Bölüm 10


Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil

Rüzgârda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil*

...


Hızla doğruldu Murat yattığı sıcak ve yumuşak yatağın üstünden. Derin derin soluklandı birkaç saniye öylece. Hafızası o an başlamış gibi hiçbir hatırayı taşımıyordu ve konuşmayı bile bilmediğinin farkında değildi aslında. Uzunca bir süre yarı doğrulmuş halde öylece bakındı. Nerede olduğunu düşünmek için bile daha çok erkendi. Beyni, henüz kurulmuş bir saat gibi, yeni işlemeye başlamıştı ve o saatin dişlileri hala harekete geçmeye direniyor, adeta güç bela hareket ediyordu.

Karanlık bir odanın içindeydi. Yine de etrafını görebileceği ışığa sahipti bu karanlık. Bir an birilerinin onu seyrettiği gibi garip bir hisse kapıldı. Yapayalnız olduğuna emin olduğu odada onu seyreden gözler olduğunu fısıldıyordu içgüdüleri. Ensesinden başlayan bir ürperti ve korku yayıldı bedenine.

Ayağa kalktı.

Sadece odada değil koca bir evin içinde tek başına olduğunu fark etti. Halıları, mobilyaları, perdeleri ile alışıldık küçük bir evdi burası.

Evin odalarını dolaşmaya koyuldu. Tüm odaları teker teker gezdiğinde kendini uzun bir koridorun başında buldu. Tam karşısında içine göz atmadığı son odaya açılan kapı duruyordu. 

Kapının hemen önünde buldu kendini hiç adım atmadan. O mu ilerledi kapı mı ona doğru yaklaştı anlayamadı. Elini uzattı kapının koluna doğru. Lakin olmayan bir şeye uzanıyordu. Bir kapı kolu yoktu.

Arkasında bir uğultu duydu sonra, birisi bir şeyler fısıldamıştı. Tanıdık bir ses olmalıydı zira bu sefer korkmamış sadece sesin tam olarak nereden geldiğini merak etmişti. Ama gariptir ki sesin geldiği yöne yüzünü çevirdiği an koca ev yine sadece ona aitmişçesine sessizliğe gömüldü.

Fırtına...

Bu sefer duyduğu fısıltının ne olduğunu anlayabildi. "Fırtına" demişti biri emindi buna. Yüzünü yeniden kapıya çevirdi. Az önce sıkı sıkıya kilitli olan kapı açılmış, artık kilitli olmadığını gösterircesine hafifçe aralanmıştı. Sonra onu itmek üzere elini kaldırdı Murat ama buna gerek kalmadan bir büyünün buyruğuna itaat eder gibi kendiliğinden açılıverdi kapı gıcırdayarak.

Ve bu sefer odanın içinden geldiğine emin olduğu kadar bariz bir netlikle yine aynı şeyi duydu.

Fırtına...

İçeri süzüldü bir hayalet gibi. Oda bomboştu diğer odaların aksine. Tam merkezde büyük bir bavul duruyordu. 70'lerden kalma, eski, kahverengi ile pembe arasında bir renge sahip garip bir bavul! Başka hiçbir şey yoktu odada. Bir de duvarda asılı duran koca ahşap bir saat.

Saatin kaçı gösterdiğini merak edip bakmak istedi ama koca saatin akrep ve yelkovanı yoktu üstünde. Sayılardan başka hiçbir şey yoktu. Üstelik çalıştığına dair en ufak bir ses bile çıkartmıyordu.

Tam saate yanaşıp daha yakından inceleyecekti ki bu sefer yüreğini ağzına getiren bir ses duydu. Yeri titreten bir ses! Bir patırtı...

Bavulun içinde biri vardı. Oradan çıkmak için sağa sola debeleniyor, bir şekilde içine sıkıştığı hapishaneden kurtulmak istiyordu.

Sırtını duvara verdi Murat. Korkusunun yatışması için derin derin nefes aldı ama aldığı her nefes sanki bavulun içinden çıkmak isteyen varlığa güç veriyor onun ciğerlerine doluyordu. Aynı sesi yine duydu.

Fırtına...

Tanıdığı birinin sesi idi bu. Pek hoş bir ses sayılmazdı ama sahibini tanıdığına emindi. Bir şeyler hatırlaması için özellikle sesleniyordu sanki. Ama neyi hatırlaması gerekirdi ki? Oda garip bir şekilde ona çok tanıdık gelmeye başladı. Burada daha önce de bulunmuştu sanki! Ama... Durup düşündü birkaç saniye. Bu anı daha önce yaşamadığına emindi!

Bavul bir kere daha zıpladı.

Fırtına...

Bavul biraz sakinleşmiş gibiydi. Ona doğru birkaç adım attı Murat. Az önce fark ettiği şey ona biraz olsun cesaret vermişti. Ses bavulun içinden geliyordu. Her gün duyduğu bir ses olduğuna bile yemin edebilirdi. O kadar tanıdık bir sesti ki nasıl onun sahibini hatırlayamadığı sorusu giderek büyüyordu kafasında.

Her ne kadar Murat hala korkuyor olsa da ses dostçaydı ve oradan çıkmak için her şeyini ortaya koyduğu barizdi.

Fırtına...

Bavulun yanında diz çöktü Murat.

Fırtına...

Yaklaşınca fark etti, bavulun üstünde 1977 yazılıydı. Doğduğum yıl değil mi? diye geçirdi içinden. Hafızası ne zaman nefes almaya başlamıştı bilmiyordu ama bazı şeyleri anımsıyordu işte.

1977 de doğmuştum!

Bavul birden tamamen sessizliğe gömüldü. Tamamen kıpırtısız bir şekilde öylece kalakaldı ve yana devrildi. Nicedir o ses de susmuştu. Fısıldamıyordu artık!

Bir an korkuya kapıldı Murat. Aceleyle kilitlerini açtı bavulun. Kapağı açtığında ne göreceğine dair duyduğu merakı birkaç saniye bastırıp biraz soluklandı.

Nefes nefese kalmıştı. Kasıklarında daha önce hiç duymadığı bir ağrı hissediyordu. Gövdesinin iki yanından da bir şeyler harekete geçmiş, damarlarında kanıyla beraber yakıcı bir şeyler de dolaşmaya başlamıştı sanki. Midesinin tam altında bir şeyler ona acı ve bulantı vermeye başladı. Nefes nefese kalmıştı. Terliyordu.

Kasıklarındaki ağrı garip bir hazza dönüşmeye başladı. Damarlarında gezen yakıcı şey her ne ise tüm bedenine gerçekliğin çok daha ötesinde bir his aşılıyordu sanki.

Saat bir an tıkırdadı. Ama hala çalışmıyordu.

Usulca kaldırdı bavulun kapağını.

***

Bavul boştu.

Saat bir kez daha tıkırdadı. Hala çalışmıyordu.

Elini bavulun içinde gezdirdi. Sanki gözlerinin göremediği ama orada olan bir şeyleri arıyordu. Nafileydi. İçinde garip ve nemli bir sıcaklık hissetse de bavul tamamen boştu.

Sıcaklık...

Elini bavulun iç kılıfına sürttü. Sıcak bir yatağın soğuk kış gecelerinde insanı içine çeken şefkatli kucağı gibi sıcaktı bavulun içi. Lakin yer yer kaygan bir ıslaklık da hissediyordu. Diğer elini de sürtmeye başladı kılıflara. Kasıklarına yayılan haz artık hissettiği yegâne şey olmuştu. Nefesi iyice hızlanmış göz bebekleri alabildiğine açılmıştı.

Çok güzel... diye mırıldandı. Artık parmaklarını değil yüzünü gezdirmeye başlamıştı bavulun içinde. Öyle bir an geldi ki dışarıda ne oluyor olursa olsun kafasını bavulun içinden çekmezdi herhalde. Daha da sokuldu bavula. Kadife kılıf yüzünü okşuyor, onu iyileştirmek isteyen bir merhemmiş gibi her dokunuşunda ilahi bir şifa sunuyordu.

Nu böyle ne kadar sürdü kimsenin bilmesine imkan yoktu ama nihayet yüzünü kadife kılıfın da ötesine geçirmek ister gibi bastırdı Murat. Bavul bu kadar sert olmasa o kadife dokumayı yırtıp öte tarafına geçerdi hatta.

Sonra...

Sonra kendini aniden inanılmaz bir yorgunluğun içinde buldu. Bavulun kilitlerini açarken mi yorulmuştu böyle yoksa sonradan mı oldu kestiremedi. Öylesine yorulmuş öylesine terlemişti ki biraz dinlenmek istiyordu artık.

Göz kapaklarının kendiliğinden kapandığını hissetti birkaç dakika sonra. Bavula biraz daha sokuldu. Kokluyordu şimdi sanki bir çiçek bahçesinde arzuladığı kokunun izini sürer gibi. Biraz daha sokuldu ve biraz daha sonra.

Suratını yumuşak kadifeye öylesine bastırıyordu ki yanakları ve daha doğrusu kadifeye sürtülen her yer kızarmaya başladı. Elleri titriyordu artık ve ilerleyen her saniyede aklını biraz daha kaybediyordu.

Biraz daha sokuldu bavulun içine. Artık neredeyse tamamen onun içine girmişti.

Bavulun kapağı üstüne kapanıp kilitler yerine oturduğunda dünyanın en huzur dolu ve tatmin olmuş insanıydı.

***

Saat bir kez daha tıkırdadı. Hala çalışmıyordu.

Murat birkaç dakika öncesinde durduğu yerde duvarın dibinde saatin yanındaydı. Bavul yine olduğu yerde zıplayıp duruyordu.

Hatırlaması gereken bir şeyler olduğuna emindi ama zihni tamamen boşalmıştı. Neyi hatırlaması gerektiğini bir türlü bulamıyordu. Bavul bir kere daha zıpladı.

Fırtına...

Tanıdığı birinin sesi idi bu. Bavulun içinden sesleniyordu! Pek hoş bir ses sayılmazdı ama sahibini tanıdığına emindi.

Bavulun yanına geldi kaşlarını çatarak. Onun yanına geldiğini hissetmiş gibi sakinleşmişti bavul. Kilitleri açtı bir çırpıda, kasıklarında garip bir zevk ve acı hissetti. Duraksadı, düşündü! Bir şeyleri hatırlamaya çabalıyor gibiydi. Ama neydi ki bu tanıdık şey? Bu anı ya da bu hisleri daha önce yaşamış olabilir miydi?

Bavulun kapağını kaldırdı usul usul. İçinde büyük bir mutluluk vardı. Orada ne bulacağını biliyordu sanki.

Ama...

Ama gördükleri yüzünden hızla sürünerek geri kaçtı.

Midesi bulandı birkaç saniye içinde. Eğer bu kadar aç olmasaydı kusabilirdi belki ama sadece birkaç kez öğürmekle yetindi.

Bavulun içinde özenle yerleştirilmiş uzuvlar duruyordu. İki kol, iki bacak ve bir gövde. Öğürmeleri son bulduğunda merakla biraz yanaştı az önce açtığı bavula. Garipti ama daha da yaklaşmak istiyordu. Yaklaştı da, daha da yaklaştı hem de! Ellerini parçaların üzerinde gezdirecek kadar yaklaştı. Birini kavradı sonra, bavuldan çıkartıp zemine koydu. Bir erkeğin sol bacağıydı. Tekrar uzandı bavula sağ bacağı da solun yanına koydu. Hemen ardından gövdeyi buldu. Elleri onu da tıpkı bir yapboz yapar gibi bacakların üstüne yerleştirdi.

Bir an önce tüm parçaları birleştirmek istiyordu. Kolların ikisini de beraber çıkarttı bavuldan ve gövdenin iki yanına koyuverdi.

Birkaç adım geri çekildi. Tanıdık bir adamın bedeniydi bu. Fazlasıyla tanıdıktı ama bu açıdan pek de birine benzetemiyordu. Eksik parça ne acaba diye mırıldandı. Onu yerine koyarsam bana kim olduğunu söyler herhalde!?

Saat bir kez daha tıkırdadı!

"İşte buldum" diye sevinçle ellerini çırptı Murat. Saati asılı olduğu duvardan aldı ve gövdenin üst yanına, kafanın olması gereken yere yerleştirdi. İşte şimdi bir şeye benzedin diye haykırdı. "Şimdi söyle bana" dedi. "Sen kimsin?"

Saatin içindeki dişliler dönmeye başladı aniden. Bir saatten çok küçük bir yayın serbest bırakılması gibi sesler çıkıyordu.

Parçalar birleşti bir bir ve bir kuklaya dönüştü.

Saate dikmişti gözlerini Murat. "Söyle bana" dedi yeniden "Sen kimsin?"

Saat artık gerçek bir saat gibi sesler çıkarıyordu; tik tak tik tak...

"Kimsin sen?" dedi Murat bir daha.

Tik tak... Tik tak...

İçeri girdiği o beyaz kapının hemen önünde birinin beklediğini hissetti sonra. Korku ile sordu son kez;

"Kimsin sen?"

Tik tak... Tik tak...

Sahiden de kapının arkasında biri vardı. Yaklaşan adımlar birden durmuş beklemeye başlamıştı. Tam kapının arkasında biri bekliyordu. Bir anlığına yine garip bir cesaret hissetti Murat. Kapıda bekleyenin kim olduğu umurunda değilmiş gibiydi.

Orada kimin beklediğini zaten biliyordu.

Saate yaklaştırdı kulağını. "Söyle bana!" dedi "Kimsin sen?"

Saat kulağına neşe ile fısıldadı.

"Öleceksin!"

"Ölecek miyim?" diye tekrar etti Murat. Gözleri korku ile açıldığında kulağına fısıldayanın kendisi olduğunu fark etti. Gözleri karanlık birer çukur haline gelmişti ve gülümsemeye çalışıyordu.

Bir saniye sonra odada kapalı bavul ve duvardaki saatten başka kimse kalmamıştı.

***

Beyaz kapı açıldı.

Murat odaya girdi, saate doğru yanaştı.

Bavul yeniden zıplamaya başlamıştı.




----------------------------

*Ahmet Hamdi Tanpınar

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top