×F11×

Yorumlarınızı yazın lütfen, keyifle okuyun.

11.BÖLÜM

Kara pazartesi.

Bugün alarmım olmadan uyanmıştım. İnanması zor ama gerçekti. Ciddi olarak bir işim yoktu artık. En azından resmi bir işim yoktu. Şu an hem aşçı, hem temizlikçi hem de bakıcı gibiydim. Kesinlikle halimden memnundum orası ayrıydı.

Bir süre yatağımda uzanıp Çukurova'nın kaçırdığım fragmanlarına baktım. Yaklaşık yirmi dakika sürmüştü çünkü Demir Yaman öldükten sonra izlemeyi bırakmıştım. Bir kez de Toprak'ın önerdiği şarkıyı dinledikten sonra kalktım.

Çayın demlenmesini beklerken bir not kağıdı çıkardım. Toprak'ın evinde aklıma gelen eksikleri sıralarken akşam için yapacağım yemeği de planladım. Telefonum çalınca yazmayı bırakıp salona döndüm. Toprak arıyordu. Bir şey olmamasını dileyerek çağrısını yanıtladım.

"Efendim Toprak?"

"Günaydın." dedi neşeli bir sesle. En azından iyiydi. "Uyandırmadım değil mi?"

"Hayır hayır kahvaltı hazırlıyordum." Üşengeçliğimden sade poğaçanın arasına çikolata sürüp yiyeceğimden bahsetmedim tabi ki. Artık eve ekmek almam gerekiyordu.

"Yakaladığıma sevindim. Kahvaltıyı birlikte yapalım mı diye soracaktım." Kaşlarım havalandı. Aslında güzel fikirdi ama her gün evine gittiğim için tuhaf da hissediyordum.

"Olur." dedim yine de. Bu anı bir daha yaşamayacaktık sonuçta. "Ne zaman geleyim?"

"Ben fırından simit poğaça falan aldım. Birazdan evde olurum."

"Tamam o zaman, ben gelince kalanını hallederim." dedim. Bir yandan da mutfağa gidip çayın altını kapattım.

"Sen gel yeter!" dedi son geceyi uzatarak. Gülümsedim. "Hadi çabuk ol."

"Yarım saate oradayım."

Kapattıktan sonra sırıtmaya devam ettim. Uyandığımda keyifsizdim ama şu an sadece gülmek istiyordum. Elim düşüncesiz bir hareketle yanağıma gittiğinde gözlerimin önünde Toprak'ın yüzü belirdi.

"Feriha!" dedim ve yanağıma hafifçe vurdum. "Kendine gel."

Hızlıca üzerimi değiştirdim. Gri kot pantolonumu ve lacivert kazağımı giymiştim. Renklerin onun için önemi yoktu ama yine de özen göstermiştim. Pantolonumun içine tayt da giymiştim ama bu önemsiz bir detaydı tabi. Kış geliyordu ve ben her zamankinden çok üşüyordum. Kendime kansız demek hakaret gibiydi; anemi diyelim biz ona.

Apartmanın önüne geldiğimde dairesini tuşladım ama daha çalmadan kapı açıldı. Geçen gün Toprak'ın anahtarını aldığım küçük çocuk dışarı çıkmıştı. Arkasından da bir kadın çıkıyordu, sanırım annesiydi.

"Toprak abiye mi geldin?" Adının Eren olduğunu hatırladığım çocuğa başımı salladım.

"Hadi oğlum, kontrolüne geç kalacağız." diyen annesi bana başıyla selam verdi ve Eren'in elini tuttu.

"Gönül gözünün açılmasına sevindim. Ona iyi bak." Çocuk annesiyle uzaklaşırken arkasından şaşkınca baktım. Şaşırmıştım çünkü.

Gönül gözünün açılması...

Sanırım ikimizi yanlış anlamıştı. Önüme dönüp tekrar daireyi tuşladım. Biraz sonra kapı açıldı. Asansörle yukarı çıkarken aklım hala çocuğun söylediği cümledeydi.

Toprak ve beni birlikte sanmıştı, ne kadar uzak bir ihtimaldi. Toprak bu haldeyken aşkı düşünmezdi, bence yani. Gece gündüz donör sırasını düşündüğüne emindim. Belki de yeni adresler ezberliyor, yeniden görebilmek için dua ediyordu. Tüm bunların arasında yüzünü hiç görmediği birini sevmesi imkansızdı.

Neden 'aslında olsa iyi olurdu' diye geçiyordu aklımdan? Gerçekten bugün iyi değildim. Dairesine yürürken kapıda beni beklediğini gördüm. Şaşkın şaşkın ona bakarken yanına kadar yürüdüm.

"Neden kapıda bekliyorsun?" diye sorduğumda gülümsedi. Çok güzel güldüğü için ona kızamayacağımı sanıyordu herhalde.

"Hoş geldin, gelsene." Girmem için kenara çekildi. Kaşlarımı hafifçe çattım.

"Bu konuda anlaştık sanıyordum." dedim. Eğilip bağcıklarımı çözmeye başladım. "Önce 'kim o' demelisin. Kapıyı açıp beni bekleme."

Gülüşü kayboldu. Onu azarlamış gibi olmuştum ama yaptığı doğru değildi. "Dikkat ederim." dedi. Siyah saçları alnına dökülmüş, kahve gözleri hala ışıltılı bakıyordu. Evet,doğru düşünüyordu. Ona kızamıyordum. Yanından geçip içeri girdim.

"Nasılsın?" diye sordum. Kapıyı kapatıp bana döndü.

"İyiyim, biraz acıktım." Masada kahvaltılıkları görünce elini kontrol ettim. Neyse ki yeni kesik yoktu.

"Elimi yıkayıp geliyorum." dedim, yanından geçerken kollarımız birbirine değmişti. Baksam beni fark etmeyecekti ama kendimi tuttum ve banyoya gidip ellerimi yıkadım. Az önce onu izleme fırsatını mı tepmiştim ben?

"Çayları koyayım mı?" diye seslendiğinde ağzımı endişeyle açtım. Durduk yere kaza çıkaracaktı illa.

"Sakın!" diye karşılık vererek mutfağa döndüm. Sandalyesine sinmiş, ellerini kaldırmıştı.

"Dokunmadım merak etme." dedi masum masum. Ah, ona kızamadım.

"Bilerek yapıyorsun sanki." diye söylendim. Çaylarımızı döküp yan çaprazına oturdum.

"Hep sinirli misin böyle ?" El yordamıyla poğaçalara uzandı. Ben miydim sinirli?

"Sen sinirli insan görmemişsin." dedim, ağzıma bir tane zeytin attım.

"Sürekli bana kızıyorsun." dedi sırıtarak. Sırıtarak? Ona tuhaf bir bakış attım.

"Sana kızıyorsam neden gülüyorsun?" diye sordum.

"Beni korumak için gösterdiğin çaba, çocuk gibi hissettiriyor." dediğinde hala ona bakıyordum. Yüzündeki saf sevinç o kadar içtendi ki onu izlemeden duramıyordum. Hatta dakikalarca hiç sıkılmadan ona bakabilirdim. "Neden sustun?"

"Hiç." dedim. "Ayva marmeladı görmüştüm şuralarda, yemek ister misin?"

"Canım istemiyor ama sen ye, tadı güzeldir."

Bir simit alıp parçalara böldüm. İçine tereyağı ve bal sürüp ona uzattım. Yavaşça kahvaltısını yapmaya devam etti. Tabi, ona uzattığım simidi görmemişti. Bandajını çıkardığı eline uzandım. Ağzı çiğnemeyi bıraktı, simidi eline bırakıp "Yesene." dedim. Şaşkınlığını çabucak attı ve onun için sürdüğüm ballı simidi ağzına attı.

"Teş-"

"Sürekli teşekkür mü edeceksin?" diye sordum.

Duraksadı. "Yerine göre." Ağzımı açmıştım ki kapı çaldı. Toprak lokmasını kolayca yutmak için çayından bir yudum aldı ve ayaklandı.

"Ben açardım." dedim ama elini kaldırıp beni durdurdu.

"Latife teyze gelmiştir, ben açayım." Arkasını dönüp çıkacakken alnını kapının pervazına çarptı.

"Hii!" diye tepki verdim ve yanına gidip alnına bastırdığı elinin üzerine elimi koydum. "Çok acıdı mı?"

"Kapı..." diye mırıldandı. Yüzünü buruşturmuştu, canı çok acımış olmalıydı.

"Tamam otur sen, geliyorum." Koşar adım kapıya gittim. Israrla çalmaya devam ediyordu. Kapıyı açtığımda karşımda Eren'i gördüm. "Sen miydin?" dedim şaşkınca. "Daha yeni gitmedin mi sen?"

"Kimi bekliyordunuz ki?" Elindeki kitabı kaldırıp bana gösterdi. "Ödevim var, yardım lazım."

Gözlerimi kıstım. "Neden okulda değilsin?" diye sordum.

"Bugün göz doktorunda randevum vardı. Bu yüzden okula gitmedim." Kurnaz bir şekilde sırıttı. "Raporluyum."

"Hoş geldin Eren, doktor gözlük verdi mi?" Omzumun üzerinden Toprak'a baktım. Hala alnını tutuyordu.

"Toprak Abi!" Eren gözlerini irice açıp Toprak'a baktı. "Parmağına ne oldu? Alnın da kızarmış." Kaşlarını çatıp bana baktı. "Ne yaptın ona?"

"Ne mi yaptım?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Tamamen benim suçum Eren, gel hadi. Ödevini yapalım."

Eren işaret ve orta parmağını kırıp önce kendi gözlerine ardından da bana doğru tuttu. Neydi bu şimdi, 'gözüm üzerinde' mi demeye çalışıyordu?

"Bana çay ve poğaça verir misin?"

"Poğaça olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordum.

"Sabah Toprak abiyi camdan gördüm, hepsini yalnız yetmeyeceğini anlamam gerekirdi." Çocuğa bak ya! Boyundan büyük laflar ediyordu. Bana Chucky gibi bakan Eren'e başımı salladım.

"Tabi birazdan getiririm." Bir şey demeden içeri gittiğinde arkasından bön bön baktım. Tövbe tövbe. Kahvaltımız da yarım kaldı iyi mi!

×××

Çıkmadan önce yıldıza dokunmayı ve bir tane de olsa yorum bırakmayı unutmayın. ✨

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top