1.35 Büyük Günah❈

Herkese Merhaba! Bölümü okuyanlar en azından kendilerini belli etmek amacıyla oy verebilir mi? Ayrıca yorum görürsem çok mutlu olurum. Lütfen varlığınızı belli edin, gösterin!

●EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA BENİ TAKİP EDİN! BÖLÜM DUYURUSU YAPIYORUM!

Yayın Tarihi: 01.03.2021 (00:04)

Bölüm Şarkısı: Billie Eilish - everything i wanted

İyi Okumalar!

Lussamus Krallığı - Omae

Abrek

Tamerin alnıma masaj yaparken gözlerimi kapatmıştım. Başım ağrıyordu, amcamla tartışmıştım. Ablam Venira'nın Ztin Prensi ile evlenmesini istiyordu, bunun için ablama baskı yapmamı söylemişti. Ablam karar verecek, ben karışamam dedikçe delirmişti. Ablam bir koyun değildi. Evet, arada ona bu tehditleri savuruyordum ama onu seviyordum. Şu an aramız kötü olsa bile onu korumaktan ve sevmekten vazgeçmeyecektim. Yaptığı yanılışa rağmen o benim ablamdı. Büyük ablamdan bile daha yakındı. Beraber büyümüştük, birbirimizi korumaya çalışmıştık. Reme'deki küçük evimizde korkmamak adına çeşit çeşit oyunlar uydurmuştuk. O zamandan bugüne kadar ona olan sevgimden hiçbir şey değişmemişti.

Lavanta kokusu beni rahatlatmıştı. Aslında şu an baya iyiydim. Tamerin benimle çok güzel ilgileniyordu. Aramızın bu kadar iyi olacağını ben bile tahmin edemiyordum. Her şeyin ortaya çıkmasından dolayı olabilirdi. Aramızda hiçbir şey saklı değildi, bu iyi bir şeydi ama Tamerin'e fazlasıyla güvenmemem gerektiğini hissediyordum. Aklımda sürekli başka birisini bulursa beni aldatır mı düşüncesi vardı. Bu şüpheyi bastıramıyordum. Kaveh benden asla iyi değildi, olamazdı ama Tamerin onunla bir şeyler yaşamıştı. Kaveh yoktu, geri dönse Tamerin'in ona bakmasına asla izin vermezdim. Fakat ya başka birisi olursa şüphesi vardı. Bu şüphe zaman içinde ölürdü, bunu istiyordum. Tamerin'in bana olan davranışlarını gördükçe öleceğine inanıyordum. İnanılmazdı! Reme'deki Tamerin ile Omae'deki Tamerin arasında fark vardı. Bir keresinde benimle ilgileniyordu, ablalarımdan bile daha çok düşüncelerime önem veriyordu. Kendince öneriler sunuyor, benim düşüncelerime katkı sağlıyordu. Ayrıca harika bir sevgiliydi. Geceleri vakit geçirirken hayallerimden fazlasını yaşadığımı hissediyordum.

"İyi misin, hayatım?" dedi. Gözlerimi açtım, kara gözlerini gördüm. Derin bakışları bana bakarken gülümsedim.

"Ellerinin şifası beni rahatlattı." diye mırıldandı.

"Bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Çalıştığı evdeki efendisine lavanta yağı ile sık sık masaj yapardı. Bana da öğretti, ileride işine yarar demişti."

"Her gün bunu yapmanı isteyebilirim."

"Sen iste, birçok şey yaparım." dedi.Sonra eğilmiş, öpmüştü."Seni mutlu etmeyi seviyorum, Abrek."

"Ben de seni mutlu etmeyi seviyorum. Hayallerimden fazlasını yaşıyoruz. Harika bir kadınsın."

"Her şey bizim için."

"Ablam Venira nasıl? Şu asker bozuntusunun ihaneti karşısında çok sarsıldı. Böyle olmasını beklemiyordum." dedim. Tamerin sayesinde ablamın paralı askerimiz olan Zictar ile aşk yaşadığını öğrenmiştim. İlk başta kızmıştım, bunu saklamasından hoşlanmamıştım. Tamerin beni sakinleştirmişti, bu meseleyi çözeceğini söylemişti. Nasıl olduğunu sorduğumda ise bana Zictar'ın amcamın casusu olduğunu öğrendiğini, Venira'nın da öğrenmesini sağlayacağını demişti. Benden karışmamı istememişti, ben de dediğine uymuştum.

"İtiraf etmeliyim, ben de beklemiyordum ama sevmiş. İnsan sevince ihaneti kaldıramıyor, bu çok normal. Şimdi de Prens Dahou ile evleneceğini söylüyordu, bu kararını daha açıklamadı. Kendisini toparlarsa iletecekmiş."

Derin bir nefes aldım. Duygusal kararlar alıyordu, farkında değildi."Ablam kendinde değil. Düştüğü duygusal boşluktan dolayı bu kararı alıyor. Kendisi en başta karşı çıkıyor iken şimdi bu kararı almak hiç doğru değil."

"Ablanı uyar o zaman." dedi. Tamerin'in kucağından kalktım, ona baktım. Sakin duruyordu."Niye öyle bakıyorsun?"

"Ablamı düşünmen garip geldi. Tamerin, o seni öldürmek istedi. Kara büyü yüzünden az kalsın ölüyordun. En korkunç ölümü senin için dilemiş iken onu savunman garip."

"Garip değil, aşkım. Ben ablan değilim, ablan gibi düşünemem. Yanlışa yanlış denilmesi gerektiğine inanıyorum."

"Böyle olmanı seviyorum. Ablamın sana yaptıklarına karşılık vermiyorsun, üstelik onun iyiliğini düşünüyorsun. Zictar pisliğinden onu kurtardın, Ztin Prensi ile evlenmemesi gerektiğini söylüyorsun. Keşke ablam senin içindeki aydınlığı görse."

Elini yanağıma koydu, avucunun içini öptüm."O beni bir karanlık olarak görüyor ama şunu unutuyor. Aydınlık her daim iyilik getirmez, kötülüğe de neden olabilir. Karanlık da her daim kötülük getirmez, iyiliğe neden olabilir. Önemli olan karanlık veya aydınlık olmak değil. Bu yüzden bana karanlık demesini umursamıyorum."

"Sen benim kalbimin aydınlık tarafısın. Başkalarının sana ne dediğini umursamıyorum." dedim. Onu kendime çekmiş, dudaklarına yönelmiştim. Ona doyamadığım bir gerçekti. Hayatımı mükemmelleştiriyordu.

Boynuna yönelmiştim, öpücüklerimle onu delirtmek istiyordum. Elbisesini çıkaracaktım ama beni durdurmuştu. Yüzümü ellerinin arasına almıştı. Gülümseyerek beni bir kez daha öptü."Bence şu an zamanı değil. Ablanın yanında olman gerekmez mi? Onunla konuşman lazım, Abrek. Nesenni onu anlamıyor."

"Tamerin, bunu şu an yapmak zorunda mıyım?"

"Evet, zorundasın. Nesenni'nin Venira'yı bunaltmasını istemeyiz değil mi?" diye mırıldandı. Yanağımı öptü."Bence Venira'nın senin desteğine ihtiyacı var."

"Benim ise sana ihtiyacım var. Ah Tamerin. Beni deli ediyorsun. Aklımı kaybetmeme neden oluyorsun."

Cilveli bakışları üstümdeydi."Sevgilim, hayattan soyutlanamayız. Evet, aşk güzel bir şey ama hayat bizi bekliyor. Üstelik geceler var."

"Geceler olmasa ne yapardık, bilmiyordum. Neyse ablamla konuşacağım. Onu toparlayacak tek kişi, dediğin gibi benim. Nesenni ablama bırakılırsa çöküşü hızlı olur."

"Doğru söylüyorsun." dedi. Yataktan kalktım, ceketimi koltuğumun üstünden aldım. Odadan çıkmıştım.

Ablamın odası yakındı, koridorun en sonundaki odadaydı. Kapısına yavaşça vurdum. Gel sesiyle içeri girdim. Ablam yatağında oturur haldeydi. Sarı saçları açıktı, basit bir elbise giymişti. Abrek diye fısıldadı. Mutsuz gözükmesi beni üzmüştü. Aramızdaki soğukluğu şu hali eritmişti. Şu an onun bana ihtiyacı vardı. Benim desteğime, sevgime ihtiyaç duyuyordu. Çocuk iken ara ara ölen abilerimizi anlattığı zamanlarda hep onlar gibi olmak isterdim. Ölen abilierimiz gibi olursam ablamın beni daha çok seveceğini düşünürdüm. Zaman içinde anladım ki, benim onlar gibi olmama gerek yoktu. Ablam beni Abrek olduğum için seviyordu zaten, neden ölen insanları taklit edeyim ki? Beni ben olduğum için kabulleniyordu.

Yanına oturduğumda bana olan bakışları yorgun ve kırgındı."Böyle olmak sana hiç yakışmıyor, abla." dedim.

Ablam "En ufak şeyin beni darmadağın etmemesi gerekirdi, haklısın ama elimde değil. Güvendiğim insanlar tarafından ihanete uğramak benim canımı acıttı. Bu da yetmezmiş gibi en nefret ettiğim insanın önünde beni küçük düşürdü."

"Tamerin senin iyiliğini düşündü, farkında mısın? Seni Zictar denilen serseriden kurtardı. O sana yardımcı olmamış olsaydı bunu öğrenemeyecektin."

Yaşları yanaklarından süzülmeye başlamıştı. İçten içe Tamerin'e kızıyordu. Onu tebrik ediyordum, Tamerin'e takacak başka bir şey bulmuştu."Zictar'ı nasıl çözemedim, nasıl ona âşık oldum diye kendime çok kızıyorum. Bizden öğrendiklerini hep Azamet'e satmış. Ona nasıl inandım, nasıl bu kadar saf olabildim, Abrek?"

"Çünkü onu sevdin. Koşulsuzca bağlandın ve güvendin. Seni kendisine âşık edince güveni sağlamış olmuş."

"Aptalım ben. Kolay kolay güvenmeyen ben söz konusu aşk olunca kocaman bir aptal oluyorum. Üstelik o adamla evlilik hayalleri kuruyorum."

"Kendine kızma, lütfen. Sen suçlu değilsin." dedim. Kafasını iki yana sallamıştı.

"Ben suçluyum, kardeşim. Asla âşık olmamalıydım, asla birini sevmemeliydim. Aşk denilen şeyin beni nasıl aptallaştırdığını gördük."

"Kötü bir olay yaşadın diye neden aşka küsüyorsun? Aşkın neden aptallık olduğuna inanıyorsun? Aşk, en güzel duygulardan birisi. Aşka küserek hayatını grileştiremezsin. Aşkın varlığı sayesinde hayatına renkler gelir."

"Böyle süslü düşünmüyorum. Aşkın bana yaramadığını gördük, saf birisine dönüşmek yerine âşık olmam daha iyi."

"Bu yüzden mi Prens Dahou ile acele bir şekilde evlenmeye karar veriyorsun? Tamerin söyledi."

"Kendimi birkaç gündür toparlayamadım. Bir anda dağıldım, insanların içine çıkacak gücü kendimde bulamıyorum. Bu halden kurtulursam söyleyeceğim."

"Neden yapacaksın bunu? Ani bir karar alıyorsun, mantığınla aldığın bir karar değil üstelik."

"Çünkü bir daha âşık olmayacağımı düşünüyorum. Zictar'dan sonra çok zor geliyor. Birine güvenmek, ona inanmak, kalbimi açmak. Yorucu, yıkıcı ve zor. Bunu yapmak yerine mantığıma uyan, çıkarlarımla örtüşen birisiyle evlenirim. Ayrıca zaten sen de beni sevmiyorsun artık, seni de kırdım. Burada fazlalılığım." dedi. Bunu dedikten sonra hıçkırıklıklara boğulmuştu. Kendimi kötü hissetmiştim. Bu büyü meselesinden dolayı çok kızmıştım, çok çatışmıştık ama hiç böyle düşündüğünü göstermemişti. Gerçi ablam hep içine atan birisiydi. Söyledikleri çok gözükse bile içinde yaşadıkları farklıydı. Şimdi bunun patlamasını görüyordum.

Ona sarıldım, hıçkırıkları azalmıştı."Asla fazlalık değilsin, abla. Benim sana ihtiyacım var iken nasıl gitmeyi düşünebilirsin? Beni bırakma."

Bana bakarken mavi gözleri şaşkındı."Şaka mı yapıyorsun?"

"Neden şaka yapayım? Sana ihtiyacım var. Sen benim için gerçek bir ablasın. Nesenni ablam benim için bir anne ise sen ablasın. Her daim yanımda olan, beni seven ve koruyan. Yeri geldiğinde en yakınımsın. Şimdi bir aptal yüzünden Ztin'e gidiyor olmanı nasıl kabulleneyim?"

"Abrek, beni kandırmıyorsun değil mi? Son olaydan beri aramız hiç iyi değil."

"Kötü şeyler yaşadık, sindirilmesi zor şeyler ama biz kardeşiz. Birbirimizden kopmamız mümkün mü? Değil. Lütfen, Prens Dahou ile evlenmeyi düşünme."

"Beni hep yanında istiyorsun, değil mi? Kandırmıyorsun."

Yaşlarını sildim, gülümsedim."Kandırmıyorum. Dediğim gibi seni seviyorum, abla. Sen olmadan Lussamus'u yönetmeyi düşünemem."

"Ablama göre Dahou ile evlenmem sana güç kazandırırmış, buna rağmen mi istemiyorsun?"

"Evet, istemiyorum. Benim aklımda başka bir plan var üstelik. Sizin düşündüğünüz şekilde olmayacak. Daha kısa ve daha hızlı bir yöntemle kral olacağım. Vakit kaybetmeye tahammülüm yok."

"Beni korkutuyorsun."

"Korkmana gerek yok. Tek bir hamlede her şey çözülmüş olacak. Şimdi beni geçelim, sen Dahou ile evlenmekten vazgeçtin mi?"

"Evet, vazgeçtim. Eğer benimle konuşmasaydın asla vazgeçmezdim ama senin sözlerin, varlığın çok iyi geldi. Sen çok iyi bir kardeşsin. Abilerimiz gibi destekleyicisin."

"Abilerimize benzettin."

"Abilerimize benziyorsun. Ne zaman düşsem beni ayağa kaldırırlardı. Şimdi sen bunu yapıyorsun. Onlarla ortak yanın var."

"Bunu senden duymak beni çok mutlu etti." dedim. Bir kez daha sarıldım. O da bana sarılırken onu yokluğunun korkunçluğunu düşünmüştüm. Ne kadar kötü olurdu. O olmadan eksik kalırdım. Yanımda olmasını istiyordum. Keşke değer verdiğim diğer insanla iyi anlaşabilseydi. Belki zamanla olurdu. Tamerin ve ablamın anlaşması, imkansız bir hayal olamazdı.

Akşam yemeğinde ablamın yokluğunu açıklayan bu sefer ben olmuştum. Başının ağrıdığını, katılamadığı için özür dilediğini söylemiştim. Büyük ablam gibi olayı abartma ihtiyacı duymamıştım. O, Dahou'nun dikkatini çekebilmek adına yapıyordu. Çok hırslıydı. Gücü elde edebilmek adına elinden geleni yapıyordu. Rahatsız ediciydi. Ona göre kral olmamın planı basitti. Bir isyan çıkaracaktım, savaşacaktım. Fakat bunun bir hata olduğu açıktı. Bile bile Azamet'in beni öldürmesine izin vermekti. Kendi planıma bu yüzden daha çok güveniyordum. Her şey hızlı olacaktı. Askerleri sadece şehrin kontrolünü sağlamak amacıyla kullanacaktım. Senato içindeki aptal budalalarla da anlaşacağıma inanıyordum. Budala sürüsü kendi koltuklarını korumak için her şeyi yapardı. Amcamdan memnun olmadıklarını biliyordum. Bu yüzden benim teklifime yanaşacaklardı, başka şansları yoktu.

Sabah ise her şey sakindi. Amcam bana senato içinde yer vermemişti. Beni tehlike olarak görüyordu. Yine de senatörlerle Drant aracılığı ile iletişim koruyordum. Bugün ise gizlice toplanacaktık. Tamerin de gelecekti. Senato güçlü bir kral istedikleri gibi güçlü bir kraliçe istiyorlardı. Haklılardı. Lussamus tarihinde Cupuerler öncesi dönemde bile güçlü kadın liderler olmuştu. Cumhuriyet döneminde başa geçen 5 farklı kadın lider vardı. Onların başarılarıyla insanlar gurur duyardı. Tabii sonradan toplum yozlaşmıştı, tek başına bir kadının başa geçmesi mümkün olamamıştı. Yine de kadının gücünün önemi biliniyordu. Atalarıma baktığım zaman Trusilla'nın hep Oztavin'i desteklediği söylenirdi. Oztavin'in akıl hocası diye anılıyordu. Onlardan sonra gelen Gemlas ve Atrapina'da ise varisi seçen kişi Kraliçe Atrapina olmuştu. Atrapina da Trusilla kadar etkili olmuş hatta varisi belirlemişti. Neran ve Stelian dönemi ise üzücü bir dönemdi. İşte bozulma bu zamanda başlamıştı. Babamın annesi hakkında söylenenler fazlaydı. Kocasını sevmediğini, iktidar düşkünü olduğunu anlatırlardı. Aslında iktidar düşkünü olduğu açıktı. Amcamı başa geçirmesi bunu gösteriyordu. Dedemin tercihi babam olurken aniden ölmesi amcamın başa geçmesini sağlamıştı. Ah, Stelian korkunç bir kadındı.

Amcamın iki farklı kraliçesi olmuştu. İlk kraliçesi ve oğlunun annesi Vipsane idi.Kraliçe Vipsane'yi insanlar severdi. Cömert ve güçlü bir kraliçeydi. Aynı zamanda amcamı iyi yapan tek şeyin o olduğu anlatılırdı. Kraliçe Vipsane, Ana Kraliçe Stelian ile güç yarışına girmişti. Ne yazık ki Ana Kraliçe Stelian kazanmıştı, gelininin ölümüne neden olmuştu. O günden sonra amcamın değiştiğini, daha sert bir hale geldiğini derlerdi. Bu hayata karşı gülümsemek için nedeni kalmamıştı. Annesini cezalandırmıştı, onu adaya sürmüştü. Tahtında güçlü kalabilmek adına da Elinda ile evlenmişti. Elinda, Kraliçe Vipsane kadar yönetimde etkili değildi. İstemeyerek evlenmişti. Duyduklarıma göre amcam onun yönetime karışmasını istemiyordu, tek vazifesi oğlunun yedeğini doğurmaktı. Elinda ise amcama olan tepkisinden hamile kalmıyordu.

Bizim güçlü olmamız gerekliydi. Oztavin ve Trusilla gibi olmalıydık. Lussamus güçlü insanları severdi, güçlü insanları başta tutardı.Biz güçlü olmazsak bizim yerimize geçecek başkalarını bulurlardı. Bundan yana hiç şüphem yoktu. Yedeğimin olmasını istemiyordum. Benim yerime seçilecek birisi olmamalıydı. Bu düşünce aşırı derece rahatsız ediciydi. Evet, kendi çocuklarım olacaktı ama onları öyle yetiştirecektim ki başkaları tarafından bana kışkırtılmayacaktı.

Hayatım ben hazırım sesini duyunca arkamı döndüm. Tamerin oldukça hoş gözüküyordu. Beyaz gömleğinin kol kısmı tüldü. Uzun eteği yırtmaçlıydı ve koyu kırmızıydı. Belindeki kemeri kalındı. Eteğinden açık renkte bir kırmızı seçmişti. Siyah saçları örülmüştü ve kulağındaki inci küpeler belli oluyordu. Gözlerinde çok hafif makyaj vardı. İşte benim kraliçem diye mırıldandım. Onu kraliçe olarak düşünmek bile beni heyecanlandırıyordu.

"Çok güzel olmuşsun, Tamerin. Bu güzelliğini görünce seni herkesten saklamak istiyorum." dedim.

Kaşlarını hafifçe çatmıştı."Abrek, böyle deme. Ben abarttığın gibi birisi değilim." dedi. Yüzüne düşen bir tutam saçı düzeltmiştim.

"Sen abartılmayı hakkediyorsun. İsminin anlamı gibisin. Yüceltmiş."

"Beni hep sev, Abrek. Senden başka bir şey istemiyorum. Bu sevgin ikimizin de hayatının merkezinde olsun."

"Sen de beni sevecek misin?" diye fısıldadım. Yanağını elimle okşarken gözlerini kapadı, hafifçe başını salladı."

"Evet, seveceğim. Benim yolum, seninle."

"Bunu artık kabullendiğin için mutluyum. Birbirimizi anladığımız sürece hiçbir sorunumuz olmayacak."

"Hadi, artık gidelim. Geç kalmak istemiyorum." dedi. Beraber odadan çıkmıştık.

At arabası bizi bekliyordu. Arabaya binmiştik, saraydan ayrılmıştık. Saraydan ayrılmamızda sorun yoktu, Tamerin bunu halletmişti. Amcam azatlıklar mahallelerine yardım etmek istediğini iletmiş, amcamdan onay almıştı. Böylece saraydan dikkat çekmeden ayrılabilmiştik. Buluşma yeri surların arasında kalan azatlık mahallesindeki bir evdi. Küçük surun içinde kalan bir yerde buluşmak tehlikeli olurdu. Burası daha iyi olacaktı. İlk önce Tamerin'in dediği gibi azatlık mahallesinde kurulan yemek dağıtılan çadırda bulunmuştuk. Beni buraya o sürüklemişti. Küçük surun içindeki insanlara hiç benzemiyorlardı. Soluk renklerdeki kıyafetler, özensiz saçlar ve meraklı bakışlar. Buradaki insanları bu şekilde özetlerdim. Çadırdaki varlığımız onlarda merak uyandırmıştı. Tamerin onları umursamamış, yemekleri denetlemişti. Herkese bol bol dağıtılması konusunda emir vermişti. İnsanları önemsiyordu, bu hoştu ama insanların ona olan hayran bakışları hoş değildi. İnsanlar ona hayranlıkla bakıyordu. Bu beni rahatsız etmişti. Nasıl ona hayranlıkla bakabilirlerdi ki? Bunu sorgulamam gerekiyordu. Aslında iyi bir şeydi bu. Tamerin'i sevmeleri güzeldi ama beni daha fazla sevmeleri gerekmez miydi?

Buluşacağımız eve ilk önce biz gelmiştik. Tek katlı, taştan bir evdi. Soluk mavi kapıdan içeri girmiştik. Bu evi kim ayarladığını bilmiyordum ama güzel temizlenmişti. Tamerin ile en baştaki koltuğa oturmuştuk. Bizden sonra diğer soylular gelmişti. Drant onları davet etmişti, hepsi Omae içindeki önemli insanlardı. Onları yanımıza almamız gerekliydi. Soyluların varlığı Lussamus içinde önemliydi. İlk önce tek tek kendilerini tanıtmalarını, dertlerini dinlemiştim. Hepsi amcamdan zarar görmüştü ve devletin bu gidişatından memnun değildi. Çözüm ise bendim.

"Hepiniz amcamdan zarar görmüşsünüz. Hepinizin canını acıtmış ama ben başa geçtiğim zaman onun gibi olmayacağım, bunun sözünü veriyorum." dedim.

Drant "Prens Abrek, farklıdır. O, Prens Tyber'in oğlu. Onun kahramanlığını, zekasını taşıyor. Lussamus'un aradığı adil hükümdar, karşınızda."

"Yanımda olun ve yozlaşmış düzene dur diyelim. Amcamın neler yaptığı ortada. Halkımızdan ve sizlerden ağır vergiler alıyor, bunu kendisi için harcıyor. Halka yaptığı bir şey yok."

Kaldar homurdanmıştı. İri yarı, esmer bir adamdı."Azamet'in Lussamus'dan haberi bile yok. Ona kaç defa rapor olarak gönderdim, azatlık mahalleleri içindeki fakirliğin arttığını, insanların hırsızlığa yöneldiğini yazdım. Beni dinlemedi." dedi. Sonra bakışları Tamerin'e yönelmişti. Ona bakarken yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu."Prenses'e Drant sayesinde ulaşabildim. Kurdurulan yemek çadırları bu konuyu bir nebze çözdü."

Tamerin "İnsanlarını korumaktan aciz birisini kim hükümdar olarak ister? Kral Azamet, insanlarını koruyabilseydi her evdeki çocuk tok yatardı. Benim bir şey yaptığım yok, o insanların hislerini anlıyorum."

"Tamerin ile ortaklaşa bu yemek çadırlarının kurulmasını istedik, Kaldar." dedim. Tamerin bana bakarken yüzünde zoraki bir gülümseme oluşmuştu.

"Evet, Abrek ile olmasını kararlaştırdık. İnsanların karınları doymalı."

Drant "Azatlıkları kontrol edemezsek Lussamus içinde bir kaosa neden oluruz. Azamet ise sadece soyluları önemsiyor. Oysa bu ülke içinde köleler ve azatlıklar da var. Onların istekleri ise kendilerini anlayan birisi."

"Onların desteğini önemsiyorum, Drant. Onlarla zıtlaşmak istemiyorum. Köleler ve azatlıklar bizden yana olacak." dedim.

Tamerin "Gücümüzü neden soylulardan yana kullanalım? Lussamus içinde sadece dominiler ve dominalar yok. Böyle düşüncesi olan varsa şu an burayı terk etsin. Abrek ile beraber amacımız herkesin hükümdarı olabilmek. Lussamus'u ayakta tutan ve birleştiren güç olmak istiyoruz."

"Ülkemizin iyiliğini istiyoruz, buradaki herkes eminim bunu istiyordur."

Bengt "Bu nasıl olacak, Prens Abrek? Drant'a da sordum ama nasıl olacağına dair bir şey söylemedi. Bir isyan mı olacak?"

Ona gülümseyerek baktım. Aslında aradığım insan oydu. Kilit bir konumdaydı. Kendisi ordu içinde yetkili bir askerdi. Azamet'den memnun olmaması çok hoştu."Bir isyan olmayacak, Bengt. İsyan olursa sonum haksızca öldürülen babam gibi olur. Ben isyan etmeyeceğim, tek bir hamlede bunu çözeceğim. Senden ve bu odadaki diğerlerinden isteğim şehrin güvenliğini sağlamanız, saraydaki hakimiyetimi alırken ordunun benimle olmasıdır."

"Ordu her daim emrinizdedir, bundan hiç kuşku duymayın. Şehirde bir isyan çıkmayacak ise neden güvenliği sağlayalım?"

"Bir kargaşa çıkmasını istemiyorum. Bu bir isyan değil, adaletin yerini bulmasıdır. Ben bu şekilde tanımlıyorum. İsyan edecek olsaydım şu zamana kadar neden bekleyeyim?"

Drant "Prens'e güvenmeliyiz. O, bizim geleceğimiz. Onun dışında başka bir çözüm yok. Azamet'in oğlu da babası gibi olacaktır."

Bengt "Ah, o sersem çocuk! Azamet'in oğlu olduğunu kanıtlıyor. Huysuzun teki." dedi. Ela gözleri bana dönmüştü."Prens Abrek, bizim kurtuluşumuz olacak."

"O zaman dediğimi yapacaksınız."

"Şehir güvenliği sağlanacak, saraydaki hakimiyet sağlanacak. Peki saraydaki hakimeyet nasıl olacak?"

"Amcamın askerleri kontrol etmemesi lazım, askerlerin onun emirlerini dinlememesi gerekli. Savunmasızlığını istiyorum. En savunmasız anında devrilecek. Tabii ilk önce acınası olduğu daha da çok gözükmeli."

Kaldar "Prensim daha ne kadar gözükecek?"

"Rezil olasıya kadar, Kaldar. Basit bir son ona yakışmaz. İsyan etmek, basit bir son. Oysa ben kahraman olmak istiyorum. Bunun için Azamet'in gerçek hali gözükmeli. Ben ise kahraman olarak ortaya çıkmalıyım. İnsanların gözünde kutsallığım olması gerekir."

"Bu mutlaka olacaktır, Prens. Hiç kuşkunuz olmasın. Sizin dışınızda bir kurtarıcı yok. Siz bu toprakların beklediği hükümdarsınız."

"Bundan hiç şüphem yok, biliyor musun? Ben hükmetmek için doğdum. Hükmetmek, benim kanımın gücünde var." dedim. Tamerin'in elini tuttum. Başını kaldırmış, bana bakmıştı. Ona gülümsedikten sonra "Ben ve eşim, Lussamus'u hakkettiği şekilde yöneteceğiz. Üstelik Lussamus'u bizim neslimiz yönetecek." dedim.

Drant "Lussamus'u aydınlık bir gelecek bekliyor." dedi. Haklıydı, Lussamus'u aydınlık dolu bir gelecek bekliyordu.

Toplantıyı bitirmeden önce planımı üstü kapalı bir şekilde anlatmıştım. Sonra ise Tamerin'in fikri sayesinde kanlı sadakat yemini ettirmiştik. Burada olan herkes parmaklarını kesmişler, kanlarını kağıda bastırarak sadakat yemini etmişlerdi. Eğer ihanet ederlerse bu kağıdı kullanarak onları cezalandıracaktık. Saraya dönmeden önce başka bir yere gitmem gerekliydi. Benimle Drant da gelecekti. Tamerin'in gelmesine gerek yoktu. Bunu dediğim zaman şaşkınca bakmıştı. Drant'a baktıktan sonra bana bakarak "Ben de sizinle gelebilirim, sevgilim. Neden gelmemi istemiyorsun?" dedi.

"Çünkü senin şimdilik bunu görmeni istemiyorum. Sonra anlatacağım, için rahat olsun." dedim.

"Ayrı ayrı dönmemiz göze batabilir."

Drant "Haklı, Abrek. Saraya tek dönmemeli."

"O zaman neden şu Esthere'yi ziyaret etmiyorsun? Onunla konuş, vakit geçir. Arkadaşlarınla olmak sana iyi gelecektir."

Tamerin "Nereye gidiyorsanız ben de gelebilirim. Ben senin kraliçen olmayacak mıyım? Neden benden bir şeyleri saklıyorsun?"

"Senden bir şey saklamıyorum, sadece zamanı gelince öğrenmeni istiyorum aşkım. Her yere beraber gideceğiz diye bir kural yok."

"Birbirimize açık olacağımızı düşünüyordum."

"Açığız, sevgilim, neden açık olmayalım? Sadece seni korumak istiyorum, anlıyor musun? Sana zarar gelmesini istemiyorum." dedim. Onu kendime çekmiştim. Drant'ın varlığı umurumda değildi. Tamerin'in koyu, güzel gözlerine bakarak ona hapsolmak istiyordum."Senin için ölürüm, bunu biliyorsun. Sana bir şey olmasın istiyorum."

"Tek başına olmak zorunda değilsin. Ben her daim seni desteklemeye hazırım."

"Bunun farkındayım. Hiç endişelenme." dedim. Yanağını öptükten sonra Tamerin'e baktım. İkna olmuştu.

İlk önce onu Esthere'ye bırakmıştık. Hoş, Esthere ile arkadaş olmasından hoşlanmıyordum ama Tamerin'i kısıtlamak istemiyordum. Esthere ile görüşmesini engellersem bana zıtlaşırdı, buna çok müsaitti. Evet, aramız harikaydı. Hep hayal ettiğim gibiydi ama kırılganlık vardı. Her an bozulacak gibi hissediyordum. Bozulmaması ikimizin elindeydi. Bunun farkındaydım. Ah, benim güzel Tamerin'im. Seni öyle çok seviyorum ki aramızın bozulmasına izin vermeyecektim. Bu ilişkiyi koruyan ben olacaktım. İlişkimizi korumak sana kalmış olsaydı beni aldatmazdın. Aldatılmayı hakketmemiştim.

Esthere sonrası Cacande'nin evine gelmiştik. Azatlık mahallesinde kalıyordu, bundan şikayetçi değildi. Bu kara büyü olaylarında onun da işi vardı ama geride kalmasına karar verdiğim için Cacande'nin yaptıklarını görmezlikten gelecektim. Kapısını çaldığımızda açmıştı. Kızıl saçlı büyücü, kırmızı ipek elbisesiyle bizi karşılamıştı. Beyaz tenine bu renk yakışmıştı. İçeri girdiğimizde Drant gergindi. Ona geldiğimizden beri geriliyordu, büyücülerden hoşlanmıyordu. Fakat planımı iyi bulduğu için katlanıyordu. Çok komikti. Reme'de vali iken büyücüleri yaktırırdı. Şimdi ise büyük planımızda büyücülerden yardım almamız ilginç geliyordu. Çaresizlik insana her şeyi yaptırıyordu.

Kumaşlar serili divana oturmuştuk. Cacande ise bize şerbet ikram etmişti. Hiçbir çekincem olmadan limon şerbetini almış, yudumlamıştım. Drant ise benden sonra içmişti. Cacande'ye olan güvensizliği çok açıktı. Gerçi kızıl büyücü bunu umursamıyordu. Elindeki küçük şişeyi Drant'a vermişti. Verdikten sonra tekli sandalyeye geçmişti, bacak bacak üstüne atmıştı. Cacande "Şişedeki sıvıyı dikkatli kullanın. Fazlası öldürür."

"Dikkatli kullanıyoruz, bu konuda şüphen olmasın." dedim.

"Etkilerini görmeye başladınız mı? Bu sıvı sayesinde akıl sağlığını daha çabuk kaybecek, delirecek."

Drant "Çevremdeki insanlardan duyduklarıma göre daha kuşkucu olmuş. Paranoyaları arttı deniliyor."

"Bu da olabilir. Delirmenin birçok yolu var."

"Sana işe yarayacak demiştim, Cacande. Amcam zaten bir deliydi." dedim. Bu işe ilk başladığımızda Cacande bana akıl sağlığının bozulmamış olan birisine yapılamayacağını söylemişti ama ben ona ısrarlı amcamın aklının yerinde olmadığını söylemiştim. Haklı çıkan ben olmuştum.

"Bunu beklemiyordum, biliyor musun? Dışarıdan bakınca amcan çok soğuk birisi gibi geliyordu ama hala aklı yerinde olan birisi. Fakat şu an onun içinin çürümüş olduğunu görüyoruz."

"Beter olsun! İçindeki deliliği dışarı yansıtsın, o çürümüşlüğü görelim."

Drant "Bu şişeyi mutfakta elemanıma ileteceğim, o gerisini halledecektir. Benim anlamadığım bu kadar nasıl hızla etki edebilir?"

Cacande "Domini Drant, ben güçlü bir büyücüyüm. Eski rahibe olduğum için büyülerim bir tık daha etkilidir. Zaten bu bir büyü değil, ilaç."

"Senin gibilerinden korkulur. Tavigan nasıl seni yakalamadı?"

"Kaçmayı başardım. Chaezan ve askerlerine teslim mi olsaydım? Yakılsaydım çok hoşuna giderdi, eminim."

"Bu bir suç. Ah, Tanrılar bizi affetsin." dedi. Yukarı bakarken sessizce bir dua mırıldanmıştı.

"Drant, çok korkaksın. Biz kutsal bir savaş veriyoruz. Bu yolda her şeyi yapmalıyız. Büyü yapmak suç diyorsun ama babamın ölümünü unutuyorsun. Bu da bir suçtu ve amcam asla umursamadı. Sen de umursama." dedim.

Cacande "Prens haklı. Yaratıcılar adına insanlar o kadar çok karar veriyor ki iyilik ve kötülük karıştı. Domini Drant, rahatlayın. Yaratıcıların arzusu bu. Büyü kullanmanızı istemeseydi yolunuz benim yanıma düşmezdi."

"Cacande doğru söylüyor. Yaratıcılar bunu istiyor, rahatla. Kötü bir şey yapmıyoruz."

"Bu hayatta en büyük suç, büyü yapmak değildir. Büyü yapmak neden büyük bir günah oldu biliyor musunuz? Tavigan yönetimi kontrol edemediği için günah ilan edildi." dedi. Drant'ı süzdükten sonra gülümsedi."Madem büyük bir günah neden yüce yaratıcılarımız büyü gücünü taşıyan insanları aramıza katıyor? Bir sınav demeyin, çok bilindik bir cevap olur. Bana göre gerçek dinin kurallarını kimse bilmiyor. Şu anki kuralları hep insanlar oluşturdu. İnsanlar yeri geldiğinde dinlerin bile kurallarını değiştirir. Yaratıcılar aramızda değil, buna karışmıyorlar. Karışırlarsa mevcut düzeni bozarlar."

Drant "Bu açıdan bakmadığımı itiraf etmem gerekli. Eski bir rahibe olmanıza rağmen dini bu şekilde sorguluyor olmanız da şaşırtıcı."

"Rahibe olmam, dini sorgulamayacağım anlamına gelmez ki! Aksine bizler daha da çok sorgulamamız gerekli, böylece insanları yönlendirelim."

"Bir gün Tavigan'a geri dönebilir misin? Belki affedilirsin, nereye kadar kaçak yaşayacaksın?" dedim.

Cacande bakışlarını benden kaçırmıştı, ellerine bakıyordu."Yaşayabildiğim noktaya kadar yaşayacağım, Prens Abrek. Elbet bir gün Tavigan'a dönmüş olacağım, benim gerçek yerim orası."

"Rahibe Chaezan'a rağmen dönebileceğim diyorsan aptalsın demektir. Rahibe'nin Tavigan içindeki konumu güçlü diye duydum. Baş Rahibe'den sonra başa geçecek kişi o deniliyor."

Drant "Chaezan umarım bize sorun olmaz."

"O kendi ülkesinin sınırlarını bilecek, ben de kendi ülkemin sınırlarını. Sınırlarından aşıp bize karışmaya kalkışamaz."

Cacande "Lussamus ve Tavigan arasındaki ilişkileri bozamazsınız, Prens. Tavigan, din anlamında sizden üstün bir ülke. Oradan gelen talimatları kabul etmek zorundasınız."

"Bilemiyorum. Hadlerini aşarlarsa kabul edeceğimi sanmıyorum. Gerçi gelecek için konuşmak, erken. Belki de Rahibe Chaezan ile iyi anlaşacağım. Belli olmaz." dedim.

Cacande'nin evinden ayrılmıştık. Tamerin'i Esthere'den aldıktan sonra saraya dönmüştük. Yorulmuştum. Büyük oyunlar oynadığımın farkındaydım. Amcamı ilaçlarla delirtiyordum, bir isyan yerine başka şeyler planlıyordum. Kimseyle paylaşmıyordum. Bir şeyi ne kadar çok kişi bilirse bozulması o kadar hızlı oluyordu. Ablalarıma demiş olsaydım çok başımı ağrıtırlardı. Tamerin'e ise sakin kalabilmesi adına söylemiyordum. Belki ablalarımdan önce ona açıklardım. Bana şunu yap, bunu yap demezdi. Hatta beni överdi. Tamerin'in beni övmesi aşırı derece hoşuma gidiyordu. Doğruluğumu ispatlıyordu.

Akşam yemeğine kadar dinlenmiştim. Tamerin yanımda kitap okurken onu izlemiştim. Sık sık kendimi geliştirmem lazım diyordu. Ona hak veriyordum. Benim yanımda eksik kalmamalıydı. Bu yüzden ara ara onunla Omaeli bilginlerle konuşacağımız sohbetler düzenleyecektim. Ztin heyeti gittiği zaman yapmaya başlardım. Amcamın bunu ciddiye alacağını sanmıyordum. Bizim örnek alacağımız çift belliydi. Oztavin ve eşi Trusilla. Ben Oztavin gibi güçlü olacaktım, Tamerin ise Trusilla gibi beni destekleyecekti. Bizim soyumuz bu toprakları yönetecekti. Başka bir şey mümkün değildi. Biz yönetime geçtikten sonra ablalarım da kendi hayatlarına odaklanırlardı. Büyük ablam, sarayda kalırdı ama bana karışmasına asla izin vermezdim. Küçük ablamı ise özgür bırakırdım. Yanımda olurdu veya gezerdi. Kendisi bilirdi. En azından hatalı bir evlilik yapmamış olurdu. Onun mutsuz olmasını istemiyordum. Prens Dahou ile evlenseydi, mutsuz olacaktı. O sert görüntüsünün altında yumuşak bir kalbi vardı. Yapacağı evlilikte mutlaka aşk arayacaktı ve Dahou ablama aradığı aşkı vermeyecekti.

Yemeğe ise en erken biz gelmiştik. Bizden sonra masa kalabalıklaşmıştı. Ablam Venira'yı da görmüştüm. Yorgun gözlerine rağmen kendini biraz olsun toparlamışa benziyordu. Masadakilerle sohbet ediyordu, yapılan şakalara gülüyordu. Evlilikle ilgili konuya ise bir şey dememişti. Dahou da bu konuyu açmıyordu, kız kardeşinin açmasına da izin vermiyordu. İlginçlerdi. Ztin bana göre Lussamus'dan daha da karışıktı ama bunu yansıtmayacak kadar zeki insanlardı.

Amcam "Abrek, seni tebrik etmem gerekli. Kendine yakışan eşi seçmişsin. Azatlıkları anlayabilen birinin olması çok iyi oldu. Sayesinde bugün azatlıklardan gelen açlık sorunu konusundaki şikayet mektupları azdı."

"Tamerin oldukça yetenekli bir kızdır, amca. O, her şeyi yapabilir." dedim. Şarabımı yudumladıktan sonra Tamerin ile göz göze geldim. Bu yemek çadırlarını o önermişti ama benim de katkım vardı. Bu neden görülmüyordu? Neden sadece Tamerin övgüleri alıyordu? Ah, Tamerin'i kıskanmıyordum sadece yapılan yanlışı sorguluyordum. Tamerin'in yönetme ve insanları anlama konusunda becerisi beni geçemezdi."Bu fikri bana ilk açtığında çok heyecanlandım. Hemen olması gerektiğine inandım."

Tamerin "Abrek'in de katkısı fazlasıyla vardı. Ortada bir başarı varsa Abrek'i unutmamak gerektiğine inanıyorum, efendim."

Amcam "Ah, Tamerin. Sen söylemeseydin Abrek'in aklına gelir miydi?"

"Elbette gelirdi. Eşim sizin düşündüğünüz gibi cahil birisi değil. İnsanların kalplerine dokunuyor, onların isteklerini anlıyor."

"Hayatım, amcam Reme'de kaldığım süre boyunca kendimi yetiştiremediğimi düşünüyor olmalı ama böyle bir şey olduğu yok. Omae'de alacağım eğitimden daha iyi bir eğitim aldığıma inanıyorum. Gerçek Lussamus'u gördüm." dedim. Etimi kestikten sonra ağzıma atmıştım. Amcamın niyeti basitti. Tamerin ile aramı bozmak istiyordu. Onu benden üstün göstermeyi hedefliyordu ama başaramayacaktı. Bu masada en üstün olan kişi, bendim.

"Ben bir şeyler düşünüyorsam ve başarılı oluyorsa bunda Abrek'in katkısı çok büyüktür. Lütfen, benim yaptığım işleri görür iken Abrek'i de görün."

Gülümseyerek "Bir iş oluyorsa ikimiz ortaklaşa yapıyoruz. Oztavin ve Trusilla çifti gibi." dedim.

Nesenni Ablam "Tamerin bir kez daha anlamıştır, çok şanslı olduğunu. Onun düşüncelerine kıymet veren bir eşi var."

Dahou "Bunun bu kadar abartılacak bir yanı var mı?" dedi. Herkes ona bakarken rahattı. Kadehini yudumlamıştı."Abartılmaması gerekli. Sanırım ülkelerin farklıl olması bunda etkili."

Amcam "Venira için sevineceğim, Lussamus kadınlarından farklı olacak. Ztin içinde hep düşünceleri değer görecek." dedi. Dahou ve ablama bakarak bir onay bekliyordu. Dahou ablama bakarken o bakışlarını tabağından çekmiş, amcama bakmıştı.

Venira Ablam "Böyle bir sevinciniz olmayacak, amca. Prens ile konuştuk fakat kendisi bir türlü açıklayamadı. Şimdi ise benden duymanız iyi olacaktır. Biz bu evliliği istemiyoruz."

"Bu kararı verebilecek konumda mısınız?"

"Prens'in babası, evlilik kararını Prens'e bırakmış. Doğru değil mi, Dahou?"

Dahou "Evet, bu evlilikte son karar benimdi. Prenses Venira, oldukça iyi ve yetenekli birisi. Gelecekteki eşi, onunla evleneceği için çok şanslı olacak. Ben ise onu hep iyi bir arkadaş olarak hatırlayacağım."

Amcam "Prens, siz olabilirsiniz. Ani bir karar almıyor musunuz?"

"Ani bir karar değil, Prenses ile konuştuk. Arkadaş olarak iyiyiz ama evliliği yürütebilecek tutku ve aşk aramızda yok. Zorlamayla ilişkiler yürümez."

Amcam ablama bakıyordu. Kaşları hafifçe çatılmış, dudakları incelmişti."Umarım prensesin kabalığı yüzünden değildir."

"Kabalık mı? Ah, hayır. Bu çok kötü bir itham. Prenses Venira, söylediğim gibi çok iyi ve yetenekli. Gelecekteki eşini mutlu edebilecek birisi ama biz uyumlu olamayız."

Amcam bir şey diyecek iken Venira ablam "Bence bu konunun kapanması gerekli. Misafirlerimize kabalık bize yakışmaz. Ztin Prensi ve ben kararımızı verdik, saygı duyulması iyi olacaktır." dedi.

"Saygı duyulması gerekilir zaten."

Amcam "Bir şey demiyorum. Ülkeler adına iyi olabilecek bir adımdı ama siz kendi geleceğinizi düşündünüz, saygı duymak dışında bir şey yapılamaz." dedi. Bakışları ablamda sinirliydi. Ablam ise onu umursamamıştı.

Yemeğin sonunda Prens Dahou onuruna av gezisi olacağı söylenmişti. Birkaç günlüğüne Omae'den ayrılacaktık. Av köşkünde olacaktık. Sadece erkekler olacaktı, Kraliçe Elinda sarayı kontrol edecekti. Buna en çok bozulan Prenses Sakurei olmuştu. Bizimle ava gelememek onu sinirlendirmişti. Birkaç gün av hazırlıkları olmuştu ardından saraydan ayrılmıştık. Amcam at arabasıyla gitmemde ısrar etmişti ama ben atla gidecektim. Beni insanlardan saklayamazdı. Gururla atımla gitmiştim ve Omae içinden geçerken amcam ile oğlundan daha çok ilgi görmüştüm. Bunun gücü bambaşkaydı. İnsanlar beni istiyordu. Bunu o da biliyordu. İstediği kadar saklamaya çalışsındı, gerçek değişmeyecekti. Ben bu toprakların seçilmiş ve gerçek hükümdarıydım. Zamanı gelince bu toprakları yönetecektim, karışamayacaktı. O ve zavallı oğlu ise unutulmaya mahkum olacaklardı. Kimse onları anmayacaktı. Benim gölgemde solup gideceklerdi.

Av alanına geldiğimizde ilk gün gruplar halinde ava çıkmıştık. Birde bunun yarışı olmuştu. Kazanan ise geyik vuran Prens Dahou olmuştu. Bugün ise ayrı ayrı çıkılmasına karar verilmişti. Çıkmak isteyen çıkacaktı, çıkmak istemeyen köşkte kalacaktı. Ben ise tek olacaktım. Benden önce çıkan amcamlara katılmadan, kendi küçük ekibimle avlanacaktım. Amcamların peşine takılsaydım huzursuz olurdum. Sürekli beni oğluyla yarıştıracaktı. Hedefim küçük hayvanlardı. Keklikler yeterli olurdu. Ekibimden uzaklaşmıştım. Vurduğum kekliğin peşine düşmüştüm. Onu almış, atımdaki heybeye koymuştum. Tyber sesini duyunca arkamı döndüm. Babamın adını seslenen kişiyi merak etmiştim ve amcamı gördüm. İri iri gözlerle bana bakıyor, üstüme geliyordu. Elinde arbaleti vardı ve bana doğru nişan aldı. Atışını yapmıştı, yana kaçsam bile sağ bacağımdan vurulup yere düşmüştüm. Ne yapıyordu bu adam?

Ellerimi yavaşça havaya kaldırıp "Amca, sakin ol! Ben Abrek'im." dedim.

Amcam "Lanet olası deli! Ölmedin mi? Karşımda nasıl olursun?" diye bağırdı. Bu çayırda kimsenin olmaması canımı sıkmıştı. Kahretsin! Neden insanlarımdan bu kadar çok uzaklaşmıştım ki? Bir keklik uğruna şu saçmalığa değer miydi?

"Ben Abrek'im, babam değilim."

"Seni öldürttüm ama karşımdasın. Peki ben de seni bir daha öldürtürüm. Bu sefer ben yaparım. Senden kurtulmam lazım."

"Kendine gel. Ben babam değilim."

Yavaş yavaş bana yaklaşıyordu. Gözleri bendeydi."Sen ölmelisin, Tyber. Yasak işlerle uğraşıyorsun. Büyük günahlar işlediniz. Sen ve karın yapılmaması gereken şeyleri yaptınız. Aptal kafam! Seni durduramadım."

"Ne yaptılar?" diye fısıldadım. Karşımdaki deli adamın saçmalıkları ilginç gelmişti.

"Ne mi yaptın? Masum çocukları pis işlerine bulaştırdın. Bundan daha büyük bir günah var mı? Saevthas'a gittikten sonra değiştin, abi." dedi. Dişlerini sıkıyordu, gözlerindeki dehşetin izi silinmiyordu."Lussamus kehanetiyle kafayı bozdun. Kendi neslinin bir şeyleri değiştireceğine inandın ama bu gerçek değil."

"Sen ne dediğinin farkında mısın? Çocuklar Lussamus'u değiştirecek." dedim. Onu daha fazla konuşturmam lazımdı. Babam gibi görüyorsa bir şeyler uydururdum.

"Lussamus'u nasıl değiştirecek, bu önemli. Eğer sen bir şeyler bozmasaydın her şey daha farklı olacaktı. O masumları pis işlerine bulaştırdın ve geç öğrendim. Zamanında öğrenseydim seni ve karını durdururdum."

"Hangi çocuklar ve ne yaptım?"

Arbaleti artık bana doğruydu, gözlerini kısmıştı."Bana söylemedin, Tyber ama ben doğru olanları öldürdüm. Şimdi sen öeleceksin. Tekrar tekrar seni öldüreceğim." dedi ve atış yapmıştı.Ok sağ omzuma saplanmıştı. Acı keskindi. Öğrendiklerim karşısında şaşkındım. Amcam delirmişti ama geçmişin karanlığında da kaybolmuştu.

"Ben bir şey yapmadım. Ben Abrek'im." dedim. Bu sefer Abrek olduğuma inanmıştı, elindeki arbaleti yana atmıştı ve yanıma gelmişti. Şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Panik ve dehşet yüzündeydi.

"Ah, ben ne yaptım? Tanrım, ben sana ne yaptım? Olamaz, bu şekilde olamaz."

Dişlerimi sıkarak "Hemen gidelim, hemen." dedim. Beni öldürmediği için kendimi şanslı mı saymalıydım? Ah, bunu hakketmiyordum.

Amcamın yardımıyla zar zor yürümüştüm. Askerlerini bulduktan sonra ise koca bir karanlıktı. İkimizde fazlasıyla ekipten uzaklaştığımız için askerleri zor bulmuştuk. Söylediği her şey zihnimde farklı sorulara neden olmuştu, bunları sorgular olmuştum. Babamın ve annemin büyük günahı neydi? Bunun bedelini neden abilerim ödemişti? Babamın karanlık bir yanı vardı, bu açıktı. Amcamın delirmesine neden olmuş bile olabilirdi. Annem ise babama yardım etmişti. Abilerim bu yüzden ölmüştü. Zavallı iki çocuk. Bir delinin yanılgısı onların hayatlarına neden olmuştu. Bunu hakketmemişlerdi. Ölüm nedenleri basit bir isyan değildi, babam ve annemdi. Büyük günahları onların sonu olmuştu. Kendimi belki de şanslı saymalıydım. Gerçi şu an bile ölümün kıyısından dönmüştüm. Amcam kendisini kaybetmişti.

Gözlerimi açtığımda bir çift mavi ve kara gözü endişeyle bana bakarken gördüm. Venira ablam ve Tamerin bana endişeyle bakıyorlardı. Kendimi halsiz hissediyordum. Yaralarım ağrıyordu, yüzümü ekşittim."Bu ağrılar çok berbat." diye mırıldandım.

Tamerin "Şükürler olsun, iyisin. Duyduğumuza göre askerlerden birisi seni yaralamış. Nedeni ise geçmişten kalan bir kinmiş. Babasını baban öldürmüş, o da intikam almak istemiş."

Venira ablam "Cezasını çekti, idam edildi. Seni nasıl koruyamazlar, üçümüz delirdik. Neyseki buraya hemen getirildin."

"Beni asker vurmadı." dedim. Oturur pozisyona geçince arkama Tamerin yastıklar koymuştu."Amcam beni babam sandı, öldürmek istedi."

"Ne? Ah, bu adam resmen delirmiş."

Tamerin "Az kalsın seni öldürüyordu. İnanamıyorum. Bu nasıl olur, Abrek? Seni uyarmıştım, onunla gitme demiştim ama beni dinlemedin. Böyle inat etme!"

"Beni uyardın, haklısın ama gitmeseydim kendisini dışlatıyordu diyecekti. Her neyse konu bu değil. Amcam bir şeyler söyledi. Babam ve annemden bahsetti, beni babam sandığı için konuştu. Söylediğine göre babam ve annem büyük bir günah işlemişler. Günahın bedeli olarak abilerimiz öldürülmüş."

Ablam kaşlarını çatmıştı. Düşünceli gözüküyordu."Saçmalık! Onlar isyan sonucu öldürüldüler."

"Bilmiyorum, bana söylediğine göre büyük günahın sonucu öldürüldükleri. Bu dediği doğru geliyor aslında. İsyan sonucu öldürdü ise bizi de öldürmesi gerekirdi."

"Biz küçüktük. On yaşlarındaki çocukları öldürse zalim olurdu."

"Zalim olarak anılmaktan rahatsız olmazdı. Fakat bizi zararsız gördü. Acaba bu büyük günah neydi? Bir isyandan bile ağır sayılacak suçu merak ettim."

Tamerin "Büyücülük mü?"

Ablam "Babam ve annem büyücü değillerdi. Öyle insanlardan da hep uzak durdular, Tamerin."

"Babam Saevthas'a gittiğinde de uzak durdu mu? Neyin peşine düştü ve nasıl bir günah işledi? Amcamı bu günah delirtmiş, korkutmuş. Babamı ve abilerimin ölümü olmuş." dedim.

Tamerin "Şu an bunu düşünme, dinlen. Zaman içinde çözeriz." dedi. Elimi almış, öpmüştü. Bakışları yumuşaktı, içime işliyordu. Tamerin haklıydı, zamanım vardı. Zamanı gelince çözecektim."Korktum, korkunçtun. Şimdi iyileş. Lussamus'un sana ihtiyacı var."

"Senin de bana ihtiyacın var, değil mi?"

Gülümseyerek "Evet, benim de sana ihtiyacım var." dedi. Sonra dudaklarıma minik bir buse kondurmuştu. Ablama baktığımda gözlerini devirmişti. Sanırım âşık çiftler midesini bulandırıyordu.

Tamerin ağrılarım için merhem sürerken ablam kafamı dağıtacak başka konular anlatıyordu. İkisini yanımda görmek beni rahatlatmıştı. Söz konusu ben olunca düşmanlıkları son buluyordu, arkadaş olarak anlaşıyorlardı. Beni bir nebze mutlu ediyordu. Onları böyle görmek istiyordum. Bunun olması için yataklara düşmem gerekli değildi. Kral olduğum zamanda da yanımda böyle olmaları lazımdı. Biz bir oldukça düşmanlarımıza karşı dururduk. Ayrı ayrı durursak parçalanmamız kolay olurdu. Bunu onlar da anlayacaktı.

Aklım ise büyük günahta takılı kalmıştı. Ailemin parçalanmasına neden olan bu olayı merak ediyordum. Kayıp parçalar vardı ama bulacağım şeyler yoktu. Zamana bırakmak doğru olandı. Ayrıca amcama da dikkat edecektim. Bu büyük günahın etkisi onda büyük olmuştu. Belki de bunu kullanarak onun gözden düşmesini sağlardım. Artık emin olduğum bir şey vardı. Kral olmam yakındı. Taht, gerçek sahibine kavuşuyordu.

Venira-Abrek ilişkisi için düşünceniz nedir? Abrek'in ablasını ikna etmesi için düşünceniz nedir?

Abrek'in planı nedir? Tahtı ele geçirebilecek mi?

Abrek'in amcasını ilaçlarla delirtmesi ondan beklenilir bir hamle mi? Bunun zararlarını görür mü?

Azamet-Abrek konuşması için düşünceniz nedir? Azamet'in bahsettiği büyük günah nedir? Abrek çözer mi?

Gelecek bölüm Kaveh olacaktır. Sevgilerle!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top