümidi sırtına vurup düşebilir miydi yollara? Birlikte güzel bir hayat düşlese dahi bu hayalin peşinden gitmek delilik miydi? Sandrino'nun kalbini ona açabilme ihtimaline dahi tam olarak tutunamıyordu. 

**

Yarım ay karanlık gökyüzüne yumuşak sedef rengi bir parlaklık verirken Ludovico Malikanesinin çocuk odasında olan Clarissa Ludovico, üzerindeki kalın sabahlığıyla melekleri kıskandıracak bir masumiyetle uyumakta olan oğlunu seyrediyordu. Battaniyesinin üzerine çıkardığı minik elini tutmaya devam ederken bir süre daha yatağının ucunda oturmaya devam etmişti. Aklı ise geçirdikleri günün detaylarıyla doluydu. 

Marchello'nun yanı başındaki yelkenliye her gözü iliştiğinde, önce Sandrino'ya ardından nişanlısını hatırlıyordu. Onları kimsenin izlemediğini sandıkları anlarda Sandrino ve Maddalena'nın birbirlerine üzüm verdikleri sırada tatlı atışmalarını aklından çıkaramıyordu. Üç yıl önce evliliğinin zor bir zamanında içini rahatlatıp ona iyilik yapan Sandrino'nun da Andreani ile onun kadar mutlu olmasını canı gönülden diliyordu.

Uykusunun derinleştiğinden emin olduğu Marchello'nun minik elinden kendisininkini usulca ayırdığında uzanıp öpmüş sonrasında omuzların kadar çektiği battaniyesinin içine almıştı. Oturduğu yerden doğrulup ayağa kalktığında geceleri yanında kalan dadısını çağırıp aynı koridordaki yatak odalarına geçmişti. Yüzeyinde zarif oymaların bulunduğu çift kanatlı kapıyı arkasından kapattığında Andreani'yi yataklarının ucundaki divanda otururken bulmuştu.

"Zor mu uyudu?"

"Hayır, bugün çok yorulmuş, yatağa yatar yatmaz uyudu. Ben onu izlemeye dalmışım."

Üzerinden çıkarttığı sabahlığını kenara bırakırken Andreani'ye çevirdiği yüzüyle cevap vermiş Clarissa, üzerine çıktığı yataklarının ayak ucuna kıvrılmıştı. Bu şekilde ahşap kenarına sırtını yaslayarak bacaklarından birini öne uzatmış divandaki Andreani ile yüz yüze bakıyorlardı. Düşünceli bir tavırla ellerini açık bıraktığı uzun kumral saçlarına götürürken kısık sesiyle mırıldanmıştı.

"Bugün seni Bruno'yu  pek kibar olmayacak şekilde kenara çekerken gördüm. Ağaçların arkasında baş başa bir şeyler konuştunuz."

Şömine ateşi ve mumların kızıl alevleriyle aydınlanan Andreani'nin yüz hatları bu sözlerini duyduğunda yarım bir tebessümle kıvrılmıştı. Uzun kolunu uzatıp geceliğinin altından çıplak bacağına elini yerleştirdiğinde gözlerinin içine bakıyordu.

"İtiraf et, gözlerini benden alamıyorsun."

"Benim yerinde durmayan bir oğlum var, onu takip ederken ister istemez çevreye de dikkat ediyorum."

"Benim tatlı karım hep karşı koyuyorsun."

Clarissa içini çekerek gülerken büyük eli kalçalarına yaklaşan Andreani oturduğu yerde yükselerek ona doğru yaklaşmaya başladığında elini üzerinden uzaklaştırıp açtığı geceliğini olabilidiğinde kapatmaya çalışmıştı. Onu baştan çıkarıp dikkatini dağıtmadan önce merak ettiklerini öğrenmeye kararlıydı. Elini mavi işlemeli örtünün üzerine yasladığında uzun kumral saçlarının perdelediği elmacık kemiklerinin çıkık olduğu yüzünü tekrar arkasına yaslanmış Andreani'ye doğru yaklaştırmıştı.

"Beni geçiştiremezsin."

"Ne konuştuğumuzu söylersem biraz daha yaklaşıp senin öpmeme izin verecek misin?"

Bunun üzerine kendini tutamayan Clarissa, inci beyazı dişlerini göstererek gülmüştü. İki elini de yatağa yaslayıp üzerine eğildiğinde dudakları Andreani'nin dudaklarıyla buluşmuştu. Büyük eller yüzünden boynuna sonrasında ise geceliğini yakasını geçip göğüslerine doğru kaydığında Clarissa, öpüşmelerini sona erdirmişti. Geceliğini yakasını düzeltirken yeşim yeşili gözlerini kocasına dikmiş anlatmasını bekliyordu.

"Duyduklarına inanmayacaksın. Bruno, Sandrino'nun Lucca'daki o kavgada Bernardo Galeazzi'ye nasıl meydan okuduğunu anlattı. Söylediklerini sana direk olarak alıntılıyorum; Nişan da benim nişanlı da keyfim ne isterse onu yaparım. İster bozarım, ister evlenirim, istersem de sırf sen bekliyorsun diye yıllarca uzatırım. Her şekilde kız benim nişanlım."

Şaşkın gözlerle Andreani'yi dinleyen Clarissa dudaklarının üzerine uzun parmaklarını kapatırken omuzları sarsılarak gülüyordu.

"Bunları Sandrino mu demiş? Fakat benim bildiğim kadarıyla evlenmek istemiyor. Nasıl söylemiş olabilir ki?"

"Gerçek şaraptadır. Meyhanelerde insanlar bazen tuhaf şeyler söylerler, konuşan şarapta gizli olan gerçeklerdir. Aynı şey öfkeliyken de geçerli. Ve o akşam Sandrino'da ikisi de çokça varmış. Hatta o yüzden sabah Bruno'yu duyduklarını kimseye söylememesi için tehdit etmiş."

Andreani, konuşurken kolunu kendine çektiği bacağına yaslamıştı. Sandrino'nun tehditte rağmen Bruno'yu konuşturabilmiş olmasını her zaman olduğu gibi kibirli bir tavır takınarak anlatmıştı. Evliliklerinin ilk yılında şikayet ettiği, etrafındaki insanları sindiren karanlık tarafı ve kibirli karakterine zaman zaman hala sinirlense dahi artık benimsemişti. Bu Andreani'nin öz benliğinden geliyordu. Düşündüğünde Andreani'de onun mağrur ve soğuk karakterine iyi uyum sağlamıştı.

İçini çekerek omzunu yavaşça yanındaki ahşap direğe yaslamış bir elini çenesinin altına götürüp yeniden düşüncelere dalmıştı. Aklı hala birbirlerine çok yakıştırdığı sarışın çiftteydi.

"Sen bugün hakkında ne düşünüyorsun? Maddalena'yla benden önce tanıştın, sence de sıcak kanlı bir kız değil mi? Ablası gibi porselenden değil, -mış gibi yapmıyor, canlı, rahat ve içten. Marchello'da çok sevdi. Tuhaf bir şekilde Sandrino ile de çok ilgili, ne zaman onun adı geçse ifadesi değişiyor. Sandrino da aynı şekilde, bakmadıklarını sandıkları anlarda birbirlerini izliyorlar. Demek istediğim, sence Sandrino Maddalena'dan hoşlanmaya başlamış olabilir mi? Belki de bu gerçekten içinde sevgi olan bir evlilik olur."

Andreani onun düşüncelerini birbiri ardına söze döküşünü gülerek izlemişti. Üzerindeki beyaz gömleğinin yakasındaki ipleri gevşetmeye başladığında Sandrino'nun inatlaşıldığında ters tepki yapan zor karakterini düşünerek konuşmuştu.

"Sandrino, sevdiğini ya da kıskandığını göstermektense yarımadanın öbür ucuna kaçacak kadar delidir. Üzülerek söylüyorum ki hoşlanmaya başlamışsa bile bunu o zavallı kıza göstermez. Sandrino, âşık olsa başı ağrıdığını filan sanıp hekime bile gidebilir, o kadar bu işlerden uzak. O yüzden Sandrino kızı seviyor olsa da senin düşündüğün gibi kolayca kabul edeceğini sanmıyorum. Kafasının sürtülmesi gerek."

Clarissa yavaşça başını sallamıştı, Maddalena adına içten içe üzülüyordu. Fakat aynı zamanda Andreani'nin sözleri aklına bir anıyı getirmişti. Oyuncu bir şekilde gülümseyip kumral kaşlarını havaya kaldırmıştı.

"Fakat sen bana aşık olduğunu hemen kabul etmiştin."

"Çünkü Clarissa öyle görünmese de ben basit bir adamım; öfkeliysem öfkeliyimdir, birini öldüreceksem onu öldürürüm, aşıksam da uzatmam onunla evlenirim. Bu kadar, ben bir şeyi istiyorsam alırım."

"Çok duygusal bir ilanı aşk oldu teşekkür ederim sevgili kocam."

Onun ciddileşerek söyledikleri Andreani'yi alayla güldürmüştü. Oturduğu yerde hareketlenip, eliyle çenesini çevirerek gözlerinin içine bakmaya zorlamıştı.

"Duygusallık mı istiyorsun istiyorsunuz hanımefendi?"

"Hiç fena olmaz."

Clarissa, yeşim yeşili gözlerini kıpıştırarak gözlerinin içine bakıp cevap verdiğinde Andreani, manalı bir tavırla sırıtmıştı. Her an biraz daha üzerine doğru yaklaşırken çenesinin altındaki elini boynuna doğru indirip usulca okşayarak muzip bir ciddiyetle parlayan mavi gözlerini yüzünde dolaştırıyordu.

"Harika bende bir süredir duygusal şeyler üzerine düşünüyordum. Biz üç kişilik çekirdek bir aile olarak harika görünüyoruz fakat artık dörtlü olsak daha harika görünebiliriz."

"Ne dördü?"

"Dört, sen ben Marchello ve bebek."

Gözleri birbirine kenetlenmişken duyduğu sözlerle birlikte irkilerek kendini geriye çeken Clarissa, bir elini Andreani'nin göğsüne yerleştirip nazikçe üzerinden itmişti. Onun huysuzlanan bakışları karşısında bilmiş bir edayla dudaklarını kıvırıp omuzlarını silkmişti. 

"O zaman sana kendi başına hamile kalıp kendi başına doğurmakta başarılar diliyorum. Sonuçta sen bir şeyi istiyorsan hep alırmışsın ya, bunu da kendi başına yapabilmeyi iste ve al lütfen."

"Clarissa."

"Ben uyuyorum, sana iyi geceler."

Andreani'nin haşin bir sesle adını dile getirişinden içinde yükselmekte olan vahşi dürtüyü hisseden Clarissa, bastırmaya çalıştığı gülüşünü mum ışığının yansıdığı uzun gür saçlarının arkasına saklayıp yatmak üzere yatağın baş ucuna dönerken kısık sesiyle onu geçiştirmeye çalışmıştı. Fakat arkasını dönmüş,yastığına uzanırken Andreani kaçmasına fırsat veremeden büyük eliyle uzanıp bacağından yakalamıştı. Oturduğu divandan çevik bir hamleyle yatağa geçtiğinde önce konuştukları sırada yakasını gevşettiği gömleğini çekip çıkarmıştı. Gülerek kaçmaya çalışan Clarissa'nın üzerine eğildiğinde  ince bedenini çekiştirerek sırt üstü çevirmişti. Yüzünü dağılmış kumral saçlarına sürterken gülüşleri birbirine karışıyordu.

"Marchello kardeş istiyorum dedi."

Clarissa kolları arasında hapsolmuşken altında çırpınmayı bırakmıştı. Ellerini geniş omuzlarına yerleştirmeden önce kulağına sıcak nefesiyle fısıldadıklaına karşılık olarak koluna vurup çıkışmıştı.

"Yalancı, Marchello kardeşin ne olduğunu anlayamayacak kadar küçük."

"Yarın sabah sorarız."

Bir kez daha keyifle gülen Andreani, dudaklarını öpmek için sokulurken kendi burnunu burnuna sürtüp alaylı bir şekilde cevap vermişti. Gülümseyen dudaklarını onun dişlediği dudaklarının üzerine kapatıp, arasında kaybolurken boştaki eliyle de geceliğini üzerinden göğüslerini okşamaya başlamıştı.

"Çocuğuma yine anlamadığı şeyleri ezberletip yanıma göndereceksin, seni tanıyorum."

Dudaklarını ayırdığında Clarissa, huysuz bir sesle söylenmesine rağmen al al olmuş yanakları ve boynuyla içtenlikle gülüyordu. Karısının yeşil gözlerinin içine bakarken sırıtan Andreani başını biraz olsun geriye çektiğinde beyaz geceliğini üzerindeki ipleri baştan çıkarıcı bir edayla çözmeye koyulmuştu. Gökyüzü mavisini andıran gözlerinin içi tekinsiz bir vahşilikle parlıyordu.

"Bende seni tanıyorum, hamile olmaktan nefret ediyorsun ama doğurup kucağına aldığında adeta çocuğu taparcasına seviyorsun."

"Kötüsün Andreani, beni anneliğimden vuramazsı-

Geceliğini üst kısmını sıyırdığında dudaklarını tekrar onun dudakları üzerine kapatan Andreani, Clarissa'nın sözlerinin devamını getirmesine izin vermemişti.

Yazan; Mirena Martinell.

İşte yeni bölüm 🙋🏻‍♀️ An itibariyle 12.000 kelime ile hikayenin enn uzun bölümü budur! Bu bölümden sonra Lucca'ya gidişimizle hikayenin hızlanacağına garanti veriyorum, bizimkileri toparlayabildiğim en hızlı şekilde evlendireceğim 👩‍❤️‍👨 Rosia Panzio'nun değişiyle; O düğün olacak !! 😂 Bir sonraki bölüm ortalık fena karışacak benden söylemesi, aralara bir çok küçük ama önemli detay koydum 😈
Son kısma eklediğim Andreani ve Clarissa bonustu 💓  Bölüm çok uzanmıştı, bir an yazmasam mı diye düşünmüştüm ama sonra kendimi hevesle yazarken buldum. Muhteşem Güzellik bugün 50 bin olmuş, onu görünce iyi ki de yazmışım dedim 🙆🏻‍♀️ Ara sıra onları bu şekilde yalnız yazacağım. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Hepinizi çok öpüyorum kendinize iyi bakın görüşmek üzere ❤️ ❤️

Lütfen okuyan herkes oy vermeden geçmesin. Oy sayısı bir türlü artmıyor bu da beni çok üzüyor :/ Küçük de olsa bölüm hakkındaki düşüncelerini benimle paylaşmanızı bekliyorum ♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top