9.Bölüm: "İş Birliği"
G E C E N İ N
S E S S İ Z L İ G İ
9.BÖLÜM: "İŞ BİRLİĞİ"
-İyi okumalarr
🥀
Neon parlak ışıkların yoğunluğu gözlerimin sulanmasına sebep oluyordu. Böyle ortamlara ayda yılda bir uğradığım için pekte alışkın olduğum söylenemezdi. Ama Bartu öyle değildi, o bu tarz ortamlara bana nazaran çok daha fazla alışkındı. Bu sebeplede, şu an oldukça baslı çalan müzik onu zerre etkilemiyordu.
Bartu, bordo yüksek sandalyelerde otururken ben onun aksine ayaktaydım. Kolum Bartu'nun omzundayken, elimi saçlarına çıkardım.
"Bartu, bu böyle daha ne kadar devam edecek?" Diye sordum parmaklarımı buklelerinin arasından geçirirken.
"Ney nasıl devam edecek?"
"Sen gidiyorsun teslim yapıyorsun sonra geliyorsun ve bitiyor. Günlerimiz böyle geçiyor."
Eli belimi sararken aynı eşlikte önünde ki shot bardağının dudak kısımlarına limon sıktı. Limon suyunun bir kısmı bardağın içerisine, bir kısmıda masaya dökülsede pek önemli değildi. Bartu, bardağın dudak kısımlarını tabağın içinde ki tuza bastırdı. Limon sürdüğü yerlerin üzeri tuzla kaplandıktan sonra barmen tekila şişesinin kapağını açıp bardağı su renginden bir tık daha koyu bir sıvıyla doldurdu.
"Böyle olmak zorunda, Eflin"
"Değil," diye yanıtladım onu, "Tehlikeli bir şey yapıyorsun, Bartu. Ve ben her saat seni düşünmek zorunda kalıyorum. Zaman öldürüyoruz resmen."
Başını kaldırıp bana baktı. Bir süre yüzüme baktıktan sonra derin bir nefes aldı ve ardından, "evlenelim o zaman." Dedi oldukça ani bir şekilde.
Saçlarında gezinen elim hareketini bıçak gibi kesti. "Ne?" Sesim tiz ve hafif yüksek çıkmıştı. "Bunu kast etmedim."
"Evlenelim," diye tekrarladı bir daha kararlı bir ses tonu ile. "Bankadan kredi çekeriz. Yıldırım nikahı yaparız, sonrada rahatlıkla ev alırız. Eve de yeni bir sürü eşya alırız." Büyük bir kararlılıkla gözlerimin içine bakarken, gözlerinin içinde ki heyecanı görebiliyordum. "Hem eşyaların hepsini sen seçersin."
"Bartu, saçmalıyorsun. Hem kredi çekmen için senin adına kayıtlı bir mal varlığı olması lâzım."
"Var zaten. Annem borcu yüzünden evi benim üzerime yapmıştı. Eğer şu an 'olur' dersen her şeyi hallederim biliyorsun."
"Kredi borcunu ödeyemezsen annenin evine haciz gelir."
Bu kadar hevesli olmaması gerekiyordu. Bu yüzden bir kaç olumsuz şeyle bu heyecanını kesmeye çalıştım.
"Öderiz, o sıkıntı değil. Düşünsene Eflin, kendimize ait bir ev. Kimse gelip hesap soramaz bize."
Elim yanağını kavradı. "Bu o kadar kolay bir şey değil, Bartu." Dedim sakin bir sesle, "evet olsa güzel olurdu ama ne kadar sorumluluk alacağımızı bir düşünsene."
Gözlerinde ki heyecan kırıntıları birbir geri çekiliyordu.
"Bence yarın sakin bir kafayla konuşalım bu konuyu," dedim net bir şekilde. Birşeyler söylemeye yeltenecekti ki buna izin vermedim ve dudaklarımı dudaklarıyla birleştirdim. Anında karşılığı bulurken, bir eli üstümde ki ince tişörtün yüzeyinden belimi sıkıca kavradı. Diğer eli ise yanağıma yerleşti. Sıcak avucunun içerisi yanağımı ısıtırken her yakınlaşmamızda farklı şeyler hissediyordum.
Müziğin yüksek sesi sadece şu anlık için kulağımı tırmalamazken dibimizde biten öksürük sesi ile dudaklarımız ayrıldı.
"Pardon," dedi bir kız sesi, "bölüyorum ama önemli."
Az önce ki, teslim yaparken Bartu'nun dibine düşecek olan kız bizim yanımızda dikilirken ofladım.
Bartu temasımızı kesti ve sandalyesi ile beraber kıza doğru döndü. Kız ise arkasında ki sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attı.
"Yarın tekrar aynı maldan istiyorumda, uygun mu?"
Bartu başını aşağı yukarı sallayıp telefonunu çıkardığında, kız tebessüm etti.
"Yine sen getireceksin, değil mi?" Diye sordu onaylamak istercesine.
Telefonunda ki notlar kısmına kızın dediğini kaydeden Bartu, bir yandanda shot bardağının içerisinde bekleyen içkisini fondipledi. "Bilmiyorum, ben ayarlamıyorum onları."
"Peki ama seni görsem daha iyi olur," derin bir nefes aldı. Bakışları oldukça dikkatli bir şekilde Bartu'nun üzerindeydi. "Diğerlerinin çoğu abaza oluyor çünkü. Doğal olarak bende rahatsız oluyorum."
"Dediğim gibi," diye tekrarladı Bartu, "ben ilgilenmiyorum onlarla."
"Peki," ayaklandı ve elbisesinin katlanan ucunu düzeltti. "Yarın öğleden sonra full buradayım ben. Görüşürüz umarım."
Bartu onu başıyla onayladığında kız insanların arasına karışıp uzaklaştı.
Derin bir nefes alma gereksinimi duydum. Fazla kıskanç olmasamda böyle şeylere sinirlenebiliyordum, ki bu oldukça normal.
"Hadi gidelim artık," ayaklandım ve soğuk suyumdan son bir kaç yudum daha aldım. Bartu, montunu alıp barmene bir miktar para verdikten sonra mekandan çıktık
***
Sabah ki yarım simit ile duran midem, şu an kazınırken nefesimi sertçe dışarı üfledim. Her sabah simit, poğaça, açma gibi şeyler yemekten gına gelmişti. Ama yapacak bir şeyde yoktu. Her şeyin bir anda mükemmel olmasını beklemek nankörlük olurdu bu yüzden biraz daha sabretmeliydim sanırım.
Bulunduğum otobüste oturduğum yerden kalktım ve son derece kalabalık olan bu iğrenç taşıttan indim. Tabanlarım asfalt zeminle buluşur buluşmaz serin hava yüzüme bir tokat çarpıp kendime gelmemi sağladı.
Sırtımda ki boş çanta ile beraber evde kalan bir kaç kıyafetimi almak için dışarı çıkmıştım. Saat daha yeni 4'e gelmesine rağmen hava pek açık değil, hâlâ sisli bulutlar güneşin önünde turluyordu.
Bartu ile dün gece aramızda geçen konuyu henüz tekrardan açmamış olsakta söylediği şeyler hala aklımı kurcalıyordu. Böyle bir tepki asla beklemiyordum ve henüz 'evliliği' düşünmek için oldukça erkendi.
Ardına kadar açık olan apartmanın kapısın içeri girip merdivenleri çıkmaya başladım. Leş gibi çöp kokması bir yana, burası benim için kötü anılar barındırıyordu.
Evin kapısını anahtarla açtım ve botlarımı çıkarıp içeri girdim. Ortalık şaşırtıcı derecede sessizdi ve kimse görünmüyordu.
Yavaşca odaya girdiğimde her şey bıraktığım gibi değildi. Tam tersi. Her yer her yerdeydi. Dolabı açtım ve vakit kaybetmeden eşyalarımın hepsini rastgele çantanın içine tıktım.
Komidinin çekmecesinde ki Bartu'nun ilaçlarınıda aldıktan sonra dolan çantanın fermuarını zorlayarak kapattım. Son olarak evin anahtarını teslim ettikten sonra burayla hiçbir bağlantım kalmayacaktı.
Bunun için odadan çıktım, ama kısa koridorun sonundaki, Göktuğ'nun bulunduğu odanın kapısı kapalıydı. İçeride olup olmadığı hakkında hiçbir fikrim yoktu ama umarım odadadır. Çünkü bir daha gelgit yapmak istemiyorum.
Kapıyı tıktıkladıktan sonra açtım ve başım kapının arasından çıkarıp odaya baktım. Çok şükür ki buradaydı.
Gözlerimiz kesiştiğinde kulağında ki kulaklıkları çıkardı ve laptopu kenara koydu.
"Kira parasını getirdiğini söyle lütfen."
Gözlerimi devirdim ve cebimde ki anahtarı çıkarıp hemen önümde ki yatağın üstüne koydum. Bir anahtara birde bana baktı. "Bunun için mi geldin?"
"Kalan eşyalarımı topladım. Hazır gelmişken anahtarıda vereyim dedim, nasıl olsa artık işime yaramayacak."
"Mis gibi evi bırakıp gitmekte emin misin?" Dedi sanki evi çok güzelmiş gibi.
"Bizi evden çıkaran sensin, hatırlatırım."
"Kira paramı geciktirdiniz ben ne yapayım?" Sırtını yatağının başlığına yasladı, "parayı veren düdüğü çalar."
Paraya karşı fazlasıyla açtı.
"Neyse," nefesimi dışarı üfledim. "Benden bu kadar. Görüşürüz belki."
"Daha erken," ayaklandı ve asker yeşili kazağının kollarını dirseklerine kadar çekti. Cam kenarında ki, katlanılabilir sandalyeyi açtı. "Otursana."
"Olmaz, eve gitmem gerek."
"Bir şey konuşmam lâzım." Dedi oldukça net bir sesle.
Kaşlarım çatıldı. Bana doğru yaklaşıp arkamda kalan kapıyı kapattıktan sonra tam sandalyenin karşısında ki yatağına tekrardan oturdu.
"Ne konuşacağız?" Dedim sandalyeye otururken. Kendimi sorguda gibi hissediyordum.
"Torbacılığa devam mı?" Diye sordu Bartu'yu kast ederek.
"Maalesef," dedim arkama yaslanırken. Konunun nereye bağlanacağını deli gibi merak ediyordum.
"O zaman şimdi bir anlaşma yapalım. O anlaşmadan ikimizde kârlı çıkalım."
"Ne tür bir anlaşma?"
Nefesini dışarı üfledi. "Sen, Bartu'nun torbacılık yapmasını istemiyorsun, değil mi?"
Kaşlarım havalandı. "Evet?"
"O zaman sen bana onun kiminle çalıştığını söyle, ben Bartu'nun adını piyasadan sileyim. Hem senin istediğin olur, hem benim."
Bir anlık duraksadım. Sunduğu teklifin bir tarafı mantıklı ama bir kısmıda mantıksızdı.
"Böyle bir şeyi niye yapayım?"
"E sonuçta tehlikeli bir iş, her an her halt başına gelebilir. Günde bir psikopata denk gelme olasılığı yüzde yetmiş falan," dedi psikolojik baskı yapmaya çalışarak.
"Senin bu işten kârın ne?" Diye sordum asıl beni meraklandıran konuya gelerek, "sırf sana yumruk attı falan diye kin falan mı tutuyorsun?"
"Dua etsin ki o yumruk boş bir anıma denk geldi." Diye söylendi kendince. Cebinde ki sigara paketinden bir dal sigara çıkardı. Daha sonra paketi bana uzattı. Başımı iki yana salladım.
"Ee ne diyorsun?" Dedi sigaranın ucunu ateşlerken, "güzel teklif, değil mi?"
Bartu'nun arkasından böyle şeyler konuşmak hiç hoşuma gitmiyordu ama o işten çıkmasınıda istiyordum. Ne yapacağım hakkında ise en ufak bir fikrim yoktu.
"Olmaz," dedim her şeye rağmen, "Sonuçta bir gelir kaynağı var. Ben ne kadar istemesemde o istiyor."
"Ne demek olmaz?" Dedi. Şaşırdığı her halinden belliydi. Sigarasını küllüğe yerleştirdi. "Mantıklı düşün. Kimse sana bir daha böyle bir teklifle gelmez."
Daha fazla kafamı karıştırmasına izin veremezdim. "İstemiyorum, Göktuğ. Ayaklanıp çantamı aldım. "Niye zorluyorsun hâlâ?"
"İstiyorsun ama vicdanın izin vermiyor," ayaklandı ve hızlı bir şekilde dolaptan küçük bir defter ile tükenmez kalem çıkardı. Defterin sayfasına bir şeyler yazdıktan sonra sayfayı yırttı. Ne yaptığına anlam veremiyordum, üstelik Bartu'nun işten çıkarılmasını neden bu kadar çok istediğinide hiç anlamıyordum.
"Al bunu," kağıdı elinde küçültüp montumun cebine koydu.
"Ne bu şimdi?"
"Numaram. Büyük ihtimal fikrin değişecek o zaman ararsın beni."
"Değişeceğini sanmıyorum."
Omuzlarını silkti ve kendinden emin, ukala bir tavır takındı. "Göreceğiz."
🥀
Evin camlarını tekrar kontol ettim çünkü hiçbir şey içime sinmiyordu. Hava kararmış, saat ona yaklaşırken Bartu hâlâ gelmemişti.
Saçlarımda ki havluyu çıkarıp saçlarımı oyalana oyalana taramaya başladım. Ardından başımı hafifte olsa ağrıtacağını bilerek sıkı bir topuz yaptım. Tam o sırada kapı zili evin içerisinde yankı yaptı. Odadan çıkıp kapıyı açtığımda görüş açıma giren şey ile kaşlarım çatıldı.
Çünkü şu an tam karşımda, Bartu'nun onu tutması ile ayakta kalabilen tanımadağım bir çocuk ile dün akşam barda ki kız vardı.
Benim şaşkın tavrıma pekte aldırış etmeden seri girdiler ve Bartu çocuğu koltuğa bıraktı.
"Aldığımız ilaçlar nerede?" Diye sordu Bartu, tanımadığım kıza. Kız ise çantasından küçük eczacı poşetini çıkardı.
"Biraz buz tutalım," dedi düz bir sesle, "sonra süreriz ilaçları."
Bartu, kızı onayladı ve daha sonrasında varlığımı fark edip bana baktı.
"Eflin, buz var mı?"
Bu sorunun dışında, bir açıklama beklediğim aşikar bir biçimde ortadaydı.
"Dolap çalışıyor mu ki buz olsun?" Dedim hafif sert bir sesle ve onları uzaktan izlemeye devam ettim.
Bartu, kısık bir küfür savurdu. "Buz tutmayalım o zaman zaten şişeceği kadar şişmiş."
Kız bir şey demedi ve koltukta hafif bilinci kapalı bir şekilde yatan çocuğun yanına çömeldi. Bartu, tekrar bana baktığında kaşlarım ile tanımadığım kişileri işaret ettim. Bodoslama bir şekilde içeri girmişlerdi ve bende doğal olarak sebebini öğrenmek istiyordum.
"Teslim yaparken bunun borçlandığı kişilerde oradaymış," dedi ve bakışlarını benden ayırıp çocuğa baktı, "bu da fark etmemiş tabi o kalabalıkta. Sonra adamlar birden üzerine çullandı. Ayırmaya çalıştım ama," koltuğa oturdu, "pek faydası olmadı."
"Bir zevkimiz var onunda içine ediyorlar," diye devam ettirdi çocuk.
Bartu, başında ki beresini çıkardığında sonunda ayaklarımı hareket ettirip tekli koltuğa oturdum.
"Bitti sanırım," dedi kız ve çocuğun üstünde ki yırtılmış tişörtü tıpkı bir havlu gibi kullanarak kremli ellerini sildi.
"Neresi bitti Birsen?" Doğrulmayı denedi ama acıyla inledi, "hâlâ acıyor."
"Acısın bir zahmet."
Çocuğun ellerini tutup doğrulmasına yardım etti. "Sırtıma neyle vurdu o hayvanlar?"
"Bilmiyorum ki bakamadım ben."
Kaşlarım çatık bir şekilde önümde ki manzarayı seyrederken, tıpkı sınıfa yeni gelmiş bir öğrencinin çektiği yabancılığı çekiyordum.
"Ne diyeceğim şimdi ben Gökhan abiye?" Diye soludu Bartu sinirle. "Malların hepsini kaptırdım."
"Bir şey yapmana gerek yok, ben hallederim." Dedi adının Birsen olduğunu öğrendiğim kız.
"Sana patlar o zamanda."
Omuzlarını silkti. "Alıştım ben, bana işlemiyor artık dedikleri."
Dalga geçercesine sessizce güldüm ve bir kez daha Bartu'nun bu işe bulaşarak ne kadar iğrenç bir çukura girdiğimizi fark ettim.
"Neyse," dedi Bartu, "siz uzayın artık, yarın ne yapacağımıza bakarız."
"Tamam." Koltukta, başını ellerinin arasına alarak oturan gerçekten kötü dövülmüş olan arkadaşını dürttü, "Hadi Semih gidelim biz."
"Yarın sabah erkenden görüşelim," dedi Bartu'ya hitaben, "biraz zor olacak ama eğer Gökhan abinin suyuna gidersek; sen işinden, bizde kaliteli maldan olmayız."
İkiside evden çıkıp kapıyı kapattıklarında biz hâlâ Bartu ile karşılıklı tekli koltuklarda oturuyorduk. Bir kaç dakikalığına evde hakim olan sessizliği bozdum.
"Ne bu şimdi?" Dedim keskin bir sesle.
"Ney ne?"
"Dün barda gördüğüm kız bugün bir arkadaşıyla eve geliyor. Üçünüz apayrı alemdesiniz, bana açıklamayı bile yarım yamalak yapıyorsun."
"Eflin, başım ağrıyor." Dedi Bartu ve alnını sıvazladı.
"Şimdi değil, Eflin. Sonra anlatacağım boşver, Eflin. Sağlıklı düşünemiyorum, Eflin. Başım ağrıyor, Eflin. Birazdan, Eflin." Sonunda derin bir nefes aldım ve sesimi biraz daha alçalttım. "Benimle dalga mı geçiyorsun, Bartu?"
"Ne dalgası Allah aşkına?" Ama o benim aksime sesini yükselterek cevap verdi ve arkasına yaslandı. "Başım belaya girmiş zaten destek olacağına köstek oluyorsun."
"Sana yüz kez o işten çık dedim." Diye irdeledim konuyu, "beni dinleseydin böyle olmayacaktı. Ama sen söylediklerime kulak vermek yerine, beni buraya tıkıp gidiyorsun."
Hafif yükselen sesimi kontrol altında tutmaya çalıştım.
"Çıkamam o işten diyorum niye anlamıyorsun?"
"Dün ki teklifini kabul etseydim işten çıkacağını söylüyordun ama. Kabul etmedim diye mi böyle davranıyorsun?"
Kaşlarını çattı. Hafif bir kıvılcımla başlayan tartışmanın, aleyhine esen rüzgar sayesinde kıvılcım ateşe dönüşmüştü.
"Alakası yok. Eğer yanımda o kız değil sadece Semih ile gelseydim böyle bir tepki vermeyecektin. Sırf o kızla konuştum diye böyle yapıyorsun!"
Sesi hafif yükselmişti ve haklılık payı on üzerinden beş falandı.
"Beni kendinle karıştırma Bartu." Ayağa kalktım ve seri bir şekilde salonun içerisinde ki küçük mutfağa doğru ilerledim. "Eğer derdim kızla konuşman olsaydı, dün gece teslim yaparken poşeti avcunu okşayarak almasına tepki gösterirdim. Ama sessiz kaldım."
Dolaptan bardak çıkardım ve kendime su koydum.
"Ne saçmalıyorsun?" Tıpkı benim gibi ayaklandı, "öyle bir şey olmadı, kendini kandırıyorsun."
"Ya evet," dedim dalgayla, "her zaman ben saçmalıyorum zaten."
"Aynı evde iki yabancı gibi yaşıyoruz, Eflin. Farkında mısın? Bana karşı soğuk davranmayı bırak!"
Kaşlarımı çattım. Ciddi miydi?
"Şaka mı yapıyorsun?" Bir kaç adım daha atarak ona yaklaştım, "dediğin şeye ne zaman tepki göstersem bağırıp çağıran sensin."
"Bunalıyorum çünkü, Eflin." Saçlarını avuçladı ve kısa kısa voltalar atmaya başladı. "Zaten dışarıda bir sürü it kopuk ile uğraşıyorum. Eve geliyorum evde de ayrı bir olay."
"Sebebini hiç oturup düşündün mü peki?" Sorduğum soruyu kendim cevapladım. "Hayır. Seninle oturup bir olayı güzelce konuşamıyoruz ki Bartu, her zaman bağırıyorsun!"
Başını iki yana salladı. "Yarın konuşuruz, Eflin."
Ruhsuz bir şekilde güldüm, o yarınlar hiç bitmiyordu nedense.
Ardından elleriyle yüzünü sertçe sıvazladı. "Ben uyuyorum, iyi geceler." Dedi ve yüzüme dahi bakmadan odaya yöneldi.
Bir konu daha Bartu'nun sayesinde çözülmeden sineye çekildi.
Ofladım ve elimde ki bardağı sertçe tezgahın üstüne koydum. Suç bende miydi ya da biraz alttan mı almalıydım bilmiyorum ama artık çok dolmuştum. Ruhsal olarak hiç iyi bir durumda değildim. Her gece aklımın içinde kaybolurken, onun yaptığı tek şey; sabah gidip akşam dönmekti. Belkide dün ki evlilik meselesine olumlu bakmalıydım.
Ama bunada kendimi hazır hissetmiyordum.
Derin bir nefes aldım ve ışıkları kapatıp odaya geçtim. Bartu yatağın ona ait olan kısmında yüzünü duvara dönmüş bir şekilde yatarken üstümde ki hırkayı çıkardım ve yorganın altına girdim.
Cenin pozisyonu aldığımda bakışlarım onun sırtındaydı. Uyumadığını tahmin edebiliyordum. Yarın doğum günüydü ve aramıza yine duvar örülmüştü. Şimdi konuşup sorunu çözebilirdik belkide, ama şu an bir şey desem bile cevap vermeyecekti. Bende kalın yorgana biraz daha sarılıp uykunu beni içine çekmesini bekledim.
🥀
İstanbul'un fazlasıyla sisli bir o kadarda karanlık havası içimi daralttırken, Bartu, ile sabahtan beri konuşmuyorduk. Ne o beni aramıştı ne de ben onu. Bildiğim tek şey; dün ki arkadaşlarının(!) yanına gittiği.
Bense şu an, günlerimin böyle geçmesine, Bartu'nun her an diken üstünde olmasına daha fazla katlanamayacağım için düşündüğüm şeyi yapacaktım.
Tekrardan ödemeli atmaya hazırlandığım sırada, tanıdık bir arabanın kornaya basılı tutup aynı eşlikte fren yapmasıyla telefonumu cebime koydum.
Göktuğ, tamamı filmle kaplanmış camı açtı.
"Beni aramışsın," dedi keyifli bir sesle, "gerçi aramamışsın, ödemeli atmışsın."
Gözlerimi devirdim. "Beş dakika daha bekletseydin gidiyordum. En azından mesaj atsaydın," diye sitem ettim.
Çoğu kez ödemeli atmış olmama rağmen ne geri aramış ne de mesaj atmıştı.
"Gel de arabanın içi soğumasın," benim tarafımda ki kapıyı açtı. "Engin'e götüreceğim birazdan, dır dır eder o şimdi."
Arabanın yolcu koltuğuna oturduğumda sıcak hava dalgası bedenimi anında yumuşattı. Göktuğ, dün ona verdiğim anahtarı bana geri uzattı.
"Anahtar sende kalsın artık."
Omzumun üzerinden ona baktım. Koyu kahve tonunda ki saçlarının bir kaç tutamı alnına yapışmış vaziyette iken, kot ceketinin içinde ki, gri hırkasının kapşonunu başına geçirmişti.
"Gerek yok, Göktuğ. Artık o evde oturmuyorum niye anahtar bende kalsın?"
"Şu an benimle iş birliği yapacağına göre daha çok eve girip çıkacaksın," anahtarı dizime bıraktı.
Bir ona, bir de dizimde ki eğrelti bir şekilde duran anahtara baktım. "Ne eve girip çıkması ya?" Diye çıkıştım. "Öyle bir şey olmayacak."
Güldü. "Dün de böyle bir anlaşma olmayacak diyordun."
Cevap vermedim ve dizimde ki anahtarı torpido gözüne koydum.
"Ee neymiş ismi?" Dedi ve arabayı kaldırım kenarına park etti.
"Gökhan," diye yanıtladım onu, "tanıyor musun?"
Kaşlarını çatıp bir müddet yüzüme baktı. "Piyasada bildiğim iki tane Gökhan var. Başka bir şey bilmiyor musun? Soyadı, lakabı falan?
"Hayır," dedim düz bir şekilde, "birde Birsen diye bir kız var."
"Hee," diye mırıldandı. Jeton düşmüştü. "Haysiyetsiz Gökhan."
"Lakabı haysiyetsiz mi?" Dedim gülerek.
"Evet, ben taktım ona o lakabı. Sadece ben biliyorum yani."
"Neyse," derin bir nefes aldım, "Ne yaparsın, nasıl işten çıkmasını sağlarsın bilmiyorum ama Bartu'ya kesinlikle hiçbir zarar gelmeyecek, tamam mı?"
Bakışlarını camdan ayırıp bana çevirdi. "Tamamdır," dedi rahat bir sesle ve radyoyu açtı. "Ee bundan sonra ne yapacaksınız? Elde avuçta bir işte kalmayacak."
Omuzlarımı silktim. "Evleniriz her halde. Sonrada kredi falan çekip devam ederiz," dedim oldukça normal ve kolay bir şeymiş gibi.
"Yuh," dedi Göktuğ kaba bir şekilde. "Evlenmek mi?" Güler gibi bir ses çıkardı, "hayatımı mahvedeceğim demek istedin her halde?"
Gözlerimi devirdim. "Zaten kafam karışık, bir de sen konuşup işi zora sokma."
"Bu çocuk senin gözünü boyuyor." Dedi az önceye nazaran ciddi bir sesle, "sen evlenince çok mutlu olacağınızı falan mı sanıyorsun? Aksine, dahada boka saracak her şey."
Nefesimi dışarı üfledim. Kafam allak bullaktı. "Göktuğ, şu konuyu kapatalım artık."
"Neyse," dedi nefesini dışarı üfleyerek, "yarın seni çaldırdığımda evden çık. Yine burada buluşalım. Patronun karşısındada hangi yalanları söylesem hepsi yüzde yüz doğruymuş gibi onaylaman gerekiyor, yoksa bir bok yapamayız." Bana doğru döndü ve elini uzattı. "Anlaştık mı?"
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunu yapmak zorundaymış gibi hissediyordum kendimi. Yapmazsam Bartu'nun başına ciddi şeyler gelebilirdi.
Göktuğ'nun uzattığı eli sıktım. Avuç içlerimiz birbirine temas ettiğinde gözlerini gözlerimde tutmaya devam etti. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum.
"Anlaştık."
Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete.
🥀
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top