33. BÖLÜM - NE GÜZELDİ SENİ SEVMEK

İki yıl sonra...

Sarılırken aramıza giren irileşmiş karnım, artık doğuma son günlerimin kaldığının en büyük habercisiyken, bol bol yürüyüş yapıyor, Engin'in heyecanlı halleri daha da sabırsızlanmama sebep oluyordu. Birlikte aldığımız kararla bebeğin cinsiyetini öğrenmemeyi tercih etmiştik. Sonbaharı artık onu kucağıma alarak geride bırakacak, kış aylarının içimizi ısıtacak en güzel yanının yine bebeğimiz olacağını biliyordum. Kime benzeyeceğini, ellerini, gözlerinin rengini merak ediyor; bir an önce kollarıma alıp, sıcaklığını ve atan minik kalbini duyumsamak için sabırsızlanıyordum.

Tahmin ettiğimizden birkaç hafta erken gelen sancılar sayesinde gece gözlerimi korkuyla açınca, bebeğin gelmek için acele ettiğini fark edip, Engin'i telaşlandırmadan uyandırdıktan sonra, oldukça temkinli bir şekilde hastaneye gittik. Korku ve heyecanın birleşip içimde yarattığı karmaşayla, bir yandan Aslı'nın doğumunda hayatını kaybettiği aklıma geliyor, bir yandan da aniden şiddetlenen sancılarla başa çıkmaya çalışıyordum. Doğumhaneye girmeden önce anneme ve diğerlerine haber veren Engin, yanıma geldikten sonra sıkı sıkıya elimi tutmayı -acı çekmeme dayanamayacağını sanırken- elinden geldiğince bana destek olmayı başarmıştı.

Yaklaşık üç saatin ardından, babası gibi yakışıklı olacağına emin olduğum oğlumuzu kucağımıza verdikleri an, çektiğim onca acıyı unutmuştum. Kaptan nikahıyla açık denizlerde evlendiğimiz gün Engin'in kulağına fısıldadığım sözler zihnimden geçerken, göz göze geldik. Gözlerimizde aile olmanın mutluluğuyla akan gözyaşlarımız varken Engin titreyen sesiyle, "Hayatımıza hoş geldin, Deniz." dedi.

Sonbaharın ayazı tatlı tatlı üşütürken, kalplerimiz Deniz'le ısınmış, Eda, Kemal ve kızları Asya; Deniz'i görmek için apar topar hastaneye gelmişlerdi. Annem, anneliği tadan kızına bakarken, gözleriyle konuşuyor, bir yandan da anneanne olmanın mutluluğunu sevinç gözyaşlarıyla taçlandırıyordu.

Eda, "Yine çocuğun olacak ve birlikte büyüteceğiz demiştim, hatırlıyor musun?" diye sorarken saçlarımı okşuyor, mecalsiz dudaklarımla ona gülümserken, gözümü yanımda huzurla uyuyan oğlum Deniz'den ayıramıyordum. Kaybettiğim bebeğime yapamadığım, içimde kalan ne varsa, Deniz'e fazlasıyla sunacaktım. Babamın benim için yaptığı gibi, ben de onun için okunacak kitaplar, anlatılacak hikayeler, altı çizili satırlar, güzel şarkılar ve rüyalar biriktirecektim.

4 yıl sonra...

Uyanır uyanmaz odamıza gelen Deniz, aramıza girip, önce beni uyandırıyordu. Uykusu ağır olan babasını, tüm çabalarına rağmen bir türlü uyandıramadığında dudaklarını büzüyor, ifadesini seyretmekten kendimi alamamakla birlikte bir yandan da üzülmesine kıyamadığım için Engin'i bin bir çabayla uyandırıp, onun mutluluğuna keyifle ortak oluyordum.

Bugün Deniz'in doğum günüydü. Dördüncü yaş günü hazırlıklarına Eda teyzesi ile günler öncesinden başlamış, babaanne ve dedelerini de davet etmiştik. Çok şanslı bir çocuktu. Hem annemin, hem de babamın ailelerini görmek kısmet olmasa da Engin'in sayesinde Deniz'in, iki babaannesi, iki de dedesi vardı. Her biri ayrı şımartıyor, ne isterlerse anında yapmak için fırsat kolluyorlardı. Biz artık kocaman bir aileydik. Engin'in iki ailesi de yaşadıklarımdan sonra sorgusuz sualsiz kollarını açmış, beni şefkatle ve içtenlikle kucaklamışlardı.

Doğum günü kutlamasına Eda ve Kemal'in aileleri de katılacak, yine eskisi gibi hep birlikte olacaktık. Çok mutluyduk. Yeniden gülmeyi öğrendiğimiz ve Deniz'e sahip olduğumuz için kendimizi şanslı hissediyor, ona bakarken hep, iyi ki diyorduk. Öğleden sonrası tüm hazırlıklar, Eda ve annemin yardımıyla tamamlanmış, misafirlerimizin gelmesini bekliyorduk. Engin, Deniz'i uzaklaştırmak için evden götürdüğünde, birkaç saatin ardından hava kararmaya başlamış, misafirlerimiz ise çoktan gelmişlerdi. Telefon edip, artık eve gelebileceklerini söyledikten kısa bir süre sonra içeri girdiler.

Işıklar kapalı bir şekilde salonda beklerken Deniz, "Baba, evimiz neden karanlık?" diye sormuş, ışıklar aniden açılınca, şaşkınlıkla bana doğru koşup sarılmıştı. Hep bir ağızdan, iyi ki doğdun Deniz, diye bağırıyor, yüzünde oluşan sevinç dolu ifadesine alkış tutarak şahit oluyorduk. Deniz, cana yakın bir çocuktu. Her şeyden önce sevildiğini bilip, sevmenin de en az onun gibi güzel bir duygu olduğunu anlayacak kadar da akıllıydı. Herkesi teker teker öpüp, masaya çağırdı. Benim ve babasının elinden tutunca, gözlerini kapatıp dileğini diledi. Mumları söndürdükten sonra kulağına eğilip, ne dileğini merak ettiğimi sorduğum sıra yanağımdan öpüp, "Bu bir sır, anne. Eğer söylersem dileğim kabul olmaz." demiş, onu yenemeyeceğimi verdiği cevaptan sonra anladığım için, merakımın içimde başlattığı savaşı, daha girmeden kaybetmiştim.

Eda'yı kenara çekip, "Sadece herkesin olduğu tek bir fotoğraf çekelim olur mu?" diye sorduğumda Eda, gözleriyle onaylamış, buruk bir tebessümün ardından sessizce ricamı kabul etmişti. Seneler de geçse üzerimden atamadığım korkularımın izleri, hâlâ yakamı bırakmıyordu. Masanın etrafına doluşup topluca çekildiğimiz fotoğrafın ardından, Deniz'in isteği üzerine sadece üçümüzün bulunduğu bir kare fotoğraf daha çekilmiştik. Zor gelen ne varsa, Deniz istedikten sonra hemen kolaylaşıyordu.

Eskisi gibi deniz kenarına gidip kokusunu da içime çekmiyordum. Baktığım mavilikler boğmak ister gibi sularına hapsetmeye çalışırken, rahatlamak yerine daha kötü olduğumu hissedince, zamanla gitmemeyi tercih etmiştim. Onun yerine oğluma sarılıp, kokusunu içime çektiğim zaman, hiçbir şeyin eksikliğini hissetmiyordum.

Doğum günü pastası kesildikten sonra Deniz, hediyelerini açmak için masadan ayrılmış, herkes birbiriyle sohbet ediyordu. Engin'i dünyaya getiren kadın, yani Nermin anne, yanımda oturuyor, her fırsatta şefkatli bakışlarını benden esirgemiyordu. "Oğlum torunumla bir olup seni üzmüyor, değil mi kızım?" diye sorduğunda diğer tarafımda oturan Engin'in bir kulağı da bizde olduğu için annesine yandan muzipçe bir bakış atmış, Kemal'le olan sohbetine geri dönmüştü. "İkisi de benim mutluluğum Nermin anne. Onlara baktıkça ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anlıyorum." dediğimde, Engin bu defa bize doğru dönmeden bir yandan Kemal'i dinliyor, bir yandan da son cümleme kayıtsız kalamadığı için masadaki elimi dudaklarına götürüp eskisi gibi avcumun içine öpücüğünü bırakıyordu.

Nermin anneyle birlikte gülüşünce, Kemal dinlenmediğini düşünüp itiraz eder gibi kalktıktan sonra karşılıklı tavla oynayan, iki kayınpederimin yanına gitti. Samet baba pulları teker teker topladıkça, Yaşar baba, "Zar tutuyorsun birader böyle oynanmaz ki!" deyip, kendince yenilmeyi hazmedemiyordu. Kemal masadan kalkınca, Engin peşinden gitmiş, koluna girerek arka bahçeye doğru gelmesi için çekiştirmişti.

Handan anne, Nermin anne, annem ve Eda sohbet ederken onları izliyor, yanımda oldukları için mutlu oluyordum. Engin'in kız kardeşi Nisa ise, çekingen ve soğuk tavırlarıyla uzak duruyor, sürekli Eda'nın kızı Asya ile ilgileniyordu. Ağabeyi Engin'e henüz alışamadığını, hatta seneler sonra ortaya çıktığı için kıskandığını bile söylemişlerdi. Bu yaşlarda, bu tarz duygu geçişleri yaşayacağını ve ergenlik dönemini atlattıktan sonra düzeleceğine hepimiz yürekten inanıyorduk. Saat geç olunca Samet baba ve Handan anne müsaade isteyip kalktılar. Onları yolcu ettikten sonra annem dahil kalan misafirler de teker teker dağılınca geriye; Yaşar baba, Nermin anne ve Nisa kalmıştı. Muğla'dan geldikleri için bizimle birkaç gün daha vakit geçirip, öyle döneceklerdi. Ortalığı toparlayıp, buraya gelmek için erkenden yola düşen aileme yatacakları yerleri gösterdikten sonra koltukta uyuyakalan Deniz'i kucaklayan babasıyla birlikte odasına gittik. Öpmeye doyamadığımız oğlumuzu yatağına yatırıp, kol kola odamıza gitmiş, günün yorgunluğuyla üzerlerimizi değiştirip, kendimizi yatağa atmıştık.

Ertesi sabah, Deniz yeniden uyanır uyanmaz yine yanımıza gelmiş, bu defa benden önce uyanan Engin biraz daha dinlenmem için Deniz'i de alıp odadan çıkmıştı. Onlarla olmam gereken zamana yeterince geç kaldığımı düşünerek yataktan kalkıp, hazırlandıktan sonra salona döndüm. Nermin anne ve Nisa daha erken uyandıkları için kahvaltı masasını özenle hazırlamışlardı. Bana kendi kızlarıymışım gibi davranıyorlardı. Yanımda oturan Nermin annemin yanağından öperek teşekkür ettiğimde, şefkatle yanağımı okşadı. "Birkaç gün daha kalırız diyorduk ama Nisa'nın okula dönmesi gerekiyormuş, müsaade ederseniz biz yarın gidelim çocuklar." dediğinde Engin, "Sizi ben götüreceğim." dedi. Ardından, Yaşar baba söze girecekken, "İtiraz kabul etmiyorum." deyince, cümlesine başlamadan net tavrıyla babasına engel oldu.

"Sabah erkenden çıkarız. Akşama kalmadan da evinizde olursunuz."diye ekleyince, mecburen kabul etmişler Engin'i kırmak istemedikleri için de daha fazla diretmemişlerdi. Kahvaltının ardından gezmeye çıkmıştık. Engin, kardeşi Nisa ile yakınlık kurmak için elinden geleni geleni yapmış, nihayet birbirlerine içtenlikle sarıldıklarını görebilmiştik.

Ertesi sabah yaptığımız kahvaltının acı tadının genzimizde kalacağından habersiz bir şekilde keyifle sohbet ediyorduk. Bahar olmak, kışın riskini kabul etmekti ve ısınmaya henüz başlayan kalbimizin tekrar üşümesi an meselesiydi. Nermin anne, Yaşar baba ve Nisa ile vedalaşmış, Deniz'i Engin'in kucağından güçlükle ayırmıştım. Babasının onsuz gitmesine içerleyip, boynuma sarıldığında ağlıyordu. Engin ise onu böyle görmeye dayanamadığı için tekrar kucağına alıp, "Merak etme oğlum, dedenleri bırakınca hemen döneceğim. Ben gelene kadar, söz verdiğin resmi çizip beni bekle. Dönüşte senin için büyük bir sürprizim olacak." dediğinde Deniz'in yüzü yine de gülmemişti.

Omuzlarını silkip, ikna olmadığını göstermek için yine dudaklarını büzmüş, "Baba gitme." diyerek Engin'in boynuna sıkı sıkıya sarılmıştı. Keyfimizi kaçıran ısrarının ardından, onu bir şekilde ikna edeceğimi Deniz'e belli etmeden söylemiştim. "Sen babanla gidersen ben ne yapacağım peki? Beni yalnız başıma evimizde bıraktığın için üzülmeyecek misin? Hem çok sevdiğin oyun park vardı ya, istersen oraya gideriz, ne dersin?" diye sorduğumda ikna olmuşa benziyordu. Babasını öpüp, uzunca gözlerinin içine baktıktan sonra kucağından sıyrılıp yanıma geldiğinde elimden tuttu. "Tamam, ama babam gelince yine gidelim." Başımı sallayıp onu onayladığımda, bunca çabaya rağmen değişmeyen ifadesi huzursuz ediyordu.

Vedalaşıp arabaya bindikten sonra Engin'in içi rahat etmemiş olacak ki tekrar yanımıza gelip Deniz'le göz kontağı kurabilmek adına önünde diz çöktü. "Çabucak döneceğim oğlum. Anneni sakın yalnız bırakma. Ben yokken evimizi sen koruyacaktın, unuttun mu yoksa?"

Deniz hüzünlü gözlerle bakarken, "Unutmadım." dedi. Tekrar kucaklaşıp ayrıldıklarında hafızamda kalan yüz, Engin'in oğlunu mutsuz bir şekilde bıraktığı için asılan yüzüydü. El salladıktan sonra arabaya binip uzaklaştıklarında, Deniz olduğu yerde durup uzunca bir süre babasının gelmesini bekledi. Güçlükle eve girmesini sağlayıp, duşunu aldırdıktan sonra babası gelmeden uyumak istemediği için direnmişti. İlk defa bizsiz seyahat ettiği bu yolculuk eminim ki Engin için de zor olacaktı. Deniz nihayet uyuduğunda, kalan işlerimi halledip, kitap okumak için koltuğuma kuruldum. Birkaç saatin ardından çalan telefonla istemsizce irkilirken, nedense en az Deniz kadar ben de Engin'in gitmesini istememiştim. Hâlâ yolda olduklarını, birazdan mola vermek için duracaklarını söylediğinde; arkadan babasının, "Oğlum çok hızlı gidiyorsun, biraz yavaşla. Durmamız gereken yeri kaçıracağız." dediğini duydum.

Engin'e dikkatli olmasını defalarca söylerken, bizi merak etmemesini ve her şeyin yolunda olduğunu da içini rahatlatmak adına ekledim. Birbirimize, sevdiğimizi söyleyip kapatınca içime bir sızı düşmüş, adını koyamadığım bu hissin aynısını seneler önceki ayrılığımızda da yaşadığımı anımsamıştım. Elimdeki kitabı okumaktan vazgeçip, kendimi kötü hissettiğim zamanlarda kokusuna doyamadığım oğluma sarılıp uyuduğum gibi, yine aynısını yapmak için odasına gidip yanına yattım. Kulağına, "Baban seni çok sevdiğini söyledi bir tanem." diye fısıldayıp, sıcağıyla birlikte uykuya daldım.

Sessiz, kasvetli ve karanlık sayılabilecek bir evde tek başımaydım. Dışardaki fırtına, şiddetiyle ağaçları savuruyor, kara bulutlardan firar eden her damla intikam almak ister gibi camı dövüyordu. Etrafımda dönüp bulunduğum yeri incelerken, evin yabancı gelmeyen soğuk yüzüyle her bakışta irkiliyor, şimşek çakınca aydınlanan odanın her köşesinde Emirhan'ın beliren yüzünü görüyordum. "Evine hoş geldin güzelim." dedikten sonra, sıcak nefesini her kelimesinde ensemde hissetmemle sesin geldiği yöne başımı çevirdiğimde beliren silueti o an, karanlık bir gölgeye dönüşüyordu.

"Senden vazgeçmedim." Söylediklerini duymamak için iki elimle kulaklarımı kapatıp, "Senden nefret ediyorum." diye bağırdığımda, sesim gecenin karanlığına şimşek gibi düşmüştü. Karşımda belirmesinin ardından, ondan kaçmak istediğim için çabaladığımı görüyor, başını geriye atıp aymazca gülmeye başlıyordu. Elinde peyda olan zinciri tüm kuvvetiyle çektikten sonra yere düşmem kaçınılmaz olmuş, ayak bileğime geçirildiğini fark ettiğim prangayı çıkartmak için çekiştirirken, kahkahası boş evde tekrar tekrar yankılanıyordu. Çaresizce ağlamaya ve yalvarmaya başladığımda Deniz, anne diye sesleniyor, yanına gitmek için düştüğüm yerden defalarca kalkmaya çalışıyordum.

İrkilerek uyandığım an, Deniz gerçekten anne diye sesleniyordu. Kabus olduğunu anladığımda gözlerimi kapatıp derin bir iç çekip, ardından korkulacak bir şey olmadığını söyleyerek ona sıkıca sarıldım. Yataktan birlikte çıktığımızda hava iyice kararmıştı. Telefonuma baktığımda Engin'den herhangi bir arama gelmediğini görüp, endişeyle aradım. Birlikte olmaya başladığımız andan itibaren Emirhan'ın üzerimizde bıraktığı tedirginlikle hiçbir zaman telefonlarımız cevapsız kalmamış, bilhassa en çok buna dikkat etmiştik. Israrla üst üste aramama rağmen telefonunu açmıyordu. Nermin anneyi aramaya karar verdiğimde düşünmeden harekete geçtim. Yine cevap yoktu. Babası ve kız kardeşine de ulaşamıyordum. Gördüğüm rüyanın etkisinden henüz sıyrılamazken, habersiz kaldığım için korkmaya başlıyor, üzerine yaşadığım bu huzursuzluğu bir yandan da Deniz'e belli etmemeye çalışıyordum.

Yaklaşık on dakika sonra tekrar herkesi teker teker aradığımda sonuç aynıydı. Deniz, oyuna daldığı an yanından uzaklaşıp Kemal'i arayıp durumu anlattığımda, sesinden tedirgin olduğu ve belli etmemek için çabaladığını anlıyordum. Kısa bir sürenin ardından telefonum çaldığında Engin'in aradığını düşünüp heyecanlanmış, ekranda Eda'nın ismini görünce hayal kırıklığına uğramıştım. Hâlâ haber alamadığımı söylediğimde yanıma geleceklerini ekleyip, telefonu kapatmıştı. Birkaç saatin ardından, Eda ve Kemal gelmiş, Deniz, Asya'yı oyun oynamak için odasına götürdüğünde rahatça konuşabilmiştik. Kemal, "Kötü bir durum olsaydı, haberimiz olurdu. İçini ferah tut lütfen. Hem, zaten Muğla'ya da varmışlardır. Onca yol gittiler, hepsi çok yorgundur. Muhtemelen de uyuyakalmışlardır." dediğinde, söylediklerine kendisi de inanmıyordu. Defalarca aradıktan sonra, yine kimseye ulaşamamış, ardından bilinmeyen bir numara tarafından telefonum çalmıştı.

...

Evlendikten bir sene sonra içimde büyümeye başlayan varlığını öğrendiğimizde Engin'le olan aşkımız git gide kuvvetlenmiş, ikimize ait olan -en kıymetli- parçamızı sabırsızlıkla bekliyorduk. Kucağımıza aldığımız gün kız ya da erkek olması fark etmeksizin adını Deniz koyacaktık. Gözlerinin rengini babasından alırken gün geçtikçe Engin'e benzemeye başlıyordu. Çok mutluyduk. Engin'in ailesiyle olan bağımız da gün geçtikçe daha sağlam bir hâl alıyordu. Evlatlık verilmesindeki sebebi ona hiçbir zaman sormamayı, kabuk bağlamış yarası gerçek ailesiyle birlikte günden güne iyileşirken, tekrar kanatmayı istememiştim. Ta ki Nermin anne gerçekleri anlatana kadar...

Zor bir doğumun ardından oğlunu kucağına almak yerine toprağa vereceğini öğrendiği gün, akıl sağlığını kaybedip uzunca bir süre tedavi görmüş. "Bilmiyorduk kızım." dedi. "Meğerse kardeşi, ne kadar hasta ruhlu biriymiş. Seneler sonra karşımıza geçip aymazca özellikle ağabeyinin yanında bana olan aşkını itiraf ederken, doğurduğum çocuğumun yaşadığını, sırf canımızı yakmak için onu bir şekilde kaçırdığını ve bir süre sonra da yetimhanelerden birine verdiğini söyledi. Duyduklarımıza inanamazken, Engin'in yaşadığını öğrendiğimiz zaman ki sevincimizi tahmin edemezsin."

"Neden onca sene sonra gelip bunu itiraf etti, merak ediyorum doğrusu."

"Günah çıkarmak istedi sanırım, bilmiyorum. Bana olan tavırları hep huzursuz ediciydi, Yaşar'ın da zamanla dikkatini çekti. Canımızı çok yaktı. Yaşar onun yüzünden ölümlerden döndü. Yine de aşkından vazgeçmedi. Engin'i senelerce aradık. Her şeyi itiraf etti ama bulmamamız için de elinden geleni yaptı. Umudumuzu kaybettiğimiz bir zamandaydık, en azından yaşadığını biliyoruz diye avunuyorduk ki, sonra bir gün, bir şey oldu." dedi bakışlarını kaçırarak. Emirhan'dan bahsedeceğini anlamıştım. O bulmuştu aileyi. Engin'i benden uzak tutmak için o da, Yaşar babanın kardeşi gibi elinden geleni ardına koymamıştı. Konu, Nermin annemin o cümlesinden sonra bir daha açılmamak üzere kapandı. Beni çok iyi anladığını, benzer olayların kendisinin de başından geçtiğinden bahsedince sıkı sıkı sarıldı. Belki de bunca olaydan sonra sorgusuz sualsiz kucak açmalarının sebepleri arasında yaşadıkları bu olay da vardı.

Hakikatin kendi kendine ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var...

Muğla yolunda dinlenmek için seçtikleri yere yaklaşırken Engin'in yaptığı kazanın raporunda frenlerin tutmamasıyla gerçekleştiği yazıyordu. Kazadan hemen önce benimle konuştuğunda sesini son kez duymuş olmam ve yine son kez sevdiğini söylemesi kulaklarımdan gitmiyordu. Onlara ulaşamadığım gece, bilinmeyen numaradan gelen aramadaki ses kazayı haber vermiş, yaralıları en yakın hastaneye götürdüklerini söylüyordu. Kulaklarımda büyük bir çınlama yankılanırken kendimi kaybetmem an meselesi olmuştu. Toparlanıp ardından yola çıktık. hastaneye ulaştığımızda ailesinin hayati tehlikesi devam ediyordu. Engin'in koma da olduğu gerçeği, acıların en büyüğünü yaşatırken, bir yandan da Deniz için güçlü durmak zorunda hissediyordum. Doktor iç kanama geçirdiğini, saatlerce süren ameliyatının ardından uyandıramadıklarını söylerken, iflas etmeye başlayan organların olduğunu da belirtti.

Kabul etmiyordum. İyileşecek, yine eskisi gibi evimizin bahçesinde oğlumuz ile oyun oynayacaktı. Babasız büyümesine izin veremezdi. Onsuz nasıl yaşanır bilmiyorken, bize bunu öğretmek için öylece çekip gidemezdi. Gitmemeliydi.

Geçen birkaç günün ardından önce annesi, ardından babası geçirdikleri kazanın bedenlerinde açtığı hasara yenik düşüp ne yazık ki soğuk toprağın daimi misafiri olmuştu. Daha kaç beden çekip gidecek, acısını benimle bırakacaktı bilmiyordum. Deniz, biz olmadan mutsuz ve üzgündü. Onunla telefonda konuşup, her defasında farklı bahaneler üretmekten yorulmuştum. Gerçeği idrak edecek yaşta değildi. Git gide gücüm tükeniyordu. Eda, Asya'yı yalnız bırakamadığı için annemle birlikte bizim evde kalıyordu. Kemal her daim yanımdaydı. Şehir dışında olmamız işleri epeyce zorlaştırıyordu. Engin uyandığında, ona seneler sonra kavuştuğu ailesini kaybettiğimizin haberini nasıl söyleyeceğimi düşünürken, omuzlarımda artık taşımaya gücümün yetmediği büyük yükler vardı. O an, bilmediğim, ama öğreneceğim belki de daha nice acıdan habersizdim.

Nisa hastaneden taburcu olduğunda, alçıda olan kolu ve bacağıyla hâlâ acı içinde kıvranıyordu. Ailesinden de henüz haberi yoktu. Sorduğunda nereden başlarım, ya da nasıl söylerim bilemiyordum. O ise, aksine bunu biliyor gibi sürekli ağlıyor, anne ve babasını sormamak için farklı bir çaba gösteriyor ve her şeyin farkındaymış gibi ikimizde sadece susuyorduk. Hastaneden sonra Kemal, Nisa'yı annemin yanına götürmüş, Eda ile birlikte onun bakımı için elinden geleni yapmıştı. Kemal, "Kaza ile ilgili konuşmamız lazım Eylül. Daha sakin bir yere gidelim." dediğinde birlikte hastaneden çıktık. Yüzünden düşen bin parçaydı. Ben sormadan direkt konuya girdi. "Lafı dolandırmayacağım Eylül. Engin'in yaptığı kazayı araştırıyorum. Kusursuz bir şekilde üzeri kapatılıyor, fakat ben..." diye cümlesini yarıda kesip güçlükle yutkunduktan sonra devam etti. "Ben, bu kazanın sabotaj olduğunu düşünüyorum. Hatta eminim. Çünkü yakın zamanda arabaların tüm bakımlarını birlikte yaptırdık."

Duyduklarım karşısında aklıma gelen isim belliydi. Onun bunca yıl sessiz kalmasının ardından bir şeyler çıkabileceğini hep bekliyordum, fakat bu kadar acımasız olabileceğini tahmin edemezdim. Emin olmakla, olmamak arası düşünürken, bunu nasıl ispatlayacağımızı konuşuyorduk. "Yıllar sonra buna cesaret edebilir mi?" diye sordum kendi kendime konuşur gibi. Sonra ne kadar takıntılı ve hasta ruhlu biri olduğunu bildiğim için ihtimaller zihnimde kuvvetlendi. Bir şeyler yapmalıyım diye düşünürken, Engin'in de yanından ayrılmak istemiyordum. Emirhan'la yüzleşmem neyi değiştirirdi? Bunca yıl sonra karşısına geçip yaşanılan kazanın sorumlusunun kendisi olduğunu söylediğimde öylece kabul mu edecekti? Varsayalım ki kabul etti. Peki, ben gerçeği duymaya hazır mıydım? Öğrendikten sonra karşımdaki acımasız adama ne yapabilirdim? Hızla zihnimden cevapsız bıraktığım sorular geçerken Kemal, "O pislik herif, elini ateşe uzatmaz. Her daim, her yerde maşası vardır. Eminim ki onlarında izini çoktan kaybetmiştir. Bunu ortaya çıkartmamız zor görünüyor." dediğinde yine çaresizliğin dipsiz kuyusunda debelenirken gün yüzüne çıkmak için sadece kendimin duyduğu sessiz çığlıklar atıyordum.

Engin'in durumunda herhangi bir değişiklik yoktu. Bu sürecin ne kadar devam edeceği ise muammaydı. Hâlâ yaşıyor olması içimdeki umut kırıntılarıyla doymamı sağlarken, hayatımızın birkaç saat içinde alt üst olmasını bir türlü hazmedemiyordum. Günlerdir doğru düzgün uyumamış, yemek dâhi yememiştim. Midem sürekli bulanıyor, çiğnemeye çalıştığım her lokma ağzımda büyüyordu. Her şeyden önce Deniz için güçlü durmak zorundaydım. Bizden hiç bu kadar ayrı kalmamıştı. Yine eskisi gibi birlikte olacağımız günlerin geleceğine inanmak istiyordum. Deniz iyice huysuzluk ettiği için Kemal'den, ben dönene kadar hastanede kalmasını istemiş, ardından hemen İstanbul'a doğru yola çıkmıştım. Eve geldiğimde Deniz'in gözü hâlâ kapıdaydı. "Babam neden gelmedi anne?" diye sorduğunda verilecek ya da onu ikna edecek bir cevabım yoktu. Belli etmemek adına dişlerim birbirine geçerken, oğluma sarılmanın buruk mutluluğunu yaşıyor, etrafımdaki herkes yaşananlardan sonra bu kadar dayanaklı durabildiğime şaşkınlıkla bakıyordu.

Deniz'i alıp yatak odama girdiğim an, Engin'in kokusunun her köşeye sinmiş olması yanı başımda gibi hissettirmiş, sanki gelip sarılacakmış gibi dönüp arkama bakmıştım. Gözlerimden usulca süzülen yaşları silip, uzandığım yatağımızda bu defa ona değil oğlumuza sarılıyordum. Deniz'in sorularından kaçmak için uyumuş gibi yaptığımda, kısa bir süre sonra bedenimin direnecek gücü kalmadığı için gerçekten uyumuştum.

"Ne güzeldi seni sevmek..." Gözlerimi açtığımda sıcaklığını hâlâ tenimde hissediyordum. Az önce kulağıma fısıldadığı kelimeler, yanağımdan yastığa süzülen gözyaşlarıma yol açıyor, yanımda uyuyan oğluma bakarken dudaklarımı acıyla ısırıyordum. Uyandırmadan yanından kalkıp odadan çıkarken, bedenimde hissettiğim karıncalanmayla duraksadım. Yayılan sıcaklık az önce uyanırken hissettiğimle aynıydı. Salona geçtiğimde annem ve Eda ağlıyor, biraz sonra duymak istemeyeceğim o acı haberi söylemeyi geciktirip, sessizce bekliyorlardı. İnkarın kapısında beklerken, kim ne derse desin duymayacaktım. Büyük bir gürültüyle yankılanan kalp atışlarım sağır edercesine kulaklarımda duyuluyordu. Tüm bedenim kaskatı kesilmiş gibi sadece soğuk terler dökerken, ardından tiz bir çınlama duyduğumda bilincimin kapanmaya hazır yolculuğuna dahil olmak kaçınılmaz olmuştu.

Kaç saat, kaç gün uyudum ya da uyutuldum, bilmiyorum. Gözümü açmaya çalıştığım sıra hissetmeye başladığım, hatta kalbimi kasıp kavuran o tarifsiz acıyla irkildiğimde geçireceğim sinir krizlerinden birini daha geride bırakmak için yeniden uyutuluyordum. Uyanıyor, acı gerçeğin kalbimin etrafına sardığı dikenli teller her atışında yaşıyor olduğum için beni pişman ediyordu. Böyle zamanlarda uyumak tek çareydi. Böylece rüyamda sevdiğim adamı görüp, oğlumuzla birlikte eskiden nasılsa yine mutlu bir şekilde yaşıyordum.

Çoklu organ yetmezliğinin ardından beyin ölümü gerçekleşmiş, sevdiğim adam beni yokluğunun acısıyla yaşamaya tekrar mahkum etmişti. Hayat, yıllardır benden çaldıklarıyla sınamıştı beni. Babamı, Aslı ile Leyla'yı, sonra bebeğimi... Şimdi de ela gözlerine ömrüm boyunca hasret kalacağım sevdiğim adamı, Engin'i almıştı benden. Onunla birlikte hayallerimi, umutlarımı, Deniz'in babasıyla geçireceği seneleri, büyürken yanında olması gereken her anı, acımasızca çalmışı. Kabulü zor ve acıyken bunu Deniz'e nasıl anlatacağımı düşünmek, beni aynı ıstırabın içine defalarca atıyor ve çaresiz bırakıyordu.

Deniz, "Anne, babam bir daha gelmeyecek mi?" diye sormuş, ona sarılıp ağlayınca sessizliğimden anlam çıkarmaya çalışmıştı. Gökyüzünde olacağını ve bizi her zaman oradan izleyeceğini söylediğimde koşarak dışarı çıkmış, bulutların arasından izlendiğini sandığı bir yaşta babasız kalmıştı. Gökyüzüne doğru ellerini sallayıp, "Annemi hiç yalnız bırakmayacağım. Sen yokken evimizi ben koruyacağım babacığım." dediğinde kalbimin yaşadığı tarifsiz acıyla dizlerimin üzerine çöküp hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Yanıma gelip, saçlarımı severken, "Babama çizdiğim resmi, ona uçak yaparak yollayabilir miyiz?" diye sormuş ardından kollarımın arasına alıp sıkıca sarılmıştım. O günden sonraki her gün babasına resim çizip, yine aynı şekilde yollamıştı. Güzel havalarda uçurtmasına yapıştırıp göklere doğru uçuruyor, babasının yakından göreceğini sandığı için çok daha mutlu oluyordu. Bazen de uçurtmanın, gökyüzüne yani babasına, ondan daha yakın olmasını kıskanıyordu. Böyle zamanlarda uçmak istediğini söylüyor, imkansız olduğunu anladığında dudaklarını büzüyordu.

Dördüncü yaş gününden ki sonraki seneler doğum günü kutlaması istememiş, kabul olmamış dileği sayesinde ömür boyu yaşayacağı hayal kırıklığıyla hep baş etmeye çalışmıştı. Yedi yaşına gelip, babasının hayatta olmadığını anladığı yaşlarda, yine de resim çizdikten sonra uçak yapmayı ve onu babasına yollamayı bırakmamıştı. "Büyüyünce pilot olacağım, babam beni gördükçe mutlu olacak." diyordu. Bense özenle çizip günden güne uçurduğu resimleri düştüğü yerden bulup, ondan gizli biriktiriyordum.

...

Deniz'den köşe bucak saklayarak yazmaya devam ettiğim hikayemin, hayatımda onunla baş başa kaldığım günlerine yaklaşırken, Engin'in ela gözlerini ve siyah gür saçlarını oğlumuza armağan etmesine büyük bir aşkla bakıyordum. Büyüdükçe babasına daha çok benzemesi, onu istesem de unutamayacağımı anlatıyordu. Sabotaj olduğunu düşündüğüm kazanın peşine düşmemeyi seçmiştim. Buna karar verirken, onunla karşı karşıya geldikten sonra daha kötü sonuçlara sebep olacağı ve üzerini kusursuz bir şekilde kapatmış olmasının verdiği çaresizlikle, elimde aleyhine kullanabileceğim bir delilin olmaması da ne yazık ki etkendi.

Hayatın intikam için en büyük kozunu, bir gün en acı haliyle Emirhan içinde kullanmasını dileyip, yine ve yeniden sessizliğime sığınmıştım. Her sessizlik bir keşke barındırırken içinde, hiçbir sessizlik benimki kadar ağır olmamıştı....

"Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir. Yeni
bir başlangıç için her şeyi yıkmanın vakti."

.

...

Çok duygusalım. Eylül 'Sonbahar Güneşi' nihayetinde son buldu. Biraz dinlendikten sonra devam kitabı için çalışmalara başlayıp, gidişata göre şekil alacağım. Bu zamana kadar istisnasız destek olan yakınlarıma, kitap dostu arkadaşlarıma, Eylül'ü listesine alanlara, hatta hayalet okurlara çokça teşekkür ediyorum.😊Desteğinizi ve güzel yorumlarınızı hiçbir zaman esirgemediğiniz ve benim büyük bir hevesle hikayeme devam etmemi sağladığınız için hepinize minnettarım🙏🏻

Yeni hikaye de görüşmek üzere🙋🏻‍♀️❤

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top