3.33 Vahşetin Kurbanı✵

Herkese Merhaba! Bölümü okuyanlar en azından kendilerini belli etmek amacıyla oy verebilir mi? Ayrıca yorum görürsem çok mutlu olurum. Lütfen varlığınızı belli edin, gösterin!

●EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA BENİ TAKİP EDİN! BÖLÜM DUYURUSU YAPIYORUM!

Yayın Tarihi: 28.07.2022 (23:55)

Bölüm Şarkısı: Ramin Djawadi - The Night King 

İyi Okumalar!

Ztin - Saokun

Chaezan

Gümüş el aynasında kendime bakıyordum. Neden kendimi donmuş hissediyordum? Buzdan bir heykeldim sanki. Bir şeyler hissetmekte büyük zorluk çekiyordum. Kalbim vardı. Beni sevmeyenler taş kalpli derlerdi. Onlar bile kalbim olduğunu söylüyordu. Buradaysa kalbimi hissedemiyordum. Bir şeyler hissetmemek ne kadar kötü bir şeydi.

Soğuk bir kadın olsam bile bir şeyler hissedebiliyordum. Öfke, nefret, aşk, şehvet ve diğerleri. Ben de bir insandım. Sıradan değildim, hepsi bu. Şimdiyse bir şeyler hissetmekte zorlanıyordum. Sebebine gelince burada kısılmış hissettiğimden dolayıydı. Bir çuvalın içine koyulmuştum, derin sulara atmışlardı. Çuvalda taşlar da vardı, derine batıyordum. Çuvalı açsam bile çıkamıyordum. Bileğime bağlanmış taşlar beni dibe çekiyordu. Korkunçtu. Böyle olmaya alışkın değildim. Buradan gidince normale dönecekti. Benim evim Tavigan'dı.

İnce parmaklarım boynuma gitmişti. Burada kaldığım süre boyunca beni aralarına almışlardı. Sanki Tavigan'ın başındaki kişi değildim, aileden biriydim. Büyük bir yalan olduğunu biliyordum ama oyunlarına eşlik etmiştim. Onların görmek istediğini vermekten çekinmiyordum. Hatta tadını çıkarıyordum. Sıkıntı bir şey hissedememekti. Gülümseyerek aynaya baktım. Böylesi daha iyiydi aslında. Onlara karşı bir şey hissetmemek, duygularıma ulaşamamak güzeldi. Buradakileri görmüştüm. Sapkın dinlerine olan bağlılıkları, yanlış yolda ısrarla yürümelerine şahit olmuştum. Gök'e inanıyorlardı. Gök yanlıştı. Gerçek inancın ışığına kavuşmuyorlarsa soğuk mezarlarına girmeye hazırlansınlardı.

Kapım açıldığında içeri Taishan girmişti. Onun keyfi yerindeydi. O da ailesiyle iletişime geçmişti. Eh, onunkiler benim ailem gibi yaklaşmamıştı. Saygısızlığın fazla olduğunu söylemişti. Karşımdaki mindere oturunca ortamızdaki sehpaya aynayı bırakmıştım. Taishan heyecanla "Sonunda geldiler, Chae. Onlardan bir işaret aldım." dedi.

Gülümsemiştim. Burada kalmaya devam etme nedenim onlardı. Sonunda gelmişlerdi."İşkencemin yakında bitecek olmasına sevindim." dedim.

"Şehrin dışında buluşmak istiyorlar. Nereye gideceğimizi biz bilecekmişiz. Yarın akşamüstü uygun olurmuş."

"Kaç kişi geldiler?"

"İki. Fırtına'nın Kızı ve Kül'ün Oğlu." dedi. Kaşları hafifçe çatmıştı."Şu Kül'ün Oğlu annenini tanıyor, değil mi?"

"Evet, tanıyordur. Sana nasıl ulaştılar?"

"Şehrin içinde geziyordum. Sonra bir pelerinli bana çarpıp elime bir kağıt parçası tutuşturdu. Ardından bir şey demeden gitti."

Parmaklarımı hafifçe sehpaya vurdum."Onları ortadan kaldıracağız, Shan. Kimlerin kaderi değiştirildi öğrenemedik ama buna neden olanlar ortadan kalkarsa sorunumuz hafiflemiş olacak."

"Belki zorla öğreniriz, hayatım."

"Söyleyeceklerini düşünmüyorum. Ölüm pahasına bu sırrı saklayacaklar. Büyük bir günah işlediklerinin farkında bile değiller, yazık. Onların ruhlarına acıyorum."

"Diğer ikisinin olmaması kötü oldu."

"Kan'ın Kızı ve Gazap'ın Oğlu. Hangi fare deliğinde saklanıyorlar, bilemiyorum fakat onların da sonunu getireceğim. Benim ellerimde ölecekler. Hoş, bu bile onlar için bir kutsamadır."

"Kaderi değiştirilenlere ne yapacaksın, Chaezan? Büyücülerden daha ciddi bir sorun. Yıllardır arıyoruz ama karşılığı yok."

"Sabret, Shan. Bu yol, zor bir yol. Başarılı olabilmek için sabretmek gerekir. Onları bulamadık, doğru ama karşımıza çıkacaklar. Onların kaderinde olan şey bu."

"Zamanında hareket etmemiz adına önemli."

Derin bir nefes aldım. Aceleci davranmamak gerekirdi, bunu ne zaman anlayacaktı? "Aceleci olursak kaybetmek bizim kaderimiz olur. Evet, ben de bulmayı çok istiyorum ama olmuyor. O zaman doğru anı beklememiz gerektiğini görüyorum."

"Bu büyü bozulamaz mı? Merakımdan soruyorum."

"Bozulamaz. Üstün büyücüler tarafından bozulmaması üzerine yapıldı. Bozulması mümkün olsaydı denerdim."

"Tarih boyunca kaderleri değiştirilenler hep oldu. Kendilerini gösterdiler, tarihin akışına müdahale ettiler."

"Şimdiyse bir yanlış için ortaya çıktılar. Tavigan'ı yıkmak istiyorlar. Çok komik bu. Yaratıcılar bunu istemiyor, yaratıcılar yeni bir düzen istiyorlar. Bu düzeni kuracağım. O değişmiş ucubelerse yeni düzen için vereceğim ilk kurbanlar olacak."

"Yeni düzen için içimde çok büyük bir heyecan var. Doğru olanı yapıyoruz, Chae. İnsanlığı bir bataklıktan çıkarıyoruz."

"Karanlığa batmış olanları ışığa kavuşturuyoruz. Çorak bir toprak gibi olan yüreklere doğruluğun tohumunu ekiyoruz. Bundan daha iyi bir şey olamaz. Her şeyden önemlisi kaderimizi gerçekleştiriyoruz. Bizim kaderimiz bu, Taishan. 4 Yaratıcı dinini korumak, vazifemiz."

"Güçlerin lanet içermiyor, sevgilim. Senin güçlerin yeniden yükseliş için varlar."

"Ruhum lanetlenmiş değil, kendimi çarpık bir arzunun meyvesi olarak görmüyorum. Ben bu dünyayı biçimlendirmek için geldim." dedim ve ona gülümsedim.

İsteklerimin olması için sonuna dek savaşacaktım. Benim gibisi kitaplarda lanetli diye geçiyordu. Ruhumun çürümüş olduğu, asla olmamam gerektiği yazılıyordu. Güçlerimin büyük kaoslara neden olacağına dair uyarılar vardı. Budalalar! Bir şeyi yaşamadan nasıl yorumlarlardı? Lanet değildi, armağandı. Güçlerim sayesinde yanlışa sürüklenen insanları doğru yola çekecekti. Evet, gücüm sınırsızdı. Bu sınırsızlığı bir sınav gibi görüyordum. Yaratıcılar beni sınıyorlardı. Güçlerimi doğru kullanmamı istedikleri içindi. Yaptıklarımla yaratıcılar ruhumu kutsayacaktı. Buna yürekten inanıyordum. Hiçbir insanın yapamayacağı şeyleri yapmak, kaderimdi.

Asıl lanetli olanlar kaderi değiştirilmiş olanlardı. Normal bir hikayeleri varken büyücüler bozmuştu. Yaratıcılar istiyormuş, buna inanmıyordum. Büyük bir palavraydı. Onlar kendi çıkarları uğruna yapmıştı. Kendi hükümleri bozulmasın diye masum bebeklerin kaderleriyle oynamışlardı. Bedelini ödeyeceklerdi. Kaderleri değiştirilenlerse kurban olacaklardı. Savaşlarda her daim insanlar harcanırdı. Bu nedenle onlara acıyıp merhamet gösterecek değildim. Kurban edecektim. Akan kanları eski düzeni temizleyecek, ölü bedenleri yaratıcılara sunulacaktı. Özgür iradeleri baskın gelebilirse onları rahat bırakabilirdim ama böyle bir şey olmayacağı açıktı. Olmuş olsaydı karşımda olan o büyücüler mutlaka belli ederdi. Her şey istedikleri gibi gidiyordu. Bunu bozmanın zamanı gelmişti.

Beni ciddiye almazlarsa büyük bir hata yapmış olurlardı. Şu ana dek ciddiye almadıklarını düşünüyordum. Ciddiye alınsaydım dördü birden karşımda olurdu veya daha erken beni bulurlardı. Onların küçümsedikleri biriydim. Beni küçümsemek zaten düşmanlarımın en büyük aptallığı oluyordu. Keşke yapmasalardı, karşılıklı hamleler yaparak eğlenme fırsatı sunsalardı.

Akşamüstü Kraliçe Yeon'un daveti vardı. Saray hanımlarını toplamıştı, beni de davet etmişti. Yeon zarif bir kadındı. Narin yüz hatları vardı. Bu narin yüze, zarif davranışlara aldanmamak gerekirdi. Zira düşünceleri sinsiydi. İnsanları birbirine çatıştırarak kendisine karşı cephe oluşmasını önlüyordu. İşe yarar bir taktikti. En büyük arzusu oğlunun başa geçtiği görmekti. Böylece ana kraliçe olarak iktidarını sürdürecekti. Arzular ve yaşananlar kimi zaman aynı olamıyabiliyordu. Acaba benim geleceğimde ona yer olmadığını görseydi, ne düşünürdü?

Yeşil çayımı yudumlarken Sekurei "Duydunuz mu, Naymahaen'i Kraliçe Venira tek başına yönetiyor." dedi.

"Gerçekten mi?" dedim.

"Kral Bartan, hain bir suikaste uğramış. Kendisi yaşıyormuş ama hemen ülkenin başına geçmesi zormuş. Tedavisi süresince dinlenmeye çekileceği için ükeyi yöneten kişi, Venira olmuş."

Yeon "Naymahaen'in diğer önemli aileleri nasıl izin vermiş? Onların Naymahaen içinde belli bir önemi var diye duymuştum."

Sekurei "İnan, o kadarını öğrenemedim. Bir şekilde Kraliçe Venira onları korkuttuğunu biliyorum." dedi. Çayını yudumladıktan sonra sinsice gülümsedi."Bana göre Venira ülkeyi yönetmekte zorlanacak.Kuzey toprakları, başka topraklara asla benzemez."

"Tahtı kime bırakabilirdi ki? Çocukları daha küçük, diğer Mengael soyundakilere güvenmek aptallık olurdu. Yapmış olduğu hamle en doğru hamle."

Yamnung "Bence onlara saldırmamız için en doğru fırsat. Saldırdığımız gibi alırız."

Kaşlarımı hafifçe çatmıştım. Ztin şu an Naymahaen'e saldırsa alabilir miydi? Pek ihtimal veremiyordum nedense. Bunun nedeni Venira'yla alakalıydı. Buradakiler onu küçümsüyordu ama o kadında göründüğünden fazlası vardı. Aksi halde kendisini tek başına yönetici konumuna nasıl getirebilirdi? "Bana göre saldırırsanız zararlı çıkan siz olursunuz. Venira'yı tanımıyorum, sadece mektuplarından bilirim. Kendisi hakkında diyeceğim tek şey, göründüğünden fazlası olduğudur." dedim.

"Onun ününü duymadınız mı, Rahibe? Kendisi deli bir hanedanlığın üyesi, deli kardeşini kurtarabilmek adına ülkesinin insanlarını katletti. Böyle birisi mi hükümdar olabilecek?"

"Evet, olabilir. Geçmişin hatalarından ders aldığı açık."

"Geçmişin hatalarından ders alsaydı, evlatlarından birine Abrek adını vermezdi. Deli bir kadın, kabul edin. Ah, durun etmezsiniz. Sizin inancınızdan olduğu için savunursunuz."

Kaşlarımı hafifçe kaldırdım. Sözlerindeki alaycılık terbiyesizceydi."İnancımdan olsun veya olmasın, ben her daim hakikatin tarafındayımdır. Düşmanım bile olsa değişmeyen bir kuraldır."

Sekurei "Peki sizce Venira nasıl ilerleyecek, Rahibe? Şu an tüm yetki onda."

"Ülkesini korumaktan yana olacak, bunun için her şeyi yapar. Venira gibi insanlar ağır kayıplarından sonra bir kez daha bunu yaşamak istemezler. Bu sefer hatalarından ders almış bir şekilde hareket ederler. O da tüm gücüyle savunacak."

Yeon "Nereye kadar direnebilir ki? O yapayalnız."

Gülümseyerek "İşte böyle zamanlarda Kül Tanrıçası yalnız olan veya yalnız hisseden insanların yanında olur. Öyle mucizeler yaratır ki şaşırırsınız." dedim.

Yamnung "Onu tanrıçanız bile kurtaramaz, Rahibe. Önceden düşmüş prenses diye anılıyordu şimdiyse kaybeden kraliçe olarak anılacak."

"Sizinle aynı görüşte değilim. Karşınızdaki insanı küçümsemeyin."

"Yerimizde olsaydınız bekler miydiniz?"

"Evet, beklerdim. Düşündüğünüz gibi en zayıf durumunda olmadığını görürdüm. Ülkeyi bir çocuk yönetiyor olsaydı haklısınız derdim ama bir yetişkin yönetiyor. Üstüne üstlük geçmişinde acı kayıpları olan bir yetişkin. Tekrardan kaybetmemek için her şeyi yapar."

Sekurei Yamnung'a bakarak "Belki de yardım almamız lazımdır. Lussamus'la konuşulabilir." dedi.

Yamnung "Güzel bir fikir. Zaten Kraliçe Tamerin ve Kraliçe Venira'nın eskilere dayanan düşmanlığı ortada. Bunu kullanabiliriz. Lussamus'a ve bize dayanamaz." dedi. Sonra bana baktı, alaycı bakışlarla süzdü."Pardon, Kül Tanrıçası Naymahaen'i korur!"

Yeon "Dahou'nun bu fikre sıcak bakacağını düşünmüyorum. Lussamus dahil olursa Naymahaen'den pay isteyecektir."

"Onlara karşı da savaşırız. Dürüst olacağımızı kim söyledi ki? Savaş bu, her şey yapılır."

Sekurei "Lussamus'u kandırmak, kolay olmaz Yamnung. Kraliçe Tamerin ve Kral Kaveh, aptal insanlar değil."

"Aptal olsunlar veya olmasınlar, kılıcımızın tadına bakarlar diyorum. Bence Lussamus'u yanımıza çekelim, öyle savaşalım. Venira kesinlikle dayanamaz."

"Kuzen, abimin sıcak bakabileceğini sanmıyorum. Lussamus'la ilgilenmek istemiyor. Şu sınır olaylarından beri uzak durmak gerektiğine inanıyor."

"Sınır olayı mı?" dedim.

Yeon "Lussamus sınırına giden askerlerimiz delirdi, akıl sağlıklarını kaybettiler. Neden olarak içimizden bir komutanın yaptığı büyü olduğu ortaya çıktı ama deliren askerler ordunun moralini bozdu."

"Bir komutan neden bunu yapsın ki?"

"Hainlik işte." diye mırıldandı. Omzunu silkti.

Sekurei "Beni asıl şaşırtan şey bir büyünün bu kadar güçlü şekilde etkilemiş olması. Gök inancındaki büyüler, zayıf olarak görülür. Sizin inancınızdaki kadar güçlü büyülere yer verilmez."

Yamnung "Varmış demek, Sekurei. Eski bir büyüymüş işte."

"O askerleri görebilir miyim? Son durumlarını merak ettim." dedim.

Sekurei "Belki bunun için çabalayabilirim. Neden görmek istediniz?"

"Merak ettim, Prenses. İlginç bir olay bence. İlk başta insanın inanası gelmiyor."

"İnanın, ben de inanmadım ama askerleri görünce yaşadıkları dehşeti hissettim. Kendilerini kaybetmişler. Zavallılar."

Yeon "Umarım ordumuz kendisi Lussamus'a karşı üstün olduğunu görür. Bir grup asker delirdi diye tüm ordu aklını kaybedecek değil."

Yamnung "Babam da aynısını söylüyor. Ordu güvenini kazanmalı, üstün bir ordu olduğunu anlamalı. Bir grup askerin delirmesi, tüm orduyu etkilememeli."

"Belki de Dahou Lussamus sınırına inerse ordumuza güven vermiş olur."

Sekurei sertçe "Abim oraya gitmeyecek." dedi.

"Prenses, sizce hala bu sorun devam ediyor mu?" dedim.

"Devam etsin veya etmesin, tedbirli olmakta fayda var Rahibe. İyileşen askerler bile hala o büyünün izlerini taşıdıklarını söylüyorlar. Kabuslar görüyorlarmış, kanlı kabuslar. O kanda boğulduklarını, kurtulamadıklarını belirtiyorlar. Deliren askerlerden hiç bahsetmiyorum. Durum buyken nasıl abimin gitmesi teklif edilir? Akıllı bir insanın söyleyebileceği bir şey değil bu."

Yeon bir şey diyecekken Yamnung "Sekurei haklı. Kral'ın oraya gitmesi geleceğimiz adına hata olur. Başka bir hanedan üyesi gider, sorun çözülür." dedi. Yeon'un dudakları inceldikten sonra başını eğmişti.

Konuyu değiştirmiştim. Öğreneceğimi öğrenmiştim. Venira'yı küçümsemeleri hataydı. Bana göre Venira beklenmedik bir şekilde başarılı olacaktı. Bir kere düşmüştü, düşmenin ne demek olduğunu biliyordu. Bir daha olmaması için her şeyi yapacaktı. Tüm gücüyle savunacaktı ve yönetecekti. Ztin tarafı onun bunu beceremeyeceğini düşünüyordu. Aile geçmişi başka bir olaydı. Venira'yı tanımayan birisi ona göre yorum yapabilirdi. Sıradan bir insan olsaydı diye eklemek lazım. Bir devleti yöneten kişiyse her ihtimali düşünmek zorundaydı. Her ihtimali düşünmeden sıradan insanların aklına gelen ilk düşünceye sarılırsa hata yapmak kaçınılmazdı. Buradakilerin bu hatayı yapmasına karışmayacaktım. Her şeye karışmak vazifem değildi, ne halleri varsa görsünlerdi.

Sınırda deliren askerler meselesiyse başka bir şeydi. Eski bir Gök büyüsü deniliyordu. Tamam, böyle bir büyü vardı. Fakat bu kadar etkili olması beklenmedikti. Üstelik tuhaf bir şekilde askerlerin kanlı kabuslardan bahsetmesi vardı. Gök inancıyla alakalıysa neden kabuslar kanla alakalı oluyordu ki? Bir tuhaflık seziyordum. Yarın şanslı olursam askerlerden birini görürdüm. Çözebileceğime inanıyordum. Sekurei'ye veya başka bir Lee'ye bunu demeyecektim. Sadece meraktan öğrenmek istiyordum. Hepsi buydu. Eğer bir Gök büyüsüyse bunu öğrenir, düşmanlarıma karşı kullanırdım. Tabii kendi inancıma göre çevirerek yapma şartıyla.

Sabah geç uyanmıştım. Sebebiyse dün odama geç gelmemdi. Dahou misafirini eğlendirmeyi çok iyi bilen bir ev sahibiydi. Gece geç vakitlere kadar sohbet etmiştik. Keyif almıştım. Kahvaltı sonrası Sekurei'nin hizmetkarı gelmişti, beni çağırdığını söylemişti. Herhalde deliren askerler konusuyla alakalıydı. Bu kadar çabuk bulabilmesine şaşırmıştım. Dahou'nun gölgesi Sekurei'dir derlerken haklı olduklarını bir kez daha görüyordum.

Küçük bir odaya gelmiştim. Sekurei mindere oturmuştu, asker olan gençse çekingen bir şekilde ayaktaydı. Prenses kırmızı renklerinde ipek bir elbise giymişti, siyah saçları açıktı, beline kadar geliyordu. Minik topuzunda altın taraklar takılmıştı. Asaletini güzelliğiyle birleştirmişti. Beni görünce nazik bir tebessümle sağına geçmemi söylemişti. Mindere yavaşça oturmuştum. Sekurei "Lussamus sınırına gönderilen bölükten birisi, Rahibe. Hala orduya hizmet veriyor. Sınır öncesi akıncı birliğinden birisiymiş sonrasında onu askeri terzi bölümüne vermişler."

"Adın nedir, asker?" dedim.

Asker "Hyuan, efendim." diye mırıldandı.

Yumuşak bir sesle "Hyuan, bana Lussamus sınırında ne yaşadığını anlatmanı istesem anlatır mısın?" dedim. Asker bana bakarken yüzünde bir teslimiyet ifadesi oluşmuştu. Hayran hayran bana bakıyordu.

Sekurei "Hyuan, ona anlatabilirsin. Kendisi bizim dostumuz." dedi. Gülümseyerek prensese baktım. Bunu demesi, yersizdi. Asker zaten anlatacaktı. Cazibem bana olan direncini kırmakta zorlanmamıştı.

Hyuan "Nereden başlayabilirim ki? Nasıl anlatabilirim? Korkunç günlerdi. Gündüz başkaydı, gece bambaşka." dedi ve yutkundu. Korkusunu hissediyordum. Yapışkan bir sıvıyı tutar gibiydi. Dizlerinin üstüne çöküp başını eğmişti."Ölmek için çok çabaladım, olmadı."

"Ne yaşadığını anlat."

"Gündüzleri bir karartı peşimdeydi, beni öldürmek için çabalıyordu. Elinde hançeriyle bekliyordu. Üstelik attığım her adımda kan vardı. Koyu, pis bir kan. O izleri takip edip beni buluyordu. Kafamda da sesini duyuyordum. Beni nasıl öldüreceğini anlatıyordu. Her an bunu değiştiriyordu, farklı işkence yöntemleri anlatıyordu. İlk başta ciddiye almazsınız fakat her gün duyduğunuzu düşünün. Bir yerden sakinliğinizi kaybetmeye başlıyorsunuz. Üstelik kafanızda onun kurbanlarının çığlıklarını duymaya başladığınız zaman renkleri kaybediyorsunuz."

Kanlı izler. Bir Gök büyüsüne göre ne çok kan vardı. Sakince "Geceleri ne oluyordu, Hyuan?" dedim.

Acı bir tebessümle bana baktı."Her uyuduğumda o karanlık gölge bana gündüz dediklerini gerçekleştiriyordu. Dediği her şeyi yapıyordu, bense çaresizce katlanıyordum." dedi. İşaret parmağını şakağına bastırdı."Kafamı susturabilseydim her şey çok güzel olurdu ama olmadı. O cani gölge susmadı, beni kemirdi. Çığlıklarım onun şarkısı oldu. Acılarım onu besledi. En sonunda kendimi kaybettim. Uyumak istemiyordum, yemek yiyemiyordum. Kafamın içindeki sesi bastırmak için bir keresinde kafamı sert bir yere vura vura parçalamak istedim."

"Senin gibi mi oldu herkes?"

"Evet, herkes benim gibi oldu. Prenses bize kızabilir ama bana göre ölen askerlerin laneti bu. Ölen askerler artık savaş olmasın istiyor. Bizi uyarıyorlar." dedi. Sekurei'ye çekingen bir şekilde bakmıştı.

Sekurei "Böyle bir şey olmadığını biliyorsun, Hyuan. Hepsi bölük komutanının sizi pis oyununa kurban etmesinden dolayı oldu."

"Pardon, efendim." diye mırıldandı.

"Nasıl iyileşebildin, Hyuan?" dedim.

"İyileşmek mi? Ben buna iyileşmek diyemem, Rahibe. Kendimi toparladım ama bir daha eski ben olamadım. Eski ben, cesurdu. Akla gelebilecek her maceraya atılırdı. Şimdiyse bir farenin tıkırtısı bile beni korkutuyor. Şu anki halime sakinleşmiş diyebilirim. Beni sakinleştiren şeyse sınır bölgesinden alınmamız oldu."

"Bana elini uzatmanı istiyorum. Kendi inancıma göre dua edeceğim. Umarım ruhuna şifa olur." dedim. Asker Sekurei'ye bakmıştı. Sekurei başını hafifçe salladıktan sonra elini uzattı.

Askerin elini tutmuştum. Zihni hastaydı. Büyünün izlerini taşıyordu. Haklıydı, eskisi gibi değildi. Fakat bu büyü, bir Gök büyüsü değildi. Hayır, Kan Tanrıçası'na adanmış bir büyüydü. Buram buram acının tanrıçaya sunulan bir adak olduğunu hissediyordum. Öyle ustalıkla yapılmıştı ki, buradaki en güçlü gök şamanı bile anlayamazdı. Güçlü bir büyücünün eseriydi. Lussamus sınırı korumak isteyen bir büyücü. İşte başka bir denklem daha çıkmıştı. Askerin zihni, iyileştirilemezdi. O noktayı çoktan aşmıştı. İyileştiği an, büyücü bunu anlardı. Tanrım, korkunç bu! Gözlerimi kapatıp bir dua mırıldanmıştım.

Hyuan eline bakarak "İyi hissediyorum. Rahibe, size teşekkür ederim. Keşke diğer arkadaşlarıma da yapabilseniz." dedi.

"Sana özeldi bu, Hyuan." dedim.

Sekurei "Hyuan, çekilebilirsin. Bu konuşma özel kalsın. Herhangi birisinden bunun imasını duyarsam kabusların gerçek olur."

Hyuan ayağa kalkıp başını eğmişti. Saygılı bir sesle "Emredersiniz, Prenses." dedi. Sonra odadan çıkmıştı.

"Sizce gerçek ne, Rahibe?" dedi. Ona baktım. Dikkatle bana bakıyordu, yüzü ciddiydi. Gerçeği dersem işler karışırdı. Lussamus içindeki büyücüyü ben bilmiyorken onlara bunu verecek değildim. İçimden bir ses bunu kendime saklamam gerektiğini söylüyordu. Bırakayım bildikleri gerçek bu olsundu. Her daim onları destekleyecek değildim.

"Gerçek şu, birileri güçlü bir gök büyüsüyle askerlerinizi mahvetmiş. İntikam kokan bir hamle bu. Bana göre orduya asker alırken insanların geçmişini araştırın." dedim.

"Farklı bir şey yok mu?"

Kafamı iki yana sallayıp "Hayır, yok." dedim.

"Çok ilginç bir durum gelmişti. Güçlü bir gök büyüsü olduğunu kabul ediyorum, askerin anlattıklarıyla büyü kitabında olanlar uyuşuyor. Fakat huzursuz eden bir nokta var. Çok kusursuz bir hikaye bu."

"Kusursuz hikayeler vardır, Prenses."

"Lussamus sınırına bir asker bile gitmez artık. Korkum bu durumun ileride bize karşı kötü etkileyebilecek olması. Lussamus bize saldırırsa ordumuz karşılarına çıkmıyor. Ne korkunç!"

"Bu sorunu çözeceğinize inanıyorum. Siz Lee hanedanlığısınız, her sorunu ince bir şekilde çözmeyi iyi bilirsiniz."

Gülerek "Bu sefer çözemiyoruz, karşımızda büyük güçler var." dedi.

"İzninizi istesem sorun olmaz değil mi? Bugün şehri gezmek istiyorum, Taishan'a söz verdim."

"İsterseniz eşlik edebilirim."

"Hayır, istemiyorum. Özel bir gezi olsun istiyoruz. Sizinle başka bir zaman olur." dedim. Yavaşça ayağa kalktım.

"Nasıl arzu edersiniz, Rahibe. İyi eğlenceler!" dedi. Odasından gülümseyerek çıkmıştım.

Kan büyüleriyle uğraşan bir büyücü. Lussamus içinde böyle güçlü bir büyücü kim olabilirdi? Lussamus sınırlarını korumak için yapmıştı, sinsice hareket etmişti. Başarılı olmuştu. Acaba Kan'ın Kızı denilen kadın mıydı? Hayır, bu büyücülerin ülkeleri korumakla uğraşacağına inanmak saflıktı. Onların derdi, insanlardı. Ülkelerin yıkılıp yıkılmaması zerre umurlarında değildi. Ülke sınırları kimin derdi olurdu peki? Bir hükümdarın veya üst düzey saray görevlisinin olurdu. Hükümdarının haberi varsa bunu yapardı. Belki de bunu yapan bir hükümdardı. Tamerin veya Kaveh. Tamerin bir büyücü değildi ama Kaveh büyücüydü. Rekistaan hanedanlığının her üyesi büyüyle uğraşırdı, atalarından gelen bir mirastı.

Derin bir nefes aldım. Saraydan birisi veya Kaveh. İki seçenek elimde vardı. Kaveh'se güçlü bir büyücü olmasının yanı sıra Kan Tanrıçası'yla arasındaki bağ nasıl güçlü olabilirdi? Bu büyüyü yapabilmesi için Kan Tanrıçası'yla arasındaki bağ güçlü olmalıydı. Fazla ilginç geliyordu bu da. Rekistaan Prensi olan birisinin korkunç bir üne sahip tanrıçayla bağ kurması, tuhaftı.Kan Tanrıçası, zalimliğin hanımıydı. Acıyla güçlenirdi. Zalimlik ve acıyla mazlumları korurdu. Kaveh'i düşününce uyuşmuyor gibi geliyordu. Saraydan biriyse Tamerin ve Kaveh'in bu büyücüye bakışları nasıldı? Merak ediyordum.

Büyük buluşma için sade giyinmeyi tercih etmiştim. Siyah saçlarımı açık bırakıp minik bir topuza gümüş tokamı takmıştım. Kendimi savunmam gerekirse bu toka bir hançere dönüşebiliyordu. Belli olmazdı. O büyücülere güvenim yoktu. Her şeyi yapabilirlerdi gözümde. Taishan'sa her zamanki gibiydi. Siyahlar içindeydi, siyah saç bandanasını takmıştı. Kül sürülmüş gözleri, boynunda tahta boncuklardan yapılma kolyesi. Beraber saraydan çıkmıştık. Atlarımızla gidecektik. Tuhaf bir şekilde kalbimizden ne geçiyorsa o yöne sürdük atlarımızı. Sakin bir yere gelmiştik, şehirden uzakta bir çayırdaydık. Yoldan da uzaktaydık. Bir insanın geçmeyeceği bir yerdi.

Atımdan inmiştim. Shan benim atımla kendi atını bir ağaca bağlamıştı. Etrafa bakınırak "Burada buluşacağımıza adım kadar eminim ama kimse yok." dedi.

"Bizi buraya onlar çekti, Shan. Elbette gelecekler." dedim.

"Onları tanımak için sabırsızım." dedi. Gözlerimi kısmıştım. Birilerinin varlığını hissediyordum. Bir kişi değil, birden fazlaydı. İzleniyormuşum gibi. Her hareketimiz izleniyor, tartılıyordu. Bizi ölçüyorlardı.

Taishan tam bir şey diyecekken elimi kaldırıp "Her neredeysen ortaya çık yoksa hiç istemediğin şekilde seni ortaya çıkartmasını çok iyi bilirim." dedim sertçe.

Rüzgar hafifçe esmişti, saçlarım nazikçe savrulmuştu. Sağ taraftan gelmişlerdi. Bir kadın ve bir erkek. Fırtına'nın Kızı ve Kül'ün Oğlu. Kadın olağanüstü bir şekilde güzeldi. İnsan olamayacak kadar muazzam bir yüze sahipti. Masumiyet kelimesi bir insan olsaydı, bu kadın olurdu. Emsalsiz derin mavi gözleri soğukça bana bakıyordu. Sapsarı saçları açıktı. Mermer gibi tenine mavi elbisesi yakışmıştı. Çuval giyse bile güzel olurdu. Yanındaki adam da ayrı bir güzeldi. Kahverengi saçları iki yandan balıksırtı örülmüştü. Heykeltraşçılara ilham verecek yüz hatları vardı. Dikkatle bana bakıyordu. Ciddiydi.

Birkaç adım öne çıkıp gülümsedim. Elimi uzatıp uzatmamak arasında kalmıştım. Onlara benim gücümü hissetmelerine izin vermemek adına uzatmayacaktım."En sonunda tanışabildik. Ben Tavigan'ın Baş Rahibesi Lee Chaezan." dedim.

Fırtına'nın Kızı "Ölüm'den Dönen Chaezan. Seni anlatan en anlamlı sıfat bu. Kendini bu şekilde tanıtmalısın."

"Ölüm'den Dönen, ruhu çarpık olan Chaezan. İnsanların kalplerini söken, ruhlarını karanlığa gömen büyücü kadın. Bu dediklerim düşmanlarımın hakkımda uydurduğu şeyler. Asıl gerçek ne biliyor musunuz? Benim bu dünyaya bir düzen vermeye gelmiş olmam."

"Delirmiş aklının seni zehirlediği düşünceler bu. Sen asla olmaması gereken birisin. Yaratıcılar ruhunu lanetledi senin."

Kül'ün Oğlu "En başından itibaren olmaman gerekiyordu, Chaezan. Annenin kendini kaybetmesiyle doğdun, onun kontrolsüz gücüyle çarpık ruhun lanetlendi."

Taishan "Hepsi sizin birer yalanınız. Biz ikimiz gerçek uğruna savaşan insanlarız. Sizlerse bencilsiniz. Kendi kurallarınız geçerli olsun diye her şeyi yapıyorsunuz."

"Rahip Taishan, siz de kendinizi kaybetmişsiniz. Ruhunuz bataklığa batmış, kurtarılamaz halde. Tek kurtuluşunuz ölümünüz."

"Benim ruhumu düşünme, Büyücü. Ben doğru yoldayım."

Başımı dikleştirmiştim."Sizin lanet dediğiniz şeyler, benim armağanlarım. Yaratıcılar her daim insanları sınar. Onlar beni bu şekilde sınıyorlar. Kimsede olmayan güçlerle beni bu kutsal yola ittiler. Başarılı olacağım. Yoluma koyduğunuz engeller ne olursa olsun ben kazanmak için varım." dedim.

Fırtına'nın Kızı "Gücünün sınırını bilmemek seni korkutuyor, Chaezan. İtiraf et, bunu. Ruhunun derinliklerinde görüyorum. İçten içe bu güçlerin bir sınırı olsun istiyorsun. Sınır gücün seni yutacağını biliyorsun."

Kül'ün Oğlu "Sınırsız gücün, seni kemirecek. Kendi sonunu kendin getirmiş olacaksın. Her şeyi kontrol ettiğini sanırken olacak bu."

Alaycı bir şekilde "Bu olacaksa neden ucubeleriniz var?" dedim.

"Onlar varlar çünkü senin sonunu getirecekler. Çürümüş olan bu düzeni bozacaklar. Yaratıcılar'ın arzusuna kimse karşı gelemez."

"Sizin arzunuz bu!" diye bağırdım.

Kafasını iki yana sallayıp "Biz düşündüğün kadar bencil olsaydık inan bana, sen bile şu an rahat rahat Tavigan'ı yönetiyor olmazdın." dedi.

Fırtına'nın Kızı "Bizler yaratıcıların hizmetkarları olarak geçiyoruz. Onlar bize bazı güçler verdi ama karşılığı bu düzeni korumak, denetlemek oldu. Bencilce hareket edersek karşılığını ağır bir şekilde alırız."

"Annenin hikayesi sana ibret olmuyor mu? Annene bencil diyebilirsin. Kendi bencilliği bak, nelere sebep oldu? Senin gibi uğursuz bir varlık ortaya çıktı."

Kaşlarımı hafifçe kaldırdım. Uğursuz varlık, öyle mi? Bu büyücüler aptallardı."Ben uğursuz değilim. Asıl siz öylesiniz." dedim.

Fırtına'nın Kızı "Bizleri hasta zihninde çoktan düşman olarak belirlemişsin. Ah, Chaezan. Zavallısın. İçten içe çürüyorsun, bunu gördüğün halde kendine dur demiyorsun. Söylesene, her şeyi elde ettiğinde ne olacak? Sıkılacaksın, bunalacaksın. Aslında istediğinin bu olmadığını göreceksin. Bu sefer bir kez daha yeniden başlayacaksın. Her seferinde bu olacak. Bir kısır döngü."

"Bu olmayacak!"

"Olacak, Chaezan. Senin kaderinde bu var. Sen bir düzen yaratan değilsin, kaos getirensin. Kaoslara boğacaksın, bundan zevk alacaksın. Yaratıcılar'ın yaptığı her şeyi bozmak, seni tatmin edecek."

"Ben onlara gönülden bağlıyım. Kaosu severim çünkü gücüme hizmet eder."

Kül'ün Oğlu "İşte bir kez daha haklı çıktık."

Fırtına'nın Kızı "Seni bizler ortadan kaldırabilseydik keşke ama olmuyor. Yaratıcılar'ın hizmetkarı olmak başka onların yolundan gidip ruhlarında onların izlerini taşımak başka bir şey."

Hırsla göğsüme vurdum. "Asıl ben yaratıcıların izlerini taşıyorum. Gazap'ın adaleti, Kül'ün sadakati, Fırtına'nın bilgeliği ve Kan'ın vahşeti benimle. Sizlerin seçtiği o ucubeler karşımda hiçler!" diye bağırdım.

"Yanılıyorsun! Sen doğmaması gereken bir ruhtun. Bizden öncekilerin hatasısın ve insanlığı tehdit ediyorsun."

Zihnimi uyuşturmaya çalışan bir şey vardı, bir duman. Sağa baktığımda Kül'ün Oğlu'yla bakışmıştım. Gözlerimi kısıp elimi havaya kaldırınca ah diye inleyip birkaç adım gerilemişti."Beni uyuşturmaya çalışmak öyle mi?"

Kül'ün Oğlu "Güzel yakalamaydı, Chaezan." 

"Şu an sizi burada bağışlamam için bana ucubelerinizin adını verin. Yoksa canınızı almak benim için asla zor olmayacak."

Fırtına'nın Kızı "Buraya konuşmak için buluştuk, biraz olsun seni durdurabileceğimize inancım vardı. Zihnine bakınca anladım, sen bizi öldürmek istiyorsun. Cevabı verelim veya vermeyelim, planın bu."

Kül'ün Oğlu "Ne oldu, neden şaşırdın? Bizler de güçlü büyücüleriz. Aptal olsaydık neden bu konumda olalım? Sen beni yakalarken Fırtına'nın Kızı çoktan amacına ulaştı. O Fırtına Tanrısı'nın hizmetkarı, bilgelik ve sinsilik onun ruhunda var."

Fırtına'nın Kızı ellerini iki yana açıp "Sorunun yanıtına gelince istersen bizi öldür, asla onların isimlerini öğrenmeyeceksin. Onlar senin kabusun olacak, Chaezan. Her gece rüyanda onlar tarafından öldürüldüğünü göreceksin, Tavigan denilen günah yuvasının yıkılışına şahit olacaksın. Bu kabuslardan asla kurtulamayacaksın, ne yaparsan yap. Bilgeliğin Babası, duy sesimi! Söylediklerimi gerçek kıl, işle Chaezan'ın yüreğine!" dedi.

Sert bir rüzgar esmişti. Elimi kalbime götürmüştüm. Sanki bir hançer batıyordu. Derin derin nefes alırken Taishan yanıma gelmişti. Bir şeyler mırıldandıktan sonra bana dokununca hafiflemiştim. Acım ona geçmişti. Gözlerinden anlıyordum. Karşımdaki büyücülere baktım. Onlar ölmeyi hakkediyorlardı. Acı çekerek olacaktı. Evet, inleyeceklerdi.

Öfkeyle soluduktan sonra dikleştim."Madem nazik soruma nankörce karşılık verdiniz, bedelini ağırca ödeyeceksiniz." dedim.

Fırtına'nın Kızı Kül'ün Oğlu'na dönüp "Sen kaç git, kardeşim. Benim sonum bu. Hikayem bitiyor ama şunu biliyorum, başarılı olacağız." dedi.

Kül'ün Oğlu "Hayır, burada kalamazsın. Seni bırakamam."

"Gazap'ın Oğlu'nun dediklerini hatırla, o bunu görmüştü. Ayrıca Venira'nın kartı bunu doğruladı. Kimse kaderinden kaçamaz. Evet, ben bugün burada ölüyorum ama ölümüm bir zaferin temelini oluşturacak. Kanım boşa akmayacak. Ölümüm boşa olmayacak. Benim ölümüm oğlumun yaşamını besleyecek."

"Seni bırakamam. Birlikte onu yenebiliriz."

"Yenemeyeceğimizi çok iyi biliyorsun. O, kontrolden çıkmış. Artık onun için ve bizim için çok geç." dedi. Mavi gözlerini irileştirip Kül'ün Oğlu'na baktı. Üzgün ve panik yüzü donuklaşmıştı."Git, buradan!"

Kül'ün Oğlu yutkunduktan sonra başını iki yana sallayarak koşmuştu. Taishan'a peşinden git demiştim. Fırtına'nın Kızı'na baktım."Büyün çabucak bana geçti. Bu anı bekliyordun." dedim.

Keyifle "Önceden yapmıştım, sen karşımda olunca son sözleri söyledim. Yaptıklarımdan pişman değilim." dedi.

"Oğlum dedin, demek bir erkek bebeğin kaderini değiştirdin."

"Bu kadarıyla avun, sana yeter."

"Ölürken bile kibirlisin. Merak ediyorum, ölüm güzelliğini bozacak mı? Ne dersin?"

"Ben en azından huzurla ölüyorum. Ya sen ne olacaksın? Senin ölümün bu kadar huzurlu olmayacak."

"Asla ölmeyeceğim. Ölmek, planımda yok!"

"Öleceksin, Rahibe. Acılar içinde olacak bu. Zihnin acıdan kıvranacak, ölmek sana armağan olacak."

"Sen öyle san!" diye tısladım.

Gözlerimi kısıp derin bir nefes aldım. Parmaklarımı oynatmıştım. Karşımdaki büyücünün kalbini hissetmek öyle hemen kolay olmamıştı. Aşmam gereken bir takım engeller olmuştu. Fakat en sonunda o kalbi elimde hissetmiştim. Bu güzel yüzün kalbi ellerimdeydi. Yavaşça sıktım, çok hafifçe. Yutkunduğu zaman gülümsemiştim."Hayır, neler oluyor?" dedi ve elini göğsüne götürdü.

"Sen zihnine bir şeyler yapacağımı sandın, değil mi? Yanıldın! Benim de kendimce özel yöntemlerim var, güzelim." dedim. Hayali et parçasına tırnaklarımı yavaş yavaş geçiriyordum. Fırtına'nın Kızı dizlerinin üstüne çökmüştü. Dolan gözlerinden yaşlar hemen akmaya başlamıştı. Ağzı açıktı, nefes almakta zorlanıyordu. Onun dibine kadar geldim.

"Ben kendimi savunamıyorum!" diye fısıldadı.

"Çünkü benim gibisiyle ilk defa karşılaştın, ne yapacağını bilemedin. Evet, büyünü yaptın ama saldırımı tahmin edemedin. Keşke kardeşin nasıl saldıracağımı görseydi, azıcık eğlenseydik. Kolayca ölmeseydin."

"Bu olamaz." dedi ve kan kustu. Kanı eteğime sıçramıştı, yüzümü ekşitmiştim.

"Keşke temiz bir ölüm olsaydı." diye mırıldandım.

Karşımda acıdan kıvranması hoştu. Zihni bir şeyler yapmaya çabalıyordu ama yetersizdi. Karşımdaki Kül'ün Oğlu olsaydı, kendini şifalandırabilirdi belki veya Kan'ın Kızı olsa acısını bana yönlendirirdi. Fakat o Fırtına'nın Kızı'ydı. Bilgelik onu kurtaramazdı. Akıl oyunları şu ana işlemiyordu. Bu kadarını görmek yeterliydi. Elimi sıktığım andan itibaren vahşi bir hayvanın çığlığını andırır gibi iç çekmişti. Son nefesini vermişti. Mavi gözleri boşluğa bakarken son yaşı akmıştı. Ağzından ve burnundan gelen kan toprağa sızmıştı. Ölümde bile güzeldi aslında. Masum yüzünde yaşadığı vahşet vardı.

Ölü bedene bakarak "Vahşetimin kurbanı olmayı sen seçtin, Fırtına'nın Kızı." dedim.

Taishan koşarak gelmişti. Nefes nefeseydi. Fırtına'nın Kızı'na bakıp somurtmuştu. Sinirle "Diğeri bir anda kayboldu, bulamadım. Büyü güçlerim karşısında zayıf kaldı. Senin acını çekmek, beni yordu." dedi.

"Aman, umursamıyorum. Bıraklım gitsin. Diğerlerine bugünü anlatsın ve yüreklerine korkuyu salalım." dedim.

Cesede bakmıştım. Bugün bir kez daha gücümü kanıtlamıştım. Gücümün sınırsızlığı korkutucu olabilirdi ama muazzamdı. Gücü sınırlı olanlara ne olduğu belli oluyordu. Karşımda ezilip gidiyorlardı. Birini öldürmem bile karşımda duranlar için önemli bir yaraydı. Beni güçsüz görmeyeceklerdi, onların sonunu getirecek kişi olduğumu anlayacaklardı. Benim düzenimde yerleri yoktu. Onları da kurban edecektim. Yeni kurulan bir düzen her daim kurbanlar isterdi.

Ztin'in Venira'yı küçümsemesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Chae Venira hakkındaki düşüncelerinde haklı mı?

Chae, Lussamus sınırındaki yaşanan büyü olayındaki büyücüyü çözecek mi? Gerçeği kendisine saklaması doğru muydu?

Chaezan ve Büyücüler buluşması için düşünceniz nedir?

Chae'nin Fırtına'nın Kızı'nı öldürmesi nasıl bir etki olacaktır? Kül'ün Oğlu'nun akıbeti ne olacaktır?

Gelecek bölüm Paiman olacaktır. Sevgilerle!



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top