×F2×

Yorum bırakmayı unutmayın, keyifle okuyun. <3

2.BÖLÜM

Uyku saatim çoktan geçmişti. Aslında uykum da kaçmıştı ama yine de evimde olmayı isterdim. Ankara da bu aylar oldukça soğuk olurdu ve rüzgar tabiri caizse yüzüme tokat atıyor gibi hissediyordum.

Hastaneden birlikte çıkmıştık. Ona yardım etmem gerektiğini düşünmüştüm. Yüzüme yüzüme "Körüm!" diye bağırmasına neden olduğum biriydi o, en önemlisi ailesi yoktu; Darp edilmişti. Eczaneden ilaçlarını almasına yardım etmiştim. Daha doğrusu ilaçlarını ben almıştım çünkü parası çalındığı için yanında parası yoktu.

"Geldik." dedim, onu bulduğum inşaatın önündeydik. Yağmur dinmemişti ama çiseye dönmüştü. "İstersen sen burada bekle." dedim, onu alt katta beklediğim kolonun yanına getirmiştim. "Ben değneğine bakayım." Başını sallayıp omzunu duvara yasladı. Karşısında dikilmeye devam ettim. Yüzünde acı çektiğine dair bir ifade vardı. Sanırım bileği acıyordu.

"Neyi bekliyorsun?" diye sorduğunda irkildim. Sanırım ayak sesimi duymadığı için yanında olduğumu düşünmüştü.

"Gittim." dedim ve merdivenleri hızlıca çıkarak üst katı kontrol ettim. Kanının olduğu yer kurumuştu. Avuç içi büyüklüğündeydi ama sonuç olarak o adamın canı yanmıştı. Kör birinin parasını çalmak ne demekti ya! Gerçekten bazı insanlar çok kötüydü.

Düşünmeyi kesip etrafa bakındım. Onu bulduğum yerin birkaç metre ilerisinde gördüğüm siyah ince değneği gördüm. "Buldum!" diye seslendim, sanki maden bulmuştum.

"Kırılmış mı?" diye sorduğunda çubuğu elime alarak kontrol ettim. Bir yandan aşağı inmeye başlamıştım. Bu değnek onun için çok kıymetliydi; ona ihtiyacı vardı.

"Kırılmadı." dedim, hala duvara yaslıydı. Yanına yaklaştım, doğrularak bana döndü.

"Alabilir miyim?" Değneğini eline tutuşturdum, eli sıcacıktı.

"Üşümüşsün, kusura bakma. Uğraştırdım seni." dedi, mahcup ifadesini sessizce izledim. Nasıl bakıyordu kendine, nasıl hallediyordu işlerini? Şaşırıyordum, o gerçekten korunmalıydı.

"Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım." dedim, kırık şemsiyemi yerden alırken gülümseyerek ona baktım. "Üstelik üşümemin nedeni kansızlık. Yoksa Ankara ayazıyla alakası yok." Söylediğime güldü, sadece dudaklarıyla.

"Umut caddesi için nereye dönmem gerek?" diye sorduğunda koluna dokundum. Bakışları elime indiğinde onu korkuttuğumu düşünsem de yardımcı oluyordum sadece.

"Gel." Onu dışarı çıkardım. Değneğini önünde bir gardiyan gibi gezdirirken bir iki dakika boyunca sessizce yürüdük. "Gidebilecek misin?" diye sordum.

"Evet, ezberledim." dedi, şaşırmıştım. Bir şey soramadım. Onu üzmek istemezdim.

"Bu taraf caddeye çıkıyor." dedim, bedenini yolun soluna çevirdim. "Sağ tarafta cami var."

"Hah tamam, ben giderim. Bu arada, tekrar teşekkür ederim." Görmediğini bile bile başımı salladım.

"Rica ederim." dedim. "Allah'a emanet ol."

"Sen de."

Yağmurun altında yürüyen bedenini izledim. Değneğiyle önünü yokluyor ve ezbere bildiği yolda yavaş yavaş yürüyordu. Tam da şu an şükretmem gerekiyordu. Ailem yoktu ama gözlerim görüyordu. O ikisinden de yoksundu.

Arkama döndüm. Gözden kaybolmuştu. Artık evime gitsem iyi olacaktı. Bugün de sevap aldık çok şükür.

×

Milena'ya Mektuplar...

İsmi ilgimi çekmişti. Kitapçı sitelerine yorum atıp 'okuyan varsa anlatabilir mi' mi yazsaydım?

"Kızım çayı demledim." Başımı çevirip Hamza Amcaya baktım.

"Tamam, eline sağlık." İşime döndüm. Dün gece eve gittiğimde saat on ikiyi geçmişti. Hemen uyumuştum çünkü yedi saat uyumadan uykumu alamıyordum. Sonuç olarak uykumu alamamıştım.

Kırtasiyenin kapısı açıldı ama Hamza Amca ön tarafta olduğu için kalkmadım. Türk ve dünya klasiklerini ayrı raflara koyuyorduk. Bu yüzden raflarda kitap aramak müşteriler için daha kolay oluyordu.

"Doğan Kıtasiye değil mi?"

Duyduğum sesle gözlerim irice açıldı. Bu dünkü adamın sesiydi. Elimdeki kitapları rafa gelişi güzel koydum ve rafların arasından çıktım. Oydu.

"Evet buyrun?"

"Ben ilgilenirim!" dedim öne atılarak. "Sen çayını iç lütfen." Hamza Amca yanımızdan ayrılırken tekrar ona baktım. Kaşları çatılmıştı.

"Sen?" dedi düşünceli bir sesle.

"Ankara küçük." dedim gülerek. Duy da inanma.

"Bir zamanlar görebiliyordum." dediğinde dudaklarım aralandı. Ben doğuştan kör sanmıştım. Yolları ezbere bilme nedeni buydu demek ki. "Bu yüzden bana Ankara'nın küçük olduğunu söylemen yalana girer."

"Şakaydı sadece." dedim, sarı saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırarak karşısına geçtim. "Ne istiyosun yardımcı olayım?"

"Lütfen." diyerek cebinden bir kağıt çıkardı. Dün geceye göre yüzü daha canlıydı ama morluk biraz daha koyulaşmış gibiydi. "Şunları benim için hazırlar mısın?" Kağıdı aldım.

"Kırmızı kalem, kurşun kalem, küçük boy resim defteri..." Başımı kaldırıp ona baktım. "Çocuğun için mi bunlar?"

Güldü, canı acımış olacak ki aniden gülmeyi kesti. Dudağındaki yarayı unutmuş olmalıydı.

"Çocuğum yok. Oturduğum apartmanda dost olduğum bir küçük var. Ona söz verdim, ihtiyaçlarını ben alacağım."

"Tamam o halde." dedim ve küçük bir sepet alarak kağıdı içine koydum. "Tam arkandaki sandalyeye oturup bekleyebilirsin."

"Teşekkür ederim." Değneğini iki kez katlayarak küçülttü ve eliyle yoklayarak sandalyeye oturdu. "Kalemler 2'şer tane olsun lütfen."

"Hallederim. Bu arada çay ister misin?" Aklıma aniden Esra Erol'da Evlen Benimle geldi ve çay fantazime görünmez bir kafa attım.

"Zahmet etme, ilacımı yeni içtim."

Bir şey söylemeden rafların arasına daldım. Kağıtta yazanları sepete koyarken ne zamandır bu şekilde olduğunu düşündüm. En önemlisi ise nasıl bu hale geldiğini... Sonradan olduğuna göre travma yaşamış olduğunu tahmin ediyordum. Hayat ne zordu.

"60 yaprak kareli defter." diye mırıldandım. "Okul açılalı 2 ay olmadı mı, ne defter kalemi bu." Söylene söylene ihtiyaçların tamamını hazırladım ve kasaya gittim. Sessizce oturup yere baktığını gördüm. Sepeti masaya bıraktığımda çıkan sesten geldiğimi anlamış olacak ki başını bana doğru çevirdi.

"Hallettin mi?" diye sordu.

"Hallettim."

"Hepsi tamam mı?"

"Evet." dedim. Barkodları okuturken çıkan bip sesini birkaç saniye dinledik. O sırada elini ceketinin cebine götürerek kartını çıkardı.

"57 lira." dedim ve poşetlemeye başladım. Kartı masanın üzerine bıraktığında "Hep kartla mı ödeme yapıyorsun?" diye sordum.

"Neden sordun?"

"Dünkü dersi hatırla." dedim kartını post cihazına okuturken. "İnsanlar kötüdür." Sonuçta onun kör olduğunu gördüğü halde darp edip parasını çalabiliyorlarsa, cihaza farklı bir tutar girerek de parasını gayet çalabilirlerdi.

"Sen iyisin ama." dediğinde sadece yüzüne baktım. Acaba yolda yürürken karanlığın onu alt etmesinden korkuyor muydu?

"Sipariş hazır." Ayağa kalkarak elini bana uzattı. "Bu kartın." Avucuna bıraktığım kartı cebine geri koydu. "Bu da poşetin." Uzun parmaklarını poşetin askısına geçirdi.

"Teşekkür ederim. Dün akşamki olaydan sonra para çekemedim hala."

"Kendin nasıl çekiyorsun?" diye sordum, aniden pişmanlık hissi kapladı içimi. Körsün sen, nasıl para çekebilirsin demiş gibi hissetmiştim. "Pardon." dedim kısık sesle.

"Pek dışarı çıkmıyorum. Rahmetli annemin bir arkadaşı haftada bir temizliğe geliyor. Sağolsun o yardımcı oluyor."

"Başın sağ olsun." dedim. Tebessüm ederek başını salladı ve değneğini açarak gitmeye hazırlandı.

"Görüşmek üzere."

"Görüşürüz." dedim, bir daha görebilir miydim bilmiyorum ama görüşmeyiz diyecek halim yoktu. Arkasına dönecekken durdu ve yeniden bana baktı; görmeden.

"Bu arada, tekrar karşılaşırsak birbirimize seslenmemiz için adını söyler misin?" Adımı en son işe girerken Hamza Amcaya söylemiştim. Bana genelde kızım diye seslendiği için adımı ağzından pek duymazdım.

"Feriha." dedim gözlerine bakarken. Dudakları kıvrıldı, naif bir tebessümle dudaklarını araladı.

"Memnun oldum Feriha. Ben de Toprak."

×××

Bölüm sonu

Nasılsınız ve hikaye olarak nasılız? Umarım beğeniyorsunuzdur. Gelecek bölümde görüşürüz. :*

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top