7.Bölüm: "Dargın"

Alan Walker - Faded (Sara Farell Cover)
Bruno Mars - Talking To The Moon

7.BÖLÜM: "DARGIN"

🥀

Eskiden yani lise sonda, hayatım henüz ailemin evinde devam ederken okulda son derslerin boş olması için dua ederdim. Çünkü ders boş olunca okuldan çıkıp Bartu, ile geçireceğim ekstra bir saat daha olurdu. Onun için okuldan erken çıkmak, dersleri asmak pek önemli değildi. Fakat benim için bu önemliydi, çünkü Bartu'nun aksine benim ailem en ufak bir şeyin hesabını bana soruyordu.

Yinede onunla gizli saklı buluşmalarımız, evden beyaz bir yalanla çıkıp onun yanına gitmek güzeldi. Neredeyse etrafımdaki çoğu insan Bartu'nun ileride bir baltaya sap olamayacağını söylüyor, beni ondan vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Söylenen her şeye kulaklarımı tıkadım, çünkü onun yanındayken kendimi değerli hissediyordum. Beraber olduğumuz her an dünya ile iletişimi kesiyordum sanki.

Fakat geldiğimiz bu noktada ileriyi görmekte güçlük çekiyordum. Yani içimdeki avaz avaz bağıran çığlıklar aynıydı, ama yankıları değişmişti.

Hafif hafif çiselemeye başlayan yağmur ile beraber ıslanırken, avuç içlerime batan taşları silkeledim. İçimde bu olayın sonrasında oldukça kötü şeylerin olacağına dair iğrenç bir hissiyat vardı ve bu hissi bir türlü aşamıyordum.

"Senin bizimle işin yok," dedi Göktuğ tok bir sesle, "siktir git Engin'in yanına."

"Nah yok," adamın sesi oldukça gür olmasına rağmen bedeni, yani fiziksel görünüşü için aynı şey geçerli değildi. "Sökülün paramı."

"Yavşak ya," diye sessizce söylendi Göktuğ ve seri bir şekilde ayağa kalkıp adamın tam karşısında dikildi. Karşısında ki adamda o sırada omzunun üzerinden yere tükürdü.

"Malı Engin bize verdi. Sizi dolandıran o." Dedi bir çırpıda, patronunu satarak. "Biz söyleneni yaptık sadece. Malın eksik olduğunu bilmiyorduk."

"Abi bu denyo anlamıyor galiba," hemen bir adım arkasında duran çocuğun konuşmasıyla bakışlarım ona doğru döndü. Zayıf bedeninin üzerine geçirdiği ince, kısa kollu tişörtün açıkta bıraktığı bileklerindeki kesikler dikkatimden kaçmamıştı. "Anlatayım mı?"

İsmini bilmediğim esmer adam arkasında ki çocuğa durması için işaret verirken ayaklandım. Oldukça kısa süren sessizlikte karşımızdaki adamın düşünceli bakışları Engin meselesini mantık süzgecinden geçirdiğinin göstergeseydi.

"Şu Engin'i arasana sen bir konuşalım."

Göktuğ çaktırmadan bir adım sola kaydı ve benim tamamiyle önüme geçip adamları görmemi engelledi. Sorgulamadım ve onun sırtına bakmayı tercih ettim. Arka cebinden telefonunu çıkarıp numarayı tuşladıktan sonra telefonu kulağına götürdü.

"Engin abi," dedi bıkkınlıkla, "burada bir kaç kendini bilmez hadsiz insanlar var da bir uğrasan diyorum?"

Bir süre karşı tarafı dinleyip devam etti: "Benim evin iki sokak gerisindeyiz, hızlı ol."

Ardından telefonu kapattı ve tekrar arka cebine yerleştirdi.

"Tamamdır, gelir şimdi." Omzunun üzerinden bana baktığında bir an önce buradan uzaklaşmamız gerektiğinin farkındaydık. "Yürü Eflin gidelim."

Bir çırpıda söylediği bu cümle eyleme geçemedi. Çünkü adam o kalın ve itici sesiyle, "hiç bir yere gitmiyorsunuz," diyerek bizi durdurdu, "patronun gelene kadar burada bekleyin."

"Ya bir siktir git," dedi Göktuğ, inatla adamın tersine giderek, "işimiz gücümüz var bizim."

Adamın iri elleri kaşla göz arasında Göktuğ'nun boynuna sarıldı ve onu hemen yanda ki apartmanın duvarına çarptı. Göktuğ, yüzünü buruştururken karşılık vermemeyi tercih etti.

"Kaç senedir bu piyasanın içindesin bilmiyorum ama-"

"Kendimi bildim bileli," diyerek sözünü kesti Göktuğ, "ve emin ol, senin gibi artistlik taslayan bağımlılara çok dayak atmışlığım var."

Adam, gülerken Göktuğ onun boş anını yakaladı ve ellerinden kurtuldu. Daha sonrasında yakasını silkeledi. Eli usulca omzumu kavrarken o iğrenç adamlarla göz göze gelmemeye çalışarak ona ayak uydurdum ve yürümeye başladım.

Gök gürlemeye başlamış, yağmur ise şiddetini arttırmıştı. Sokaktan çıkana kadar konuşmadık. Dizlerimde ki acı, soğumanın verdiği etkiyle biraz daha fazla sızlamaya başlamıştı.

Sokağı döner dönmez omzumda ki elini ben ittirmeden, kendi çekti.

"Neden Engin'i aradın?" Dedim eve doğru yürürken, "şimdi daha kötü olmaz mı iş?"

Omuzlarını umursamazca silkti. "Bu işler böyle yürüyor. Adamlar her zaman torbacıyla sataşır, bizde onları patronun üzerine salarız."

Belliki onlar böyle olayları ilk kez yaşamıyor. Bu sebeple de oldukça soğukkanlıydı zaten. Ne söyleyeceğini çok iyi biliyor, karşısındaki insanların hamlelerini çok iyi biliyordu.

Apartman'ın girişinde ki tek basamaklı alçak merdivende küçük bedeniyle soğuğa karşı direnen kedi, kapıyı ittirmemizle beraber Göktuğ'nun bacak arasından içeri sıvışıp apartmana girdi. Göktuğ, sırıttı ve ummadığım bir şeyi yapıp kediyi kucağına aldı.

En üst kata, yani evin bulunduğu kat arasına geldiğimizde kapının önünde Bartu'nun yıpranmış botlarını gördüm. Yanımdaki Göktuğ, kısık bir küfür savurup duygularıma tercüman olurken kendimi olacaklara hazır hale getirdim. Zile bastıktan hemen bir saniye sonra kapı açıldı.

Kedi Göktuğ'nun kucağından zıplayıp evin içine girdi. Kapıyı arkamızdan kapattığımda Göktuğ'nun da tıpkı benim gibi gerildiğini hissetmiştim. Çünkü şu an tam karşımda beni ayakta bekleyen bir Bartu vardı.

"Enes," diye bağırdı Göktuğ sert bir şekilde.

Bartu, hiç kimse ile ilgilenmiyor sadece benim gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerimi kaçırdım ve montumu çıkarıp askılığa astım. Şu günü hemen atlatabilir miyim, lütfen?

Tam o sırada Enes, mutfağın kapısından başını çıkardı.

"Sen anlattın değil mi, gerizekalı?"

"Abi valla zorladı," Enes'in sesi masum olduğunun bir nevi kanıtıydı, "yoksa benim suçum günahım yok." 

Göktuğ, çatılan kaşları ile Bartu'ya baktı.

"Göt herif," dedi tükürürcesine, "sen kimin evinde kimi zorluyorsun?"

Ardından hırsını alamamış olaca ki, Bartu'nun üzerine doğru adımlamaya başladı fakat henüz ikinci adımını atmışken kolunu hışımla kavradım ve onu geri çektim.

"Seni ilgilendiren bir şey yok, Göktuğ," dedim bakışlarımı tam karşımda ki Bartu'nun üzerinde inatla tutarken. O ise, kollarını göğsünde birleştirmiş gergin bir tavır takınıyordu. "Ben hallederim."

Sonrasında Göktuğ'nun kolunu bıraktım.

"Bartu, gel odada konuşalım." Dedim elini kavrarken. Oldukça sakin davransamda, göğüs kafesim sıkışıyordu.

"Şunu yapma," dedi dişlerini sıkarak, "beni sakinleştirmeye çalışma!"

Soğuk elini sert bir şekilde geri çekti.
Tam dudaklarımı aralayıp ona cevap verecekken benden önce Göktuğ konuşmanın arasına girdi.

"Eflin'in bir suçu yok," dedi üstünde ki ıslanmış hırkayı çıkarırken, "boşu boşuna kıza bağırma."

Şu an Göktuğ'nun araya girmemesi gerekirken o tam tersini yapıyordu, ve her seferinde sesini bir tık daha yükselterek Bartu'ya kafa tutuyordu. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Başım çatlıyordu ve uyumak istiyordum. Sadece saatlerce uyumak.

Göktuğ cümlesini bitirir bitirmez, Bartu ağır bir küfür savurdu ve bir kaç seri adımda ona yaklaşarak yakasını kavradı. Kaşlarımı çatmış onlara bakarken Bartu, Göktuğ'nun sol gözüne sağlam bir yumruk indirdi. Ben henüz ne yapacağıma karar verememiş, elim ayağıma dolaşmışken ikinci kez yumruğunu havaya kaldırdı. İçinde ki öfkeyi yumruklayarak atacağını sanıyorsa yanılıyordu. Göktuğ'nun sol gözüne ikinci bir yumruk atmaya havalanan elinin hızı yarıda kesildi.

Göktuğ, Bartu'nun bileğini kavrarken birbirlerine oldukça düşmancıl bakışlar atıyorlardı.

"Birincisi oldu, ikincisi olmaz." Dedi oldukça soğukkanlı bir şekilde. Daha sonrasında Bartu'nun elini ittirerek bıraktı ve onu sollayarak salona girdi. Yanından geçerken omuz atmayı ihmal etmemişti.

"Bartu, bir sakin olsanda olup biteni anlatsam." Diye bir seçenek sundum önüne geçerek.

O kadar sinirlenmişti ki sanki ona ihanet etmişim gibi davranıyordu, ki böyle bir şey yapmayacağımı o da gayet iyi biliyordu. Durdu, soluklandı.

"Sonra Eflin," dedi ve duvara monte edilmiş askılıkta ki ceketini alıp evden çıktı. Çarptığı kapı, dört duvar arasında büyük bir yankı yaptı. Bu yağmurda, soğukta nereye gidiyordu?

"İki bağırır çağırır sonra barışırsınız, üzülme." Diye bağırdı içerden Göktuğ. Sanırım dalga geçiyordu.

Dinlemedim ve botlarımı ayağıma geçirip Bartu'nun arkasından evden çıktım. Merdivenleri bir bir inerken o çoktan apartmandan çıkmıştı bile.

Ona yetişmek için resmen koşarken, dizlerimde ki sızıntıların beni yavaşlattığının farkındaydım. Normalde acı eşiği oldukça yüksek olan bir insandım ama şu an ki durum çok farklıydı. Hem duygusal olarak doluydum hemde fiziksel olarak iyi değildim.

Sonunda Bartu'ya yetiştim ve kolunu kavrayıp onu kendime çevirdim.

"Şunu yapmaktan vazgeç artık!" Diye bağırdım suçlar gibi.

"Ne diyorsun Eflin Allah aşkına? Yalnız bırak beni."

Tekrar yürümeye yeltenecekti ki ben izin vermedim.

"Anlatacağım," dedim hızlanmış yağmurun altında ıslanırken.

"Peki, anlat." ellerini cebinden çıkardığında, havanın iyice kararmasıyla beraber aniden yanan sokak lambasının sarı ışığı yüzüne vurdu. "Niye bana o piçleri peşine takmasına izin verdiğini, ve olayı neden bana baştan anlatmadığını söyle!"

"Anlatmadım çünkü," duraksadım ve ne diyeceğimi düşündüm. Ne yazık ki cevaplarımın hepsi mantıksızdı. "Bana darılacağını düşündüm, ki öyle oldu." Diye tamamladım cümlemi.

Çenesi kasıldı, dişlerini sıkıyordu.

"Senin şu düşüncelerin bizi bir gün bitirecek!"

Otoriter ve yüksek çıkan sesi gerilmemi sağlamıştı. Belli etmemeye çalışırken omuzlarımı dik tuttum ve sinirden kaskatı kesilmiş olan yüzüne baktım. Islanan yüzünde ki yağmur damlaları birbir aşağı süzülüyordu.

"Eğer," derin bir nefes aldım ve ona biraz daha yaklaştım, "bizi bir gün bir şey bitirirse, o şey senin bu bana karşı bitmek bilmeyen sinirin olur." Diye yanıt verdim hafif sesimi yükselterek.

Dalga geçer gibi güldü. "Bahane arama, Eflin. Git ne yapıyorsan yap, peşimden gelme."

"Her zaman aynısını yapıyorsun!" Diye bağırdım ona büyük bir hayal kırıklığı ile bakarken, "nedenini sormuyorsun, sadece bağırıyorsun çağırıyorsun!"

"Sende o yavşakla bir olup bana yalan söyleme o zaman!"

O kadar çok bağırıyordu ki, sesi çatallaşmıştı artık.

Saç diplerime düşen bir yağmur tanesi daha bana sanki başım yarılıyormuş gibi bir hissiyat verirken dudaklarımı dilimle nemlendirdim.

"İyi, git!" Dedim olağan gücümle. "Git, yine pişman ol gel!"

Bir müddet yüzüme baktı. Ardından sırtını bana döndü ve yağmurun altında hızlı adımlarla uzaklaştı. Cevap vermedim ve peşinden gitmedim. Yağmur resmen içime yağarken bir zamanlar ıslanmaya alışık olan gözlerim tekrar doldu.

Derin bir nefes alıp Bartu'nun silüetinin  karanlığa karışmasını izledim. Eve doğru yürümeye başlarken fazlasıyla ıslanmıştım. Islanıp ağırlaşan saçlarımı tek omzumda topladım ve rüzgarın tenimi deşmesine izin verdim.

🥀

Dolaptan temiz kıyafetlerimi aldıktan sonra bir çırpıda yağmur suyundan nasibini almış olan üstümü çıkardım ve rastgele bir yere atıp banyoya girdim. Sıcak suyun altına girerken düşündüğüm tek şey, her şeydi aslında.

O kadar kızgındım ki, bu kızgınlığım Bartu'nun dışarıda olduğu aklıma gelince ikiye katlanıyordu. Tüm bunların suçlusu ben miydim? Hayır. Belki biraz suçluydum ama ben böyle bir tepki vermezdim. Sonuçta ortada kimsenin kötülüğüne yapılan bir şey yok. Üstelik Bartu hep aynısını yapıyordu. Olayın sebebini dinlemeden kırıyor, döküyor ve gidiyordu.

Kendi kendimi avuttuktan sonra suyu kapattım ve duşakabinden çıkıp vücudumda ki su damlalarının süzülmesini beklemeden üstümü giyindim. Zaten kurulanabileceğim bir bornoz, havlu tarzı bir şeyde yoktu.

Saçlarımıda taradıktan sonra dolabın kenarında ki sırt çantamdan, dizlerimde ki yaraların enfeksiyon kapmasını ve sızlamasını önlemek için çok önceden aldığım kremi çıkarıp yatağa oturdum.

Kalkmış olan derimi gördüğümde yüzümün buruşmasına engel olamadım. Ben bu haldeysem Göktuğ'u düşünemiyorum. O benden çok daha kötü düşmüştü.

Soğuk merhem tenimi yaksada şu an onu düşünecek durumda değildim çünkü Bartu'yu deli gibi merak ediyordum.

"Eflin," diye seslendi Cemre salondan.

"Efendim," diye bağırdım sesimi duyması için, ardından kafamda ki düşünceleri kenara itekledim ve odadan çıktım.

Salonda ki Cemre koltukta oturmuş dizlerinin üstünde ki Göktuğ'nun laptopundan bir şeylere bakınıyordu.

"Gelsene," yanında ki boşluğu işaret etti, "bir fikir ver bana."

Dediğini yaptım ve yanına oturup ekranda gösterdiği elbiselere baktım. Alışveriş sitesine girmiş kıyafetlere göz gezdiriyordu.

"Şimdi bu beyaz renk mi beni açar yoksa daha koyu renkler mi giysem?"

Gözlerimi devirdim. Umarım tek derdin bu olur, Cemre.

"Beyaz iyi," dedim gösterdiği elbiseye öylesine bakarken.

Bir kaç saniye kendine düşünme fırsatı tanıdıktan sonra beyaz elbiseyi sepete ekledi. Ofladım ve arkama yaslanıp, sesi tamamiyle kısık olan televizyonda ki filme baktım.

4 Duvar arasında yankılanan kapı zili ile Cemre internetin geçmişini sildi ve laptopu masanın üstüne bıraktı.

"Oo kimleri görüyorum," diye Göktuğ'nun söylenişini işittim, "ne diye geldiniz buraya?"

Kimin geldiği hakkında bir fikrim yoktu. Daha doğrusu gelenleride tanıyor olma olasılığım epey düşüktü.

"Bir oturalım anlatacağım ne diye geldiğimizi," dedi tanımadığım erkek sesi.

Kollarımı göğsümde birleştirdim. Daha sonrasında salondan içeri giren erkeğe ve yanında ki kıza çevirdim bakışlarımı.

Çocuğun üstünde ki kalın montun kirlenmiş yüzeyi onu pekte rahatsız ediyora benzemiyordu. Yüzünde ise bir kaç piercingi vardı. Göktuğ koltuğa oturduktan sonra onlarda tekli koltuklara geçti.

"Şimdi abi, bizim bir kaç doz iğneye ihtiyacımız var," diye direk olarak konuya girdi çocuk.

Sol çaprazımda, tekli koltukta oturan kızı süzdüm. Bitkin yüzü ve çökmüş olan göz altları ile hiçte iyi görünmüyordu. Gözlerinin altında ki şiş torbalar sanki her boş vaktinde ağlamış gibi bir görüntü veriyordu ona.

"Parayı göreyim," dedi Göktuğ ve arkasına yaslandı. Gözü şişmeye başlamıştı.

"Sorunda orada," dedi adının Poyraz olduğunu öğrendiğim çocuk, "haftaya getirsek parayı sana?"

"Veresiye iş yapmıyorum, Poyraz. Siktir git."

Çocuk gözlerini devirdi. "Abi vallahi senden başka bir yer kalmadı artık, bir güzellik yapsan?"

Göktuğ, omuz silkti. "Batu'ya gitsenize o sever veresiye vermeyi."

İsmini bilmediğim kız fazlasıyla derin bir iç çekti. Söylenecek çok şeyi var gibiydi. Salona derin bir sessizlik çökerken nedenini merak ettim. Çocuk, cevap vermediğinde Göktuğ araya girdi.

"Düşündüğüm şey mi?"

Poyraz, başını aşağı yukarı sallarken yüzünde pekte bir duygu kırıntısı göremedim. Üstelik o 'düşündüğüm şey' derken neyi kast etmişti?

"Neyse," Göktuğ sessizliği bozdu, "para yoksa iğnede yok."

"Poyraz bırak şu salağı gidelim," diye ayaklandı kız, "başka birinden buluruz."

"Bana salak diyor ama eroin için yapmadığı bok kalmıyordur kesin."

Göktuğ tıpkı onunla dalga geçer gibi söylemişti cümlesini.

"Ne diyorsun be sen gerizekalı?" Diye çıkıştı kız. Sesi kısılmıştı ama o buna rağmen bağırmaya çalışıyordu.

Poyraz, kızın bileğini kavradı. "Irmak şimdi sırası değil gel gidelim, ben bulacağım sana."

Daha sonrasında kızı çekiştirdi. Göktuğ, hiç bir tepki vermedi ve bacaklarını önünde ki sehpaha uzattı. Dış kapıyı sertçe çarpıp evden çıktıklarında bende ayaklandım ve salondan çıkıp ağır adımlarla odaya girdim. Tek isteğim biraz uyuyup yarına bir nebze olsun daha dinç bir şekilde uyanmaktı.

***

Dinen yağmurun kokusu bu iğrenç sokağı bile mükkemel kılmıştı. Islak zeminleri izleyip etrafta ki sessizliği dinlerken yaslandığım kaloriferde ki ısı oldukça azdı. Bu yüzden üstümde ki hırkaya biraz daha sarıldım.

Sokağın başına bir kez daha baktım. Gelmeyecekti. Gecede gelmemişti. Belkide bir daha hiç gelmezdi. Nefesimi dışarı üfledim ve geri çekilip camı kapattım.

Günü boş boş odada Bartu'yu bekleyerek geçirmiştim arada kitapta okumuştum ama yinede saat 5'e yaklaşmış, hava kararmaya başlamıştı. Ellerimle sulanan gözlerimi ovuşturdum. Ev sessizdi, ama birilerinin olduğunu bilmem korkmamı engelliyordu.

Komidinin üzerinde ki kremi aldım ve odadan çıktım. Koridorun başında ki Göktuğ'nun kaldığı odaya doğru ilerledim. Ne yaptığımı sorgulamalı mıydım bilmiyorum ama birde ne yaptığımı eleştirmek için beynimi yoramazdım.

Kapıyı tıklattıktan sonra açtım. Sanırım ilk kez bu odaya giriyordum.

Burnuma çarpan koku ise tamamiyle ona aitti. Bizim odanın aksine fazlasıyla aydınlık olan odada oldukça az eşya vardı.

Yatağının üzerinde oturan Göktuğ omzunun üzerinden bana baktı. Şaşırdı ama yüz ifadesini çabuk toparladı, tıpkı benim gibi.

"Bir şey mi oldu?" Diye sordu meraklı gözlerle bana bakarken. Duştan yeni çıktığını belli eden ıslak saçlarının hepsi ayrı bir yöne savrulmuştu.

"Çok az kaldı," dedim elimdeki sert yüzeyi yıpranmış olan kremi göstererek. "Yaralarına sürer, sonrada atarsın."

İlk önce kreme sonra tekrar bana baktı.

"Suçluluk duygusu hissetmem gerekiyor mu?" Diye apayrı bir konuya saptı.

Kaşlarımı çattım. Sanırım Bartu ile aramda ki olaydan ötürü böyle bir iey söylüyordu.

"Hayır," dedim sakin bir şekilde.

"İyi. Çünkü iki sevgilinin arasına girip başıma belâ almak isteyeceğim en son şey."

Gözlerimi devirdim ve bir kaç adımda yanına gidip elimde ki kremi uzattım.

"Gerek yok." Dedi net bir şekilde.

"Emin misin? Yüzün gerek var diye bağırıyor."

Belli bellirsiz bir şekilde güldüğünde yanağında ki gamzesi tekrar ön plana çıktı. Bronz teninde ki çukur oldukça güzel duruyordu.

"Gerek yok dedim ya Eflin," başını kaldırmış bana bakarken omuzlarımı silktim ve kremi hemen önünde ki çekmeceli dolaba bıraktım. Kapıya doğru ilerlerken sırtımda ki bakışlarını hissetsemde dönüp bakmadım ve odadan çıktım.

Şimdi ise sanırım geceden beri düşündüğüm şeyi yapacaktım. Bunun için odaya gidip altıma siyah dar paça bir pantolon üstümede bol kalın, uzun kollu bir sweat geçirdim. Eski eve gidecek ve Bartu orada mı diye bakacaktım. Aksi takdirde delirebilirim.

Siyah montumuda giyinip atkımı boynuma sardıktan sonra odadan çıktım ve çabucak botlarımı ayağıma geçirdim. Tam kapıyı kapatacaktım ki eski evin anahtarı aklıma geldi ve botlarımı çıkarma gereği duymadan odaya koşup anahtarı aldım. Gerçi o kapıyı açmak için anahtara bile gerek yoktu zorlasan açılırdı. Anahtarıda cebime koyup son kez bir şey unuttum mu diye düşündükten sonra evden çıktım.

🥀

İki katlı küçük apartmana girmeden önce kimse yolumu kesip eroin ya da para istemediği için fazlasıyka şanslıydım. Çöp kokan tanıdık apartmanda, sessizce eski oturduğumuz evin önüne geldiğimde içimden Bartu'yu burada bulmak için dua ettim.

Cebimde ki anahtarla evin kapısını açtım. Her zaman ki gibi karanlık olan evi aydınlatmak için lambayı yakmaya yeltendiğimde şansıma elektrikler vardı.

Büyük bir odanın içerisinde hem salon hemde Amerikan mutfağı tarzında küçük bir tezgah ve buzdolabı olan evde ki banyodan gelen su sesi içimi rahatlatırken kapıyı arkamdan dikkatlice kapattım.

İçtiği kahvenin bardağı mutfak masasının üstünde duruyordu ve montu koltuğa rastgele atılmış vaziyetteydi. Banyoda ki su sesi kesildiğinde atkımı ve montumu çıkardım.

Kısa bir süre sonra, Bartu altında sadece bir pantolon ile banyodan çıktığında elinde ki tişört ile saçlarını öylesine kuruladı. Daha sonrasında başını kaldırdı ve göz göze geldik.

Biçimli kaşları çatıldığında yaslandığım tezgaha kendimi biraz daha bastırdım.

"Sen tek mi geldin buraya?" Dedi ve ıslak tişörtünü yanmayan kalorifere astı.

Başımı aşağı yukarı salladım. "Ama hâlâ sinirliysen gidebilirim?"

Sorduğum sorunun içerisinde ki imayı anlamasını umdum. Tam karşımda ki tekli koltuğa oturdu ve gözlerini benden kaçırdı. Bundan nefret ediyordum işte. Gözlerini benden kaçırıp başını eğmesinden nefret ediyordum.

Nefesimi dışarı üfleyerek ilerledim ve koltuğun hemen önünde ki alçak sehpaha oturdum. Dizlerimiz birbirine değiyordu. Her ne kadar dizine oturup sarılmak istesemde yapmadım.

"Sana yalan söylediğim için özür dilerim," dedim gözlerinin içine bakarak, ıslak saçından bir damla şakağına yavaşca süzülürken elinin tersiyle suyu sildi.

"Eflin, gider misin?" Dedi oldukça düz bir sesle.

Bir ümitle buraya geldikten sonra bu cevabı beklemediğim aşikar bir şekilde ortadaydı.

"Bartu abartıyorsun."

Gözlerini sıkıca yumup açtıktan sonra hışımla ayaklandı.

"Cidden anlamıyorum," tıpkı onun gibi ayağa kalktım ve karşısında dikildim, "ben senin için onca şeyden vazgeçtim. Sen ise en ufak bir olayda aramıza mesafe koyuyorsun."

"Sen benim için vazgeçtiğin şeyleri her zaman yüzüme vuracak mısın?"

Kaşlarım çatıldı. Şu an ne dediğinin farkında mıydı?

"Ne zaman vurdum yüzüne Bartu? İlk kez şu an söylüyorum."

Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi ve kısa voltalarına devam etti. Sakin bir tonda başlayan konuşmamız git gide yükseliyordu. Buraya kavga etmek için gelmemiştim ama demek ki, Bartu daha içindekilerin hepsini bana söylememiş, biriktirmişti.

"Şu an sağlıklı düşünemiyorum, Eflin. Git lütfen.

"Beni sevmediğini düşünüyorum," dedim oldukça net bir şekilde. Boğazıma oturan yumru ile birlikte sertçe yutkundum. Duraksadı ve yüzüme baktı. Bunu söylemek oldukça tuhaf hissettirmişi.

"Seni sevdiğimi biliyorsun."

"Bilmiyorum," diye ısrar ettim, "kafamı o kadar çok karıştırıyorsun ki, artık hiç bir şey bilmiyorum."

Dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp aramızda ki kısa mesafeyi kapattı. Sıcak nefesi yüzüme çarparken, eli yanağımı kavramak için havalandı ama buna izin vermedim ve bir adım geri çekildim.

Koltukta ki montumla atkımı alıp kapıya yönelirken, bir şey demedi. Ya da kolumdan tutup gitmemi engellemedi. Öylece sustu. Bende kapıyı kapatma gereği bile duymadan evden çıktım.

Merdivenlerden inerken sulanan gözlerim sayesinde bulanıklaşan görüş açım yürümemi yavaşlatsada durmadım ve bir yandan montumu giyinip hızlı adımlarıma devam ettim.

Dün her zaman ki gibi saçma salak bir öfke nöbeti geçirip bana ağzına geleni saymıştı. Şimdi ise, bir takım şeyleri yüzüne vurduğumu iddaa ediyor ve sonra ise yumuşayıp tekrar yakınlaşıyordu. Dengesizdi. Hal ve hareketleri oldukça dengesizdi.

Gözlerimde biriken yaşları geri gönderdikten sonra derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Ağlamak istemiyordum. Bana, yüzüme baka baka git diyen birisi için ağlamak istemiyorum ama bir yandanda göz yaşlarımı engelleyemiyordum.

Burnumu çektim ve karanlık caddede ki diğer insanların arasına kaynayıp evin yolunu tuttum.

***

Paramın sadece iki çikolata ve gazoza yettiği küçük bakkalda elimdekileri ödemek için kasaya ilerledim. Gerçekten çok boktan bir hayatımın olduğunu bir kez daha fark edip derin bir nefes aldım.

Küçük, duvara monte edilmiş ve eski olduğu her halinden belli olan televizyonda ki diziyi izleyen adama parayı verdikten sonra bakkaldan çıktım. Soğuk hava tekrar yüzüme işlediğinde gözüm hemen karşı kaldırımda yürüyen Göktuğ'a takıldı. Elinde ki bira şişesiyle beraber sallana sallana bir kaç adım daha attı ve tam apartmanın yanında durup yere çöktü.

Karşı kaldırıma dikkatlice geçerken bir yandanda düşen atkımın ucunu tekrar omzuma attım. Onu görmemezlikten gelip direk eve çıkmayı düşünsemde bunu yapmadım ve ayağımla botunu dürttüm. Başını kaldırıp bana baktı.

"Sarhoş mu oldun?" Diye sordum kan çanağına dönmüş gözlerine bakarken.

"He ya," dedi oldukça rahat bir şekilde. Daha sonrasında cam şişenin içinde ki biradan bir kaç yudum aldı ve ağzında çalkalayıp yere tükürdü. Yüzümü buruşturdum. İğrençti.

"Pislik yapma," dedim ona üstten bakmaya devam ederken, "hadi gelde eve çıkalım."

"Bu pislik mi şimdi?" diye sordu kaşlarını kaldırıp bana bakarken.

Saçlarının hepsi berenin altından çıkıp alnına yapışmış bir vaziyetteydi ve yüzünde ki yaralar oldukça net görünüyordu.

"Evet," başımı salladım, "geliyor musun, gelmiyor musun?"

Ağzını kapatma gereği duymadan esnedi ve daha sonrasında şişeyi bir kenara bıraktı.

"Geliyorum," arkasında ki duvardan destek alarak kalktı.

Ben önden o arkadan merdivenleri çıkarken tek kelime dahi etmedi. Bu da benim işime geldiği için zorlamadım.

Cebimde ki anahtarla kapıyı açıp içeri girdim. Göktuğ botlarını çıkarıp direk salona ilerlerken, durdu ve duvarın dibinden gezinerek evi çözmeye çalışan kediyi kucağına aldı.

Montumu ve atkımı çıkarıp astıktan sonra arkasından ilerledim.

"Iyy," dedi salonda ki Cemre tiksintiyle, "ne içmişsin be leş gibi koktu."

"Kapa şu çenenide dinlensin az," dedi Göktuğ gayet ciddi bir şekilde. Yarı sarhoş yarı ayık olmasına rağmen etrafta ki şeylerin farkındaydı.

Göktuğ, kucağında ki kedi ile ilgilenirken gazozun kapağını açtım.

Televizyonda ki komedi programını izlerken Cemre hariç kimse gülmüyordu. Kalitesiz esprilere gülen Cemre'nin sesi dört duvar arasında can bulurken derin bir nefes aldım. Hemen yanımda ki Göktuğ ise durmadan esniyordu.

Sözde hepimizin, ama gerçekte yalnızca Cemre'nin izlediği program reklama girdiğinde ayaklandı.

"Üstüme bira kokusu sindi sanırım," dedi iğneleyici bir şekilde, "ben gideyim bir duş alayım."

Cemre önümüzden geçip giderken Göktuğ ona ters bir bakış attı.

"Salak bu kız ya," diye söylendi .

"Duydum," diye bağırdı Cemre hemen ardından, "sensin salak, gerizekalı. Kırk yılda bir içiyorsun onda da eve gelmeseydin bari!"

Ardından odasının kapısını sertçe çarpıp kapatarak tepkisini sergiledi. Göktuğ ise bıkkınlığını gösterircesine ofladı ve önümüzde ki alçak masaya bıraktığım gazozumu alıp bir kaç yudum aldı. Bir şey demedim, çünkü sarhoştu.

Koluyla ağzını sildikten sonra kediyi kucağından yere bıraktı ve tek kelime dahi etmeden başını dizlerime yerleştirdi.

Birbirine değen dizlerim kasıldığında saçlarının baskısını bacaklarımda hissettim.

Kaşlarımı çatmış ona bakarken o da bana bakıyordu. Kızarmış gözlerini bir kaç kez kırpıştırdı.

"Ağladın mı sen?"

Sarhoşluğun verdiği etkiyle sesi kısık çıkıyordu. Başımı iki yana salladım yalan olduğunu bile bile.

Daha sonrasında elimi kavradı ve kendi saçlarına koyup yüzünü karnıma doğru çevirdi. Bir gariplik vardı ama çözemedim.

Cenin pozisyonunu aldığında gözlerini çoktan yummuştu bile. Saçlarına koyduğu elimin parmaklarını saçlarının arasından geçirdim. Normalin aksine bu sefer üzerinde ağır bir sigara-ter karışımı bir koku vardı. Koyu kahve saçlarının dipleri hâlâ nemini korurken, çatılan kaşlarım düzeldi.

Şu an bu hareketi yapmasının sebebi neydi bilmiyorum ama bu ani hareketler hiç hoşuma gitmiyordu.

"Göktuğ," dizimi hareket ettirip dikkatini çekmeye çalıştım.

"Uyuyunca kalkarsın," diye mırıldandı uyku sersemi bir şekilde.

Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Hâlâ ismi koyulmayan kedi, az önce Cemre'nin oturduğu koltuğun başlığında güzelce kıvrılmış gözlerini yumarken televizyonun sesini kıstım.

Göktuğ'nun sertleşmiş saçlarının hepsini arkaya doğru iterek yüzünü açtım. Düzene girmiş nefes alışverişleri uyuduğunun göstergesiydi. Ya uyumuş, ya da sızmıştı.

Ellerimle başını kavradım ve seri ama bir o kadarda sessiz bir şekilde koltuktan kalktım. Koltuğun yastığını başının altına yerleştirdikten sonra doğruldum. Üstünün böyle açık olması içime sinmediği için odasına gidip battaniyeyi aldım ve üstüne örttüm. Televizyonuda kapattıktan sonra kendi odama geçtim.

Hâlâ sıcaklığın koruyan dizlerimin kasılmasını sorgulamadan yorganın altına girdim. İçeride uyusam benim için daha iyi olacaktı ama uyandığımda Göktuğ ile karşılaşmak istemiyordum nedense. Bende yüzümü duvar tarafına doğru çevirirken yorgana biraz daha sıkı sarıldım ve bütün bu olumsuzluklara rağmen hiç bir şey düşünmeyerek gözlerimi yumdum.

🥀

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top