1.14 Mutluluk Acıdan Gelir ❈
Herkese Merhaba! Bölümü okuyanlar en azından kendilerini belli etmek amacıyla oy verebilir mi? Ayrıca yorum görürsem çok mutlu olurum. Lütfen varlığınızı belli edin, gösterin!
●EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA BENİ TAKİP EDİN! BÖLÜM DUYURUSU YAPIYORUM!
Yayın Tarihi: 18.10.2020 (23:11)
Bölüm Şarkısı: Audiomachine - Wildfire
İyi Okumalar!
❈
Lussamus Krallığı - Reme
Kaveh
Hayat gerçek bir delilikten ibaretti. Asla yapmam dediğim şeyleri yaparken kendimi bulmuştum. Esthere'nin ihanet kehaneti gerçekleşiyordu. İhanet ediyordum. Reme'deki ailem olarak gördüğüm insanlara karşı haindim. Abrek'in Tamerin'e olan hislerini bile bile Tamerin ile aşk yaşıyordum, bunu saklıyordum. Yaşadığım aşktan asla pişman değildim, üstelik çok güzel bir aşktı. Tutkuluydu, ihtiraslıydı. Ateşin içinde yanıyordum ama hissetmiyordum. Üstelik yanmaktan korkmuyordum. Bu aşkın bana hissettirdiği hislerden vazgeçmek mümkün değildi. Hayatımda ilk defa kendim için bir şey istemiştim ve ondan vazgeçmek istemiyordum. İhanet mi edecektim? Ederdim. Her şeyimi bu aşk için yakardım. Bu aşk için yanardım.
Abrek'e söylemeyi istiyordum. Her sır mutlaka bir gün açığa çıkardı, buna mahkumdu. Fakat Abrek gerçeği kabullenecek gibi değildi. Hayır diyecekti, bunu ret edecekti. Ablalarına söylersem beni Reme'de kesinlikle barındırmazlardı. Saklamaktan başka yolumuz yoktu. Eğer bir şeyleri yoluna sokmayı başarırsam Tamerin ile yeni bir yaşam kurmak istiyordum. Zincirlerimiz ağır olabilirdi ama biz kopmak istiyorduk. Bunun için mücadelemiz vardı. Geleceğin bizim için aydınlık dolu olmasını diliyordum. İçi boş bir dilek değildi. İnsan sevdiği ile mutlu olmak istemez miydi? İsterdi. Ben de kendi sevdiğimle mutlu olmak istiyordum. Kötü bir istek değildi.
Esthere'yi izliyordum. Bu gece onu çağırmıştım. Çok özel bir büyü için birlikteydik. Beni yönlendirecek güç ondaydı. Halıyı kaldırmıştım, Esthere ise yere 2 tane kuyruğu yiyen yılan çiziyordu. Beyaz boyaya fırçayı batırıyordu, özenli olmaya çabalıyordu. Kuyruğunu yiyen yılan, din ve büyü için önemli bir semboldü. Birçok anlamı vardı, birçok etkisi mevcuttu. Kimileri için gücün sonsuz döngüsünü temsil ederdi, kimileri için her gücün bir gün kendi kendini bitireceğiydi. Benim için sonsuz döngüydü. Bu döngüde kendini yeniden bulmaktı. Esthere çizimi bitirince dört köşedeki mumları yerleştirdim. Her mum bir yaratıcı temsil ediyordu. Esthere çiziminin üstüne altın renkli kaseyi koymuştu. Bir gece önce dolunay ışığında beklettiği suyu dökmüştü.
Esthere "Parmaklarındaki yüzüğü çıkar, Kaveh. Bu gece birilerine ulaşmak istiyorsan bunu yapmak zorundasın."
"Her yüzüğü çıkarmak zorunda mıyım?" dedim. Yüzüklerimden ayrı kalmak beni hoşnutsuz hissettirmişti. Savunmasız olmaktan hoşlanmıyordum. Bu yüzükler sayesinde içimdeki büyü gücü dengeleniyordu ve dışarıdaki etkileri koruyordu.
"Buna mecbursun. Üstelik korkmana gerek yok. Ben varım ve benim güçlerim seninkilerden daha üstün. Kimse anlamayacak." dedi. Gözleri soluk ışıkta parlamıştı. Gri benekler ayın ışığını yansıtır gibiydi."Sadece onunla senin aranda."
"Sana güvenim sonsuz biliyorsun, gücüne saygım var. Sadece tedbirlerimden sıyrılmak beni kötü hissettiriyor. Sence başarılı olabilecek miyiz?"
"Karşı tarafa bağlı. O gelmek isteyecek mi, bu önemli. Bu vakitlerde uyuyordur, değil mi?"
Kafamı sallayarak "Evet, uyuyordur." dedim.
"O zaman gösteri başlasın." dedi ve gülümsedi. Gri benekler daha çok parlamıştı.
Ben ellerimi suya sokmuştum. Esthere ise ayağa kalkmıştı. Adaçayı ve lavanta tütsüsünü yaktıktan sonra çevremde tütsüyü elinde sallaya sallaya dönmeye başladı. Koku çevremi sararken gevşemişti. Esthere ise melodik sesiyle o büyülü kelimeleri söylemeye başlamıştı. Sesi kusursuzdu, ruhumu sarmalıyordu. Onun melodik sesine eşlik etmeye başlamıştım. Kelimeleri söyledikçe mumlar teker teker kendiliğinden yanmaya başlıyordu. İlk önce Gazap Tanrısı'nın mumu yanmıştı. Güçlü ve iradeliydi. Onun alevinin ışığı odayı tek başına aydınlatacak kadar güçlüydü. Diğerleri de teker teker yanmıştı. Esthere'nin güçlendikçe gözlerim ağır ağır kapanmıştı. Bir bilinmezliğe doğru savrulmuştum.Ruhum bedenimden sıyrılmıştı, kuş olup uçuyordum. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Bu karşımdaki kişiye bağlıydı. İkimizin ortak noktası olan bir yerde buluşacaktık, bunu biliyordum.
Saf karanlığın içinden sıyrılmıştım. Kendimi ahşap, 2 katlı bir köşkün önünde bulmuştum. Köşke giden yolda kıpkırmızı güller açmıştı ve beni köşke davet ediyordu. Ağır adımlarla yürüyordum. Güllerin kokusunu içime çekiyordum. Bambaşka kokuyorlardı, güzellerdi. Köşkte güzeldi. Beyazdı ve bu beyazlık gün ışığı ile birleşince güzel gözüküyordu. Ağır ağır mermer basamakları çıktım. İnce işçilikle işlenmiş olan el oyması kapıya bakınca gülümsedim. Burası av köşküydü, babamın en sevdiği yerdi. Ayrıca o da seviyordu. Ava tutkundu. Kapıyı yavaşça açıp içeri girdim. İçerisi aydınlıktı. Baharat kokuları çevremi sarmıştı. Mutlaka onun avlamış olduğu bir hayvanın yemeği yapılıyordu. Bayılırdı buna. Solumdaki merdivenleri çıkmak yerine karşımdaki salona girmeyi tercih ettim. Salon büyüktü ve içerisi hatırladığım gibiydi. Duvarlar soluk yeşildi. Duvarları tablolarla kılıçlar süslüyordu. Pencerenin önündeki koltuklar ise krem rengiydi, kadifeydi. Ahşap ayaklarında salonun ağır havasına uyacak işlemeler vardı. Şöminenin hemen yakınında büyük yemek masası vardı. Burası bir krala yakışan köşk değildi ama bir aileye yakışan bir köşktü. Pencerenin yanındaki sehpada mavi porselen vazoyu görünce şaşırmıştım. Onu kırdığım için Kraliçe beni azarlamıştı, babam da ona kızmıştı. Çocuk bu, yapar demişti. Hayal aleminde olunca kırılan her şey sapasağlam bir şekilde duruyordu. Fakat kalpler öyle değildi. Kalp denilen şey bu büyülü yerde bile kırık bir şekilde kalırdı.
Kardeşim sesiyle arkamı döndüm. İşte gelmişti, geleceğini biliyordum. Kendinden emin bir şekilde karşımdaydı. Değişmemişti. Kahverengi gözleri üstümdeydi. Koyu kahverengi saçları benim saçlarımın aksine kısacıktı. İnce bir sakal bırakmıştı. Teni benimkinden açıktı. Beyaz bir gömlek, siyah bir pantolon, lacivert bir yelek ve dizlerine kadar gelen siyah deri çizmeler giymişti. Yeleğinin gümüş renkli iplerle işlenmiş olan işlemeleri belirgindi. Belinde asılı duran iki hançeri görünce gülümsedim. Birisi babamın ona hediyesi olan hançerdi, diğeri ise babamın yüzü çizdiği olandı. Burada bile zihnime nasıl baskı kuracağını biliyordu. Paiman hep böyleydi. İnsanlara üstünlük kurmak adına onların acılarını kullanırdı. Yaralarını kanatırdı, üstünlüğü elde ederdi. Kan Tanrıçası'na yakışan birisiydi.
Gülümseyerek "Nasıl, bu köşkü sevdin mi? Ailemizin sıcaklığını yansıttığı için burayı seçtim." dedi.
"Bence harika bir seçim olmuş. Babamızın en sevdiği köşküdür, burada kendini dinler, sorunlarından arınır." dedim.
Abim koltuğa oturmuştu, yanına oturmam için koltuğa hafifçe vurmuştu. Yanına oturmuştum."Saçların baya uzamış, en son gördüğümde omuzlarına geliyordu."
"Uzatmayı ben tercih ettim, çocukluğumda göçebelere özenirdim biliyorsun. Onlar gibi saçlarım uzun olacak dediğim zaman ciddiye alınmıyordum ama kendime verdiğim sözü tuttum."
"Sen hep verdiğin sözleri tutarsın, senin yapın buydu. Söylesene, Saevthas'ı özledin mi? Lussamus'da ne buldun?"
"Lussamus'da ne bulduğumu söylersem canımı acıtmak için kullanırsın. Seni tanıyorum, Paiman veya abi, ne dememi istersen. İnsanların zaaflarını kullanırsın."
"İstediklerimi gerçekleştirmenin bir yolu bu. Başka bir yol mümkün ama bu yol beni güçlü hissettiriyor. Kan Tanrıçası'nı anlıyorum. Mutluluk acıdan gelir."
"Kan Tanrıçası'nın bunu deme nedeni, insanların çabalaması içindi. Eğer sen çabalarsan karşılığını alırsın. Çok sığ bakıyorsun."
"Bana kızmana gerek yok, Kaveh. Ben hep böyleydim, sen beni gözünde abarttın. Senin için harika bir abi olmak hoşuma gidiyordu, mutluydum ama sen benim tüm amaçlarımın önündeki bir engeldin."
"Tacı bana tercih ettin, beni vatanımdan kovdurdun, kaçmamı sağladın. Tebrik ederim, Kan Tanrıçası'nın izini taşıyorsun." dedim ve derin bir nefes aldım. Canım acımıyordu. Abimin gerçek yüzünü görmüştüm ve ona kızsam bile hayal kırıklığım beni ezmiyordu.
"Taht yolunda kimseyi tanımamalıyız." dedi ve güldü. Gülüşü zafer gülüşüydü. İstediği her şeyi almıştı, her şeye sahipti."Yine de insan her şeye sahip olduğunda bile yanında onu destekleyecek birisini arıyor. Madem benimle konuşmak istedin, burada buluştuk bunu konuşalım."
"Beni bu yüzden mi yanına çağırıyorsun? Kardeşlerimiz bahsetti ama inandırıcı gelmedi. Sen dostunu elbette yakın tutan birisin ama düşmanını daha yakın tutarsın. Beni kendine düşman olarak görmene gerek yok."
Gözlerini kısmıştı. Söylediklerimden etkilenmemişti."Her zamanki kuruntuların içindesin. Sana eşsiz bir teklif sunuyorum. Yapman gereken tek şey bana biat etmen olacak, benim hükmümü kabul edeceksin."
"Senin kölen olmamı istiyorsun, evcilleşmiş bir köpek." dedim. Sözleri oldukça sinir bozucuydu. Bunu kabul etmek yerine göçebe olarak yaşardım."Bu bir aşağılanma!"
"Saevthas'da yaşamak istiyorsan şartım bu. Beraber güçlü olabiliriz. Senin askeri dehan benim yönetimim, harika olur! Tıpkı çocukluğumuzda hayal ettiğimiz gibi, kardeşim."
"Çocukluğumuzdaki hayallerimiz saftı, kirli düşünceler içermiyordu. Büyüyünce sen değiştin, düşüncelerin kirlendi. Bunu göremeyecek kadar aptal değilim."
"Beni çok yoruyorsun. Ben sana özlemden, sevgiden, kardeşlikten bahsediyorum sen ise kin, nefret ve hainlik. Bu hale nasıl geldik? Yazık, çok yazık!"
"Bizi bu hale getiren sensin! Babamı doldurdun, ona yapmayacağım bir şeyi yapacakmışım gibi gösterdin. Tahtı alacağıma inandırdın. Onun gözde oğlu olmanın gücünü kullandın. Ben ise ezildim, çarem kaçmak oldu." diye bağırdım. Öfkemden etkilenmemişti. Kendini haklı gördüğü içindi. Bu yüzden beni ciddiye almıyordu."Yüzümün haline bak! Ömrüm boyunca taşıyacağım bir iz var yüzümde. Bu izi aynada her gördüğümde aklıma babam ve sen gelirken nasıl emrinde çalışabilirim?"
"O yaranın olma sebebi ders alman içindi. Babam bu yüzden yaptı. Bence dersini aldın, Kaveh. Aradan geçen zamana bakarsak almış olmalısın."
"Özgürlüğü tadan bir kuşu tekrardan kafese sokamazsın. Ben özgürüm, istediğim hayatı yaşıyorum ve kimse bana karışmıyor. Özgürlüğümü bırakıp senin emrine mi gireceğim? Bunu düşünüyorsan yanılıyorsun."
"Hayatın sürprizlerini bilemezsin. Asla yapmam dediğin şeyleri yaparsın, bunu öğrenemedin mi? Bunu sana öğretebilirim. Birbirimizden uzak olsak bile kalp olarak bağlıyız, hala beni seviyorsun. Bana öfkeli değilsin, bana kırgınsın."
Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Onun karşısında savunmasızdım."Hayatıma karışmayı bırak, oyuncak değilim."
"Senin iyiliğini istiyorum, ben senin abinim. Hayatına karışmıyorum, yönlendiriyorum. Bu ikisi arasındaki farkı görmüyorsan senin sorunun."
"Çocuk değilim, 24 yaşındayım. Hayatıma kimsenin karışmasına ihtiyacım yok. Bugün buraya asıl bunu demek için çağırdım. Ben senin kuklan değilim."
Gülerek "Gerçekten mi? Kaveh yine erken kararlar alıyorsun. Eninde sonunda yuvana döneceksin, senin yerin benim yanım." dedi. Söylediklerinin gerçekleşeceğine bu kadar emin olması anlamsızdı."Beraber ülkemizi güçlendireceğiz, hayal ettiğimiz gibi."
"Ben bir gün senin yanına dönersem emin ol seni mahvetmek için olacaktır bu. Yaptığın kötülükler yanına kâr kalmayacak."
"Bu yaşamda iyi veya kötü yoktur, bunu öğrenmen gerekir. Siyah veya beyaz olarak insanları sınıflandırmak kadar saçma bir şey yok. İnsanlar gridir. Kimi durumlarda beyaza yakın olurlar kimi durumlarda siyaha yakın."
"En azından beyaza yakın olabilirdin."
"Bir gün büyüdüğünde bana hak vereceksin hala büyümemiş olduğunu görüyorum. Bu hoşuma gidiyor ama hayat bizden büyümemizi ister."
"Ben büyüdüm." dedim. Ayağa kalkmıştım. Artık bu konuşmayı bitirmek gerekiyordu. Kontrol bende miydi, abimde miydi emin değildim. Abimin de büyüye yatkın olduğunu düşünüyordum. Eğer kontrol burada onda ise burada istediği süre kadar kalırdım. Gerçi risk almadan bunu bilemezdim.
"Büyümüş olsaydın senin yerinin benim yanım olduğunu bilirdin, Kaveh. Fakat büyümediğini görüyorum. Saevthas'a geleceksin ama bu senin isteğinle olacak."
"Asla!" dedim ve çocukken kırdığım porselen vazouyu alıp kırdım. Parçaları yere saçılırken abim dikkatle bana bakıyordu. Ucu en sivri parçayı aldım.
"Ne yapıyorsun?" diye fısıldadı.
"Kontrolün sende olmadığını sana gösteriyorum. Benim hikayemin yazarı sen değilsin, benim. Hayatıma asla karışamayacaksın." dedim ve sol kolumdaki bilek damarımı dik bir çizgiyle kesmiştim. Kan fışkırırken abim hayır diye öfkeyle bağırmıştı, ben ise ona gülümsedim. Kontrol bendeydi ve bu hep böyle olacaktı.
İrkilerek uyandığımda Esthere durmuş, bana bakıyordu. Artık gözleri griydi, ayın ışığını yansıtıyordu. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Ellerimi sudan çıkarmıştım, sol bileğime bakmıştım. İnce bir çizik vardı, kırmızıydı ama geçerdi. Kasenin altına baktığımda kuyruğunu yiyen yılan yoktu, silinmişti. Abim bana ulaşamazdı. Hızla yüzüklerimi takmıştım. Esthere'ye mumları söndür ve etrafı topla demiştim, o ise tek tek iki parmağını bastırarak söndürmüştü, etrafı toparlamıştı. Kendimi koltuğa bıraktığımda derin bir nefes aldım. Çok ilginç bir deneyimdi. Eğer bileğimi kesmeseydim abim beni o hayalde hapsedecekti, bunu anlamıştım. Sırf orada teklifini düşünmem için yapacaktı. Fakat bu büyüyü bozmanın yolu irade ve kandı. Gazap Tanrısı ve Kan Tanrıçası'nın huzurunda buluşmuştuk. Bu ayki dolunay onlarındı. Ayın parlaklığı ve kızıllığı bunu gösteriyordu. Üstelik o porselen vazonun gerçekte olmaması benim kaçışımı sağlamıştı. Şimdi güvendeydim, evimdeydim ve bir daha abimle buluşmayacaktım. O bana ulaşmaya çabalasa bile buna engel olacaktım.
Esthere yanıma oturmuştu, gözleri hala ayın etkisini yansıtıyordu.Mavi gözleri griydi, emsalsiz duruyorlardı. Benim için endişeliydi. Gücü ve endişesi birleşince beni çarpıyordu. Onu sakinleştirmem lazımdı. Artık güvendeydim, en azından ben öyle düşünüyordum. Yaptığımız büyüde karanlığa dair herhangi bir şey barınamazdı. Aslında tehlikeli bir büyü değildi ama çarpıtılma olasılığı yüksekti. Esthere bundan korkmuş olmalıydı.
"Korkma, ben iyiyim." diye fısıldadım.
Esthere'nin gözleri irileşmiş, gri gözleri parlamıştı."Korkmayayım mı? Beni çok korkuttun, Kaveh. Kendini görmedin, burayı bilmiyorsun. Bedenin titremeye başladı, gözlerin açıldı ama bembeyazdı. Mumların alevi güçlendi."
"Abim yüzündendir, kontrol ondaydı."
"Kontrol sendeydi, abinde değildi. İsteseydin onu orada hapsederdin. Çok güçlüydün, kontrol edemeyeceğim kadar çoktu. Gücün beni itmeye çabaladı, yok etmek istedi."
"Şaka yapıyorsun, ben bir büyücü bile değilim. Sadece buna yatkınım, kendimi savunabilecek ufak büyüler biliyorum."
Esthere gözlerini devirmişti."Keşke kendini sana izletebilsem, bunu yapabilirim ama gücümü fazlasıyal sömürdüğün için kendimi bitkin hissediyorum. Sen güçlü bir büyücüsün ama kendinin farkında değilsin."
"Öyle değilim."
"Büyücü olmasan bile farklı olduğun kesin. Hiçbir büyücü sana büyü yapamaz gerçi senin gibi olup güçlü büyücü var mı, bilemiyorum."
"Hadi, odana çekil. Uyumak istiyorum, bu gece çok yoruldum. Abim beni çok yordu."
"İyi geceler. Dinlen ve kendini toparla. Anlaşılan göründüğünden daha farklısın, bunu çözmemiz lazım."
"Ben göründüğüm gibiyim, Esthere." dedim. Esthere ise gülümsedi, bir şey demedi.
Odamdan çıkmıştı. Ben ise üstümü çıkarmış, yatağa bırakmıştım. Tavana bakarken bu gece olanları düşünüyordum. Bitkin hissediyordum. Bu bitkinliğin bu kadar büyük olacağını tahmin edememiştim. Abim de benim gibi olmalıydı. Onunla konuşmak istemiştim, gerçek niyetini görmek içindi. Niyeti ise tahmin ettiğim gibiydi, hatta daha küstah tavırlarla karşımdaydı. Büyümediğimi iddia ediyordu. Bunda yanılıyordu. Ben büyümüştüm ve söylediğim her şeyi yapabilecek gücüm vardı. Asla Saevthas'a geri dönmeyecektim. Abimin köpeği olmayacaktım. Ona biat etmeyecektim. Kibrinin kuklası olmayacaktım. Yaşamım benim elimdeydi, ben kontrol edecektim. Bir başkası bu hikayeyi yazmayacaktı, asla olmayacaktı. Hayatımı başkası yönetemezdi.
Geri dönersem bile bu geri dönüş için onu pişman edecektim. Sonuçta olmayacak şeyler bile oluyordu. İkinci ihtimalde bile kontrol benim olacaktı. Paiman kendisi kontrol ediyor sansa bile büyük bir yanılgıya düşmüş olacaktı. Bu konuda kararlıydım. Beni kontrol etmesine izin vermeyecektim. Eski Kaveh yoktu. Abisine inanan, onu en yakın arkadaşı gibi gören çocuğu öldürmüştü. Ona kızgındım, kırgın değildim. Beni küçük bir çocuk gibi gördüğü için kırgınlık olarak yorumlamıştı. Böyle düşünmeye devam etsindi. Benim işime gelirdi. Sonuçta bu hayatta ummadığımız şeyler hep olurdu. Onun da öğrenmesi lazımdı.
Perdelerimin açılmasıyla uyanmıştım. Sonra kafamı yastığa bastırmış, homurdanmıştım. Tatlı bir ses uykucu demişti. Biraz daha uyusam ne olurdu? Dün gecenin yorgunluğu üstümdeydi.Fakat sesin sahibinin beni uyutmaya niyeti yoktu. Kafamdan yastığı kaldırmıştı. Gözlerimi kısarak baktığımda Tamerin'i gördüm. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Ne kadar güzel gülümsüyordu. Günümü gülümsemesiyle aydınlatmıştı. Yanağını okşamıştım. Tanrıçaların güzelliğinden bir parça taşıyordu. Derin, kahverengi gözleri vardı. Siyah saçları beline kadar açıktı. Buraya gelirken saçlarını hep açıyordu. Parmağında ise ona almış olduğum gümüş yüzük vardı. Sade bir şey istemişti, bende buna göre almıştım. Aşkımız bu küçük halkayla simgeleşmişti.
Tamerin "Kalk hadi uykucu! Öğle güneşi yükseliyor, sen uyuyorsun."
"Çok yoruldum, tüm gün uyumak istiyorum." dedim.
"Bunu yapamayacağını biliyorsun. Dün ne yaptın ve bu kadar yorgun kaldın?" dedi ve derin bir nefes aldım. Tamerin şimdilik bu büyü olaylarını bilmiyordu. Bilse ne tepki verirdi bunu bilemiyordum. Anfisa olayında da büyü kullanmıştım. Drant'ın kızının o duruma düşmesinin suçlusu bendim. Benim biricik sevgilimi üzünce canını acıtmak istemiştim ve başarılı olmuştum. Pişman değildim.
"Sonra anlatırım olur mu? Biraz zamana ihtiyacım var, Tamerin."
"Üstelik Esthere buradaydı, sabah gördüm." dedi. Ses tonu sakin olsa bile bakışlarında sorgulama vardı."Umarım ters bir şey yoktur."
"Ters bir şey yok, sevgilim. Sen var iken bir başkası mümkün mü? Yoksa deli Abrek'in dediklerini ciddiye mi alıyorsun? Bu benim kalbimi kırar."
"Abrek'in dediklerini umursamıyorum, seni tanıyorum. Sadece Esthere'nin bana olan bakışlarından hoşlanmıyorum ve burada kalması rahatsız etti."
Ellerini öpmüştüm."Hiç endişen olmasın, benim tüm varlığım senindir. Esthere'yi boş ver, her zamanki halleri. Bu dünyada tek güzel kadın kendini sanıyor. Oysa öyle değil. Sen varsın."
Gülümseyerek "Hadi, kalk. Aşağıda kahvaltını hazırlayacağım. Bahçede mi yemek istersin yoksa salonda mı?" dedi.
"Bahçede yiyebilirim, hava güzel. Yanımda sen ol."
"Diğerleri görürse hoş olmaz, Kaveh."
"Diğerlerini umursayan kim? Bir şey demezler, merak etme. Bu evin efendisi ben değil miyim? Dışarı çıkmayacaksınız derim olur."
Tamerin derin bir nefes aldıktan sonra kafasını iki yana sallamış, yanımdan kalkıp gitmişti. Ben ise üşengeç adımlarla banyoya ilerlemiştim. Banyodan çıktıktan sonra giyinmiştim. Saçlarımı iki yandan örmüştüm, hava sıcaktı. Sürmemi çektikten sonra gümüş iki yüzüğümü taktım. Aşağı indiğim zaman bahçede masam Chiare ve Tamerin tarafından kurulmuştu. Chiare'ye git dedikten sonra Tamerin'e oturması için sandalye çekmiştim. Onun güzelliğini izleyerek kahvaltımı yapmış olmak güzel olacaktı. Tamerin'e bir şeyler ye dediğim zaman hayır demişti. Hala çekiniyordu, oysa gerek yoktu. Benim olan her şey onundu. İstediğini yapmakta özgürdü. Israrlarım sonucu kendisine cam bir bardak alıp gelmişti ve vişne suyu doldurmuştu. Utangaç utangaç içiyordu. Küçük bir kız çocuğu gibiydi.
Chiare'nin yanında Venira'yı görmüştüm. Beyaz bir tunik giymişti, kahverengi deri pantolunu vardı. Belinde kahverengi kalın kemer vardı ve kılıcı göze çarpıyordu. Tamerin Venira'yı görünce ayağa kalkmıştı. Venira'nın bakışları ise Tamerin'e karşı tersti. Venira Tamerin'in yerine oturunca Tamerin'e çekilebilirsin demiştim ve gitmişti. Venira'ya ne içersin diye sorduğumda meyve suyu demişti. Temiz bardağı Chiare getirmiş, Venira'ya vişne suyu doldurmuştu. Venira Chiare gittikten sonra meyve suyunu içmişti. Sinirli bir şekilde "O kızın burada ne işi vardı?" dedi.
"Hangi kızın?" dedim.
"Tamerin denilen uğursuzun! O kızla samimi olma, belaya bulaşma. Üstelik bir azatlık, gerçekten adın pis dedikodulara karışır."
"Bunun için gelmediğini düşünüyorum." dedim. Tamerin konusunu ona açmak istiyordum ama bu sözleri, bu tavırları bu konuyu ona açmama engeldi. Beni anlamayacağı çok açıktı. Venira aşkıma saygı duymazdı. Gerçeği öğrenirse vereceği tepkiyi merak ediyordum."Başka bir sorun var mı?"
"Hangisinden başlamam gerektiğini bilmiyorum. İlk önce iyi olandan başlamalıyım. Abrek artık şehrin yönetimine katılıyor! İnanabiliyor musun? Vali'nin yanında şehri yönetiyor."
"İnanılmaz bir durum. Davadan sonra değişecek demiştin ve inanmamıştım."
Heyecanla "Yönetmeyi sevdi, güçlü olmak hoşuna gitti. Kral olmayı istemeye başladı. İnsanların ilgisinden memnun, güçlü görünmeyi seviyor." dedi.
"Senin adına sevindim, Venira. Çabalarının karşılığını alıyorsun. Fakat dikkatli ol. Azamet'in casusları burada, her adımınızı yetiştiriyorlar."
"Yetiştirsinler, korkmuyoruz. İnsanların desteği bizimle. Bu desteği görürken bize bir şey yapamaz."
"Halkın desteği babanı korumadı, bunu biliyorsun. Halkın desteğine güvenirsen kaybedersin. Halk gücün peşinden gider."
"Bu sefer farklı. Azamet'i kimse sevmiyor, o şımarık oğlunu da. O karmaşık cumhuriyet dönemine dönmek yerine geriye kalan tek Cupuer erkeğini başta görmek istiyorlar. Abrek ise kendisini kanıtlıyor, kanıtlamıyor mu?"
"İnsanlar onunla ilgili çünkü umutları yok. Bana göre Abrek'in kendisini kanıtlaması için vakit var. Bunu samimiyetimle söylüyorum."
Derin bir nefes aldı, arkasına yaslandı. Mavi gözleri düşünceliydi."Rüzgar bizden yana esiyor, Azamet'in günleri sayılı. Abrek ise başına taç konduracak."
"Kötü olan şey ne?" dedim. Venira'nın güzel yüzünde acı bir tebessüm belirdi.
"Hangisini söyleyeyim, bilemiyorum. İlk önce Abrek ile ilgili olanı söyleyeyim. Ablam kardeşimin aklına girmiş. Onu Tamerin ile evlenebileceğine dair şeyler söylemiş, Abrek ise bunu duyduktan sonra bu hale geldi.Galiba kral olursam Tamerin ile evlenirim düşüncesine ablam sayesinde kapıldı. Hem güçlü görünmeyi seviyor hem de Tamerin takıntısı onu bu yola itti."
"Nesenni yapmış olduğu hatayı göremiyor mu? Tamerin onunla evlenmez ki!"
"Evlenmez, istemez bunu. Kız yüzüme dedi, kardeşini sevmiyorum diye haykırdı. Fakat ablam ve Abrek gücün her şeyi yaptırabileceğine inanıyorlar. Zayluk denilen pis adama sorsalar kızını mal gibi kardeşime satar. Onlar da buna güveniyor." dedi. Gerçekten rahatsız olmuştum. Benim yapabileceğim bir şey var mıydı? Olmak zorundaydı. Zayluk ile konuşabilirdim. Onu kendi tarafıma çekmeye çalışırdım. Gerekirse bunun için büyü yapardım.
"Zayluk denilen adam güce ve paraya tapıyor, kızını düşünmeden satar. Abrek ise bunu düşünmez. Bencil birisi."
Kafasını hafifçe sallamıştı.Sinirle "Evet, bencil birisi. Kardeşim olabilir ama hatalarını görüyorum. Tamerin'e takıntılı. O kızda saplandı, kaldı. Geneleve gönderdik, baştan çıkarılması için büyü yaptım ama olmadı. İşlemedi." dedi. Venira'nın büyü gücü olduğunu o zaman öğrenmiştim. Aramızda sır olarak kalıyordu. Onun bu yeteneğe sahip olması tuhaf geliyordu. Cupuer ailesinin geçmişinde hiçbir üyenin büyüye dair yeteneği yoktu. Venira'nın bu büyücü olması ilginçti. Belki annesiyle alakalı bir durumdu.
"Korunuyor olabilir veya Abrek'in bilmediği bir büyü gücü vardır."
"Olsaydı anlardım, hissederdim."
Gülümseyerek "Beni hissetmedin." dedim.
"Senin yüzüklerinden alakalı bir durumdu. Yüzüklerini çıkar, nasıl seni izliyorum görürüz.Kafam bu konuda karmakarışık zaten."
"Diğer mesele ne?"
"Diğer mesele hepsinden karmaşık bir mesele. Çok garip rüyalar görüyorum. Çevremi tilkiler sarıyor ve bir baykuş sayesinde kurtuluyorum. Bu rüyayı üstüste gördüm."
"Bunun neyi kötü olabilir? Sıradan bir rüya gibi değil ama kötü gibi durmuyor."
"Hissettiklerim berbattı. O kızıl tilkilerin saldırışını unutamam. Hepsi çok vahşiydi, korkunçtu. Aynı zamanda mavi gözlü baykuş çok güzeldi. Bu rüyanın devamı var ama göremedim. Görmem gerektiğini hissediyorum. O baykuş, bana bir şey söylemek istiyor."
"Sana yardımım dokunabilir. O rüyanın devamını görmek istiyor musun?"
"Elbette istiyorum."
"O zaman küçük bir büyü yapacağız. Malzemeleri ayarladığım zaman benim evime geleceksin. Bunu birlikte başaracağız."
"Teşekkür ederim, Kaveh. Sen olmasaydın, ne yapardım bilmiyorum." dedi ve güldük.
Kahvaltımdan sonra Venira gitmişti. Söyledikleri düşündürücüydü. Abrek gerçekten kral olmayı Tamerin için istiyorsa hiç istemesin daha iyiydi. Tamerin benimleydi, benimle mutluydu. Bunu ona söylemek istiyordum ama anlamazdı. Anlamadığı gibi işleri karıştırırdı. Tamerin'i çekip alabilmem lazımdı. Zayluk ile konuşacaktım. Hoş, Tamerin'in söylediğine göre babası benden hoşlanmıyordu.Saevthaslı olmam o adamda güven uyandırmıyordu. Haklı mıydı? Kesinlikle haklıydı. Benim ülkemin insanları buradaki insanlara göre anlaşılması güçlerdi. Sinsi oldukları için diğer insanlar bizden çekiniyordu. Ben sinsi değildim, oynadığım oyunlarda sinsi davranmamaya çalışırdım. Ah, kimi kandırıyordum? Benim de sinsi davrandığım anlar vardı. Kaçınılmaz bir durumdu. Yapacak bir şey yoktu. Biz bu şekilde hayatta kalmıştık ve kalmaya devam ediyorduk. Hayatta kalacak isek her şeyi yapacaktık, bu açık bir kuraldı.
Abrek ve Tamerin evlenebilir miydi? Tamerin istemiyordu ama hayatını yönetme hakkına sahip değildi. Babası kesinlikle Abrek'i damadı olarak görmek isterdi. Bunun için Abrek ne derse yapardı. O zaman Tamerin'i alıp kaçardım. Saevthas'a geri dönemezdim ama başka ülkelerde kendimize bir yer bulurduk. Bizi kabul edecek ülkeler olabilirdi. Ztin ve Naymahaen uygun geliyordu. Lussamus'un kuzeydeki iki ülkeyle arası pek yoktu. Onlara sözleri geçemezdi. Orada ortalık sakinleşinceye kadar kalırdık. Ya oraya yerleşirdik yada gezerdik. Seçim bize ait olurdu. Ya evlenirse ne olurdu? Sonuçta hayatta her daim bizim istediklerimiz olmuyordu. Çözümsüzlük içinde kalabilirdik. Bu çözümsüzlüğün içinde kalmak istemiyordum. Esthere'nin ihanet kehaneti gerçekleşmişti. Daha karmaşık durumlar olamazdı.
Kitap okurken Chiare Abrek'in geldiğini söylemişti. Ona çalışma odama gelmesini söylemiştim. Abrek odama geldiğinde oldukça mutlu gözüküyordu. Gerçekten gücün tadına bakmıştı ve sevmişti. Kendi hayaliyle güç birleşince Abrek mutlu olmuşa benziyordu. Onu uyarsam nasıl olurdu? Güçle her istenilen şey yapılamazdı. Aksi halde güç sonu olurdu. Aşırı bencillikle istenilen güçlerin sonu iyi değildi, asla iyi olamazdı. O güç eninde sonunda onu yönetmek isteyenin sonunu getirirdi.
Abrek koltuğa oturmuştu. Gülümseyerek "Abrek, seni görmek ne kadar güzel!" dedim.
Abrek "Karşılıklı duygular içindeyiz, dostum. Ben de seni gördüğüm için mutluyum. Ne yaptığını merak ettim, ayrıca yarın Eldar ve arkadaşlarıyla ava çıkacağız. Seni de davet etmek istedim."
"Evet, gelirim ama senden emin değilim. Şehir yönetiminden buna nasıl fırsat bulacaksın?"
Gülerek "Ben bulurum." dedi. Chiare önüne limon şerbeti ve kurabiyeler koyup gitmişti. Abrek ağzına bir kurabiyeyi atmıştı."İnanılmaz işler çıkartıyorum. Mesela emirle şehrin belirli noktalarında günübirlik iş sağlayan birimler olacak. İşsizlik sorununa dair bir çözüm."
"Güzel bir karar olmuş. Para kazanmak isteyenler için iyi."
"Kesinlikle! Ayrıca geçimini sağlamakta zorlanan insanlar için ek gelir olacak. İş öğrenmek isteyen insanlara da yatırım yapılmasını istiyorum. Bunun için de fikirlerim var."
"Drant sana kızmıyor mu? Onun işine karışıyorsun, bundan memnun olmayabilir."
"Hayır, kızmıyor çünkü beni yetiştirdiğini düşünüyor veya içimdeki yönetme yeteneğini ortaya çıkardığına inanıyor. Oğlunu da benim yanıma verdi."
"Gelecek adına güzel yatırımlar yapıyor. Kızını sana veremedi ama oğlunu verdi. Drant çok akıllı bir adam. Onu tebrik etmem gerekir."
"Eldar zararsız, Kaveh. Yoksa onunla olan arkadaşlığımı mı kıskandın?"
Gülümseyerek "Ben senin gibi değilim, kolay kolay kıskanmam." dedim. Abrek'in yüzündeki tebessüm bozulmuştu. Bunu saklamak için limon şerbetini içmişti.
"Benim de kıskançlığım yoktur. Sen yanlış anlıyorsun, abartıyorsun. Yaşın benden büyük, daha olgun olmanı beklerdim ama sen benden küçükmüş gibi davranmayı seviyorsun."
"Tamerin konusunda yaptığım şakalara alındın mı? Bence alınma, hepsi birer şakaydı."
"Şaka olduğunu elbette biliyorum, buna neden alınganlık gösteriyim?" dedi ve omzunu silkti.
"Tamerin'i çok sahiplenmişsin, benimsemişsin. Hiç düşünmüyor musun, onun hayatında bir başkası olabilir. Bir başkasıyla aşk yaşayabilir."
Abrek'in yüz ifadesi donmuştu. Yüzü buz gibi olsa bile gözlerinde farklı bir ateş gördüğüme yemin edebilirdim. Deliliğin ateşi! Bu ateşi görmek beni germişti ama bu konuya girmem gerekliydi."Böyle bir şey asla olamaz. Ben var iken asla olamaz."
"Neden?"
"Çünkü benim dışımda kimseyi sevemez. Onun böyle bir şeyi yok. İkimiz kutsal bir bağla birbirimize bağlayız. Eğer bu bağı bozmaya çalışan birisi varsa onu öldürürüm. Hiç çekinmem, Kaveh. Kim olursa olsun."
"Buna değer mi?" diye fısıldadım.
Kafasını hafifçe sallamıştı."Elbette değer. O eşsiz, güzel ve değerli. Ben ise bu yaşamda onu en çok sevebilecek kişiyim. Benim dışımda kimse onu sevemez."
"Bunda yanılıyorsun."
Alaycı bir gülümseme yüzüne yerleşmişti."Yanılmıyorum. Beni anlamını istiyorum ama beni anlamakta diğerleri gibi uzaksın. Onun o saf aşkı olmasaydı ben yanlış yollara sapardım."
"Senin anlamadığın şey, bu bir takıntı. İleride bu takıntın yüzünden canın acıyabilir. Ya Tamerin sana ihanet ederse ne yapacaksın? Aşkı başkalarında ararsa onu da öldürecek misin?"
"Aşkı, huzuru, mutluluğu başkasında asla aramayacak çünkü ona hepsini vereceğim. Başkasını mı seçti? Başkası ölür, yoluna benimle devam eder. Zaten böyle bir şey yapacak birisi değil ve böyle bir şey yapacağını birisi de yok!"
"Çünkü sen varsın." diye mırıldandım. Tanrım! Abrek'in durumu ne kadar korkunçtu. Gözleri kör olmuştu, kulakları dediklerini duymuyordu."Çok zehirli bir aşk."
"Zehirli ama ben bu zehri seviyorum, bu zehre bağımlıyım. Kopamıyorum."
"Aklıma bir hikayeyi getirdin. Bir efsaneyi. Yaşanıp yaşanmadığını bilemiyorum, anlatmamı ister misin?" dedim. Kafasını hafifçe sallamıştı, meraklı gözleri üzerimdeydi."Bildiğin üzere yaratıcılarımızın birçok aşkı olmuş, birçok sevgilisi. Bu aşklardan kaynaklı birçok hikaye var. Madem kızıl bir dolunay zamanındayız, Kan Tanrıçası ve onun yakut sevgilisi Zabran'ın anlatacağım."
"Seni merakla dinliyorum."
"Kan Tanrıçası, Kül Tanrıçası'na göre oldukça sert ve zalimdir. Onun öğretilerinde her daim mutluluğun acıdan geldiğini öğreniriz. Bu öğreti çok tartışmalıdır, herkes farklı bir şekilde yorumlar. Kimileri mutluluk ve acının eş anlamlı olduğunu savunur, insan ne kadar acı çekerse o kadar mutlu olacaktır diye düşünür. Kimileri ise mutluluk adına acıyı bedel olarak yorumlar. Kan Tanrıçası'nın izinden gidenler bu yolu benimser. Acıyı ve mutluluğu eş olarak görürler. Tanrıça'nın birçok hikayesinde bu öğretiyi görürüz. Her neyse Kan Tanrıçası güzelliğe önem veren bir yaratıcıdır. Güzel olan her şeyin ona ait olmasını ister, sahip olmayı arzular. Bu durumu aşklarında da göze çarpar. Kim güzel ise ona sahip olmayı istemiştir. Bu yüzden birçok kadın veya erkek sevgilisi olmuştur."
"Güzelliğe âşık olmak. Uğruna savaşlar bile çıkartabilecek bir durum."
"Güzellik uğruna savaşılır mı, bilemiyorum. Konudan sapmayalım. Kan Tanrıçası bir gün sırf insanların ona olan saygısını görmek için insanlar arasına karışır. Otuzlarında gözüken bir kadın olur. Siyah saçları, bembeyaz teni, siyah gözleri ile karşı konulmaz bir güzelliğe dönüşür. Pazarda yürümeye başlar. Gören her insan onun bu güzelliğine hayran kalır, saygı duyar ve eğilir. Sadece bir insan bu ilahi güzellikle ilgilenmez. O da bir rahibedir. Gazap Tanrısı'nın rahibesi Zabran umursamaz. Kan Tanrıçası, bu duruma karşı ilk öfkelenir. Onun küçük düşmesini ister. Tam buna yönelik bir şey yapacağı sırada Zabran'ın yüzünü görür ve gördüğü en güzel yüzün o olduğunu düşünür. Kendinden bile güzel bulur, onu hep yanında tutmak ister. Bunun için hırslanır. İlk başta diğerlerine bu durumu anlatır. Gazap Tanrısı, Kül Tanrıçası buna karşı çıkar. Bir rahibenin yaratıcıların diyarında işi olmayacağını söylerler. Fırtına Tanrısı ise onu destekler."
"Sonra ne olmuş?"
"Kan Tanrıçası ona karşı çıkanları dinlememeye karar verir ve yine o halde iken rahibeyi tapınağında ziyaret eder. Karşısına geçer ve konuşmaya başlarlar. Günlerce konuşurlar, birbirilerine açık açık her şeyi itiraf ederler. Bu sohbetler üzerine Kan Tanrıçası rahibeye daha da çok bağlanır. Ona kendisiyle gelmesini teklif eder ve rahibe karşısındaki muazzam güce hayır diyemez. Üstelik Zabran en başından beri Kan Tanrıçası'na âşıktır. Onun dikkatini çekmek için ilgilenmemiş numarasını yapar. İkisinin ilişkisi en başta güzel gidiyordur. Kan Tanrıçası Zabran'a tutkundur, Zabran ise Tanrıça'ya vurgundur. Gazap Tanrısı, Kan Tanrıçası'nı uyarsa bile o aldırış etmez. Sonuçta arzuladığı aşka kavuşmuştur, diğerlerinin önemi var mı?"
Kaşları hafifçe çatılmıştı."Neden karşı çıkıyor ki? Çok anlamsız. Gerçekten gerçek aşka karşı çıkanları anlamıyorum."
"Gazap Tanrısı'nın karşı çıkma nedeni, Kan Tanrıçası'nın bu aşk yüzünden değişimi. Kendi kişiliğini kaybetmesi 4 Yaratıcı arasındaki dengenin bozulması demek oluyor. Kan Tanrıçası ilk başlarda bu durumun farkında olmuyor. Hatta kimi yerlerde bundan memnun olduğu söyleniyor ama bilemiyorum.Fakat zaman içinde huzursuz birisine dönüşüyor. O huzursuz oldukça yaşama yansıyor. Sular kırmızıya dönüyor, ay gece çıkmıyor, kan yağmurları insanların ekinlerine zarar veriyor. Kan Tanrıçası acı çekiyor. Bu durumu Kül Tanrıçası'na sorduğu zaman Kül Tanrıçası ona Zabran'ı öldür demiştir. Eğer Zabran ölürse tüm bu sorunlar bitecekmiş."
"Bunu yapmış olamaz." diye mırıldandı.
"Yaptı, dostum. Kan Tanrıçası ilk başta buna hayır dese de zaman ona bunu yapmayı zorlamıştır. Tek değişen Kan Tanrıçası değildi, Zabran'da değişmişti. Kan Tanrıçası ile yaşadığı aşktan sıkılmaya başlamıştır. Sürekli onunla kavga etmiş, başka ruhlara ilgi duyduğunu Kan Tanrıçası'na hissettirmiştir. Zabran, Tanrıça'dan korktuğu için ona ayrılalım diyememiştir. Fakat tek bir hatası mı desem yoksa davranışı mı bilemiyorum, onun sonu olmuştur. Kan Tanrıçası'na bir başkasını övmüş ve Kan Tanrıçası onu öpücüğüyle öldürmüş. Zabran'ı birçok yakut parçasına dönüştürmüş bu öpücük. Yakutlar dünyaya saçılmış, insanlara bolluk olmuş. Toprak verimli hale dönmüş, sular normalleşmiş, kadınlar artık ölü doğum yapmıyormuş."
"Kan Tanrıçası sevgilisini öpücüğü ile öldürdü, öyle mi?" dedi. Kafamı salladım.
"Evet, bir öpücükle öldürmüş. Yaşadıkları ilişkinin anlamı için bunu uygun görmüş, onun kanını da yakuta dönüştürerek insanların yaşamlarını iyileştirmiş. Gördüğün gibi saplantılı bir aşk nelere sebep oluyor. Bu hikayenin farklı versiyonlarında Zabran asla Tanrıça'yı sevmemiştir, Tanrıça'nın isteği üzerine onunla olmuştur. Bazıları ise Kan Tanrıçası'nın asla Zabran'ı sevmediğini söyler. Bazıları ise Zabran'ın en çok seven olduğunu, Kan Tanrıçası'nı herkesten kıskandığını belirtir. Öyle bir kıskançlık ki, Tanrıça'nın ilgi duyduğu herkesin yüzlerini mahvetmiş veya Tanrıça ile ilgilenmesinler diye kendisine ilgi duyulmasını sağlamış.Kan Tanrıçası bu kıskançlık ve yaşadığı durum yüzünden onu öldürmüştür. Birçok şekli var, ben sana en çok bilineni anlattım."
"Bir öpücük bin yakuttur sözü buradan gelme sanırım. İlginç bir hikaye. Tanrıça'ya üzüldüm, kimse sevdiği insanı öldürmek istemez."
"Peki sen nesin? İleride Tamerin'i öldürmeyeceğine dair kendine inanıyor musun? Sana bu hikayeyi anlatma nedenim buydu. İleriyi düşünüyor musun? Tamerin, Zabran gibi seni zayıf düşürürse ve başkalarına ilgi duyarsa ne yaparsın?"
"Kan Tanrıçası'nın zayıflığına düşmem, Tamerin ise Zabran gibi olmaz. Böyle düşünmene gerek yok."
"Asla asla deme, Abrek. Bu hikayeden ders alman gerekir. Kan Tanrıçası, Zabran'ın ölümünden sonra yoluna devam etti. Dediği gibi mutluluk acıdan gelir. Fakat senin acın sana mutluluk getirmeyebilir. Kendine dikkat et, Tamerin'i tanımıyorsun."
Gülümseyerek "Ben Tamerin'i tanıyorum, bundan asla kuşkun olmasın." dedi. Bir şey diyemedim, ona birçok hikaye anlatsam bile Abrek asla kararından dönmeyecekti. Bu durum ilerisi için beni daha da çok korkutmaya başlamıştı.
Abrek akşam yemeğinde de benimle olmuştu. Tamerin bize servis yaparken ona laf atmaktan asla çekinmemişti. Tamerin ise yüz vermemişti. Bu durum hoşuma gitmişti. Tamerin benim sevgilimdi. Abrek ile olan danslarını düşündükçe içimde bir öfke ateşi canlanıyordu. Tanrım! Ne kadar çok kıskanmıştım. İçim içimi kemirmişti. Tamerin'i Abrek'in kollarından almak için kendimi tutmuştum. Fakat sonrası güzeldi. Tamerin'i öpmek, onun tutkusunda kaybolmak rüya gibiydi. Teni tenime yakışmıştı. Bu uyumu sevmiştim. Aşkın armağanı buydu. Tamerin' âşıktım, bu aşkı seviyordum. Her şeye değerdi.
Tamerin Abrek'den erken evden ayrılmıştı. Abrek ise daha geçti. Sabah ise erken kalkmıştım. Av için şehirden erken ayrılacaktık. Av güzel geçmişti. 3 gün boyunca kamp kurmuştuk ve eğlenmiştik. Avcılık içimizde en başarılı bendim. Sonuçta bana avcılığı abim öğretmişti. Ava nasıl yaklaşacağımı, nasıl sessiz hareket edeceğimi, nasıl vuracağımı. Lussamuslular buna hayran kalsa bile bana acı veriyordu. Paiman aklıma geliyordu, onunla mutlu olduğumuz zamanlar aklımdaydı. Öfkem canımı acıtıyordu. Onu unutup bu avda eğlenmem gerekirken geçmişin acı hatıralarında boğulmuştum. Paiman arkamda kalmıştı, bunu biliyordum. O zaman neden onunla olan anılarımı düşünüyordum? Nedendi? Sanırım içimdeki küçük çocuk yüzündendi. O abisini özlüyordu. Zaman içinde unutacaktı. Zaman her şeyin ilacıydı.
Geri geldiğim zaman Venira için malzemeler ayarlamıştım. Onun sorununu çözecektim. Ayrıca evimde kalması için bir bahaneyi de beraber bulmuştuk. Yırtık olan kıyafetlerimi dikecektik. Evet, komik bir bahaneydi ama Nesenni'nin sorgulamamasını sağlamıştı. Eh, ufak tatlı yalanlar söylemek zor değildi. Zorlayan büyük yalanlardı. Bu yalanlara alışmıştım, yapacak bir şey yoktu. Hayat dürüst olmaya izin vermiyorsa ben ne yapabilirdim? Gerçekten dürüst olmak istiyordum ama bu konuda tıkanıyordum. Her şeyi zamana bırakmak da istemiyordum. Gerçekten ne olacağını bilmiyordum. Gerçek herkes için gerçek değil iken yalanlarla ilerlemek bir zorunluluktu.
Esthere ile son kez Venira için yapacağım büyüyü konuşmuştuk. O odamdan çıktıktan sonra Tamerin gelmişti. Bu kez kızgın gözüküyordu. Esthere'den beni hala kıskanıyor olması komikti, ayrıca çok ateşli duruyordu. Kıskanç gözlerle bakan sevgilim kanepeye doğru gelmişti, ellerini beline koymuştu. Ben ise ayağa kalkmıştım. Onu öpecek iken Tamerin engellemişti.
Tamerin "Yine bu kadın bu eve geliyor. Neden?" dedi. Ses tonu sinirliydi.
"O kadın bu eve geldi çünkü özel bir mesele. Zamanı gelince sana açıklayacağım, bana güvenebilirsin." dedim.
"Neler oluyor? Bunu ne zaman anlatacaksın? O kadını sevmiyorum, itici birisi. Hele o ölü gözleri! Beni delirtiyor. Üstelik giyinmeyi de bilmiyor. Bugün giydiği elbiseye bakarsak göğüslerini kapatmayı unutmuş!"
"Seni delirten şey Esthere değil, onun çevremde olması. Fakat küçük sevgilim benim gözlerim onun bedeninde değil, senin gözlerinde, kalbinde.Bana güven." dedim. Onu kendime çekmiştim. Elimi beline yerleştirmiş, kendime bastırmıştım. Tamerin ise asla yumuşamaya niyetli değildi. Yumuşamasındı. O böyle de güzeldi."Bana güven ve sabret. Zamanı gelince açıklayacağım. Venira'nın iyiliği için buradaydı, gitti."
"Açıklamazsan o zaman seninle görüşürüz."
"Bana güvenmiyor musun?"
"Sana güveniyorum, herkesten çok güveniyorum ama o Esthere'yi görünce ister istemez deliriyorum." dedi. Boynuna dudaklarımı götürmüş, öpmüştüm. Öpücüğümle gergin bedeni gevşemişti."Aşk konusunda çok toyum."
Gülümseyerek "Ben de toyum. Birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz var." dedim. Minik bir buse kondurmuştu, beni koltuğa ittirmişti.Kucağıma oturmuştu.
"Buna katılıyorum." diye fısıldadı. Tutkuyla öpüşmeye başlamıştık. Dudakları dudaklarımdan boynuna geçmişti. Gömleğimin düğmelerini açarken ona karşı koymak istemiyordum. Ah, gerçekten zamanı mıydı? Venira birazdan gelirdi, gün battığında evden ol demiştim. Şu an olmazdı. Onu kendimden hafifçe ayırdım."Şu an olmaz, Tamerin. Venira gelecek ve bizi bu halde görürse olmaz."
"Venira'yı Kan Tanrıçası kendi kanında boğdursun, gerçekten gelmese olmaz mıydı? Bu geceyi tamamen seninle geçirebilirdim. Babamları kandırdım, evde büyük bir temizlik var dedim."
"Buna ben de üzülüyorum ama telafi edeceğimiz birçok gecemiz olacaktır, inan bana. Sana teslim olmayı ben de istiyorum. Her daim isteyeceğim." dedim. Bir kez daha onu öptüm. Gerçekten onunla olmayı çok istiyorum ama başkasına sözüm vardı."Başka zaman seni aşka boğacağım."
"Bundan eminim, sevgilim." dedi ve kucağımdan inmişti. Ben ise gömleğimi düzelttim.
Tamerin tam zamanında kucağımdan kalkmıştı. Çünkü Venira gelmişti. Tamerin'den hoşlanmadığını belli ediyordu ve Tamerin de bunu umursamıyordu. İlk önce Venira ile akşam yemeğimizi yemiştik. Sıradan konular hakkında konuşmuştuk. Abrek'in şehir yönetimine alışması, şehrin düzeni gibi konulardı. Yemekten sonra yatak odama geçmiştik. Esthere gece yarısında Venira'nın o baykuşu görebileceğini söylemişti. Bunun için hazırlanmamız lazım. İlk önce yere siyah ve beyaz boyalarla kuyruğunu yiyen yılanı çizmiştim. Onun üstüne minder koymuştum. Venira bunun üstünde oturacaktı. Ben ise karşısında olacaktım. Çevremize mumları dizmiştim ve yakmıştım. Venira'nın gücüyle yanmasına gerek yoktu. İkimizin ortasındaki kasenin çevresine ametist taşlarını saçmıştım. Ardından kaseyi koymuştum ve diğer malzemeleri yanıma almıştım. Venira karşımdaydı. Gergin duruyordu.
"Venira bu büyüyü gerçekleştirmek istediğinden emin misin?" dedim.
Venira derin bir nefes aldı ve kafasını salladı."Evet, eminim. O baykuş kim, görelim."
"O zaman başlamadan önce beyaz boyayla alnına, çenene ve iki yanağına beyaz çizgiyi çekelim. Böylece kötü ruhlar sana bulaşmayacak." dedim. Beyaz boyayla ilk önce onun alnına sonra çenesine ve yanaklarını çizgi çekmiştim. Beyaz çizgiler mat iken parlamıştı."Artık geri dönüşün yok."
"Kabul ediyorum. İsteğim o rüyanın devamını görebilmek." dedi ve gülümsedim.
Önümdeki kasenin içine mumun alevi sayesinde yaktığım adaçayını attım. Ardından defne yapraklarını atmıştım. En sonunda ise baykuş tüyünü içine atmıştım. Bunu yaparken büyücülerin eski dilini kullanıyordum. Benimle Venira da tekrar ediyordu. Kasenin içindeki yanan cılız ateş kuvvetlenmişti. Artık zamanı gelmişti. Venira'nın ellerini tuttum ve yanan ateşin üstüne çektim. Venira ateşi hisseder hissetmez gözlerini kapatmıştı. Bedeni kilitlenmiş gibiydi. Ben sözleri söyledikçe gözlerinden kanlı yaşlar akmaya başlamıştı. Esthere bunun olacağını söylemişti, korkmamalıydım. Sonuçta bir rüya yaratıcıların emri olmadan tekrardan görülüyordu, bedeli olacaktı. Sözlerimi hızla söyledikçe Venira'nın bedeni titremeye, geri çekilmeye başlamıştı. Fakat onun ellerini sımsıkı tutuyordum. Ateş ellerine zarar vermeyecekti ve o rüyanın devamını görecekti.
En sonunda büyük bir rüzgar pencereden esmiş ve mumları söndürmüştü. Ateş ise kendiliğinden gitmişti. Venira'nın ellerini bıraktığımda gözlerini açmıştı. Nefes nefeseydi. Şaşkınca ilk önce ellerine baktı sonra ellerini yanaklarına değdirdi. Kanı görünce irkilmişti. Bana merakla bakmıştı.
"Endişelenme, küçük bir bedeldi. Görebildin mi?" dedim. Kafasını hızla salladı.
Venira "Gördüm, baykuş bir adamdı. Benim yaşlarımda birisi. Annemin soyuyla alakası yokmuş. Üstelik tilkinin de kim olduğunu gördüm."
"Anlat dinliyorum."
"Her şey aynı başladı.Baykuş beni kurtardı sonra o çocuğa dönüştü. Buz gibi mavi gözleri var, dalgalı omuzlarına değen kahverengi saçları, ince dudaklara sahip. Gözleri çok güzeldi. Mücevher gibi. Bana bir şey demedi, sadece durup baktı. Sonra ondan uzaklaştım ve çevresini tilkiler sardı. Birçok insana dönüştüler. En belirgini ise iki kişiydi. Birisi genç bir kızdı. Mavi gözleri, kızıl saçları vardı. Acımadan saldırıyordu. Diğeri ise yaşlı bir kadındı. O da sanki o baykuşu terbiye etmek istiyordu. Ben ise izliyordum. O saldırıları durdurmak istiyordum ama olmadı. En sonunda ona diz çöktürdüler. Bana baktı, elini uzattı ve neredesin dedi. Elimi ona uzatacak iken uyandım."
"Bunu araştırmamız gerekli, Venira. Birileri senin yardımını bekliyor."
"Lussamus'dan birisi değil. O zaman beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren şey ülkem ve ailem. Onlar ülkemin dışında hissediyorum, biliyorum. O zaman düşünmeme gerek yok."
"Birilerinin hayatına neden olabilir bu kararın. İyi düşün."
Kafasını iki yana salladı."Lussamus dışındaki insanlara yardım edemem, o kadar güçlü değilim. Gücüm sadece aileme ve ülkeme yeter."
"Karar senin." dedim ve gülümsedim.
Daha sonra ikimizde arınmak için sabaha kadar yaratıcılara dua etmiştik. Venira'nın ne için dua edeceği belliydi. İntikam için dua edecekti ama gözlerinde gördüğü rüyanın etkisi vardı. Umursamıyorum desindi, kanına zehir bir kez girmişti. O baykuşla arasında bir bağ kurulduğunu hissetmiştim. Bir şekilde yolları kesişecekti, nasıl olacağını yaratıcılar bilirdi. Benim dualarım ise Tamerin ile benim içindi. Onunla kurmak istediğim hayat adına dua ediyordum. Bu hayatın temiz olmasını, acıya yer olmamasını istiyordum. Mutluluğumuzun acıdan gelmemesini arzuluyordum. Ben Kan Tanrıçası gibi olmak istemiyordum. Onun izinden gitmeyecektim. Benim mutluluğum acıdan gelmeyecekti.Tamerin'im bir öpücükle bin yakuta dönüşmeyecekti. Hayır, bu olmayacaktı.
❈
❈
❈Paiman-Kaveh durumunda sizce kim haklı? Paiman için ilk izleniminiz nedir?
❈Kaveh'in büyücülüğü için düşünceniz nedir? Sizce tahmin ettiğinden daha mı güçlü? Tamerin'e bunu açıklamaması doğru mu?
❈Abrek-Kaveh konuşması için düşünceniz nedir? Kaveh'in anlattığı mitolojik hikaye için düşünceniz nedir? Abrek ileride Tamerin'e zarar verir mi?
❈Venira'nın görüsü için düşünceniz nedir? Baykuşu ve tilkiyi umursamaması doğru?
Bir dahaki bölüm Bartan olacaktır. Sevgilerle!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top