×F1×
Aniden aklıma gelen bir hikayeyi yine aniden yazmaya başladım. Birkaç bölüm yazılı bir şekilde birkaç aydır taslaktaydı. Umarım yazım ve mantık hatası yoktur. Kısa hikaye diye planladım, muhtemelen 20-30 bölüm falan sürecek. Bölümler uzun değil, tadımlık diyebilirim. Bu yüzden ilk iki bölüm bu akşam yayınlanacak. Sizi yoracak bir kurgu değil, karakter kalabalıklığı da yok. Sevmenizi diliyorum.
Yorumlarda görüşelim :* iyi okumalar!
30 Ekim 2021
1.BÖLÜM
Suç ve Ceza.
Elimin altındaki kalın kitaba her dokunduğumda oturup saatlerce onu okumak istiyordum ama hiçbir zaman kitap okumayı seven biri olmamıştım. Kapağındaki baltalı ve düşünceli adamı görünce özetini okuyup sıyrılmak istiyordum ama ona da üşenmiştim.
Belki filmi çekilse izlerdim.
"Yeni gelen kolileri dizdin mi?" Duyduğum sesin sahibine dönmeden önce kitabı rafa yerleştirdim.
"Şimdi başladım." dedim, Hamza Amca yine fiyakalı ekose gömleğini ve üzerine de lacivert yeleğini giymişti.
"Ben kartuş almaya gidiyorum." dediğinde elime yeni bir kitap aldım. Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat. Belki bunu okurdum, bir günlük hikayeyi kaldırabilirdim.
"Neden dün bana söylemedin?" diye sordum. Sanki patron bendim, o çalışan.
"Bir hafta daha götürür ama çarşıda işim var. Gitmişken alayım dedim." Askılıktan ceketini aldıktan sonra "Görüşürüz." dedi ve dışarı çıktı.
Duvar saatine baktım. Çıkmama iki saat daha vardı. Rahat hareketlerle kolideki kitapları dizmeye devam ettim. Artık bu işten sıkılmıştım. İşi bırakırsam özlerdim biliyorum ama her gün aynı işi yapmak beni bunaltıyordu
Beş gün boyunca -bazen altı oluyordu- sabah 8'de kırtasiyeyi açıyordum. Üstelik bunu beş aya yakın bir zamandır yapıyordum. Benim gibi biri için fazla bir zamandı bu.
İşimi bitirdikten sonra askılıktan şemsiyemle yağmurluğumu aldım. Sabahtan beri hiç dokunmadığım ve içinde sadece cüzdanımla telefonumu sakladığım siyah bel çantamı omzuma astım. Evet bel çantamı omzuma asıyordum.
Kırtasiyeyi kapatıp şemsiyemi yere vura vura yürümeye başladım. Hava henüz kararmamıştı ama güneş meydandan çekilmişti. Birkaç dakika sonra durağa geldiğimde kuyruğun yine metrelerce uzandığını gördüm. Sıraya geçip şemsiyemi bacak arama koydum ve kollarımı göğsümde birleştirdim.
Birkaç metre ötede arizona kertenkelesi gibi dans ederek video çeken kızları boş bakışlarla izledim. Onları gördükçe halime şükrediyordum, aferin böyle saçma şeyler çekmeye devam edin, diye geçirdim içimden.
"Ya kanka saçlarımı sarı laciverte boyayacağım bu gidişle." Göz ucuyla yanımda dikilen kıza baktım. Telefonla konuşuyordu. "Bütün flörtlerim mi Fenerli olur!"
Bayılmak için uygun bir ortam aradım ama iki yanım dolu, önüm asfalttı. Arkamda ise kimin olduğunu bilmiyordum, bu daha tehlikeliydi.
"Çanağına ne koyarsan kaşığına o gelir, geç o işleri." Diğer tarafımda duran çatık kaşlı teyzeye baktım. Bugün de sayesinde bir atasözü öğrenmiştim. Nihayet otobüs geldiğinde sıranın bana gelmesini bekledim. İş çıkışına denk geldiğim yetmiyormuş gibi bir de hastanenin stajyerleri de bu otobüsü kullanıyordu.
Bir umut beklemiştim ama tahmin ettiğim gibi bana dört kişi kala otobüsün kapısı kapandı. Vay arkadaş! Paramızla rezil oluyoruz.
Dikilmeyi kesip duraktaki banka oturdum. Yürüseydim şimdiye yolu yarılamıştım. Keşke arabam olsaydı da beni burada bırakan şoföre yanından geçerken orta parmak çekebilseydim.
Çiselemeye başladı, yağmuru sevmiyordum. Sevseydim şemsiye taşımazdım. Aslında otobüse binmek için şemsiyemi tak tak yere vurup kör numarası yapsaydım şimdi evimdeydim.
Ben yazdım kadere hüznü perişanı
Başımı kaldırıp önümüzden geçen arabaya baktım. Şarkıyı caddeden uzaklaşana kadar dinlemiştik sayesinde. Oflayıp doğruldum ve şemsiyemi açıp duraktan ayrıldım. Yarım saat bekledikten sonra vaktime ihanet edip yürümeyi seçmiştim.
Nefret ettiğim yokuşun merdivenlerini çıkarken yağmur iyice hızlanmıştı. Yağmurluğum ince olduğu için üşümeye başlamıştım. Kansız olduğum için çok kolay üşüyordum. Buna rağmen kalın kıyafetlerim oldukça nadirdi. Gök gürlediğinde duraksayıp nefeslendim. Yaklaşık beş dakikalık yürüme mesafem daha vardı. Karşı kaldırıma geçip inşaat halindeki binanın içine girdim. Hava kararmıştı. Eve bu kadar geç varacağımı sanmamıştım. Keşke kırtasiyede kalsaydım. Sabah yine işe gidecektim. Sahi, sabah yine erken uyanacaktım.
Yağmurun aralanmasını beklerken sırtımı duvara yasladım. Duvarları açık olduğu için dışarıyı görebiliyordum. Sadece kolonları dikilmiş üç katlı bir apartmandı. Yaklaşık iki aydır bu haldeydi, gelişimine hayran kalmıştım.
"Aah!"
Düşünmemi kesen ses aynı zamanda nefesimi de kesti. Kaşlarımı hafifçe çatarak başımı kaldırdım. Ses üst kattan gelmişti. Yavaşça yutkundum. Birkaç saniye ikinci bir ses gelmesini bekledim. Aynı ses öksürmeye başladığında şemsiyemi kapattım ve beyzbol sopası gibi tutarak sessiz adımlarla merdivenlere yöneldim. İnşaat ıslak beton kokuyordu, kusasım gelmişti.
Bir kere daha öksürdüğünde son üç basamağım kalmıştı. Bir cesaretle yukarı çıktım ve şemsiyemi önümde tutmaya devam ettim. Ta ki birkaç metre ötede savunmasızca yatan adamı görene kadar.
"İyi misin?" diye sordum bağırarak, şemsiyeyi yere fırlatıp yanına koştum. Sırt üstü uzanan adamın yüzü kan içindeydi. Yanına çöküp koluna dokundum. Gözleri yavaşça aralandı. Bana değil arkama bakıyordu. Korkarak omzumun üzerinden arkama baktım. Kimse yoktu.
"Kolum..." dedi acı çeker bir ifadeyle. "Kıpırdatamıyorum."
"Hemen ambulansı arıyorum." dedim endişeyle. Soğukkanlı biri olmama rağmen kan görünce endişeleniyordum. Ambulansı ararken bir yandan koluna baktım. Bileği şişmişti ve hafif morarmıştı. Telefondaki adama adresi tarif ettikten sonra yarı baygın gencin yanaklarını avuçlayıp hafifçe sarstım.
"Sakın uyuma!" dedim nefes nefese. Gözleri çok ürkütücüydü. Her an bayılacak gibiydi. "Kafana vurdular mı? Başka bir yerin ağrıyo mu?" diye sordum peş peşe.
"Kolum..." dedi tekrar. Sesi oldukça kısıktı.
"Gelecekler şimdi korkma, muhtemelen bileğin çıktı." Moral vermede iyi değildim kabul. "Gözlerin kararırsa söyle." dediğimde sessizce güldü, kan bulaşmış dişlerini gördüm. Saniyeler sonra gülüşü dondu ve bayıldı.
×
Elimdeki maden suyu şişesini yanımdaki çöpe attım. Şansıma çöp boştu ve tak sesi koridorda yankılandı. Neyse ki kimse dönüp bakmamıştı. Kırık şemsiyemi taburenin üzerinden alarak hasta odalarının bulunduğu koridora yürüdüm.
Ambulans aradıktan yaklaşık on dakika sonra gelmişti. Durumunu merak ettiğim için ben de ambulansla hastaneye gelmiştim. Adını bilmediğim adamın hasta odasının önünde doktorun çıkmasını bekledim. Umarım durumu iyiydi. Bayılmadan önce neden güldüğünü de merak etmiştim, sanırım çoktan gözlerim karardı demek istemişti.
"Hastanın nesi oluyorsunuz?" Doktorun çıktığını görünce kapıya döndüm. Aralıktı ama içerisi görünmüyordu.
"Tanımıyorum, ben aradım 112'yi." diye açıkladım. Doktor başını salladı. "Nasıl iyi mi?"
"Darp edilmiş. El bileğinde incinme var, korkulacak bir şey yok." dediğinde yüz ifadem değişmemişti. İyi olduğunu ben görmek istiyordum.
"Peki görebilir miyim?" diye sordum, sonuçta kurtulmasına ben yardımcı olmuştum, izin vermeliydiler öyle değil mi?
"Tabi, polis de birazdan sizinle konuşmaya gelecektir zaten. Buralarda olun lütfen." Doktora son kez başımı salladım ve yanımdan ayrıldığı gibi odaya girdim.
Hemşire yatağı arkaya yatırıyordu. Beni görünce tebessüm etti. "Geçmiş olsun."
Benim bir şeyim olmuyor, demek istesem de sustum.
"Sağolun. Ailesine ulaştınız mı?" Yatağın yanına gelmiş, göz ucuyla yatakta uyuyan adama baktım. Yüzündeki kan temizlenmiş, alnına ve alt dudağına ince birer yara bandı yapıştırılmıştı. Elmacık kemiğinin üzeri ise morarmıştı.
"Maalesef ailesi hayatta değilmiş." dediğinde yüzüme hüzünlü bir ifade yerleşti. Hemşire dışarı çıkarak kapıyı örttüğünde tekrar ona baktım. Kaç yaşındaydı bilmiyordum ama yaşı kaç olursa olsun bir evlat anne ve babasının yokluğunu hissederdi.
Ayakta kalmayı bırakıp sandalyeye oturdum. Saat dokuza geliyordu. Genelde on bir gibi uyurdum. Erken uyumamın nedeni iş değildi. Yapacak bir şeyim yoktu.
"Başım..."
Duyduğum sesle başımı kaldırıp ona baktım. Gözleri kapalıydı ama yüzünü buruşturmuştu.
"Ağrın mı var?" diye sordum. Yalnızca başını salladı. "Hemşire az önce çıktı, serumunu yeni takmışlar. Biraz bekle istersen." Bir şey söylemedi. Ağır ağır gözlerini açtığında önce bana bakacak sanmıştım ama o tavanı izledi. Garip bulsam da sessiz kalmayı seçtim. İnsan kendisini kurtaran birini merak etmez miydi?
"Saat kaç?" diye sordu yorgun bir sesle. Yatağın arkasındaki duvara asılı saate baktım.
"Dokuzu geçiyor." dedim.
"Hastanede miyim?" diye sorduğunda başımı salladım. "Efendim?"
"Evet." dedim aniden. Başımı salladığımı görmemişti sanırım. Gerçi baksa görecekti ama bir kere bile bakmamıştı.
"Ne zaman çıkarım?"
"Bilmem, polis gelecekmiş." dedim arkama yaslanarak.
"Beni sen mi kurtardın?" diye sordu. Sanırım yüzümü unutmuştu.
"Evet." dedim. Yüzünü yavaşça bana çevirdi. Gözleri tam olarak gözlerime değmese de nihayet bana bakmıştı.
"Teşekkür ederim."
"Kim olsa yardımcı olurdu." dedim klişe bir cevap vererek. Çok da mütevaziydim.
"Beni orada o halde bırakıp gittiler, insanlar çok kötü." dedi gözlerini yumarak.
"Kaç kişi gördün?" diye sordum. Gözlerini açmadan yanıtladı.
"Sanırım iki kişilerdi, görmedim." İkimiz de sessiz kaldık. Biraz sonra uykuya daldı.
Hastanede yarım saat daha kaldıktan sonra polis gelmiş ve ifademi vermiştim. Bu süreçte darp edilen adam hiç uyanmamıştı. Eve gidip gitmemek arasında kararsızdım. Adamın ailesi yoktu, evine nasıl gidecekti? Polisler yardımcı olurdu ama içim rahat değildi. Onu evime yakın bir inşaatta görmüştüm. Belki de evi yakınlardaydı.
Yok yere düşünerek beynimi yormuş ve sonuç olarak aynı sandalyede uyuyakalmıştım.
"Hanımefendi?" Omzumdan dürtülünce gözlerimi hızlıca açtım. Hemşire karşımdaydı.
"Ay kusura bakmayın." dedim doğrulurken. Bakışlarım hızlıca hasta yatağına kaydı. Adamın kolundaki serum çıkmış, kapıya dönük bir şekilde oturuyordu. "Çıkabilir mi?"
"Reçeteyi size verelim." diyerek kağıt parçası uzattığında uykulu bakışlarla elindekine baktım.
Genç adam "Gerek yok." dedi ama bize doğru dönmediği için ciddiye almadım. Reçeteyi aldığımda hemşire yanımızdan uzaklaştı.
"Gerek yok, reçeteyi alayım ben." Elini kaldırıp avucunu yana doğru açtı. Bu adam neden benimle göz teması kurmuyordu? Ayağa kalkıp yanına gittim ve reçeteyi eline bıraktım. Kapıya bakıyordu.
"Kalkabilecek misin?" diye sordum. Başını sallayarak yavaşça yataktan indi.
"Beni bulduğunda etrafta değnek var mıydı?" diye sorduğunda kaşlarımı kaldırıp düşündüm. Aslında dikkat etmemiştim.
"Bilmem ki."
"Her neyse, boşver." Elini önüne uzatarak yürümeye başladığında şaşkın şaşkın hareketlerini izledim. Kapıya değil duvara doğru yürüdüğünü görünce hızla yanına giderek koluna dokundum.
"Napıyosun?" diye sordum sesimi yükselterek. "Görmüyor musun duvarı?" Yüzümü hızla bana çevirdi. Kaşları çatılmış, kaşındaki bant kırışmıştı. Kahverengi gözleri yine gözlerime değil hafif sağ tarafıma bakıyordu.
"Asıl sen görmüyor musun?" diye sordum sert bir seslre. "Körüm!"
××
Bölüm sonu.
Yorucu ve uzun bölümler yazmayacağım. Umarım giriş bölümü hoşunuza gitmiştir. Yorumlarınızı bekliyorum.
Çıkmadan önce yıldıza dokunmayı unutmayın. ✨
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top