16.Bölüm: "Zaman"


16.Bölüm: "Zaman"

-Şekersiz/Evren Güzeli🎶

-İyi okumalarr💋💋

🥀

Ölçüsü olmayan zaman sayesinde geçmişim kötü anılarla süslüydü ama buna rağmen geleceği özlemle kucaklıyordum. Aslında herkesin dediği gibi, bazı şeyleri zamana bırakmak, zamanın beni iyileştireceğine inanmak istiyordum. Fakat bir yandanda içimden bir ses, zamanın kimseyi sağ bırakmayacağını söylüyordu. Yani aslında zaman kavramı söylenenlerin tam tersiydi. Acıların dinmesini değil, kat kat artarak misliyle geri dönmesini sağlamaktan başka hiçbir halt yapmıyordu. Sadece bazı insanlar pozitif kalmaya çalışarak zamanın her şeyi iyileştireceğini söyleyip gözümüzü boyuyordu.

Benim için, bu gece zaman geçmek bilmedi çünkü Bartu'dan haber almayarak geçirdiğim bir geceydi. Evde, bir genç kıza ait olan odadan uyumak için rahat bir eşofman almış olmama rağmen gece yatakta dönüp durmuştum. Arada uykuya dalıyor daha sonra tekrar uyanıyordum. Üstelik tanımadığım birinin yatağında yatıyordum. Bu eskiden bana oldukça iğreti gelen bir şeydi ama şimdi hiç yadırgamadan bunu yapabiliyordum.

Göktuğ, aşağıdaydı ve gece boyunca yukarı çıkmamıştı. Bu benim işime gelmişti aslında, sonuçta dün ki ufak tartışmamızdan sonra onunla pek yüz yüze gelmek istemiyordum.

Yatağın bir ucuna koyduğum eteğime baktım. Altımdaki eşofmanı çıkarıp, tekrar o eteği giymeyi şimdilik erteledim ve dağılmış saçlarımı elimle öylesine düzeltip, bileğimdeki lastikle topladım.
Odada ki boy aynası şişmiş yüzümü gözler önüne sererken, makyajlı uyuduğum için akan göz makyajımı suyla olabildiğince temizledim.

Merdivenlerden ağır ağır inerken karnımın açlığı her adımımda yüzüme vuruyordu. Beş karış bir suratla mutfağa atıştırmalık bulma umuduyla girdim.

Benden önce davranan Göktuğ'nun tezgaha bıraktığı bardaktaki az kalan kahvenin içerisinde sönmüş sigara yüzüyordu. Cam ısıtıcıyı dikkatle kavrayarak içine su koyup kaynamaya bırakırken, tek tek bütün çekmecelere bakıp kahveyi aradım. Oldukça fazla eşyası olan mutfakta kahvenin yanına birde bisküvi bulduğumda kahvaltı menümü hazır bir şekilde bulmuştum bile.

Tek eksiğim şekerdi ama o da olmasa olur diyerekten kahveyi şekersiz içmeyi tercih ettim.

Yazlık bir ev olduğu için evde doğru düzgün yiyecek bir şey yoktu. Yinede güzeldi işte. Böyle bir evde dertsiz, tasasız yaşayanlardan olmak isterdim ama maalesef ki, o insanlardan değildim. O insanları içten içe kıskananlardandım.

Oturduğum ahşap sandalyede kahvemi yudumlarken içeri Göktuğ girdi. Suratımdaki, o beş karış ifademden ödün vermeyip bana doğru adımlamasını izledim.

Önümdeki bisküviden bir tane aldı ve sorgusuz sualsiz kahveme batırıp ağzına attı. Ardından ısıtıcıyı tekrar başlattı. Kendisi için ikinci bir kahve yaparken, ağzımı daha fazla kapalı tutamadım ve konuştum.

"Saat daha on bir," dedim sırtına bakarken, "ikinci bir kahve için erken değil mi?"

"Altıda uyandım." Kahveyi fincana boşalttı ve üzerine suyu ekledi. "Biyolojik saatime göre öğle yemeği yemem gerekiyor ama gel gör ki, evde ekmek bile yok."

Cevap vermedim ve bakışlarımı zemine indirdim. Bartu'nun beni aramaması canımı iyice sıkarken, abimden de aynı şekilde ses soluk yoktu.

Başımı kaldırıp karşımda oturan Göktuğ'a baktım. Pencereden vuran güneş tam olarak ona yansıdığında gözleri kısıldı ama bundan pekte rahatsız olmadı. Üzerindeki tişört, bronz teninin aksine oldukça açık renkliydi. Kollarındaki sararmış tüyler güneş ışığının etkisiyle dahada belliyken, elleri fincanı kavradı.

Farkında olmadan çatılan kaşlarımı düzelttim ve onu izlemeyi kestim. Aramızdaki sessizlik çığ gibi büyürken ilk konuşan o oldu.

"Birazdan yola çıkarız," dedi ve dumanı tüten kahvesinden bir yudum daha aldı. Her hangi bir şey söylemediğimi fark ettiğinde bakışlarını bana çevirdi. "Olur mu?"

Omuzlarımı silktim. Kendi çapımda bana uyar diyordum bu hareketle.

"Konuşmuyor muyuz?"

"Konuşuyoruz," kalbim tam tersini söylesede devam ettim: "dargınım sadece."

"Yanlış anlayan sensin, Eflin." diye söylendi sakin bir dille.

"Yanlış anlama sebebimde sensin." Dedim bir çırpıda, "o zaman kendini güzel ifade et."

"Sorun bende mi?"

"Evet," diye yanıtladım onu.

"Aynen herkes hatalı," dağılmış saçlarını eliyle öylesine düzeltti, "bir sen doğrusun zaten."

"Yine aynısını yapıyorsun," seri bir şekilde ayaklandım. Burada durmak akıl sağlığım için hiç iyi değildi. "İstediğin şeyler olmayınca herkesin arkasından atıp tutuyorsun."

Yanından geçip gideceğim sırada bileğimi kavradı ama seri bir şekilde elini ittirerek geri çektim ve tekrar ona baktım.

"Ne istiyorsun, anlamıyorum. Bir gün çok iyisin ertesi gün kendi kendine triplere giriyorsun." Hızlı, tek nefeste kurduğu uzun cümlenin ardından derin bir nefes dışarı üfledi. "Dün akşam ki gibi."

"Suçu kendinde ara, seni öptüğüm için bana demediğini bırakmayan sensin."

"Ne kuruyorsun o kafanda?" Seyrek kaşları hiddetle çatıldı. "Böyle çocuksu triplere girip, neyi elde etmeye çalışıyorsun?"

Ona hayretle baktım. Çocuksu tripler mi? Oysa dün gece kullanılmış gibi hissettiğimi iyi bir şekilde dile getirdiğimi ve onunda bunu anladığını sanmıştım.

"Dün ki söylediklerime alındıysan,o  gece olanlara izin vermeyecektin," ağır sözlerine ara verdi ve bir kaç adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı. "Bartu ile her aran bozulduğunda yanıma gelmeyecektin, ya da moralin ne zaman kötüyse yanımda bitmeyecektin."

Onun bana olan öfkesi benimkinden daha fazlaydı sanki. Her şeyin suçlusu benmişim gibi davranıyordu ve bu beni deli ediyordu.

"Bana bunları söyleme hakkı veren sensin," dedi yüzündeki ciddi ifadeyi gram bozmadan.

"Yanına gelmeme izin vermeseydin sende," diye soludum büyük bir hayal kırıklığı ile, gözümde biriken yaşların geçitine izin vermemek için kendimi olabildiğince kastım. "Zaten merak etme bir daha bırak yanına gelmeyi, yanından bile geçmem." Onu göğsünden ittirip yolumdan çekilmesini sağladım. "Defol git!"

Öylece çekip giderken beni durdurmadı, ağzını dahi açıp bir şey demedi. Yüzündeki detayları izlerken kaybolduğum Göktuğ'nun beni ağlatması mı daha kötüydü, yoksa ağlamaya alışmış olmak mı?

Sanki bu hayatta bana inat bütün güzel anılarımın elimden kayıp gidiyordu. Üstelik yenilerini de elde etmeme izin vermeyip, etrafımdaki insaları değiştiriyordu. Başımı alıp gitmek istiyordum, belirsiz bir yere. Bir kaç gün arkamdan konuşulur, sonrada unuturlardı zaten. Bu saatten sonra güzel günlerin geleceğine dair olan inancım bitmiş, sadece tek başıma gitmenin çare olduğunu düşünmeye başlamıştım ve bunun doğru olup olmadığını bana sadece zaman gösterecekti.

🥀

~ 1 Ay Sonra ~

🥀

Takvim yapraklarının değişmesinde bile yorulan bünyem, son bir kaç aydır kendini toparlayamıyordu. Hava sıcak olduğu için midir bilinmez, evdeki rutubet kokusu artmış, beni rahatsız edecek boyuta ulaşmıştı.

Hayatımda değişmeyen şeyler canımı iyice sıkarken kendimi, elimdeki şiir kitabının beni oldukça etkileyen son dizesini tekrar tekrar okurken buldum.
Son on dakikadır tek aktivitem sadece dizeleri tekrarlamaktı ve bu kez sesli bir şekilde kendi kendime dizeyi kısık bir sesle okudum.

Uzanıp dokunabilsen
sen de seveceksin geceyi.
güneş olmak için
yanmak gerek, yakmak değil.
geceyi sev,
ay'ı koru,
beni de yakma artık.

Üzerine çay dökülen sayfanın kuruyup, sertleşmiş sayfasında parmaklarımı gezdirdim. Uzanıp dokunabilsem seveceğim o kadar çok şey vardı ki, ama kendimi bir fanusa kapatmış gibiydim. Gördüğüm tek kişi, konuştuğum iki kişi vardı. Biri Bartu, diğeri ise iki gün önce mesaj atmamla tekrar konuşmaya başladığım eski arkadaşım.

Bartu'nun bundan haberi yoktu ama olsada pek umursayacağımı düşünmüyordum zaten. Evde sıkılan bendim, o değil. Hem Nehle ile olan sıkı arkadaşlığımı biliyordu ve onunla tekrar konuşmaya başlamam sıkıntı olacaksa, beni kendinden soğutmaktan başka bir şey yapmazdı.

O sırada Nehle'nin son attığı mesaja kitaba daldığım için bakmadığımı hatırladım ve yatağın bir ucuna bıraktığım telefonu elime alıp mesajı açtım.

"ne zaman buluşacağız" 20.02

Değişmeyen tek şey, Nehle'nin sabırsızlığı ve benim onu sürekli geçiştirmem.

"Bartudan izin alcağım fln deme bana" 20.03

Derin bir nefes aldım ve onun art arda attığı mesajları yanıtlamak için parmaklarım klavyeye yöneldi.

Kime: Nehle
"izin almak değil haberi yok henüz seninle konuştuğumdan söyledikten sonra buluşuruz" 20.04

Mesajımı hemen görüp cevap yazmaya başlarken uzandığım yatakta doğrulup sırtımı yatağın başlığına yasladım.

"haberi olmasada olur.bartudan bahsediyorz" 20.04
"Sen demiyo muydun aramız eskisi gibi değil diye" 20.04
"seni aldı götürdü bi eve koydu şimdide arkadaşınla görüşmeni mi istemeyecek.bok yesin bartu." 20.05

Kaşlarım çatıldı, ve ona açıklayıcı bir cevap yazmaya çalıştım.

"Hiçbir şey bildiğin gibi değil, nehle.anlatcam sana sonra olanları biraz sabret."

Nehle, mesajımı gördü ama cevap yazmadı. Bende üstelemedim ve bir şeyler atıştırma umuduyla odadan çıkıp mutfağa gittim.

Geride bıraktığımız soğuk günlerde evde kaloriferlerin düzgün çalışmasını çok isterdim. Şimdi bu ısınan havalarda da evde bir klimanın olması en büyük dileğimdi. Çünkü bu bunaltıcı sıcak ve nem evde kalmamı aşırı zorlaştırıyordu.

Kendime ekmek arası bir şeyler hazırlayıp yerken, telefonumun çalmasıyla ağzımdaki lokmayı çabucak yuttum ve telefonu açtım.

"Efendim?" Dedim telefonun bir diğer ucunda ki Bartu'ya.

"Ne yapıyorsun?"

"Yemek yiyorum." Ekmeği önümdeki tabağa bıraktım. "Bir şey mi oldu?"

"Hazırlanmaya başla." Etrafındaki insanların sesleri kulağıma boğuk bir şekilde doluyordu. "Birsen ve Semih ev kiralamışta, bugün toplanıp takılacaklarmış." Gözlerimi devirdim ve asılan suratımla onu dinlemeye devam ettim. "Birsen bizide çağırdı. Bende değişiklik olur diye hayır demedim."

"Bizi mi çağırdı yoksa sadece seni mi?" Diye sordum iğneleyici bir ses tonuyla, "hem o günden sonra Birsen ile hiç görüşmedim, Bartu. Neden birden benimde gelmemi istesin ki?"

Bartu, kısa bir süre sessiz kaldı fakat sonrasında konuşmaya devam etti.

"Ne bileyim, Eflin? Gidip öğreniriz işte."

"Biraz mantıklı düşün, Birsen ona zarar veren bir insanı kendi evine çağıracak biri değil." Derin bir nefes aldım, acaba Göktuğ'da orada olacak mıydı? "Bu işin işinde başka bir şey vardır."

"Hazırlan," söylediklerimi hiçe sayan Bartu'ya karşın telefonu biraz kulağımdan uzaklaştırdım. "Yarım saate gelirim."

Bir şey dememe fırsat vermeden telefonu kapattığında sıkıntılı bir nefes dışarı üfledim. Bir kezde karşısındaki insanı dinlemeye çalışsa, her şey daha güzel olabilirdi. Bartu, değişmişti. Gerçi sadece Bartu değil, bende değişmiştim. Bu değişikliklerin ilişkimiz için iyi mi yoksa kötü mü olduğunu henüz tam olarak belirleyemezken bunu daha fazla kurcalamak istemedim ve hazırlanmak için ayağa kalktım.

Dolabımda adam akıllı hiçbir şey kalmamıştı. Bu yüzden bende kombin düşünmek yerine mavi, beni kurtaracak yazlık elbisemi üzerime geçirdim. Sırtımın ve gerdanımı açıkta bırakan elbisenin boyu dizlerimin bir kaç parmak üzerinde bitiyordu ve küçük bir yırtmaçı vardı, yinede kot pantolonun terlediğimde tenime yapışmasından daha iyi hissetireceğine eminim.

Saçlarımı da tarayıp serbest bırakırken, küçük halka küpelerimi taktım. Göktuğ'nun orada olma ihtimali var mı bilmiyorum ama bir aydan sonra onu görmek beni ekstra strese sokacak gibiydi.

Zihnimdekilerden bir nebze olsa uzaklaşmak için, sözlerini tam olarak bilmediğim bir şarkı mırıldanmaya başladım. Aynı eşliktede yüzüme ince bir tabaka halinde fondöteni sürüp cildime iyice yedirdim. Kirpiklerimi rimel yardımıyla kıvırıp iyice siyaha boyadıktan sonra yanaklarıma da öylesine bir allık geçtim.

Son olarakta dudağımın asıl renginden bir ton daha koyu olan ruju sürüp, suratıma iyice renk kattım. Yaklaşık 20-25 dakika kadar kısa bir süre içerisinde hazırlanmış, az önce yattığım yatağı bile toplamıştım.

Kısa bir süre sonrada Bartu'nun attığı mesajla anahtarları aldım ve spor ayakkabılarımı giyip aşağı indim.

Yol boyu arada kısa kısa muhabbetler dönmüş, bazen ise ikimizde sessizliğe gömülmüştük. Bartu ile olmak iyiydi ama onunlayken kendimi artık hiç olmadığım gergin hissediyordum. Belki kullandığı maddelerden böyleydi bilmiyorum ama bana eskisi gibi hissettirmediği kesin.
Tabii, onunla olmanın iyi yanlarıda var. Mesela hâlâ uyurken yüzünü izlediğimde, ya da bana istekli bir şekilde dokunduğunda içim kıpır kıpır oluyordu, ama bu kadar. Artık içimin kıpır kıpır olması sadece bunlardan ibaretti.

Semih'in ve Birsen'in kiraladığı meşhur villaya vardığımızda kapıyı benim tanımadığım ama Bartu'nun gayet iyi tanıdığını düşündüğüm yirmili yaşların başında olan bir çocuk açtı. Bartu, ile ayak üstü selamlaştıktan sonra arka bahçeye açılan kapıdan tekrar dışarı çıktık.

Çimenlere inmeden önce bulunan iki basamaklı merdivenin en başındayken ortadaki ihtişamlı havuza baktım. Bu insanlar bu kadar parayı nereden buluyor? Üstelik Bartu ile aynı işi yapmalarına rağmen Bartu'nun böyle bir evi tutacak kadar geliri yoktu, ama onlar bütçe konusunda oldukça rahattı.

Bahçedeki insanların simalarını dahi bilmezken Bartu ile ellerimiz ayrıldı ve o Semih ile Birsen'in yanına doğru ilerlerken, ben ağaç tarafındaki sandalyelerden birine oturup önümdeki masada bulunan sodayı açtım.

Birsen siyah ekoseli eteğinin üzerine, askılı sade bir tişört giyinirken, bu havada dizlerinin altına kadar uzanan çorap çizmelerden giymişti. Onu ne zaman görsem hep fiziğini ortaya serecek şeyler giyiyor ve girdiği her ortamda en az bir kerede olsa bazı insanların onu baştan aşağı süzmelerini sağlıyordu. Aynı benim onu süzdüğüm gibi.

Bartu, onlara doğru yaklaştığında oturduğu minderden kalktı ve kollarını Bartu'nun boynuna sardı. İki kaşımda otomatik olarak havalanıp, ne ara sarılmaya başladıkları hakkında fikir yürütürken Birsen'in bakışları benimle buluştu.

Ona bakınca o gece ki, ona iğneyi verirken ki yüzü gözlerimin önünde belirdiği için bakışlarımı ondan kaçırdım ve soğuk sodamdan bir yudum daha aldım.

Onların üçü bir arada sohbet ederken çantamın içerisindeki telefonumun sesiyle telefonu çıkardım ve Nehle'nin mesajını açtım.

"Peki okula geri dönecek misin bu dönem" 21.21

Dilimle dudaklarımı nemlendirdim. Sorduğu sorunun cevabını bilmiyordum, daha doğrusu hiç adam akıllı oturup düşünmemiştim bunu.

Kime: Nehle
"Bilmiyorum oturup sakin kafayla düşünmem lazım" 21.22
"İstiyorum ama dönmeyi" 21.22

Nehle beni bekletmeden cevap yazarken, bu bulunmak istemediğim ortamda onunla yazışmak boş boş oturmaktan iyiydi.

"canm en azından eline mesleğini alsan diyorum.bartudan adam olmaz benden iyi biliyorsun." 21.23

Kime: Nehle
"ay bilmiyorum nehle şu çocuğu gömme artık."

Telefonu kilitledim ve etrafımdaki konuşmaların sesleri kulağıma dolarken başımı kaldırıp tekrardan Bartu'nun bulunduğu yere baktım. Birsen ve Semih, Bartu'yu ortalarına almış kim bilir neler diyerek çocuğu doldururken, Birsen onlardan ayrılıp ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Yüzündeki gülümsemeyle kapıya doğru adımlarken onun ulaşmasını beklemeden bahçeye açılan kapıya baktım.

Göktuğ'u bu kadar güler yüzle karşılaması beni şaşırtıyordu, Göktuğ'nun zaten üzerimde olan bakışları göz göze gelmemizi sağlamış ve daha iyi bir görüntü sunabilmek adına omuzlarımı otomatik olarak hafiften dikleştirmemi sağlamıştı.

Üzerindeki beyaz, renkli bir baskıya sahip kısa kollu tişörtün altında siyah kot pantolonu vardı. Kahverenginin güzel bir tonuna sahip olan saçları ise her zamankinden daha derli toplu bir görünüme sahipti. O, karşısındaki Birsen'le konuşurken bana bakıyordu bende bir elimle halka küpemle oynarken bakışlarımı onun gibi ısrarla gözlerinde tutmaya çalışıyordum.

Birsen'i dinlerken sakızını ağzının içerisinde evirip çevirdiğini çenesindeki kasların hareketinden anlarken, bakışlarını benden ayırdı ve karşısındaki Birsen'e dikti.

Derin bir nefes alıp, uzaktan onların birbirleriyle konuşmalarını izlerken Birsen, Göktuğ'nun elini kavradı ve beraber eve girdiler.

Birsen'in canı istediği her şeyi özgürce yapmasına sinir oluyordum. Aslında bu sinir mi yoksa kıskançlık mı bilmiyorum. Onu kıskanmam için pek bir nedenimde yoktu gerçi, ama yinede tıpkı onun gibi aklıma esen her şeyi yapsaydım ve yaptıktan sonrada vicdan azabı çekmeseydim diye çok düşündüğüm oluyordu.

Onların gözden kaybolmasıyla beraber Göktuğ'nun bakışlarının baskısıda üzerimden kalktı ve tekrar telefona dönüp Nehle ile mesajlaşmaya devam ettim.

Kimden: "Nehle"
"bartuyu gömmüyorum ama hep dediğim gibi sana yakıştıramıyorm.Anlattıklarına göre bartu sana resmen mantığıma uygunsun ama kalbimin biraz gezmeye ihtiyacı var diyo ve sen görmüyosn." 21:35

Ofladım ve cevap vermeyip mesajları sildim. Bana destek olacağına köstek oluyordu.

Burada böylece oturmaktan ve Birsen ile Göktuğ'nun ne yaptığına dair kabaran merakım yüzünden Semih ile derin bir sohbetin içerisinde olan Bartu'ya baktım. Neredeyse yirmi dakikadır yerlerinden kıpırdamamışlardı bile. Bunu fırsat bilip ayaklanırken, son kez bardağımdaki sodadan bir kaç yudum aldım ve havuzun etrafından hızlıca dolanarak, eve girdim.

Evin mermer merdivenlerini oldukça sessiz bir şekilde çıkıp üst kata ulaştım. Aşağıya göre daha küçük olan bu katta koridorun en sonundaki odadan gelen seslerle duvar dibinden ilerleyerek aralık olan kapının bir kaç adım gerisinde durduğumda adımlarımı neredeyse iki dakika bekleyerek atıyordum. Yakalanmak, şu an için başıma gelecek en kötü şeylerden biri olabilirdi çünkü.

Dört duvar arasında ışığı değilde ayaklı gece lambasını açmayı tercih etmiş olmaları benim işime gelirken, tüm dikkatimi onların konuşmalarına verdim.

"Ondan sonra ne olacak peki?" diye sordu Birsen Göktuğ'a hitaben.

"Bilmiyorum, bakacağım işte önüme."

"Peki Enes ve Cemre? Sen o evden ayrıldıktan sonra sana kira mı ödeyecekler?"

"Ödeyecekler tabi, işleri ne?"

Konuyu gram anlamadan onları dinlerken, Birsen camın önünde ayrılıp tekli koltukta oturan Göktuğ'nun önünde dikildi. İkisininde yan profili gözlerimin önünde olmasını daha fazla istemedim ve tekrar duvara yaslanıp onlara bakmayı kestim.

"Gelelim asıl meseleye," küçük bir öksürükle boğazındaki gıcığı temizledi. "O gece beni o tuvalet köşesinde öylece bırakıp neden Eflin'le gittin?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım, konu ne zaman o geceye gelecek diye merak ediyordum bende. Göktuğ'nun tepkisine bakmak için sırtımı tekrar duvardan ayırıp aralıklı kapıdan içeriye baktım.

Gece lambasının sarı ışığı ikisinin arasından yol alıp duvara gölgelerini yansıtıyordu.

"Canım öyle istedi," diye yanıt verdi Göktuğ oldukça rahat bir şekilde. "Yine aynı şey olsa, yine öyle yapardım."

"Ne o? Eflin, aklından çıkmıyormuş gibi konuşuyorsun."

"Aklımdan çıkmıyor değil. Arada aklıma geliyor," sesini biraz daha kısıp devam etti, "aklım gidiyor."

Yanaklarıma oturan kan ve hızlanan kalp atışım Göktuğ'nun ses tonunu ve söylediklerini beynime kazırken, aniden basan sıcak sayesinde ensemde ter damlacıkları belirdiğini hissettim.

"Ne yaptıda gözünü kör etti senin?"

"Kimsenin gözümü kör ettiği falan yok. Kapat konuyu."

"İyi tamam, her şeyi geçtim," derin bir nefes aldığını işittim. "Ben o gece ölebilirdim, bunu biliyorsun değil mi? Ve sen buna rağmen beni bir tuvalet köşesinde yalnız bıraktın."

"Ama ölmedin."

Birsen, bir dizini koltuğun yüzeyine bastırarak rahatlıkla Göktuğ'nun kucağına otururken, bir kez daha aralarındaki ilişkinin eskiden nasıl olduğunu merak ettim. Göktuğ, bu harekete karşın hiçbir tepki vermezken ellerini koltuğun kenarlarında tutmaya devam etti.

"Bunu aşağıdaki başka birine yapman gerekmiyor mu?"

"Yapmadığımı nereden biliyorsun?" Diye sordu Birsen açıkca.

İmalı konuşmanın altında bahsedilen kişinin Bartu olması beni oldukça rahatsız ederken, Birsen'e o iğneyi yaptığım için çektiğim vicdan azabından pişman oldum.

"Yaptın mı?"

Göktuğ'nun sorduğu sorunun cevabını ondan çok ben merak ediyordum.

"Konu şu an Bartu ile aramdaki ilişki değil," diye ısrarla yanıt vermeyi reddeten Birsen'e karşın gözlerimi devirdim. Gerizekalı, senin Bartu ile aranda ne gibi bir ilişki olabilir ki?

"Merak edemez miyim?"

"Bende merak ediyorum senin kimlerle ne yaptığını," Birsen'in elleri Göktuğ'nun omuzlarından ensesine çıktı, "ama sormuyorum." Göktuğ, ısrarla koltuğun kenarlarında tuttuğu ellerini hareket ettirdi ve, Birsen'in çıplak bacaklarına dokunup tenini sıvazladı.

"Kilo mu aldın sen?" Diye sordu konu kendisine çevrilince. "Ağırlaşmışsın sanki."

"Ay ne alakası var Göktuğ ya, bir şey konuşmaya gelmiyor seninle."

Birsen'in sitemine gülen Göktuğ'a ve bu görüntü karşısında tekrar duvara yaslanıp onlara bakmayı keserken, sessizce derin bir iç çektim. Birsen'in yerinde ben olsaydım, nasıl hissedeceğimi merak ediyordum. Çünkü, Göktuğ'nun sıcak avuç içinin tenimi nasıl ısıttığına dair hatırladığım hissiyat, bir ay öncesine aitti.

Kalbimin zincirlerinin ne ara bu kadar gevşediğini bilmiyordum. Bartu'dan başka bir erkekle yakınlaşmak aklımın ucundan geçse vicdan azabı çeken ben, şimdi bu hissiyatı merak ediyordum.

Bu konuşmayı, ve beni oldukça irite eden karşımdaki görüntüden uzaklaşmak için sessizce merdivenlere yöneldim. İkiside gıcığın tekiydi ve beni sinir etmekten başka hiçbir halt yapmıyorlardı.

Son basamaktanda indiğimde yana kaydırılan boydan, sürgülü camlar sayesinde bir adım atarak içeri giren Bartu'ya baktım.

"Nerelerdesin sen?"

"Tuvalete gittim," dedim ona doğru adımlarken. "Gitsek mi artık Bartu?" Elim usulca onun eline kaydı. "Çok baydı burası beni."

"Birazdan çıkarız."

Ofladım ve arkasından ilerleyerek eski, yarım saattir oturduğum sandalyeye tekrar oturdum. Bartu, ayakta kalmayı tercih ederken tekrar Semih'in yanına gitmediği için şükrettim.

Aklım hala yukarıdaki Göktuğ'nun dile getirdiği sözlerdeydi ama Bartu kendimi bu düşüncelere kaptırmama çok fazla izin vermeden tekrar konuştu.

"Evi ne kadara kiralamışlardır acaba?" Diye sordu sessizliğin ardından. Bakışları evin dış yüzeyinde turlamaya başlarken kafasında anlamsız hesapların döndüğüne adım kadar emindim.

"Bilmem," tıpkı onun gibi benimde bakışlarım evin dış cephesinde turladı. "Güzel mi ev?"

"Fena değil." Çenesini omzuma yasladı ve bana bakmaya devam etti. "Ama böyle bir evde kalsaydım asla bu tayfayı toplayıp eve çağırmazdım."

Dirseklerimi masaya yasladım. "Nedenmiş o?"

Alnını örten siyah saçlarından başlayıp, yüzünde kısa bir tur atan bakışlarım tekrar gözlerine ulaşıp turunu tamamladı.

"Neden çağırayım ki, gerek mi var?" Etraftaki önemsiz bir kaç insanın bakışlarının üzerimizde gel git yaptığını hissetsemde tüm dikkatimi ona vermeye çalıştım. "Mesela sen ve ben, böyle bir evde yazın sabaha kadar havuzda gülüşsek, kışın evde hiç komik olmayan komedi filmi izlesek, daha sonra sıkılıp dışarıda biraz gezinsek."

İkimizinde yüzünde saf tebessüm  oluştu. Bartu, yüzünü bana biraz daha yaklaştırdığında bakışlarım dudaklarına indi. "Başka?" Diye sordum biraz daha güzel şeyler duymak için.

"O evde seni hiç tek bırakmak zorunda olmasam," işaret parmağımla elinin üzerine küçük dokunuşlar yaptım. "Yerimizi kimse bilmese," derin bir iç çekti. "Güzel olmaz mıydı?"

Diliyle söyledikleri aklımda bana o anların hayali görüntülerini yansıtırken, bunu gerçekten çok istediğimi fark ettim. Bir yaz günü, güneş Bartu'nun yanaklarını kızartıp, omuzlarına ufak ufak çiller eklerken kollarındaki bütün iğne izlerinin geçmişte kalmasını çok isterdim.

Kalbim ve mantığım ona aitken, ikilemler arasında değilde, tek bir doğru içinde anlattıklarını yaşamak güzel olurdu.

Aramızdaki zaten kapanmış olan mesafe sayesinde yüzümü iyice ona yaklaştırıp mesafeyi sıfıra indirgedim. Bartu, gözlerini yumdu ve hamlemi bekledi. Çevremizde kimse yokmuşçasına dudaklarımı onun dudaklarının üzerine kapadım. Karşılığı bulurken Bartu'nun eli enseme gitti. Parmakları saç tellerime karışıp ensemi okşarken nazik, şefkatten başka hiç bir amaç gütmeyen kısa öpüşmemizi başlatan ben olduğum gibi, bitiren tarafta ben oldum.

"Eflin!"

Omzumun üzerinden bana seslenen tanıdık sese baktım. Havuzun diğer tarafında çimlerin üzerinde duran Birsen ve onun bir kaç adım gerisindeki iki basamaklı merdivende oturan Göktuğ.

"O gece ki konuyu açacak kesin," dedi Bartu kendinden emin bir şekilde, hâlâ temasımız tam olarak kesilmemişti.

"Sakince konuş, derdini anlatsın sonra çekip gidelim."

Bartu, yanağıma sert bir öpücük kondurduktan sonra benden ayrıldı.
Sandalyeden indim ve ağır adımlarla bakışlarını ısrarla üzerimde tutan Birsen'e doğru yürüdüm.

"Seni buraya keyfim için çağırmadım, biliyorsun değil mi?"

"Birsen ne söyleyeceksen söyle," kollarımı göğsümde birleştirdim. "Hiç havamda değilim."

"Lükse bak," diye söylendi kendince, "o gece bana iğneyi yaparken bayağı havandaydın ama."

"Sana iğneyi sen istediğin için yaptım."

Bütün kelimelerin üstüne basa basa, anlamasını umarak ona bunu dile getirdiğimde ufaktan stres olmaya başlıyordum.

"Ben salak mıyım, kendimi neredeyse öldürecek bir şeyi neden senin yapmanı isteyeyim?"

Derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım ama Birsen bana bu kadar yakınken bu çok zordu.

"Benden bu kadar nefret etmene gerek yok Eflin, ki neden nefret ettiğini bile bilmiyorum."

İki kaşımda havalandı. "Dalga mı geçiyorsun, Birsen?" Etraf sessizliğe bürünmüş kavgaya, tartışmaya meraklı olan Birsen'in nam-ı değer arkadaşları bizi dinlemeye çoktan başlamıştı. "Seni tanıdığımdan beri gözümün önünde Bartu'nun suyuna gitmek için her haltı yaptın. Şimdide karşıma geçmiş neden benden nefret ediyorsun ayaklarına yatıyorsun."

Birsen'in yüzünde ki gülümseme o kadar iticiydi ki, kendimi ona ikinci bir tokatı atmamak için zor tutuyordum.

"Konu Bartu değil, konu senin bitmek bilmeyen kinin!" Suratıma doğru bağırması bir adım gerilememe sebep oldu. "Sana sadece o gecenin nedenini soruyorum, sense bi halt anlatmadan konuyu ota boka çeviriyorsun."

"O gece sana iğne yapmamı istedin," diye anlatmayı denedim tekrar. Karşımda bir ilkokul çocuğu olsaydı bu tane tane anlatışıma karşın, her şeyi anlardı. Ama karşımda bir ilkokul çocuğu değil yirmi küsür yaşlarında olan biri vardı. "Bende iğneyi yaptım, ama daha sonra transa geçmiş gibi titremeye ve kusmaya başladın."

Birsen, gözlerimin içine bakıp söylediklerimi süzgeçten geçirirken devam ettim. "Daha sonra endişelendim ve Göktuğ'u çağırdım. O da gitmemi söyledi." Omuzlarımı silktim. "Hepsi bu.  Göktuğ'da burada," merdivenlerde oturan Göktuğ'a baktığımda, zaten üzerimde olan bakışları sayesinde onunla göz göze geldim ama bozuntuya vermeden tekrar Birsen'e baktım. "İstersen ona sor. Ben ambulans çağıralım dedim zaten, o istemedi."

"Beni araya katma," dedi Göktuğ net bir dille, "kendi derdini kendin anlat."

"Bu tripleri git başka birine at, Göktuğ. Neler olduğunu bildiğin halde sırf bana gıcıksın diye inadıma işler yapıyorsun."

"Neden gıcık olayım?" Diye sordu oturduğu yerden, "ne yaptın ki bana?"

Cevabını bildiğim ama şu an bu ortamda dile getiremeyeceğim soruyu sorarken gözleri, gözlerime mekik dokudu.

"Bartu," diye seslenerek bakışlarımı Göktuğ'dan ayırmamı sağlayan Birsen'e baktım tekrar, "kim olursa olsun bir insanı ölüme terk eden biriyle aynı evde yaşarken dikkat et."

Sessizliğin girdap açtığı ortamda bana atılan suçlamalara karşın tek yaptığım şey yumruklarımı sıkmak oldu. Evet, o kadar da masum bir insan değilim ama şu durumda karşımdaki insanlarda fazlasıyla kötüydü.

"Birsen, abartmıyor musun?" Diye sordu bir kaç adım arkamda olan Bartu, "bence bu konuyu rafa kaldıralım, artık kimse alttan alttan laf sokmaya falanda çalışmasın."

"Dikkat etmesi gereken biri varsa Bartu değil, sensin." Ortaya atılan barışçıl tekliflerin hiçbiri zerre umrumda değildi. Sadece Birsen'e haddini bildirmek istiyordum. "Dua et ki o gece ucuz atlattın, daha kötüsüde olabilirdi."

Birsen, çok büyük bir şey itiraf etmişim, istediğini kolaylıkla almış gibi büyük bir özgüvenle gülerken, arkamdan yaklaşan biri beni kolumdan tutarak geri çekti.

"Herkes duysun," ellerinde içeceklerle film çekiyormuşuz gibi bizi izleyem arkadaşlarına baktı. "Bundan sonra başıma bir şey gelirse, sorumlusu Eflin'dir." Bakışları tekrar bana döndü. "Ya da bir anda ortadan falan kaybolursam, ilk önce Eflin'i sorgulayın."

Ağzımın içerisinde savurduğum kısık küfürü dışa vursam, haksız duruma mı düşerdim bilmiyorum zaten bu ortamda kimse beni savunmuyordu.

Birsen'in bakışları eşliğinde hızlı adımlarla hiçbir şey söylemeden ilk önce bahçeyi sonrada evi terk ettim. Arkamdaki Bartu çıtını çıkarmadan birkaç adım gerimde yürümeye devam ederken, olabildiğince az insan görmek için ara sokakları tercih ederek yola devam ettim.

Herkese sinir olan bünyem, buraya neden geldiğimi bir kez daha sorguladı. Evde tek başıma kalsaydım eğer aklım burada, yani Bartu'da kalacaktı ama en azından bu kadar çok strese girmeyecektim.

Sabaha nazaran serin olan hava çıplak bacaklarımın üşümesini ve ürpermeme neden oluyordu.

"Biraz yavaş yürür müsün?"

Arkamdaki Bartu'nun sitemine karşın olduğum yerde durup onu beklemeye başladım.

"Sinir oluyorum ya," diye söylendim bana adımlayan Bartu'ya bakarken, "sana gitmeyelim demiştim."

Bartu benim söylediklerimi es geçti ve bir süredir aklını kurcaladığına emin olduğum o soruyu sordu:

"Bir şey oldu mu sizin aranızda?"

Yüzündeki ciddi ifade ve beklediğim bu soru duraksamama sebep oldu. Bir şeyler bildiği için mi bana bu soruyu soruyordu yoksa sadece merak ettiği için mi?

"Ne?" Diyebildim sadece, çünkü şu an bu soruyu duymanın ne sırası ne de zamanıydı.

Elleri cebinde karşımda dikilen Bartu derin bir nefes aldı. "Bir şey oldu mu diyorum," kelimelerin üzerine vurgu yapa yapa devam etti, "Göktuğ ile."

Önüme gelen bir saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdım ve şüphe uyandırmamaya çalıştım.

"Neden bahsettiğinin farkında mısın, Bartu? Nereden çıktı şimdi bu?"

"Bilmiyorum," omuzlarını silkti, "soruyorum sadece."

Başımı iki yana salladım. "Bana güvenmediğini bu kadar belli etme." Bir kaç adım atıp ona yaklaştım. "Ben sana hiçbir zaman böyle bir soru sormadım, çünkü sana güveniyorum. Ama görünen o ki,"

"Eflin gördüm." Diyerek sözümü, sesini yükselterek kesti, "bugün birbirinize nasıl baktığınızı gördüm. Başınıda telefondan kaldırmadın zaten."

İçinde ki bu şüphenin bana olan güvensizliğinden ortaya çıkması beni ne kadar üzsede, bir yandan haklı olması kendimi sorgulamama sebep oluyordu.

"Nehle ile konuşuyordum telefondan," diyerek ona ufak bir itiraf yaparken omuzlarım düşmüş boğazımdaki yumru git gide büyümüştü.

"Nehle mi?" Çatık olan kaşları sanki mümkünmüş gibi biraz daha çatılıp alnının kırışmasına sebep oldu. "Neden eskiye döndün yine?"

"Ne yapayım? Sıkılıyordum."

Kahverengi gözlerinde ki duyguyu tam çözememişken nefesini bıkkınlıkla dışarı üfledi. Kim bilir Semih ve Birsen ile neler konuşmuştu? Ne zaman onlarla derin bir sohbete girişse ardından ya bana patlıyordu ya da benden bir kaç günlüğüne uzaklaşıyordu.

"Diğer sorumun cevabı ne peki?" Kollarımı sıkıca göğsümde birleştirdiğimde Bartu, aynı soruyu tekrarladı. "En ufak bir şey dahi geçti mi aranızda?"

Bunu sorarken zorlanması ve gözlerini gözlerimden belirli aralıklarla kaçırması beni iyice üzerken kendime küfrettim. Bartu'yu haketmiyordum.

"Hayır," sertçe yutkunup yalanımı sürdürdüm: "hiçbir şey olmadı."

Bartu, doğruyu söyleyip söylemediğimi anlamak istercesine gözlerime uzun bir müddet baktı. Tatmin olmadığını biliyordum bu yüzden onu biraz daha ikna etmek, bir daha bu konuyu açmaması için bu konuşmamın iyice içine sinmesini istiyordum.

"Neden böyle bakıyorsun?" Elim üstünkörü yanağını kavradı. "Bartu, yapmam. Seni aldatmam. Beni tanımıyormuş gibi konuşuyorsun."

Eli, yanağını kavradığım elimin bileğini kavradı. "Aramızda hiçbir yalan kalmadı, değil mi?"

Başımı iki yana salladım ve uzanıp dudağının kenarına küçük bir buse bıraktım. Ellerimiz tekrar birleşip, parmaklarımız iç içe geçerken alıştığım bu yalan batağından ne zaman kurtulacağımı bilmiyordum.

Nasıl oluyor da, bir zamanlar en sevdiğim varlığa yalan söyleyip bunun ortaya çıkmayacağını düşünüyorum bilmiyorum, ama artık yapacağım tek bir şey kalmıştı. O da; yalanlarımın sonucunu derinlemesine kurgulamak ve kendimi bile onlara inandıracak raddeye getirmekti.

🥀

Dünyanın en yavaş büyüyen ve ilerleyen hikayesinin geçiş bölümüne hoşgeldinizzz

Söylemekten asla bıkmayacağım şeyi tekrar dile getirmek istiyorum zaten bazılarınız bilmiyor. YORUM YAPINCA YA DA OY VERİNCE PARMAKLARINIZA HİÇBİR ŞEY OLMUYOR MERAK ETMEYİN:)))
Bazıları(max 2 kişi) dm'den mesaj atıyor ve bölümün ne zaman geleceğini soruyor ama bakıyorum ki ne oy verip destek olmuş ne de yorum yapmış. Yanii hem sinir bozucu hem de üzücü.

Birde 20. bölümde (belki 21) final yapıyorum haberiniz olsun uzatmaya fazla gerek yok.

Neyseeee bugünde benden bu kadar, hadi görüşürüz iyi bakın kendinize💋💋

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top