2.Bölüm: "Kiralık oda"

-iyi okumalarr...🕺🏻🕺🏻❤️

🥀

İnsanların attığı yardım çığlıkları, benim sessiz kahkahalarımdı. Bilerek ve isteyerek arkamda bıraktığım ailem, benim onların yanında mutlu olmadığımı, ya da asıl karakterimi bilselerdi beni aramaktan vazgeçerler ve üzerime toprak atarlardı.

Onların ne yaptığını merak ediyordum. Acaba hâlâ beni arıyorlar mı, yoksa gidişimi kabullenmiş bir vaziyette bekliyorlar mı? Ucu açık, cevabı belli olmayan bu soruyu bir hafta öncesine kadar kendime her gün sordum. Fakat sordukça dahada çıkılmaz bir hal aldı. Cevaptan daha çok uzaklaştım. Aklım o kadar dolu ki, eğer yukarıda bir yaratıcı varsa bana yardım etmesini istiyordum. Bana yardım etmesini, beni zihnimden kurtarmasını istiyorum.

Son yarım saattir yaslandığım beton duvardan doğruldum ve omuzlarımı geriye atarak sırtımda ki kasların gevşemesini sağladım. Uzuvlarım öyle çok ağrıyordu ki, bedenim rahat bir yatakta deliksiz uyku çekmek için can atıyordu. Yanımda oturan Bartu, elinde ki bitmiş suyun pet şişesini çöplerden zemini görünmeyen köşeye fırlattıktan hemen sonra ayaklandı.

Güneşin çoktan batmış olmasına rağmen inatla yanmayan sokak lambaları sokağın karanlığa gömülmesine izin veriyor, aydınlık tek bir nokta dahi bırakmıyordu. Bu sebeple telefonumun flaşını açtım ve bulunduğumuz yere göz gezdirdim.

Klasik apartmanlar ile çevrili olan uzun bir sokaktaydık. Etraf oldukça boş ve rahatsız edici derecede sessizdi. Bakışlarım hemen karşımızda ki ağaca çevrildi. Bir müddet ağacın kahverengi, çıkıntılı yüzeyine yapıştırılmış kağıda baktım ve gözlerim benden izin almadan kısılıp, kağıdın üzerinde ki el yazı ile yazılmış olan yazıyı okudu.

"Bartu," dedim kolumla kolunu dürterek. "Kirâlık oda nasıl?"

"Kirâlık oda mı?" Diye söylendi sessizce. Bir şeyler düşündüğü her halinden belliydi ama aklından geçenleri okumak şu an için zordu.

"Olur mu ki?"

"Neden olmasın?" Omuzlarımı silktim. "Hem daha az para öderiz."

Siyah, seyrek kaşları çatıldı ve ağaca yapıştırılmış olan kağıtta ki numarayı tuşlayıp telefonu kulağına götürdü.

Bir müddet karşı tarafın telefonu açmasını beklerken, bakışlarım onun güzel yüzünde turluyordu. Telefonumdan etrafa yayılan beyaz ışık sayesinde yüzünün bir kısmı gölgede kalmış, bir diğer kısmı ise tüm gerçekliğiyle karşımdaydı.

"Kirâlık odanız hâlâ duruyor mu?"

Bir süre karşı tarafı dinlediği sırada gözleri, doğrudan gözlerimin içine mekik dokumaya başladı.

"İki kişi." Sustu ve yine karşıdan yükselen ses kulaklarında can buldu.

"Ne tarafta kalıyor o sokak?"

Ellerimi cebime yerleştirirken omzumu duvara yasladım.

"Tamamdır birader, iyi günler."

"Ne kadarmış?"

"İki yüz elli," diye yanıtladı beni, "Evde yaşayan üç kişi varmış. Eğer gözümüze girerlerse, bir süre orada kalırız. Sonrada bakarız bi çaresine."

Yerde ki çantasını tekrar sırtına taktı ve beresini düzeltti. Sadece bir kaç sokak arkamızda kalan Tarlabaşı sokağını es geçip yürümeye devam ettiğimizde, o sokağa bir daha adımımı atmamayı diledim. Bartu, gün içerisinde bir yere gittiğinde o evde resmen diken üzerinde geziyordum. Odadan, odaya geçerken bile küçükken öğrendiğim, dilime pelesenk olmuş duaları okuyup duruyordum. İşe yarayıp yaramayacağını kestiremediğim halde, o dualar sürekli dilimdeydi.

Bir başka sokağa saptığımızda zemin ıslak ve yağmurun etkisiyle parlaktı. Dün gece, çıkmaz bir sokağın sonunda uyumak için çekildiğimiz köşede neredeyse hiç uyumamış, bir bütün halinde ısınmaya çalışmıştık. O saatlerde kasılan kaslarım şimdi bana küfrediyordu.

Derin bir iç çektiğimde varış noktasına ulaşmamız neredeyse on beş dakikamızı almıştı. Bize, daha doğrusu Bartu'ya tarif edildiği gibi koyu yeşile boyanmış ama yer yer boyası silinmiş olan apartmanın içerisine girdik.

Dönemeçli merdivenleri bile çıkmak dünyanın en zor şeyiymiş gibi geliyordu artık. Bacağımı kaldırıp, bir diğer basamağa atmak fazlasıyla enerji istiyordu sanki. Bu yüzden ikimizde yavaş yavaş, kendimizi daha fazla yormadan üç katlı apartmanın en üst katına ulaştık.

Kapının ziline basıp beklerken nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalıştım. Kendimi kemik yaşı yetmiş olan biri gibi hissediyordum. Yaşadığı senelerin yorgunluğunu üstünde taşıyan ve bu ağırlığın altında ezilen biriydim sanki.

Karşımıza iyi ve düzgün bir insan çıkmasını umduğum sırada kapı açıldı. Akmış makyajını, ve göz altlarına bulaşan siyah rimelini elinde ki mendil ile silmeye çalışan kız, tüm dişlerini sergileyerek gülümsedi ve omzunun üzerinden içeriye doğru seslendi.

"Aşkım, yeni kiracılarımız geldi!"

Bartu'nun arkasından içeriye adımımı attım ve ağır bir koku bedenimi sardı. Ev, oldukça havasız ve tozluydu. Sanki günlerdir cam açılmamış, duvarlar temiz havaya muhtaç kalmış gibiydi.

Adımlarımız usulca salon olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerlediğinde Bartu'nun elini bıraktım ve terleyen avcumu pantolonuma sildim.

Üçlü koltukta tek başına oturan çocuk, parmaklarının arasında ki sigarayı dizinde ki kül tabağında ezerek söndürdü. Ardından kül tabağını ortadaki, cilası sökülmüş olan ahşap sehpaya koydu.

"Enes, koçum bir su kap gelirken."

Gür sesi, kimsenin konuşmadığı salonda eko yaparken bakışlarını bize doğru çevirdi. Sanırım ev sahibiydi. Derin bir iç çektim fakat çok geçmeden buna pişman oldum, çünkü sigara dumanıyla kaplanmış salonda nefes almak, genzimi yakıyordu. Koltukta oturan, ev sahibi olduğunu düşündüğüm kişinin ilk önce bana takılan kahverengi gözleri çok geçmeden benden ayrılıp Bartu'ya döndü.

Oturduğum koltuğun, yırtık kumaşı beni rahatsız etsede bozuntuya vermedim. Ne bekliyordum ki zaten, evden kaçıp daha iyi bir yerde yaşamayı falan mı? Mademki kendi rızamla evden ansızın çıkıp gittim, o zaman eskisi gibi böyle küçük şeylere takılmamalıydım. Kendim ettim, kendim buldum.

"Sevgili misiniz?"

Bu soruyla beraber bakışlarım, az önce bizi karşılayan adını dahi bilmediğim kıza çevrildi.

"Evet," dedi Bartu benden önce davranıp.

"Ben Cemre bu arada," içeriye elinde plastik su şişesi ile giren çocuğu gösterdi, "bu Enes."

Çocuk şişeyi ortada ki masaya koydu ve adının Cemre, olduğunu öğrendiğim kızın yanına oturdu.

"Bu da Göktuğ." Diyerek ince kaşlarıyla koltukta oturan çocuğu işaret etti.

Onun adını anarken bile buruşan yüzü bu ortamda pek isteyerek kalmadığını bariz belli ediyordu. Zaten kim isteyerek bu evde kalır ki?

"Bartu." Dedi Bartu kendini tanıtmak için. Beresini çıkarıp siyah buklelerini serbest bıraktığında alnına bir kaç tutam halinde ince bukleler dökülmüştü.

"Eflin." Diyerek kendimi onlara 'tanıtmak' amacıyla ismimi söyledim. Ses tonum oldukça katıydı.

"Lafı uzatmayalım," Adının Cemre, olduğunu öğrendiğim kız, makyajını sildiği mendili işaret parmağına dolarken, bakışları bizdeydi. "Hemen şartlarımızı söyleyelim; Eve misafir getiremezsin, çok gürültü yapmak yok. Ortak kullanım alanlarını temiz bırakmakta önemli. Birde kirayı gününde teslim almamız şart." Duraksadı ve oldukça kısa bir süreliğine koltukta oturan Göktuğ'a bakıp, kaldığı yerden devam etti; "Birde, bugünden sonra sıcak su konusunda sıkıntı yaşayabiliriz. Arkadaşlar parayı ödemiyorda."

"Para verde ödeyelim, Cemre. Çalışmadan öde demek kolay tabii."

Enes'in oldukça kalın ve umursamaz sesi rahatsızca yerimde kıpırdanmamı sağladı. Eğer şu an karşımda oturuyor olmasaydı ve ben sadece sesini duysaydım, onu otuz yaşında yetişkin bir adam sanardım.

Bir kaç dakika daha olması gerekenleri, ortaya koyulan şartlar hakkında konuşuldu. Fakat bu kısa sohbette, asıl konuşması gereken ve ev sahibi olduğunu düşündüğüm çocuk ağzını dahi açmadı ve ortaya dökülenleri dinledi. Zaten, kimsede ona bir şey sormadı. Çok geçmeden, Cemre'nin bize odayı göstermek istemesiyle ayaklanırken tüm kuvvetimi yorgun olan bacaklarıma yükledim, ve sadece adını bildiğim kızın arkasından ilerledim.

🥀

"Şaka gibi," diye söylendim sinirle ve ortadaki boş alanda bir duvardan başlayıp karşıdaki diğer duvara doğru küçük adımlarla yürüdüm. "Sadece sekiz adımlık boş alan var resmen."

"Boşver," dedi Bartu bana nazaran sakin bir sesle, "zaten kalıcı değiliz."

Onun bu kadar sakin kalmasına şaşırırken bulunduğum odaya tekrar umutsuzca göz gezdirdim. Kenarda çift kişilik, örtüsüz bir yatak vardı. Onun dışında ise klasik kapaklı bir dolap. Ortada ki boş alanda maksimum on adım atılabilirdi. Hadi bunu geçtim, odanın kapısı yoktu. Ciddi ciddi kapının cam olan kısmı kırıktı ve kapıyı kapatsak bile tam ortada dikdörtgen şeklinde boşluk vardı.

Kendime burada kalıcı olmadığımızı hatırlattıktan sonra, yatağın ucuna oturdum ve Cemre'nin verdiği sade nevresim takımını dizime koydum.

"Aşırı uykum var." Diye söylendi Bartu ve çantadan düz bir eşofman çıkardı.

Saat on bire yaklaşıyordu ve benim şu an Bartu'nun aksine gram uykum yoktu. Aslında sabah gözümden uyku akıyordu, fakat şimdi damarlarımda uyku adına gezinen hiçbir şey yok. Gerçi, yatağın içine girdiğimde her şey değişebilir.

"Işıkta mı yanmıyor?" Diye hayıflandım. "Boşuna para vereceğiz desene."

"Boktan bir yer işte. Yatağın olduğuna şükür et."

"Peki bu ne kadar böyle devam edecek?"

Fermuarı asla tutmayan dudaklarımın arasından sızan soru, onun hoşuna gitmemiş olacak ki kaşlarını çattı.

"Pişman mısın?" Diye sordu yatakta yanıma otururken, "benimle burada olduğuna."

Başımı iki yana salladım. Ne zaman ters bir şey söylesem bana her zaman bu soruyu soruyordu. Emin olmak istiyordu, onunla olduğum için pişmanlık duymadığımı sürekli dile getirmemi istiyordu biliyorum ama her seferinde bu konuyu açması biraz can sıkıcıydı.

"Daha kaç kez söyleyeceğim?" Diye sordum sakin bir dille, "seninle olduğuma pişman değilim."

"Peki ilerleyen zamanda? Günler geçtikçe," gözlerindeki karmakarışık duyguları bana göstermeye çekinmezken onun yaşadığı bu çelişkinin aynısını bende zihnimde yaşıyordum. "Evini özlemeyecek misin?"

"Bartu," yatakta ona doğru yaklaştım ve elimi omzuna koydum. "Evimi çok sevseydim, seninle kaçmazdım. Orada mutlu olmadığımı benden daha iyi biliyorsun."

"Evet ama," parmakları buklelerinin arasından boylu boyunca geçti ve ensesini kavrayıp stresle sıvazladı, "bir sabah uyanıp benden habersiz gideceksin diye ödüm kopuyor."

Ruhum ve bedenim onun yanındayken huzurluydu. Onun yanında olmak, onu izlemek beni geçmişten koparıyor, dünyamı bir kaç dakikalığına güzelleştiriyordu. Tüm bunları Bartu, sayesinde hissederken ondan habersiz gitmek ise yapacağım en son şey.

"Gitmem," dedim kendimden emin bir dille ve ekledim: "asla."

Kahverengi gözleri gözlerime mekik dokuduğunda, dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissetmem uzun sürmemişti. Büyük bir özlemle, ilk kezmiş gibi birbirimize karşılık verdiğimizde eli belimi sarmaladı ve beni kendine doğru çekti.

Dandik yatağın üzerinde onun teni için yanıp tutuşurken kucağına yerleşmek için hareketlendim. Benim bu isteğimi sorgusuz sualsiz kabul eden Bartu'nun elleri altımdaki dar pantolonun sert kumaşından kalçalarımı kavradı. Hızlıca, sanki arkamızda bizi kovalayan varmış gibi seri davranmak zorundaymış gibi hissediyordum. Sanki bu büyü her an bozulabilirmiş gibi.

Ellerim onun ensesini sıvazlarken, ara sıra buklelerini avuçluyor ve geri bırakıyordu. Bartu'nun elleri tişörtümü aşıp belime temas ettiğinde dudaklarımız kısa bir süreliğine birbirinden ayrıldı.

"Vücudum sızlıyor," dedi sanki devlet sırrı veriyormuş gibi sessiz bir şekilde, "senin için."

Hızlanan nabızlarımızın sesi duvarlarda eko yapıyor, zihnimdeki tüm olumsuzluklar bir anlığına yok oluyordu.

Bana yaptığı bu küçük itirafa karşın dudaklarımda ufak bir tebessüm can buldu. Onunda beni istediğini, bana dokunmak için fırsat kolladığını bilmek egomu okşuyordu. Eskiden Bartu, ile doğru düzgün yalnız kalamazdık. Kalsak bile bu çok uzun sürmüyordu. Fakat şimdi tüm gün, tüm gece bizimdi. Başımızda asla ilgimizi çekmeyen konuları konuşanlar yoktu, ya da her seferinde telefondan bizi arayarak rahatsız eden insanlar yoktu. Özgürdük, ama bu özgürlük bir yandan beni deli gibi korkutuyordu.

Tekrar birleşmek için can atan dudaklarımız birbirini bulduğunda, iki dudağımın arasındaki alt dudağını büyük bir istekle hafifçe çekiştirerek boğuk bir şekilde inlemesini sağladım. Her zaman olduğu gibi birbirimize karşı büyük bir istekle kabarıyor, sadece fiziksel temasla geçirdiğimiz iki senenin acısını çıkarmak istiyorduk.

Fakat, birileri buna engel oldu. Cemre, sanki kapının kırık olduğunu bilmiyormuş gibi odanın önüne gelmiş ve pekte müsait olmadığımızı gördüğünde sessizce çekip gitmek yerine şaşkınlığını dışarı vurmuştu.

"Ay çok özür dilerim," diyerek yükselen ince bir sesle, Bartu'nun kucağından apar topar kalkarken, Bartu ağzının içerisinde ağır bir küfür savurdu. "Yastık kılıflarını getirmeyi unutmuştum da, onları getirdim."

Dudaklarımda ıslaklığı elimin tersiyle silip, katlanan tişörtümü düzelttim.

"Keşke seslenseydin," dedim küçük bir sitemle ve gözlerini kapatıp bana kılıfları uzatan Cemre'nin elindekileri çekip aldım.

"Özür dilerim," diye tekrarladı gözlerini açmadan, "bir dahakine seslensem daha iyi olur."

Ona yaptığım sitemi mantıklı bir şekilde tekrar bana sunarken başımı sallayıp onu onayladım ama o, bunu görmedi bile. Çünkü sıkıca kapattığı gözlerini açmadan tekrar koridora dönmekle meşguldü. Utançtan kasıp kavrulan bedenim bir süreliğine sessiz kalıp nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalıştı.

"Şu kapıyı acil değiştirmemiz lazım," dedi Bartu kendini sırt üstü yatağa bırakırken, "yoksa eski evi mumla ararız."

Güldüm, hiçbir güç kuvvet beni önceki eve isteyerek sokamazdı. Biliyorum burasıda çok iyi bir yer değil, ama en azından normal bir sokaktayız. Kasıklarımdaki istek Bartu, ile temasımız kesildiği an geri çekildiğinde altımda ki pantolonu çıkarıp rahat bir şeyler giydim. Oda sadece koridorun ampulü ile aydınlanıyordu. Hasarlı duvarlara çarpan sarı ışık loş bir görünüm sunuyordu. Loş ışık, her zaman güzel olurdu ama bu odada loş ışık sadece içimi daraltıyor.

Az önce yaşadığımız baskını pekte kafaya takmamaya çalışarak nevresim takımını yatağa geçirdikten sonra Bartu, yorganı kaldırıp yatağın içine girdi. Siyah bukleleri tutam tutam alnına düşerken elinin tersiyle saçlarını geri itti. Aynı şekilde yatağa uzandığımda, anlayamadığım kadar hızlı bir şekilde kendimi bana yaklaşan Bartu'yu kucaklarken bulmuştum. Kollarını belime sardı ve yanağını gerdanıma bastırdı. Saçları çenemi okşarken kollarını sıkılaştırdı.

Şu an bana sarılan o, onu sarmalayan ise bendim. Her zamankinin aksine sessizdik. Normalde bu uykuya geçiş anlarımız bizim için sohbet demekti. Neredeyse yarım saat bu pozisyonda birbirimize sarılıp, karanlıkta sohbet edebilirdik. Fakat şu an yorgunduk ve bedenlerimiz normal bir yatakta uyku çekmek için can atıyordu.

İçeride ki konuşmalar kulağıma boğuk bir tonla ulaştığı için ne dediklerini tam algılayamıyordum. Annemlerin ne yaptığını merak etsemde sanırım şu an, bana sarılan kişinin yanında huzurluydum. Bir kaç dakika sonra Bartu'nun düzenli nefes alışveriş sesi kulağıma ilişirken, eş zamanlı olarak kendimi uykunun inine teslim ettim.

🥀

Sıcak su akmadığı için, soğuk su ile saçlarımda ki ve bedenimde ki şampuan atıklarını tamamiyle temizledikten sonra duşakabinden çıktım. Bir önceki evde azda olsa sıcak su akıyordu ama burada hiç akmıyor. Cemre'nin dün dediği gibi fatura ödenmediği için olsa gerek diye düşünüp mecbur soğuk suyla titreye titreye duşumu almıştım.

Her hangi bir bornoz havlu tarzı bir şey yoktu. Bu yüzden banyoya girmeden önce çıkardığım tişörtümle öylesine kurulandım ve üstümü giyindim. Şarjda ki telefonumu çıkarıp yatağa oturduktan sonra ilk işim Bartu'ya mesaj atmak oldu.

"bulabildin mi?"

"Eflin, baksana bir."

Gelen sesle birlikte, kapı camının kırık olduğu yerden başını uzatan Cemre'ye çevirdim bakışlarımı.

"Gelsene içeri canım sıkılıyor. Hem kahvede yaptım, sohbet ederiz?"

"Tamam, sen git geliyorum."

Saçlarımı gri, boğazlı kazağımın hemen üstüne çıkardım ve kurumaları için tarayıp ensemde sıkı bir topuz yaptıktan sonr aodadan çıktım.

Küçük mutfakta ki masada otururken, Enes ve Göktuğ'nun evde olmadığını idrak ettim. Cemre, elinde ki kahve bardağını önüme bıraktı. Üzerinde dünden kalan eşofmanları vardı ve saçları oldukça kabarmıştı. Ama bunu çokta fazla önemsemiyor gibi duruyordu.

Elimde çevirdiğim telefonum titredi. Bartu'nun attığı mesajı açarken, Cemre konuşmuyordu.

"henüz bulmdm illa zorla işe aldırtcaklar. nys. Odadan çkmamaya çalış eflin o iki andaval rahatsız etmesin seni"

"Evde sadece cemre ile ben varım zaten."

Telefonu masaya bırakacağım sırada tekrar titredi.

"tmm yinede fiziksel temas etme yoldayım geliyom bn şimdi."

Dudaklarımda can bulan minicik bir tebessümle onu onaylayan bir mesaj yazdım ve gönderdim.

"Kaç sene oluyor?"

"Anlamadım?"

"Yani kaç senedir birliktesiniz? Bartu'ydu değil mi?"

"İki sene." Diyerek net bir cevap verdim. İki sene. Nedense söylerken gururlanmıştım.

"Vay be." Küçük bir ıslık çaldı. "Sıkılmadınız mı hiç?"

Başımı iki yana salladım ve kahvemi yudumladım.

"Kaç yaşındasın?" Diye sordum bakışlarımı yüzünde gezdirirken.

"Aslında yirmi bire yeni girdim sayılır ama Enes, yirmi birinden gün aldın, yani hâlâ yirmisin diyor. Bende bilmiyorum."

Güldüm. Bir insan kaç yaşında olduğunu bilmeyecek kadar anormal olabilir mi?

"Siz Enes'le ne kadardır berabersiniz?"

Yüzünü buruşturdu. "Ay bilmiyorum ki, eziyet çektiğim zamanları saymak gibi bir hobim yok."

"Nasıl yani?"

"Ya nasıl anlatsam şimdi," gözlerini kaçırdı ve ben hariç her yere bakmaya başladı. "Enes, kullanıcı yani kafası gidip geliyor. Ben pek ayılıp bayılmıyorum onun için, yani sırf kalacak bir yerim yok diye onunlayım." Nefesini sertçe dışarı üfledi. "Zaten ailem Konya'da, benimde burada üniversite okuduğumu sanıyorlar ama gel gör ki ben onlara aykırı olan her haltı yapıyorum."

Kurcalamak istemediğim için daha fazla soru sormadım. Her insanın kendince dertler olur sonuçta onun derdide ailesiyle ve kendisiyle alakalıydı sanırım.

Dış kapı anahtarla açıldığında Cemre, ayağa kalktı ve mutfaktan çıktı.

"Bir sorun çıkmadı, değil mi?"

"Ne sorunu kızım? Ben varsam her şey yolunda gider."

"Yav he Enes he," diyerek Göktuğ'nun söylendiğini işittim, "al şu sevgilini gözüm görmesin." Dış kapı sertçe kapandığında Göktuğ, sitemine devam etti: "Söyle ona, bir dahakine götlük yapacakken iki kez düşün."

Oturduğum rahatsız sandalyede hafifçe kıpırdanıp konumumu değiştirdim. Dizimi kendime doğru çekip ayak tabanımı sandalyeye koydum ve parmaklarımın kavradığı kahve bardağını dizime yerleştirdim.

Bu evde kendimi o kadar yabancı ve rahatsız hissediyorum ki, bir an önce Bartu'nun gelmesi için resmen can atıyorum.

Ağırlaşan saçım, başımı zonklatmaya başlarken içeri Göktuğ, girdi. Bakışları oldukça kısa bir müddet üstümde dolaştıktan sonra buzdolabının kapağını açtı ve içerisinden meyveli yoğurt çıkardı. 

"Sevgilin evde mi?"

"Hayır."

Çekmeceden kendine kaşık çıkardıktan sonra karşıma oturdu.

"Ne iş yapıyor? Ya da şöyle sorayım hâlâ okuyor mu?"

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Okumuyor."

"İş?"

"Çalışmıyor. Çok mu meraklısın yoksa canın mı sıkılıyor?"

Omuzlarını silkti ve meyveli yoğurttan bir kaşık daha ağzına attı.

"İkiside var bende."

Hafif kumral olmasına rağmen bronz bir tene sahipti. Hemen hemen Bartu, ile aynı boyda gibi görünselerde Bartu, eminim ki bir kaç cm daha uzundu.

"İş arıyor yani?"

Yoğurdu iyice sıyırırken bakışları sıyırdığı kabın içerisindeydi.

"Öyle."

"Niye seni burada tek bırakıyor? Sonuçta sadece isimlerimizi biliyorsunuz." Bakışlarını kısa bir müddet bana çevirdi fakat daha sonrasında tekrar yoğurt kabını sıyırmaya devam etti. "Neyine güvenerek seni tek bırakıyor?"

Her ne kadar, 'bizim derdimiz seni mi gerdi' diyerek ergen bir tavırla çıkışmak istesemde bunun yerine nefesimi sertçe dışarı üfledim. Niye insanlar her işe burnunu sokup sorguluyor ki?

"Cevap vermeyecek misin?"

"Hayır." Dedim net bir sesle.

"Eflin, bro seninki geldi!"

Enes'in ağzını yayarak bağırışı kulağıma ilişince seri bir şekilde mutfaktan çıktım ve sonunda tanıdığım bir yüzü görmenin sevinciyle kollarımı kapının önünde ki beresini çıkaran Bartu'nun boynuna sardım.

Abartmıyorum. İnsan bir evin içerisinde tanımadığı insanlarla vakit geçirip sıkılınca istemsizce tanıdık bir yüz istiyordu. Üstelik Bartu'yu beklerken resmen telefonumda ki oyunu üst üste defalarca oynayıp yeni yüksek rekorlar kıracak kadar sıkılmıştım.

Soğuk burnunun ucunu boynuma bastırdı. Geri çekildim ama kollarımı boynundan ayırmadım.

"Hiç iş bulamadın mı gerçekten?" Diye sordum bir umutla.

"Yok, herkes manyamış bu ülkede. Abuk subuk konuşuyorlar."

"Aynen koçum, konuş sen arkandayım."

Enes, elleriyle bir kaç alkış tutarken Bartu'da onun bu hareketine anlam verememişti. Gerçi sanırım Enes yine kullanmış olmalıydı. Çünkü ikide bir burnunu kabaca çekip, ne yaptığının farkında değil gibi duruyordu.

"Odaya gidelim." Dedi Bartu, ve salonda ki şahıslara hiçte iç açıcı olmayan bir bakış attı.

"İş bulamadın mı?"

Göktuğ, ne ara gidip oturduğunu anlamadığım tekli koltuğa biraz daha yayıldı. Cemre şu an ortalarda yoktu.

"Bugün olmadı, yarın olur." Diye yanıtladı Bartu.

Hava kararıyordu ve elektriklerin olmaması birazdan karanlığa gömüleceğimiz anlamına geliyordu. Böyle yıkık dökük bir evde kaldığımız için her ay iki yüz elli lira ödememiz biraz fazla saçmaydı.

"Aslında bizim patronda eleman arıyor. Her hafta en az beş yüz rahat kaparsın."

Bartu'nun ilgisini çekmiş olacak ki eli usulca belimden ayrıldı ve bir kaç büyük adım atarak üçlü koltuğun arkasında durdu. Ellerini koltuğun baş kısmına yaslarken yüzünde ki ifadeyi göremiyordum. Şu an sadece sırtını görebiliyordum.

"Ne işiymiş?"

Göktuğ, dirseklerini dizine yerleştirip parmaklarını birbirine kenetledi.

"Getir götür işi. Semtten semte."

"Uyuşturucu?"

"Öyle." Diyerek araya girdi Enes, "of manyak bir şey."

"Uyuşturucu değil, ot." Diye düzeltti Göktuğ. "Bir kaç ons teslim edeceksin ardından paranı alacaksın bu kadar basit. Yıllardır bu işi yapıyorum her hangi bir sorunla karşılaşmadım."

Göktuğ, şu an resmen psikolojik baskı uygulamaya çalışıyordu.

"İstersen yarın bir dene. Ben patronun verdiği adresi sana vereyim sende teslim et. Tercih senin."

"Ne gibi yerlere gidip teslim ediyorsunuz?" Diye bir soru yöneltti Bartu.

"Fark etmiyor. Çocuk parkı, inşaatlar, pek bilinmeyen kuytu köşede kalmış mekanlar, bilemedin klasik bir sahilde teslim ediyorsun," güldü. "Yani merak etme, filmlerde ki gibi işin içinde size silah doğrultan mafya denen zımbırtılar yok."

"Haftada en az beş yüz kesin mi?" Diye tekrarladı Bartu.

"Öyle. Teklif var ısrar yok."

Bartu, elini ensesine atıp kaşıdı ve bunu yaparken başını bana çevirip onay almak istercesine baktı. Ona hiçte iç açıcı olmayan bir bakış attım. Fakat, sanki anlamamış gibi yapmayı tercih edip tekrar Göktuğ'a döndü.

"E yarın ki malı biz götürelim o zaman?"

Göktuğ, tatmin olmuş gibi gevşek bir tavırla tekrar arkasına yaslandı. "Anlaştık."

"Bartu, saçmalıyorsun." Diyerek araya girme gereksinimi duydum. "Cidden getir götür işi mi yapacaksın?"

"Uyuşturucu değil, ot." Dedi Göktuğ, bana hitâben ama onu umursamadım.

"Ben değil, beraber yapacağız." Bartu, tüm vücuduyla beraber bana doğru döndü.

"Hem ben senin yanında olacağım, hemde sen benim yanımda olacaksın. Ayrı kalmayacağız işte."

"Başka bir iş bulabiliriz." Diye direttim.

"Haftada en az beş yüz diyor, Eflin. Resmen para cebimize bedavadan girecek. Kolay yoldan para biriktirip bu boktan yerden kurtulmamız şart."

Derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum.

"Bunu yapmak zorunda değiliz. Başımız belaya girebilir.  Sen benden daha iyi biliyorsun."

Baş parmağı yüzeysel bir şekilde yanağımı okşarken midem kasıldı.

"Beraber yaşamak için zorundayız." Dedi sadece benim duyabileceğim şekilde. "Kabul mu?"

"Peki," diye fısıldadım yüzüm düşerken. Sesim oldukça isteksiz ve katı bir tonla yükselmişti. "Kabul."

🥀

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top