4. BÖLÜM - AMSTERDAM


Gözleri gözlerimdeydi... Uçağımın kalkış saati anons edildiğinde, daldığım düşüncelerimden sıyrıldım. Bir yıl önce Engin'in kollarındaydım. Şimdi ondan ve yaşananlardan çok uzaklara gidiyordum. Belki de kaçıyordum...

İkinci anons geldiğinde valizimle birlikte C kapısına doğru ilerledim. Daha önce Check-in yaptırdığım bileti, kontrol memuru onayladıktan sonra, uçağa geçtim.
Üç buçuk saat sonra Amsterdam Schiphol Havalimanına inmiş olacaktım. Teyzem ve eniştem sabırsızlanıp, karşılamak için çoktan evlerinden çıkmışlardır diye düşünürken, uçağa binmeden annemi aramadığım için pişman oldum.

Yaşadıklarımdan bihaber olan babam, ansızın çıkmaya karar verdiğim bu seyahate anlam verememişti. Aklımdan geçen birbirinden alakasız düşünceleri bir kenara bıraktım.

Koltuk seçimim her zaman cam kenarı olduğu için gökyüzünün keyfini çıkarabilecektim. Kabin memuru uçuş güvenliği ile ilgili anonsunu tamamlamıştı. Uçak moduna aldığım telefonumdan müzik listemi açtım. Bestelerini her dinlediğimde içimde mevsim geçişlerine neden olan Eric Badanti - Airbourne dinlemeye başladım. Gökyüzünde süzülürken bestenin hissettirdiği hafiflikle gözümü kapadım.

Kaptan iniş anonsu verdiğinde yerimde toparlanıp saate baktım. Yorgun bedenim yenik düşmüş, uçuş boyunca uyumuştum.

Havalimanından çıkınca Şeyma teyzem ve Metin eniştem sevinçle karşıladılar. Hasretle sarılmanın ardından evlerine doğru yola koyulduk. Amsterdam'ın ışıklı caddeleri göz kamaştırıyor, eniştem önümüze çıkan her detayı rehberlik edip anlatıyordu.

Teyzem heyecanla, "Ne iyi ettin de geldin canım, keşke Sema'da burada olsaydı. Enişteni eve atar kız kıza gezerdik." bunu derken enişteme bakıp muzipçe güldü.

Eniştem sitemle, "Aşk olsun sana Şeyma!" derken dikiz aynasından da göz kırpmayı ihmal etmedi.

"Babamı tek başına bırakmak istemiyor. Ben de aniden karar verdim teyzeciğim."

"Biliyorum canım."

Eve girdikten kısa bir süre sonra teyzemin benim için hazırladığı odaya yerleştim. Anneme haber verdikten sonra telefonumu tamamen kapatıp uyudum.

Gözümü açtığımda eniştemin söylediği şarkıya teyzem de eşlik ediyordu. Neşeli sesleri gülümsettiğinde mutfaktan gelen enfes kokuların güzelliğiyle yatağımdan fırladım. Teyzemin hazırladığı kahvaltıyı keyifle yaptıktan sonra evden çıktık.

Gezmeye şehrin en bilinen yeri Dam meydanından başladık. Tüm ihtişamıyla Amsterdam Kraliyet Sarayı bu meydanda yer alıyordu. Her anı ölümsüzleştirmek için bolca fotoğraf çekiyordum. Yine en ünlü yapılarından Nieuwe Kerk yani Yeni Kilise'yi ziyaret ettikten sonra, Dünyaca ünlü bal mumu heykeli müzesi olan Madame Tussauduss'u keyifle gezdik.

Şehrin her karışını ezbere bilen eniştem ve teyzem yorulmadan bana rehberlik ediyorlardı. Yemeği, eniştemin rezervasyon yaptırdığı şık bir restaurantta yedikten sonra yorgunluk kahvelerimizi evin balkonunda içmek için yola koyulduk.

Ilık bir duşun ardından yorgunluğum bedenimden akan suyla benden ayrılmıştı. Teyzem kahveleri yapıp balkona geçtiğinde yanına oturdum.

"Eniştem nerede?"

"Uzun zamandır bu kadar gezmemişti. Yorulmuş, uzanıyor."

"Görmek istediğim birkaç yer daha var. Yarın için sizi yormayı düşünmüyorum." dediğimde itiraz etmedi.

Sigarasını keyifle yakarken, "Hazır enişten uyuyorken, biraz dedikodu yapalım." dedi. Durgunluğumu fark etmiş olacak ki, masaya doğru eğilip, "Seni üzen delikanlı kim anlat bakalım?" diye sordu. Utanarak gülümsedim. Teyzemin gözünden bir şeyin kaçmadığını unutmuştum.

"Engin!" dedim bakışlarımı kaçırarak.

"Annen bir ara bahsetmişti, üniversiteden değil mi?"

Onaylarcasına başımı salladığımda uzanıp elimi tuttu. "Güven önemli bir köprüdür kızım! Pek çoğumuz karşıya geçmeyi beklerken, o köprüde kaldık." dedi. Uaşadığı tecrübeleri her cümlesine hissettirirken sessizce onu dinliyordum. Güvenden bahsettiğine göre annem, buraya gelmeden önce teyzeme olanlardan bahsetmiş olmalı diye düşündüm.

"İnsanın yaşadığı hayat, kendi saksısıdır. Toprağında taş da olur, kökünü yemeye çalışan böcek de... Sen çiçek açmak istiyorsan toprağına sımsıkı tutunmayı bileceksin." dediğinde son bir nefes aldığı sigarasını söndürdü.

Sanırım, kaçmak yerine sorunlarınla yüzleşmelisin demek istiyordu. "Haklısın teyzeciğim." Sesim kırgın çıkmıştı. Bakışlarımı kaçırdığımda, daha fazla konuşmak istemediğimi anladığında, "Neyse... geç oldu." derken ayaklandı. "Seni bunaltmak istemiyorum." şefkatle yanağımı okşayıp devam etti. "Hiçbir şey için üzülme, zaman ilaçtır derler." dedikten sonra sıcacık gülümseyip yanımdan gitti.

Kötü anılar, gecenin karanlığında parlayan şehrin ışıklarıyla zihnimde dağılıyor, unutulmaları kolaylaşıyordu. Neye ihityacım olduğunu biliyordum.
Herkesten ve her şeyden uzakta kafamı toparlayıp, nasıl iyi hissediyorsam onu yapacaktım. Bunları düşünürken odama gidip, yarın için giyeceklerimi ayarladığımda yorgun bedenimi çağıran uykuya teslim oldum.

Kurduğum alarmın sesiyle uyandığımda, oyalanmadan hazırlanıp odadan çıktım. Salon masasının üzerinde şehir kartı ve nereye, nasıl gideceğimi en ince ayrıntısına kadar anlatan not vardı. Eniştemin benim için hazırladığını anladığımda, elimdekilere bakarken gülümsedim. Her zaman her şeyin en iyisini düşünürdü.

Evden çıkıp sokağa adım attığımda derin bir nefes çektim. Tek başıma gezecek olmanın heyecanıyla yürümeye başladım. Binnenstad ülkenin şehir merkezi sayılıyordu. Burada başlayan iki saatlik kanal turlarına katılıp, kanalların üzerindeki köprüleri fotoğraflarken, bolca anı biriktirdim.

Yabancı dilim iyi olduğu için rahat iletişim kurabiliyordum. Tanıştığım insanlarla sohbet etmek olduça keyifliydi. Birbirimizi sosyal medya hesaplarımızdan takibe aldığımızda bir sonraki sene için tekrar sözleştik. Tur bitince, hep birlikte hatıra fotoğrafı çekilmeyi de ihmal etmedik. Başladığımız noktaya gelince ettiğimiz sohbetlerin kalplerimiz de açtığı samimiyetle vedalaşıp ayrıldık.

Acıktığımı hissettiğimde, telefonumdaki uygulamadan bulduğum, Potaé isimli kumpir yapan Türk restaurantına girdim. Bize yani Türklere özgü o sıcak karşılamanın ardından, çalışanlarla uzunca sohbetler ettik. Yemekten sonra gelen müessese ikramı çaylarını da içtiğime göre artık, bu güzel insanlara veda etmeliydim. Bolca teşekkür edip kafeden ayrıldım.

Sıradaki durağım Van Gogh Müzesi'ydi. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için dünyaca ünlü tablolarını zihnime kaydetmekle yetindim. Ulusal müze özelliğini taşıyan yer, büyüleyiciydi. Otuzlu yaşlarından sonra başladığı resim sanatına, dokuz yüzün üzerinde eser veren, ancak hayattayken sadece bir eserini satabilen ünlü ressamın tüm resimleri, taslak çizimleri ve kardeşi Theo Van Gogh'a yazdığı yüzlerce mektubun sergilendiği müze muhteşemdi. Belki de görüp görebileceğim en etkileyici yerdi. Gün sonunda, yorgunluk eşsiz kahve dükkanlarından taze çekilmiş enfes kahvelerinden içip eve döndüm.

Gezilecek yerlerden arta kalan zamanları teyzemlere ayırmış, özellikle beş çayı sohbetlerimizin tadı damağımda kalmıştı. Günler çabuk geçmiş, artık dönüş vakti gelmişti.

Havalimanına kadar yalnız bırakmayıp geldiklerinde, uzun bir süre görüşemeyecek olmamız üzüyordu. Teyzemle dayanamayıp ağladığımızda, eniştem, muzipliği sayesinde bizi yine güldürmeyi başarmıştı.

Bu defa uçağa binmeden annemle konuşup, yaklaşık dört saat sonra ineceğimi haber verdim. Uçağa bindiğimde, ölmsüzleştirdiğim tüm anlara tebessümle baktım. Bir hafta kalmış olsam da ülkemi özlemiştim. Tabii annemi, babamı, bir de ...

Günlerdir birbirimizden habersizdik. Karşılıklı kırılan kalplerin tamiri mümkün görünmüyordu. İkimizde hatalıydık ve sonunu düşünmeden hareket etmiştik.

...

Ailece yaptığımız keyifli kahvaltının ardından, telefonuma gelen mesaj beni epeyce şaşırtmıştı.

"Yardımına ihtiyacım var Eylül! Atacağım konuma gel. Çok acil!" yazıyordu. Ardından gelen ikinci mesajda bulunduğu konum vardı.

"Anne, çıkmam lazım birazdan dönerim." dedikten sonra konuşmasını beklemeden anahtarları alıp hızla arabaya bindiğimde, mesajın geldiği numarayı aradım. Cevap vermiyordu. Endişeyle navigasyonu açıp konuma göre sürmeye başladım.

Geldiğim adres, Beykoz'da bulunan bir oteldi.
Resepsiyoniste sorup, kaldığı oda numarasına doğru koşar adımlarla ilerledim. Odanın kapısına gelince ne ile karşılaşacağımı bilmediğim için durdum. Derin bir nefes aldıktan sonra, huzursuzca kapıya tıklattım.

Kapı açıldığında Serhat karşımdaydı. "Eylül... Biliyordum geleceğini." dediğinde aniden sarıldı.

Kendimden güçlükle uzaklaştırıp merakla, "Buraya neden çağırdın?" diye sordum.

Arkasını dönüp, odaya doğru ilerledi. İçeri girip, ardımdan kapıyı kapattım. Yanına geldiğimde tekrar sordum. "Acil olan ne?"

"Çok özledim seni Eylül." bunu söylerken adım adım yaklaşıyordu. Elimi dur diyen anlamda kaldırdığımda, üzerime yürümeye devam etti. Tekrar sarıldığında bu kez gücüm, kollarından sıyrılmaya yetmemişti.

"Çığlık atarım Serhat! İnsanları başımıza toplamak istemiyorsan, bırak beni!"

Kolları arasında debelenirken, yüzüme yaklaştığında kafamı çevirdim. Gevşettiği kollarından kurtulduğumda, umarsızca kahkaha attı. Suratına attığım tokadın sesi yankılandığında, hiçbir şey demeden arkamı dönüp kapıya ilerledim. Bir an önce buradan çıkmak istiyordum. Kapıyı açtığım an, görmeyi isteyeceğim en son kişi karşımda duruyordu. Sinirden yumruklarını sıkmıştı ve hayal kırıklığıyla bana bakıyordu.

Hiçbir şey demeden kolumdan tuttuğu gibi otelden çıkarttı. Elini açıp anahtarları istediğinde, sessizdi. Arabaya binip bulunduğumuz yerden hızla uzaklaşırken, konuşmaya cesaret edemiyordum. Onu daha önce bu kadar gergin görmemiştim. Arabayı öfkeyle sürüyor, hızını gittikçe arttıyordu. Son sürat devam ederken daha fazla dayanamadım.

"Engin! Yavaşla korkuyorum." Beni duymuyordu. Ağlamaya başlamıştım üstelik. Onunsa gözlerinde öfkeden başka bir şey yoktu. Evimin önüne gelince durdu. Arabadan inip anahtarları elime tutuşturduğunda, gözlerimin içine yine hayal kırıklığıyla bakıp, sessizce uzaklaştı. Birkaç saat önce herşey normalken, şimdi olduğum yerde arkasından çaresizce bakıyordum.

Koşarak eve çıktığımda, kapıyı açıp gördüğü manzara karşısında korkan annem, kolumdan tutup içeri çekti.

"Kızım? Bu ne hal?"

"Herşey mahvoldu anne! Herşey mahvoldu!" Dağılmış saçlarımı ıslak yüzümden çekerken fısıldayarak konuştu. "Şşş! Baban duyacak!"

Salonda oturan babama görünmeden odama geçtiğimizde olan biteni anlattım. Duydukları karşısındaki kızgınlığı, şaşkınlığının önüne geçmişti.

"Ya sana kötü bir şey yapsaydı?"

"Yapamazdı."

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Eylül?"

Sesinin yükseldiğinin farkına vardığında kendini kontrol etmek için cam kenarına doğru ilerleyip, penceriyi açtı. Derin nefesler alıp verdikten sonra yanıma geldi.

"Peki ya Engin?" diye sorduğunda oldukça gergindi. "Sen neyin içine düştün böyle kızım?"

"Bilmiyorum anne! Engin tek kelime etmeden otelden çıkarttığı gibi beni buraya getirdi sonra da gitti."

"Serhat belli ki amacına ulaşmış ama Engin'in oraya nasıl geldiğini öğrenmemiz lazım."

Stresten dudaklarını kemiriyor, olanlara anlam vermeye çalışıyordu."Engin'le ben konuşacağım." dedikten sonra devam etti. "Sen de, ben gerçeği öğrenene kadar bekleyeceksin! Sonrasına karar veririz. Tabii önce babanı ikna edecek bir bahane bulmam lazım."

Annem odadan çıktığında, ağlama şiddetim artmış, hıçkırıklarım nefesimi kesiyordu. Babamın gelme ihtimaline karşı hızlıca kapıyı kilitledim. Beni böyle görürse çok üzülürdü ve psikolojik olarak buna hazır değildi. Kullandığı ilaçlar hassaslaştırdığı için stres anındaki olayları sağlıklı karşılayamıyordu.

Sakinleşmek için bekledim. Nefes alışlarım düzelince aynamın karşısına geçip kendime çeki düzen verdim. Babamın ağladığımı anlamaması için ufak dokunuşlarla toparlandım. Ağlamaktan kızaran gözlerime bir çare bulamadığım için, üzerimi değiştirip, kitap okurken kullandığım gözlüğü taktım.

Odadan çıktığımda babam gazetesini okuyordu. Hiçbir şey olmamış gibi neşeli sesimle yanına gidip boynuna sarıldım.

"Eylül? Ne zaman geldin kızım?"

Döndüğümde gizlice odama girdiğim için geldiğimi anlamamıştı. "Gazete okuyordun. Ne kadar dalmışsan, farketmedin bile."

Gözlerine bakmadan konuşuyor olmam dikkatini çekmişti. Endişeyle sordu. "Bak bakayım bana! Sen ağladın mı? Gözlerin kızarmış."

"Ağlamadım babacığım. Kitap okurken çok yordum sanırım ondan oldu. Hem bak!" derken gözlüğü işret ettim. "Gözlerimi dinlendirsin diye taktım."

Anlamaması için içten gülümseme yüzüme yerleşirken, muzipçe sordum.

"Baba? Annemle sevgiliyken hiç ayrıldınız mı?"

Gözlüğünün üstünden bakarken güldü. "Nereden geldi aklına şimdi bu?"

Bilmem der gibi omuzlarımı havaya kaldırıp, aynı an da dudağımı kıvırdım.

"Ayrılmadık ama o aşamaya geldik bir kere."

Yere, babamın tam ayak ucuna oturdum, dirseğimi dizine yaslayıp, çenemi elimle destekledim. Bunu yaptığımı görünce içten bir kahkata atıp işaret parmağıyla burnumun ucuna dokundu. "Sanırım, anlatmazsam elinden kurtulamayacağım. Şu haline bir bak! Meraklı seni."

Heyecanla gülümserken konuşmaya başladı. "Annen çok sabırlıydı. Onun sayesinde ilişkimiz adam akıllı ilerliyor, beni nasıl dizginleyeceğini iyi biliyordu.
Bir gün güvenini sarsacak bir şey oldu."

Meraklı gözlerle bakarken, "Ne oldu?" diye sordum.

"Ufacık bir çapkınlık meselesi." dedi gözlerini kaçırarak.

"İnanmıyorum baba!"

"Şşş! Lafımı kesme! Sandığın gibi bir şey değil." diye konuştuğunda burnun üzerindeki gözlüğü işaret parmağıyla itip devam etti. "Dinle! Annenin o zamanlar yakın arkadaşı Meral vardı."

"Eee?"

"E'si... Gizlice buluştuğumuz yerde, anneni beklerken, onun yerine Meral çıkıp geldi. Sema'yı sorduğumda cevap vermek yerine bana dokunmaya başladı. Şaşkınlıkla kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama vazgeçmiyordu. Bunun üzerine Meral'in erkek kardeşi bizi o halde gördü. Sonra işler daha da karıştı."

"Şaka gibi! Ya sonra?"

"Kardeşini tembih etti ama iş işten geçti. Dedikodu çabuk yayılır malum! Sema öğrendi. Kendimi aklamaya çalıştım ama, nafile! Meral sonra ailesine de, annene de gerçeği itiraf etti."

"Bu olaydan sonra annem görüşmeyi kesmiştir de... Meral'e ne oldu? Merak ettim."

"Asker yolu gözlüyordu. İyi kızdı aslında, çok yardımı dokundu bize. O sıralar boşluğa düştü sanırım. Bilmiyorum! Çocuk askerden dönünce evlendiler. Annen bir daha o konuyu hiç açmadı."

"Vay be! Çok şaşırdım. Annem hiç bahsetmemişti."

"Aman ha! Duymasın anlattığımı. O günden sonra kıskançlıktan çıkan kavgalarımız oldu ama hiç uzatmadık. Birbirimizi hep çok sevdik ve sonunda evlendik. Sonra sen geldin, seni daha çok sevdik." dediğinde şefkatle saçımı okşadı.

"İyi ki... İyi ki senin kızınım."

Babamla yaşadığımız sevgi dolu anların üzerine, anahtar sesi duyuldu. Annem gelmişti. Yanımıza geldiğinde kendini koltuğa bıraktığında yüzündeki ifade tanıdıktı.

"Baba- kız ne konuşuyordunuz bakalım?"

"Hiç! Havadan sudan..." derken ayaklandım.

"Kahve yapayım mı sana anneciğim?"

"Yok kızım sağ ol. Neşe Hanım da içtim kahvemi."

Anlaşılan, annem komşuya gidiyorum diye çıkmıştı evden. Meraklı gözlerle anneme baktım. Babam görmeden odamı işaret etmişti. Usulca odama gittiğimde adımdan geldi.

"Konuşabildin mi?"

"Konuştum kızım. Zaten buralardaymış. Evden çıktığımda aradım, hemen geldi yanıma." derken kuruyan dudaklarını ıslattı.

"Duyacaklarına hazır mısın bilmiyorum ama Serhat'ı hafife almışsın. Sana bir fenalık yapmadığına şükrediyorum."

"Anlat lütfen anne!"

"Dün gelmiş İstanbul'a. Engin'in çalıştığı dersaneyi bulup yanına gitmiş. Senin hakkında saçma sapan bir sürü şey anlatmış."

"Ne anlatmış?"

"Bilmiyorum. Çok detaya girmedi ama, Eylül hala beni seviyor demiş. Engin de, seni sevseydi hayatında olurdu, bir yıldır birlikteyiz demiş. Aslında anlatınca basit gibi gözüküyor ama savunmasız kalacağı bir ortam olduğu için sakinliğini korumuş Engin. Sonra sohbet epeyce çirkinleşmiş..." cümlesini yarım bırakıp sustu.

"Ne olmuş ki?"

"Serhat, Eylül'ün beni sevdiğini sana ıspatlayabilirim. Yarın söylediğim saatte, atacağım konuma gel demiş.

Sinirden dizlerim titriyordu. Duyduklarıma inanamıyordum. Annem usulca elime dokundu.

"Aslında Engin, ona haddini bildirmeye gitmiş. Yani senin orada olacağın ihtimalini hiç düşünmemiş."

"Off.. Ne aptalım! Beni de orada görünce, Serhat kendince haklı çıkmış oldu."

"Zamana ihtiyacınız var kızım. Eminim ki, olanları o da hazmedemiyordur. Keşke haberim olsaydı, Seni asla yollamazdım!"
...

Annemin dediği gibi zamana ihtiyacımız vardı. Ben düşünmeden hareket etmiştim. O da, güvensizlik edip otele gelmişti. İkimiz de basit ama, sinsi bir oyunun kurbanı olmuştuk. Hollanda seyahati biraz olsun kafamı dağıtmış olmasına rağmen kalbimin buruk atışları kendini hissettiriyordu.

Sabiha Gökçen Havalimanına iniş için anons yapıldığında uyandım. Son bir saat kala kendimi ızdıraplı düşüncelerin içinde bulmuş sonunda uykuya teslim olmuştum. Stres anında uyumak en iyi çözüm yöntemimdi.

Gözümü açtığımda hemen sol tarafımda oturan adam bana bakıyordu. Hatta ısrarla bakmaya devam ediyordu. Başımı onun bulunduğu yönün aksine çevirdiğimde huzursuz eden bakışlarından anlık da olsa uzak kalabilmiştim. Uçak iniş yaptığında hızlıca çıkış kapısına yürüdüm. Alandan çıkacağım sıra, birinin adımı seslendiğini farkettim.

"Eylül Hanım?"

Arkamı döndüğümde uçakta beni göz hapsine alan adam karşımdaydı. "Tanışıyor muyuz?"

"Henüz değil."

"Peki adımı nereden biliyorsunuz?" dediğimde özgüvenli duruşundan ödün vermiyordu.

"Siz uyurken düşen biletinizden..."

"Anladım." diyebildim. Maksadını öğrenmek için konuşmanın sonlanmasını beklerken.

"O kadar güzel uyuyordunuz ki, sizi izlemekten kendimi alıkoyamadım."

"Teşekkür ederim ama, hoş değil!"

Ne desem olmuyor, pes etmiyordu. Konuşmak için fırsat kollayan bu adamdan, kurtulmak imkansızdı. Okyanus mavisi gözlerindeki derinlik baktığı her şeyi içine alabilecek kudretteydi.

"Özür dilerim. Kendimi tanıtmadım Emirhan ben."

"Eylül!"

Cüzdanından çıkarttığı kartviziti uzattığında, tepkisiz bekliyordum. Hızlı bir hamleyle, bakmadan aldığımda üzerimdeki trençkotun cebine attım.

"Sizi tekrar görmek isterim. Memnun oldum Eylül Hanım." dediğinde bu kez tokalaşmak için elini uzattı.

Karşılıksız bırakmamak adına havada bekleyen elini sıkarken, "Bende! İyi günler dilerim." dedim.

Hızlı adımlarla arkamı dönüp yürümeye devam ettiğimde, "Acaba arkamdan geliyor mu?" diye bakmak istedim ama vazgeçtim. Fazlasıyla tedirgin eden adamdan kurtulup dışarı çıktığımda bekleyen taksilerden birine işaret ettim. Önümde duran araca binecekken kolumu tutan el sayesinde irkildim.

"Engin?"

Gözlerimiz kilitlenmiş sessizce birbirimize bakıyorduk. Bakışlarındaki karışıklığın arasından özlem dolu hissi çekip çıkartmak için zorlanıyordum.

"Müsaade et seni ben bırakayım."

Sessizce onaylayan anlamda başımı salladığımda elimdeki valizi alıp arabasına götürdü. Arabaya bindiğimizde beklemeden sürmeye başladı. Bir hafta önce, öfkesinden gözü dönmüş halini anımsadığımda o güne kıyasla olduğundan daha sakin görünüyordu.

"Nasılsın?" diye sordu.

"İyiyim. Sen?"

"Daha iyiyim."

Sesinde ima vardı.

....

Amsterdam turunu beğendiniz mi?🤩

Sizce Eylül ve Engin'in son durumu ne olur?🤔

Oy ve yorum desteklerinizi bekliyorum.🤗

Sonra ki bölümde görüşmek üzere 🙋‍♀️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top