1.26 Kanın Emri❈
Herkese Merhaba! Bölümü okuyanlar en azından kendilerini belli etmek amacıyla oy verebilir mi? Ayrıca yorum görürsem çok mutlu olurum. Lütfen varlığınızı belli edin, gösterin!
●EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA BENİ TAKİP EDİN! BÖLÜM DUYURUSU YAPIYORUM!
Yayın Tarihi: 18.01.2021 (23:25)
Bölüm Şarkısı: Within Temptation - Fire And Ice
Geçen hafta Gazap Tanrısı'nın Çocukları WattpadRomanceTr'nin listesine eklendi. Bunun mutluluğu ile yeni kapak yaptım!
❈
Naymahaen Krallığı
Bartan
Yaralı askerlere bakarken içim acıyordu. İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalıydı. Aptal insanların hırsları uğruna buraya sürülmüşlerdi. Savaşmak nedir bilmiyorlardı, bunun için eğitilmemişlerdi. Kalplerin kararması yüzünden sürülmüşlerdi. Ellerine bir kılıç verilmiş, savaşın denilmişti. Sonuç ortadaydı. Yenilgi! Kalplerdeki hırslara kurban olmuşlardı. Acaba yaratıcılara bunun hesabı nasıl verilecekti? Nasıl mutlu olacaklardı? Akıllarına bile gelmezlerdi. Bencil insanlar asla başkalarının acılarını düşünmezdi, yaşanan kayıpları her daim benim yaşamım için olmalıydı derlerdi. Ölen her insanın son nefesi üzerlerinde olacaktı. Bu son nefesler onları lanetleyecekti. Bu hayatta her şeyin bedeli vardı, değil mi? Ben buna inanıyordum.
Çadırdan dışarı çıktım. Askerlerin inleyişi, onları acı çekerken görmek beni darmadağın etmişti. Kalbim acıyordu. Kahretsin ki bir şeyler yapamıyordum. Bu savaşı kaybettiğimiz çok açıktı. Ztin'i durdurabilmek adına sınıra gelmiştik ama sonuç koca bir hüsrandı. Durdurmaktan ziyade daha da çok ilerlemelerine izin vermiştik. Esnız ve Ukast'ı ellerimizden almışlardı, Rozavr'ı zorlukla kurtarabilmiştik. Artık geri çekilmemiz gerekiyordu, yenilgiyi kabullenmeliydik ama Kraliçe'nin oğlu Prens Galdan inat ediyordu. Mağlup olmuş bir şekilde başkente geri dönemem diyordu, inatla orduyu tutuyordu. Ne istiyordu? Ztin ordusu Petur'a kadar gelsin mi? Savunma konumundaydık ve zorlukla Ztin ordusunu durdurmuştuk. Bizlere ateşkes teklif etmişlerdi. Bu ateşkesle savaş bitebilirdi, diplomatik savaş başlardı. Galdan ise şimdilik düşünmek istediğini belirtmişti. Tanrım! Neyi bekliyordu? Ordu mahvolmuş halde iken savaşa devam edemezdi.
Yağmurda daha fazla ıslanmamak adına kendi çadırıma geçtim. Çamur lekeleriyle dolu pelerinimi üstümden çıkardım, tahta sandalyenin üstüne koydum. Divanımın üstüne oturduktan sonra çadırım açıldı, içeri Arkem girdi. O da yaralıydı ama inatla cephelerde yer almaya devam ediyordu. Sol omzundan ok yemişti, birkaç gün yattıktan sonra savaşacağım diye inat edince Prens Galdan savaşsın demişti. Yanıma oturdu. Yüzü asıktı. Onun da canı sıkılıyordu, yaralananlara ve ölenlere üzülüyordu.
"Ne oldu?" dedim.
Arkem "Akşam toplantı varmış, Prens sanırım atekese ikna oldu. Vanir, Prens'i ikna etti."
"Ben dediğim zaman en büyük yanlış oluyor ama Vanir dediği zaman en büyük doğru. Sırf Mengael olduğum için oluyor bunlar."
"Canını sıkma, Bartan. Sen bunlara alışmadın mı? Görmezlikten ve duymazlıktan gel."
"Petur'a döndüğümüz zaman ne isteyeceğimi biliyorum. Rozavr'a sınır komutanı olmayı isteyeceğim. Orada daha mutlu olacağımı düşünüyorum. Naymahaen onların olsun."
"Kraliçe seni bırakacak mı? Bartan, ben buna inanmıyorum."
"Bırakmak zorunda, artık onun işine yaramıyorum. Evlendim. Saray için bir önemim kalmadı. Tahtı istemediğimi biliyorlar."
"Kentairlere güvenilmez. Bir bahane ile seni Petur içinde tutmak isteyeceklerdir. Gözlerinin önünde olursan tehlikeli olmazsın. Zaten şu vakitten sonra insanlar Kentairlerden daha da çok nefret edecekler. Onların karşısına gelebilecek en güçlü isim sensin. Diğer Mengaeller içinde halk seni seviyor. Başarılı bir asker, halkına sadık bir adamsın."
Ellerime baktım. Kirliydi ve ufak tefek yaraları vardı. Bir savaşçının elleriydi. Yorgun bir savaşçının."Ben bu hayatta bir parça huzur istiyorum. Kral olmak aradığım huzuru vermeyecek."
"Gelecekte bu aldığın karardan pişman olma, dostum. Belki de kral olmak aradığın huzuru sana verecektir. İnsanlar kaderlerinden kaçamaz."
"Mavi Gök şamanlarının sözü bu. Sakın saraydan birisine deme. Duyarlarsa seni hain ilan ederler."
"Açıkçası umurumda değil. İnsanları inançlarına göre ayırmayı bırakmaları gerekiyor. Yoksa güçlü olamayız. Bizi bütünleştirmeleri gerekirken ayrıştırıyorlar ve sonucu görüyorsun. Bir zamanlar diz çöktürdüğümüz Ztin şu an bizi başkente kadar kovalayacak durumda. Bunun nedeni birleşememiz."
"Ben artık bir şey demeyeceğim, yoruldum. Bu savaş, bu ülke beni yoruyor."
"Önümüzde uzun yıllar var, kardeşim. Genciz ve yorulmak için çok erken. Belki ileriki yıllarda bir şeyler değişir."
"Bilemiyorum, Arkem." dedim.
Toplantıya gitmeden önce yemek çadırına gitmiştik. Bir tas mercimek çorbası, azıcık hoşafla karnımızı doyurmuştuk. Yemeğin hiç olmamasından iyiydi. Erzağımız azalıyordu ve yardımın gelmesi bu zorlu kış şartlarında zordu. İşte savaşa girmemek için bir neden dahaydı. Geçmişe fazla takılı kalıyordum, kalmamalıydım. Bugüne odaklanmak zordu, başaramıyordum. Belki düştüğümüz bu bataklıktan çıkış yolu bulurdum ama olmuyordu. Bir an evvel başkente dönmeliydik. Kaybedilen şehirlere rağmen önümüze bakmalıydık. Belki ileride geri alırdık. Ztinlilere bırakamazdık. Naymahaen insanları, Ztin tarafından işkence çekemezdi. Acaba sırf o insanları kurtarmak için ve kaybettiğimiz gururumuzu kurtarmak adına kral olmalı mıydım? Ortada bir yanlış vardı ve bu yanlışı düzeltmemek adına insanlar çabalamıyordu. Kendi bildiğim yöntemlerle yanlış düzeltebilirdim. Naymahaen'i eski onurlu ve şanlı günlerine geri döndürebilirdim. Tanrım! Neler düşünüyordum? Bu düşüncelerden uzak durmalıydım.
Prens Galdan'ın çadırına en son ben ve Arkem gelmişti. Hemen bize ayrılan yere geçmiştik. İlk başta mevcut durum değerlendirilmişti.Söyleceğim her söz Vanir tarafından bölünmüştü. Ben de susma kararı almıştım. Düşüncelerimin değer verilmediği yerde konuşmamın hiçbir anlamı yoktu. Onların gözünde değersizdim ve her düşüncem rahatsız ediyordu. Susmak en iyi çözümdü. Elimden gelseydi şu an burayı terk ederdim ama daha fazla göze batmamak adına kalıyordum. Parmağımdaki evlilik yüzüğümle oynuyordum. Kendimi Yesui'nin güzel yüzünü düşünerek bastırıyordum.
Prens adımı seslenince ona baktım. Soğuk bir sesle "Bartan, yarın sabah benimle beraber ateşkesi imzalamaya geleceksin." dedi.
Vanir "Ben de gelebilirim, efendim." dedi. Hevesle bunu söylerken bana ters ters bakmayı ihmal etmemişti.
Samirna "Senin gelmene gerek yok, Vanir. Bartan'ın gelmesi lazım. Duyumlarımıza göre Ztin onu merak ediyormuş. Bizimle gelerek bize nasıl sadık olduğunu görecekler." dedi. Mavi gözleri bana çevrilmişti. Yesui ile evlendiğimden beri bana karşı öfkeliydi, sürekli laf çarpıtma peşindeydi. Umursamıyordum. Küçük bir kız çocuğu ile kim kavga ederdi ki?"Geleceksin, Bartan ve sadakatini sunacaksın. Mengaellerin Kentair ailesine nasıl bir köpek kadar bağlı olduğunu göstereceksin."
Kafamı hafifçe salladım."Evet, geleceğim Prenses. Ülkeme olan sadakatimi Ztin görecek. Meraka değer olmayan bir adam olduğumu görecekler." dedim.
"Seni bu kadar çok abarttıkları için pişman olacaklar.Gözlerinde bu kadar büyümemen gerekirdi. Ah, bu sorun bu şekilde çözüleceği için mutluyum."
Prens "Ülkeye sadakat, Kentairlere sadakat demektir. Bunun en iyi örneği sensin, Bartan. Sen ve senin soyun şunu unutmasın ki Kentair demek Naymahaen demektir. Kentairler olmadan Naymahaen asla ayakta kalamaz."
Vanir "Buna katılıyorum! Sizin sayenizde Naymahaen doğruluğun ülkesi oldu. Yanlış inançlardan kurtulduk, yanlış insanlar bizi yönetmiyor."
"O yanlış inançlar bizim geçmişimizin bir parçası. İnsan kendi geçmişine sırtını dönemez, Vanir." dedim.
"Mavi Gök'ü savunuyor olamazsın, Bartan."
"Hayır, savunmuyorum ama tamamen reddedilmesine de karşı çıkıyorum. Geçmişine sırtını dönen bir toplumun her daim yok olmaya mahkum olacağı düşüncesindeyim."
Prens "Genç adam, Mavi Gök bu ülkeye yarardan çok zarar verdi. Ulu Kraliçe Soyam olmasaydı emin ol, Mavi Gök yüzünden bu ülke parçalanırdı. 4 Yaratıcı inancı geldi ve ülkemiz toparlandı."
Kafamı hafifçe salladım. Daha fazla konuyu uzatamazdım."Haklısınız, ekselansları." diye mırıldandım.
Babacan bir gülümseyle "Sakın annemin etrafında bu şekilde konuşma, seni çok sevse bile öldürmekten asla çekinmez." dedi. Ardından toplantıyı bitirmişti.
Çadırdan çıkarken Samirna beni durdurmuştu, peşime takılmıştı. Beraber yürüyelim dediğinde karşı çıkamadım. Ses tonunda keskin bir emir vardı. Rüzgar esince pelerinimi düzelttim. O ise soğuk rüzgardan etkilenmişe benzemiyordu. Kızıl saçlarını iki yandan balıksırtı olarak ördürmüştü. Koyu mavi pelerininin üstündeki boz renkli kürkler omuzlarından sarkıyordu. Bu savaşa gelmeyi o da çok istemişti. Zaferle döneceğine inanarak katılmıştı. Şu an yaşanan bu mağlubiyetten dolayı yüzüne yansıyan hayal kırıklığı çok netti. Petur'a döndüğümüzde ne olacağını merak ediyordum. İnsanların onu suçlamasını engellemenin yolunu bulmalıydı. Tahta çıkacak birisi için bu önemliydi. İnsanlar onu suçlarsa tacı kızıl saçlarına kondurması zor olurdu.
Samirna "Bu yenilgiyi yaşadığımız için kendimden çok utanıyorum, biliyor musun? Daha önceki savaşlar gibi kazanacağımızı düşünüyordum ama şu an 2 büyük şehrimizi kaybettik."
"Bu yenilgiyi yaşayacağımız açıktı, Prenses. Ordumuz yetersiz bir ordu, son yıllarda ilgilenilmiyor. Askerler eğitimsizdi, kılıç tutmayı bilmeyen binlerce genç insan savaşa sürüldü. Mevsim şartları da bu yıl oldukça zorlu. Sanki bahar mevsimindeymişiz gibi hazırlandık. Ztin ise düşünüldüğü gibi zayıf değil, eskisinden daha da güçlü. Durum bu olunca yenilgi kaçınılmaz oldu." dedim.
"Haklı olmanı asla istemezdim ama haklısın. Sen ileriyi gördün, her daim uyardın ama ciddiye alınmadın. Alınmaman da oldukça normal, kim senin gibi birisini ciddiye alsın ki? Her neyse şimdi bundan sonrası ne olacak? Bunu sormak istiyorum."
"Ne diyeceğimi bilemiyorum, Prenses."
"Gerçeği diyeceksin ve ona göre adımlarımı atacağım. Gerçekleri senin dışında burada kimse söylemiyor. Herkes kör olmayı, sağır olmayı tercih ediyor."
"Bu devirde kör ve sağır olmak yaşama tutunmayı sağlıyor. Dilsiz olursan da hükmetmeyi sağlar. Bir şeyleri gören, duyan ve söyleyenin sonu ölüm."
"Buna ihtiyacım var." dedi. Sesi yalvarırcasına çıkarken bakışları ileriye doğruydu."Ben kraliçe olmak istiyorum, her şeye rağmen bu topraklara hükmetmek arzum."
"Prenses, Petur'a döndüğümüz zaman yenilginin bedelini herkes ödeyecek. Benden bile hesap sorulacaktır."
Gülmüştü."Şaka yapıyor olmalısın, Bartan. Sen insanların umudusun. Bu yenilginin bedelini sadece sen ödemezsin. Hatta en kârlı sen çıkabilirsin."
"Benim istediğim hayat belli. Bu yenilgiden herhangi bir şey istemiyorum. Kişisel bir çıkarım yok."
"O zaman bana yardım et. Ne yapmalıyım? Ben bu yenilginin bedelini ödeyemem, hayır olamaz. Geleceğimi karartır."
"Prenses, bir şey demem mümkün değil. Üstelik bu diyeceklerimin yarın ileride bana karşı kullanılmayacağını nasıl bilebilirim? Üzgünüm ama kraliyetten güvendiğim insan sayısı az ve o listede sen yoksun."
"Yerinde olsaydım benimle iyi geçinmeye bakardım ama sen inatlaşmayı seçiyorsun. İnatlaşma, hayatın benim iki dudağımın arasında. Bunu anlayamayacak kadar aptal birisi değilsin."
"Yenilginin bedelini ödememek için sıyrılman gerekir. Ailenden sıyrıl, Samirna. Ailenin hatalarını gör. O zaman yenilginin bedelini ödemezsin."
"Ailemin hatalarından sıyrılayım mı? Kraliçe'ye karşı gelmem mi gerekiyor, bunu mu demek istiyorsun?"
"Daha fazla bir şey diyemem. Benim düşüncelerim bu yönde. Kentairler halktan kopuk. Sen de kopuk olmaya devam edersen işler kontrolünden çıkabilir."
"İşte aradığım düşünce! Ne yapacağımı artık biliyorum, seninle konuşmak işe yaradı. Yine de seni affedeceğim anlamına gelmiyor. O kızla evlenerek hayatının en büyük hatasını yaptın."
"Samirna, sen ve ben asla olamazdık. Aramızdaki çatışmalardan dolayı devlet zarar görürdü."
"Yanılıyorsun, sen ve ben bu ülkeyi bir arada tutabilirdik. Herkesin isteği buydu ama sen kendi bildiğini yaptın. Her zamanki gibi inat ettin. Şimdi ise pişman olacaksın. O köylü kızı ile evlendiğin için seni pişman edeceğim."
"Bu tehditlerin içi boş. Bir şey yapacağına inanmıyorum. Şimdi izninle çadırıma geçeceğim. Gün yeterince uzundu, dinlenmem lazım."
"Kaç, Bartan. Bunlar iyi zamanların. Petur'a döndüğümüz zaman her şey farklı olacak." dedi. Onu umursamadım. Gözümde küçük bir kızdı, büyümemişti. Yesui'ye zarar veremezdi, ben var iken mümkün değildi. Güzel eşimi koruyacaktım.
Çadırıma girmiştim. Üstümdekilerden kurtulmuştum, gömleğim ve pantolonum kalmıştı. Ahşap leğendeki suyun içine beyaz kumaşı batırıp, sıkmıştım. Sonra da kollarımı, boynumu silmiştim. Kirden arınmak istiyordum. Divana uzandığımda ise işaret parmağımdaki gümüş yüzüğe baktım. Yesui ile olan bağımı simgeliyordu. Gözümün önünde olması için işaret parmağına takmayı tercih etmiştim. Yesui'yi özlemiştim. Onun için bir yanım endişeleniyordu. Ailem elbette ona sahip çıkardı ama sarayın ne yapacağını kestiremiyordum. Öldürmezlerdi, ondan emindim. Yesui'yi öldürerek ellerine bir şey geçemezdi ama ona başka işkenceler yapabilirlerdi. Bu konuda huzursuzdum. Yesui'ye bunu umursamamasını söylemiştim ama umursayacaktı. Güçlü durması lazımdı. Güçlü durdukça saray yılacaktı. Zaten Kraliçe ile konuşacaktım, Petur'dan ayrılmayı isteyecektim. Petur'dan ayrıldıktan sonra her şey yoluna girecekti.
Rozavr'da mutlu olacaktık. Sınır şehri küçük ve dağlıktı. Sakin bir yaşamı sunuyordu. Orası daha güvenli olacaktı. Lussamus sınırının sakin olacağını düşünüyordum. Lussamus ile aramızda bir sorun yoktu. Kral Azamet ile Kraliçe Dargena iyi geçiniyorlardı, birbirilerine sık sık hediye gönderirlerdi. Birçok iyi anlaşmalar vardı, bozulmazdı. Kraliçe'nin Azamet'i neden sevdiğini anlamıyordum. Bana göre hain birisiydi. Kendi ailesine ihanet etmişti, abisini öldürmüştü. Ardından abisinin eşini ve yetişkin oğullarını. Geriye kalan 3 küçük çocuğu ise sürmüştü. Korkunç birisiydi. Kendi ailesine ihanet eden birisi güvenilmezdi. Eh, bu zamana kadar bir şey yapmamıştı. Kendi iç sorunlarından fırsat bulamamıştı. Belki de Kraliçe'den korkmuştu. Daha da çok detaylı düşününce Lussamus eski gücünde değildi. Tarih kitaplarında anlatılan hükümdarlarını düşününce Azamet kötü bir kraldı, sönüktü. Belki ileride onların da kaderi değişirdi.
Gün doğmadan kalkmıştım. Üstümü giyindikten sonra yemek çadırına gittim. Kuru ekmek ve peynirle karnımı doyurmuştum. Sonra Prens'in çadırının önüne gitmiştim. Ateşkese gidecek olan herkes hazırdı. Prens Galdan, Prenses Samirna ve bir grup asker. Atlarımıza binmiştik. Ateşkes için ayrı bir çadır kurulacaktı. İki devletin kamplarından uzakta olacaktı ve iki devletin askerleri tarafından korunacaktı. Çadır beyazdı, tarafsızlığı simgeliyordu. Bir yanda Ztin'in ejderhalı sarı kırmızı bayrağı var iken diğer tarafta bizim bayrağımız vardı. Atımızdan indikten sonra Ztinli askerler kılıçlarımızı almak istemişti ve vermiştik. Kendi askerlerimizde de Ztin için gelenlerin kılıçları vardı. Eh, anlaşmak istiyorsak bazı şeyleri görmezlikten gelecektik.
Çadırın içine girdiğimizde Ztinliler kendi aralarında konuşuyorlardı. Kadın erkek karışıktı. Siyah saçları topluydu, çekik gözleri gülünce kayboluyordu. Biz gelince tüm gülüşmeler gitmişti, ciddiyete yerini bırakmıştı. İçlerinde Ztin Prensesi Lee Sekurei'ni ve Ztin'in ünlü komutanı Lee Seojin'i tanıyordum. Prenses Sekurei, kırmızı zırhı içindeydi. Saçlarını at kuyruğu yapmıştı, kırmızı kurdele saçlarından sarkıyordu. Ztin prenslerinden daha başarılı bir askerdi, babasının ona çok güvendiğini biliyordum. Komutan Seojin ise siyah zırhıyla karşımızdaydı. Çocukluğumdan beri hayran olduğum bir askerdi. Savaşları, kahramanlıkları Ztin sınırlarından dışarı taşmıştı. Onunla savaşmak büyük bir onurdu. Başka şartlar altında tanışmak isterdim. Komutan ile konuşacağı birçok konu vardı.
Masada yerimizi aldıktan sonra Komutan Seojin "Prens Galdan, ateşkesi kabul ettiğiniz için çok mutluyuz." dedi.
Prens "İki ülke adına iyi kararlar almak, benim sorumluluğumdu. Bunun aksisi düşünülemez."
Prenses Sekurei "Naymahaen adına iyi kararlar almak sizin sorumluluğunuzda, Ztin adına biz kararları alıyoruz."
Samirna "Buraya sorunları çözmek adına geldik, tartışma çıkarmak amacıyla değil. Lütfen, Prenses Sekurei cümleleri çarpıtmayın."
"Asıl cümleleri çarpıtan, babanız. Kendisi mağlup olduğunuzun farkında değil."
"Bence en ufak kelimeyi abartan sizsiniz."
"Buraya barış amacıyla geldik, kılıçlarımızı bıraktık. Lütfen herkes sakin olabilir mi?" dedim. Samirna sessizce homurdanır iken Sekurei'nin gözleri bana odaklanmıştı, hafifçe gülümsemişti.
Sekurei "Anlaşılan mantıklı bir Naymahaenli varmış. Buna çok sevindim. Adını öğrenebilir miyim?"
" Ben Mengael Bartan, Prenses Sekurei."
Seojin'in tek kaşı havaya kalkmıştı. Merakla bana bakıyordu. Gülümseyerek "Demek meşhur Son Mengael ile tanıştık." dedi.
"Ailem yaşıyor, efendim." dedim. Gerilmiştim, konunun bir anda ben olmam beni rahatsız etmişti."Bence ateşkes hakkında konuşalım."
"Çocuk haklı. Fakat buraya ateşkesi konuşmak için gelmedik, barış antlaşması için geldik. Bu savaşa son vermeliyiz."
Prens "Nasıl olur? Buraya ateşkes için gelmedik mi? Bize ateşkes istediğinizi söylediniz." diye bağırdı. Bağırması pek Komutan'ın umurunda olmamıştı. Diğer Ztinliler ise gülmüştü.
"Canım istedi, fikrimi değiştirdim. Galip devlet olmanın verdiği hak değil midir, Prens? Her istediğimiz olabilir ve sizin karşı çıkmaya hakkınız yok."
"Bizi kandırdınız!"
"Bence sinirlenmeyin, bunun olumlu yanlarını görün. Barış antlaşması ertelenirse kuzenim olan Kral sizden daha çok şey isteyecektir. Burada onun vekili olarak daha merhametli davrandığıma inanıyorum. Eğer inat eder, kabul etmezseniz ben ve ordum Petur'a gelir ve Kraliçe Dargena ile bizzat konuşurum."
Samirna "Ztin kurnazlıklarıyla karşı karşıyayız! Mağlup olmamız size her daim boyun eğeyeceğimiz anlamına geliyor olamaz."
"Güçlü zayıfı her daim ezer, Prenses Samirna. Bunu çok iyi biliyor olmanız lazım. Kentairler gücü ele geçirince kendilerinden zayıf olan Mengaelleri ezdi. Atalarınızdan bu yana siz bunu yapıyor iken bizim yapmamız sorun olamaz."
"Barış antlaşmasında ne var?" dedim.
Sekurei elindeki ruloyu Prens Galdan'a uzattı. Nazik bir sesle "Oldukça merhametli maddeleri olan bir antlaşma. Her iki taraf memnun olacak." dedi.
Prens sinirle ruloyu almıştı. Elleri titriyordu, kağıdı zor tutuyordu. Okudukça kaşları çatılmıştı. Prens "Bu tam bir aşağılama!" diye bağırdı.
Seojin "Aşağılama değil. Sizlerden istediklerimiz açık. Artık Esnız ve Ukast bizim, savaş tazminatı isteyemezsiniz hatta bize savaş tazminatı ödemek zorundasınız. 5 yıl boyunca vergi ödemenizi istiyoruz, 3 yıl boyunca da Ztin madenlerinde çalıştırılmak üzere 15.000 insan göndereceksiniz. Esirlerinizi size vermeyeceğiz, onlar bizimle gelecek. Ayrıca sembolik olarak Prens Galdan'ın kraliyet kılıcını da istiyorum. Yendiğimiz düşmanlarımızın kılıçlarını sergiliyoruz."
"Hakaret!" dedi. Tekrardan elindeki kağıda baktı.
Samirna "Bizi aşağılamak adına elinizden geleni yapıyorsunuz. Bu maddeler kabul edilemez."
Sekurei "Petur'a gelmemizi tercih ediyorsanız siz bilirsiniz. Kimin güçlü olduğunu unutmayın. Bence düşünmek için size süre vermeliyiz. Ne dersin, amca?"
Seojin "Haklısın, Prenses. Prens Galdan ve Prenses Samirna kendi kamplarına geri dönsün ve düşünsün. Kararlarını tek başına almamaları lazım. Bu süre boyunca Mengael Bartan bizim misafirimiz olsun."
Samirna "Neden Bartan sizin esiriniz olacak?"
"Esir diyerek çok kabalaştırdınız, çirkinleştirdiniz. Misafir demek daha uygun. Nedenine gelince o oldukça kıymetli birisi. Maddeleri kabul etmezseniz onu Naymahaen'e bizim adımıza yönetici yapmak isterim, çok hoş olur."
"Böyle bir şey olamaz!" dedim. Seojin gülmüştü.
"Senin dediklerin nasıl Kentairler için geçersiz ise benim içinde geçersiz. Karar sizin Prens Galdan ve Prenses Samirna.Yarın akşam burada görüşmek üzere. Bartan, benimle geliyorsun. Seni buradan askerlerimle çıkartmak istemem."
Samirna'ya ve Prens'e baktım. Prens "Komutan Seojin ile git, Bartan." dedi. İtiraz edemedim. Hayır, gitmiyorum dersem başımı daha çok belaya sokacaktım. Şimdilik sakin kalmalıydım.
Ztin ekibi ile dışarı çıktım. Kılıcım ve hançerlerim bana geri verilmemişti. Misafir adı altında esir muamelesi görüyordum. Ellerimi bağlamamaları büyük bir nezaket örneğiydi ama gözler benim üzerimdeydi. Düştüğüm durum karşısında yapmam gereken tek şey sakin kalmaktı. Bir şekilde buradan kaçabilirdim. Tehlike görürsem bunu yapardım. Sakin olmalıydım, çok sakin kalmalıydım. Ayrıca Naymahaen hakkında bir şey dememeliydim. Ztin iç meselelerimiz hakkında bir şey bilmemeliydi. Evet, Kentairler bizi çok bölmüştü ama aynısı ben yapmak zorunda değildim. Gazap Tanrısı bana yardım et. Beni koru. Bu insanlara güvenmiyordum.
Ztin kampı, bizim kamptan daha derli topluydu. Çadırlar, devriye olarak gezen askerler büyük bir uyum içindeydi. Beni esirlerin yanına mı götüreceklerdi, büyük ihtimalle öyle olurdu. Bir esirdim. Rehine veya misafir olarak kendimi görmüyordum. Kafileden ilk ayrılan Prenses Sekurei olmuştu. Yoruldum demişti. O gittikten sonra Komutan'a baktım. Benimle geleceksin dedi, bir şey demedim. Sadece kafamı salladım. Onun çadırına gelmiştik. İçerisi oldukça güzeldi. Halılar serilmişti, divanı tam girişin karşısındaydı. Kitaplık vardı, masanın üstünde birçok kağıt darmadağınık duruyordu. Çadırın tam ortasındaki ateş sönmüştü. Sağ taraftaki sandalyeye oturdum. Komutan ise üstündeki pelerini çıkardıktan sonra divanına bağdaş kurup oturmuştu. Bana bakarak "Korkma, sana zarar verecek değilim." dedi.
"Savunmasız olmak beni tedirgin ediyor, Komutan Seojin. Kılıcım yanımda değil, kendimi eksik hissediyorum." dedim.
Gülerek "Bir savaşçının en iyi arkadaşı kılıcıdır, haklısın. O olmayınca kendimizi eksik hissederiz." dedi. Çadırın içine bir asker girmişti. Divanın önüne küçük masa kurmuştu, masanın karşısına minder koymuştu. Daha sonra porselen tabaklar içinde çeşit çeşit yiyecekler getirmişti. En sonda içecekleri doldurup gitmişti. Gel ve otur demişti. Komutan'ın karşısına oturdum. O büyük bir iştahla yer iken ben bakıyordum. Bana sertçe bakınca bardaktaki çayı yudumladım. Oldukça yumuşak bir tadı vardı, içimi ısıtmıştı."Korkma, zehirli değildir." dedi. Büyük bir iştahla haşlanmış olan tavuk butunu ısırdı.
Pilavdan bir kaşık almıştım. Herhangi bir sorun yoktu."Teşekkür ederim, Komutan."
"Teşekkür etmene gerek yok, dediğim gibi bir misafirsin ve biz misafirlerimizi iyi ağırlamayı severiz."
"Kendimi pek misafir gibi gördüğüm söylenemez. Bir esirim. Doğrusu neden beni aldığınızı da anlamış değilim. Prenses Samirna benden daha kıymetli."
"Bir Kentair'i ne yapayım? O soyu yatağıma bile almam, lanetler peşlerini bırakmasın. Kibirlerinden dolayı ülkeni mahvettiler."
"Onlar ülkemi yöneten soy, bu yüzden asla onlara karşı kötü konuşamam. Ben onlara sadığım."
"Sen ülkene sadıksın, onlara değil. Kraliçe Soyambike'nin ailene yaptıklarını biliyorsun. Sen kin tutmasan bile kanın kin tutuyordur. Bir gün kanın intikam isteyecek, bunun önüne kimse geçemez."
Önümdeki tabaklara baktım, bir parça tavuk eti aldım."Ben her şeyi kabullendim, geçmişle kavgalı olursam geleceğe bakamam. Üstelik ben bu hayatta kirli oyunlara bulaşmak istemiyorum."
"Bir hayalcinin sözleri bunlar. Kan, geçmişi unutmaz. Yapılan iyiliği ve kötülüğü hatırlar. Kalbe bunu fısıldar ve kalp seni harekete geçirir. Senin için de geçerli olan bu."
"Bu dediğiniz doğru olsaydı, benden önceki Mengaeller harekete geçerdi. Bakın, harekete geçen olmadı."
"Kraliçe Soyambike sizin soyunuzu büyülemedi mi? Kimse kendisine ve kendisinden sonraki gelenlere karşı çıkmasın istedi, bunun için ülkeni uğursuz dine geçirdi. Sizin soyunuzu ile büyüledi. Lanetledi! Fakat sen farklısın, bu lanet seni etkilememiş."
Alaycı bir şekilde "Buna nasıl inanıyorsunuz?" dedim.
"İnsanların sana inanmasından dolayı inanıyorum. Ülkendeki her insan sana inanıyor, sana güveniyor. Diğer Mengaellerde bu olmadı."
"Ben başkalarının bana inanmasını istemiyorum, bu ülkeyi nasıl düzeltebilirim ki? Bu güç benim içimde yok. Bunu anlamak için Kraliçe Soyam'ın büyüsüne de gerek yok."
"İçinde büyük bir güç var iken bunu kullanmamak çok acı. Keşke Ztin'de olsaydın, çocuk. O zaman hakkettiğin değeri daha çok görürdün."
"Halimden memnunum. Ülkem bana yeterince değer veriyor."
"Kentairler seni bir tehdit olarak görüyor iken yeterince değer görüyorum demek, kendini kandırmak olur. Seni yanlarında getirmelerinin nedeni senin aslında ne kadar basit birisi olduğunu göstermekti. Onlar için bir önemin olmadığını bize göstermek istediler ama seni misafirimiz olarak alınca nasıl panik oldular. Prens Galdan, kendi kızını vermeyi tercih bile ederdi."
"Beni bu kadar çok abartmayın. Sıradan bir askerim, benim yaşamım kraliyet için önemli değildir. Hatta antlaşmayı kabul etmezlerse bile şaşırmayacağım."
Derin bir nefes aldı, çenesinin altını kaşıdı. Düşünceli bir sesle "Kabul etmezlerse ülken için durum kötü olur." dedi.
"Bu sizin yararınıza olur, istediğinizi elde edersiniz."
"Orası öyle ama Naymahaen insanları ile uğraşmak zor olur. Henüz bu kadar güçlü değiliz. Bu yüzden seni bizim vekilimiz yapmak istiyorum. Naymahaen insanları susacak ve sen yöneteceksin."
"Kendimi öldürmemi söylemeniz daha iyi olurdu. Asla bir başkasının kuklası olamam."
"Sakin ol, sesine dikkat et."
Ellerimi sıktım. Gözlerimi kapatıp, başımı eğdim. Kendine hakim ol, Bartan. Konuştukça ölüme bir adım daha yakın olacaksın. Üstelik çocukluğundan beri hayran olduğun bu adamı tanıma fırsatı buluyordun, bunu kullan."Özür dilerim, kendimi bir an için kontrol edemedim. Şu anın keyfini çıkarmam lazım. Çocukluğumdan bu yana size hayranım. Gözümde başarılı bir askersiniz."
"Bana hayran olman beni mutlu etti. En azından ülkeye göre insan ayrımı yapmıyorsun."
"İnsanları ülkesine göre yargılamak bana göre değildir."
"Umarım seni bir gün Ztin'de misafir edebilirim, bu beni çok mutlu eder. Naymahaen içinde sevebileceğim nadir insanlardan birisin."
"İki ülke arasında hiçbir sorun kalmadığı vakit neden olmasın? Ztin'i görmek isterim." dedi. Ardından Seojin bana ülkesini anlatmaya başlamıştı.
Ztin kampında misafir olmak, düşündüğüm kadar korkunç değildi. Gün boyunca Seojin ile vakit geçirmiştim, onunla konuşmuştum. Bana oldukça babacan bir şekilde yaklaşıyordu. Beni Ztin askerleri içinde koruyordu. Lee ailesinin burada olan diğer üyeleri ile tanışma fırsatı bulmuştum. Prenses Sekurei'nin kendisinden 2 yaş büyük abisi Prens Dahou ve Komutan Seojin'in kızı Yamnung. Prens'in uzun, düz siyah saçları vardı. Yüzü oldukça masum bir yüzdü. Köseliği onu yaşından oldukça ufak gösteriyordu. Oldukça sakin birisine benziyordu. Kız kardeşinin heyecanlı yapısı onda yoktu. Veliaht Prens değildi, abisi Ztin'de kalmıştı. Nedeni ise babasının veliahtta bir şey olacak olmasından korkmasıydı. Prenses Sekurei bunu söylemişti, sesinde biraz dalga geçme vardı. Komutan'ın kızı ise babasına benziyordu. Sekurei ve Dahou'ya göre daha sıcakkanlıydı. Belki de babasının emriyle daha yakın olmaya çalışıyordu.
Akşam yemeği için büyük bir meydan ateşi yakılmıştı, masalar dizilmişti. Askerlere moral olması adına Komutan Seojin ve diğer üst kademede olanlar askerlerle beraber yiyorlardı. Ben ise onur konuğuydum. Beni bu kadar çabuk aralarına almaları şaşırtıcıydı. Onların düşmanı olan ülkenin askeriydim ama tavırları bunu göstermiyordu. Sanki yıllardır dosttuk. Bunun sebebini merak edip sorduğumda Seojin bana benim düşman olmadığımı, onların düşmanının Kentairler olduğunu söylemişti. Düşmanımın düşmanı dostumdur düşüncesi vardı. Oysa onların beni kullanmasına izin vermeyecektim. Kendi ülkeme sırtımı dönemezdim. Ne olursa olsundu. Kentairlerden hoşlanmıyorum diye Ztin ile işbirliği yapacak değildim. Bu yakınlık, bu ilgi hoş duruyordu. Fakat sorumluluğumda olan bir ülke vardı.
Prens Dahou iç geçirdikten sonra ona baktım."Prens'in canını sıkan bir şey mi var?" dedim.
Dahou'nun gözleri bendeydi. Bezgin duruyordu."Buradan ayrıldıktan sonra dinlenemeyeceğim için üzülüyorum. Ztin'e döndükten kısa süre sonra Lussamus'a gitmem gerekiyor."
"Neden?"
Sekurei "Çünkü kendi bir Cupuer Kızı ile evlenecek! Kral Azamet, yeğenlerinden birisi ile abimi evlendirmek istiyor."
"Çok ilginç." diye mırıldandım. İki zıt ülkenin evlilik bağı ile müttefiklik bağı kurması gerçekten ilginçti. Kral Azamet, hiç hoş olmayan işler karıştırıyordu.
"Kızın resmini bile gönderdiler. Sarışın, mavi gözlü. Zaten iki prenses varmış, abime en asi olanını öneriyor. Neydi adı? Venira!"
Seojin "Sanki at satıyor." diye homurdandı. Haklı bir yorumdu.
Dahou "Babam bu evlilik kararını bana bıraktı. Ben ise Lussamus'daki duruma göre belirleyeceğim. Kral Azamet bana güven vermiyor."
"Farklı kültürden birisiyle evlenmek zorlayabilir. Açıkçası karışmak istemem ama düşüncem bu yönde." dedim.
"Bu konuda haklısın. Bu beni endişelendiriyor. İyi yanı, yeni bir ülke görmüş olacağım. Lussamus'a gittim ama Omae'yi görmedim. İlginç olacaktır."
Seojin "Bana kalırsa Dahou, Kral'ın yeğeni ile evlenmek iyi olacaktır. Senin konumuna yakışan bir eş. Asi tabiatlı olsa bile anlaşacağını düşünüyorum."
Gülümseyerek "Asi tabiatlı olma nedeni çok basit. Çünkü içindeki küçük çocuğu koruyor." dedi. Şarabını yudumlarken yüzü düşünceliydi.
Sekurei "Belki de bu evlilik anlaşması karşılıklı olmalı. Kral'ın oğlu ile bir Lee soylusu evlenmeli. Böylece Ztin'in gücü Lussamus içinde artmış olur."
Seojin "Babanın böyle bir şeye sıcak bakacağını düşünmüyorum, Sekurei."
"Babamın tek derdi büyük abimiz olduğu için düşünmez, haklısın. Peki bu Tavigan meselesi ne olacak? Oradaki kuzenimiz bize yardım edecek mi?" dedi. Komutan gerilirken Yamnung babasına baktı.
Yamnung "O rahibeden yardım isteyecek kadar düştünüz mü? O piç kızınla ilgilenmeyeceğine dair anneme söz vermiştin, baba."
Seojin "Yamnung, bu konuya ne sen ne annen karışabilir. Chaezan, benim kanımı taşıyor ve Ztin'e hizmet zorunda. Tavigan içinde olması bize fayda sağlayacaktır."
Alaycı bir şekilde "Onu terk eden bir babaya yardım mı edecek? Çok komik olurdu! Hoş, inatla Lee soyadını kullanıyor. Ne kadar yüzsüz." dedi.
"Lee soyadını kullanıyor çünkü kanını biliyor, nereden geldiğini unutmadı. Ona kötü davransam bile kızım olduğu gerçeğini değiştirmiyor."
"Chaezan'ı köle tacirlerine sattın, ben olsam böyle bir babayı affetmezdim."
Seojin bana bakarak "Sen ne yapardın, Bartan?" dedi.
"Açıkçası böyle bir durumdan haberim yoktu. Gayrimeşru olsaydım ve babam beni terk etseydi, onu affedeceğimi düşünmüyorum. Rahibe Chaezan'ı ben de duydum, kendisi Tavigan içinde güçlü bir konumda ve Tavigan'ın gelecekteki yöneticisi olarak görülüyor. Durum bu iken Ztin'e çalışmayacaktır." dedim.
"Kendisi kaybeder. Eğer bizimle olmazsa ileriki yıllarda Tavigan'ın beyaz şehri başına yıkılır. O günahkar, yoldan çıkmış şehri yıkarız ve bedelini ödemiş olur."
"Tavigan'ı yıkmak, zor olmaz mı? Güçlü bir devlet, birçok devletten destek isteyerek sizi durduracaktır."
"Bizi durduracak mı? Komiksin, çocuk. Onları taptıkları putlar bile koruyamaz. Biliyorsundur, bizler de bir zamanlar sizin eski inancınız olan Mavi Gök'e inanıyoruz. Siz ona Mavi Gök diyorsunuz, biz ise Gök Baba demeyi tercih ediyoruz. Gök Baba her daim bizimle. Yukarı baktığında onu görüyor iken nasıl yenilebiliriz ki?"
"Mavi Gök'e göre 4 Yaratıcı inancı daha karanlık, bunun farkında olun. Yapılan büyüleri okudukça ben şaşırıyorum."
"Cesaret en güçlü kalkandır, her şeyi yener. Bundan endişen olmasın. Baksana, senin ülkeni yendik. 4 Yaratıcı sizi koruyamadı. Sana tavsiyem özüne geri dön. Bozkırların ruhunda bu var iken özüne aykırı hareket etme. Hatırlarsan bir zamanlar Ztin ve Naymahaen birleşikti."
"Ben özümü taşıyorum, Komutan."
Dahou "Özünü taşıyor olsaydın hakkın olan taht için savaşırdın, Mengael. Senin ataların Ztin ve Naymahaen'i ayırdı. Bunu yapacak kadar cesurdular. 7 büyük aileyi birleştirdi, Ztin'den kopardılar ve Ztin'i zamanla küçülttüler. Cesur insanlara her daim hayran olmuşumdur."
Sekurei "Ztin her daim Mengael ailesini Kentair ailesine göre daha çok sevmiştir. Bunu sakın unutma. Yardıma ihtiyacın olduğu zaman Lee ailesi senin yanında olacaktır."
"Bunun için teşekkür ederim ama yardıma ihtiyacım yok." dedim.
Seojin "Bir gün mutlaka olacaktır. Kentairler canını acıttığı zaman kendi tek hissetme." dedi. Başımı sallamakla yetinmiştim.
Eğlencenin sonunda küçük bir çadıra götürülmüştüm. Komutan'ın çadırına benzer düzendeydi. Orta kısımdaki ateş yanıyordu, sıcaklık çadıra yayılıyordu. Ben ise pelerinimi çıkarmıştım, zırhımı bir kenara koyduktan sonra divanın üstüne yattım. Kalın örtüyü üstüme çektim. Ztin ilginç bir ülkeydi. İnsanları farklıydı. Rehine muamelesi görmüyordum, en azından bunu hissetmiyordum. Lee ailesinin düşünceleri ise daha da ilginçti. Mengaellerle Leelerin arası genelde ne iyiydi ne de kötüydü. Zaman zaman savaşılmıştı, zaman zaman iki dost ülke olunulmuştu. Benzer kültürlerden kaynaklı bir durumdu. Kentairlerle araları kötüydü. Soyambike başa geçtiğinden beri Ztin ve Naymahaen arasındaki uçurum açılmıştı. Bu yüzden beni destekliyorlardı. Oysa kral olmayı istemiyordum. Şu an için doğru bir yol gibi gelmiyordu. Yanlıştı.
Aslında kral olursam birçok yanlışı düzeltebilirdim. Kaybettiğimiz her şeyi geri alırdım. Onursuz bir yaşam olmazdı. İçten içe bu gerçeği görmeye başlamıştım, savaş bana bunu göstermişti. Kentairler gerçekten beceriksizlerdi. Samirna'nın da iyi bir yönetici olacağına inancım yoktu. Kraliçe Dargena gibi olurdu, en iyi ihtimalle. Daha beter bile olabilirdi. Fakat kral olursam kendi hayatım ellerimin arasından kayıp, gidecekti. Huzurlu, sakin bir yaşam olamayacaktı. Bencilceydi, kabul ediyordum. Fakat her insan kendi hayatını yaşamak istemez miydi? Bunu istemek benim de hakkımdı. Gök Baba veya Mavi Gök, her ne isimle anılıyorsa, benim kanımı yönetmek için seçti ise bunu reddediyordum. İktidar, güç tehlikeliydi. Sevdiğim ve seveceğim herkesi tehlikeye atıyordu. Onların ölümüydü. Bunu görmek yerine bundan vazgeçerdim, daha iyi olurdu.
Sabah geç kalkmıştım. Yorulduğum için baya derin uyumuştum. Kahvaltı sonrası Prens Dahou benimle talim yapmak istemişti, itiraz etmemiştim. Tahta sopalarla dövüşmüştük. Kendisi ince yapılı olmasına rağmen baya dayanıklıydı. Her hamleme karşılık veriyordu. Alıştırmadan sonra biraz sohbet etmiştik, bana sarayı anlatmıştı. Veliaht abisinden bahsederken yüzü donuktu ama gözlerinde farklı bir ateş vardı. Bu çocuk göründüğü gibi değildi, daha fazlaydı. İleride başka şeyler yapacak güçteydi, böyle bir his içimi kaplamıştı. Güçlü olmayı sevdiğini fark etmiştim, sesinde bu vardı. Belki de Lussamus desteği için Venira denilen prensesle evlenirdi. Böylece daha güçlü olurdu. Daha da güçlü olmak adına o tahtı alırdı. Hoş, Ztin içinde Lussamuslu bir prenses ne kadar yapabilirdi orası ayrı bir soruydu. Lussamus, dine bağlı bir ülkeydi. Naymahaen gibi karışıklık yaşanmıyordu. Cupuer Kızı olan Venira'nın kendi dinine sırtını döneceğini düşünmüyordum. İnat ederse Ztin içinde barınması zor olurdu.
Akşam vakti geldiğinde tarafsız bölgedeki çadıra geri gitmiştik. Komutan'ın emri ile ben Ztin tarafında bulunuyordum. Prens Galdan, Samirna ve Vanir gelmişti. Prens kılıcını uzatır uzatmaz, itiraz etmeden kabul ettiklerini herkes görmüştü. Komutan Seojin memnuniyetle kılıcı yaverine aldırmıştı. Aşağılanmaların en büyüğüne şahit olduğum için içimde büyük bir öfke vardı. Naymahaen küçük düşmüştü, onurumuz ayaklar altına alındığının göstergesiydi. Kraliçe'nin bizzat verdiği kılıç şimdi Ztin'e geçmişti. Samirna'ya baktığımda benden gözlerini kaçırdı, yere baktı. Onun da utandığına emin olmuştum. Babası gibi değildi. Derin bir nefes aldım. Ellerimi sıkarak yenilginin verdiği utancı, ezilmişliğe katlandım. Barış antlaşması imzalanırken hiçbir şey demedim. Çadırdan ayrılmadan önce Komutan Seojin ve Prenses Sekurei'nin bana olan samimi tavırlarına mesafeli olsam bile diğerlerinin dikkatini çekmişti. Umursamamak en güzeli olacaktı. Artık eve dönmek istiyordum, bu konulardan sıkılmıştım.
Yolculuk boyunca Ztin kampında gördüğüm muameleyi anlatmadım, daha da çok bu durumun kurcalanmasını istemiyordum. Tek isteğim eve dönmekti, bu savaş yorgunluğundan sıyrılmaktı. Yaşadığımız utançtan dolayı içim içimi yiyordu. Evet, bu zor koşullarda kılıç teslim edilmesi en doğru karar gibiydi ama gururum inatla yapılmamalıydı diyordu. İçimden bir ses ülke mahvoldu, kurtar diyordu. Komutan'ın dedikleri gerçek olabilir miydi? Kan emredince kalp bunu gerçekleştirmek için arzuyla mı dolardı? O zaman kalbimi bastırmam gerekliydi. Petur'a döndüğümüzde ordu geçerken insanlar hayal kırıklığıyla bize bakıyordu. Kimileri ise Prens Galdan'ı yuhluyordu, hakaret ediyordu. Vatan haini diye bağıran vardı. Yenilgiyi kabullenmek kolay değildi, hangi halk kabul ederdi ki? Üstelik Kraliçe'nin Onur Kılıcı gitmişti. Daha ne olabilirdi? Ztin bizim topraklarımızın tamamını alamasa da bizi himaye ettiğini kanıtlamış olmuştu. İnsanların öfkelenmesi çok normaldi.
Eve geldiğimde Yesui beni heyecanla karşılamıştı. Boynuma atılmış, sımsıkı sarılmıştı. Ben de ona sarıldım, kokusunu içime çektim. Özlemiştim. Canımdı, kanımdı, kalbimdi. Benim evimdi. Üstümdekileri değiştirdikten sonra oturma odasına gitmiştik. Kılıç tutmaktan nasırlaşan elimi ellerinin arasına aldı.
Yesui "Geri dönmen için çok dua ettim, Bartan. Çok korktum. Dün sizden önce gelen habercilerden her şeyi duydum. Ztin sana kötü bir şey yapmadı değil mi?"
Kafamı iki yana salladım."Oldukça cana yakın davrandılar, burada gördüğüm muameleden daha iyi bir muameleydi." dedim. Yanağını okşarken gülümsedi.
"Herkes her şeyi diyordu, kime inanacağımı bilemedim." dedi. Derin bir nefes aldı."Keşke bu savaş olmasaydı."
"Savaşın olmamasını ben de isterdim, bu savaş bizi mahvetti. Nasıl toparlanırız, fikrim yok."
"İnsanlar öfkeli. Saraya kızıyorlar. Bu savaşın olmaması gerektiğine inanıyorlar. Kraliçe'nin artık yaşlandığını, çekilmesi gerektiğini diyenler de var, senin kral olman gerektiğini söyleyenler de."
"Sence ne yapmalıyım?"
"Bence benimle olmalısın. Kral olmak, sana göre değil sevgilim. Bize sakin bir hayat lazım. Kral olmak, Naymahaen'i yönetmen aradığımız sakinliği bize getirmeyecek. Taht denilen şey lanetli."
"Ben de senin gibi düşünüyorum. Taht lanetli. En ufak başarısızlığımda insanlar benim yerime geçmesi gereken birisini bulacaklar."
"Yapmamız gereken şey, buradan gitmek. Dikkat çekmeden uzaklaşmamız lazım. İsmin daha çok anıldıkça saray bizimle uğraşacak. Bunu istemiyorum, zaten yeterince dikkatler üzerimizde."
"Gideceğiz, bunu isteyeceğim. Burada kaldıkça dikkatler üzerimizde olacak. Gözden uzak olmak, herkes için yararlı. Sen anlat, sana olan tavırlar nasıldı?"
"Ailen oldukça sıcak, beni hemen benimsediler. Saray ise mesafeli. Birkaç defa Kraliçe beni çağırdı. İlk çağırdığı zaman sevindim, onaylanmak hoşuma gitti ama yanılmışım. Beni rezil etti."
"Daha da beteri olacaktır. Samirna hala bana kızgın, öfkeli. Buna hazırlıklı ol."
"İstediklerini yapsınlar, düşünmüyorum. Ben sevdiğim adamla evlendim, o yanımda. Bu bana yetiyor. İnsanların ne düşündüğü, bana nasıl davrandığı hiç umurumda değil."
"Umurunda olmasın, aşkım, asla olmasın."
"Onlardan korkmuyorum. Ne yapabilirler ki? Hiçbir şey! Üstelik yanımda sen var iken bana bir şey olmaz. Sen beni korursun."
"Evet, Yesui. Ben seni korurum. Kılıcım senindir, sana zarar vermeyeceği gibi senin düşmanlarını öldürecektir." dedim. O ise başını göğsüme koymuştu. Saçlarını öpmüştüm. Aradığım huzur, buydu.
Önümüzdeki yol basitti. Kaynayan bu şehirden kaçacaktık. Rozavr'a gidecek, sakin ve basit bir yaşam sürecektik. İkimizin olduğu bir dünya güvenliydi ve mutluluğun yoluydu. Naymahaen ise gördüğüm onca yanlışa rağmen yoluna devam edecekti. Bunu biliyordum. Bu ülkenin bana ihtiyacı olsaydı, bir Mengael yönetmeli deseydi, Soyambike tahtı ele geçirmezdi. Bu zamana kadar da bu durum bozulmadığına göre bundan sonrasında da bozulmasına gerek yoktu.Kral olmayacaktım. Kendi doğrularımla ilerleyecektim. Sakin bir yaşam sürecektim. Bu sakinliği kimse bozamazdı, buna cesaret edemezlerdi. Bunu bilmekten ziyade inanıyordum ama zihnimden bir ses asla inanma diye fısıldarken içimde bir korku yeşeriyordu. Ya bunu bozmak isterlerse ne olacaktı? İşte o zaman Komutan'ın dediğini yapacaktım. Kanımın emrini yerine getirecektim.
❈
*Bu beyefendiye ayrı bir bayıldığımı söylemem lazım. Kendisine düştüm, beni aşırı heyecanlandırdı.
❈
❈Samirna'nın ülkesi adına yapması gereken şey sizce nedir, ne yapacaktır? Bartan'a yönelik tehditi ciddi mi?
❈Komutan Seojin ve Bartan konuşması için düşünceniz nedir? Ztinlilerin Bartan'a olan tavırları için düşünceniz nedir?
❈Lee ailesi ve Ztin için düşünceniz nedir? Dahou'nun planları ne olabilir, Lussamus içinde nasıl karşılanacaktır? Ztin'nin Naymahaen'e yaptıkları doğru muydu?
❈Bartan'ın sınıra çekilme isteğini doğru buluyor musunuz? Sizce olaylara karışmalı mı yoksa kenara çekilmeli mi?
Bir dahaki bölüm Tamerin olacaktır. Onun için sabırsızlandığımdan erkene çektim! Sevgilerle!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top