5. BÖLÜM - BUĞULU GÖZLER
Göz göze gelmemek için çaba sarfediyordu. Ne diyeceğini bilemediği zamanlar da hep böyle yapar, gözlerini kaçırıp, o an uğraşacak bir şey muhakkak bulurdu. Bir hafta değil de sanki yıllar geçmişti üzerimizden. Gözleri bir başka bakıyordu. Soğuktu. Camı aralayıp sigarasını yaktığında derin bir nefes çekti ciğerlerinde bekleyen duman hevesle araladığı dudaklarından çıktı. Onu izlerken balo gecesi benimle konuşmak için oturduğumuz kamelyadaki halini anımsadım. Yüzümde oluşan belli belirsiz gülümseme, gergin tonlamasıyla yok oldu.
"Konuşmamız lazım!"
"Olur!" dediğim de itiraz edeceğimi düşünmüş olmalı ki şaşkınlıkla baktı. Âdeta iki yabancı gibiydik. Aramıza giren soğuk duvar olmasaydı, sımsıkı sarılır, yol boyu ellerimiz birbirinden ayrılmazdı. Evinin önüne geldiğimizde hala sessizdik. Arabayı park edip, dairesine doğru ilerledi. Bir adım geriden onu takip ederken, ilk defa kendimi yanındayken değersiz hissettim. Dairesine girdiğimizde elindeki anahtarları masaya rastgele fırlatıp, kendini koltuğa bıraktı.
"Bir şey içer misin?"
"Hayır! Teşekkürler."
Rahatsız eden bir sessizlik oldu. Engin karşımdaki koltukta gerginlikten kıvranırken, aniden ayaklandı.
Camın önüne gidip pencereyi araladığında içeri dolan serin hava, soğuk bakışlarından daha az üşütüyordu.
Doğrudan konuya girdiğinde sorusu damarlarımdaki tüm kanın çekilmesi kadar acı vericiydi. "Neden Eylül? Neden gittin o herifin yanına?"
"Annem anlatmadı mı?" diye konuştuğumda hissettiğim huzursuzluğu belli etmemek için güçlü durmaya çalışıyordum.
"Senden duymak istiyorum! Kabullenmem için senden duymam şart!"
Gerginliğini belli eden nefesi burnundan dışarıya verdiğinde konuşmamı bekliyordu. Boğazımdaki düğümü bertaraf etmek ister gibi yutkundum. "Bilmediğim bir numaradan mesaj attı. Daha sonra aynı numarayı aradığımda açmadı. Kaldığı otele gidip, odasına çıktığımda çok geçmedi sen geldin. Engin, inan başına bir şey geldi sandım. Böyle yapacağını bilemezdim."
"Başına bir şey geldi sandın, öyle mi?" Öfkelenmişti. Sigarasından medet umar gibi bir tane daha çıkarıp yaktı.
"Öyle!"
Delici bakışları korkutuyordu. Bu defa yerimden kalkıp yanına gittim. Koluna dokunduğumda, sertçe kendini geri çekti. Hatalıydım. O da, en az benim kadar hatalıydı ama bunu göremiyordu.
"Pislik herif! Ya sana bir şey yapsaydı?"
"Serhat bana zarar verecek bir şey yapmaz!" Dudaklarımdan firar eden bu cümle söylediğim an pişman etmişti.
"Ah! Çok güzel!" derken senindeki imayla elini çırptı. "Şimdi de bana onu mu savunuyorsun?"
"Bak Engin! Onu iyi tanıyorum. Amacı aramızı bozmaktı."
"Demek ki zarar verebiliyormuş değil mi Eylül?"
"Ben bunu kastetmemiştim!"
"Sadece fiziksel bir zarardan bahsetmiyorum! Bize yaptığına baksana!"
"Bu kozu onun eline sen verdin Engin!"
Ani bir hareketle yüzünü yüzüme yaklaştırdığında nefesinin sıcaklığı öfkeyle yüzüne vuruyordu.
"Oraya hiç gitmemeliydin!" derken her hece sıktığı dişlerinin arasından çıkarken acı çekiyordu.
Kendimden uzaklaştırıp, "Sana ne saçmaladı bilmek istiyorum!" diye sordum.
"Beni nasıl buldu bilmiyorum. Dersaneye geldi, uyanık! Sakinliğimi korumam gereken bir ortamdı ve o, bunu kullandı. Benimle konuşma tarzını görmeliydin. En sakin insanı bile çileden çıkartırdı!"
"Sonra?"
"Sonra, senden vazgeçmeyeceğini söyledi. Düşünebiliyor musun? Bana bunu söyleyebildi."
Anlatırken tekrar yaşadığı anın öfkesiyle ne yapacağını bilemiyordu. Bu olay onu yeterince yıpratmış olacak ki yüzü çökmüş, uykusuzluğun rengi ela gözlerinin altında ki siyah halkalar sayesinde gölgelenmişti.
"Ben Eylül'ü herkesten iyi tanırım. O bana ait dediğinde, yakasına yapıştım. Yüzünde kendinden emin, iğrenç gülüşü varken bunları söyledi. Hatta daha da ileri gitti!"
"Ne dedi?"
"Haysiyetsiz herif! Özel anlarınızı anlatmaya kalktı. Kendi yerimde ona saldırmamı istediği için elinden geleni yaptı. Sakin olmam gerekiyordu ve güvenliği aramaktan başka bir şey yapmadım."
"Özel anlarımızı mı?" Elimle kullaklarımı kapadım. Daha fazla duymak istemiyordum.
"Ne kadar çirkinleşebileceğini gördüm Eylül! Çok kıskandım seni. Gözüm döndü. Güvenliği odamın kapısında görünce amacına ulaşamayacağını anladı. Giderken, "Son bir şey daha! Sana Eylül'ün sadece bana ait olduğunu ıspatlayacağım." dedi ve cebinden çıkarttığı kartı masama bırakıp gitti."
"Ne kartı?" diye sorduğumda kendisinin cebinden çıkartıp uzattı. "İşte bunu!"
"Göz gördüğüne inanır. Gel ve gör!" yazıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapadım. Her şeyin kötü bir şaka olmasını istedim ama gerçek o kadar canımı acıtıyordu ki bu imkansızdı. Kartı elimde buruşturup açık olan pencereden dışarı fırlattım.
"O günün akşamı, bulunduğu yerin konumunu attı. Ona haddini bildirmeye gittiğimde..." cümlesini hayal kırıklığıyla yarım bıraktı.
"Oraya şüphe ederek gittiğini ikimiz de biliyoruz Engin! Evet haklısın. Hiç gitmemem gerekirdi. Seni bu kadar savunmasız bırakan biri, benim yanına gitmem için elinden geleni yapmaz mıydı sanıyorsun?"
Kollarımı tuttuğunda öfkeyle sordu. "Sana dokunmaya kalktı mı?"
"Engin! Canımı acıtıyorsun, kendine gel!" dediğimde, kollarımın acısıyla irkildim. Geriye çekildiğinde gözlerinde pişmanlık vardı.
"Sadece sarılmaya çalıştı. Kendimden uzaklaştırdığımda odadan ayrılıyordum. Hepsi bu!"
"Kahretsin! Haklı çıkmış oldu adi herif! Her fırsatta bunu kullanacak!" Cümlesinin sonunu sıktığı yumruğunu masaya vurarak noktaladı.
Ne demiştik; "Bazen ne anlatıldığı değil, ne anladığın önemlidir." Bende ne anladıysam onu yapmaya karar verdim. Bıraktığım yerden çantamı alıp, sessizce kapıya doğru yürüdüm.
Gözlerime bakmaktan kaçınıyordu. "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sanırım. Böyle devam edemeyiz! Basit ama sinsi bir planın bizi getirdiği durum, ne yazık ki bu!" dediğimde, hâlâ sessizdi. Onun da demek istediği buydu belki de...
"Hoşçakal..." dedikten sonra, ardımdan kapıyı kapatıp çıktım. İkimiz de biliyorduk. Neyi seçersen seç, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, yolun sonunda hep aynı tabela çıkar karşına; Kader...
Ben yanında kalmak için bir şey yapmadım. O da, beni durdurmak için... Apartmandan çıkıp bahçe kapısına geldiğimde durdum. Olduğu kata dönüp baktığımda, gözlerimiz hüzünle buluştu. Elini kaldırıp çaresizce cama dokundu. Arkamı dönüp ilerlerken, zihnimde buğulu bakan gözlerinden başka bir şey yoktu.
Arabasının bagajından çıkarttığım valizi alıp usulca oradan uzaklaştım. Böylece ilişkimizde son sözü söyleyen aslında Serhat olmuştu. Amacı zaten, beni kazanmak değildi. Engin'den ayırmaktı. Kısaca, sinek küçüktü ve mide bulanmıştı bir kere...
Eve geldiğimde annem balkondan gördüğü için kapıda bekliyordu. Tek kelime etmeden uzun uzun sarıldık. Bu defa ağlamıyordum. Saçlarımı şefkatle okşadı. Geri çekilip gözlerime baktığında, gözyaşlarını benim yerime de akıtıyordu.
Elinin tersiyle yüzündeki nemi sildiğinde konuştu. "Baban balkonda, gel odana geçelim. Böyle dağılmış bir halde karşısına çıkarsan panikleyebilir."
Uslu bir kız çocuğu gibi başımı salladım. Odaya girdiğimde evimi ne kadar özlediğimi anlamıştım. Yatağa kendimi yığılırcasına bıraktığımda, annem yanıma oturdu.
"Ne konuştuğunuzu merak ediyorum ama anlatmaya gücün yok belli ki. O yüzden ısrar etmeyeceğim. Sadece yanımıza gel ve tatilini anlat. Baban son zamanlarda çok keyifsiz. Seni görünce keyfi yerine gelecektir."
Üzerimdeki mevsimlik ceketi çıkarıp yatağa öylece bıraktım. Aynanın karşısına geçince saçlarımı topladyıp, yüzüme sahte bir gülücük kondurdum ve annemle beraber odadan çıktım.
O an, balkondan içeri giren babam, geldiğimi görünce mutlulukla gülümsedi. "Ah, benim güzel kızım... Hoşgeldin." dediğinde kollarını iki yana açtı.
Koşar adımlarla gidip sarıldığımda, saçlarımdan koklayarak öptü. Sıcacıktı. Başımı koyduğum göğsü, evimdi. Kendimi güvende hissettiğim tek yerdi.
"Çok özledim seni kızım."
Yüzümü okşadığında, ıslanan yanaklarım beni ele veriyordu. Çenemden tutup gözlerime baktığında endişeyle sordu. "Eylül?"
Boğazımdaki yumru yutkunmaya çalıştıkça canımı acıtıyordu. Babamın psikolojisi yaşadığım bu çirkin duruma hazır değildi. Sağlığından yeterince endişeliyken, bir de benim için üzülmesini göze alamazdım.
Yüzümde emanet durmasını istemediğim içten bir gülümsemeyle burnumu çektim. "Öyle güzel karşıladın ki ne yapayım dayanamadım. Hem bende çok özlemişim." dedim
Cevabımdan pek memnun olmasa da üzerinde durmadı. "Bizde çok özledik kızım. Ev, sensiz çok sessizdi. Sen geldin, renk geldi."
Endişeli hali dikkatini çekmiş olacak ki, gözü anneme takıldı. "Sema, sende mi duygulandın yoksa?"
Annem yüzüne takındığı sahte tebessümle başını salladı. Babamla göz temasından kaçınarak konuyu değiştirdi. "Hadi anlat bakalım teyzenler nasıldı?"
"Çok iyiler. Birbirleriyle şakalaşmadan duramıyorlar. Metin eniştemin şakacı yanı bizi epey eğlendirdi."
Babam, "Ah, şu Metin! Hiç değişmeyecek." derken keyifli kahkahalar atıyordu.
"En iyisini yapıyor. Onun gibi vurdumduymaz olmak lazım. Keşke sende biraz yapabilsen Yalçıncığım." İmayla konuşan anneme, yanıt çok gecikmedi. Herkesin her zaman geçerli bir sebebi ya da sığınacak bir bahanesi mutlaka vardı çünkü. "Aman Sema! Metin'in tuzu kuru. Sanki benim gibi şirket mi batırdı!" dediğinde masanın üzerinde ki gazetesini alıp, boynundaki gözlüğünü taktı. Bu hareketi, sohbet bitti demekti.
Ben yine de, formaliteden gezip gördüğüm yerileri anlattıktan sonra müsade isteyip odama geçtim. Ilık bir duşun ardından yatağıma uzandığım sıra tavanla etmeye çalıştığım sohbet kısmı başlıyordu.
Engin'le olanlar zihnimden hızla geçerken uyuyacağımın farkında bile değildim.
Telefonuma gelen bildirim sesiyle gözlerimi açmaya çalışırken ard arda mesajlar gelmeye devam ediyordu.
"Eylül?"
"Hey! Orada mısın?"
"Dönmüşsün!"
"Habersiz bırakmak neymiş göstereceğim sana!"
Mesajları okuduktan sonra, yazarak cevap vermek yerine hemen aradım.
"Alo Eylül? Sonunda yaaa!"
"Sana da günaydın Edacığım."
"Bırak şimdi günaydını! Hollanda'ya gitmişsin apar topar. Sema teyze de olmasa haberim olmayacak!"
"Evet, biraz ani oldu."
"Hadi giderken ani oldu, anladım da... Oradayken neden yazmadın?"
"Her şeyi anlatacağım ama telefonda olmaz, buluşalım mı?"
"Soruyor musun bir de? Günlerdir seni bekliyorum!"
"Tamam o zaman, her zaman gittiğimiz kafeye gelirsin. Çıkmadan yazarım."
"Tamam canım orada görüşürüz."
Hazırlanıp odamdan çıktığımda annem kahvaltı hazırlıyor, babam balkonda ki çiçekleri suluyordu.
"Günaydın... Anne ben çıkıyorum."
"Günaydın, nereye gidiyorsun? Hem... En son böyle deyip çıktığında hiç hoş şeyler yaşamadın!"
Annemin iması hoşuma gitmemişti. Cevap vermeden kapıyı çekip çıktığımda, Eda'ya mesaj attım.
"Karnım aç! Seninle pazar kahvaltısı yapmayı özledim. Bizim kafeye sonra geçeriz. Atacağım konuma gel."
Hemen cevap geldi. "İyi fikir."
Deniz kenarında bulunan ve sadece pazar günleri, açık büfe kahvaltı veren bir mekandan Eda'ya konum attım. Yaklaşık yarım saat sonra geldiğinde hasretle sarıldık. Gözlerimin dolduğunu farkedince, "Şşş! Şimdi değil! Önce kahvaltı edelim, sonra birlikte ağlarız." dedi. Sevecen ve enerjik halleriyle gülümsetmeyi başarıyordu. Göz kırpıp yerinden kalktığında, açık büfeye doğru ilerledi. Birbirinden çeşit kahvaltılıkları, büyük bir iştahla tabağına doldururken, onu izlemek keyifliydi.
"İkimize çok değil mi bunlar?"
"Çok mu? Kurt gibi açım ben! Hem bir tabak daha hazırlayacağım. Hadi kalk da bana yardım et." derken elimi tutup çekiştirdiğinde yerimden güçlükle kalktım.
"Tamam, çekiştirme geliyorum."
Eda, ikinci tabağı doldururken, semaverden yaze demlenmiş çaylarımızı aldım. Yaptığımız kahvaltının ardından Eda kollarını masada birleştirip merakla sordu.
"Anlat bakalım neler oldu?"
"Neler olmadı ki..." diye başlayan cümlemin ardından olan biteni anlattıktan sonra Eda soluksuz dinliyor, duydukları karşısında dudaklarını kemiriyordu.
"İnanamıyorum neler olmuş! Sen bu haldeysen Engin'i düşünemiyorum." dediğinde hüzün yine prangasını geçirmişti ayaklarıma. " Berbat bir haldeydi. Bana çok kırgın biliyorum ama, kendine de bir o kadar kızgın. Her şeyden önce Serhat'ın kendince haklı çıkmış olmasını hazmedemiyor." dedim.
"Nasıl bu duruma geldiniz anlayamıyorum? Yani, Engin çok olgun, mantıklı biriydi. Hırsına yenik düşmesi üzücü."
"Olan oldu bir kere!" dedim bakışlarımı kaçırdığım yerde güneşin ısrarla ısıtmaya çalıştığı deniz pırıltısıyla halinden memnun duruyordu.
"Gitmemeliydin Eylül! Ya sana bir fenalık yapsaydı?"
"Bu konu hakkında daha fazla konuşmayalım artık." derken sesimde hissedilen tını parçalara bölünen kalbimin kırıntılarını yansıtıyordu.
"Tamam canım, bence de kapatalım konuyu. Hadi, Amsterdam'ı anlat bana."
Konuyu anında değiştirip, "Çok güzeldi. Rüya gibi bir şehir. Geziye gelen bir grupla tanıştım. Çok eğlenceliydi." dediğimde anlattığım her anı benimle yaşamış gibi iç geçiriyoru. "Belki bir gün birlikte gideriz."
"Harika olur."
Eda'ya hayran kaldığım şehrin her karesini gösterirken, öğrendiğim her detayı anlattım. Havalimanından çıkarken peşimden gelen enteresan adamdan bahsetmeyi de ihmal etmedim.
"İnişe yakın uyandığımda bir çift göz beni izliyordu. Daha sonra alandan çıkmadan arkamdan ismimle seslendi."
"Adını nereden biliyormuş?"
"Bende onu sordum. Uyurken düşürdüğüm biletimden görmüş"
"Bak sen! Ee, sonra?"
"Çok güzel uyuyordunuz sizi izlememek elimde değildi falan dedi. Adını söyledi. Sonra sizi tekrar görmek istiyorum deyip kartını verdi."
"Nasıl etkilendiyse artık... Adı neymiş."
"Emirhan."
"Sen ne dedin peki?
"Uyurken izlemeniz hoş değil gibi bir şey dedim sanırım pek hatırlamıyorum."
"Kartını aldın mı?" diye sorarken kıkırdadı.
"Ondan bir an önce kurtulmak için aldım. O kadar derin bakıyordu ki, tedirgin ediciydi. İyi günler dileyip hızla yanından uzaklaştım."
"Böyle zamanlarda çivi çiviyi söker. Arasan mı acaba?"
"Edaaa!"
"Tamam kızma! Şaka yaptım."
Kafeden ayrıldıktan sonra sahil boyu yürümüş, uzun uzun sohbetler etmiştik.
"Kemal'le aranız nasıl?"
"Gün içinde sürekli konuşuyoruz ama adını koyamadık bir türlü. Kemal kendinden mi emin değil, yoksa benden mi bilmiyorum."
"Zamana bırak canım. Her şey yoluna girecektir. Kemal mantıklı biri. Önümü sonunu düşünmeden hareket etmez."
"Engin için de böyle diyorduk!" Eda cümlesinin ardından pişman olup, "Özür dilerim Eylül, aslında öyle demek istemedim." derken ne kadar mahçup olduğunu anlamamak ona haksızlık olurdu.
"Önemli değil." dedim. "Haklısın. İlk yanıltanlar her zaman en çok inandıklarımızdır değil mi?"
Belli etmemeye çalışsam da üzülmüştüm. Eda'yla vedalaşıp ayrıldıktan sonra eve kağanıp, birkaç gün kimseyle görüşmeden sadece odamda vakit geçirdim. Her günüm bir öncekinden daha keyifsiz geçiyor, kitapevlerini sadece sistem üzerinden takip ediyordum.
Ailemle kahvaltı ve akşam yemeği dışında bir araya gelmiyordum. Babam her şeyden habersiz benim için endişelenirken, konuşmaya cesaret edemiyordu. Annemin olanlardan babama bahsetmiş olma ihtimalini düşündükçe tedirginliğim artıyordu.
Akşam yemeği için odadan çıktığımda sessizce masadaki yerime oturdum. Göz hapsindeydim, hissediyordum. Başımı kaldırıp bana bakan endişeli gözlere iyi olduğumu söylemeliydim. En azından onlar öyle bilmeliydi.
"Merak etmeyin iyiyim. Sadece biraz kendimle kalmak istiyorum."
"Kızım, senin için end..." derken babamın cümlesini yarıda kestim.
"Endişelenmenizi gerektirecek bir şey yok. Dedim ya, sadece yalnız kalmak istiyorum."
"Belki birlikte aşabiliriz. Yanında olmamıza neden müsaade etmiyorsun?"
"Baba lütfen! Gerçekten iyiyim. Aşmak istediğim bir durum yok ama bazı şeylere alışmak için zamana ihtiyacım var."
"Sen nasıl istersen kızım."
"Müsaadenizle." diye masadan kalktığımda yemeğime dokunmadan odama geçtim. Oldukça gergin hissediyordum. İçimdeki huzursuzluk adeta boğazımı sıkan dikenli tellerin batmaya hevesli paslı ucu gibiydi.
Odamın camını açıp temiz hava aldım. Kışın soğuk yüzü etrafı beyaza boyamak için anını kolluyordu. Atıştıran kar yere düşmeden eriyor, yerlerde belli belirsiz biriken beyazlığın keyfini her zaman ki gibi çocuklar sürüyordu.
Kitaplığıma yönelip seçtiğim Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabını alıp rastgele bir sayfa açtım.
"Bugün canım insan yüzü görmek istemiyor." kısmı denk gelince hüzünle tebessüm ettim. Tam da böyle hissediyordum.
Sayfaları biraz daha karıştırdım. Ne zaman canım sıkılsa böyle yapardım. Kendimde bir kitabı bitirecek gücü bulamazdım fakat rastgele seçtiğim sayfalardan okuduğum kısımlar keyifli olurdu.
Sırada ki kısım dudaklarıma misafir oldu. "Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi." Şimdi bende kendi denizimde boğuluyordum. Geçecek biliyordum. Her şey geçerdi.
Son kez rastgele bir sayfayı daha açtım. Bakalım bu sayfa bana neler diyecekti.
"Kim bilir... Belki uzak bir günde, büsbütün başka insanlar olarak tekrar karşılaşırız ve belki gülüşerek birbirimize ellerimizi uzatırız..."
Gözümden usulca akan yaşları silerken, "Kim bilir?..." deyip. Kitabı raftaki yerine kaldırdım. Annemin acı çığlığıyla irkildiğimde, koşarak odadan çıktım. Babam solgun yüzüyle yerde yığılmış yatıyordu.
"Çabuk ambulans çağır, çabuk!"
Ellerim titriyor, telefonu tutmakta zorlanıyordum. Adresi verip ambulans istedikten sonra, yerde yatan babamın yanında diz çöktüm.
"Baba? Aç gözlerini ne olursun. Şimdi olmaz baba! Lütfen... Lütfen beni evsiz bırakma..."
...
Umarım beğenmişsinizdir.🧡
Hikayeme oy vermeyi unutmayın 😍
Yorumlarınızı bekliyorum.💃
Bir sonra ki bölüm de görüşmek üzere 🙋♀️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top