3.40 Her Şey Yeniden Başlıyor✵

Herkese Merhaba! Bölümü okuyanlar en azından kendilerini belli etmek amacıyla oy verebilir mi? Ayrıca yorum görürsem çok mutlu olurum. Lütfen varlığınızı belli edin, gösterin!

●EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA BENİ TAKİP EDİN! BÖLÜM DUYURUSU YAPIYORUM!

Yayın Tarihi: 05.09.2022 (00:09)

Bölüm Şarkısı: Arcanine · Ursine Vulpine

*3. Kitap son Bartan bölümüdür.

İyi Okumalar!

Naymahaen

Bartan

Gri  bulutlar gökyüzünü sarmıştı. Rüzgar sert esiyordu, kan kokusunu  getiriyordu. Mide bulandırıcıydı ama insana savaşın soğukluğunu  hatırlatıyordu. Yaşamın değerini gösteriyordu. Ben yaşamak istiyordum.  Her şeye ve herkese rağmen bunu istiyordum. Düşmanlarım ölümüm için her  şeyi yapmışlardı. En alçakça oyunlarla buna kalkışmışlardı. Sonuç ne  olmuştu? Yaşıyordum. Aldığım her nefes onları rahatsız ediyordu.  Biliyorlardı ki, benim ölümüm için yaptıklarının karşılığını bizzat  benden alacaklardı. Bana yapılanın karşılığını verirdim. Korkmuyordum.  Korkmamayı hayatım süresince öğrenmiştim. İnsan korktuğu şeylerden  kaçmamalıydı. Tersine onun üzerine doğru gitmeliydi. Ben de öyle yaparak  en sonunda olmam gereken adama dönüşmüştüm.

Gök gürlemişti,  yavaş yavaş kan yağmaya başlamıştı. Gözlerimi kısıp gökyüzüne bakmıştım.  Yaralı bir kartalla baykuş görmüştüm. İkisi sarmaş dolaş uçarken  düşüvermişlerdi. Kartalın acı çığlıkları mı içimi eziyordu yoksa  baykuşla onun ağır yaralı hali mi? Daha beteri simsiyah bir yılan  kıvrıla kıvrıla gelmişti. Baykuş yerden kalkamıyordu, savunamıyordu.  Kartalın durumu da baykuştan farksızdı. Yılan zaferini kutlarcasına  tıslamıştı. Onlara saldırmasıyla ikisinin sonu gelmişti.

Tam  kılıcımı çıkarıp saldıracakken bir kahkaha sesi duymuştum. Alaycı bir  kahkahaydı. Başımı çevirdiğimde onu gördüm. Koyu saçları iki yandan  açıktı, omuzlarından aşağı dökülüyordu. Sakalı kısaltılmıştı, yara izi  yüzünü unutulmaz yapıyordu bana göre. Sürmeli bakışları benim  üzerimdeydi. Siyahlar içindeydi. Zırhındaki kartal ve yılan sembolü  belirgindi. Gözlerimi kısmıştım.Elimi kılıcımda tutmakta fayda vardı.

İnce  ince yağan kan onun gelişiyle artmıştı. Rahatsız ediciydi. Kaveh'se  rahattı. Ellerini iki yana açarak "Ben sana dostane bir şekilde  yaklaşırken senin kendini savunma halinde tutuyor olman kalbimi  kırıyor." dedi.

"Karşıma bir anda çıkıyorsun, ne yapmamı beklersin? Sana sıkı sıkı sarılayım, ah canım Kaveh'im mi diyeyim?"

"Karı  koca yıl geçtikçe birbirinize fazlasıyla benzemişsiniz. Karşımda Venira  var sandım. Acaba Tamerin ve ben sizin gibi olduk mu?" 

"Venira'yla birbirimize benzememiz normal. Naymahaen'e göre evli çiftler yıl içinde bir bütün olur."

"Ah,  ne kadar ciciymiş." dedi. Ses tonundaki alaycılık benim hoşuma  gitmemişti. Uzaktan tanıdığım adam bu değildi, hayır. Şimdiki hali ne  demek oluyor, anlayamamıştım.

"Sen buraya neden geldin?"

Sorumla  beraber gök gürlemişti, akan kan hızlanmıştı. Kaveh'se yüzüme donuk bir  ifadeyle bakıyordu. Bir avcı gibi. Avını izleyen bir avcıydı.  Yutkunmuştum. Av olmak yerine avcı olmayı seçerdim. Şu ansa seçim  sunulmuş gibi değildi. "Neden geldiğim açık, Bartan. Seni öldürmek için  buradayım. Çok kaçtın, bense hep kovaladım. Naymahaen'in yukarısı beyaz  denizi bile yüzdüm senin için. Burayı hep karlı tasvir ederlerdi ama  dümdüz bir yermiş. Şimdiyse buradayız."

"Hayır, hayır. Seninle ben düşman değiliz, Kaveh. Ortak düşmanlarımız var, onları ortadan kaldıracağız."

"Ucuz  hayatını kurtarmak için söylediğin sözler bu. Sana inanır mıyım  sanıyorsun, merhamet gösterir miyim? Asla! Sen ve aptal karın bile bile  bize meydan okudunuz. Oysa daha farklı bir yol vardı. Birleşmek yerine  ayrı olmayı seçtiniz. Sizin boktan seçiminiz yüzünden ben her şeyimi  kaybettim. Ailemi, ülkemi, sevdiklerimi, insanlarımı. Her şey sizin  yüzünüzden oldu. Karşılığını vereceğim. Seni öldürdüm sanıyordum ama  ölmemişsin. Eh, ikinci kez ölmeyi seçiyorsan tercihine saygı duyarım."

"Böyle bir şey olmuş olamaz. Venira'ya diyorum, biz asla sizinle savaşmamalıyız. Şimdi ne oldu sizinle savaştık?"

"Venira'nın  isteklerine boyun eğdiğin için oldu. Onun kin ateşine odun atmaktan  çekinmedin. Komik, birde sana Bilge Kral derlerdi. Nerede bilgeliğin,  nerede akılcılığın? Hepsi aşk uğruna gidebiliyormuş."

"Dediklerine  inanmıyorum!" diye bağırdım. Kaveh güldü. Komik bir şey dememiştim.  Gerçek buydu. Dediği şey bana uymuyordu, ben yapmazdım."Ben ne seninle  ne Lussamus'u karşımda görmek istiyorum."

"Sözlerin yalandan  ibaret. Seninle Venira'nın seçimi her şeyi mahvetti."  dedi. Sonra  duraksayıp derin bir nefes almıştı. Gözleri doluvermişti. Acı dediğimiz o  kavurucu duygu karşımda Kaveh'le can bulmuş gibiydi. İçi yanıyordu ama  kelimelere dökemiyor gibi bir hali vardı."Benim kaybımın hesabını kim  verecek, kim bu bedeli ödeyecek?"

"Yaşadıkların ne bilmiyorum. Şunu bil, kayıpların için üzgünüm."

Öfkeyle  solumuştu. Acı, saf öfkeye dönüşmüştü. Kılıcını çıkarmıştı, bana doğru  uzatmıştı."Üzgün olmak hiçbir şeyi geriye almıyor, üzgün olman koca bir  diyarın yıkılışını düzeltmiyor. Hadi, ağla ve çocuklarımla Tamerin'i  geri getir. Abimin cesedini Khahra sarayının yıkıntıları arasından  çıkar. Hadi, yapsana! Üzülerek sevdiklerimi geri getir."

"Ben..."  dedim ve bir şey diyemedim. Geç kalmışım gibi hissediyordum. Af dilemek  için, yalvarmak için. Tüm bunlar gerçek değil demek için. Karşımdaki  adamın acısıyla savaşamazdım, karşımdaki adamın yasını hafifletemezdim.  Kılıcımı çıkarıp sola atmıştım. Yağmur şiddetini gittikçe artırırken  Kaveh'in yüz ifadesi değişmemişti."Ne istiyorsun? Ne yapmam lazım? Ölmem  mi şart, öldür. Bu seni rahatlatacaksa asla hayır demem. Şu an burada  tek başımaysam ben de birilerini kaybetmişim demektir. Venira,  çocuklarım, ülkem. Benim de senden farkım yok."

"Farklıyız,  Bartan. Ben bir hatayla felakete neden olmadım. Benim dudaklarımdan  çıkan sözler senin aileni öldürmedi, ülkeni kan bulamadı. Tersine seni  ve onları korumaya yönelikti. Seni öldürmek bile benim öfkemin  karşılığını veremez."

"İnan, böyle olsun istemezdim." diye fısıldadım.

Kaveh'in  bağırmasıyla kan yağmuru hızlandı. O kılıcıyla bana gelirken kollarımı  iki yana açıp gözlerimi kapadım. Madem onun hayatına lanet gibi  çökmüştüm bu laneti kaldırmalıydı. Kılıç karnıma saplanırken kesik bir  hırıltı dudaklarımdan döküldü. En derinime saplamıştı, çekmiyordu.  Kulağıma eğilip "Geç kaldık, Bartan. Geç kalmasaydık her şey çok farklı olabilirdi." dedi.

Titreyerek  uyanmıştım. Elimi alnıma götürmüştüm. Ah, Tanrım! Berbat bir kabus  görmüştüm. Kan yağmuru, ölen kartalla baykuş ve Kaveh. Hepsi  birleşmişti, benimle oyun oynamıştı. Oysa çok gerçekçiydi. Özellikle  Kaveh. O acı, o öfke. Buram buram hissetmiştim. Sözlerindeki nefret beni  sarmıştı, kendimi suçlu hissetmiştim. Sıradan bir rüya deyip geçebilir  miydim? Son günlerim gergin geçtiği için beynim benimle oyun oynamıştı.  Sonuçta Kaveh'le olan geleceğim şimdilik önceki rüyalarım gibi diye  biliyordum. Bunda da farklı bir şey olmamıştı ama kafam karışmıştı işte.  Sağlıklı düşünemiyordum. Fırtına'nın Oğlu'na sorabilseydim keşke ama o  şansım yoktu. Petur'da kalmıştı, ben istemiştim. Sahrnei'nin tek başına  kalmasını istemediğimdendi.

Divanımdan kalktım, masanın üstündeki  sürahiden kendime su doldurdum. Rüya sıradan bir rüya değildi. Ben  istediğim kadar sıradan kabul etmeye çalışayım, bu rüya uyarıcı bir  rüyaydı. Kaveh'in geç kaldık sözleri de bu ihtimali güçlendiriyordu.  Neye geç kalıyorduk? Üstü kapalı olarak bahsedilen bir düşman vardı. Kim  olduğu saklanılan. Ona geç kaldığımız söyleniyordu. Keşke öğrenebilsek  ama sürekli zamanı değil lafları vardı. Ne zaman öğrenecektik? İşte bunu  kurcalıyordum. Yanıtsa koca bir boşluktu. Geç kalırsak olacaklar  korkunç olacaktı. Büyücülerin bildiği bir şey vardır demekten başka bir  şey demiyordum.

Emrimle çadırıma bir tas çorbayla hoşaf  getirilmişti. Sabah kahvaltısı için iyi bir başlangıç sayılırdı. Ztin'le  savaştaydık, bu davanın sona gelmesi lazımdı. Savaşa hazırlık, benim  iyileşmem derken koca bir sene geçmişti. Güçlü olduğumuza inandığım bir  vakitte savaşı açmıştım. Savaş beklediğimden daha zorlayıcıydı, Ztin'e  bu yakışırdı ama kazanmaya dair inancım tamdı. Kuzeyi ben  birleştirecektim. Naymahaen, kuzeyin tek hakimi olmalıydı. Daha güçlü  olabilmemizin yolu buydu.

Çorbamı bitirdikten sonra Talger  gelmişti. Gergin ve ciddi duruyordu. Divanıma oturduktan sonra o da  yerdeki minderlerden birisini çekip oturmuştu."Son durum nedir?" dedim.

Talger  "Gece baskınıyla Ztin ordusunun direnci kırıldı. Meydan savaşında  karşımızda duramazlar, orduyu harekete geçirmenin vakti geldi."

"Güzel.  Ztin'in özgüveni kırılmalıydı. Gece baskınlarındaki amacım ordumuzun  sürekli dinç olduğunu, bu savaştan asla etkilenmediğini göstermekti."

"Casusların  dediğine göre Ztinli askerler gece baskınlarında askerlerimizin yanında  tarif edemedikleri kara kara bedenler görürlermiş, bunların lanetli  Ztin askerleri olduklarına inanırlarmış."

"Kaveh'in yardımıyla Venira yaptı."

"Lussamus'un  bu savaşta yardımı çok iyi oldu. Kendileri asker desteği sunamadılar  ama malzeme desteğiyle beraber Kral Kaveh Venira'ya büyü konusunda  yardımcı oldu."

"Desanz'ı almalarıyla denk geldi. Bu şekilde planlanmamıştı ama yapacak bir şeyimiz yok."

"Onlarla  anlaşabilmek hem güzel hem korkutucu. Güçlü olduklarına yakından şahit  oluyoruz. Ya bu güç bize karşı dönerse ne olacak diye kendimi  sorgulamadan duramıyorum."

Soğukça "Bu toprakların göreceği en  kanlı savaş yaşanır, Talger. Kimse buna hazır değildir, emin ol." dedim.  Ona savaşın sonucunu sonrasında yaşanacakları demek istemiyordum.  Ölümümle yaşanacak yıkımı düşünmek, bu savaşta olmamalıydı."Lussamus şu  an dostumuz bu şekilde düşünelim."

"Anlık dostlar düşmanlara  dönüşebilir, bunu hatırla. İnsanlar Ztin'den sonra hedefin Lussamus  olacağını düşünüyor. Venira için bunu yapacağın söyleniyor. Venira  defalarca böyle bir şey olmayacağını söyledi, evet ama bu konuda daha  açık olmalı. Aksi halde insanlar senin güneye ineceğini düşünüyor."

"Güneye inmeme karşı tepkileri nedir?"

"Kimileri  destekliyor, toprak topraktır. Fethedilen her toprakla halk  zenginleşir, saray güçlenir. Kimileriyse bu topraklardan ayrılamaman  gerektiğine inanıyor. Kuzeyliler kuzeyde kalmalı."

Derin bir nefes  aldım. Venira Lussamus'u istemiyordu, en azından şimdilik. İlerisi için  içinde sakladığı niyeti çıkarabilirdi ve kendimizi Lussamus'la savaşta  bulabilirdik."Ben bu savaşı istemiyorum. Gelecekte bizi bekleyen daha  büyük tehlikeler var, buna karşı savaşmak istiyorum. Bir avuç toprak  parçası yerine geleceği kurtarmak hedefim. Neden bu anlaşılmıyor?"

"Anlaşılmayabilir,  kızma. Tehdit dediğin şeyler hep hayal kalıyor, Bartan. Topraksa  gerçek. Ne zaman tehdit gerçeğe döner o zaman haklı çıkarsın."

"Haklısın.  Hep görünmeyen bir varlığın tehdidi söyleniyor ama karşımızda yok.  İnsanlar savaştan kaçtığımı düşünüyor. Oysa ben savaştan kaçmıyorum. Bu  zamana kadar kimseden korkmadım, korkmam. Yenileceğimi bilsem bile  savaşmaktan asla çekinmem."

"Sana yakışan bu. Mengael atalarımızın mirasını sürdürmek zorundayız. Savaşmak, bizim için en kutsal düğündür."

"Savaşmak  için savaşmaksa bana göre değil, hepsi bu. Lussamus'la savaşıp  sınırlarımızı genişletmek hoş olabilir ama şartlar buna uygun değil.  Mantıklı durmuyor."

"O zaman yapman gereken şey, hayali duran bu tehdidi ortaya çıkarman. İnsanları ikna et."

"Sen neye inanıyorsun? Sence ben bir korkak mıyım?"

Kafasını  iki yana sallamıştı. Mavi gözlerinde bana olan inancını görmek,  rahatlatıcıydı."Korkak değilsin, cesur bir adamsın. Aptalca hareket  etmek istemiyorsun, hepsi bu. Bunu herkes anlayamaz, kuzen. Bana göre  yapman gereken şey hayali duran bu tehdidin peşine düşmen. Onu  kanıtladığın gibi insanlar senden yana olacaktır."

"Bu dediğin  kolay değil, biliyor musun? Bu dediğini yapmak yerine inan, bin kez  Ztin'le savaşmayı seçerim. Daha kolay, daha rahat."

"Şu hayatta ne  kolay ki dediğim kolay olsun. Dediğimi yapmazsan kendini zor bir duruma  sokarsın. Bunu anla. İnsanlar üstüne gelince Lussamus'a karşı  savaşırsın."

"Sonrasında da kaybederim, ölürüm. Bitti. Çok temiz  bir hikaye." dedim. Ayağa kalktım. Askıda duran zırhıma baktım. Bir  kralın zırhı olunca özenliydi. Baykuş kabartmasına dokundum. Bu baykuş  ölmemeliydi, yaşatmanın yolunu bulmalıydım."Hadi, git ve ordu  kurultayını topla. Sonrasında taarruza geçer ve Ztin'i tarihin en  karanlık yerine göndeririz."

"Emrini yerine getireceğim." dedi ve çadırımdan çıktı.

Talger  haklıydı. Eğer tehdit denilen şeyi elle tutulur bir hale getiremezsem  kaçınılmaz sonum Lussamus'la savaşmak olacaktı. Buna hayır diyebilirdim,  kral bendim sonuçta ama bu sefer insanlar tarafından sorgulanacaktım.  Sadece ben değil, hanedanlığım sorgulanacaktı. Kuzeyin mantığı basitti.  Kuzey, gücü görmek isterdi. Naymahaen veya Ztin fark etmiyordu. Bu  devletlerde yaşayan insanlar gücü görmek, güçlü hükümdarıyla gururlanmak  isterdi. Güç ispatıysa güneylilerin akıl oyunları gibi ispatlanmıyordu.  Savaştı. Güçlerin çarpıştığı bu savaşta güçlü çıkarsan kendini  kanıtlamış oluyordun. Acımasız durabilirdi ama düzen buydu. Kimse de bu  düzeni değiştiremezdi.

Ordu kurultayı toplanmıştı. Onlara  harita üzerinden neler yapacağımızı açık açık söylemiştim. En sağdakiler  ve en soldaki bölük önden gidecekti. Sonrasında onları kavrayacaktık.  Ztin ordusu yorgun ve umutsuz olduklarından kolayca kazanacaktık.  Savaşlarda ordunun morali önemliydi. Direncin ana temeliydi. Dahou da  farkındaydı diye düşünüyorum. Yapabileceği her şeyi yapmıştı. Fakat  başarılı olamamıştı. Bu savaşın kazananı bendim.

Taarruz emrimle  ordu harekete geçmişti. Savaşmak gerçekten bizim için bir düğündü. Ztin  içinde aynı şey geçerliydi. Savunmaları zayıftı, çok zayıf. Önceki  çarpışmalarımıza göre dirençleri çok düşüktü. Asıl direnci düşüren şey  Dahou'nun geri çekilmesiydi. Kaybettiklerinin ilanı bu olmuştu. Geri çekilen bir kral olunca asker niye daha fazla savaşsındı? Ztin  ordusu böylece darmadağın olmuştu. Dağılan orduyu kovalamak kalmıştı  geriye. Adım adım askerlerimle ilerlemiştim. Tek tek Ztin'in önemli  komutanlarını esir almıştım. Onları öldürecek değildim, acımasız bir  davranış olurdu. Ben savaşmak istiyordum, vahşet değil. Bu ilerleyişinin  sonunda Ztin'in başkenti Saokun'a girmiştim. Başkentte bir süre  kalacaktım, düzeni sağlamak içindi. Saokun'dan ilerisine güvendiğim  komutanlar gidecekti.

Şehre girdiğimde Ztin halkı ürkek bir  şekilde bana bakıyorlardı. Korku, çekik gözlerinde ortaktı. Onlara zarar  verme niyetinde değildim. Askerlerimi de sıkı sıkıya uyarmıştım. Asla  ama asla mallara dokunulmayacaktı, insanlara zarar verilmeyecekti. Bir  devleti yıkmak, onu yağmalamanın anlamına gelmiyordu. Buradaki düzen  devam edecekti, değişen şey düzeni işleten kişiydi. Bunu kabul etmeleri  lazımdı. 

Saraya girdiğimde taht salonuna gitmiştim. Yapmak  istediğim bir şey vardı. Buradaki taht salonu farklıydı. Siyah zeminin  en sonunda taht vardı. Yüksek tavanlı salona göre baya yukardaydı. Bizde  bir iki basamakla yükseltilen taht burada beş  basamakla  yükseltilmişti. Ne kibirdi! Tahtın arkasındaki resim etkileyiciydi.  Gökyüzünde süzülen yeşil bir ejderha vardı. Altın simlerle ejderha  parlıyor gibiydi. Basamakları çıktım ve Ztin tahtına oturdum. Farklı bir  duyguydu. Kuzey Kralı olduğumu şimdi hissediyordum. Olmuştu,  başarmıştım. Ztin'i fethetmiştim.

Emrimle Dahou getirilmişti.  Kaçan kralı yakalamak kolay olmuştu. Savaştaki Lee'lerden savaşan azdı  gerçi. Bir kısmı kaçmayı seçmişti. Kaçıp başkenti savunacaklardı sözde  ama geç kalmışlardı. Dahou elleri bağlı bir şekilde getirilmişti.  Lacivertlere bürünmüştü, siyah saçları toplu olsa bile dağılmıştı.  Toprak olmuş yüzü donuktu. Kaşlarım hafifçe çatılmıştı.

"Kral Dahou'nun elleri çözülsün ve karşımda oturması için minder getirilsin." dedim.

Dahou "Kral mı? Benimle alay etme."

"Alay etmiyorum, Dahou. Sen benim gözümde hala bir kralsın. Yenilsen bile bu gerçek değişmeyecek."

"Ellerimi çözersen sana zarar verebilirim, neden bu riski alıyorsun? Sana saldırmayacağımın bir garantisi yok."

Gülümseyerek  ona baktım."Dahou, biz kuzeyliyiz. Asla düşmanımıza saygısızlık  göstermeyiz. Yetiştiğimiz değerler bize bunu öğretti."  dedim. Başını  hafifçe sallamıştı. Dahou'nun elleri çözülmüştü, mindere oturmuştu."Bak,  nereden nereye geldik. Tahtına oturuyorum, sense yerdesin."

"Er  ya da geç olacak şeydi. Tahtı almadan önce Gök'ün şamanları bana bunu  demişti. Kartalla güçlenecek olan baykuş kızıl tahtın sahibi olacaktı.  Buna engel olmak istedim, başaramadım. Sıradan bir insanın kadere sözü  geçemiyor."

"Bundan dolayı Venira'yla evlenmek istedin."

"Evet.  Onun seni güçlendirecek kartal olduğunu şamanlarımız söyledi. Söyledi  ama bir şey değişmedi. Ztin yıkıldı, Lee'ler dağıldı ve tahtımda bir  Mengael oturuyor."

"Sen kazansaydın sen de benim tahtımda oturacaktın. İkimizin yapacağı bir hareketti bu."

"Kazanmayı  çok istedim, biliyor musun? Bu kehaneti yıkmak için özellikle  çabaladım. Yeri geldi, bana yakışmayacak hamleler yaptım. Seni  zehirlemek, bu amaca yönelik hamlelerimden biriydi."

"Sana yakıştıramadım, senden beklemezdim. Çok alçakçaydı."

Sinirleri  bozulmuş bir halde gülmüştü. Kaşlarımı çatınca durmuştu."Ah, özür  dilerim. Sinirlerim bozuldu. Çok alçakçaydı, haklısın. Ben bile kendime  yakıştıramadım ama Bartan, sen benim yerimde olsaydın sen de aynısını  yapardın. Bırak bu ben yapmazdım laflarını. Onurunu, haysiyetini bir  kenara bırak. Eminim yapardın. Kazanmak için yeri geldiğinde her şeyini  karanlığa teslim edersin."

"Buna değer mi?"

"Değer.  Kazanınca sadece sen değil, ülken kurtulacak. İnsanlarının gözünde bir  kahramana dönüşeceksin. Halkın adını unutmayacak. Ailen içinde büyük bir  isim olarak anılacaksın. Bak bana. Şimdi benden ne diye bahsedecekler?  Ztin'i kaç yıldır başarılı bir şekilde yönettim. Refahı artırdım, halkın  istediklerini verdim, yenilikler getirdim ama son savaşımla  hatırlanacağım. İnsanlar bana Yüce Kral Dahou demeyecekler, Son Kral  Dahou diyecekler. Bu son benim zoruma gidiyor."

"İkimizden  birisinin kaderi bu olacaktı. Kaçınılmaz olan buydu. Hadi, biz barış  dolu geçirdik. Benden ve senden sonraki hükümdarlar savaşacaktı. Çünkü  bu toprakların kaderi bir olmak. Bunu gerçekleştirmek her iki tarafın  hedefiydi."

"Ben bu kaderi bana yakıştıramadım, olsun istemedim.  Gök'e sığındım, Gök'e yalvardım ama sonuç değişmedi. Belki de senin  iyileştiğini duyduğum zaman anlamalıydım, kendimi hazırlamalıydım."

"Bir  kralın yapacağı şeyi yaptın, Dahou. Bir kral asla inancını kaybetmez.  Sen bunu yaptın. Diğer yandan kaçmanı çok yadırgadım."

Kaşlarını  hafifçe kaldırdı, dişleri gözükecek şekilde sırıttı."Korkaklığımdan  kaçtığımı sandın, değil mi? Oysa hayır, daha farklı bir şey içindi."

"Nedenini söyle, bileyim."

"Tahtımda oturup kendimi öldürebilmem içindi. Karşımdaki bu manzarayı görmek yerine senden önce tahtıma oturup ölmek istedim."

"Beni şaşırttın."

"Kuzeyli  olsak bile halklarımızın düşünceleri farklı. Bizler için ya zafer  vardır ya ölüm. Zaferin olmadığı yerde ölümle kucaklaşırız. Bundan  dolayı senden isteğim, kendimi öldürmem için bana kılıcını vermen. Madem  ben düşmanımın kılıcını kıramadım, o kılıç benim ölümüm olsun."

"Şaka yapıyorsan hiç hoş değil. Biz savaştık, evet ama bu kadarı fazla."

"Fazla değil. Siz Naymahaenliler için savaşmak basit bir eylem, biz Ztinliler içinse savaşmak bir mücadeledir. Kazanmanın diğer anlamı yaşamdır, kaybetmenin diğer anlamıysa ölüm.  Ben kaybettim, Lee hanedanlığı kaybetti. Damarlarında  Lee kanı olan  herkes ölümle kucaklaşmalı. Ölümü kucaklamazsak Gök bizi lanetler."  dedi. Elini uzattı, ciddiyetle bakıyordu."Ver kılıcını, kendimi  öldürmeme izin ver. Hayır dersen emrine asla uymam. Burada kafamı vura  vura parçalarım, yine öldürürüm."

Şaşkınlığım yerini  hayranlığa bırakmıştı. Lee hanedanlığı, asil bir hanedanlık derlerdi.  İşte bu kanıtıydı. Onun son arzusuna karşı gelmeyecektim. Ayağa kalkıp  kılıcımı çıkardım, önüne attım. Gülümseyerek bana bakmıştı."Al kılıcım.  Madem son arzun bu, bir kralın isteğini kıracak değilim. Bana yakışmaz." 

"Bir kralın diğer krala olan son iyiliği. Ne mükemmel bir an. Çok kahramansı!" dedi ve gülümsedi.

"Zaman  asla seni unutmayacak, bunu bil. Ben ne kadar anılırsam sen de o kadar  anılacaksın. Kuzey topraklarında isimlerimiz beraber hüküm sürecek."

Kılıcımı  alıp ayağa kalktı. Saygıyla bana doğru eğildiğinde ben de aynı şekilde  başımı eğdim. Ardından kılıcımı kınından çıkardı. Kılıcıma baktıktan  sonra yutkundu. Derin bir nefes aldıktan sonra tahtın ardındaki  ejderhaya baktı. Sakin bir sesle "Günahlarımı affet, Gök. Ruhum bir tek  sana sığınır. Lütfen, beni atalarımın yanına al." dedi. Kılıcı boynunun  hizasında tuttu, hızla kesmişti. Kan fışkırırken onun bakışları  donuklaşmıştı. Ayakta birkaç adım attıktan sonra yere düşmüştü.

Basamaklardan  inmiştim. Kan gölüne basmadan ilerlemiştim, Dahou'nun bedeninin başında  durmuştum. Açık olan gözlerini elimle kapatmıştı."4 Yaratıcı, bu ruhu  lütfen cezalandırmayın. Fırtına Tanrısı'nın bilgelik yolunda yürümesini  sağlayın. O, hatalarını Kan Tanrıçası'nın yanında öğrenmemeli. Lütfen  onu Kan Tanrıçası'nın acı çukurlarında hapsetmeyin." dedim. Dahou her ne  kadar benim ölümüm için her şeyi yapmış olsa bile şu an ona saygı  duyuyordum. Ölümü kucaklamaktan asla çekinmemişti. Bu onu yüce bir  hükümdar yapardı.

Kapı ağır ağır açıldığında içeri telaşla  giren Balsan'dı. İri yarı haliyle korkusuz bir askerdi, savaşmayı çok  severdi. Fakat şu an nedense rengi kireç gibiydi. Cesedin başında  durduğumu görünce iyice rengi kaçmıştı. Kaşlarımı çatıp "Ne oldu,  Balsan?" dedim.

Balsan "Acilen gelmelisiniz, majesteleri. Lee  hanedanlığı üyeleri topluca intihar ettiler. Zehir içerken onları  bulduk. Sarayın gizli iç bahçesindelerdi."

"Şaşırmadım." dedim ve derin bir nefes aldım. Koca bir hanedanlık, devrilmiş olarak yaşamaktansa ölüme yürümeyi seçmişlerdi.

"Lütfen, gelin benimle."

Dahou'nun  yatan bedenine baktım. "Kralları daha önce nasıl gömüldüyse o şekilde  gömülmesini emrediyorum. Halka açık bir tören yapılsın, kontrolü  sağlayın."

"Merhamet konusunda çok cömertsiniz." diye mırıldandı.

"Merhamet  değil, Balsan. Hakkettiği değer bu. Beni öldürmeye çalışması onunla  benim aramdaki bir mesele. Bu meseleden dolayı halkıyla arasına giremem.  Hadi, gidelim." dedim.

Gördüğüm manzaraysa ölüm şenliği diye  tarif edebilirdim. Yere serilmiş saman halıların üstünde beyaz  kıyafetler içinde kadınlı erkekli, genç yaşlı birçok insan yatıyordu.  Önlerinde zehir dolu kaseler vardı. Dahou'nun eşi ve evladı en öndeydi.  Anne oğul birbirine sarılarak ölmüştü. Arkalarındaysa Sekurei vardı.  Güzel prensesin dudağından bir damla kan akmıştı. Savaştayken erken  ayrıldığına dair istihbarat almıştım. Demek bunun içinmiş. Koca bir  hanedanlık her iki ihtimale karşı hazırlıklılarmış. Onlardan bunu  beklemiyordum. Evet, bize göre daha gururlulardı. Fakat ölüme sarılacak  kadar mıydı? Çok garip geliyordu. İnanılmazdı. Bu onları kahraman  yapardı. Kuzey onların hikayelerini unutmayacaktı.

Zaferime bu gölge düşürmemişti, böyle düşünmüyordum. Onlara uygun bir cenaze töreni düzenlemekten utanmıyordum. Herkes kendisine layık olanı yaşardı. Bu son, onlara layık olandı. Kendileri seçmişti, ben zorlamamıştım. Bana kalsa sessiz sedasız bir köşede yaşamalarını isterdim. Eğer onlara da uyarsa devlet içinde düşük rütbelerde olmak şartıyla görev verirdim. Onlar kendilerine ölümü seçtilerse ben bir şey yapamazdım. Biliyorum, korkunç bir sondu. Bana göreyse onurlu bir son. Madem yenilmiştin, ölüme yürümek zor olmamalıydı. Dahou'nun yerinde olsaydım ben de ölümü seçerdim. Her gün kendimi aşağılamaktansa, aynalara bakamaz hale gelmektense bir intihar çözümüm olurdu.

Petur'a döndüğüm zaman Saokun'da yaşadıklarımın izi yoktu. İnsanlar mutlu, gururluydu. Talger haklıydı, onlara güçlü olduğumu göstermek için zaferlerimi sergilemeliydim. Yüzyıllardır süren düşmanlığı bitirince insanlar bana hayran hayran bakar olmuştu. Kutlamalarda ismim coşkuyla söyleniyordu. Büyük Kral diyorlardı, Kuzeyin Efendisi diyorlardı. Şanlı Baykuş diye haykıran bile vardı. Atalarımın mirasını sürdürmüştüm. Bununla gurur duyuyordum. Bu kutlamaların izi keşke sonsuza dek sürseydi ama sürmeyecekti. İnsanlar benden yeni bir güç gösterisi bekleyecekti. İşte bu çok kritik bir meseleydi. Umarım doğru bir kişiye karşı gösterirdim. Başka türlüsü kendi sonumu hazırlamaktı.

Kutlamalar sonrasında buraya kadar getirdiğim özel bir insan vardı. Komutan Lee Seojin. Ailesinin toplu intiharına rağmen o kendini öldürmemişti. Nedenini sır gibi tutmuştu. Bana ve Venira'ya söylemeden yapamayacağını söylemişti. Şimdiyse onunla konuşma fırsatım olacaktı. Küçük odada onu misafir ediyordum. Venira'yla koridorda yürüyorduk. Venira "Ailesi inihar etmişken bu yaşlı adamın intihar etmemesi çok ilginç."

"Ben de şaşırdım ama kendisi ilk yakalandığında Petur'da açıklamam gereken şeyler var dedi. Haliyle Petur'a kadar geldi." dedim.

"Yalan söylüyorsa ne olacak?"

"Komutan Seojin, saygın bir adam. Asla yalan söylemez. Onun gibi bir kahramana yakışmaz."

"Bilemiyorum. Bu topraklarda büyüseydim emin olurdum. Her daim bir miktar şüpheci yaklaşmakta fayda görüyorum."

"Sevgilim, fazla şüphecilik insanı kuruntular içinde boğar." dedim ve ahşap kapının önünde durduk.

Kapıyı yavaşça açtığımda Seojin masasında oturuyordu. Beyaz kıyafetler içindeydi. Sakin duruyordu. Yaşlı adam bizi görünce ayağa kalkmıştı. Sakince karşısına oturmuştuk. Onun yüzüne bakınca yorgun bir savaşçının yüzünü görüyordum. Hayattan bıkmış bir adam. Oysa onun hikayesi hep kahramanlıklar vardı. Yenilgilerinde bile kahramanlıkları öne çıkıyordu. Çocukluğumun kahramanı olan bu adamı bu halde görmek beni üzmüştü.

Seojin bıkkın bir şekilde "Sizleri gördüğüme sevindim, ekselansları." dedi.

"Resmiyete gerek yok. İsimlerimizi diyebilirsin." dedim. Seojin'in bakışları Venira'ya kaymıştı. Buruk bir tebessümle bakıyordu.

"Acaba Dahou seninle evlenseydi şu an nasıl olurdu diye sorguluyordum. Ztin'i Naymahaen'i yücelttiğin gibi yüceltir miydin?"

Venira "Bilemiyorum, Komutan. Bildiğim şey kaderimin Naymahaen'de saklı olduğuydu. Ben buraya aitim. Kanım farklı olsa bile ruhum buralı."

"Dahou'yu prensken uyarmıştım. Kibrine yenik düşme demiştim. Sonuç ortada." dedi. Tekrardan bana baktı."İntihar edebilirdim, aileme ölüm yolunda eşlik etmek sorun olmazdı. Fakat yapamadım. Yıllardır yüreğimi ezen sır, kendimi öldürmemi bile engelledi."

"Ne o?" dedim.

Seojin gözlerini kapatmıştı. Derin derin nefes alıyordu."Ben büyük bir günah işledim. Bana yakışmayacak bir günah. Herkesin gözünde kusursuz olan ben, tek bir günahımla en günahkar insan oldum. Bununla yaşadım. Artık görmezlikten gelmek çok zor, susmaksa ağır. Savaşı kaybetmemiz kendimi öldürmem için bahanemdi ama işlediğim bu günah buna engel oldu."

Venira "Nasıl bir günah, Komutan?"

"Piçin olduğu için utanıyorsan bu konuyu fazla büyütüyorsunuz demektir." dedim.

Seojin "İnsanların piçleri olabilir, ayıp değildir. Ayıp olan şey, tüm insanlığa bir canavar hediye etmektir. Ben Kraliçe Venira ve Kral Bartan, bu insanların hiçbir suçu yokken bir canavar armağan ettim. Armağan ettiğim canavar, bu toprakları kana bulayacak."

Venira şaşkınlıkla "Rahibe Chaezan'dan mı bahsediyorsun?" dedi.

"Evet, o. Hİkayesi çok uzun. Özetlemem gerekirse ben onun annesine aşık oldum, ne olduğunu bilmiyordum. O da bana aşık oldu. Bir evladımız oldu. Çok mutlu bir hikaye değil mi? Oysa değil. Onun annesi sizin dininize göre yaratıcıların hizmetinde çalışan büyücü rahibelerden birisiymiş. Asla aşık olmaması gerekirken bana aşık olmuş, asla çocuğu olmaması gerekirken çocuğu oldu. İşin korkunç tarafı yeminini bozduğu için delirdi."

"Ne?" dedim.

"Gerçeği diyorum. En korkuncuysa Chaezan'ın ölüp annesi tarafından ruhu geri getirilmesi. Böylece bu topraklara lanetli bir yaratık kazandırdım. Gücü kontrol edemeyen, yaşam yerine ölüme hizmet eden bir ruh. Öldüremediğim için sattım.Korkaklığımın eseri şimdi Tavigan'da. Bu topraklara düzen getireceğim diyerek kendini güçlendirmekle meşgul."

Arkama yaslanmış, ağzım açık bir halde bakıyordum. İşte buydu. İşte bu! Karanlık dediğim hayali düşman bedenlenmişti. En başından beri hissettiğim düşman, Rahibe Chaezan'dı. Venira da onu çözememişti. Nedeni bunda saklıydı. Bizim kaderlerimizin değişme nedeni ortaya çıkmıştı. "Sen bunları nasıl öğrendin?"

"Kel, buğday tenli bir büyücü beni buldu. Gazap'ın Oğlu adı. Ondan öğrendim. Bir yıl öncesinde Chaezan'a da dedim. Sonra aynı büyücü savaş zamanında rüyama girdi. Bana gerçekleri açıkla dedi. Sizlere anlatacakmışım, sizler bu durumu çözecek kişilermişsiniz."

Venira "İnanamıyorum, her şey şimdi oturuyor. Parçalar yerine oturdukça kendimi daha iyi hissediyorum." dedi. Bana baktı."Hemen bir anda savaşamayacağımız açık. Diğerlerini bulmadan olmaz."

"Evet, olmaz."

Seojin "Chaezan'ı durdurun, lütfen. Benim yapamadığımı sizler yapın. Onun ruhu, buraya ait değil. Annesinin korkunç bir eseri o. Yaşamı sömürmek için var. Ölüm'den Dönen'e karşı yaşamı kurtarın. Aksi halde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak."

Venira "Her şey yoluna girecek. Kül Tanrıçası'nın dediği gibi yüreğimizdeki ateş sönmedikçe savaşımızdan vazgeçmeyeceğiz."

"Her şey yeni başlıyor, Komutan. Şu an duruyor olsak bile yarın en güçlü halimizle düşmanımızın karşısında olacağız." dedim.

Venira elimi tuttu, gülümsedi."Birlikte başaracağız." dedi. Başımı hafifçe sallamıştım.

Seojin yavaş yavaş üm hikayeyi anlatmıştı. Onu sakince dinlemiştik. Parçalar birleşmesi sevindiriciydi. Geriye diğer iki isim kalmıştı. Gazap Tanrısı'nın seçtiği ve Kan Tanrıçası'nın seçtiği. Onları bulursak her şey çözülecekti. Sonra Ölüm'den Dönen'le savaşacaktık. En büyük savaşım olacaktı. Kazanmak için ölümü bile göze alacaktım. Korkmadan yürüyecektim. Kılıcımı düşmanımın kalbine saklayacaktım. Madem bana bu toprakları koruma görevi verilmişti, yapacaktım. Son nefesime kadar görevimi başarıyla yerine getirecektim.

Bartan'ın rüyası için düşünceniz nedir?

Lee hanedanlığını düşüşü için düşünceniz nedir? Dahou'nun bu hamlesini ondan bekliyor muydunuz?

Seojin-Bartan ve Venira konuşması için düşünceniz nedir? Seojin'in yerinde olsaydınız bunu yapar mıydınız?

Venira-Bartan bundan sonra nasıl ilerleyecekler? Lussamus vs Naymahaen savaşı olacak mı?

Gelecek bölüm Paiman olacaktır. Sevgilerle!

Bölüm spoilerını verdim bence ehhehe.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top