12.Bölüm: "Beklenmedik"

12.Bölüm: "Beklenmedik"

-Çağan Şengül & Yasir Mir / Seni Kaybettim

- iyi okumalaar🥰

***

Her saniye her an içine aktığımız zaman, bulunduğumuz terasın ortasına açılan bir girdap gibiydi. Kaçacak yerim yok. Hiç olmadı ki zaten. Her şeye küsmek ve bir sahilin ortasında oturup denizin dalgalarını izlemek istiyordum. Hiçbir şey düşünmeden.

Bazen keşke kaçmasaydım diyorum. İnsanlar bütün yorgunluğunu, hüznünü, sevincini dört duvar içerisinde yaşıyordu ve yine güvende hissetmek için eve sığınıyorlardı. Bense o yuvadan kaçmıştım. Bir gece kimsenin haberi yokken çıkıp, Bartu'nun kollarına atmıştım kendimi. Sevildiğimi, sadece onun yanında hissediyorum diye, ailemi arkamda bırakmıştım. Gözümü dahi kırpmadan.

Verdiğim kararın beni bu tünelin sonunda nereye çıkaracağını bilmiyordum. Hatta bu tünelin sonuna ulaşabilecek miyim, onu da bilmiyorum. Çünkü kendimde o gücü görmüyordum artık. Ben galiba, düşündüğümden daha güçsüz biriyim.

Tabanlarım, zeminde durmakta zorlanıyor ve akıp giden dakikaların ardı arkası kesilmiyordu. Art arda verdiğim derin nefesler ile bütün nefretimi, sinirimi atabilmenin mümkün olmadığını idrak ettiğimde, Göktuğ'nun beni hafifçe kolumdan çekip Birsen'den bir kaç adım uzaklaştırmasına izin verdim.

"Sakin ol biraz." Dedi sadece ikimizin duyabileceği bir şekilde ve bileğimi bıraktı.

Sağ elimin avuç içi yanarken, Birsen küt kesimli saçlarını düzeltti. Sadece yanağı değil, tüm yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu, tıpkı benim gibi. Her an üzerime atlayıp tırnaklarını yüzüme geçirmeye hazır gibiydi. Bartu, hareketsizliğini bozup terastan çıktı. Bağırıp çağırması lâzımdı, sessiz kalıp gitmesi değil.

Terasta sadece üç kişi kaldığımızda Birsen parmaklarını saçlarının arasından geçirdi ve bana arkasını dönüp demir korkuluklara yaslanmayı tercih etti. Belliki sakinleşmeye, olası bir öfke patlamasını önlemeye çalışıyordu. İstese karşılık verebilirdi ama yapmıyordu. Haklıyken haksız duruma düşmemek için.

"Arkasından gitsene," dedi Göktuğ minderlerden birine otururken.

Çok geçmeden dediğini yaptım ve Bartu'nun arkasından ilerledim. Tekrar işinin başına geçip çıkardığı siyah önlüğün ipini bağlarken, ağzının içerisinde bir şeyler geveliyordu. Sinirlendiği her halinden belliydi. Şu an ona bulaşmamam, kendi haline bırakmam çok daha iyi olabilirdi aslında, çünkü ısrarla ilaçlarını içmiyordu. Hal böyle olunca, sinir duygusunun şiddete dönmesinden korkuyordum ve bu şiddet bana değilde, kendisine karşı olabilirdi.

Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Onun karşısına otururken, şişede ki soğuk sudan bir kaç yudum aldı. Yüzüme bile bakmıyordu.

"Birsen'in dediklerine inanıyor musun?"

Soruma cevap alamadım. Bartu, beni duymamazlıktan gelirken, konuşmayı erteledim. Nasıl olsa bu gürültüde ne konuşursam konuşayım beni adam akıllı duyamayacaktı.

Yaklaşık bir saat boyunca orada öylece oturup yaptıkları şeyi izledim. Bartu haricinde çalışan üç kişi daha vardı ve hepsinin eli ondan daha hızlıydı. Bartu'nun bu işe Birsen sayesinde, yani torpille girdiği barizdi.

"Koçum iki saattir burada rom bekliyorum," dedi yanımda oturan orta yaşlı adam.

"Bardakları kurulamaya daha ne kadar devam edeceksin?" Diye sordu başka bir çalışan Bartu'ya hitaben.  "Git, beyefendinin romunu hazırla."

Bartu, cevap vermemeyi tercih etti. Arasını buradakilerle kötü etmek istemiyordu, para için. Çok geçmeden elindeki kahverengi havluyu bırakıp ahşap raflardan büyük bir cam şişe çıkardı. Pahalı olduğu her halinden belli olan şişenin siyah, kalın kapağını açıp cam kadehe biraz koydu. Ardından rafın en altındaki küçük buzdolabından bir şişe kola çıkardı ve kadehin içerisinde ki içkinin üzerine, aroma niyetine döktü.

Bunu yaparken tüm dikkatim onun üzerindeydi. Kadehi yanımda ki adama uzattıktan sonra nihayetinde bana baktı.

"Ne bekliyorsun?"

"Konuşmayı," diye yanıtladım onu.

"Eve git, Eflin. Sonra konuşuruz."

Cevap vermemi dahi beklemeden masanın bir diğer ucuna yönelip, oradaki müşterilerle ilgilenmeye başladı. Ağrıyan başım zaten burada durmamı zorlaştırıyordu bu yüzden ayaklandım. Bartu şu an ne dersem diyeyim beni dinlemeyecekti bende onu evde, daha sakin bir ortamda beklemeyi tercih ettim ve bu iğrenç, kalabalık yerden çıktım.

🥀

~ 1 A Y   S O N R A ~

🥀

Uzun zaman sonra parlayan güneşe sırtımı dönüp, güneşin duvardaki yansımasını izlemeyi tercih ettim. Kaç gündür koskoca yatakta yalnız yatıyordum? Kaç gündür Bartu ile tartışmadan iletişim kurabiliyordum? Ya da hangi sabahın hangi başlangıcındaydım?

Gözlerim acıyordu. Ağlamaktan ya da yorgunluktan. Derin bir nefes aldım ve pekte yumuşak olmayan yatakta doğruldum. Ani hareketim yüzünden kasıklarım, nedenini bilmediğim bir acıyla buluştu. Yüzüm buruşup anlık ağrının geçmesi için beklerken, Cemre içeriden bağırdı. O da yaklaşık bir aydır benimleydi.

"Eflin, bir şeyler hazırladım." Kapıyı açtı ve bana kısa bir bakış attı. "Hadi gel."

O sırtını dönüp giderken üzerimdeki kalın yorganı kenara ittirip ayaklandım. Yorgundum. Sayamadığım gün kadar fazla bir yorgunluk vardı üzerimde ve tek korkum bunun kalıcı olması.

Yüzümü yıkayıp Cemre'nin 'kahvaltı' diye adlandırdığı şeyleri yerken, bok gibi hissediyordum. Her zamanki gibi.
Dünden kalma simitleri bize postalayan fırıncı sayesinde bayatlamış simit yiyorduk.

"Dünde gelmemiş," dedim karşımdaki Cemre'ye, "bir geliyor, bir gidiyor. Ne yaptığı belli değil.

"Kusura bakma ama Bartu çok kinci bir insan." Doğradığı domateslerden birini ağzına attı. "Ufak yalanı bu kadar abartıp, trip atmasına gram gerek yok."

Haklıydı. O yalanı öğrendikten sonra eve pek uğramamaya telefonlarımıda sürekli meşgule almaya başlamıştı. Hatta o gece, bana eve gitmemi söyledikten sonra kendisi eve gelmemişti. Bartu ile ilişkimiz ateşi söndürmek gibiydi. Üfledikçe sönmek yerine daha da alevleniyordu.

İki lokma bir şey atıştırdıktan sonra çayımı alıp koltuğa yöneldim ve her gün yaptığım gibi zaman öldürmeye başladım.

İlerleyen saatlerde resmen sadece tuvalet için kalktığım koltukta doğrulduğumda Cemre'de aynı şekilde doğruldu.

"Midem leş gibi." Dedim battaniyeyi, bağdaş kurduğum dizlerime örterken.

"Eflin, bir şey diyeceğim," kalkıp yanıma ilişti. "Eczaneye gitsem ben," bakışlarını kaçırdı, "sana hamilelik testi alsam, olur mu?"

Televizyonu izleyen bakışlarım donuklaştı ve ağır çekim misali ona döndü.

"Ne?" Diyerek karşı çıktım. Sesim tiz bir şekilde yükselmişti. "Hayır, midemi üşüttüm sadece."

"Bir aydır mı?" Elini omzuma yerleştirdi. "Gidip alayım işte, en azından için rahat olur."

Dizlerimi kendime çektim. Böyle bir şeyin ihtimalini düşünmek bile içimi sıkıntıyla kaplıyordu.

"Hayır, Cemre." Televizyonun sesini açtım. "Öyle bir şeyin olma ihtimali yok."

"He korundunuz o zaman."

Kaşlarım çatıldı. "Evet," diye yanıtladım onu uzatmak istemeyip. Cemre konuyu uzatmadı, konuşmak istemediğimi fark etmiş olmalıydı. Televizyonu izliyor gibi görünsemde Cemre sayesinde aklım başka bir kapıya yönelmişti. Bartu ile ilişkiye girdikten sonra ertesi gün hapı almamıştım. Bilinçsizdim ve böyle önemli bir şeyi unutmuştum. Ama Bartu'nun benden her zamanki gibi daha bilinçli davrandığı kanaatindeydim. Umarım diyerek söylendim içimden. Umarım, her şey yine düşündüğüm gibi gerçekleşmiştir.

Ben ve anne olmak aklıma gelebilecek en son şeydi. Zaten psikolojim iyice kötüye giderken birde bir bebeğin sorumluluğunu üstlenemezdim. Bu yüzden bu düşüncenin üzerine kalın bir çizgi çektim.

Yaklaşık on beş dakika sonra izlediğim dizi tekrar reklama girdiğinde kahve yapmak için ayaklanacaktım ki, kapı anahtarla açıldı. İçeri Bartu, girdiğinde hepimiz sessizdik.

"Bir kaç parça üst alacağım," dedi geliş sebebini açıklayarak. Ardından önümden geçip odaya girdi. Bir kaç dakika sonra arkasından odaya girdiğimde yatakta benim yattığım kısımda oturuyordu. Üstünü çıkarmıştı.

"O kız niye burada hâlâ?"

"Yalnız kalmak istemediğim için."

Yatağa bıraktığı ceketinden görünen sigara paketini aldım ve içerisine baktım. Sigara değilde ot vardı.

"Ota mı başladın şimdide?"

"Tek tük." Diye yanıtladı beni.

Güldüm. Pakette sadece iki tane ot kalmıştı.

"Belli." Dedim imalı bir şekilde.

Bana açıklama yapmadı ve yanında getirdiği küçük spor çantasına dolaptan çıkardığı bir kaç üstü doldurmaya başladı.

"Nereye?" Cevap vermedi. Bende önüne geçip durmasını sağladım. "Sana diyorum," sesim istemsizce yükselmişti.

"Semih'te kalacağım bir kaç gün."

"Çok güzel ya, iyice soğutsunlar seni benden." Diye söylendim kendimce.

"Eflin, saçmalıyorsun." Elinde ki çantayı daha sıkı kavradı. "Çık önümden."

"Bartu, kötü bir şey yapmışım gibi davranma. Masum bir yalandı."

"Sadece o mu, Eflin?" Sesi yükselmişti. "Resmen ne zaman canın sıkılırsa bana yalan söylüyorsun." Elinde ki çantayı bıraktığında, içi iki parça üst ile dolu olan çanta tok bir ses çıkararak yere düştü. "Üstelik o bokları yerkende tek değilsin!"

"O gece Birsen'den önce beni dinlemen lazımdı, ama sen bunun yerine hemen inanmayı tercih ettin." Sesimin seviyesini ayarlamaya çalıştım. Her şeyi düzeltmek isterken daha kötü yapmamalıydım. "Hem daha neden böyle bir şeyi yaptığımı bilmiyorsun bile!"

"Kız önüme o kadar delil sundu. Aptal rolü falan mı oynasaydım?" Kaşları çatıldı ve bir kaç adım geri çekildi. "Seni dinleseydim bile bana gerçeği söylemezdin."

Duraksadım. Şu an içinde bulunduğum ruh hali buna itiraz etsede, o gece her şey farklıydı. Ona gerçeği anlatacağımı pek sanmıyordum.

"Elbet söyleyecektim sana."

Küçük bir volta attıktan sonra tekrar önümde durdu. Stresli ve düşünceliydi.

"Bir kaç gün ya da hafta," dedi sessizce, "birbirimizi görmeyelim."

Ona uzun bir müddet baktım. Göz altına morluklar oturmuş, sakalları hafif uzamış, yüzü çelimsiz bir hal almıştı. Uzun zaman sonra bu kadar yakınımdaydı ama buna sevinmeme izin vermiyordu.

"Neden?" Diye sordum büyük bir hayal kırıklığı ile.

"Belki bizim için daha iyi olur."

"Bartu yapamıyorum," dedim net bir şekilde, gözlerimde biriken yaşları artık durduramazken kolumdaki elini indirdi ve elimi kavradı. Ne kadar elini tutmak istesemde yapmadım ve elimi ondan ayırdım. "Bir aydır bok gibi yaşıyorum, haberin var mı? Git o içerideki kıza sor," sesim yükselirken, boğazımın acıdığını hissettim. "Her günüm aynı, burada seni beklemekle geçiyor. İyi değilim diyorum ama sen ısrarla gitmeye devam ediyorsun!"

"Gidip, kafamı dinlemek istiyorum!" Dedi aynı şekilde yüzüme doğru bağırırken. "Sadece bir kaç gün. Bebek değilsin, Eflin. Bensizde yapabilirsin."

Alnıma ince bir sızı saplanırken, net görmemi engelleyen gözyaşlarımı sildim. Çaresizdim ve gitmesini istemiyordum. Bir kaç gün olsa bile.

"Tamam," dedim her şeye rağmen ve bir adım geri çekildim. "Git. Seni biraz daha doldursunlar, ondan sonra belki hiç gelmezsin." Omuzlarımı silktim ve bakışlarımı onun güzel yüzünden ayırdım. Yoksa ağlamaya devam edebilirdim. "Bende sen geri gelmeyince belki eve dönerim."

Olası senaryoyu ona anlattıktan sonra üstüne kalın bir sweat geçirdi ve yere düşen çantayı alıp içerisine lâzım olacak eşyaları doldurmaya başladı.

"Öyle bir şey olmayacak," dedi düz bir şekilde, "biraz ayrı kalmamız ikimizede iyi gelecek."

Bir şey demedim ve yatağa oturup onu izlemeye başladım. İhtiyacı olan eşyaları çantasına koyduktan sonra, bir müddet bana sırtı dönük bir şekilde durdu. Bir şeyler söylemesi gerekiyordu, ama o yine sessiz kalmayı tercih etti ve çekip gitti. Artık kaybedecek pek bir şeyim kalmamıştı.

Tişörtümün yakası ile ıslanan yanaklarımı silerken, tam tersi hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Sanki bütün orman yanıyordu ve su bulunan tek yer benim gözlerimdi.

Oturduğum yatağa sırt üstü uzandım. Dediğinin aksine geri gelmezse ne yapacağımı bilmiyordum. Eve, ailemin yanına geri dönemezdim. Çünkü zaten onların yanında mutlu değil, huzursuzdum. Kimse beni anlamıyor gibi hissediyordum. Vardım ama kimse beni görmek istemiyordu. Bu sebeple o kâbusa geri dönemezdim.

Ofladım ve uzanıp Bartu'nun yastığını aldım. Koskoca yatakta tektim ve terk edilmeyi hazmediyordum. Başım, midem her yerim ağrıyordu. Baştan aşağı bütün bedenim ağrıyordu sanki. Geri gelir mi, ya da ben peşinden gider miyim bilmem ama en azından rüyalarıma girmeye devam etmeliydi.

Kafamı yastığa gömdüm. Mayışmıştım bu yüzdende son damlalarını akıtan gözlerim, yastığı ıslatırken ağırlaşan göz kapaklarıma hak verip, uykunun inine indim.

🥀

Ertesi günün akşamı değişiklik için uzun zaman sonra evden çıktık. Biraz içip, kafamın dağılmasını istiyordum. Ben ve içmek ters kavramlardı ama, aynı şekilde Cemre'de bunu istiyordu. O da bir ay boyunca benim çilemi çekiyordu resmen. Solgun yüzümü makyaj ile eskisinden daha iyi bir görünüme kavuştururken, saçlarımıda sıkı bir at kuyruğu ile derli toplu bir görünüm elde etmiştim. Bedenen iyiydim, ruhen kötü.

Tanıdık kapıyı anahtarla açıp içeri girdikten sonra koltukta yayılmış bir vaziyette olan Enes doğruldu.

"Enes canım, nasılsın?" Dedi Cemre kelimelerin herbirini uzatıp, ağzını yayarak. Oldukça yapmacıktı.

"Ne zaman eve döneceksin?" Diye sordu Enes soruyu es geçip.

Cemre, onun yanına ilerlerken montumu çıkardım ve tekli koltuklardan birine oturdum.

"Eflin'in kaldığı sokak bok gibi," dedi Cemre, Enes'in dizine otururken. "Kızı yalnız bırakmak istemiyorum." Modunu değiştirdi ve daha cilveli bir hal aldı. "Az içip kafa dağıtacağız, çerez falanda alırız. Biraz para versene."

Enes ikiletmedi ve pantolonundan bir miktar para çıkarıp verdi. Belliki gerçekten seviyordu, ama Cemre Enes'e fazlaydı. İkiside dış görünüş olarak birbirlerine yakışsada karakterleri hiç uyuşmuyordu.

Enes, evden çıkıp gittiğinde Cemre'de onunla beraber çıkıp markete gitti. Kısa süreliğine tek kaldığım evde eski anıları yâd etmek için ayaklandım. Yeni kiracı aldıklarını ve kiracının oldukça dağınık olduğunu biliyordum. Kim bilir odayı nasıl pisletmiştir.

Tanıdık, dar koridorda ilerlerken Göktuğ'nun odasının önünde durdum. Yorganı üzerine çekmiş yatıyordu, uyanıktı. Bir ay sonra onu ilk defa görüyordum.

Omzumu kapıya yasladığımda varlığımı fark etmiş olacak ki, bana baktı.

"Neden içeri gelmiyorsun?"

"Kimse yok mu içeride?" Diye sordu saçlarını alnından çekerken. Başımı iki yana sallayıp olumsuz bir yanıt verdiğimde oturmam için yanında yer açtı. "Gelsene."

"Moralin bozuk gibi," yatağa oturdum. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır," doğruldu ve sırtını başlığa yasladı. "Sadece yorgunum."

"Bende," diye yanıtladım onu. Bir müddet bana baktı, bende ona. Giydiği ince, siyah boğazlı kazak geniş omuzlarını sarmıştı.

"Barıştınız mı?"

"Hayır, tam tersi." Derin bir nefes alma ihtiyacı duyduğumda burnuma onun kokusu doldu. Dağınık, iki-üç gündür el atılmadığı bariz belli olan odasında, bakışlarımı kısa süreliğine gezdirdim. "Ara vermek istedi, bende kabul ettim."

Göktuğ'nun şaşırdığı yüzündende belli olurken dizlerindeki laptopu kapatıp yanına bıraktı.

"Halı saha maçı mı yapıyoruz pezevenk, diyemedin mi?"

Güldüm. Haklıydı bir nevi. Onunla burada, sohbete devam edip bir aydır neler yaptığını öğrenmek istiyordum. Gerçi araya mesafe girdiğinden midir bilinmez, ona karşı biraz çekingen hissediyordum. Aslında bu pekte mühim değildi, ama ister istemez yinede tedirgindim.

Dış kapı açıldığında ayaklandım.

"Gelmeyecek misin?" Diye sordum son kez.

Üzerindeki yorganı kenara attı. "Sen geç, birazdan gelirim."

Bir şey demedim ve odadan çıktım. Salondaki Cemre, içki şişelerini birbir masaya koyuyordu. Kaç sene önce içtiğim şeyi tekrar ağzıma sürecek olmak bana biraz endişe veriyordu. Çünkü ne zaman içip, sarhoş olsam her seferinde pişman olacağım şeyler yaşıyordum.

Koltuğa oturup Cemre'nin şişelerin kapaklarını açacak yardımıyla açmasını izledim. Daha sonra bir tabak getirdi ve bütün çerezleri içine boşalttı. Bense onu öylece izliyordum.

"Göktuğ Beyde buralardaymış." Dedi Cemre bakışlarını salonun girişinde tutarak.

Göktuğ, yanıma oturdu ve çerezlerden bir kaç tane aldı. "Başım ağrıyor, hiç çekemem seni."

Cemre, üstüne gitmedi ve hemen çaprazımızda ki tekli koltuğa oturup avcunun içerisini çerezle doldurdu.

"Sen içer miydin?" Diye sordu, Göktuğ omzunun üzerinden bana bakarken.

"Hayır, fazla içmeyeceğim zaten."

Herkes yerleşmişken bakışlarım önümdeki içkideydi. Beynimin içerisinde büyük bir ikilem yaşıyordum. Derin bir nefes aldığımda ortamın sessiz kalmasına müsaade etmeyen Cemre, lafa girdi.

"Ee Göktuğ, hayatında bir değişiklik var mı?"

"İşi mi kast ediyorsun?"

"Yo hayır, aşktan meşkten bahsediyorum." Dedi Cemre kelimelerin üstüne basa basa. "Sap geldin sap gidiyorsun. Yok mu kimse?"

"Yok," diye yanıtladığında ona baktım. O ise masadaki sigara paketinden bir dal çıkardı.

"Şaşırmadım." Diye söylendi Cemre, "hiçbir kız senin karakterini çekemez zaten."

"Tamam boş yapma," Göktuğ, önümdeki içki şişesini elleri arasına alıp bir kaç yudum aldı. "Benim derdim seni neden geriyor, anlamıyorum zaten."

Cemre ağzının içerisinde bir şeyler geveledi ve Göktuğ ile sohbetini kesti. Bense önümde ki biradan uzun süre sonra bir yudum aldım. Boğazım yandı ama umursamadım. Şu an için boğazımın yanması pekte umrumda değildi.

Bir kaç saat boyunca kimse konuşmadı. Sadece içtik. Ben yinede önlemimi alıp fazla içmedim. Saçlarımı serbest bırakıp başımı sıkan lastiği bileğime takarken, kararan gözlerimi ovuşturdum. Mide bulantım hat safhadaydı. Karın bölgemi elimle sıvazladım, bu geçmeyen krampların, ağrıların sebebi neydi bilmiyorum.

"Yine mi miden bulanıyor?" diye sordu, Cemre. Bakışları hiçte iç açıcı değildi.

"Ağrı kesici var mı?"

"Mutfakta olacak," diye yanıtladı beni Göktuğ.

Ayaklanıp mutfağa yönelecekken Cemre'de aynı şekilde ayağa kalkıp hızlıca önümü kesti.

"Ağrı kesici ile geçecek iş değil bu, eczaneye gidip o gebelik testini alacağım. Bari bırak, benim içim rahat olsun."

"Yuh," diyerek duygularıma tercüman oldu Göktuğ. "İki dakikada hamile yaptın kızı."

Cemre'nin omuzları düştü ve sorar gözlerle Göktuğ'a baktı. "Bir aydır midesi bulanıyor. Hangi dandik hastalık bir ay sürer?"

"İhtimali var mı ki?"

Pes edip tekrar koltuğa oturdum. Sırtımdan soğuk terlerin döküldüğünü hissedebiliyordum. Utanç, bedenimi yaktığı halde soğuk ter döküyordum.

Bu konuyu burada konuşmak hiç istemesemde Göktuğ'nun sorusuna cevap verdim. "Bilmiyorum."

Cemre, vakit kaybetmeden eczaneye gitmek için evden çıktı. Bende içimden bildiğim duaları okumaya başladım. Hamile kalmamalıydım, kalsam bile bebeği bir şekilde düşmesini sağlamalıydım. Er ya da geç. Yoksa bu sorumluluğun altında ezilirdim.

"İstemiyor musun?" Diye sordu Göktuğ.

Başımı iki yana salladım. İğrenç bir tat boğazıma doğru tırmanırken, kusacağımı sandım ama henüz o raddeye ulaşmamıştım. Göktuğ, bana bir iyilik yaptı ve daha fazla bu konu hakkında konuşmadı. Onun bu olasılığı bilmesini bile istemiyordum aslında. Kendimce özel bir konuydu çünkü.

Yaklaşık on dakika sonra gelen ve elime küçük bir eczane poşeti tutuşturan Cemre'nin istediğini yaptım. Hep iyi, güzel bir olayın habercisi gibi gelirdi bu test bana, şu an ise olabilecek en kötü olayın habercisiydi.

Testin sonucunu beklerken kimseden çıt çıkmıyordu. Hepimiz ikinci bir çizginin varlığının belirmesini bekliyorduk. Asırlar geçiyormuş gibi uzun bir süre beklediğimi düşünsemde, yalnızca beş dakika beklemenin ardından beyaz, dikdörtgen şeklindeki testin filmli ve saydam ekranında kırmızı bir çizginin varlığı belirdi.

Cemre'nin okkalı bir küfür savurduğunu işittim. O da beklemiyordu demek ki. Başından aşağı kaynar sular dökülüyormuş gibi hissetme söylemini birebir yaşıyor gibiydim. Her yerim buz kesmiş olsada, yüzüm resmen yanıyordu.

Başımı çaresizce ellerimin arasına aldım. Her şeyi unutmak istediğim bir gecede, bu gerçek yüzüme tokat çarpmıştı. Ne hissettiğimi çözemiyordum, sanki ait olmadığım bir denizin tam ortasındaydım ve yüzmeyi bilmiyordum.

Yanımdaki Göktuğ'nun otu yakmak için yardım aldığı çakmağından gelen sesi işittim. Siktir diye söylendim içimden, ne yapacağım şimdi ben? Sanki hayattaki hiçbir acı, hüzün beni es geçmeden devam edemiyordu. Sanki bütün kötülükler benim başıma gelmek zorundaymış gibi, her gün beni üzen yeni hisleri tadıyordum. Hayatımın üzerine serpilmiş sevgiye, aşka tutunan ben, şimdi yanımda Bartu olmadan ona ait olan bir canlıyı çaresizlik içinde yok etmeyi düşünüyordum.

"Düşük ilacı lazım," dedim söz geçiremediğim gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken. Ne kadar çok ağlıyordum şu sıralar.

Cemre, yanıma ilişti. "Yasal değil o hap, nereden bulacaksın?"

"Bulurum bir yerden."

"Pahalıdır." Diyerek tekrar umutsuzluğa kapılmamı sağladı.

Parmaklarımı saçlarımın arasından stresle geçirdim. Hâlâ olayı idrak edememiş gibiydim.

"Ben veririm hapın parasını."

İnanamayan gözlerle yanımdaki Göktuğ'a baktım. Ciddi miydi?

"Gerek yok," diye söylendim sessizce.

"Peki ne yapacaksın, Eflin?" Sigarasını küllüğe bıraktı. "Bartu'ya gidip; 'ben senden hamileyim ama düşürmek istiyorum, para versene bana,' falan mı diyeceksin?"

Bakışlarımı ondan kaçırdım. Yeri geldiğinde fazla açık sözlü oluyordu.

"Göktuğ, bana yardım etmeye çalışma," dedim anlık bir sinirle ve ayaklandım. "Parayı sen vereceksinde n'olacak? Yaptığını en ufak bir şeyde önüme sunacaksın."

"Dalga mı geçiyorsun?" Küllükteki otu söndürüp, tıpkı benim gibi ayaklandı, "ne zaman senin yüzüne bir şey vurdum ben?"

"Göktuğ, üstüne gitme kızın," diyerek araya girdi Cemre, ama kimse onu dinlemedi.

"Çaresizsin Eflin, ve buna rağmen tek yaptığın sana yardım etmek isteyenleri iplememek. Anca ağlayıp zırlıyorsun, bir şeyler düzelsin diye çaba sarf etmiyorsun!"

"Keyfime ağlıyorum zaten." Bir adım daha ona yaklaştığımda pür dikkat birbirimizi dinliyor, izliyorduk. "Düzelen hiçbir şey yok! Düzelmeyecekte, ben bunu kabullendim. Sende boşuna her şey düzelecek triplerine girip, umut verme bana."

Laf geçiremediğim gözyaşlarım sayesinde yanan gözlerimi uzun bir süre kapatmak istiyordum. Her şey yoluna girene dek.

"Sen bu kafayla her gün ağlarsın zaten, ne bok yersen ye," beni sollayıp geçti. Bilerek omzuma çarptığı için bir kaç adım gerilemek zorunda kaldım. Ardından askılıktan ceketini alıp dış kapıyı açtı. "İyiliğini düşünende kabahat." diye söylendi sinirle ve kapıyı sertçe çarpıp tepkisini gösterdi.

Bir süre arkasından bakıp onunda gidişini hazmetmeye çalıştım. Bir yanım beni azarlıyor ve geri dönmesini istiyordu. Tekrar koltuğa oturdum. İstemsizce herkesi kendimden soyutluyordum.

"Bartu'ya haber versene."

"Olmaz, o bebeği isterse ne yapacağım? Onun için evden kaçmadığım yetmedi, birde hamile kaldığımı öğrenirse ne olacak?"

Cemre bir süre sessiz kalıp, düşünmemize fırsat tanıdı. İçimde bir canlı vardı ve ben onu öldürmek için bir yol arıyordum. Ne kadar vicdansız, acımasız biriyim. Pişman olup olmayacağımı düşünmeden, Bartu'nun fikrini sormadan cinayet işleme yolunda ilerliyorum resmen.

"Ne bok yedim ben ya?" Parmaklarımı çaresizce saçlarımı arasından geçirdim ve gözyaşlarımın akmasına izin verdim. "Ben daha kendime bakamıyorum," dudaklarımın arasından bir hıçkırığın kaçması yüzünden cümlem yarıda kesildi. "Ne yapacağım?"

"Git, Bartu'ya söyle. Barışırsınız, sonrada haberi olmadan hapı içer, düşürürsün. Zaten haptan iki gün sonra düşük oluyor." Omzumun üzerinden ona baktım. "Eskiye dönersiniz işte."

Kulağa mantıklı gelen cümleleri sayesinde omuzlarımı dikleştirdim. Eskiye dönmek. En çok istediğim şeylerden biri.

"Ya beklemediğim bir tepki verirse?"

"Ne yapabilir ki en fazla?"

Aklıma hiçbir şey gelmiyordu aslında. Gidip söylesem bile, Bartu'nun sonradan çok üzüleceğini biliyordum. Ama tek başımada bu yükü taşıyamazdım. Derin bir nefes aldım.

"Parayı nasıl bulacağım?" Diye sordum.

"Az önce Göktuğ'a atar yapmasaydın keşke," dedi Cemre haklı olarak. "Yardım ederdi sana."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Elimde değil aslında, Göktuğ ile ters olmak istemiyorum ama şu sıralar çok gelgit yaşıyorum ve önüme çıkan herkese patlıyorum. İstemeyerek.

Burada oturmanın bana hiçbir şey kazandırmayacağını idrak ettiğimde ayaklandım. Bıraktığım montumu giyindim ve şapkasını başıma geçirdim.

Harekete geçmeliydim. Bartu ile barışmak ve bebeğimi düşürmek için. Ayakkabılarımı giyindikten sonra burnumu kabaca çektim ve elimin tersiyle nemli yanaklarımı sildim. Vicdanımın üzerine attığım kara toprağı geri çekmeye niyetim yoktu. Geri çekersem her şey tepetaklak olurdu, ve bu sefer her şeyi mahvetmek için değil, düzeltmek için acımasız davranmalıydım. En azından kendi hayatımı kurtarmak için.

***

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top