Bölüm 5
Kapıdan çıkan yaşlı adam birkaç adım atarak Murat'a doğru iyice yanaştı. Ellerini önlüğüne silip kurularken onunla beraber hoş bir kahve kokusu da Murat'a doğru yaklaşıyordu sanki.
Murat ile aralarında artık birkaç adımlık yer kalmıştı. Yaşlı adam kuruladığı ellerinden birini Murat'a doğru uzattı. Yüzünde gülecen ve sevimli bir ifade vardı ki burnunun üstünde zar zor duran gözlüğü de bu sevimli ifadeyi destekliyordu.
Eğer yanında olsaydınız o gözlükleri ellerinizle siz düzeltmek isteyebilirdiniz gerçi. Her an kendini yere atıp ortalığı birbirine katma fırsatı bekleyen fesat birer çocuk gibilerdi. Fazlasıyla telaşlı ve tez canlı olduğu belli olan bu adamın yüzündeki her çizgiden bu koşuşturmacalarla dolu hayatın izleri okunuyordu.
"Hoş geldin!"
Bu kelimeyi duyar duymaz gayri ihtiyari "Hoş buldum!" dedi Murat. Kalbi deli gibi çarpmaya devam ediyordu. Gözlerini tek bir an bu yaşlı adamın gözlerinden ayırmadı. Kendisi Uğur'u nasıl gözlerinden tanıdıysa belki de Uğur da daha ilk bakışta Murat'ı tanımıştı kim bilir?
Murat hem sevinç hem de korku içindeydi. Henüz bir gün önce gördüğü dostunu bir gecede 23 sene yaşlanmış görmek Murat için kesinlikle sarsıcı bir deneyimdi ama işler Uğur için daha zor olmalıydı. 23 yıldır görmediği Murat'ı hiç yaşlanmamış bir halde karşısında görmek kim bilir onu ne kadar şaşırtacaktı.
"Acaba sahiden de tanıyabilecek mi?" diye içinden çığlıklar atarken gözlerini Uğur'un gözlerine dikmiş öylece bekliyordu Murat.
Ve sahiden de Uğur adeta onu tanımış gibi bakıyordu yüzüne. Sanki birden "Bunca zamandır nerelerdeydin?" diyecek gibi geldi Murat'a. İçinden "Tanıdı! Gerçekten de tanıdı!" diye geçiriyordu ki yanıldığını anlaması uzun sürmedi.
"Kermes için geldin değil mi? Gel şöyle oturup konuşalım!"
Uğur bu cümleleri söyledikten sonra Murat'ın koluna yapışıp onu boş masalardan birine oturttu. Heyecanla kermes için cafede yapacağı değişiklikleri, masaları nasıl birleştireceğini ve kahveler için bir ücreti asla kabul etmeyeceğini neredeyse nefes almadan anlatıverdi. Murat'ın bu durum karşısında Uğur'un susmasını beklemekten başka çaresi yoktu. Zira Uğur bu konuda en son hatırladığı halinden hiç de farklı değildi. O, eğer bir şeyleri heyecanla anlatmak istiyorsa sözü bitmeden kimse başka bir konuya geçemez, onun cümlelerine kulaklarını sorgusuz sualsiz teslim ederdi. İşin garip tarafı, Uğur sözlerini bitirdiğinde onu dinleyenler de o konu hakkında en az onun kadar heyecanlanmış hale gelirdi. Şimdi de aynısı oluyordu. Murat bir süre sonra ne için olduğunu bile bilmediği şu kermes yüzünden heyecanlanmaya başlamıştı sahiden de.
Murat, eğer bu kadar uzun yolu bu kadar kısa biz zamanda aşmamış olsaydı, Uğur sustuğu zaman heyecanını da sürdürebilirdi belki. Ama onun susması ile yeniden kendi durumunun çıkmazı içinde buldu kendini. Kütüphanesi bir kaza sonucu yanan yakınlardaki bir lise için yapılacağını anladı en azından kermesin. Lakin bu, şu an için umurunda olabilecek en son şeydi. Murat tam lafa girecekti ki Uğur az önceki garson kıza seslenerek iki Türk kahvesi getirmesini istedi. Uğur durmak bilmez konuşmasına başladığı andan beri kız mutfak kapısına dayanmış onları izliyordu zaten.
"Eeee..." dedi Uğur kahveleri geldiğinde. "Sen ne diyorsun?"
"Ben..." dedi Murat. Kahvesini eline alıp küçük bir yudum çekti. Tahmin ettiğinden biraz daha acı bir tadı vardı. Kahveden aldığı bu ilk yudumla ne kadar aç olduğunu da hatırlayıverdi birden. O an boş midesinin acı kahve ile dolmasının önüne geçmek diğer her şeyden önemli göründü gözüne. "Bir simit alabilir miyim?" diye sordu Uğur'un artık ilk gördüğü anki kadar tanıdık gelmeyen yüzüne bakarak.
Simidin sonlarına doğru karnının iyi kötü doyduğunu hissediyordu Murat ve soğumuş da olsa kahvesine geçebilirdi. Bu süre boyunca baya vakit kazanmıştı aslında. Söyleyeceklerini biraz daha olgunlaştırmış, açlığı ile beraber heyecanını da bastırmıştı.
İkisi arasındaki sessizlik sonsuza dek sürecekmiş gibi devam ederken Murat birden "Ben Murat!" dedi.
Uğur'un yeterince dikkatini çekmemiş olduğunu fark ettiği için duraksadı bir süre. "Arkadaşın, dostun Murat!" diye devam etti. "Nasıl da yaşlanmışsın."
Uğur elini boş kahve fincanına götürüp sanki içi doluymuş gibi tutup dibine çökmüş telvelere baktı öylece. Yüzünde hiç mimik yoktu. Hatta az önceki babacan ifade bile kaybolmuştu.
"Be... Ben..." diye kekeledi Murat. "Bir an kendi zamanımdaydım. 2000 yılında yanii! Ama sonra kendimi burada buldum!"
"Geri zekâlı!" diye mırıldandı Uğur. "Adresi bulamamış desene şuna! Oysa uzun uzun anlatmıştım!"
Murat'ın dediklerini hiç duymamış gibi kermes için beklediği adamın hala orada olmamasına kızıyordu.
"Benim kanka!" diye yineledi Murat. Resmi kelimelerden tamamen kopması gerektiğini anlamıştı.
"Yüzüme baksana oğlum! Tanımadın mı? Benim lan işte! Murat!"
Uğur'un suratındaki o babacan ifade tamamen silinmiş yerini çatık kaşlara ve az öncekinden çok daha yaşlı ve yabancı gözlere bırakmıştı. Az sonra ne geleceğini kestirmenin imkânı yoktu Murat için. Kendini her şeye hatta yaka paça dışarı atılmaya bile hazırlamıştı ama böyle olacaksa bile hemen olmayacağını da iyi kötü kestirebiliyordu. Uğur hala aynı kızgın çehre ile onu süzmekteydi.
"Peki!" dedi Uğur, kehribar saçlı kızın yaptığı gibi basit ama keskin tek bir cevap vererek. Oturduğu yerden her an kalkacak gibi bedenini gergide tutuyordu. Kolları iki yana açılmış beli biraz daha dikleşmişti. Cafe giderek kalabalıklaşıyor, içeride yankılanan uğultu her geçen saniye daha da artıyordu.
Devam etmesine fırsat vermek için ağzını uzun süre açmadı Murat ama Uğur tek bir kelime dahi söylemedi. Derin bir nefes verdikten sonra ellerini masanın üstüne koydu ve doğrulmaya başladı. İnandıramadım onu! diye düşündü Murat. Bir şeyler yapmam lazım!
Ama hiçbir şey yapmadı, yapamadı!
Ona anlatmayı planladığı anılar, söyleyeceği etkileyici olmasını beklediği cümleler...
Hepsi ama hepsi o an o kadar anlamsız ve işe yaramaz geliyordu ki kendini de hazırladığı cümlelerini de çöpe atılmak üzere bir masanın üstünde bekleyen işe yaramaz parçalar olarak gördü. Bu dünyada kendisinin de zihninde yeşerttiği kelimelerin de ne bir yeri ne de bir anlamı vardı. Göz ucuyla Uğur'un arkasından baktı bir süre. Usul adımlarla ilerliyordu mutfağa doğru. Oradan çıkıp kendisine heyecanla kermesi anlatan adam gitmiş yerine en az bir 20 yıl daha yaşlanmış yorgun bir ihtiyar gelmişti sanki.
Burada daha fazla beklemesi için bir neden olmadığını biliyordu Murat ama nedense bedenini yerinden kaldıramadı. Bir şeyler düşünmek istedi ama beyni tamamen boşalmış gibiydi. Ne olduğunu çözemediği bir beklenti vardı içinde.
Mutfak kapısı yeniden açıldığında o kehribar saçlı kız çıktı dışarı. Bu sefer üzerinde garson önlükleri yoktu. Garip bir üniforma giymişti. Mor ve mavi renklerin karışımı, daha önce benzerini hiç görmediği bir üniforma.
Kızın sırtına geçirmeye çalıştığı çantayı fark ettiğinde üniformanın da bir liseye ait olduğunu kendiliğinden çözmüştü tabii Murat. 2000 yılında alışık olduğu üniformalardan çok farklıydı ve bir liseden çok iş yerine ait gibiydi. Kendi döneminde bir öğrenci bu şekilde okula girse herkesin onu nasıl da gırgıra alacağını düşündü bir an.
Kız hızlı adımlarla yanından geçip gitti Murat'ın. Ve belki Murat'a öyle geldi ama ona doğru sinir ve tiksinti ile baktı sanki. Kız çıktıktan sonra Murat da ayağa kalktı. Cebini yoklayıp eline gelen bozuklukları otomatik hareketlerle masaya bırakarak son bir kez mutfak kapısına çevirdi yüzünü. Uğur'un onu tanıması için en azından bugünlük yapacağı bir şey olmadığına emindi, çıkışa doğru ilerlemeye başladı.
Cafenin dışına ilk adımını attığında unuttuğu o soğuk dişlerine vuran ince bir sızı ile hatırlattı kendini. Dişlerine yayılan bu sızı çenesinin nasıl da birbirine kenetlendiğini anlamasını sağladı. Derin bir nefes aldı, ağzını gevşetti; birkaç adım uzaklaşıp cafeye çevirdi gözlerini. Bir gecede 23 yıl yaşlanan dünyaya rağmen hala genç olmasının damarlarına pompaladığı fazladan bir kudret vardı sanki. Alışıyor olmalıydı kendi alicevari dünyasının çözümsüz gibi görünen durumuna.
Ayakları farkında olmadan onu bu cafenin önüne getirmişti. İlahi bir emri takip ediyor gibi gelmişti buraya. Uğur'un onu tanımaması bir an dünyanın sonu gibi görünmüştü ama yaşadığı şoktan olsa gerek, en baştan beri fark etmesi gereken şeyin yeni yeni ayırdına varıyordu.
Elif'i de bulabilirdi aslında. Sevdiği kızın aradan ne kadar zaman geçerse geçsin onu ilk gördüğü anda tanıyacağına şüphesi yoktu. Lakin onu Elif'ten de hızlı tanıyacak insanların bulunduğu bir ev daha vardı. Ailesinin, babasının evi! Oraya gitmeliydi işte şimdi. Babası ve annesinin onu tanıması için tek kelime etmesine bile gerek olmayacaktı. Kapıyı çalacak, açılan kapıda annesi veya babası ile göz göze gelecek ve 23 yıldır görmedikleri oğullarını karşılarında görünce sevinçle kucaklayacaklardı.
Bu düşünceler içinde yüreği giderek daha da ferahlıyordu. Öyle ya sadece 23 yıl gelecekteydi. Ya Wells'in "Zaman Makinesi" romanındaki gibi binlerce yıllık bir sıçrama yapsaydı? O zaman durumu şimdikinden çok daha beter olurdu. Belki de geçmişe giderdi, karanlık çağlara. O zaman ufak bir grip bile onun ölmesine neden olabilirdi. Ya da grip olacak kadar uzun bir hayat zaten süremezdi kim bilir! Moğol akınlarının ortasında garip kıyafetlerle sağa sola koşturan bir adamın atların altında kalıp ezilmesini tarih kitaplarının yazmayacağını tahmin etmek zor değildi haliyle.
Bu düşünceler zihninde akan bir nehir gibi düzensiz ama sürekli hareket halinde iken onu cafeden çıktığı andan beri takip eden bir çift göz olduğunu anlamasına imkân yoktu. İlerlemesine devam etti. Evine gitmeliydi. Değişen sokakları tanımaya çalışarak akşama kadar yolunu bulmaya çalışacak tüm gün onu takip eden meraklı ve öfke dolu gözlerin hapsi altında dolaşıp duracaktı.
Gökyüzünde yağmur bulutları birikmeye başlamıştı usul usul.
Yürüdü yürüdü yürüdü...
Saat 15.00 olmak üzereydi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top