1.Bölüm: "Tarlabaşı"

~ G E C E N İ N
SESSİZLİGİ ~

Umarım severek okuduğunuz bir hikaye olur. Yorumlarınızın ve oylarınızın benim için ne kadar değerli olduğunu söylememe gerek yok herhalde. İyi okumalarrr💋🕺🏻🕺🏻

🥀

Saat: 00:38

Bu akşam, yani sadece üç-dört saat önce onlara 'peki' dedim. Kabullendiğim için değil, yorulduğum için. Her birinin ağzından çıkan kelimeler, cam kırıklıkları gibi ağzıma doldu, bedenimi sardı. Nemlenmekten sıkılan gözlerim o an tepki vermedi, kalbim yaşadığı tüm çatışmaya rağmen sessiz kaldı. Her gece yaptığımız bu rutin tartışmamızdan sonra yine odama çekilmiş, bir dahada çıkmamıştım. Ailem, güçlü bir dağdı. Ama bu dağ arkamda değil önümde duruyordu. Beni engelliyor, ne yapacağıma kendileri karar vermek istiyorlardı. Kimi seveceğimi, hangi bölümü okuyacağımı, nasıl davranacağımı... Monoton hayatımdaki önemsiz her gelişmeyi bilmek, beni sık boğaz etmek görevleriymiş gibi davranıyorlardı.

Bende ne mi yapıyorum? Artık onlara hayır diyebiliyorum. Ve benim tek bir kelimem onları çıldırtmaya yetiyor. Şarjdaki telefonumun titreşimi odamın içerisine sızdığında valizimi doldurmaya ara verdim ve oturduğum zeminden kalkmadan, dizlerimin üzerinde ilerleyerek telefonumun yanına gidip gelen mesajı açtım.

Kimden: Bartu
"hazır mısın?yarim saate çıkacağım evden." 00.40

Ekranın parlaklığı yüzünden kısılan gözlerimi bir müddet sıkıca yumup tekrar açtım ve daha sonra Bartu'yu onaylayan kısa bir mesaj çektim. Gece ansızın evden çıkıp, bir daha geri dönmemek... Cesaret dahi bir şeyi bilmeyen bedenim için bu fazlasıyla büyük bir riskti. Fakat yanımda Bartu, vardı. Tenini tenimde hissettiğim her an bambaşka bir dünyaya adımımı attığım Bartu, bana ailemden çok daha iyi gelecek. Bundan yana hiçbir şüphem yok. Dolabımı kısmen boşalttım. En gerekli olan eşyalarımı, bazı kişisel bakım ürünlerimi, aklıma gelebilecek her şeyi valize doldurdum ve fermuarı sessizce çektim.

Abim, evde değildi. Babam ve annem ise çoktan uyumuş olmalılardı. Onlar bana, bu evde yaşattıkları cehennemden habersiz yataklarında mışıl mışıl uyurken arkalarından iş çevirmek, suçluluk duygusunun üzerime yapışmasını sağlıyordu. Oysa, ortada suçlu olan biri varsa bu kesinlikle ben değilim. Asıl suçlu; beni bu evin içerisinde yalnızlaştıran ailem.

Okulumu bir hafta kadar önce dondurmuştum. Okul, aslında şu an aklıma takacağım son şeydi. Bartu, ile yaptığımız bu bencil planı, ailemle aramda geçen dinmek bilmeyen kavgalar yüzünden ansızın öne çekmiştik. Şimdilik her şey planlı gibi görünüyordu fakat daha nereye gideceğimiz, bu geceyi nerede geçireceğimiz bile belli değil. Altıma düz siyah bir tayt geçirip üzerime kalın bir hırka giydikten sonra hırkamın fermuarını çeneme karar çektim. Kendi bedenimden daha büyük bir bedene sahip olan siyah hırkanın bana uzun ve bol gelen kollarını dirseklerimin altına kadar çektikten sonra Bartu'dan gelecek haberi bekledim.

Yaklaşık yarım saat sonra ise ikimizde hazırdık. O, aşağıda sokağın başında beni bekliyor bense evden sessizce çıkmak için attığım her adımdan sonra neredeyse iki dakika sessizce yerimde bekleyerek, parkelerin çıkartabileceği sesleri en aza indirmeye çalışıyordum.

Çelik kapıyı arkamdan kapattığımda pişman olmamayı, bu evi özlememeyi diledim. Gerçi, bu evi özleyecek kadar ne yaşayabilirim ki? Asansör ile aşağı inip önce binadan, daha sonra ise siteden çıkıp sokağın başına doğru ilerledim. Yanımda benimle beraber sessizce sürüklenen bavulun deri sapını sıkıca kavrıyor, nabzımı kontrol etmeye çalışıyordum.

Daha sonra çok geçmeden onu gördüm. Sokak lambasından sızan sarı ışığın altında kısa voltalar atarak beni bekleyen Bartu, ellerini ovuşturup zemini izliyordu. Ona iyice yaklaşmamla varlığımı fark edip bana baktığında yüzünü saran gülümseme aynı eşlikte benimde yüzümü sardı ve bavulu öylece bırakıp hızlıca bir kaç adımda yanına yaklaştım. İki gündür görüşmüyorduk. Ve geçen bu iki günde kollarım her saat başı onu sarmalamak istedi. Hırkamın üzerinden belime sıkıca sarılan kolları, birbirine yapışan vücutlarımız ve burnuma dolan tanıdık kokusu ile şu anlık her şey tıkırındaydı.

"Ödüm koptu," dedi üstün körü belimi sıvazlarken, "vazgeçtin falan sandım."

"Uyanmasınlar diye çok yavaş hareket ettim," geri çekildim ama ensesindeki ellerim yerini korudu. "O yüzden geciktim biraz."

Soğuk havada, sırtımıza vuran rüzgar darbeleri ile ayakta dururken, Bartu'nun ışıl ışıl parlayan kahverengi gözlerine baktım.

"Nereye gideceğiz?" Diye sordum büyük bir ikilemle, cebimizde doğru düzgün para bile yoktu.

"Bir yer biliyorum," at kuyruğumdan firar edip önüme gelen bir tutam saçı işaret parmağına doladı. "Pek güzel bir yer değil, ama bu gecelik işimizi görür."

"Yarın sabah beni odada göremediklerinde ne yapacaklar acaba?" Bu sessiz söylenişim daha çok kendi kendime sorduğum bir soruydu. Fakat Bartu, bunu cevapsız bırakmak istemedi.

"Bunları düşünme, Eflin." Elleri yanaklarımı kavradı ve zihnimdeki düşünceler tekrar sessizliğe gömüldü. "Yetişkin birine bu kadar baskı yapan onlar. Burada bizim, özellikle senin hiçbir suçun yok."

"Emin misin?"

Başını belli belirsiz aşağı yukarı salladı ve ardından çok geçmeden dudaklarını dudaklarımın üzerine örttü. Alt dudağım iki dudağının arasında başlayan öpüşmemiz şefkatten başka hiçbir şey gütmedi. Ama bedenim onu o kadar çok istiyordu ki, bana dokunduğu her an tenim daha fazlası için can atıyor, iki bacak aramda onun parmaklarını hissetmek istiyordum. Bartu'nun da benzer şeyleri bir nevi benim için hissettiğini biliyordum ve bu duyguları apaçık birbirimize göstermemiz, nedensizce aramızdaki bağı dahada güçlendiriyordu. Arkamızda bir kaos bıraktık. O, benim için ailesinden vazgeçti. Bense hem kendi mental sağlığım için hemde aynı şekilde onunla olabilmek için ailemden vazgeçti, ve bu hiç zor olmadı.

🥀

15 GÜN SONRA

🥀

Durgun gökyüzü az öncekine nazaran biraz daha karanlıklaştı. Mavi üstüne mavi, her saniye biraz daha mavi ve derin, çok daha derinleşen gecenin sessizliği içimi ürpertiyordu. Kara pelerin herkesi aynı şekilde örterken bu gece, yıldızlar fazlasıyla can alıcıydı.

Saçlarımda gezinen parmaklar beni mayıştırıyor, bu iğrenç yerde dünyanın en tatlı hissini yaşatıyordu. Bu tatlı hissin sonsuza dek benimle olmasını istiyordum. Ne olursa olsun, gün içerisinde başıma ne gelirse gelsin, başımı yastığa koyduğum her gece bu parmakları ve dokunuşu saçlarımda hissetmeliydim. Huzurun gerçek anlamda ki halini bire bir yaşarken, bakışlarım duvardaki saate takıldı. Saatin kırık, plastik cam yüzeyinden seçebildiğim kadarıyla akreple yelkovan üçe doğru yol alıyordu. Derin bir nefes aldım ve çenemi Bartu'nun göğsüne yaslayıp, yüzüne baktım. Düşünceli bakışları hasarlı tavanda geziniyor, saçlarında ki asi kuzguni bukleler bağımsızlığını ilân edip her saniye dahada dağılıyordu. Ona bakarken iç çekmemek elde değildi.

"Elektrikler gelmeyecek sanırım." Diye mırıldandım düz bir ses tonuyla.

"Gelmesin," bakışları hâlâ tavanda oyalanırken, yüzüne vuran mumun ışığı koyu kahverengi gözlerinin parlamasını sağlamıştı.

"Ne zaman taşınacağız?"

Bir gecelik diyerek geldiğimiz bu yerde ikinci haftamızı doldurmuştuk.

"En kısa zamanda." Diye yanıtladı beni net bir dille. "Hiç tekin bir yer değil zaten. Evde olmadığım zamanlarda aklımın sende kalmasını istemiyorum."

Derin bir nefes aldım ve göğsünden destek alıp doğruldum. Küçücük salonun içini aydınlatan mum ışığı duvarlarda gölge yaparken, soğuktan üşüyen ellerimi birbirine sürttüm. Doğalgazın uzun süredir etkin hale getirilmediği evde kuru bir soğuk hakimdi. Bu yüzden genellikle sırtımda kalın kalın battaniyeler ile evin içerisinde dolanıyordum.

"Kahve yapacağım," diyerek ayaklandım, "istiyor musun?"

Bartu, başını belli belirsiz aşağı yukarı sallayıp beni onayladığında salonun içerisinde ki mutfağa yöneldim.
Bir mutfak, banyo ve bir salon bulunan ev oldukça küçüktü. Küçük ve eksiklikleri çok olan bu evde, genellikle elektrik kesintileri oluyor, neredeyse haftanın iki-üç günü bu kesintilerle yaşamak zorunda kalıyorduk. Sebebini bilmiyorum, bazen birileri aşağıdan sigortayı indiriyordu bazense sadece biz değil, tüm mahalle karanlığa gömülüyordu. Sanırım, bulunduğumuz bu iğrenç semtin alt yapısı yoktu.

Küçük tüpün üzerinde kaynayan suyu bardaklara boşalttıktan sonra, kahve ve şekeri ekledim daha sonra tekrar salona döndüm ve kulplu bardakları sehpahın üzerine koyup doğrulan Bartu'nun yanına yerleştirdim. O sırada dışarıdan art arda yükselen çığlık sesleri bir an kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Fakat, bu çığlık sesinin ardından kahkaha sesleri yükseldi.

"Bıktım şunlardan," diye homurdandı Bartu boğuk bir sesle.

Bulunduğumuz sokakta, her gece bir çığlık sesinin duyulması resmen gelenek haline gelmişti. Bu da buranın yani Tarlabaşı'nın iğrenç özelliklerinden sadece biri işte. Sokak, resmen kendini bilmez insanlarla doluydu. Beş yaşındaki çocukların eline oyuncak adı altında bıçak verenler, karanlığın çökmesini beklemeden sokağın köşelerinde yapılan uyuşturucu satışları artık o kadar alışılmış haldeydi ki, biz hariç kimse yadırgamıyordu bu durumu.

Dumanı tüten kahveyi yarılarken, bir nebze olsun ısınmanın verdiği gevşeme ile esneme isteğimi bastıramadım. Bartu, tek kolunu omzuma atıp beni kendisine çekerken itiraz etmedim ve usulca kolunun altına yerleştim. Onun yanındayken, tüm hücrelerim hiç olmadığı kadar sakin ve huzurluydu.

"Üşüyor musun?" Diye mırıldandı burnunu saçlarımda dolaştırırken.

Başımı olumsuz anlamda iki yana sallarken, bana yakınlaştığı her seferinde saçma sapan heyecanlanmam anormaldi. Dudakları yanağıma usulca sürttü ve omzumda ki eli boylu boyunca kayıp, kolumu okşadı. Ürperdim ve hafifçe yerimde kıpırdandım. Tüm hücrelerim sadece onun yanındayken mutlu, huzurluydu.

Yüzümü ona doğru çevirdiğimde gözleri yumuldu. Kahve kokan nefesi yüzümü yalayıp yutarken, parmaklarım çenesinde ki yeni yeşeren sakal kırıntılarında dolaştı.

İki senelik uzun bir geçmişimiz var. İki sene. Ailem hiç bir zaman Bartu ile olmama onay vermedi ve benim kararıma saygı duymadı. Her zaman evde ufak çaplı tartışmalar olur, benim bu ilişkime tüm aile karşı çıkardı. Ben de kaçtım. Bu kadar basit işte. Eşyalarımı topladım ve bir gece, herkes uykunun inindeyken evden çıktım. Peki bir erkek için değer miydi? Sorunun cevabı herkese göre değişir. Ben ise bu sorunun cevabını henüz bulmuş değilim. Bildiğim tek şey onun yanında mutlu olduğum ve onu sevdiğimdi.

Zihnim benim düşmanımdı. Ne zaman onunla baş başa kalsam bana oyun oynuyor, içerisindeki düşünceler dipsiz bir kuyunun karanlığı gibi çehremi sarıp içine çekiyordu. O karamsar düşünceleri şimdilik kenara itekledim ve Bartu'ya odaklandım.

Gözleri yüzümün her bir kıvrımını inceliyordu. Onu hafızamın en ücra köşesine kazımış olmama rağmen, bana gönderdiği bu bakışıyla her zaman nefesimi kesmeyi başarıyordu. Saniyelik bakışmamızın ardından, dudaklarımız kısa bir aradan sonra tekrar birleşmeye hazırlandı fakat dış kapıya art arda inen sert yumruklar buna engel oldu.

Bartu, kısık bir küfür savurdu ve kaşla göz arasında ayağa kalkıp, televizyonun altında ki çekmeceden İsviçre çakısını çıkarıp eşofmanının cebine yerleştirdi.

Bulunduğumuz yer Tarlabaşı olunca her an her şey olabilirdi. Bu sokak öyle boktan bir yer ki, her gece diken üstünde yatıyoruz. Burada olmak ikimizinde isteyeceği son şeydi. Fakat, hiçbir gelir olmadan biriktirdiğimiz harçlıklarla evden kaçınca bulabildiğimiz tek bir ev vardı. O da burası.

Ayağa kalktım ve kapıya yönelen Bartu'nun dirseğinden tutup onu kendime çevirdim.

"Açma kapıyı," dedim tüm kötü ihtimaller gözümün önünde cirit atarken, "her kimse birazdan gider."

"İki dakika sürmeyecek, Eflin. Burada otur ve beni bekle."

Elim usulca elini kavrarken, "yanında durayım o zaman," diyerek küçük bir teklifte bulundum.

Parmaklarımız vakit kaybetmeden bir birine uyum sağladığında sessizce beni onayladı ve kapıyı araladı.

Görüş alanıma giren yirmi yaşlarında ki genç çocuk, burnunu kaba bir şekilde çekti ve ellerini cebinden çıkardı. Bartu, beni biraz daha arkasına aldığında tek amacı; çocuğu görüş alanımdan çıkarmaktı. Bunu başardı da, çünkü şu an gördüğüm tek şey; Bartu'nun sırtı.

"Hayırdır birader?"

"Abi elektrikleriniz kesilmiş, yapayım dedim."

Avucumun içerisinde ki Bartu'nun elinin kasıldığını hissettim. Onun yanı sıra yıkık dökük, resmen bir harabeyi andıran apartmanın kokusu çoktan burun direklerimi ağrıtmaya başlamıştı.

"Gerek yok, abisi. Uzatmada ikile."

"Elim hızlıdır aslında," diyerek diretmeye devam eden çocuğa karşın dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Bu torbacıların hepsi anormal. "Peynir, crack, leblebi ister misiniz? Bak bu peynir mis gibi burun açar." Sesli, laubali bir şekilde gülüp devam etti, "kaçırma derim, hem size indirimde yaparım."

Peynir dediği şeyin kokain, leblebinin ise küçük beyaz haplardan olduğunu anlamam fazla uzun sürmemişti. Bu terimlere alışmıştım artık.

"Gerizekalı mısın oğlum?" Bartu'nun eli elimden ayrıldığı gibi seside ister istemez yükseldi, "istemiyoruz diyorum. Siktir git."

Kapının küçük, tozlu deliğinden baktığımda çelimsiz çocuk Bartu'nun dediğini umursamadı ve elini cebine attı. Cebinden çıkardığı şırınganın kapağını açtıktan sonra parmak ucunda yükselip içeri bakınmaya çalıştı.

"Yenge nerede? Belki o istiyordu."

Kayan bakışları kapının deliğine döndü. Onunla kapının arkasından gözlerimiz kesişince geri çekildim ve gözlerimi onun kahverengi, beyazına kan oturan gözlerinden çektim. Bir an önce çekip gitmeliydi. Fakat onun gitmesi için dua ederken, Bartu'nun sabrının kotası her zamankinden daha erken doldu.

Daha sonra her şey kısa sürede gerçekleşti ve Bartu, beklemediğim kadar ani bir hareketle kafasını çocuğun alın hizasına geçirdi. Artık kapıyı ardına kadar açmış onları izliyordum. Aldığı darbe ile yere düşen esmer çocuk, başını merdivenin basamağına vurdu. Her ne kadar onun çabuk sinirlenen ve bu sinirinin psikiyatriden destek alacak kadar büyük bir boyuta sahip olduğunu bilsemde, birazcık daha sabredebilirdi. Sanırım. Fakat, ilaçlarını kullanmayı bıraktığı için sabır seviyesi yavaş yavaş minimuma doğru iniyordu.

Çocuğun uzun saçları onun yüzünü kapatırken etraf sessizliğe gömüldü. Şu an ikimizde yerden kalkmayan, tanımadığımız çocuğa boş bakışlar atıyorduk. Tekrar kalkmasını, o laubali hareketlerine devam etmesini bekledim, ama her hangi bir tepki vermedi.

"Ne yaptın?" Diye sordum dehşete düşmüş bir şekilde. Hayatımda ilk kez, aldığı darbe yüzünden bayılan birini görüyordum. Üstelik bu darbenin sebebi, Bartu'ydu.

Boş bakışlarım hâlâ çocukta dolanırken vücudumda adını koyamadığım bir duygu filizlendi. Bu duygu ona yardım etmem için beni zorladı ve bende ona uyup olması gerektiğini düşündüğüm şeyi yaptım. Yerde yatan baygın birine, yardım etmek için harekete geçtim.

Etrafta ki sessizlik sessizliği doğururken evin sınırlarından çıkmak için adımımı dışarı attım fakat Bartu, kolumu kavradı ve beni geri çekti.

"Ne yapacaksın?"

"Yarasına bakacağım," dedim gayet normal bir şeymiş gibi.

Bartu, içinde biriken öfkesini dindirip bana hak vermek yerine tam tersi bir tavır sergiledi ve beni tekrar eve sokarak kapıyı kapattı.

"Saçmalama," diye soludu sert bir dille, "istersen ambulansta çağıralım."

"Peki ya bir şey olursa? Ya uyanmazsa o çocuk?"

"Abartma, bir iki saate ayılır."

Bartu, hızlı adımlarla tekrar salona yöneldi ve dolaptan sırt çantasını çıkardı.

"Nasıl bu kadar eminsin?" Diye sordum onun arkasından salona ilerlediğimde, "biraz bekleseydin giderdi zaten. Buna gerek yoktu."

Bartu, beni dinlememekte ısrarcıydı. Dolaptaki sırt çantalarından birini daha çıkardı ve bir kaç adımda yanıma ulaşıp çantayı elime tutuşturdu.

"Hazırlan," dedi söylediğim her şeyi sineye çekip, ve elindeki siyah çantayı göğsüme bastırdı. "Gidelim buradan."

Derin bir nefesi ciğerlerime hapsettim. Onunla olmak bazen zordu. Fakat onsuz olmak dahada zor. Konuyu uzatmadım ama ağzımın içerisinde söylenmeye, bir şeyler gevelemeye devam ettim.

Pantolon, eşofman, tişörtleri ve iç çamaşırlarımın yarısını çantama yerleştirdikten sonra, bir kaç çift çorapta ekledim. Ayağa kalktım ve eşofmanımı çıkarıp, yerine siyah bacaklarımı saran bir kot pantolon giyindim.

Nereye gidecektik bilmiyorum. Belki bir otele, pansiyona ya da tüm bu düşündüklerimden daha farklı bir yere. Yanına gidebileceğimiz yakın arkadaşımız yoktu. Ne benim, nede Bartu'nun. Ama gitmemiz şarttı, aksi takdirde bu sokakta kafayı yiyebilirim. Gerçekten.

Bartu, üstünü değiştirdi ve çakısını çantasının en ön gözüne yerleştirdi. Lacivert uzun kollu tişörtünün üstüne siyah hırkasını giydikten sonra, eşofmanını çıkardı ve neredeyse boşalan dolabın içine fırlattı. Bakışlarımı ondan ayırdım ve çantanın fermuarını zorlada olsa çektim.

"Nereye gideceğiz?"

"Bilmiyorum," dedi net bir dille ve alnına düşen buklelerini elinin tersiyle geriye itip başına siyah bir bere geçirdi.

"Hazır mısın?"

Önünde oturduğum dolaba son bir bakış attım. Alamadığımız, daha doğrusu çantaya sığmayan kıyafetlere bakıp nefesimi dışarı üfledikten sonra Bartu'nun bana uzattığı iki elinide kavrayıp, beni kaldırmasına izin verdim.

Bu küçük yer, ikimiz içinde tehlikeliydi. Bu yüzden buradan gitmek bize iyi gelecekti bunu biliyorum. Fakat, sorun şu ki gidecek hiçbir yerimiz yok.

Olabildiğince sessizce kapıyı araladığımızda bizi karşılayan şey, kirli zeminde boylu boyunca yatan çocuktu. Bartu çok normal, her zaman yaptığı bir şeymiş gibi büyük bir soğukkanlılıkla yerde yatan bedenin yanına eğilip tek tek ceplerini kontrol etti. Çocuğun alnından sızan hafif bir kan vardı. Yüzeysel bir yara gibi göründüğü için içim ne kadar rahat olsada, yüzümü buruşturmadan edemedim. Son zamanlarda yaşadığım şeylerin hepsi benim, bir zamanlar sakin olan hayatıma zıttı.

Bartu, çocuğun cebinden çıkan iki yüzlüğü kendi cebine yerleştirdikten sonra tekrar elimi kavradı ve merdivenleri benide sürükleyerek süratli bir şekilde inmeye başladı.

🥀

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top