12 | yanılgıya inanmak
Odasında bir o yana bir bu yana dönerken ellerini durmadan saçlarından geçiriyor, çekiştiriyordu. Acısı öfkeye dönmüş gözünü adeta hırs kaplamıştı. Chungha ve Felix'in yanına gelmelerini istememişti ve şimdi odasında kafayı yemek üzereydi. Arkadaşları ne kadar ısrar etseler de Hyunjin'in belki de yalnız kalması daha iyidir, diye düşünerek ayrılmışlardı.
Chungha ve Felix böyle bir şeyi hiç beklemiyorlardı. Minho'nun amacını asla anlayamamış olmakla beraber Hyunjin'e de nasıl yardımcı olacaklarını bilemiyorlardı. Tek emin oldukları şey, bu durumun fazla şüpheli olmasıydı. Bu yüzden otelin alt katındaki kafede oturmuş, durumu analiz ediyorlardı.
"Minho hiçbir zaman dile getirmese de gözleri her şeyi belli ediyordu. Çünkü Minhyuk'un bana tam olarak nasıl bakmasını istediğim gibi bakıyordu, Hyunjin'e."
Chungha elindeki acı kahvenin olduğu fincanı çevirip durdu. Yaşanan tatsız durumdan ötürü kahve keyfi bile kaçmıştı.
"Belki de bunca zamandır bir yalana kandırdık kendimizi? Hyunjin'e de destek olarak onu daha beter hale getirdik."
Felix kendini suçlamadan duramıyordu. Amcasına sürekli rapor verirdi. Hyunjin ile beraberlerken genelde en kötü şeyleri yaparlardı. Amcası bunu bildiği için ona hep sorardı. Felix bu verdiği raporlarda elbette Minho'dan söz etmezdi ama sanki amcası biliyormuş gibi özellikle bunu sorardı. Minho'dan bahsediyor mu? Bunu niye sorduğunu asla anlamazdı, hala da anlamıyordu ama hiçbir zaman büyük çaplı düşünmemişti. Eskiden beri araları iyi olduğu için ve Minho'nun sözünü dinlediğinden amcası soruyor, diye düşünür, geçerdi.
O yüzden ne içtiyse ya da kullandıysa onu söylerdi. Kişisel meseleleri konuşmazdı.
Ve her zaman Hyunjin'i bu konuda desteklemişti. Kendisi aşk konusunda tam bir kapalı kutuydu. Şu ana kadar sadece takıldıkları dışında hayatına kimseyi almamıştı. Kız da olsa, erkek de olsa. Kendinin tam tersi olan kuzenine bu konuda büyük saygı duyuyordu. Kaç senedir sevdiği adamdan vazgeçmemesi takdir edilesi bir şey değil de, tersleyeceği bir şey mi olmalıydı? Artık hiçbir şeyden emin değildi.
"Avukatım oğlum ben! İnsanların içlerinden ne düşündükleri benim uzmanlık alanım."
Yere dikmiş olan gözlerini kaldırıp arkadaşına baktı.
"Üzgünüm ki, biz iki aptal sarışın artık gerçeklere uyanmalıyız."
Felix'in şaka yapmayan haline karşı oldukça şaşırdı, Chungha. Onun neşeli ve umursamaz hallerine alışmıştı.
"Bu durumun Hyunjin'i daha beter hale sokmasından endişeliyim. Bizi kendinden uzak tutuyorken de ona ulaşmak imkansız."
Başını iki yana salladı. Ciddi durumlar onun moralini altüst ediyordu. Kendini soyutlayıp kaybolmak istiyordu.
"Ne yapacağız?"
Her şeye fikri olan Chungha, bu kez sessizdi. Aşk konusunda asla bilge olmamıştı. Hatta arkadaşından durumu daha beter bile olabilirdi. Belki benim de böyle bir şok aşkımı unutmamı sağlayabilir, diye düşünüyordu.
Hyunjin daha fazla ayakta dolanmaya hali kalmayınca odasındaki telefondan Changbin'in numarasını tuşladı. Bu ev telefonu oteldekilerin odasındaki ev telefonlarına ulaşabiliyordu. Onun dışında aramalar otomatik reddediliyordu. Changbin'in numarasını da post-it kağıda tutturmuş olduğu için numaralardan bulmuştu.
"Efendim, Hyunjin?"
Changbin'in gergin ses tonunu duyduğunda derin bir nefes aldı.
"Kimseye söylemeden Minho'yu evime çağırır mısın?"
Onunla burada konuşamazdı. Bunu çok iyi bildiği için evini uygun görmüştü. Zaten tehlike geçtiği için dönmeyi düşünüyordu ama Minho'yu görmek için kalmayı tercih etmişti. Şimdi bundan tamamen vazgeçmek üzereydi. Bir yandan da diğer tarafı kalmasını istiyor, bu duruma boyun eğmek istemiyordu.
"Tamam."
Niye bilmiyordu ama küçüklüğünden beri Changbin'e karşı güven duyuyordu. Ona ne zaman bir iş ya da söz vermiş olsa, hiç kötü bir sonuç almamıştı.
Çantasını koluna takıp arabasına binmek için evden çıktı. Tam sürücü kapısını açacağı sırada Minho'nun eli ondan önce davranmıştı.
Şaşkın bir şekilde ona bakıyorken Minho konuşmadan çenesiyle yan koltuğu göstermişti. Yutkunup dediğini yaptı ve araba evden çıktığı zaman Hyunjin konuşmaya başladı.
"Söyleyecek tek bir sözün yok mu?"
Odasında dolanıp dururken bir sürü cümle kafasında hazırlamıştı ama yüz yüze geldiklerinde adeta hepsi uçmuştu. Bu yüzden topu ona atmaya karar verdi.
"Beni çağıran sendin."
Top ona geri fırlatıldığında yutkunarak başını salladı.
"Yalancısın, düzenbazsın. Kendine saygısı olmayan bir adamsın sen, duydun mu?"
Sakin başlamıştı cümlelerine ama içi kan kusturmak istiyordu. Minho'nun da konuşmadan sadece arabayı sürmesi onu çıldırtıyordu.
"İlk önce sen benden vazgeçtin. Bunun sorumluluğunu alacaksın."
Minho'nun direksiyonu kavrayan elleri tutuşunu sıklaştırdı. Hyunjin'e göz ucuyla baktığında bu haline güldü.
"Bu tek başına alabileceğin bir karar değil ki!"
Daha demin ki sakin hali yoktu. Hyunjin kendi sesini tanıyamadı. Sinirden çınlıyormuş gibi gelmişti. Hyunjin kasvetli bir havayla ona baktı, sabrını nasıl sınayacağını biliyordu. Acı ve öfkeden onu sıcak basmıştı.
"Ya neden anlamak istemiyorsun? Olmaz! Bitmesi lazım, bitmeli! Bırak yakamı da artık!"
Minho'nun ona bakıp bir anda bağırmasıyla sessizce durdu. Nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Duymayı beklediği sözler bunlar değildi. Minho onu gerçekten sevmiyor muydu?
Bu soruyu kendine o kadar aydınlanarak sordu ki odağı bambaşka olmuştu. Bu sözlerle Hyunjin korkudan parmak uçlarını hissedemedi. Minho'dan hiç bu tarz cümleler duymamıştı ve bu onu korkutmuştu. Çünkü bu başından beri yalan bir dünyada yaşıyormuş gibi hissettirmişti.
Minho kafa karışıklığının ve korkunun Hyunjin'e ne kadar eziyet ettiğini gördü. Başını eğmiş parmaklarıyla oynuyordu. Sanki bu dünyadan kopmuş gibiydi. Çaresizlik içindeydi ama yine de güçlü durmaya çalışıyordu.
Minho, Hyunjin'in zor bir travma geçirdiğini biliyordu. Bu süreç boyunca onun yanında olmuştu ama artık bu imkansız durumu aşmalılardı. Travmasını sürekli ders çalışarak biraz da olsa atlattığından beri ona saygı duyuyordu. İyi bir doktor olmak için çabalamasının altında travmaları olduğunu yalnızca o biliyordu. Çünkü o her ders çalıştığında yanındaydı ve ne kadar zorlandığını biliyordu.
Ders çalışırken bir anda terlemeye başladığını, nefessiz kaldığını, her şeyi biliyordu ama ona yeni bir travma yaratacağını düşünmüyordu. Sadece yeni bir dünyaya açılacaktı ve bu ikisi için de başlangıç olacaktı. Babaları varken asla beraber olamazlardı. O halde önlerine bakmalılardı.
Minho, babasına ihanet etmezdi.
Hyunjin artık bütün tabloyu görebiliyordu. Her ne kadar kafası karışmış olsa da bu durum tuhaf bir şekilde yalan dünyasından çıkmasını sağlamıştı.
Kasvetli bir edayla kaşlarını çattı. Baştan beri pozisyonları buydu, Hyunjin neyi bekliyordu?
Duydukları Hyunjin'i mahvetmiş, diğer tüm duyguları yıkıp silmişti. İçinde bir damla bile bırakmamıştı. Orada artık sadece dipsiz bir uçurum vardı.
"Durdur arabayı."
Hyunjin o kadar sakin bir tonda söyledi ki Minho onun aklı için endişeleniyordu: kederden delireceğini düşünüyordu ama tek kelime etmedi, özür dilemedi veya teselli etmedi. Bunun kimseye bir faydası olmazdı zaten.
Minho arabayı sakin bir yerde durdururken ne tarif edebileceği ne de toplum içinde gösterebileceği sessiz bir ızdırap içindeydi.
Sanki ruhunun içi boşaltılmış, ters yüz edilmiş ve üzerine tuz serpilmiş gibi hissediyordu.
Hyunjin kalçasını arabanın kaputuna yaslarken gözünü bile kırpmadan, uçurumdan aşağı baktı.
Sert rüzgar yüzüne vurup duruyorken buna aldırış etmedi.
"Gerçekler hiç bu kadar sert bir şekilde yüzüme çarpmamıştı."
Kendi kendine konuşuyordu aslında ama arabadan inen Minho onu duymuştu.
"Beni bu kadar iyi tanımanın bana bedeli de bu olsa gerek. Tebrik ederim, artık benden kurtuldun. Özgürsün."
Minho içinde beliren korku ve heyecanla ona baktı. Her şey bitmişti. Tam da onun istediği gibi. Artık Hyunjin bir yalana inanacaktı.
"Herhalde bir şekilde otele dönebilirsin. Ben evime gidiyorum. İletirsin."
Hyunjin ondan öcünü alacak bir şey aradı ve onu o uçurumun başında bırakmaya karar verdi. Nasıl döneceğini ise hiç umursamadı. Arabanın üstündeki anahtarı çevirirken arkasına bile bakmadan gaza bastı.
Akşam olana kadar çalışma odasında insan maketlerinin üzerinde ameliyat çalışmaları yaptı. Kafasını ancak bu şekilde boşaltabiliyordu. Annesi ve kardeşinin travmasını çok sıkı ders çalışarak atlatmıştı. Şimdi yeni travmasını da aynı şekilde unutmaya çalışacaktı.
Kapıya sert bir şekilde vurulmaya başlandığında yarayı zaten kapatıyordu. Bu yüzden elinde eldivenleri, başında ameliyat bonesi ile kapıyı açtı. Karşısında tam olarak görmeyi beklediği iki kişi vardı. Geri çekilip içeriye girmelerine izin verdi.
"Minho'yu öldürdün ve organlarını mı çıkarıyorsun?"
Felix dehşet içinde arkadaşına baktığında Chungha da aynı ifadeye sahipti. Gerçekten yapabileceğine inanıyorlardı. Hyunjin başını iki yana sallayarak çalışma odasını işaret etti.
Felix rahatlamış bir şekilde nefesini bıraktı. Bir an çok korkmuştu.
"Eve dönmüşsün. İyi misin?"
Chungha gerçekten ne diyeceğini bilmiyordu ve konu açmaya çalışıyordu.
Hyunjin şu ana kadar iyiydi ama arkadaşlarını görünce gözleri dolmaya başlamıştı. Burnunu çekip salona geçti. Felix ve Chungha birbirlerine kaş göz yaparak kapıyı kapatıp yanına gittiler. Son derece gergin bir atmosfer hakimdi.
"İyi miyim, değil miyim, ben de bilmiyorum ama canım çok acıyor."
Chungha onu böyle görmeye dayanamadı ve hemen bedenini kendine çekip sıkıca sarıldı.
"Ya! Ağlamasana, bak beni de ağlatacaksın."
Chungha normalde sert birisiydi ama konu değer verdiği kişiler olduğunda ağlak bir bebekten farkı yoktu.
Felix bu kez ortayı neşelendirmek yerine toparlamayı kafaya koymuştu. Bu yüzden ciddi bir yüz ifadesi takındı.
"Beni gerçekten sevmiyormuş, Chungha. Başından beri beni seviyor zannedip ukalalık ediyordum. Bana yakamı bırak dediğinde başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissettim."
Chungha bir şey demeden arkadaşının sırtını sıvazlıyordu. Teselli etmekte hep kötü olmuştu. Nasıl teselli edeceğini bilmiyordu.
Chungha ondan ayrılıp koltuğa oturttuğunda Hyunjin başını elleri arasında almış dirseklerini dizine yaslamıştı. Chungha ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırıyor, başka tarafa bakmaya çalışıyordu.
"Adam gittiyse gitmiştir. Biz seviyor zannediyorduk ama yanılmışız. Artık arkasından konuşmak da, peşinden koşmak da, bela olmakta sana yakışmaz. Bunu sindiremiyorsan aşık olmayacaktın. Acısını kaldıramıyorsan kimseye kalbini açmayacaksın. Bak bana, ikisini de yapamıyorum. Bu yüzden de kimseyle muhatap olmuyorum. Eğer bunu kaldıramıyorsan da gidip tıpış tıpış tedavi olacaksın, Hyunjin. Sorunun varsa gidip konuşacaksın evet ama sadece karşı taraf istiyorsa. İstemiyorsa bitmiştir, zorlamayacaksın."
Felix belki de hayatında ilk defa bu kadar ciddi bir konuşma yapıyordu. Bunun ağırlığı çok fazlaydı ama dik durmaya devam etti. Çünkü güçlü durup kuzenini toparlamak istiyordu. Artık bu işe bir son vermelilerdi.
"Ben eski günlerimizi çok özledim, oğlum. Bu musun sen?"
Hyunjin gün içerisinde ikinci kez aydınlanma hissini yaşarken titreyen dudaklarını durdurmak için yanaklarının içini ısırdı. Haklıydı. O kadar haklıydı ki edecek tek kelimesi yoktu.
Gerçeklerin bu kadar acı olduğunu bildiği için belki de bunca zaman kaçmıştı ama artık çıkmaz sokağa girmişti. İlerlemek için başka bir yol bulmalıydı.
"Ben de artık bu olduğum kişi olmak istemiyorum."
Hyunjin gözyaşlarını sildi. Son kez burnunu çekti ve hıçkırıklarını durdurmaya çalıştı. Kuzeninin konuşması onu çok etkilemişti.
"Heh, işte bu be! Hayat devam ediyor, oğlum, hala yaşıyoruz. Ölene kadar da yaşamaya devam etmeliyiz. Bunu zindana çevirmeye ne gerek var?"
Felix, Chungha ve Hyunjin'in arasına oturdu. Önce Hyunjin'i kendisine doğru çekti ve sarıldı. Sonra Chungha'yı kolunun altına aldı.
"Senden böyle bir konuşma görmek beni çok duygulandırdı."
Chungha alt dudağını dişleyerek arkadaşına baktığında Felix alnına yavaşça vurdu.
"Mümkünse bir daha yaşanmasın."
Üçü kahkaha atmaya başladığında Hyunjin emin oldu.
Değişecekti.
BİR BÖLÜM MEDCEZİR İZLEYİNCE BENİM HALLER ZMJWOSJWLXMWKX
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top