8.Bölüm: "Gelgit"
Kristen Collins & Blake Rose/Dusk Till Dawn(cover)
8.BÖLÜM: "GELGİT"
🥀
Dışarıda, ıslık sesini andıran bir biçimde esen rüzgar yüzünden rahatsız olup gözlerimi açtım. Saatin on bir ya da on iki sularında olduğunu tahmin etsemde tam olarak bilmiyordum. Bildiğim tek şey, öğleden sonra öylesine uzanmak için yattığım yatakta 2-3 saat soluksuz bir şekilde uyuduğum.
Bir günü daha böyle yarıladığımda, bugünün tarihi düşündüm. Sekiz Aralık. İki gün sonra, Bartu'nun doğum günü. Zihnimde beliren bu dip not ile derin bir nefes alma ihtiyacı duydum. Zordu. Sürekli aramızda bir soğukluk vardı ve bu soğukluk ne yaparsak yapalım gitmeyecek gibiydi.
Doğrulup alnımı sıvazladığımda, bakışlarım hemen yanımda ki boşluğa kaydı. Neredeyse bir haftadır o kısım boştu ve bu bana düşündüğümden çok daha kötü hissettiriyordu.
Bacaklarımı yataktan aşağı sarkıtıp tam karşımda ki cama diktim gözlerimi. Kararmaya başlayan havada ki ılık rüzgarlar cama çarpıyordu.
Banyoda ki rutin işlerimi hallettikten sonra saçlarımı ensemde öylesine topladım ve odadan çıktım.
Cemre, koltukta yayılmış televizyon izlerken, Enes'de yanında oturuyordu. Kendileri için demlediklerini tahmin ettiğim çaydan bir bardak kendime doldurdum. Şekeride atıp karıştırdıktan sonra çayı alıp tekrar odaya geçtim.
Telefonumu şarja takıp açılmasını beklerken ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu. Gerçi faturayı ödemediğim için hattım kapalıydı, kimseyi arayamazdım. Arayacağım kimsede yok aslında. Bartu'dan başka.
Nefesimi dışarı üfledim ve açılan telefonun ekranına bakıp bildirim gelmesini bekledim. Belki gece bir mesaj ya da çağrı falan atmıştır umudu vardı içimde. 10-15 Saniye boyunca hiç bir bildirim gelmeyen ekrana baktıktan sonra telefonu yerine koydum ve yatağın başlığına sırtımı yasladım.
Sanırım bir daha eskisi gibi olamayacaktık. Bakışlarım boş duvarda oyalanırken, ani bir ürperti ile omzumu sıvazladım. İçeride ki konuşmalar boğuk boğuk kulağıma gelirken, çayımdan bir yudum daha alıp sıcak sıvının boğazımı yumuşatmasına izin verdim. Ne yapmalıydım? Burada durup onu beklemeli mi yoksa onun yanına mı gitmeliydim? Abartıyorduk ve sanırım bir olayı daha benim alttan almam lâzımdı.
Hemen yanı başımda ki komidinin çekmecesini açtım ve Bartu'nun ilaçlarının bulunduğu küçük poşeti aldım. 2-3 İlaç kutusunuda tek tek boşalttım. Hepsi bitmiş, reçeteler ve ilaçların yan etkilerinin yazdığı ince kağıtlar küçük küçük yırtılıp bir top haline getirilmişti. Nefesimi sıkıntıyla dışarı üfledim. İlaçlarını kullanmayı uzun zaman önce bıraktığı için en ufak bir olayda sinirlenmeye başlaması gayet normal sayılır.
Çayımdan bir kaç yudum daha aldıktan sonra ayaklandım ve dolabın içinden siyah bir pantolon çıkarıp bacaklarımdan geçirdim. Oversize tarzı tişörtüde üstüme geçirdikten sonra, topladığım saçlarımı açtım ve güzelce taradım. Dışarıda ki ılık serinliğe güvenmedim ve paltomuda üstüme geçirdim. O yanıma gelmiyorsa ben giderdim.
Bir kaç sakinleştirici ve uyku ilaçlarının olduğu poşeti tekrar çekmeceye yerleştirdikten sonra çayımı bitirip odadan çıktım.
Göktuğ, kapının hemen yanında ki portmantodan ceketini alıp üstüne geçirirken bende botlarımı giyinip fermuarını çektim.
"Nereye gidiyorsun?" Diye sordu hırkasının kapşonunu ceketinin dışına çıkarırken.
"Eve," dedim ona bakmadan. Daha sonra dizimi kendime doğru çekip bağcıklarımı bağlamaya başladım.
"Tarlabaşına?"
"Evet."
"Gel ben bırakayım seni," dedi beni şaşırtarak, "Engin'in araba bende."
"Emin misin?" Diye sordum doğrulurken.
"Evet," omuzlarını silkti, "nasıl olsa benzin parası benim cebimden çıkmıyor."
Teklifine itiraz etmedim çünkü benimde işime geliyordu. Merdivenlerden birer birer inip apartmandan çıktığımızda, siyah jeep tarzı bir arabaya bindik. Modelini bilmiyorum çünkü arabalarla aram hiç yok. Rahat deri koltukta arkama yaslandığımda Göktuğ arabayı çalıştırdı, daha sonra ise ısıtıcıları açtı.
On beş dakika sonra evin olduğu yere yaklaşmıştık. İkimizdende ses soluk çıkmazken, Göktuğ radyoda çalan yabancı bir şarkıyı mırıldanıyordu.
Radyoda ki müziğin sesini uzanıp biraz daha kıstım. "Sesin güzel aslında," dedim omzumun üzerinden ona bakarken.
"Öyledir," dedi bakışlarını yoldan ayırmadan. Bu cevap yerine teşekkür etseydi daha mantıklı olabilirdi. Gözlerimi bıkkınlıkla devirdim.
"Vazgeçtim, güzel değil."
Güldü. "Peki," dedi sessizce ve vites değiştirdi, "öyle olsun." Hırkasının siyah kapşonunu başına geçirmiş, kahverenginin koyu tonlarını barındıran saçlarını şapkanın içine saklamıştı.
On dakika geçmeden bizim evin önüne geldiğimizde arabadan indim. Normalde açık olan apartmanın kapısı bu sefer kapalıydı, bu yüzden zile basıp beklemeye başladım. Göktuğ ise gitmeyip arabanın içerisinde beklemeyi tercih etti.
Kapıya art arda bir kaç kez basmama rağmen açan olmadı. Geri döndüm ve kaldırım kenarında ki arabanın filmle kaplanmış simsiyah camına tıklattım. Telefonunu isteyip Bartu'yu aramam şarttı. Her ne kadar bunu istemesemde şu an yapmak zorundaydım.
Cam aşağı doğru inip Göktuğ'nun, görüş alanıma girmesine izin verdi.
"Açmıyor," dedim gerilmeye ufaktan başlarken, "benimde hattım kapalı. Telefonunu verir misin?"
İkilemde kalır gibi oldu ama sonrasında kalçasını hafif kaldırarak arka cebinde ki telefonunu çıkarıp bana uzattı.
Bartu'nun numarasını tuşlayıp telefonu kulağıma götürürken sokağın başına baktım. Görünürde kimse yoktu ama sokağın karanlıkta kalan, ışığın uğramadığı kısımlarda hâlâ insanların olduğuna emindim.
Çalan telefon bir müddet sonra açıldı.
"Alo?" Dedi katı bir sesle. Sesini bile deli gibi özlediğimi fark etsemde çaktırmadım.
"Neredesin?" Diye direkt olarak konuya girdim. Nefesini ıslıklı bir şekilde dışarı üfledi.
"Sen şu an neredesin?"
Sorumu es geçtiği için rahatsız olsamda pek bozuntuya vermedim. Soğuk rüzgar sırtıma bir darbe daha indirirken, Göktuğ uzandı ve arabanın kapısını açtı. Daha fazla üşümemek için açtığı kapıdan içeri girip sürücü koltuğunun yanında ki koltuğa oturdum. İçeride ki sıcak hava dalgası tekrar bedenimi sardığında "evin önünde," diyerek yanıtladım Bartu'nun sorusunu.
"İki sokak ileride iki katlı bir inşaat var, oraya gel."
"İnşaat? Ne alaka?"
"Eflin sadece yanıma gel, soru sorma. Tamam mı?"
Kaşlarım çatıldı. Kötü bir şey olma ihtimalini düşündüm ama o zaman bu kadar rahat konuşamazdı. "İyi," diye yanıtladım düz bir sesle.
"Ne olmuş?" Dedi Göktuğ telefonu elimden alırken, bu kadar meraklı olmasa daha iyi bir insan olabilirdi.
Omuzlarımı bilmiyorum dercesine silktim. "Şu iki sokak ileride inşaat mı ne varmış, biliyor musun?"
Duraksadı ve bir müddet yüzüme tuhaf bir ifade ile baktı. "Orada mıymış?"
Başımı aşağı yukarı evet dercesine salladığımda güldü. "Yalnız seninki bayağı hızlı çıktı."
"Ne alaka?"
"Orası torbacıların cirit attığı yerler."
"Ee yani?"
"Ya satmaya ya da kullanmaya başlamış." Dedi rahat bir biçimde.
"Sanmam," dedim buna kendimide inandırmaya çalışarak.
Kontakta ki anahtarı döndürüp arabanın tekrar çalışmasını sağladı. "Görürsün."
Yanaklarımın içini şişirip ofladım ve oturduğum koltuğa iyice gömüldüm ve böyle bir şeyin gerçek olmaması için içimden bildiğim duaları okumaya başladım.
***
İnşaatın merdivenlerinden bir bir yukarı tırmanırken, kaslarım elimde olmadan gerildi. Hava soğuk, zemin ıslaktı.
İkinci kata geldiğimde, Bartu'yu sırtı dönük bir şekilde karşısında ki ile konuşurken gördüm. Oldukça az olan ışık seviyesi gözlerimi kısmama sebep olurken, Bartu'nun arka cebine para koyduğunu gördüm.
Dilimle dudaklarımı nemlendirdikten sonra yanına yaklaştım. Omzunun üzerinden bana baktı ama sadece bakmakla yetindi. Karşısında ki zayıf esmer çocuk ona sigara paketinde ki sarılmış yeşil otlardan uzatınca içimden hiç etmeyeceğim kadar ağır bir küfür ettim.
Bartu duraksadı ve çocuğun ona uzattığı sarılı ota baktı. İkilemde kalmış gibi düşünmesi bile sinir kat sayımı arttırırken çocuğun elini sertçe ittirdim.
"İstemez."
Çocuk pekte umursamadı ve arkasını dönüp merdivenlere yöneldi. Yalnız kalmayı fırsat bilerek önüne geçtim.
"Allah aşkına ne yapıyorsun?"
Gözlerini devirdi. "Evde konuşalım?"
Kıvırcık saçlarını kestirmiş, yüzünü açığa çıkarmıştı.
"Hayır," diyerek net bir şekilde önerisini reddettim. "Bu saçma torbacılık işini nereye kadar sürdürmeyi planlıyorsun?"
"Düzenimizi oturtana kadar."
"Eğer bir düzen kurmak istiyorsan, yeri geldiğinde adını bile hatırlamayan insanlarla muhattap olmayacaksın, Bartu."
"O insanların ne bok yaptığı değil, bana verdiği para önemli Eflin." Dedi nefesini dışarı üfleyerek, "hem sen buraya bana kızmaya mı geldin yoksa hiçbir şey olmamış gibi davranmaya mı?"
Duraksadım. Onu özlemiştim ve sanırım bünyem bir tartışmayı daha kaldıramazdı.
"Tek mi geldin buraya?" Diye bir soru sordu ardından ve çatılan kaşlarını serbest bıraktı. Dudaklarım cevap vermek, daha doğrusu bir şeyler saçmalamak üzere açıldı ama konuşmak için fırsat bulamadan tekrar kapandı.
"Hayır," diye tanıdık bir ses araya girdi. Bartu ile aramızda ki buzlar erimeden tekrar soğurken Bartu'nun arkasında ki Göktuğ'a baktım.
Karşımda ki Bartu gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. Göktuğ'nun şu an çoktan gitmiş olması lâzımdı.
"Onunla geldim çünkü tek başıma gelsem, büyük ihtimalle şu an burada olmazdım."
Mantıklı savunmamın işlemesini umdum. Göktuğ, ellerini ceketinin ceplerine yerleştirip yanımıza doğru yürürken kısa bir süre gözlerimiz kesişti.
Beni koluyla itekleyip Bartu'nun tam karşısında dikilirken, hafif sarsıldım ve hayretle ona baktım. Yumruğun acısını falan mı çıkartmaya çalışıyordu?
"Kimden alıyorsun sen bu malları?"
"Özgüven gelmiş," dedi Bartu ve elimi kavrayarak beni kendi tarafına çekti. "Kimden alıyorsam alıyorum, siktir git başlama yine."
Göktuğ, güldü. Ruhsuz bir gülüştü bu. "Oğlum sen varya bir bok beceremezsin." Bir adım daha atıp Bartu'ya yaklaştı, "Kimden mal alıyorsun bilmiyorum ama elbet bir gün öğrenir, patronunla itibarını keserim. Adam akıllı davran bana."
Daha sonra elini açtı. "Şimdi kira paramı ver."
Ukala tavrı ve Bartu'yu ezme çabası sinirimi bozarken, Bartu'nun önüne geçtim ve Göktuğ'u göğsünden hafifçe ittim. Bakışları önce göğsünde ki elime, daha sonra ise yüzüme takıldı.
"Bu emrivaki tavırların sadece zavallı Enes'e söker. Üsluplu konuş biraz."
"Vay," diye söylendi sessizce, "geçen sana söylemediğini bırakmayan sevgilini mi koruyorsun şimdide?"
Gözlerimi onun sinirlendiğini her halinden belli eden gözlerinden ayırmamaya çalıştım. Çatılan kaşlarının ortasında ince bir çizgi oluşmuştu. Arkamda ki Bartu'nun kasıldığını hissettim.
"Seni koruyacak halim yok her halde?" Dedim sesimin soğuk çıkması için çabalarken. Göktuğ'nun yüzüne esen rüzgar, gözlerinin kısılmasını ve kapşonunun içine sakladığı saçlarını öne çıkarıp uçuşmasını sağlamıştı.
"Korumana ihtiyacım yok zaten," diye yüzüme doğru sesini yükseltti, "paramı en geç Cuma isterim. O zamana kadar da evde ne eşyanız varsa alın götürün."
Yanımızdan geçip giderken ağzında bir şeyler geveledi ama ne dediğini tam olarak çıkaramadım.
Arkama döndüm ve Bartu'ya baktım. Yüzünde ki yorgun ifade omuzlarımın düşmesine sebep olurken dayanamadım ve kollarımı boynuna sardım. Sarılmama karşılık verdi. Tekrar kollarının arasında olmak beni rahatlatırken, ne yapacağımız hakkında bir fikrim yoktu.
***
Altımda ki paçaları katlanmış olan bol eşofmanın iplerini tekrar sıktıktan sonra odadan çıktım. Salon soğuktu çünkü kaloriferler yanmıyordu. Sanırım borularının temizlenmesi gerekiyordu. Bunun içinde Bartu, ayrı kaldığımız zamanda ikinci el bir mağazadan ayaklı ufo ısıtıcısı tarzında bir şey almıştı. Bütün gece boyunca ısıtıcı odada olduğu için sıcaklık buralara uğramamıştı.
Kahvaltı için çay suyu koyduktan sonra tekrar sıcak odaya geçtim. Saat yavaş yavaş sekize gelirken şafak atmaya başlamıştı. Yatağı topladıktan sonra pencerenin perdesini hafif ittirip camın arkasından dışarıya baktım. Hiç olmadığı kadar sessiz olan sokağın lambaları sönüktü.
Odanın kapısının açıldığını işitirken, başımı hemen yanımda ki duvara yasladım. Yarın Bartu'nun doğum günüydü ama kutlayabileceğimizden pek emin değildim.
Aralık ayının sert rüzgarı ağaçların yapraksız kalan dallarını yana doğru uçururken Bartu'nun kolları üstün körü bir şekilde belimi sardı ve çenesini omzuma yasladı.
"Ne düşünüyorsun?" Diye sordu tıpkı benim gibi camdan bakarken.
"Bartu," derin bir nefes aldım ve ona doğru döndüm. Merak ettiğim cevabı almalıydım. "Neden ilaçlarını kullanmayı bıraktın?"
Duraksadı ama bozuntuya vermedi.
"İstemiyorum, Eflin. Beni çok mayıştırıyorlar. Hem," önüme gelen bir tutam saçı kulağımun arkasına sıkıştırdı. "Eskisi kadar çabuk sinirlenmiyorum."
Kaşlarım havalandı ve ona ciddi misin bakışı attım.
"Ne?" Dedi muzipçe, "sinirleniyor muyum?"
"Evet," diye yanıtladım düşünmeden.
"Bilmiyorum, eğer durum daha kötüye giderse kullanırım."
"İyi," diye bir kabulleniş sergiledim ve kollarımı beline sarıp, yanağımı göğsüne yasladım, "yirmi üç olmana çok az kaldı. Ve ben hediyene hâlâ karar veremedim."
Kalbinin ritmi bir bir kulağıma doluyordu. Hafifçe güldü. "Sence hediyeye gerek var mı?"
"Var tabi," dediğimde elimi kavradı ve bir kaç adım geri giderek yatağa oturdu. Hemen yanına oturup, ona doğru dönerken bağdaş kurdum.
"Gerek yok, Eflin. Şu durumda alsan bile kabul etmeyeceğimi biliyorsun."
Kast ettiği durum; iğrenç bir ev ve parasızlık.
"Peki." Diye bir kabulleniş sergiledim.
"Şu an ki tek sıkıntımız hediye değil, yaptığımız gelgitler. Baksana bir gün o evdeyiz, bir gün bu evde." Nefesini dışarı üfledi, "ve bunu engellemek için hiç bir bok yapamıyorum."
"Sıkma canını Bartu," dedim ve dizimde ki elinin üstüne elimi koydum. "Her şey elinde sonunda düzeliyor, biliyorsun."
Sıkıntıyla iç geçirdi ve alnını alnıma yasladı. "Bir an önce düzelse iyi olur." Dedi sessizce ve ardından üst dudağını iki dudağımın arasına yerleştirdi. Yaklaşık bir haftadan sonra tekrar ona dokunup, yakından izleyebilmenin verdiği mutluluk ile ona karşılık verdim.
***
Eskiden kaldığımız eve, yani Göktuğ'nun evine neredeyse 500m uzaklıkta ki klüp tarzı, ama daha sakin bir yer olduğunu tahmin ettiğim yerin dış cephesinde Bartu'nun teslim yapacağı çocuğu veyahutta adamı beklerken sırtımı duvara yasladım.
Demir görüntüsü veren ama öyle olmadığını bildiğim kapıdan biri çıkınca, içeride ki müziğin sesi çok kısa bir müddet kulağıma doldu. Sanırım içeride bambaşka bir hayat vardı.
Bu sabah Bartu, evde ki kıyafetlerin yarısını alıp getirsede, bir kısmı hâlâ eksikti. Altımda ki siyah deri taytın tenime yapışıp beni normalden daha fazla rahatsız etmesine (maalesef ki) izin verirken bu resmen işkence gibi geliyordu. Bartu'nun benim için getirdiği pantolonların çoğu nadiren, ya da sadece yazın kullandığım kumaş pantolonlar olduğu için giyecek tek bu vardı. Taytın bel kısmını biraz daha yukarı çekip bacaklarımda toplanmasına izin vermedim.
Ben çocuk veya adam beklerken gelen güzel bir kız ile kaşlarım havalandı. Kızın bakışları ilk önce Bartu'ya daha sonra benim üzerimde turladıktan sonra tekrar Bartu'ya döndü.
Giydiği dar, kısa elbisenin üstüne sahte olduğu her halinden belli ve tüyleri yer yer dökülmüş olan açık kahve kürkü ile dikkat çeksede, altına giydiği spor ayakkabı görünüşü fazlasıyla bozmuştu.
Küt kesimli saçlarını savurduğunda kaşlarım elimde olmadan çatıldı.
Daha sonrasında kız, Bartu'nun avcunu resmen okşayarak şeffaf poşetleri aldı.
Sessizce güldüm. Bu hareketin daha farklılarını içeride ki birden fazla erkeğede yapacağına adım gibi emindim.
"Görüşürüz sonra," dedi imalı bir şekilde ve parayı Bartu'ya verip beni sollayarak mekanın içine girdi.
Bartu parayı sayarken, koluna girdim.
"Bizde içeri girelim mi?" Diye sordum ve elimden geldiğince ikna edici bir ifade takındım.
"Emin misin?" Dedi alttan alttan bana bakarken.
Başımı aşağı yukarı salladım. "Hem bir kaç gün sonra senin doğum günün, biraz kafanın dağılması lâzım."
Bileğinde ki saate baktığında bende göz ucuyla aynı işlemi yaptım. Saat henüz yeni on bire geliyordu. "Peki o zaman," diye sessizce mırıldandı ve beresini çıkardı. "Çok kalabalıklaştığı an çıkıyoruz."
"Of tamam," diye bıkkınlıkla söylendim ve onu kolundan tutup, hemen sol tarafımda kalan sürgülü kapıyı açtım. Neon ışıklar direkt olarak gözüme çarpınca bir kaç kez gözlerimi kırpıştırmak zorunda kaldım. İçeride ki ortam yüzünden bir an için geri çekeleceğimi sansamda, buna alışacağımı düşünerek içeri girdim.
***
Selamm, bu bölümü fazla istekli yazdığım söylenemez. Sadece daha fazla bekletmemek için hemen yazıp yayımladım. Öyle fazla uzunda olmadı zaten. Bir nevi geçiş bölümü tarzında bir bölüm. Lütfen yorum yapıp oy vererek diğer bölüme bir nebze olsada istekli başlamamı sağlayın. Teşekkürrr...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top