2 | yeraltı
Bölüm uyarısı: kan, işkence.
Hyunjin sabah uyandığında gözleri istediği bedeni bulamayınca morali bozuk bir şekilde yataktan kalkmış ve kendini duşa atmıştı. Tabii ki gece başında durmasını beklemiyordu ama eskiden olsa Minho o uyuyana kadar baş ucunda dururdu. Eski Minho bazen onun uyumasını beklerken o da uyuyakalırdı. Çünkü Hyunjin çok zor uykuya dalardı. Çoğu zaman uyku hapları ona yardımcı olurdu.
Bugün kendine izin vermiş ve kafasına göre takılmak için de en ateşli kombinlerinden birisini yapmıştı.
Babası onu bu eve getiriyorsa gevşemesi için ona karışmamalıydı.
Kahvaltıya her zaman ki saatte yetişmiş ve masadaki yerini almıştı. Masanın baş ucunda babası, onun sağında Minho ve solunda da kendisi vardı. Hyunjin eksik olan kişiyi fark edince babasına döndü.
"Minhyuk Hyung nerede?"
Tabağına bir şeyler doldururken ikisine sorusunu yöneltti.
"Güvenliği yükseltmek için erkenden işinin başına geçti."
Hyunjin'in elinde ki çatal ile duraksarken kenara bırakıp babasına döndü.
"Desene durum ciddi," Hyunjin yarım ağız sırıtırken tabağına koyduklarını yemeye başladı. O sırada babasının bakışlarının üzerinde olduğunu hissediyordu.
"Bugünkü planın ne?"
Babasının sorusuyla duraksarken omuz silkip yemeğine devam etti.
"Bence bilmesen daha iyi olur."
Babası sıkıntıyla nefesini sesli verirken Hyunjin hiç oralı olmadı.
"O zaman sana bir iş vermemi ister misin?"
Minho yemeğini yemeye devam ederken ikilinin sohbetine katılmamayı tercih ediyordu. Baba ve oğlun ilişkisi dışarıdan berbat görünse de içten çok samimi olduğunu biliyordu.
"Büyük ihtimalle yine o bara gideceksin, değil mi?" Hyunjin kısa bir baş sallamasıyla yanıt vermekle yetindi.
"Sen yine git, kafayı mı buluyorsun ne yaparsan yap ama bugün oraya bir adam gelecek. O adama dikkat et. Üstünüz boş kalmasın," Hyunjin hiç böyle işlere girişmemişti. Bir vakaya da gitmemişti. Sadece yaralıları tedavi ediyordu. Şimdi ajan olacak olması onu gerse de belli etmemeye çalıştı. Babasının son cümlesinde ki ayrıntıyı yakalayarak sordu:
"Derken?" Bakışları babası ve Minho'nun üzerinde gezinirken babası arkasına yaslanarak oğluna baktı.
"Seni tek başına göndereceğimi düşünmüyorsun herhalde? Minho ve birkaç adamımız da orada olacak," Hyunjin, Minho ismini duyar duymaz gözleri parlamaya başlamıştı. Babası ise oğlunun gözle görülür farkla değişen gözlerine baktı. İç geçirerek yemeğine devam etti.
"Akşam saatlerinde orada olurlar. O zamana kadar ne yaparsan yap ama ortadan kaybolma."
Yemek faslı bittikten sonra Hyunjin masadan kalkmış olan Minho'nun peşine takılıp belli etmemeye çalışarak onu takip etmeye başladı.
Minho arabasına bindiğinde adımlarını hızlandırıp sağ koltuğa geçti.
Minho görmeyi beklemediği bedenle şaşırırken o sırada emniyet kemerini takıyordu.
"Ne işin var senin burada?" Hiç o taraflı olmayıp koltuğunu ayarlıyorken Hyunjin rahat bir tavırla arkasına yaslandı.
"Akşama kadar seninle olacağım."
Minho kaşlarını çatarak ona baktı. Eski samimiyetlerini göz önüne aldığında sadece başını sallayarak arabayı çalıştırdı.
"Peki."
Hyunjin onun nereye gittiğini bile bilmeden arabasına atlamıştı ve şimdi de oldukça gergin hissediyordu. Kim bilir nereye gidecekti? Merakına yenik düşmesi sadece on dakikayı almıştı.
"Nereye gidiyoruz?"
Minho gözlerini yoldan ayırmadan yanıt verdi.
"İndirilmesi gereken adamlar var."
Nasıl bu kadar soğukkanlı söylediğine şaşırsa da bozulduğunu belli etmeden kollarını göğsünde bağladı.
"Ama tek başına gidiyorsun."
Minho onun bu cümlesine sırıttı. Onların işinden gram anlamadığı çok barizdi. Direksiyonu sola çevirmeden önce yanındaki çocuğa bakıp başını iki yana sallayarak güldü.
"Adamlar her şeyi halletmiş oluyor. Ben sadece kapatmayı yapıyorum," göz kırpıp odağını yine yola verdiğinde Hyunjin uzun zaman sonra kendisine gülümseyen adama karşı kendini bir garip hissetmişti.
"İndirme derken öldürmeyi mi kastediyorsun?"
Hyunjin çekinerek sorduğunda yanan kırmızı ışıkla Minho arabayı duraksatıp ona baktı. Ne demeliydi?
"Gerekirse," bu kısa cevap Hyunjin'in tüylerini diken diken olmasına yetmişti. "Anladım," başka bir konuşma aralarından geçmedi. Kısa bir süre sonra vardıklarında Hyunjin gerginliğini belli etmemek için elinden geleni yapıyordu. Başarılı oluyor muydu, emin değildi.
"Gelmek zorunda değilsin. İstersen arabada kal."
Başını iki yana sallayarak Minho ile beraber arabadan indi. Geldikleri depo tarzı yeri görünce karnı kasılmıştı.
Minho üstündeki ceketin önünü açıp rahatladıktan sonra deponun kapısını sert bir şekilde açtı.
İçeriye girdiklerinde gözler ikisine dönmüştü. Hyunjin'i burada beklemeyen adamlar ne yapacağını şaşırırken elleri ayakları birbirine dolanmıştı.
Hyunjin içeriye girerken gözlerini kısmış ellerini ceplerine koyarak Minho'nun arkasından ilerliyordu.
"Hyung, Hyunjin ile geleceğini bilseydik onu başka yere alırdık."
Minho'nun sağ kolu olan Changbin konuştuğunda Hyunjin bakışlarını ona çevirdi. Minho nasıl babasının sağ koluysa onun da sağ kolu Changbindi. Burada ki kast sistemi bu şekilde devam ediyordu.
Bildiği kadarıyla, Changbin dövüşte uzmandı. Bu yüzden dayak atılacak işlerde onun yer aldığını tahmin ediyordu, Hyunjin. Başına poşet geçirilmiş olmasına rağmen her yeri kana bulanmış olan bu sandalyedeki adam da bunu doğrular nitelikteydi.
Hyunjin ona yüzünü buruşturarak baktı.
Minho elini havaya kaldırıp sorun yok dercesine Changbin'in omzuna dokunduktan sonra sandalyede ki adamın karşısına geçti. Çenesiyle işaret ettiği daha önce tanımadığı bir adam, poşeti adamın kafasından çıkarmıştı. Hyunjin bunları biraz daha arkadan izlemeyi tercih etmişti.
İlk defa Minho'yu iş üstünde görüyordu.
"Senin olduğunu tahmin etmiştim, göt herif."
Kaşından akan kana rağmen hala lafını esirgemeyen adama bakıp onun ne kadar salak olduğunu düşündü, Hyunjin. Dayaktan berbat bir hale gelmişti ve hala Minho'ya laf edebiliyordu.
"Dişlerini eline vermedim diye mi böyle konuşuyorsun, hm?" Minho onun aksine sadece sırıtıp tek elini cebine koydu. "İstediğini yap lan! Sana o fabrikanın yerini söylemeyeceğim." Minho alay edercesine başını salladı. "Demek öyle," yüzünde ki alaycı ifadeyi gören Hyunjin şaşkınlıkla onu izledi.
Bu hali ürkütücüydü.
"Bana kerpeten getir, Changbin."
Hyunjin duyduğu şeyle olduğu yere mıknatıs gibi yapışırken şok etkisini nasıl atlatacağını düşünüyordu. Ne yapacaktı kerpeten ile? Yutkunurken boğazı tahriş olmuştu. Buna rağmen bir kez daha yutkundu.
"Al hyung," Changbin'in uzattığı kerpeteni gördüğünde bu işin şakasının olmadığını anlamıştı. Minho elindeki kerpeteni çevirirken adama biraz daha yaklaştı.
"İlk ve son kez soracağım," karşısındaki adamın gözlerindeki korkuyu gördü, Hyunjin. Eski cesareti kırılmış gibiydi. "Bizim paralarımızı hangi fabrika da kendi üzerinize aklıyorsunuz?" Minho'nun tek nefesle söylediği soruya karşı adam gerginlikle gözlerini kaçırdı.
"Peki."
Minho başıyla komut verdiğinde iki adam sandalyedeki adamı sıkıca tuttu ve bir tanesini adamın elini Minho'ya uzattı.
Karşısındaki adam dişlerini sıkarak hala cevap vermemekte ısrarcı olmaya devam ediyordu.
Minho kerpetini adamın işaret parmağına göre ayarladı ve gözünü kırpmadan tek hareketle parmağın kenara uçmasını sağladı. Hyunjin dehşet ile izlediği görüntü karşısında başını başka yöne çevirirken adamın acı dolu çığlığı kulaklarını doldurmuştu.
Buraya gelmemeliydi.
"Orospu çocuğu!"
Hyunjin başını tekrardan onlara çevirdiğinde Minho sırıttı.
"Bak, bana fabrikanın yerini söyle. Ben de sana parmağını geri bağışlayayım. Söylemesi için ne kadar süresi var, Hyunjin?"
Kendisine doğrultulan soruyla sırtıyla bütünleşmiş olan duvardan bedenini ayırdı, Hyunjin. Tüm gözler ona dönmüştü. Boğazını temizledikten sonra cevap verdi.
"12 saat."
Minho başını sallayıp tekrar adama döndü. O sırada herkesin takdirini kazandığını hisseden Hyunjin ise özgüven kazanmış gibi hissediyordu. Buraya bir anda gelmesine rağmen Minho onu öne çıkaracak bir şey bulmuştu. Hyunjin bir kez daha etkilenmekten kendini alamadı. Böyle bir şey onun bile aklına gelmezdi.
"Fakat şöyle de bir durum var ki, akşam doktorumuzun işi var. Yani sen o süreyi maksimum iki saat düşün, olur mu? Ha, dikilme saatini de hesaba kat."
Minho arkasını dönmüş gidecekken adamın sesiyle yerinde durdu.
"Ulsan Kağıt fabrikası!"
Minho'nun dudaklarının kıvrılmasına şahit olan Hyunjin bakışlarını ondan ayırmadı. Minho sırtını dönüp adama doğru ilerledi.
"Bir dahakine arkamdan iş çevirecekken iki kez düşün, tamam mı? Çünkü ben tekte karar veririm."
Sesinde ki itiraz kabul etmeyen otoriter ton Hyunjin'in alışık olduğu bir sesti. Şu an ki yüz ifadesinin korkunçluğunu hayal bile etmek istemiyordu. Adam korkuyla başını sallarken Minho ilerleyip Hyunjin'in önünde durdu.
"Ayak üstü sana iş çıkardım ama çorbada tuzun olsun istersin, diye düşündüm. Kusura bakmazsın artık," Hyunjin karşısındaki adama baktı. Yüzüne fışkırmış olan kan onu hiç rahatsız etmiyordu. Birkaç adım atarak aralarındaki mesafeyi kapattı.
"Bakmam," cebinden çıkardığı mendil ile yüzüne bulaşan kanı sildi, Hyunjin. Minho bu yakınlıkta olmalarından ötürü uzun zaman sonra ilk kez onun dudaklarına baktı. Zar zor gözleri onun gözlerini bulduğunda kokusu içini hoş etmişti.
"Kokun hala aynı," Hyunjin beklemediği cümleyle eli Minho'nun kaşının üzerindeki yerde kalırken yutkundu. "Güzel mi bari?" Gözlerini kaçırmadan bu soruyu sormak için içinde fazla savaş vermişti. "Güzel."
Minho geri çekilip cebinden telefonunu çıkardı ve bir şey yazdıktan sonra tekrar ona döndü.
"Bu depo bizim depomuz. Adamları genelde burada hallederiz. Arkada ameliyathane, tıbbi ilaç ve cihazlar da var. Benim bir işim var. Sen halledersin," göz kırpıp ilerlemeye başladığında Changbin'i yanına çağırmıştı. Fazla uzaklaşmadıkları için Hyunjin ikilinin konuşmasını duymuştu.
"Buradaki ilk vakası, yardımcı olursun. Sonra da onu bizim bara getir. Burası sen de," Changbin başıyla onaylamış Hyunjin'in yanına gelirken o Minho'yu depodan çıkana kadar izlemişti.
"Ben sana yolu göstereyim."
Hyunjin başını sallayıp sadece birkaç kez gördüğü ve ismi dışında bir şeyini bilmediği adamın peşine takıldı. Onlar ilerlerken diğer adamlar Hyunjin'i gördüğü için eğilerek selam vermişlerdi. Deponun arkasına çıkan merdivenden indikten sonra onları karşılayan küçük hastahaneye baktı, Hyunjin. Evet, buraya kesinlikle hastahane diyebilirdi. Çünkü oldukça kusursuz görünüyordu.
Hyunjin özenerek giyinmiş olduğu kıyafetleri değiştirip önlüklerden giyinip gösterilen odaya geçti. Zorluk çıkarmasın diye olsa gerek adam hasta yatağında baygın yatıyordu. İşine gelmişti.
Malzemeleri ayarlayıp derin bir nefes aldıktan sonra Minho'nun koparmış olduğu parmağa baktı. Hala oldukça şaşkın olmasına rağmen başarılı bir şekilde parmağı eski yerine dikmişti. İşi bittiğinde tekrar üstünü değiştirmiş ve parfümünü normalden biraz daha fazla sıkıp depodan çıkmıştı.
Karanlık hava onu karşıladığında esen rüzgar vücudunu güzelce okşamıştı.
"Arabayı geçin isterseniz. Ben beş dakikaya geleceğim."
Changbin bekletmemek adına hızla tekrar depoya girerken Hyunjin ciğerlerine doldurduğu nefesin tadını çıkarıyordu. Bugün hava çok hoşuna gitmişti. Cebinden sigarasını çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi.
"Demek güzel kokuyorum, ha?" kendi kendine konuşurken aklına o an geldiğinde aptal gibi gülümsemeye başladı. Sigarasını içmeye devam ederken kafasında o sahneyi tekrar tekrar yaşadı.
Changbin'in sesiyle başını sallayıp bitmiş sigarasını ayağının altıyla ezdi ve arabaya ilerledi.
"Geldim, gidebiliriz."
***
Barın önüne geldiklerinde Minho'nun arabasını görünce onun çoktan gelmiş olduğunu anladı. Keyfi yerine geliyorken bugünkü işini iyi bitirmek istiyordu.
"Sen gidebilirsin."
Changbin eğilip saygı gösterdikten sonra arabaya atlayıp ortadan kaybolmuştu. Hyunjin bir sigara daha yakıp içeriye girmeden kafasını toparlamaya çalıştı.
Babasının bahsettiği adamı adamlardan birisi ona mesaj yoluyla atmıştı. Tipini biliyordu ama ona nasıl yaklaşacaktı ki? Babası onu bu zamana kadar hiçbir göreve göndermemişti. Şimdi ise sağlık dışında bir alanda iş vermişti ve ne yapacağını bilmiyordu.
Sigarasını söndürdü. Babasının bir bildiği olmalıydı. Omuzlarını dikleştirdi ve zaten barın sahibi olduğundan ötürü kapıdaki adamlarla muhatap olmadan içeriye girdi.
Gözleri girer girmez Minho'yu aradı. Onu en son bir köşede oturuyorken bulunca keyifli bir sekilde gülümseyerek yanına doğru ilerlemeye başladı. Fakat yaklaşınca Minho'nun başıyla bar kısmını işaret etmesiyle kaşlarını çattı. Ama üstelemeyip bar kısmına ilerledi.
Ve aradıkları adamı gözleri bulunca ne demek istediğini anlamıştı.
Ne yapacağını bilmese de rahat bir tavır takındı. Alkolü alınca içindeki gerginliğinde gideceğini biliyordu. Bu yüzden adamın yanındaki tabureye oturup her zaman ki içkisini söyledi.
İçkisi gelir gelmez kafasına diktiğinde vücudu yeni kendine geliyor gibiydi.
Bir tane daha söyleyip onu da içtikten sonra artık harekete geçme zamanının geldiğini biliyordu ki buna gerek kalmadan adam kendisi konuşmayı başlatmıştı.
"Fazla hızlı başlamıyor musun?"
Göz ucuyla adama baktıktan sonra kendi kendine gülüp delici gözlerini adama çevirdi. Göz temasını kesmeden bakıyorken barmene bir tane daha söylemişti. Adam onun bu haline karşı kaşlarını kaldırdı. Karşısında rekabeti seven birisi var, diye düşünüyordu.
"Burada yeni olduğun ne kadar belli," alayla konuştuğunda adam gözlerini kısarak ona bakmaya devam etti. Hyunjin onu umursamayıp içkisini içiyorken elinin üzerinde hissettiği parmaklarla bardağını ağzından çekerek adama baktı.
"Yani buranın gözdesi olduğunu mu söylüyorsun? O yüzden de zoru mu oynuyorsun?" Hyunjin bardağı tezgaha bırakıp hala elinin üzerinde olan parmaklara karşı kahkaha atmıştı. Adam ise ona bakmaya devam ediyordu. Elini ağzına götürüp kahkahasını sonlandırdığında baş parmağı dudağının üstünde kalmıştı.
"Ha, sen de aptalı oynamaya devam etmek istiyorsun, öyle mi?" Hyunjin iş üstünde olduğunu biliyordu ama bu adam onun tüm alay duygusunu ortaya çıkarıyordu. "Ne deli gibi gülüyorsun, oğlum?" Hyunjin bunu duyduğunda kendini tutamayıp daha çok gülerek parmaklarını dişlerinde gezdirdi.
"Genelde erken harekete geçenler kaybederler," kendi kendine konuşurken adam onu duymuş yüzüne takındığı sırıtış ile vücudunu Hyunjin'e daha çok yaklaştırmıştı.
"Hadi ya?" Tek kaşını kaldırıp alayla daha çok ona yaklaştığında Hyunjin'in gülüşü yüzünde asılı kalırken harekete geçmezse bu adamın onun dudaklarına yapışacağını tahmin edebiliyordu. Babasının ona ne için bu işi verdiğini de bu sayede anlamıştı. Oğlunun gay olduğunu elbette biliyordu ve büyük ihtimalle bu adam da gaydi. Babası da adamı ancak gerçekten gay olan birisinin etkileyecebileceğini elbette biliyordu. Ki inkar edilemez bir gerçekti, Hyunjin'in son derece çekici olduğu.
"Biraz daha yaklaşırsan ve o parmaklarını elimden çekmezsen bu şişeyi kafanda kırarım."
Hyunjin oldukça tehtidkar bir şekilde bakıyorken adam bunu hiç umursamadı. Hyunjin bunu fark ettiğinde adam ona doğru yaklaşırken boşta kalan eliyle içki şişesini kavradı.
Kendini geri çekip şişeyi adamın kafasına geçirdiğinde burnundan soluyarak adama baktı. Adam inleyerek başını tuttuğunda birçok bakış onlara dönmüştü.
"Deli misin lan sen?" Adam başını tutarken zar zor açabildiği gözleriyle Hyunjin'e baktığında gözlerindeki ifade susmasını sağlamıştı. Tam olarak delirmiş bir hasta gibi kendisine bakıyordu çünkü.
Minho'nun ayaklandığını görünce dudaklarını ıslattı.
"Merak etme, seni ben tedavi edeceğim."
Merhabalar!!!
Upuzun bölümler yazarak konuyu açabildiğim için kendimi tebrik ediyorum. Fic nasıl gidiyor? Umarım beğeniyorsunuzdur çünkü ben yayımladığım zaman iş işten geçmiş olacak mshwodjwodlel
Neden daha fazla doktor Hyunjin looku yok 😭😭
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top