×F13×

İyi okumalar!

Yorum bırakmayı unutmayın.

13.BÖLÜM

Rüya olmalı.

Rüya olmalı.

Gerçekti ama. Dün akşam bankta yaşadıklarımız gerçekti. İlk defa bir erkeğe bu kadar yakın olmuştum, dudaklarına dokundun Feriha!

Ne akşamdı ama!

Kahvaltıdan sonra saat on bir gibi evden çıkıp marketleri dolaştım. Nihayet bir tanesi bana koli ayarlayacağını söylemişti. Yedi sekiz tane yeterdi herhalde. İyi ki tek kişi yaşadığımı unutmayıp tabak çanağı abartmamıştım.

Şimdi ise şu anki evime yakın dairelere bakıyordum. Önce telefonla arayıp soruyordum, emlakçılarla uğraşamazdım. Bir tanesi şu an verdiğim kirayla aynı olduğu için içime sinmişti ama inşaatın beş dakika ilerisindeydi. Uzaklaşmak istemediğim için şimdilik erteledim. Belki daha uygun bir ev bulurdum.

Eve gitmeden önce bir kitapçıya uğradım. Toprak'a kitap almak istiyordum. Hatta belki ona ben okurdum. Çok satan raflarına bakarken Grinin Elli Tonu gözüme çarptı. Anında bakışlarımı kaçırdım. Biraz hızlı bir başlangıç olurdu bizim için.

Neler düşünüyorsun Feriha, aa ayıp!

Alt rafları incelemek için diz çöktüm. Aynı Yıldızın Altında romanını görünce elim ona gitti ama vazgeçtim. Toprak'a hasta olduğunu hissettirmek istemiyordum. Oflayıp doğruldum. Bu konuda hiç iyi değildim. Daha önce hiç kimseye hediye almadığım için beceriksiz davranıyordum.

Kitapları incelemeyi bırakıp filmlerin olduğu tarafa yürüdüm. Belki film izlerdik. Esaretin Bedeli. Kesin izlemiştir diye düşündüm. Hatta yüzlerce film izlemiştir. Yüzlerce kitap okumuştur. Umutsuz ifademi takınıp Yeşil Yol filmini elime aldım. Hemen yanında Yeşil Rehber vardı.

"Matrix izlesek ya!" diye mırıldandım. Gözlerimi kapatıp parmağımı bir CD'nin üzerine koydum. Tek gözümü açıp ne olduğuna baktım. Rüzgarı Dizginleyen Çocuk. Fazla düşünmeden filmi alıp oradan ayrıldım. İzlediyse bile mecbur bir daha izleyecekti artık.

Market alışverişi de yaptıktan sonra Toprak'ın evine doğru yürüdüm. İnşaatın önünden geçerken tam karşıdan gelen komşumu gördüm. Apartmanda tek konuştuğum kadın oydu. Beni fark edince gülümsedi.

"Günaydın Feriha, nereye böyle?" diye sordu.

"İşe başladım da, oraya gidiyorum." dedim. İçerik sormazdı umarım.

"Kırtasiyeden ayrıldın mı?"

"Öyle oldu." dedim gülümsemeye çalışarak. Başını sallayıp elini koluma koydu.

"Akşama bize gel istersen. Beraber yemek yeriz. Eşim evde olmayacak."

Akşam mı? Toprak ile film izlemeyi hayal etmiştim. Ertelemek istemiyordum.

"Başka zaman olsun Derya abla, bu akşam işim var."

Anlayışla karşılayıp "Öyle olsun bakalım." dedi. "Muhakkak gel ama." Kolumu son kez sıvazlarken "Sezer de evde artık, gece çalışmıyor. Arkadaş olursunuz." dediğinde kaşlarım havalandı. Derya ablanın niyetini çok önceden anlamıştım. Beni, benden bir yaş küçük oğluna ayarlamaya çalışıyordu.

"Konuşuruz yine." dedim. "Geç kalıyorum gideyim ben. Görüşürüz."

"Görüşürüz Ferihacım."

Yoluma devam ettim. Toprak bugün evde olduğunu söylediği için onu aramamıştım. Dairesini tuşladım. Kapının açılmasını beklerken dört defa hapşırdım. Dün akşam eve gittiğimde her ihtimale karşı ıhlamur kaynatmıştım. Sabah boğazımda sıkıntı yoktu ama hapşırmaya başlamıştım.

Yukarı çıktığımda Toprak'ın kapısının kapalı olduğunu gördüm. Nihayet kapıyı açıp beklemeyi bırakmıştı. Zili çaldım, bir saniye geçti ki kapı açıldı. Şaşkın bakışlarla Toprak'a baktım, gülümsüyordu. "Hoşgeldin Feriha."

"Ben olduğumu nereden biliyorsun ki?" diye söylendim. Botlarımı çıkarıp içeriye girdiğimde kapıyı kapatıp bana döndü.

"Bekleme süresini uzatmalıyım sanırım." Kapşonlu sweati ona çok yakışmıştı. Hele alnına dökülen saçları...

"Bence önce kim o demelisin." Onu izlemeye son verip elimdekileri mutfağa bıraktım. Peşimden geldi.

"Alışveriş mi yaptın?"

"Tatlı için malzeme aldım." Ona baktım. Sırtını duvara yaslamıştı.

"Ne tatlısı yapacaksın?" diye sorduğunda gülümsedim.

"En iyi yaptığım tatlıyı." dedim. "Ağlayan pasta."

"Hemen başlayacak mısın?" diye sordu. Bakışlarım poşetin içindeki film CD'sine kaydı.

"Eğer akşam müsaitsen film izleyebiliriz." Güldü, sevinmiş gibiydi. Adam dün senin yanında mutluyum dedi Feriha, bırak da sevinsin.

"Tabii ki çok isterim."

"O zaman yemekleri yapsam iyi olur." Kazağımın kollarını yukarı sıvadım
"Sen içeride otur, keyfine bak."

"Boş boş oturmak, ne keyif ama." Bir sandalye çekip oturduğunda üstelemedim. Sanki her hareketimi görüyormuş gibi sessizce beni izledi. Elini çenesine yaslamış uslu uslu oturuyordu. Bugün de dokunarak anlaşır mıydık ki?

Ne fırsatçısın Feriha!

"Akşam yemeğini birlikte yiyeceğiz yani."

Patatesleri soyarken omzumun üzerinden ona baktım. "Öyle olacak herhalde." dedim ve işime devam ettim.

"Her akşam film izleyelim o zaman." Güldüm ama sessizce.

"Yalnız yemek istemediğin için mi yoksa-"

"Seninle yemek istediğim için." diye sözümü kestiğinde sesli bir şekilde yutkundum. Bu aralar fazla açık sözlüydü. Hoşuma gitmiyor da değildi gerçi. "Kaç yıldır yalnız yaşıyorsun?"

"Çok yıldır." "diye cevapladım. "Yani 5 yıldır falan."

"18 yaşından beri yalnız yaşıyor olman tesadüf mü tercih mi?" Duraksadım. Artık canımı yakmayan bir gerçekti bu. Belki de ben öyle sanıyordum ama eskisi kadar aklıma da gelmiyordu. Aslında alışmıştım.

"İkisi de değil galiba, 3 yaşından beri yurttaydım." Yüz ifadesini merak etsem de dönüp bakmadım. Benim için üzüldüğünü görmek istemezdim. Ayak seslerini duyunca salona gideceğini düşündüm ama yanıma geldi.

"Ben de yardım edeyim mi?" diye sordu. Tam da şuan yüzüne dokunmak istiyordum. Sebebi yoktu. Sadece dokunmalıydım işte.

"Ben hallederim, bıçaklardan uzak dur yeter." Ellerini tezgaha yasladı. Canı sıkılıyordu sanırım. Hapşıracağımı anlayınca yüzümü yana çevirip kolumla ağzımı kapattım. Dört kez hapşırdıktan sonra işime devam ettim.

"İyi yaşa, hasta mısın?"

"Hayır iyiyim." dedim hemen. Çok sık hasta olan biri değildim ama bu, kış günü ıslak saçla dışarı çıkmadığım zamanlarda geçerliydi.

"Dün akşam dışarı öyle çıkmamalıydın." dedi, sesi azarlayıcı tondaydı. "Daha sonra buluşurduk veya saçlarını kurutmanı beklerdim."

"Bugün azarlama sırası bende diyorsun yani."

Gülmedi, bu kadar ciddi olmasına gerek yoktu. Ben ona kızarken o da böyle mi hissediyordu acaba?

"Bir kez daha hapşırırsan sana yardım edeceğim."

Güldüm. "Çok ürkütücü bir tehdit bu." dedim alayla karışık. Yüzü bu kez yumuşadı.

Neyse ki yemeği fırına atana kadar hapşırmadım. Karışık kızartma ve mercimek çorbası yapmıştım. Film izlerken de tatlımız yerdik.

"İstersen yumurta ve şekeri çırpabilirsin." dediğimde pencereden uzaklaşıp yanıma geldi. Şaka yapmıştım ama oldukça hevesliydi. Bozuntuya vermeden boş bir kap çıkarıp yumurtaları kırdım. "Ben dur diyene kadar çırpmaya devam etmelisin." dedim. Tezgahın üzerinde ki askılı araç-gereçlikten çırpıcı alıp ona verdim. "Elin ne durumda? Bileğin ağrımıyor değil mi?" diye sordum.

"Hayır, iyiyim." Yumurta ve şekeri çırpmaya başladı. Ben de bulaşıkları makineye dizerek diğer malzemeleri çıkardım.

"Nasıl gidiyor?" diye sordum. Yavaşça güldü.

"8 ay sonra yumurta çırpıyorum. Çok iyi gidiyor." Yüzüme buruk bir ifade yerleşti. Of! Donör sırası neden ilerlemiyordu ki? Onun tekrar görebilmeye, benim de onun mutluluğunu izleme ihtiyacım vardı. Daha fazla çırpmamasını söyleyerek kabı önüme aldım.

Bir saat sonra hem kızartmamız hem de çorbamız hazırdı. Bu süreçte Toprak yalnızca bir kez tuvalete gitmişti. "Ben olsam sıkılırım." dedim. Salata yapıyordum. Saat beşe geliyordu. "Sandalyede oturmaktan bıkmadın mı?"

"Seni İzlemek hoşuma gidiyor." dediğinde aniden ona döndüm. Elini çenesine yaslamış bana doğru bakıyordu. Hiç göz göze gelmemiştik ama bakışları her zaman yüzümde dolanıyordu. Bir karşılık veremeden önüme döndüm.

Seni İzlemek hoşuma gidiyor.

Kafasında çizdiği yüzü izliyordu.

Birkaç dakika içinde masayı hazırladım. Sessizce yemeğimizi yedik. Salatayı onun istediği gibi bol sumaklı yapmıştım ve afiyetle yedi. Film izlemek için sabırsızlanıyordum. Adını hiç sormamıştı ben de söylemedim. Ne olursa olsun izleyecektik sanırım.

"Feriha mutfaktan çık artık." Bulaşık makinesini çalıştırdıktan sonra kapıya yaslanmış bana bakan Toprak'a döndüm.

"Bitti zaten, geliyorum." Başını sallayıp salona döndüğünde çay koydum ve ben de yanına gittim. Elimde film CD'si vardı. "Biblo yapışmış." dedim. Fili tekrar TV ünitesinin üst rafına koymuştu.

"Evet, adı Lazım değil kahramanım olan bir kız sayesinde her şey yolunda gidiyor." Gülümsedim, şimdi de kahramanı olmuştum.

"Çay koydum." dedim. İltifatına karşılık kurduğum cümleye bakınız; çay koydum.

"İyi yaptın, ne zaman başlıyoruz?" Perdeleri çektim. Filmi takıp kumandayı aldığımda Toprak'ın ayaklandığını gördüm. "Bir dakika bekler misin?" Salondan çıktı. Ben de çaya bakmak ve pastayı dilimlemek için mutfağa döndüm. Şu filme bir türlü başlayamamıştık. Toprak ile vakit geçirmek istiyordum; birlikte yemek yemek dışında.

"Feriha? Hemen kaybolmuşsun." Bana salondan sesleniyordu.

"Geliyorum!" Tepsiyi alıp salona gittim. Onu kucağında battaniye ile görünce şaşırırsam da gülmeden edemedim. İkimiz için battaniye getirmişti. Yan yana oturacaktık yani, hımmm.

"Çayını benden iste olur mu?" diye sordum. Usulca başını salladı. Tabağını kucağına bırakıp battaniyeyi sırtına örttüm ve diğer yarısını kendime ayırdım. "Işığı kapatayım bir saniye." Kurduğum cümlenin ağırlığı canımı yaktı. Onun ışıkları zaten kapalıydı. Perdeleri çekmem veya ışığı söndürmem onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Işığı kapatıp yanına oturduğumda bacaklarımız birbirine değmişti. "Başlatıyorum." "dedim sessizce, filmi izlemeye başladık. Arada pastanmızdan yiyorduk.

"William nasıl bir çocuk?" diye sorduğunda filmi durdurdum.

"Fiziksel olarak mı?" Başını salladı. "Zenci, orta boylu bir çocuk. Bir de... şirin sanırım."

"Teşekkürler." Filme devam ettik. Arada bana sorular sordu. Dublaj film izlemeyi hiç sevmezdim ama Toprak için başka türlü izleyemezdik. "Çayımı verir misin?"

"Soğumuştur başka dökeyim." dedim ama elini koluma koyup beni durdurdu.

"Sorun yok içerim."

"Kendime de alacağım zaten." İkimizin bardaklarını alıp çabucak mutfağa gittim. Yarım saat falan izlemiştik ve sanırım bir saatimiz daha vardı. Saat henüz sekiz olmadığı için sorun etmedim.

Pastalarımızı bitirdiğimiz için arkamıza yaslanmıştık. Bir ayağımı altıma alıp oturmuştum. Toprak ise bağdaş kurmuştu. Parmaklarının arasında tuttuğu çayından hala duman tütüyordu. Çayı pek sevmiyordu sanırım.

Birden telefonum çalınca irkildim. Bu hareketim Toprak'ı da korkutmuş olacak ki o da yerinde sıçradı.

"Ah!" Elindeki bardağın yarısını sweatine döktüğünü görünce ağzım kocaman açıldı. Elinden bardağı alıp sehpaya bıraktım.

"İyi misin?" diye sordum korku dolu bir sesle.

"İyiyim, telefonun hala çalıyor." Kazağını göğsünden uzaklaştırdığında yüzünde acı çeker gibi bir ifade vardı. Telefonu boş verip filmi durdurdum ve pişman olmamayı dileyerek Toprak'ın sweatini tuttuğum gibi başından çekip çıkardım.

Toprak'ı soydum, ciddi olarak bunu yaptım.

Yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. Neyse ki yüzümü görmüyordu. Şu an çıtayı yükseltmiştim sanırım. Birazcık. Elini sol göğsüne çıkarıp çay dökülen yere dokunduğunda çıplak tenini izlemeyi bırakıp elini çektim, biraz kızarmıştı.

"Çok acıyor mu?" diye sordum.

"Azıcık, sorun yok. Filme devam edebiliriz." Gözlerimi devirdim.

"Buz getireyim." Mutfağa gidip buz torbası aldım. Ne kadar belalı bir şeydim. Adamın başı tehlikeden kurtulmuyordu. Belki de hayatı 8 aydır hep tehlikeliydi ama sen bunu bilmiyorsun Feriha. Yanına oturup buzu göğsüne tuttum. Soğuk olduğu için yüzünü buruşturdu. "Kusura bakma, telefonu sessize almalıyım." dedim.

"Kim aradı?" diye sorduğunda uzanarak sehpadan telefonumu aldım. Kimin aradığını görünce ekrana 'ne alaka' bakışı attım.

"Komşum." dedim ve internetimi açtım. WhatsApp'tan da yazmıştı.

Derya Abla
İyi akşamlar canım, eve döndün mü?
Bize gel diyecektim.

Ben
Henüz dönmedim. Geç gelirim.
İyi akşamlar Derya ablacığım :)

"2 hafta sonra taşınacağımı öğrenince üzülecek." dedim ve telefonu komple kapattım. "Hayalleri yarım kalacak."

"Taşınmak mı? Evden ayrılıyor musun?" Şaşırmıştı.

"Evet, ev sahibi ile bir sorun oldu."

"Nereye gideceksin? Uzaklaşacak mısın?" Bu hale beni gülümsetti. Artık gelmeyeceğimi düşündüğü için üzülmüş gibiydi. Ben de başta bu ihtimalle üzüldüm.

"Yakınlarda ev bakıyorum, benden kurtulamayacak gibisin." Buzu çektim, hafif bir kızarıklık vardı. Torbayı tepsiye bırakıp ona baktım.

"Kurtulmak isteyen kim?" Sesi kısık, bir fısıltıdan farksızdı. "Lütfen gelmeye devam et Feriha." Sessizce onu izledim. Benden bir cevap bekliyor muydu bilmiyorum ama şu an sadece onu izlemek istiyordum. O kadar masum ve sevilesi biriydi ki onu bırakıp gitmeyi aklımdan bile geçirmedim.

"Geleceğim." dedim fısıltıyla. Elini aramıza uzatıp avucunu açtığında aklıma dün akşam geldi. Dokunarak anlaşmak. Tereddüt etmeden elimi avucuna bıraktım. Buzu tuttuğum için elim soğuktu, onun avucu ise sıcacık.

"Sana çok alıştım." dediğinde kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başlamıştı.

"Ben de sana alıştım." diye itiraf ettim. Saklamaya gerek yoktu ki, alışmıştım işte. Diğer elini kaldırıp dudaklarıma götürdü, yavaşça tebessüm ettim.

"Nabzın, dudaklarında atıyor sanki." dediğinde gülüşüm silindi. Heyecanım o kadar belli oluyor muydu?

"Yoo." dedim, parmakları hala dudaklarımdaydı. "Ben hissetmiyorum."

Güldü, ne de güzel gülüyordu. "Ben hissediyorum." Elini çekti ve ellerimizi ayırmadan avucumu çıplak göğsüne götürdü. Gözlerim irice açıldı. Az önce buz koyduğum teni alev alevdi. Parmaklarımın altında atan kalp atışlarını hissedebiliyordum.

"Neden bu kadar hızlı atıyor?" diye sordum, kekelememek için savaş veriyordum.

"Kendi kalbine sor." dedi ve elimi indirdi. Neden indirdin ki hissediyordum işte!

"Toprak..." Sustum. Adını söylemek hoşuma gidiyordu. Battaniyeyi tekrar sırtına aldı ve sol kolunu açarak yanına oturmamı istedi.

"Gel hadi devam edelim."

Yürü ya Feriha!

Yüzümde aptal bir sırıtışla kolunun altına girdim. Battaniyeyi sırtıma örttü. Şu an bana sarılıyordu. Kolumun üzerinde hafif bir ağırlık bırakan parmakları tüy gibiydi.

"Kazak getirmemi ister misin?" diye sordum fısıldayarak.

"Şu filmi sağ salim bitirelim de."

"Tamam." Filmi başlattım. Ellerim kucağımdaydı. Umarım kalp atışlarımı duymuyordu.

"Babası neden bisikleti vermiyor ki?" diye mırıldandığını duydum. Tekrar filme odaklanmıştı.

"Oğluna inanmıyor." dedim. Film bittiğinde saat dokuza geliyordu. Toprak'ın kolu hala sırtımda olduğu için kalkmak istemedim.

"Güzel bir filmdi."

"Ben de sevdim." dedim. "Sana kazak getireyim en iyisi." dedim ve ona döndüm. Yüzüyle aramda santimler vardı.

"Burada kal." dediğinde dudaklarım aralandı. Ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerini bana çevirdi. O gözlerime baktığını sanıyordu belki ama şu an dudaklarımı izlediğinin farkında değildi.

"Ne?" diye sordum.

"Bu gece, geç oldu." Aslında geç değildi. Hem burada kalmam doğru olmazdı ki.

"Gitsem daha iyi." dedim.

Kolunu çektiğinde ona düz bir bakış attım. Sana kolunu çek diyen oldu mu?

"Kafam biraz ağır olabilir." dedi ve başını dizlerime koydu. Gitmemem için yaptığını biliyordum. Beni oyalayıp vakit geçirmeye çalışıyordu.

"Ağır değil." dedim sessizce.

"Sevindim." Elimi kaldırıp saçlarına dokundum. Günlerdir bunu yapmak istiyordum. Gülümsedim. Acaba o da benim gibi hissediyor muydu? "Bu saatte tek gitmeni istemiyorum, ben bırakayım o zaman."

"Daha önce de tek gittim." dedim. Saçlarını okşamaya devam ettim.

"Ne aptalmışım, seni yalnız gönderdim." Gözlerimi devirdim.

"Saçmalama, bunu dert ettiğimi mi sanıyorsun? Zaten yaralıydın." Gözlerini yumdu. Beni göndermeye niyeti yoktu anlaşılan. Arkamızdaki battaniyeyi alıp üzerine örttüm. Birkaç dakika sonra pes edip arkama yaslandım. O uykuya daldı, ben de onu izledim.

×××

Bölüm sonu.

Umarım beğeniyorsunuzdur, çıkmadan önce yıldıza dokunmayı ve bir tane de olsa yorum bırakmayı unutmayın. ✨

Yeni bölümde görüşmek üzere. :)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top