15.Bölüm: "Aile"
15.Bölüm: "Aile"
-Karsu/Bekledim🎶
-iyi okumalarr🥰🥰
🥀
Son zamanlarda kimsenin beni sevmediğini düşünüyorum. Bir türlü o duyguyu hissedemiyorum. Sanki bugüne kadar hiç sevilmedimde hep kandırıldım gibi. Sanki yokmuşumda beni görmüyorlarmış gibi.
Zihnimdeki bu karman çorman hislerle boğuşurken gelen şefkatli bir dokunuş kalbimi ısıtmıştı. Bu dokunuşun Bartu'ya ait olmasını isterdim, ama değildi.
Yaşadığımız durum gittikçe anlam bulurken, Göktuğ ona karşı koymadığımı anladı ve ensemdeki elini geri çekip usulca belime kaydırdı. Belimi kavrayıp, beni kıvrak bir hareketle kendine yasladığında bedenlerimiz bir bütün haline geldi. Kanım kaynıyordu. Bronz teni, tenime bu kadar yakınken sanki kalbimin ömrünü uzatıyor. Önüne geçmekte zorlandığım bazı duygularımsa şimdi bana hüküm ediyor gibiydi.
Göktuğ, dudaklarını belli belirsiz çeneme sürterek boynuma yöneldiğinde yanağındaki elim yerini koruyordu.
Hava soğuktu, ama tenimde gezinen elleri bir şekilde ısınmamı sağlıyordu.
Boynumun en ucra köşelerinde gezinen dudakları, ve diliyle damgalar bıraktığı tenim alev altındaydı. Tüm gerçekliğin farkındayken ellerimi göğsüne yerleştirip onu birazda olsa benden uzaklaştırmaya çalıştırdım ama, bedenim bunu istemiyordu. Kollarım onu güçsüz bir tavırla ittiğinde yüzünü gömdüğü boynumdan çıkardı ve bana baktı.
"Devam edemeyiz," diye soludum sık nefeslerimin arasından.
"Aynen," yanağını yanağıma yasladı. "Burada olmaz zaten, eve gidelim."
Sık nefes alışverişlerinin arasından kulağıma sessizce söylediği bu cümle kendimi oldukça savunmasız hissetmemi sağladı. Sanki Göktuğ, bana ne dese sorgulamadan her istediğini yapacak kıvamda gibiyim.
Rahatsızca kollarının arasında kıpırdandım. Bartu'dan başka bir erkekle bu denli yakınlaşmak, heves ve pişmanlığın arasındaki ince bir çizgide git gel yaşamamı sağlıyordu. Bir hevesle, Göktuğ ile ileri gidebilir, ya da Bartu'nun kalbimdeki yerini tekrar tekrar sorgulayabilirdim.
Aramızdaki mesafeyi açmadan, geri çekildi ve bana baktı. Düzene giren nefeslerimiz sakin ritimde ilerlerken tereddütte olduğumu gördü.
"Kimseye söylemeyiz," dedi aynı şekilde, "aramızda kalır."
Bir anlık istekle ağzından çıkan sözler bunun sonrasını düşünmediğini apaçık gösteriyordu. Kahverengi saçları az önce çiseleyen yağmurun etkisiyle iyice koyulaşmış, tüm şeklini kaybetmişti. Sıkıca belimden tutarak beni kendine yaslamaya devam ederken, bende hâlâ onun gibi istifimi bozmadan bekliyordum. Dilim başka, bedenim başka konuşuyordu.
Artık bacaklarım beni taşımakta zorlanıyor, bulanık olan zihnimse iyice derin sulara gömülüyordu. Bok gibi bir insandım. Bartu ile şu an ayrı olsak bile, bu az önce Göktuğ'a istekle karşılık verdiğimi değiştirmiyordu. Nasıl bir bataklığın içinde ilerlemeye çalışıyorum, bilmiyorum.
"Beni eve bırakır mısın?" Diye sordum güçlükle, onun söylediklerinin aksine isteğime karşı çıkmaya çalışıyordum. Göğsümü sıkan, içimi daraltan bir yumru ortaya çıkmıştı. Bunun adı pişmanlık mıydı bilmiyorum ama gözlerimin kapalı kaldığı o iki dakika bana, masal gibi iyi gelmişti.
Sorduğum soruyu beğenmediğini yüz ifadesinden belli ederken, gözlerinde gördüğüm isteğin aynısı bendede vardı. İç güdü ile ona karşılık vermiş, bir anlığına bütün her şeyin üzerine toprak atarak unutmaya çalışmıştım.
İsteksiz bir tavırlada olsa, beni sıkıca saran kollarını geri çekip temasımızı kesti. Güçsüz bedenim dik durmak için çabalarken, içimde ortaya çıkan o arzu geri çekilip tekrar yerine saklandı.
Ardından benim bozduğum büyü yüzünden tekrar arabaya bindik.
Konuşmadık, birbirimize bir müddet dönüp bakmadık bile. Yolu, çıtımız çıkmadan kat ettiğimizde Göktuğ'nun beni delip geçen bakışları arada bir yan profilime takılıyor daha sonra yine akıp giden yola çevriliyordu.
Yaklaşık yarım saat sonra, Tarlabaşı'nın o iğrenç yokuşuna vardığımızda araba istop etti. Tüm yol boyu göğsümde birleşik kalan kollarımı ayırdım ve derin bir nefes aldım.
Az önce yaşanmış olan olay aramıza görünmez bir duvar örerek mesafemizi açmıştı.
Kapıyı açtım ve içeri, gecenin davetsiz soğuğunun dolmasına izin verdim. Ağır, sanki bir şey deyip beni durdurmasını bekliyormuş gibi yavaş bir biçimde arabadan indiğimde, bir müddet arabayı çalıştırmadı. Rüzgara karşın uçuşan saçlarımın hepsini tek omzumda toplayıp yokuşu, kaldırım kısmından tırmanmaya başladığımda Göktuğ, fazla beklemedi ve arabayı çalıştırıp sokaktan ayrıldı. Bende hızlıca, karanlıkta kalan kısımlardan yükselen fısıldaşmalara aldırmadan yokuşu tırmandım.
🥀
Ertesi gün, zamana karşı direndiğim bu hayatta, güzel şeylerin olması için can attığım dönemdeydim. Moralim günden güne çökerken, kimsenin beni tanımayacağı bir yere gitmek istiyordum. Annemden, babamdan, abimden ve diğer herkesten kaçabileceğim kadar uzağa kaçmak, daha önce hiç bulunmadığım sakin bir yerde yaşamımı sürdürmek istiyordum.
Bu isteklerimin yanında bir de dün geceki olay, tüm bedenimi utanç ve pişmanlıkla kavuruyordu. Göktuğ'nun beni öpmesi gerçek olamayacak kadar garipti. Üzerime binen utanç, bundan hoşlanıp hoşlanmadığımı bile sorgulamama izin vermiyordu. Üstelik, bu vicdan azabının üstüne birde Birsen olayı vardı.
Beni zihnimdeki düşüncelerden ayıran zil, hasarlı duvarlar arasında eko yaparken, kalbim tekledi. Bu evde yalnız başıma kalmaya o kadar alışıktım ki, kapının çalması beni sebepsiz yere ürkütüyordu.
Bir gözümü kısıp delikten gelene baktım. Tozlu, plastik camın yüzeyinden gördüğüm Bartu gözlerimden çekilen yaşları geri çağırdı. Nasıl bakacaktım şimdi yüzüne? Bu berbat halde Birsen'e bilerek zarar vermediğimi nasıl anlatacaktım?
Zile, sabırsızca tekrar bastığında derin bir nefes aldım ve kapının kulpunu kavrayıp aşağı indirdim. Endişe, kaygı ve üzüntüyle harmanlanan bakışları beni bulduğunda bir adım atıp içeri girdi.
"Eflin, ne yaptın sen?" Dedi sakince. Ses tonu sakin olmasına rağmen bir o kadar sitem barındırıyordu.
Hiçbir şey söylemeyip kollarımı boynuna sardığımda gözlerimdeki yaşların geçitine izin verdim.
"Bilmiyorum," diye mırıldandım. Belimi saran zayıf kolları beni sıkıca sarmaladığında yüzünü yıpranmış, cansız saçlarıma gömdü.
Günahkâr ve kirlenmiş hissediyordum. Böyle hissetmemin sebebi sadece Göktuğ'u öpmüş olmamdan dolayı değildi. İsteyerek ve bilerek öldürdüğüm bebek, istemeyerek zarar verdiğim Birsen, ve onu hak etmediğim halde her defasında yanına gittiğim Bartu ile aramızda geçen kavgalar, tartışmalar.
O kadar yorulmuştum ki. Ölmeye bile mecalim yok gibiydi.
"Ağlama," dediğinde tam tersini yaptım.
"İyi mi?" Diye sordum geri çekilirken. "Bir şey olmuş mu?"
"Zehirlenmiş sadece. Sürekli serumla bir şeyler verip kanını temizlemeye çalışıyorlar," elini yanağıma çıkardı. "Bir kaç gün sonra taburcu olur."
"Sen nasıl öğrendin?"
"Kamera kayıtlarını izledik." Hâlâ açık olan dış kapıyı kapattığında, adımlarımız salona kaydı. "O herifte oradaydı." Koltuğa oturdum ve elimin tersiyle ıslanan yanaklarımı sildim. "Anlatacak mısın?"
Başımı aşağı yukarı salladım ve yanımda oturan Bartu'dan bakışlarımı ayırdım. Olaya yalan katmadan, bir şeyleri inkar etmemekte kendimi zorlayarak lafa girdim.
"Anlatacak pek bir şey yok ki," çatallayan kısık sesimi küçük bir öksürük ile düzelttim. "Sen gittikten sonra biraz içtim, sonrada tuvalete gittim." Derin bir iç çektim, yüzüm ve boynum cayır cayır yanıyor gibiydi. "Birsen o halde iğneyi önüme itti. Bende yardım etmek için iğneyi alıp yaptım."
"Beni neden çağırmadın?"
Kapalı televizyona diktiğim bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerim acıyordu.
"Bilmiyorum," dedim açıkca. Gerçekten bilmiyordum. "Kavgalıydık zaten."
Ofladı ve arka cebinden sigara paketini çıkarıp bir dal sigarayı ateşledi. Rahatsız olduğum halde ağzımı açıp itiraz etmedim.
"Hastaneye gidip onu görmek istiyorum." Dedim sessizce.
"Linç yersin," diye söylendi dalgayla karışık bir şekilde, "bütün arkadaşları orada. Boşver."
Derin bir nefesimi dışarı üfledim. Birsen'in kendine geldiğinde beni suçlayacağını adım gibi tahmin edebiliyordum. Ama yinede onu görmek, iyi olduğunu bilmek istiyordum.
İçtiği sigaranın dumanı tüm odayı kaplamaya yüz tutarken, bir müddet daha sessizce oturduk. Hiçbir konuşma geçmedi aramızda. Bartu sigarasını içti, bense onu izledim. Akşama doğru ise Bartu, duşunu alıp evden ayrıldı. Bende aynı şekilde, bir kaç eşyam Cemre'nin yanında kaldığı için onları almak için evden çıktım.
Otobüsle, açık olan yollar sayesinde kısa süren bir yolculuğun ardından eve ulaştığımda, yaptığım ilk iş önceliğim olan Cemre'nin odasındaki üç-dört parça eşyamı toplamak oldu. Bunu yaparken, Cemre'ye bütün olanları anlatmıştım. Beni yargılaması şu anlık umrumda değildi, birilerine içimi döküp rahatlamak istiyordum.
Elime aldığım son eşofmanıda öylesine katladım ve çantama tıktım.
"Peki şimdi Bartu, ile devam mı?" Diye soran Cemre'ye dönüp bakmadım bile. Cevabım belliydi zaten.
"Evet," çantamın fermuarını kapattım. "Bartu, bana herkesten daha iyi gelecektir. Eminim."
"Eflin, ilgiye aç olma." Kaşlarım çatıldığında ayaklandım ve çantamı tek omzuma asarak yatağında oturan Cemre'ye baktım. "Birilerinin yanında olmasını istiyorsun diye, iki kişiye birden yüz verme."
"Ne?" Sesim, onu şiddetle kınar bir biçimde aniden yükseldi. Böyle bir şey düşündüğüne inanmak biraz zordu. "Öyle bir şey yapmıyorum. Yapmamda."
"Sana birini unutmak istiyorsan başkasına yanaş dediğimde, Göktuğ'u öpüp tekrar Bartu'ya dön dememiştim." Omuzlarını silkti ve konuyu biraz daha açtı. "Ne bileyim, Göktuğ'u öptüysen ertesi gün tekrar Bartu'ya dönmen biraz garip."
"Cemre, pişmanım tamam mı?" Diye soludum tüm çaresizliğimle, "aklım başımda değildi. Tek suç benimmiş gibi üstüme gelme."
"İyi tamam," dedi kabullenerek ve sırtını yatağın başlığına yasladı. "Üstüne gelmiyorum, ne istiyorsan onu yap."
Yanaklarımın içini şişirerek ofladım. Hiçbir şey yetmiyormuş gibi birde herkesin tribini çekiyorum, ne güzel.
Cemre ile daha fazla muhattap olmamak için odadan ayrıldım ve çantamı dış kapının yanına bırakarak, aşina olduğum koridora girdim. Göktuğ, odasındaydı ama dün geceden sonra onunla yüz yüze gelmeye çekiniyordum. Yinede yapmak zorundayım diye hatırlattım kendime. Bu, öyle üstü kolayca kapanabilecek bir mesele değil sonuçta.
Son kez derin bir nefes aldım ve odanın kapısını tıklatıp kapıyı açtım. Başımı kapının arasından uzatırken içerideki Göktuğ'a baktım. Dolaptan bir kaç parça bir şey çıkarıp dağınık yatağının üzerine attıktan sonra bana baktı.
"Konuşmamız lâzım," kapıyı arkamdan sessizce kapattım.
"Konuş," dağınık yatağın üzerine oturdu, "dinliyorum."
Arkamdaki kapıya sırtımı yasladım. Aynı şekilde ellerimide arkamda birleştirdiğimde, yaptığı hata yüzünden öğretmeninden azar işitmeye hazır bir öğrenci pozisyonuna bürünmüştüm.
"Dün ki olay," ağzımın içersinde gevelemek, bir şeyleri dile dökmek zorunda olmadan beni anlamasını istiyordum. Yapınca sorun değil ama iş dile dökmeye gelince çekiniyordum işte. Gerçekten berbat bir insanım.
"Kendimde değildim, yaşanmamış gibi davranalım." Diyerek birbirinden kopuk cümleleri nihayetinde birleştirdim.
Ruhsuz, resmî bir şekilde güldü. Üzerinde, kalın gri bir sweat altında ise aynı renk bir eşofman vardı. Saçları dağılmış, odasının içerisinde ağır bir sigara kokusu sinmişti.
"Dün gece Bartu ile ayrıydınız, onu aldatmışsın gibi triplere girme." Derin bir iç çektiğinde ayaklandı, "hem gayet ayıktın, Eflin. Vicdanını rahatlatmak için yalan söylüyorsun."
Prizin yanındaki dolapta şarja takılı olan telefonunun yanına gitti. Aramızda 5-6 adımlık kısa bir mesafe varken, sonunda dudaklarımı aralayıp bir şeyler söyleyebildim.
"Neden yalan söyleyeyim?" Kaşlarım çatıldı. Beni anlamamaya yemin etmiş gibiydi. "Ayık değildim, bir hevesle yaptım."
"Heves mi?" Bana oldukça küçümseyici bir bakış atarken, aynı şekilde sesini sert bir tona seyreltti. "O zaman naz yapmasaydında ikimizde hevesimizi alsaydık."
İki kaşımda havalandı. "Dün naz mı yaptım yani ben?" Bir kaç adımla karşısında dikildim ve işaret parmağımı omzuna bastırarak tüm suçu ona attım. "Dünün sorumlusu sensin. Bu suçluluğu hissetmemin sorumlusuda sensin. Seni çekip ben öpmedim, suç bende değil."
"Geri çekilmeyip karşılık verende sendin ama, hatırlatırım."
Boynuma kadar sinirden kıpkırmızı olurken, bu kadar laubali davranmasına hayret ediyordum.
"Sarhoştum diyorum, niye anlamıyorsun?" Koyu kahveleri, gözlerimden başka hiçbir yere bakmamaya yemin etmiş gibi tüm dikkatiyle üzerimdeyken yükselen sesimi dizginledim ve: "Aramızda kalsın." Dedim açık bir dille. "Benim için olmaması gereken bir andı. Bir anlık sinirle gidip kimseye anlatma."
Seyrek iki kaşıda havalanırken, biraz daha yaklaştı. "Kime anlatabilirim?"
"Ne bileyim ben," bir adım geri çekildim. "Bir şeyler olur, sonra Bartu'nun kulağına gider falan. Uğraşamam."
"Aranıza giren o enayi üçüncü kişiyi oynamayacağım, merak etme." Oldukça kısa bir müddet sessiz kalıp sadece gözlerime baktı.
Fark etmeden sıktığım dişlerim çeneme baskı yaparken konuşmayı bitirmek için kısa kestim. "Tamam." Dedim düz bir şekilde ve aramızdaki anlamsız bakışmaya son verip odadan hışımla çıktım. Kendimi bir an önce dışarı atmak istiyordum.
Gitmemi öylece seyrederken, ilk önce evden daha sonrada apartmandan çıktım. Aramıza giren üçüncü kişiyi oynamayacağına söz verirken bile bunu dile getirmiş olması, kötü hissetmemi sağlamıştı. Bartu'ya Birsen'i aramıza soktuğu için kızıyordum ama halbuki o hiçbir şey yapmıyordu. Bir oyunun sahnesi diye adlandırdığım hayatta dün geceden itibaren, bütün suçları omzuma almışım gibi hissediyordum. Bütün yükleri kendi isteğimle sırtlamıştım sanki, sırf vicdanımı rahatlatmak için. Bir şeylerin bedelini ödeyeceğimi biliyordum ama nasıl, ne zaman öderim orasını kestiremiyorum.
O günün gecesi uzun bir aradan sonra yatakta yalnız uyumadım. Bartu, gece hatırlamadığım bir saat diliminde gelmiş ve üzerini değiştirip yatakta ona ait olan bölgede uyumuştu. Bunun ilişkimiz açısından iyi bir gelişme olduğunu düşünsemde, bir yanım bunu yalanlıyordu.
Dilimle kuruyan dudaklarımı nemlendirdim ve omzumun üzerinden hâlâ uyuyan Bartu'ya baktım. Yüzünün bir kısmını yastığa gömmüş, dağılmış saçlarının alnını örtmesine izin vermişti.
Komidinin üzerine koyduğu sigara paketine kayan gözlerim, bir müddet sadece siyah pakete baktı. İçinde sigara değilde ot olduğuna adım kadar emindim. İstemsizce ofladım, ne ara bunlara bağımlı olmuştu bilmiyorum. Bildiğim tek şey, hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı ve artık olmayacağı.
Bartu, huysuzlanarak yerinde kıpırdandığında ayaklandım ve dolaptan bir kaç parça alıp banyoya geçtim ve üstümdeki, sanki bir aydır giyiyormuşum gibi hissettiren şeylerden kurtulduktan sonra kendimi ılık suyun altına bıraktım.
Kısa ama ayılmamda büyük rol oynayan duşun ardından üstüme rahat bir şeyler geçirerek tekrar salona geçtim. Uyanan Bartu mutfakta, tezgaha yaslanmış su ısıtıcısını bekliyordu.
"Birsen nasılmış?" Diye sordum kendimi koltuğa bırakırken.
"İyi. Dün akşam taburcu olmuş."
Sevmediğim birinin iyi olmasına, iyileşmesine sevinmek aklımın ucundan geçmezdi. Çünkü kanımda maalesef ki, kin tutmak vardı. Herkeste olduğu gibi aslında. Kin tutmak her insanın doğasında var, ama bunu kimse kabullenmiyor. Böyle zor durumlarda da insan uzun süredir reddettiği duyguların tekrar sahneye çıkmasına müdahele edemiyordu.
Bartu, iki kulplu bardakla yanımdaki yerini bulurken benim bardağımı önümüzdeki masanın üzerine bıraktı.
Haftalardır zihnimi kurcalayan konuyu ona açmak istediğim için öncelikle derin bir nefes alarak kendimi buna hazırladım. Gerçekten beni anlayan birilerine ihtiyacım vardı.
"Bartu," ona doğru dönerek devam ettim: "Birileri ile konuşmak istiyorum."
Dumanı tüten kahvesinden bir yudum aldı. "Nasıl yani?"
"Bunaldım artık." Benim için yaptığı kahveyi masanın üzerinden alıp tekrar arkama yaslandım. "Tanıdık birilerine ihtiyacım var."
"Kime mesela?"
Bakışları, bana döndüğünde bu sefer kendimi tutamadım ve gözlerimi kaçırıp kahveye çevirdim. "Bir kaç aydır görüşmediğim arkadaşlarıma mesela." Dedim iğneleyici olmamaya özen göstererek. Her hangi bir şekilde damarına basmamaya çalışıyordum.
"Onlar kimseye yerimizi söylemez Bartu. Bırakta bir ara buluşalım." Omzumun üzerinden ona baktım. "Sadece bir kez."
Beni onaylamasa bile yinede eski arkadaşlarıma ulaşmak için bir şeyler yapardım. Ben sadece onun bundan haberdar olmasını, fikrini söylemesini istiyordum. Zaten ben eski yaşantımdan, eski ortamımdan ne kadar uzaksam o da aynı şekilde uzaktı.
"Eflin söz vermiştik, geride bıraktıklarımızla iletişimi keseceğiz demiştik. Nereden çıktı şimdi bu?"
Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.
"Sıkılıyorum," dedim net bir dille.
Uzayan siyah saçları alnını iyice kapatırken, çenesinde sakal kırıntıları türemişti.
"Bir söz verdiysek eğer, bırakta o sözü tutalım."
Derin bir iç çektim. Oysa şu an birbirimizi anladığımız insanlarla bir yerde oturup sabahtan akşama dek biriken dedikoduları masaya dökmek, sanki biz mükemmelmişiz gibi herkesi eleştirdiğimiz, deli gibi kafamı dağıtabileceğim bir ortama ihtiyacım vardı.
Bartu'nun olumsuz tepkisine karşın çıtımı çıkarmayıp kahvemi içerken, o da elindeki telefonla bir şeyler yapıyordu. Bense arada göz ucuyla, gezindiği sosyal medya hesabındaki önüne çıkanlara bakmayı ihmal etmiyordum.
Yaklaşık 10-15 dakika sonra kahvelerimizin çoktan bitmiş olmasına rağmen toplama gereği duymadan masada bırakmıştık. Son günlerdeki rutinimiz buydu; Yiyip, içip yatmak.
O kadar boş günler geçiriyorduk ki, zamanımız harap oluyordu. Özellikle benim gün içindeki tek işim, yatmak ve düşünmekti. Ama yinede her gece yatağa girdiğimde aşırı yorgun oluyordum, orası ayrı. Yorgunluğum fiziksel değil, psikolojikti.
Saatler iyice ilerleyip, hava karardığında Bartu, tuvalet için yanımdan kalkmaya yeltendi. Göğsüne koyduğum başımı kaldırıp doğrulmasına izin verirken, odayı aydınlatan tek şey izlediğim televizyonun ışığıydı.
Bartu'nun gölgesi odayı yavaşça terk ettiğinde masanın üzerindeki telefonunu elime aldım ve yapmam gerektiğini düşündüğüm şeyi yaptım. Takipleştiği Birsen Hanımın profiline girerek yirmi fotoğrafının hepsini inceledim.
Her fotoğrafında farklı bir efekt kullanmış ve bu efektlerin kollarındaki tüm izleri silmesine izin vermişti. Gösterdiği farklı hayatın her karesinde sinir bozucu bir şekilde güzel çıkmıştı.
Bartu, Birsen'in attığı hiçbir fotoğrafını beğenmemiş olmasına rağmen en son, yaklaşık bir hafta önce attığı gönderiyi beğenmişti. Ofladım ve Birsen'in aynadan çekerek tüm fiziğini ortaya serdiği fotoğrafa baktım.
Nasıl oluyorda bu kadar iyi rol yapabiliyor, bilmiyorum. İyimser bir kız değildi ama öyle davranıyordu. Sanki sırf iyilik peşinde koşuyormuş gibi triplere giriyordu arada, gerizekalı. Gözüne kestirdiği erkeklere dokunma çabasıda hallice tabi.
Bartu, tuvaletten çıktığı sırada telefonu hızlıca tekrar masaya bıraktım ve bağdaş kurarak arkama yaslandım.
"Hadi, bir şeyler içmeye gidelim." Diyerek kötü bir teklif sunmasına karşın gözlerimi devirdim.
"Sen içeceksin, ben izleyeceğim yani."
"Sende içersin," koltukta yanımdaki yerine tekrar oturdu. "Hâlâ eski hayatındaki alışkınlıklarını devam ettirmene gerek yok, içmek istiyorsan iç. Kısıtlayan yok."
Bakışlarımı televizyondaki reklama çevirdim. En son içtiğimde birini canından ediyordum oysa. O da yetmezmiş gibi, Göktuğ ile saçma sapan şeyler yapmıştım. Göz göre göre nasıl tekrar içkiyi vücudumla buluşturabilirdim?
"Hadi," diyerek, bütün bu olanlara karşın ısrar eden Bartu için ayaklandım
ve hazırlanmak için odaya geçtim.
Pasaklı halimden kurtulup üzerimdeki ölü toprağını atmak istesemde, üşeniyordum. Odadaki ışığı yaktım ve boy aynasının karşısına geçtim. Duştan sonra taramadığım saçlarım bok gibi görünüyordu, o da yetmezmiş gibi cildim soluk ve donuktu. Ne zamandır bu kadar bakımsız ve yaptıklarımla kendime karşı saygısız bir insan olmuştum, bilmiyorum. Tek bildiğim, eskiden böyle olmadığım.
Oflayarak dolabı açtım. Uzun süredir, daha doğrusu bir kaç gündür Bartu bana farklı biçimde yaklaşmıyordu bile. Bunun sebebini bilmiyordum. Şu an aramızda ince bir gerginlik olduğunu hissedebiliyorum ama sırf bu yüzden kendini benden soyutlaması zaten kötü hissetmek için yer arayan bana, hiç yardımcı olmuyordu.
Şimdilik dolaptaki eşofman ve düz pantolon kısmını es geçtim. Çünkü ipleri elimden bırakmamam lazımdı. En azından bu kadar çabuk bırakamazdım o ipleri.
Eskisi gibi olmasını istiyordum her şeyin. Bartu'nun tek aklı fikri ben olmalıydım. Bırak Birsen'in fotoğrafını beğenmeyi, onu baştan aşağı süzmemeliydi bile. Tabi bunun içinde menopoza girmiş kadınlar gibi davranmayı kesmem, bir an önce toparlanmam gerekiyordu.
Siyah, neden ve aklımdan ne geçerek aldığımı bilmediğim mini eteği ilk kez giydim. Tek bir potluk vermeden, kalçamı sarıp sarmalayan etek, beş dakika önceki imajımdan adım adım kurtulmama yardımcı oluyordu.
Sanırım bu kadar çabuk gaza gelmemin tek sebebi, Bartu'nun bana dokunmadığı halde gidip Birsen'in fotoğrafını beğenmesi. Sözde ne kadar önemsiz gibi gelsede içten içe insanı deli ediyor, beynimi kemiriyordu bu düşünce. Oysa Bartu, sadece bir fotoğraf beğenmişti bense bazı şeyleri eyleme dökmüştüm.
Aklıma gelen düşüncelerle kendi kendime ağır bir küfür savururken çekmecenin en ucra kösesine fırlattığım ve uzun süredir orada duran maşayı fişe taktım. Daha sonra, üstüme askılı, belimin bir kısmını açık bırakan ince tişörtü giydim.
Makyajla yavaş yavaş iyileştirdiğim yüzümde eksik olan tek şey içten bir gülümsemeydi. Onu yapacak cesaretim henüz yoktu, çünkü vicdanım hâlâ dün geceyi sorguluyordu. Maşa yardımıyla kalın bukleler elde ettiğim cansız saçlarım hacimli hale bürünürken son olarak dolabın altındaki siyah topuklu cizmelerimi çıkardım. Beni zorlamayacak yükseklikteki topuklu ayakkabıları ayağıma geçirdikten sonra yatağa oturup fermuarlarını çekmeye başladım.
O sırada kapı açıldı ve içeri Bartu girdi. Bana bakarken, içimdeki sıkıntıyı büyütecek şekilde sessiz kaldı.
"Ne?" Diye sordum ona dik dik bakarak, "olmamış mı?"
İçeri girdi ve kapıyı kapattı. Gerçi evde kimse yoktu ama yinede alışkanlık olarak kapatmıştı.
"Hayır, o yüzden değil." Dolaba yöneldi ve kapattığım kapakları tekrar açıp kendine bir kaç parça bir şey çıkardı. "Kot ve tişört ile gelirsin sanmıştım."
Gözlerimi devirirken ayaklandım ve ona doğru yürüdüm. Topukluların çıkardığı cüretkar sesler, odanın içerisinde can bulurken bir an bu duruma oldukça yabancı olduğumu farkettim.
Kolunu kavradım ve dolaba bakınan Bartu'nun bana dönmesini sağladım.
"Barıştık ama hâlâ küs gibiyiz." Dedim net bir şekilde.
"Öyle miyiz?"
"Evet," kollarımı boynuna sardığımda beklemediğim bir şeyi yaptı ve elleriyle bileklerimi kavrayarak beni geri çevirdi.
"Ne yapıyorsun?" Diye sordum çatılan kaşlarımla.
"Senin yaptığını yapıyorum," ellerini bileklerimden çekmeden bana biraz daha yaklaştı. "Yanına ne zaman gelsem beni geri çeviriyordun." Alnını alnıma yasladı. Bu hareketi biraz sert yaptığı için alınlarımız birbirine çarparken tok bir ses çıkmıştı. "Şimdide ben geri çekiliyorum işte."
Hayretle ona baktım. Bakışlarındaki ani değişiklik bir anlığına tedirgin olmamı sağladı.
"Geri çekiliyordum çünkü sen sorularıma cevap vermiyordun." Diyerek ona açıklama yaptım.
"Bütün soruların cevabı bendeydi. Hâlâ bende." Bileklerimdeki elleri sıkılaştı. "Bunları bildiğin halde neden geri çekiliyordun?"
Omuzlarım düştü. "Söyledim işte," bileklerimi geri çekmeye çalıştım ama izin vermedi. "Niye böyle yapıyorsun şimdi? Bırak bileğimi."
Alnı, alnımı eşelerken Bartu'nun ani değişen ruh hallerine hâlâ alışamadığımı fark ettim. Tam alıştığımı sanarken, başka türlü bir şey çıkarıyordu karşıma.
"Sence aramızdaki her şey hâlâ eskisi gibi mi?" Diye sorduğunda gözleri kısıldı. Beklemediğim yerden gelen soru, midemin kasılmasına sebep oldu. Cevabı bilmiyordum.
"Bilmiyorum." Dedim sessizce, "eskisi gibi olsun istiyorum ama aramıza birilerinin girmesine izin veriyorsun."
"Böyle mi düşünüyorsun?"
"Evet," alnını alnıma o kadar sert bastırıyordu ki, sanki her şeye karşı olan sinirini ve nefretini çıkarmak istiyordu. Bu hareketi yüzünden yüzümü geri çekmeye çalışsam bileğimi sıkıca kavrayan elleri buna izin vermiyordu. "Bileğimi bırak, acıtıyorsun."
Yumduğu gözlerini açtığında bileğimi bırakmak yerine dokunuşunu yumuşattı.
"Özür dilerim." Dedi sanki bir sır veriyormuş gibi sesini kısıp, kendi zincirlerini kırarak. Bu özür bileğimi acıttığı için miydi, yoksa yaptığı diğer şeyler yüzünden mi?
Topuklular sayesinde neredeyse aynı hizada olan boylarımız ona bakmamı kolaylaştırırken, söylediklerimi kalbimin süzgeçinden geçirdim. Kimsenin aklımı karıştırmasına izin vermemeliydim. Kimsenin aramıza girmesine, bizimle akıl oyunu oynamasına izin vermemeliydik.
Bartu'nun yüzü yavaşça yüzüme yaklaştığında usulca tekrar kapanan gözlerine uyarak gözlerimi yumdum. Dudaklarımız birbirine değdiğinde, kavradığı bileklerimi serbest bıraktı.
Bana dokunarak tenimden silmesi gereken izler vardı.
Üzerime doğru bir kaç adım atarak, sırtımın arkamda kalan pürüzlü duvara yaslamamı sağladı. Dudaklarımız ritmik bir şekilde hareketine devam ettiği sırada dili ağzımın içerisinde her zamanki yerini buldu ve ıslak doku kasıklarımın sızlamasına sebep oldu.
Ellerim yanaklarında, onu iyice kendime doğru çekip, bedenini bedenime bastırırken ellerim yanaklarından ayrılıp tişörtünün eteklerini kavradı. Bartu, bana yardım etti ve bir süreliğine geri çekilerek tişörtünü bir çırpıda çıkarıp attı. Belimden, kalçama doğru inen elleri, bana ilk kez dokunuyormuş gibi heyecanlanmamı sağlıyordu.
"Özledim," diyerek sessizce mırıldandım dudaklarına doğru ve bir elimi siyah buklelerine çıkarıp ince tutamları avuçladım. Dudaklarımız tekrar birbirlerine kavuşmadan önce Bartu'nun dudaklarına muzip bir gülüş oturdu. Sanki bunu söylememi bekliyormuş gibiydi. Onun yokluğunda onu özlediğimi kendi kulaklarıyla duymak istiyormuş gibi kibirli bir tebessümdü bu.
Bartu, bana cevap vermek yerine dudaklarını tekrar benimle buluşturdu.
Geçen her saniyede öpüşümüz gittikçe derinleşirken, az önce sürdüğüm kırmızı rujun dudağımı aşıp tenimi boyadığını hissedebiliyordum.
Çıplak göğsüne değen ellerimin hareketini kesen zil sesi, onda aynı etkiyi yaratmamıştı. Zil sanki çalmıyormuş gibi Bartu'nun elleri eteğimin düğmesine gittiğinde ellerimi onun ellerinin üzerine koyarak durmasını sağladım.
"Kapı çalıyor," diye soludum sık nefeslerimin arasından.
"Yani?"
"Git kapıya bak, Bartu. Sonra devam ederiz."
Burnunu, burnumun ucuna sürttü. "Geliyorum hemen," dudağıma sert bir öpücük kondurduktan sonra tamamen ayrılan bedenlerimiz, büyük bir boşluğa düşmemi sağladı.
Tişörtünü giyerek odadan çıktı. Yanımdaki çekmeceli, alçak dolaba tutunarak onu beklediğimde, kulağıma tanıdık bir ses doldu.
Eteğimin düğmesini tekrar ilikledikten sonra odadan çıktım. Dış kapının önünde dikilen abimle gözlerimiz radar misali kesişti. Hemen arkasında ise Göktuğ dikiliyordu. Ağır bir küfür savurdum, şu an en son görmek istediğim insanlar bir araya toplanmıştı.
Abim, bakışlarını benden ayırdı ve arka cebinden yüklü miktarda para çıkarıp omuzunun üzerinden Göktuğ'a uzattı. "Aşağıda bekle, Göktuğ. Geleceğiz bizde birazdan."
Göktuğ, ona uzatılan parayı alıp evden çıktı. Para karşılığında sır gibi sakladığımız yeri abime söylemesi pek ona yakışır bir hareket değildi. Gerçi zaten onun sağı solu belli değildi.
"Niye geldin?" Diye sordum Bartu'dan önce davranıp asıl soruyu sorarak. Elinde var olan sopayı sıkıca tutmuş, her hangi bir itirazda zoru kullanmak için hazır bekliyordu.
"Burası ev mi şimdi?" Soruma cevap vermeyerek bakışlarını evin rutubetli duvarlarında gezdirdi. "E o zaman bizim ev saraymış, Eflin. Değil mi?"
İmalı sorusu üzerine gözlerimi devirdim. "Yaşadığımız yeri mi merak ettin?"
"Evet. İlk önce Göktuğ'nun evini bulup onunla tanıştım. Ama daha sonra öğrendim ki oradan taşınmışsınız," yanımdaki Bartu'nun kasıldığını hissettim. "O da sağolsun beni buraya getirdi. İyi çocuk."
Derin bir nefes aldım. Yanlış kişilerin birbiriyle tanışıp, kaynaşması beni hiç olmadığı kadar geriyordu.
"Şimdi zorluk çıkarma," kalın sesi Bartu'ya hitaben yükseldiğinde bakışlarıda ona döndü. "Evde Eflin'i bekliyorlar çünkü."
Abimin iri cüssesi Bartu'nun ona nazaran zayıf olan bedeninin karşısında tüm heybetiyle dikiliyordu.
"Elinde dandik bir sopa ile gelip, bizi korkutarak bir bok becerebileceğini falan mı sanıyorsun?"
Bartu'nun sorusunu zerre takmayan abim, bakışlarını bana çevirdi.
"Bu heriften şikayetçi oldu babam," dedi önündeki Bartu'yu kast ederek, "bir kızı alıkoymaktan ceza yesinde bir daha milletin kızına aynısını yapmasın."
"Alıkoymak nereden çıktı?" Diye sordum gülmemek için kendimi zor tutarak, "on sekizimi geçeli çok oldu biliyorsunuz değil mi? Kendi isteğimle kaçtım, beni zorlamadı. Neden anlamıyorsun?"
"Bir bok bilmiyor ki işte," diye söylendi sessizce yanımdaki Bartu.
"Toparlan, Eflin." Dedi inatla abim, "gidelim."
"Oğlum içip içip niye bize bulaşıyorsun sen ya?" Bartu, bileğimi sıkıca kavradı. "Siktir git, gelmiyor Eflin seninle."
Bartu'nun sesi her zamanki gibi yükseldiğinde, abim elindeki sopa ile sanki her gün yapıyormuş gibi rahat bir şekilde Bartu'nun açıkta olan boynunun yan kısmına bir tane geçirdi. Tok bir sesten sonra fişi çekilmiş gibi hızlı bir şekilde bilicini kaybeden Bartu, ayak ucuma serildi.
Bir şeylerin olacağını tahmin etsemde bunu bu kadar serinkanlılıkla yapabileceği aklımın ucundan geçmiyordu.
"Bu kadar kolay bayılacağını bilseydim eve girer girmez yapardım," diye geveledi kendince ve beyzbol sopasını yere attı.
"Ne yaptın?" Dehşete uğramış sesim ve yüz ifadem bunu beklemediğimi apaçık ortaya seriyordu.
"Hadi toparlan," uzayan kirli sakallarını kaşıdı. "Bu ayılmadan gidelim."
"Gelmiyorum seninle," diyerek olağan gücümle yüzüne karşın bağırdım. İki çift lafı anlamak bu kadar zor olmamalıydı.
Dizlerimin üzerine çöküp Bartu'nun yanaklarını kavradım. Görünürde açılan bir yara olmasada, ilk defa gözümün önünde bayılmasına şahit oluyordum.
"Ya kendine gelmezse?"
Abimin eli kolumu sıkıca kavradığında sert avuç içi her zamanki yerini bellemiş, canımı acıtmaya yemin etmişti.
"Eve gideceğiz, Eflin. Ağlamanı gerektirecek bir şey yok ortada." Dedi buna inanmamı bekliyormuş gibi, "kalk hadi."
O söyleyene dek ağladığımı bile fark etmemiştim. Yanaklarımın ıslanmasını, görüş açımın bulanıklaşmasına o kadar alışmıştım ki, yadırgamıyordum artık.
"Gelmiyorum," diye soludum üstüne basa basa. Düşen iri gözyaşlarım kıpırdamadan yerde boylu boyunca yatan Bartu'nun üzerine usulca damlıyordu.
İnkar etmemin hiçbir şeye yaramayacağını kolumu çekerek zorla beni ayağa kaldırdığında anladım. Bartu, ile temasımı kestiğinde beni iterek bir kaç adım ondan uzaklaştı.
"Şu haline bak," baştan aşağı süzülmenin verdiği etkiyle onun buruşan yüzüne baktım. "Bok gibi görünüyorsun, Eflin."
"Sanane," onu sollayıp tekrar Bartu'nun yanına gitmeye çalıştığımda tekrar sola kayıp yolumu kesti. "Çekil önümden."
"Eve gidiyoruz."
"Gelmiyorum."
Beni omuzlarımdan hafifçe itip, bir kaç adım gerilememi sağladı. "Öyle bir seçenek sunmadım," dedi tüm egosunu konuşturarak. Kolumu sıkıca kavrayıp, beni evden çıkardığında çıplak tenimde, parmakları öyle güçlü bir baskı yapıyordu ki, iz bırakacak şekilde sıkıydı.
Uzun bacakları ve attığı büyük adımlar ile beni arkasından sürükleyerek merdivenlerden inmeye başladı. Zaten yaşlarla kaplı gözlerim, ve sıkıca tuttuğu kolum yüzünden onun büyük adımlarına uymak zordu.
Bartu, arkamda olsaydı direnme şiddetimi arttırabilirdim. Ama şimdi ona karşın yalnız direnmek beni çıkmaza sokmaktan başka hiçbir halta yaramayacaktı. Zoru kullanarak istediğini almaya aşık bir insandı çünkü.
O kısacık merdivenleri inme diliminde söylediğim tüm laflara karşın kendi bildiğini okurken, arabanın arka kapısını açıp beni itti.
"Hayvan," diye söylendim sessizce ve elimin tersiyle gözyaşlarımı silip oturdum. Tıpkı mızmız bir çocuk gibi davranıp, istediğim şeylerin olmasını dilemek yerine şimdilik her şeyi kabullenirken sokaktan hızlıca çıkıp yola koyulduk.
Şu anlık istediğini almasına izin verdim, ama ne kadar çabalarsa çabalasın o evde bir gün bile geçirmeyecektim. Üstelik beni böyle zorlayarak kendinden daha fazla soğutmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.
Yaklaşık yarım saat sonra otobanda ilerleyerek eve gittikçe yaklaşırken, aylar sonra babamı ve annemi göreceğim için arka koltukta stresten ter döküyordum. Onları görmek, tekrar orada yaşamak, artık katlanmak istemediğim bir şeydi. Bu yirmi iki yıllık hayatım boyunca öz annem ve babamdan hep çekinen, mümkün olmadıkça odasından çıkmayan, ve o evden kurtulmak için sadece ders çalışan bir kızdım. Ta ki Bartu ile tanışana dek, o da kendi evinde mutsuzdu. Tıpkı benim gibi.
Lise sonda bir arkadaş ortamında rastgele tanışmıştık. Daha sonra lise bitti ve ben üniversitede sevmediğim, hiç alakamın olmadığı bir bölüme girdim. Bartu ise hiçbir yeri kazanamadı. Sevmediğim bölümde, ilgimi çekmeyen derslere kütüphanede sabahlayarak çalışmaya çalıştım. Tek amacım evden biraz daha uzak olmaktı. Bana kalsa şehir dışında bir üniversite yazar, ve giderdim. Ama çok değerli babam ve abim tüm ısrarlarıma karşın izin vermemişti.
Üniversitenin ikinci döneminde Bartu ile görüşmelerimiz azaldığında, bana kaçmayı teklif etti. Bende kabul ettim.
Çünkü ona güveniyordum. İki senelik ilişki geçmişimizde karşılıklı üzüldüğümüz zamanlar olsada, Bartu'nun yanında kalmak hiçbir kararıma saygı duymayan, bana kendimi oldukça beceriksiz hissettiren ailemin yanında kalmaktan daha iyi gelecekti. Ki öylede oldu.
İşler sonradan sarpa sarmaya başladı. Dinmeyen kavgalarımız, Bartu'nun ilaçlarını bırakarak her an patlayacak bir bomba haline gelmesi, ve benim onun daha fazla sinirlenmemesi için söylediğim yalanlar. Araya girmesine izin verdiğimiz üçüncü kişileri saymıyorum bile. Kendi kendimizi bitirmiştik.
Derin bir nefes aldım ve cama yasladığım başımı ayırdım. Ağlamak, abime karşı koymak ve Bartu'nun yanına dönmek istiyordum. Bunun için ne kadar çaba sarf etsemde abime karşı koyamayacağımı, beni zerre dinlemeyerek yine zoru kullanıp çeşitli tehditlerle istediğini alacağını biliyordum.
Elimin tersiyle yanağımdan çeneme doğru ilerleyen iri gözyaşını sildim. Evin bulunduğu sitenin ışıkları uzaktan kendini belli ettiğinde, bende adım adım
kendi sonuma yaklaşıyordum. Kim bilir babam nasıl kızacaktı? Abimin onu gaza getirmek için uyduracağı sözlerden bahsetmeyeceğim bile.
Arabadaki uzun bir sessizliğin ardından önceki şahıs laubali bir tavırla lafa girdi.
"Nasıl?" Diye sordu, "özlemiş misin dağ başındaki evini?"
Ona cevap vermeye tenezzül bile etmedim. Ne kadar sinir, gıcık bir insan olduğunu bilseydi keşke. Belki o zaman, bir şeyleri anlardı.
"Şu benzinliğe çek," dedi abim Göktuğ'a hitaben, "sigara almam lazım."
Göktuğ, ona denileni yapıp benzinlikteki marketin önüne arabayı çektiğinde abim arabadan indi. Yalnız kalmayı fırsat bilerek, içimde tuttuğum soruyu sordum.
"Neden yaptın bunu?"
Dikiz aynasından gözlerini benimle buluşturdu. "İsteyerek gelişmedi. Beni ikna etmek için bir kaç şey sundu önüme, bende kabul ettim."
"Para mı sundu?" Ona inanamayarak baktım. "Göktuğ, seni anlamıyorum. O evde yaşadıklarımı sana anlatmıştım, neden-"
"Kötü bir şey yapıyormuşum gibi konuşma." Lafımı sert bir ses tonuyla kesip vücudunun bir kısmını arkaya, yani bana döndürdüğünde tepkisiz kalıp donuk bakışlar atmaya devam ettim.
"Öz ailen, Eflin." Diye soludu üstüne basa basa, "sana o heriften daha fazla yararları dokuncaktır. Emin ol."
İki kaşımda havalandı. "Sanane bundan? Neden herkes benim iyiliğimi düşünüyormuş gibi davranıp yalan söylüyor?"
"Yalan söylemiyorum." Dedi net bir dille ve tekrar önüne dönüp, direksiyonu sıkıca kavradı.
"Yalan söylemiyorsan eğer, sür şu arabayı gidelim." Diye bir seçenek sundum.
Eğer yalan söylemiyorsa, gerçekten benim iyiliğimi istiyorsa o eve hapsolmama yardım etmemesi gerekiyordu. Göktuğ'nun kahverengi gözleri dikiz aynasından benimle buluştu. "Bartu ile kaçtın, şimdide benimle mi kaçacaksın?"
Omuzlarımı silktim. "Neden olmasın?"
Yan tarafımızda kalan marketin kapısı iki yana kayarak açıldığında, içeriyi görme fırsatım oldu. Elinde bir kaç şişe içecek ile kasada önündeki iki kişiyi bekleyen abim bana biraz daha zamanımın olduğunu hatırlattı.
"Eflin, abinin arkasında sağlam adamlar var," dedi olumsuz tarafı düşünüp, "eninde sonunda istediğini alacağını biliyorsun."
"Sana bir şey yapacağından mı korkuyorsun?" Diye sordum açıkca, "o adamları kullanarak sana zarar verebileceğini falan mı düşünüyorsun?"
Onu bir şeyle tehdit ederek, şantaj uyguladığı üzerine yüklü miktarda para verdiği bariz ortadaydı zaten, ama neye karşın tehdit ettiğini bilmiyordum.
Göktuğ'nun ikilemde kalmış bakışları, dikiz aynasından benim yüzümde turlamaya devam ediyordu.
"Bana zarar gelmesinden değil, piyasadan adımı silerse yapacağım bir şey kalmaz." Diye soludu stresle, "çünkü yapmayı bildiğim başka hiçbir halt yok, Eflin. Tek bildiğim işi elimden almasına göz yumamam."
"İzin vermem," dedim ona karşı çıkarak, "böyle bir şeyin olmasına izin vermem, Göktuğ. Lütfen sür şu arabayı."
Ensesini sertçe sıvazladı. Kısa bir çelişkinin ardından kontaktaki anahtarı çevirerek, arabayı çalıştırdı. Nabzım hızlandı, ama hemen sevinmemeye çalışıp soğukkanlı kaldım. Göktuğ, arabayı oldukça hızlı bir şekilde benzinlikten çıkarıp ters istikamete doğru yola koyulduğunda, yüzümdeki tebessüme engel olamadım.
Bunu beklemiyordum. Göktuğ'nun bir kaç çift lafımla ikna olmasını ve benim o ortama girmeme izin vermemesini cidden beklemiyordum. Gerçi o da zaten yaptığı şeyden hâlâ emin gibi durmuyordu ama buna rağmen hareketinin arkasında kaldı ve telefonunu çıkarıp birini aradı. Son hızla ilerlediğimiz yolu ön camdan izlerken, arka koltuğun tam ortasında oturmuştum.
"Kerem, senin yazlığın orada buluşalım mı?" Diye sordu telefonun bir diğer ucundaki kişiye ve ardından bir müddet karşı tarafı dinledi.
"Önemli olmasaydı aramazdım." Dedi düz bir şekilde.
Abimin aklının ucundan bile geçmeyeceği şeyin bu olduğunu tahmin edebiliyordum, çünkü benim Göktuğ ile muhabbetimin olmadığını, onu tam olarak tanımadığımı falan sanıyordu sanırım. Eğer, öyle olmasaydı bizi eve bırakması için Göktuğ'nun aracını tercih etmezdi. Derin bir iç çektim, surat ifadesini deli gibi merak ediyordum.
Kendinden emin bir şekilde hızını arttıran Göktuğ, telefonu kapattı. Yaklaşık on beş dakika sonra İstanbul'dan iyice uzaklaşmış araba ile ufak bir tepeye tırmanmıştık bile. Bomboş yollar ve arabanın süratı, asfalt zeminin altımızdan seçilemeyecek kadar hızlı akmasını sağlıyordu.
"Nereye gidiyoruz?" Diye sordum merakıma yenik düşüp.
"Bir arkadaşın evine." Sola saparak devam etti, "bir kaç gün orada takılır, abinin bizi bulamayacağından emin oluruz."
Ondan bu kadar korkmamıza gerek yoktu. Çünkü bir şey yapamayacağını adım gibi biliyordum, abim sadece dıştan güçlü bir görünüm vermeye bayılıyordu. Bunun hakkınıda veriyordu aslında. Dışarıda bakıldığında, güçlü ve kalıplı biri gibi duruyordu. Ama aslında pekte öyle sayılmaz. Tek yaptığı şey sırtını yasladığı adamlara güvenmek.
Çakıltaşları ile kaplı bir yolun sonunda araba istop ettiğinde, hemen yanımızdaki son derece ihtişamlı duran eve baktım. Müstakil evin bahçesinde yanan beyaz ışıklar, biçilmiş çimlere gölge yapıyor, girişteki rengarenk adını dahi bilmediğim çiçeklere doğru uzanıyordu.
Sokağa motorla birisi giriş yaptığında Göktuğ arabadan indi ve simasını kask yüzünden göremediğim çocuğun yanına gitti. Acaba Bartu uyanmış mıdır diye düşünmekten kendimi alıkoyamazken, bir yandanda abimin ne yaptığını merak ediyordum.
Üşüyordum, bu geceyi Bartu ile bitireceğimi sanarken yanımda Göktuğ vardı. Aniden gelişen olaylar allak bullak olmamı sağlamıştı. Üstelik psikolojik sorunlarımın üzerine birde fiziksel olarak ağrılarda eklenmişti. Bacaklarım ve başım oldukça ağrıyordu. Oysa bu topukluları giyerken beni zorlamayacağı kanaatindeydim. Ama gel gör ki, topuklarımı hissetmiyordum.
Göktuğ ile tanımadığım çocuğun konuşması bittiğinde arabadan inip, soğuğun tenime değmesine izin verdim. Etrafta rüzgarı kesecek bir şey olmadığı için, soğuk daha çok hissediliyordu. Motoruna binip sokaktan son hızla uzaklaşan çocuk, yerdeki tozu kaldırıp gözlerimin kısılmasına neden olduğunda Göktuğ arabanın kapılarını kilitledi.
"Hadi eve girelim," dedi oldukça normal bir şeymiş gibi.
"O çocuğun evi mi burası?"
Başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladıktan sonra önden önden yürümeye başladı. Ona ayak uydurup çakıltaşlarına bata çıka yürüdükten sonra evin, çelik kapısını anahtarla açtı ve içeri girdik.
Kapının hemen yanında bulunan lambayı yaktığında, ayakkabılarımı çıkarmadan bir kaç adım ilerleyerek direk olarak salona açılan yere baktım. Pahalı olduğu her halinden belli olan, taşlı avize, tavandan aşağı doğru sarkıp etrafa oldukça güçlü bir ışık yayarken siyah kadife koltuklar, yine aynı şekilde koyu renk olan televizyon ünitesi ile uyumluydu. Göktuğ, kendi eviymiş gibi içeri geçip kendini koltuğa bıraktığında eğilerek ayakkabılarımın fermuarını indirdim.
Kıyafetimle tamamen zıt olan yeşil, panda desenli çoraplarım zaten dağılmış olan tipimi ekstra zedeliyordu. Ofladım, keşke tek derdim bu olsaydı.
Salonun boydan boya camla kaplı olan duvarına doğru ilerledim. Saat oldukça geç olmuştu ama buna rağmen uykum yoktu. Bartu'yu merak ediyordum.
Derin bir nefes alıp, evin tozunun ciğerlerime dolmasına izin verdim. Göktuğ, arkamda kalan bol yastıklı koltukta sessizliği dinlerken, hemen onun karşısındaki camdan dışarıyı izliyordum.
Bir zamanlar aşina olduğum şeyler bana artık çok yabancıydı. Bu yolda Bartu ile el ele çıktığım o gün, başıma gelecek kötü şeylerden habersiz bir çocuk gibiydim. Ama artık hiçbir şeyin yakasına yapışıp, tırnaklarım sökülürcesine elde etmeye çalışmıyordum. Pes etmiştim. Emekse emek, azimse azim. Uğruna gözü kapalı feda ettiğim şeyler hiçbir zaman benim olmamıştı.
Dağılmış saçlarımdan yüzüme gelen bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırıp omzumun üzerinden Göktuğ'a baktım. Zaten üzerimde olan bakışları yüzünden göz göze gelmemiz kaçınılmaz olduğunda ilerleyerek yanına oturdum. Aramızda tuhaf bir mesafe vardı.
Koltukta ona doğru dönüp oturduğumda dizlerimi kendime çektim ve oturur bir cenin pozisyonu aldım. Bacaklarımın önündeki yastığın, fermuarı ile oynarken aramızdaki sessizliği bozdum.
"Saol," dedim ona bakarken, "beni abimden kurtardın."
"Umarım iyi bir şey yapmışımdır."
"Eğer abimle gitseydim, dünyanın en mutsuz insanı olacaktım."
"O evde mutlusun sanki," diyerek bir takım gerçekleri yüzüme çarptı. "Yalan mı?"
Omuzlarımı silktim. "Bazen mutlu olabiliyorum."
Üzerindeki asker yeşili balıkçı yaka kazağının kollarını dirseklerine kadar çekti. Bacaklarımı tekrar yere indirip koltukta arkama yaslandığımda karşımızda ki boydan boya uzanan cama baktım. Bu ev, benim hayalimdeki eve oldukça yakındı. Hayallerimin hiçbir zaman gerçekleşmediğini varsayarsak, böyle bir evde ilk ve son kez bulunma ihtimalim oldukça yüksek.
"Cemre'ye bir şeyler mi anlattın?" Diye sordu düz bir tonla, "alttan alttan bana laf çarpıtıyorda."
"Evet," dilimle kurumuş dudaklarımı nemlendirdim, "birilerine anlatmam gerekiyordu."
"Niye?" Bakışlarını yan profilimde hissettim ama ona dönüp bakmak yerine önümüzdeki camdan dışarıyı izlemeye devam ettim. "Pişman mısın?"
"Bilmiyorum," bacak bacak üstüne attım ve kollarımı göğsümde birleştirip bir nebzede olsa tenimin ısınması için çabaladım. "Sen değil misin?"
"Hayır," sol elini dizime koydu. Sıcak avuç içi, buz kesilmiş tenimin ısınması için çabalarken, bakışlarım dizimdeki eline çevrildi. Bileğindeki siyah saatin kayışı tenimi delip geçiyor ve elini tekrar tenimde hissetmek içten içe gerilmemi sağlıyordu. "Neden pişman olayım ki?"
İşaret parmağıyla dizimin üzerinde ufak daireler çizmeye başladığında elimi, elimin üzerine koyarak durmasını sağladım. Yanaklarıma kan oturmuş gibi sıcaklamıştım.
"Çok doyumsuz bir nefsin var," dedim ona bakarken.
"Biliyorum," güldü ve elini geri çekip bir kaç tutam saçımı parmağına doladı. "Ama bir şeylerin tadını alınca bırakmak istemiyorum."
Onun için bir heves haline büründüğümü keşke bu kadar belli etmeseydi.
"Bir daha yaşanmayacak demiştim," ben ona, o ise parmağına doladığı saçlarıma bakıyordu. "Aynı hatayı iki kez yapmayacağım."
Elini saçlarımdan çekti ve temasımızı kesti. "Aramızda kalacağına söz vermeme rağmen hâlâ naz yapıyorsun, Eflin. Bunun ikimizede faydası yok."
"Aynı konuyu açma." Kaşlarım çatıldı. "Çok sinir bozucu davranıyorsun. Seninle asla birlikte olmayacağım, Göktuğ. Beni bu laflarınla gaza getirip bir şeyleri elde edemezsin."
Ofladı ve kalçasını hafifçe kaldırıp arka cebinden sigara paketini çıkardı. "Elde etmeye çalıştığım bir şey yok, Eflin." Bir dal sigara çıkardı ve dudaklarının arasına yerleştirip ateşledi. Ardından derin bir nefes çekip, sigarayı tekrar dudaklarının arasından ayırıp devam etti: "seni elde etmeye çalışmıyorum. Sadece o günden sonra ortaya çıkan bazı heveslerimizi alalım diyorum." Bir müddet sadece yüzüme baktı ama bu çokta uzun sürmedi. "Yoksa benim için hâlâ kalabalıktaki bir yüzden ibaretsin."
Hararetli konuşmanın ortasına bıçak gibi kesip attığı bu cümle karşısında güzel yüzünü tokatlamak istiyordum. An itibariyle kararımı vermiştim. Göktuğ'nun naif olduğunu düşündüğüm tüm anları aklımdan silip, zihnimde onu şerefsiz tanımlı bir birey olarak ilan ediyordum. Yaptıkları ve söyledikleri arasında uçurum kadar fark vardı.
"Siktir git," dedim tükürürcesine.
"Niye sinirleniyorsun ki?" Diye sordu çok masummuş gibi. "Kötü bir şey mi söyledim?"
Ağlamayacaktım. Göktuğ, bana bir kaç şey söyledi diye ağlayamazdım, çünkü Göktuğ benim için bir hiçti. Bir hiç uğruna ağlamam saçma olurdu. Yinede bu lafı kaldıramayan bünyem ağlamak istiyordu, oysa bana daha kötü laflar söyleyende olmuştu ama hiçbirinden bu kadar etkilenmemiştim.
Ayağa kalkıp önünden geçip gideceğim sırada bileğimi kavradı. "Kötü bir şey mi söyledim, Eflin?"
"Göktuğ, bana nasıl davrandığının farkında mısın?" Diye sordum sitemle, "seninle birlikte olup hevesini almak istiyorsun-"
"Onu kast etmedim." Dedi hiddetle lafımı kesip ve ayaklanıp karşımda dikildi.
"Sözümü kesme!" Yüzüne karşı yükselen sesim ve dolan gözlerim karşısında seyrek kaşları çatıldı. Bu kadar lafa kırılmayacağımı falan mı sanıyordu?
"Birde geçmiş karşıma benim için önemli değilsin nutukları çekiyorsun, o zaman bıraksaydında abimle gitseydim!"
"Cidden böyle mi anladın?" diye sordu inatla kendini üste çıkarmaya çalışarak,
Bileğimi elinden kurtarmaya çalıştım ama buna izin vermedi. "Bileğimi bırak," diye soludum güçsüz bir ses tonuyla. Boğazım dikenli tellerle çevriliydi sanki, kendimi ağlamamak için zor tutuyordum.
"Lan bir dinlesene," bileğimi biraz daha sıkı kavrayıp gitmemi engelledi. "Yanlış anladın diyorum."
"Her şeyi doğru anladım," bileğimi hışımla ellerinin arasından kurtardım. "Yalnız bırak beni."
Gitmeme göz yumduğunda ona sırtımı dönerek hızlıca ahşap merdivenlerden çıktım. Oysa, bir üst katta ne olduğunu bilmiyordum. Battı batacak bir sandalın üzerinde bilinmezlik içinde gibiydim. Rüzgarın beni nereye götüreceği umrumda değil, karanlık yolumu aydınlatacak bir fenerde yakmıyorum artık. Sadece günlerin sessizce geçip gitmesini istiyorum.
🥀
Gecenin Sessizliği'nin en uzun bölümü bu oldu. Bekleyen bir kaç kişiden özür dileyerek bölüm aralarının uzun olmasının sebebini açıklayayım;
Şimdi arkadaşlar bazılarınız daha emek kelimesinin anlamını bilmiyor bence. Yani 200 görüntüleme sayısına sahip bir bölüme sadece 14 kişi oy veriyorsa, insanın ne yazası geliyor ne de siteye giresi. Dolayısıyla bölümlerde geç geliyor. E tabi okul, ders, başka şeyler falanda derken araya bir kaç hafta değil, ay girebiliyor. Pekte elimde değil açıkcası ama yinede bir dahaki bölüme arayı pek açmamaya çalışacağım.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, görüşürüzzz🥰🥰
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top