4.Bölüm: "İsteksiz"
GECENİN
S E S S İ Z L İ Ğ İ
4.BÖLÜM: "İSTEKSİZ"
-iyi okumalarr🥰
🥀
Odanın içerisinde ki zifiri karanlık Bartu'yu görmemi engelliyordu. Dış kapının bir kaç kez zorlandığını işittim. Bartu, üzerimden doğruldu ve yüzünü sıvazladı. Ağzının içinde bir şeyler geveleyip mutfağa doğru yürüdü.
Yaktığı çakmakla etrafa turuncumsu bir ışık yayılırken, ayaklandım.
"Çantanı al." Dedi ve elinde ki çakmakla sessizce balkonun kapısını açtı.
Sorgulamadım, çantayı sırtıma takıp arkasından ilerledim. Oldukça küçük olan balkona adımımı attığımda, soğuk rüzgar kemiklerime işledi. Yanan çakmakta rüzgara dayanamayıp söndü.
"Bir alt balkona inmemiz lâzım."
Aşağı baktım. 2.Kat olduğu için fazla yüksek olmasada eğer düşersek bir yerimizin falan kırılma ihtimali oldukça yüksekti. Çantayı aşağıda ki balkona rastgele attı. Aslında, evde birileri yaşamadığı için şanslı sayılırdık.
"Görmüyor musun? Demirlerin yarısının çivileri çıkmış."
Omuz silkti. "Zorundayız."
"İlk ben geçeceğim, sonra sen." Dedi ve mermere çıkıp elini hemen yan kısımda ki camın demir parmaklıklarına yerleştirdi.
Alt katımızda ki camın parmaklıklarına bacağını atıp kolayca bir alta inerken, bu kadar seri davranmasına şaşırmıştım. Seri ve dikkatliydi. Ayağını balkonun mermerine atmadan önce durdu ve bir kaç kez nefes aldı. Alt katta ki balkona tamamiyle geçtiğinde kendi çantamı ona attım ve az önce ki yaptığı şeyleri yapmaya çalıştım.
Yeterince sağlam olmayan demir korkuluklara pek güvenmek istemiyordum.
Alt katta ki camın korkuluğuna ayakkabımın tabanını bastım ve bir elimi yavaşca üstteki parmaklıklardan çekip alta yerleştirdim. Parmaklığın çıkan çivisi parmağımı keserken ani bir gerilimle elimi hemen geri çektim. Oldukça tedirgindim ama soğukkanlı davranmaya çalışıyordum.
Son işlem olarak onun bulunduğu balkona ayak basmam lâzımdı. Parmağımda ki kesik sızlasada aldırış etmedim. Ayağımı balkonun mermer kısmına yasladığımda Bartu, elini uzattı.
"Aferin," dedi Bartu destek verircesine, "işte böyle."
Elini kavradım, bir ayağım hâlâ parmaklıklarda ki yerini korurken, Bartu'dan aldığım destekle onuda çektim ve mermerdende atlayarak balkonun zeminine ayak bastım.
"Dangalak hâlâ kapıya vuruyordur kesin." Diye söylendi Bartu yerde ki çantasını alırken.
Beton zemine atladığımızda artık tamamiyle sokaktaydık. Burası apartman girişinin arka sokağıydı. Çöp konteynerinden taşan çöpler yerlerde birikmiş ve iğrenç bir koku etrafı sarmıştı.
Bartu elimi kavradığında hızlı davranmamız gerektiğinin farkındaydık. Bu sebeple koşar adımlarla sokaktan çıktık.
***
Saat 4'e yaklaşırken, Bartu ile beraber içtiğimiz sıcak bir çorbadan sonra ben eve dönmüş, o ise markete bir kaç abur cubur ile ıhlamur almaya gitmişti. Dün ki geceden sonra keskin bir boğaz ağrısı çekiyordum.
Zile bastım ve kapıyı açmalarını beklerken bir dizimi kendime çekip botumun bağcıklarını çözdüm. Oldukça bitkindim ve tek isteğim uykuya dalmaktı.
Kapı tok bir sesle açılırken, görüş açıma giren Göktuğ'nun kapıyı açmasıyla sırtını dönüp içeri girmesi bir oldu. Meymenetsiz şey işte. Umursamadım ve kapıyı arkamdan kapattıktan sonra askılığın yanında duran kırmızı peluş ev terliklerimi ayağıma geçirip salona girdim.
Gözüme çarpan ilk şey, Enes'in duvarın dibine çökmüş ve elleriyle yüzünü kapatmış olmasıydı. Göktuğ ise kalçasını koltuğa yaslamış elleri cebinde, ona bakıyordu.
"Enes'e ne oldu?" Diye bir soru yönelttim boynuma doladığım atkıyı çözerken, ardından montumu çıkardım ve koltuğun kenarına koydum.
"Kendinde değil."
"Nasıl yani?"
Göktuğ, cevap vermedi ve doğrulup Enes'in ayak ucunda durdu. Enes, ellerini yüzünden çekti. Nefret dolu bakışları Göktuğ'nun üzerindeydi. Derin bir nefes aldım ve saçlarımı tek omzumun üzerinde topladım.
Terlemişti ve dudakları titriyordu. Cidden, hiç iyi görünmüyordu.
"Götlük yapacakken iki kez düşünmeni söylemiştim." Dedi Göktuğ, oldukça rahat bir vaziyette. Sanki karşısında ki onun arkadaşı değilde düşmanıymış gibi davranıyordu. Enes, çenesini kavrayıp tıpkı bir deli gibi sıkarken Göktuğ cebinden beyaz bir hap ile küçük bir şırınga çıkardı.
"Hangisini istiyorsun?"
Cevap alamayınca Enes'in ayağını dürttü.
"Sana diyorum?"
Göktuğ, kaşları çatık Enes'e bakarken elinde ki beyaz hapı kendi ağzına attı. Kaşlarımı çattım ve hafifçe eğilip Enes'in sıkılaşan elini çenesinden uzaklaştırmaya çalıştım. Konuşmuyor, tepki vermiyordu.
Sonra, anlayamadığım kadar hızlı bir şekilde tekrar doğrulmak zorunda kaldım. Kelepçe misali kolumu kavrayan parmaklar sayesinde ellerim Enes'ten uzaklaşırken, seri bir şekilde Göktuğ'a döndüm.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen be!" Diye çemkirdim kısık sesimle, "dokunma bana."
"Sende şuna yardım etme o zaman! Bu ikimizin arasında seni ilgilendiren bir şey yok!"
"Manyak mısın?" Ona tuhaf tuhaf baktım. Kolumu hâlâ bırakmamıştı. "Çenesini kıracak neredeyse!"
"Sanane kızım, sen gitsene sevgilinin yanına!"
Bağırmama bağırmayla karşılık verirken, kaşlarımı çattım. Boğazım acıyordu.
"Konumuz Bartu değil!"
"Olamaz da zaten. Defol git!"
Yüzümü buruşturdum ve iki kaşımıda kaldırıp kolumu işaret ettim. Hâlâ tuttuğu koluma baktı ve ardından bakışları yüzüme tırmanıp bir süre yüzümde oyalandı. Kolumda ki parmaklarını geri çekerken elinde ki şırıngayı Enes'e attı.
Arkamı döndüm ve içimden söylenerek mutfağa girdim. Cemre, mutfakta ki küçük masada oturup telefonla konuşuyordu. Önünde ise bir katalog vardı.
İçeride sevgilisinin ne halde olduğunun farkında mıydı acaba?
"Bir de," diye mırıldandı ve kataloğun sayfalarını hızlıca çevirdi. "66.sayfada ki şu indirime giren dudak kalemleri varya, onların 3'ünüde istiyorum."
Kaşlarımı hayretle kaldırıp ona bakarken tezgaha yaslandım. İnsanlar ne kadar bencildi. Nefesimi dışarı üfledim ve kendime ıhlamur için sıcak su koydum.
"Evet, evet. Sanırım bu kadar. Ne zaman elimde olur acaba?" Bir süre karşı tarafı dinledi. "Peki kargo ücreti? Tamam, teşekkür ederim, iyi akşamlar."
"Enes, kendine geldi mi?"
"Hayır, sanırım." Diye yanıtladım sorusunu.
Ofladı ve ayağa kalkıp mutfaktan çıktı. Az önceki oturduğu sandalyeye oturdum ve suyun kaynamasını bekledim.
Su ısıtıcısını beklerken boğazlarımda ki ağrı tekrar kendini belli edip beni rahatsız etmeye başladı. Yanaklarım çıkan ateşimin verdiği etkiyle kızarmıştı.
Göktuğ, içeri girdi ve musluğu açıp ellerini öylesine sudan geçirdi. Az önce ki hiç bir olay yaşanmamış gibi davranıyordu.
"Sesin kısılmış," dedi düz bir sesle, "hasta mısın?"
Böyle bir cümle beklemediğim apaçık ortadaydı. Gözlemlediğim kadarıyla bazı 'serseri' erkekler gibi gevşek hareketlere sahip değildi ama yinede kendinden başka insanlarıda düşünebilmesine şaşırmıştım.
"Çok çabuk mu hasta olursun?"
Ama nasıl bir insan olursa olsun benimle ilgili sorular sormasını istemiyordum. Ben kendimi herkese yüzeyden tanıtan bir insanım, ve herkesle kolay kolay konuşup kaynaşamayan bir karaktere sahibim, bu yüzden insanların benim hakkımda bir şey merak edip öğrenmelerini istemiyordum.
Bartu hariç, ki o zaten yeryüzünde beni tanıyan tek doğru insan.
"Hayır aslında, evin dışarıda ki havadan bir farkı olmadığı için küçük(!) bir boğaz ağrısı çekiyorum." Dedim iğneliyici bir ses tonuyla. Bu evde yaşamaya başladığımdan beri ne kalorifer yanıyor, nede sıcak su akıyordu.
Güldü. Yaptığım göndermeyi anlamasını umdum. Ellerini kuruladığı peçeteyi çöp kutusuna attıktan sonra mutfağın çıkışına doğru yöneldi. Nefesimi dışarı üfledim ve kollarımı göğsümde topladım. Ev cidden soğuktu.
Göktuğ, mutfaktan tam çıkacakken durdu ve omzunun üzerinden bana baktı.
"Yarın yatırırm faturayı."
***
Duvara asılmış, çerçevesiz boy aynasına bakıp saçlarımı tek omzumda toplayıp örerken, yatakta oturan Bartu'nun mırıldanışlarını dinliyordum.
Aynadan onu görebiliyordum. Ve ne zaman ona baksam gözlerimiz radar misali kesişiyordu. Altımda siyah bir tayt vardı ve uzun kollu tişörtümün üstüne giydiğim Bartu'nun mavi hırkası kalçalarımı kapattığı için rahat hareket edebiliyordum.
Aralık ayına girmiştik. Bugün şiddetli bir yağmur yağdığı için etrafta ki kuru soğuk bir nebze kırılmıştı. Aralık ayı. 15 Gün sonra Bartu, 23 yaşına giriyordu.
Düşüncelerimi sineye çekip beynimi rahatlatmaya çalıştım. Bileğimde ki siyah lastikle ördüğüm saçımı bağlarken, Bartu mırıldanmayı kesti.
"Şu içeride ki iki amip seni rahatsız etmiyor değil mi?"
Omzumun üzerinden ona baktım.
"Yanımdan ayrılmıyorsun bile Bartu, nasıl etsinler?"
Dizlerimin üzerinde yatağa çıktım ve yanına ilişip tıpkı onun gibi sırtımı yatağın başlığına yasladım.
"Gerçi evet, ama ne demişler; bu devirde kardeşine bile güvenmeyeceksin."
Gözlerimi devirdim. Cevap verseydim konu çok ayrı yerlere gidecekti, o yüzden susmayı tercih ettim.
Yüzümü, tamamiyle Bartu'nun boyun girintisine gömüp yatarken fazlasıyla mayışmıştım. Hafif, kendine özgü bir kokusu vardı. Ama duştan yeni çıktığı için kokusu biraz daha yoğunlaşmıştı. Eli saçlarıma kaydı.
"Okuldan kaçıp buluştuğumuz zamanları hatırlıyor musun?"
"Hatırlamaz mıyım, ne ergendik ya." Dedim ve gülmeme engel olamadım.
"Hatta bir ara naklimi senin okula istemiştimde puanım yetmiyordu. Ne efkarlanmıştım be o zaman."
Başımı boyun girintisinden çıkarıp ona baktım.
"Senin puanda bayağı düşüktü ama," dedim dalgayla karışık bir şekilde. Güldü ve saçımda ki eliyle yüzümün tekrar boyun girintisine girmesini sağladı.
"Kaydırma yapmıştım ben bir kere." Diye söylendi bilmiş bir tavırla.
"Tabi canım, kesin." Kısık sesim çatallaşmıştı.
"Bir tane daha ıhlamur içsen iyi olur." Dedi büyük bir ilgiyle, omzumda ki eliyle omzumu sıvazladı. "Bekle 5 dakika yapıp geleyim."
"Hayır," dedim ve doğrulmasına engel oldum, "böyle çok daha iyiyim."
Bartu'nun cevap vermesini engelleyen yabancı bir ses araya girdi.
"Bölmüyorum umarım?"
Kapı girişinde duran Göktuğ'a baktım. Elinde siyah bir poşetle bize bakıyordu.
"Bölüyorsun." Dedi Bartu, net bir şekilde.
"Hazır bölünmüşken size güzel bir haber vereyim?"
"Nasıl bir haber?" Dedi Bartu, onunda ilgisini çekmişti.
"Şimdi, 2 teslimat var. Toplam 650 ediyor 300 benim gerisi sizin. Nasıl?"
Kaşlarımı çattım. Bu işin sonu cidden hiç iyi görünmüyordu. 1 Haftada neredeyse bedavaya bu kadar para kazanmak pek hayr-ı alamet değildi.
"Nerelere teslim yapılacak?" Diye sordu Bartu ve ayaklandı. O, ayağa kalktığı için bende doğruldum ve bağdaş kurdum.
"Türkü cafede ve boş bir inşaatta."
"İnşaata biz gidiyoruz, cafeye sen gidiyorsun o zaman."
Göktuğ, kaşlarını kaldırdı.
"O zaman parayı niye size veriyorum? Sonuçta tek başıma teslim yapmış olacağım."
"Peki o zaman," Bartu sırtını duvara yasladı. "Senle ben inşaata gidiyoruz, Ef-"
Bana baktı ve yüzünde anlaması zor bir ifade oluştu.
"Tamam sorun yok," diyerek omuz silktim. "Tek başıma teslim yapabilirim."
"Olmaz." Dedi Bartu oldukça sert bir şekilde ve çenesini sıvazladı. "Tek başına olmaz."
Gözlerimi devirdim.
"Benle gelsin."
Bakışlarımı Göktuğ'a çevirdim. Oldukça ciddi duruyordu. Bartu, ağzının içerisinde net duyulabilecek bir küfür geveledi ve nefesini dışarı üfledi.
"Yemem kızı merak etme, ikimizde para kazanacağız sonuçta? Salonda bekliyorum ben."
Göktuğ, elinde ki poşetlerle beraber odadan çıktı.
"Gitmiyorsun."
"Bartu, saçmalama 350 TL boşamı gitsin yani?"
"Giderse, gitsin. Sikimde değil o herifle tek başına bir yere gitmeni istemiyorum. Hiç tekin biri değil, üstelik hastasın."
Kaşlarını çattı ve bana uyarıcı bir bakış attı. Büyük bir 'of' çektim ve ayağa kalktım.
Bende Göktuğ ile bir yere gitmeye meraklı değildim zaten. Ama işin ucunda iyi miktarda bir para vardı. Ve şu an biz, paraya en çok ihtiyacımız olduğu dönemdeydik. Mecburdum.
"Telefonum hep açık olacak." Dedim ona güvence verip, iki kolunuda boydan boya sıvazladım ve sonunda ellerini tuttum. "onunla gitmeye bende bayılmıyorum ama ikimizin geleceği için para kazanmak zorundayız."
Başını geriye attı ve sertçe yutkundu. Pürüzsüz boynu burnumun ucundayken bende sertçe yutkunma gereği duydum.
"Peki," diye bir zoraki kabulleniş döküldü dudaklarının arasından, "bir şey olursa derhal beni arıyorsun."
***
Koyu renk ispanyol paça kot pantolomu bacaklarımdan geçirdim. Çok uzun boylu bir kız değildim ama bacaklarım uzundu. Bu yüzden bu tip pantolonları kendime yakıştırıyordum. Açık saçık giyinen bir insanda olmadığım için tercihim daha çok pantolonlardan yana oluyordu.
Üstüme asker yeşili balıkçı yaka bir kazak giyindim. Tek omzumda örülü bir şekilde duran saçımı açmamayı tercih ettim ve montumu giyindim. Atkımı ve beremi alıp almama konusunda kararsız kalsamda, sabah ki soğuğu kıran yağmura güvenip sadece atkıyı aldım.
Yatağa oturduğum an içeri Bartu girdi.
"Hazır mısın?" dedi ve boy aynasının karşısına geçip beresini taktı.
"Ben hazırım da, siz içeride ne yaptınız?"
"Hiç," omuzlarını silkti, "sadece bir kaç uyarıda bulundum."
Cevap vermedim ve ayaklandım. Bartu, montunun fermuarını çenesine kadar çekip beresini son kez düzeltti aynı şekilde bende atkımı son kez düzelttim ve odadan çıktık.
***
Bartu'nun kolu omzumdayken benim ellerim cebimdeydi. Göktuğ, ise hemen arkamızdan ilerliyordu. Caddeye kadar beraber yürüdük.
Bir sokak lambasının altında durduğumuzda, derin bir nefes aldım. Buradan sonrasında yola Bartu'suz, devam etmek zorundaydım ve bunu hiç istemiyordum.
"Ben şu markete uğrayıp, geliyorum." Dedi Göktuğ, ve karşıya geçip markete girdi.
"Söylediklerimi unutmuyorsun."
"Tamam," dedim Bartu'ya hitâben.
Bulunduğumuz cadde normalde kalabalık olsada, şu an yanımızdan geçen insanların sayısı tek tüktü.
Kollarımı Bartu'nun beline sarıp yanağımı göğsüne yaslarken, gözlerim Göktuğ'nun bulunduğu marketin dış cephesinde turluyordu.
"Eflin," dedi oldukça sıkıntılı bir sesle, "içimde garip bir his var."
Çenesini saç diplerimde hissedebiliyordum.
"Çok dikkat et," saçıma küçük bir buse kondurdu, "lütfen."
Bartu, bana sık sık 'lütfen' demezdi. Ne zaman lütfen dese, midemde bir şeyler acıyla kasılıyordu.
Göktuğ, marketten çıkınca gözlerimiz kesişti. Market kapısının önünde ki merdiven basamaklarında durdu ve aldığı sigara paketini açtı.
Kaşlarımı çattım ve bakışlarımı ondan ayırıp başımı kaldırdım. Bartu'da aynı eşlikte başını eğip bana baktı.
"Sende dikkat et."
Parmak ucumda yükseldim ve dudağımı dudağına bastırdım. Birbirimizi öpmedik, sadece dudaklarım sertçe onunkilere temas ediyordu. Ondan gelen şefkati iliklerimde hissetmek paha biçilmezdi.
Geri çekildi, ve çatılan kaşlarını düzeltmeden bakışlarını etrafta gezdirdi. Bir eli belimde diğer eli ensemdeydi. Göktuğ'nun yanımıza gelmesiyle tamamiyle temasımızı kestik.
"Burada buluşuruz tekrar." Dedi Göktuğ ve içine çektiği zehri dışarı üfledi. Üzerinde ki siyah hırka ile üşüyüp üşümediğini merak ettim. Bu havada neyine güveniyordu?
Bartu, başını salladı ve gözlerini son kez benimle buluşturup arkasını döndü. Elleri cebinde yürürken, yanından geçip giden otobüsü ıslık çalarak durdurdu. Otobüsle beraber gözden kaybolurken nefesimi dışarı üfledim.
Bir süre arkasından baktım ve içimden bildiğim bütün duaları onun için okudum. Soğuk hava yüzüme bir tokat çarpıp kendime gelmemi sağlarken omzumun üzerinden sigarasını içen Göktuğ'a baktım. Sokak lambasının sarı ışığı yüzüne vuruyordu.
Altın sarısı saçlarının bir kısmı hafif esen rüzgar yüzünden sol tarafa doğru uçuşuyordu. İzmariti yere attı ve ayakkabısının tabanıyla ezerek söndürdü.
"Sevgilini mi özledin?" Diyerek dalga geçti.
Tamamiyle ona doğru döndüm ve yapmacık bir şekilde gülümsedim.
"Birbirinize alıştığınız için ayrı kalamıyorsunuz. Bunun aşk ile bir alakası yok biliyorsun değil mi?"
"Falan filan." Diye mırıldandım ve onu umursamadığımı göstermeye çalıştım. Omuzlarını silkti. Aramızda ki şeyi dışarıdan bir göz olarak nasıl anlayabilirdi ki?
"Boğazın nasıl?"
"İdare eder," diyerek hızlıca uyduruk bir cevap verip önüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Göktuğ bakışlarını benden ayırdı ve etrafına bakıp nefesini dışarı üfledi.
"Gidelim," dedi ve arkasını dönüp önden önden yürümeye başladı.
Bartu'nun gittiği yöne tamamiyle ters olan istikamete doğru yürürken, aramızda ki mesafeye dikkat ettim.
Tek dileğim bu gecenin çabuk bitmesiydi.
***
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top