29. BÖLÜM - NOT

Günler nikah töreninin hazırlıklarıyla alâkalı geçerken, babası bize pek iş bırakmıyor, annesinden ziyade büyük bir hevesle elinden gelenin en iyisini yapıyordu. Son âna kadar ne gelinliğimi ne de Emirhan'ın giyeceği smokini görebilmiştim. Kontrolü sürekli elinde tutmaya çalışan Erdem Bey, bu süre zarfında her şeyin seveceğimiz şekilde ilerlediğini vurgulayıp, törene kadar sadece gönlümüzce vakit geçirmemizi söylüyordu.

Ertesi günün akşamı imzalar atıldıktan sonra kutlama yapılacak mekan dâhi seçilmişti. Törene sayılı saatlerin kalması Emirhan'ı, yerinde duramayan afacan bir çocuktan farksız yapmıştı. Bu zamana kadar sadece adını duyduğum ve Emirhan için otelindeki lüks odalardan birini sürekli boş bırakan yakın arkadaşı Oğuz'un da geleceği laf arasında söylenmişti. Aslı ve Sinan'ın gelip gelmeyeceği konusu henüz meçhulken, tanıdık bir simanın yanımda olması içimi rahatlatır düşüncesiyle Aslı'yı aramaya karar verdim. Görüşmeyi Emirhan yanımda yokken yapmalıyım diye düşünüp ilk fırsatta aradım. Babası yanına çağırdığı için beni annesiyle evde yalnız bıraktığında fırsat bilip, kaldığımız odanın içinde yaşadığım stresle dönüp dururken bir yandan da Aslı ile konuşuyordum.

Her şeyin sarpa sardığını ve Sinan'la artık tamamen ayrıldığından bahsederken ağlıyordu. Hamileliğinin zor geçtiğini söylerken, üstüne ailesinin de bu duruma sıcak bakmadığını anlattı. Tamamen yalnız kaldım diye hayıflanırken, bana ihtiyacı olduğunu da eklemeden edemedi. Son gelişmelerden bahsedince ses tonu bir anda değişmiş, çok sevindiğini defalarca dile getirmişti. Kontrollü bir gebelik geçirdiğini ve düşük yapma riski olduğu için doktorunun seyahat etmesini uygun görmeyeceğini anlatırken sesindeki üzüntü kendini belli ediyordu.

"Keşke yanımda olabilseydin." derken titreyen sesimi kontrol etmeye çalışsam da başaramadım. Kendimi sıkmaktan vazgeçip hıçkırarak ağlamaya başladığım sıra, Aslı telefonun diğer ucunda, teselli eden cümleler kuruyordu. "Yalnız hissediyorum. Annem ve diğerlerinden nefret edecek kadar üstelik." dedim. İçimdeki öfkenin patlamaya hazır bir bombadan farkı yoktu." Bana böyle acele karar aldıran hayattan da nefret ediyorum." dediğimde sinirlerimin bozuk olduğunu, sevdiğim adamla evlendiğim ve değer gördüğüm için şanslı olduğumu anlatmaya çalışıyordu. Serpil Hanım'ın bu halime katkısı olduğunu bildiğini söylerken, görmezden gelmem gerektiğini de defalarca söyledi. "Törenden sonra balayı için nereye gideceğimizi bilmiyorum ama burada daha fazla kalmak istemiyorum." dediğimde, dönünce hemen görüşeceğimizi ve uzak olsak da kalben her anımda yanında olacağını söyledi. Sakinleştirmek adına elinden geleni yaptıktan sonra mutsuz bir vedayla görüşmeyi sonlandırdık.

İçimi sıkan habis düşünceler, nefes almamı zorlaştırıyor, iki elimi yüzüme kapatarak ağlamaya devam ettiğimde, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Hiç tanımadığım yabancı insanların yanında, başka bir ülkede, her şeyin kontrolüm dışında gerçekleştiği bir törenle ve yanımda sevdiğim insanlar olmadan evlenecektim. Aldığım her kararı iyi ya da kötü diye düşünmeden eyleme geçirirken beni, bir anda böyle bir girdaba sokacağından bihaberdim. Bir süre, hiçbir şey düşünmeden yatağa uzanıp geçirdiğim dakikaların sonunda Emirhan odaya girdi. Sırtım kapıya dönük olduğu için gözlerimi açmak istemedim. Yanıma uzanıp öperken bir yandan da saçlarımı okşuyordu. Çenesini arkamdan boynumla omzumun arasına gömerken ona göre uyanmamı bekliyor, zaten uyumayan benden herhangi bir tepki göremiyordu. "Sevgilim?" diye seslendiği sıra, gözlerimi açmadan ona doğru döndüm. Başımı göğsüne yaslayıp, huzur bulacağım ümidiyle sessizce sarılırken, "Saray gözlerini esirgeme benden." dedi.

Yüzüne doğru baktığım an, ağlamaktan kızaran gözlerimi görünce panikleyip, yerinden doğruldu. Elimden tutup oturmam için kendine doğru çekerken tedirgindi. "Neyin var güzelim?" diye sordu. Omuzlarımı küçük bir kız çocuğu gibi silkerken, burnumu çektim. Karşımdaki adam, gözlerimden yanaklarıma süzülen her damlayı silmek için çaba sarf ederken, "Endişelenmeye başlıyorum ama." dedi. "Ne olduğunu anlatacak mısın bana?"

İçimden geçenleri, sevgi dolu gözlerle bakan adama hiç düşünmeden söylersem üzüleceğinden korkuyordum. Geçen her saniye cevap alamayışı onu daha da meraklandırmıştı. " Yoksa annem canını sıkacak bir şey mi söyledi?" Sorusuna, hayır diyebilidiğim o an, tekrar gözlerine baktım. Mavilikleri bu defa tavrım karşısında hüzünle parlıyordu. "Sadece kendimi çok yalnız hissediyorum." dedim dudaklarımdan firar eden her hece adeta temkinli davranıyordu..

Gözleri, yalnız değilsin, ben varım, bak yanındayım! der gibi bakarken tek kelime etmeden sarılmak için kendine çekince itiraz etmedim. "Böyle hissediyorsan, kendimi suçlarım. Demek ki eksik kaldım sana." dedi. Bir yandan da saçlarımı okşuyordu. Omuzlarımdan tutup sıcaklığından ayırırken, ciddiyeti zırh gibi üzerine geçirdiği ifadesiyle gözlerimin içine bakarak sordu. "Pişman mısın?"

"Bilmiyorum." dedim. "Sadece biraz âni oldu. Üstelik, baban bu kadar hevesliyken, annenin bir buz dağı gibi karşımda memnuniyetsizce durmasına içten içe üzülüyorum. Seninle bu konu hakkında hiç konuşmadık, ama belli ki beni istemiyor. Hem..." diye cümlemi yarım bırakırken tekrar ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. "Hem, ne?" diye sordu. "Ailemden kimse yanımda yokken kendimi böyle hissetmem normal değil mi? Aslı bile gelemeyeceğini söyledi üstelik."

"Haberim var." dediğinde onunda bu duruma keyfinin kaçtığı belli oluyordu. "Neden bana daha önce söylemedin?" diye sordum.

"Bugün bir ara işlerle alakalı görüşmek için telefon ettiğimde öğrendim."

Burnumu bir kez daha çekerken, gözyaşlarım Emirhan'ın üzerindeki tişörtün ıslanmasına sebep olurken daha fazla ağlamamak için toparlanmaya çalıştım. "Emin değilsen eğer, babamla konuşurum. Anlayışla karşılayacaktır."

"Hayır!" dedim kesin bir tavırla. "Yarın için her şey hazırken böyle bir şey isteyemem." Sonra panikleyip sadece hazırlıklar tamamlandığı için ona mecburen evet diyeceğimi düşünmesin diye "Ayrıca pişman falan değilim. Seninle evleneceğim için aksine çok heyecanlıyım. Sadece biraz hızlı gelişti, üzerine de Aslı'yla konuşup, gelemeyeceğini de öğrenince..." Cümlemi yarıda bırakırken son halimi göstereceğim şekilde kollarımı iki yana açıp, başımı omzuma doğru eğdim. "Sonuç bu!"

Kızarmış burnuma işaret parmağıyla vurduğunda, "Vazgeçeceksin diye korkmadım desem yalan söylemiş olurum." dedi. Ardından, "Hadi kalk! bir, iki kadeh bir şeyler içmeye gidelim seninle, havamız değişsin." diye ekledi. Gözlerime yaramazlık yapmış bir çocuk gibi bakarken, dudakları muzipçe kıvrıldı. "Hem annemi görmezsen biraz kendine gelirsin."

Cümlesini bitirir bitirmez yanımdan kaçıp hızla ayağa kalktığında, başını geriye atıp sevdiğim kahkahasını savurdu. Alay etmesine karşın yatağın üzerindeki yastığı tüm gücümle ona doğru fırlattım. Yastığı havada yakalarken, tekrar gülmeye başlayınca kahkahalarına eşlik etmek benim için kaçınılmaz olmuştu. Sesimizi duymuş olacak ki, annesi içerden oğluna o tiz tonlamasıyla, "Han." diye seslenince Emirhan, "Kayınvaliden beni çağırıyor güzelim." dedi muzipçe. Gözlerimi devirip yataktan tamamen kalktığımda, ellerim belimde odadan çıkmasını bekliyordum. Serpil Hanım ikinci kez seslendiğinde elimle kovar gibi sessizce gitmesini işaret ederken, yanıma gelip dudaklarıma öpücüğünü bıraktı. "Ben dönene kadar hazır olsan iyi edersin. Bir an önce kaçalım buradan." deyip odadan aceleyle çıktı.

"Tamam. Hadi git artık." dedim. "Döndüğünde; neden babanın Emir, annenin Han diye hitap ettiğini bana anlatacaksın." Sorumun karşılığında, "Anlatırım güzelim." yanıtını verdikten sonra odadan çıktı. Çok değil yaklaşık on dakika önce ağlarken, şimdi gülebildiğim bir duygu karmaşasının arasında sıkışıp kalırken, Emirhan yanıma gelmeden öncesi ve sonrası için yaşadığım farka istemsizce tebessüm ettim. Ve aklıma ilk gelen şeyi yapıp bir cesaretle annemi aramaya karar verdim.

Telefon her çalışında kalbime iğneler saplarken, duyacaklarımın karşısında gardımı henüz almamıştım. Nasıl anlatacağımı da bilmiyordum üstelik. Bir an vazgeçip çağrıyı sonlandırmak için yeltendiğimde annemin sesiyle irkildim. Sonbaharımın güneşi diyordu. Karşılığında, "Anne." derken sesini duyduğum andan itibaren ona şimdi daha çok ihtiyacımın olduğunu anlıyordum. "Nasılsın?" diye sorduğumda iyi olduğunu söyledi. Yokluğuma hâlâ alışamadığını, yerimin yanı olduğunu hüzünlü tonlamasıyla anlatıyordu. Sohbetimizin üzerindeki kasvetli bulutları dağıtmaya çalıştığı için Londra seyahatimizin nasıl geçtiğini, keyfimin yerinde olup olmadığını sordu. "Her şey yolunda anne." dedim. Sonra ona belli etmeden derin bir nefes çekip bırakırken, "Sana söylemek istediğim bir şey var." diye güçlükle ekledim.

Nefes alışımdan bile o an ne varsa hisseden annem endişelenip kötü bir durum olup olmadığını sordu. "Yok." dedim zaman kazanmak için beklerken. "Öyle bir şey değil, aksine mutluluğumla alakalı." Telefonun diğer ucunda sessizce ne söyleyeceğimi merak ettiğini, en az onun kadar, benimde onu çok iyi tanıdığımı biliyordu. "Anne... biz..." diye kesik kesik konuşurken, dudaklarımdan çıkmaya yeminli kelimeyi söylemeye cesaret edemiyordum. "Siz?" diye sordu beni tekrar ederek. "Evleniyoruz." dedim bir çırpıda. Gözlerimi kapatıp, annemden gelecek herhangi bir tepkiyi beklerken -sanki yanımdaymış gibi- merak etme sırası bana geçmişti. İsteksizce ve mecburen, tebrik ettiğini söylerken sesindeki hayal kırıklığı ruhuma batıyordu. "Emirhan'ı seviyorum." dedim ardından.

Bir şeyleri ispat etmeye çalışırcasına verdiğim çaba, annem tarafından anlaşılmış olacak ki, "Sen mutluysan ben de mutluyum." dedi. "Hep söylerim; önünü sonunu düşünmeden karar vermezsin sen. Çok mutlu olun güzel kızım. Yanında olmayı çok isterdim."

Sitem belirten son cümlesi gözümden süzülen iki damla yaşa karıştı. Annemi haksız çıkaracak yeni bir kararı da düşünmeden alırken, hayatımın bu kadar hızlı akacağını bende bilmiyordum. Anlık gelişen her adım, güzelliği ile büyülemiş, bana bir saniye bile düşünecek zaman bırakmamıştı. Beni sevdiğini ve istediğim her an -izin verdiğim sürece- yanımda olduğunu söyleyip telefonu kapadı. Omuzlarımda taşımaya zorlandığım bir yük gibi dursa da, bu haberi annemle paylaşıp, iyi dileklerini duymak oldukça iyi ve rahatlamış hissettirmişti.

Keşke yanımda olabilseydin anne, diye sesli düşünürken odaya Emirhan girdi. Ayakta beklerken bir yandan da elimdeki telefonu ritmik hareketlerle avcumun içine vuruyordum. "Hazırlanmamışsın ama." dediğinde sessizdim. Yanıma kadar gelip kollarımdan tuttu. "Solgun görünüyorsun."

"Annemi aradım." dediğim an, ellerini kollarımdan usulca çekti. Suratı asılmış bir halde, "Neler söyledi?" diye sordu. "Mutluluklar diledi. Korktuğum kadar da değildi tepkisi. Ya da, bu sakince kabul edişlerinden mi korkmalıyım bilemiyorum." dedim. Ellerini tekrar bana doğru uzattığında omuzlarımdan yakalayıp, kendine çekti. Sıcaklığına alışmış bedenim vuslatını yaşarken kokusuna teslim olup gözlerimi kapadım. "Her şey yoluna girecek inan bana. Annen de, annem de mutlu olduğumuzu gördükçe kabullenecekler."

"Umarım dediğin gibi olur."

...

Evden uzaklaşmak için dışarı çıkma fikrini erteleyip odada baş başa konuşurken, usulca dokunuşlar, hoş bakışlar bizi yine birbirimize teslim etmişti. Neredeyse ilk defa bu kadar kontrollü davrandığını fark ediyordum. Demek ki istediğinde hırpalamadan sevebiliyordu. Bunu dile getirmek istemediğim, konuşma gereği duymamış, çıplak göğsüne sıkıca sarılıp yatmıştım.

"Şimdi anlat bakalım." dedim. "Neden annen Han, baban Emir diye sesleniyor sana." Sorumun karşılığında gülerken bir yandan da çenesinin altındaki saçlarımı okşuyordu. "Leyla'nın anlattığı kadar biliyorum." diyerek başladı cümlesine. Araya girmeden devam etmesini beklerken derin bir iç çekti. "Babam ben doğmadan önce adı; Emir olsun demiş. Annem de; ilk çocuğuna kendin isim koymuşsun bırak, bari benden doğana da annesi olarak istediğim ismi koyayım. Han olsun adı demiş. O zamanlar o kadar fazla tartışmışlar ki bu konunun üzerine, Leyla Sultan utana sıkıla bir gün, Emirhan olmaz mı diye sormuş bizimkilere. Annem bu fikre başta karşı çıksa da babam, karısının karnını Emirhan diye seve seve alıştırmış." dedi. Ardından gülerek devam etti. "Leyla senin ismini ben koydum, der hep."

"Doğru söylüyor." dedim aynı şekilde gülerek. "Leyla'yı özledim." Saçlarıma öpücüğünü bırakıp, derin bir iç çekişten sonra, "Ben de güzelim. Ben de özledim." dedi.

...

Sabahın erken saatlerinde gözümü açtığımda, bugün gerçekleşecek olan nikah töreni için henüz heyecanlı hissetmiyordum. Yataktan kalkıp, pencereden kapalı görünen gökyüzüne baktım. Bulutlar yağmurun habercisi gibi şehrin üzerine çökmüş, kasvetini ruhuma ilmek ilmek işliyordu. Törenin açık mı yoksa kapalı alanda mı yapılacağını bile bilmiyordum. Umarım yağmaz, diye sesli düşünürken Emirhan yüz üstü yattığı yataktan doğrulup, "Merak etme. Şehrin insanları bu duruma alışık güzelim, öğleden sonra muhtemelen sonbahar güneşi kendini gösterecektir." dedi.

Sonbahar güneşi demesiyle gözlerimin dolması kaçınılmaz olmuştu. Ardından dönüp tekrar pencereden dışarı baktığımda yanaklarıma süzülen damlaları gizlice silmeye çalıştım. Saniyeler sonra sırtımda hissettiğim bedeninin sıcaklığıyla sarıp sarmalarken, öptükten sonra çenesini omzuma dayadı. "Bundan sonra hayatımızın üzerini kaplayacak gri bulutlara yer yok. İnan bana sevgilim, yan yana olduğumuz her an, sevgimizle sıcacık kalmayı başaracağız."

Belimi saran kollarını okşarken, "Sana güveniyorum." dedim. "Hiç kimseye güvenmediğim kadar güveniyorum." Yüzümü ona doğru çevirdiğimde öpüşüyorduk. Sessiz, sakin, birbirimize muhtaç gibi...

...

Ailesiyle birlikte yapılan kahvaltıdan birkaç saat sonra evde ufak ufak koşturmalar başlamıştı. Emirhan'la kaldığımız odaya geçmek için yerimden kalktığım sıra, Erdem Bey, "Eylül, biraz bekler misin lütfen." dedi. Başımı tek hamlede eğip sessizce beklediğimi gösterirken, çalışma odasına girip, kısa bir süre orada kaldıktan sonra salona döndü. Elinde kadife bir kutu vardı. Karşıma geçip durunca, kutunun kapağını incitmekten korkarcasına dikkatlice açtı. Bana doğru açtığı kutunun içinde, ucunda çınar ağacı yaprağının bulunduğu taşlı bir kolye vardı. Bakışlarımı kolyeden ayırıp Erdem Bey'in gözlerine bakınca, Emirhan'ın hissettirdiği duygudan farklı fakat tıpatıp aynı okyanus derinliklerine sahipti . O an, kendisi de bu bakışmanın anlamının hissiyle uzanıp yanağımı okşadı. "Bu artık senin kızım," dedi. Gözlerim nemlenirken yanağımdaki elini sevgiyle tuttum. "Aile yadigarı." dedi. "En çok sana yakışacak." İçimden ilk oğlu Enis'in eşine hediye etmek yerine beni seçmiş olmasını düşünüp şaşırsam da, mahcup bir ifadeyle kutuya uzandım. "İzin verirsen, kendi ellerimle takmak istiyorum." dediğinde içtenlikle tebessüm edip sırtımı ona doğru dönüp, saçlarımı sağ omzumun üzerinde toparladım. Titizlikle kolyeyi boynuma takınca omuzlarımdan tutup kendisine doğru çevirdi. "Teşekkür ederim Erdem Bey. Layık gördüğünüz bu kıymetli aile yadigarını ömrümün sonuna kadar saklayacağım."

"Aşkın ve sevginin anlamıdır çınar ağacı yaprağı, sakla diye vermedim kızım. Senden ayırma onu yeter. Ayırma ki; bulduğunuz bu güzel aşk, hep ilk günkü kadar taze ve güzel kalabilsin." dedi. Sonra başını eğip, gözünün üstünden muzipçe bakarak devam etti. "Ayrıca Erdem Bey değil, baba demen beni daha mutlu eder." Sözleri karşısında gülümseyip, "Peki." dedikten sonra iki yana açtığı kollarına düşünmeden teslim oldum. Baba sıcaklığını seneler sonra bana yeniden hatırlatan adama, tüm kalbimle," Teşekkür ederim babacığım." dediğimde, dudaklarımdan çıkan kelime kalbimi titretiyordu. Karşılıklı dolan gözlerimizle birbirimize bakarken, ortamın havasını değiştirmek için hızla sildiği göz pınarlarının ardından, eşi Serpil Hanım'a baktı. Ondan da bir şeyler söylemesini bekliyor olacak ki kadın ne demek istediğini anlamış, minik bir öksürüğün ardından yüzüne takındığı sahte tebessümle sadece, "Mutluluk getirsin." demişti.

...

Omuzlarımı umarsızca açıkta bırakan v yakalı gelinlik göğüs arasından göbeğime kadar olan transparan detayıyla Erdem babamın taktığı kolyenin görünmesini sağlıyordu. Sade oluşu, hem şık aynı zamanda da salaş beyaz bir elbiseyi andırıyor, cesur yırtmacı ve eteğinde bulunan tüllerle uçuş uçuş bir görüntü sergiliyordu. Sıkıca sardığı bel kısmı, içindeyken kendimi oldukça rahat hissettirmişti. Krem rengine yakın tonlaması, şık olan yanını beslerken, altına giydiğim kemerli, yine aynı tondaki ayakkabılar en az üzerimdeki elbise kadar rahattı.

Gelen kuaförden saçlarımın özellikle açık kalmasını istediğimde, ustalıkla şekil verdiği kalın dalgalar sayesinde daha hacimli görünüyordu. Yatağın üzerine bırakılan, kır çiçeklerinden oluşan ve içerisinde papatyaların da olduğunu bildiğim gelin buketine göre makyaj tonlaması yapılmış, sonbaharı karşılamaya yakışan ve gözlerimin ortaya çıkaran toprak renkleri yüzümde yerini almıştı. Ayağa kalkıp bana yardım için gelen evin yardımcısı Nancy'e anladığı dilde nasıl göründüğümü sordum. Sol elinin parmaklarını dudaklarında birleştirip uçlarından öptükten sonra avcunu açıp havaya doğru fırlatır gibi savurmasına gülerken, yine kendi dilinde çok güzel olduğumu söyledi. Serpil Hanım'dan gizli bucak içtiğimiz kahveler ve tatlı sohbetimiz sayesinde samimi denilecek bir yakınlık kurmuştuk.

Odanın kapısı iki kez tıkladığında Emirhan'ın geldiğini anlamıştım. Kapıdan önce kafasını uzattığında gözleri kapalıydı. Nancy müsaade isteyip yanımdan ayrılınca, Emirhan'ın ellerinden tutup odanın içine çektim. Hâlâ gözlerini açmamıştı. Bir iki adım geri çekilip yatağın üzerindeki çiçeği alıp bekledim. Mavilerini benden esirgediği süre boyunca, uzun uzun baktım ona. Vücudunu saran siyah smokinin içinde oldukça yakışıklı görünüyordu. Yakasına taktığı çiçeği elimdeki buketin minyatürüydü. Kumral saçlarını dağınık bir stille taratmıştı. Alnına dökülen tutamlar her an geriye yatırılma korkusuyla emanet duruyordu. Derin bir nefes çekip, bıraktıktan sonra, "Hazırım." dedim. Dişleriyle gülerken gözlerini usulca araladı. Heyecanı titreyen kirpiklerinden belli oluyordu. Karşısında gördüğü resme hayranlıkla bakarken, gözleri nemlendi. Yanıma gelmek için adımlayıp, önümde durduğunda, "Nefesimi kesici." dedi kendi kendine söylenir gibi. "İnanılmaz... Çok güzelsin sevgilim."

"Sende çok yakışıklısın." dedim aynı hayranlıkla. "Çok şanslıyım." Ruhunu okşayan cümlelerimden sonra burnumun ucuna minik bir öpücük kondurup, "Asıl sen benim şansımsın." dedi. Odadan çıktığımızda, annesi oturduğu yerden kalkma zahmetinde bile bulunmamıştı. Bizi el ele gören babası birlikteyken ne kadar güzel durduğumuzu söylemeden edemedi. Ardından daha fazla zaman kaybetmeden nikahın olacağı mekana doğru yola çıktık. Hava sabah ki kasvetinden kurtulmuş, Emirhan'ın dediği gibi güneş sıcaklığını hissettiriyordu.

Yaklaşık yarım saat süren yolun ardından şık bir otele giriş yaptık. Babası tören ve yapılacak kutlamadan sonra bizi düşünüp, buradaki suitlerden birini ayırtmıştı. Otelin, havuzlu bahçesi kokteyl masalarıyla dizayn edilmiş, kalabalık olmayacağımız gerçeği ise çok rahat anlaşılıyordu. Erdem babamın, Londra'da yaşayan yakın arkadaşları ve iş birliği içerisinde oldukları birkaç önemli ismin törene katılacağını o an öğrenmiştim. Son hazırlıklar tamamlanırken, kalacağımız odada saçım ve makyajım için son rötuşlar yapılmış, fotoğrafçılar ayarlanmıştı. Her ânın ölümsüzleştiği dakikaların sonunda, aşağıya çağrılmak için bekliyorduk.

Nihayet vakit gelmişti. El ele aşağı inerken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Heyecandan titreyen ellerimizi birbirine daha sıkı kenetlerken, ne yapacağımızı bilmez bir hâlde gülümsedik. Otelin bahçesi, esen ılık rüzgarın etkisiyle uçuşan, uzun beyaz tüllerle süslenmiş, yeşilin tonlarına ferahlık katan konsept oldukça şık duruyordu. Bizi karşılayan davetlilerin, coşkudan uzak ritmik alkışlarıyla yürürken, heyecanımız anbean artıyor, aklımdan o an sadece annem geçiyordu. İsimlerimizin baş harflerinin bulunduğu, yine tüller ve yapay kır çiçekleriyle süslenmiş dekorun önünde yerimizi aldık. Etrafımıza gülücükler saçıyor, el sallayan birkaç kişiye karşılık veriyorduk. Nikah memuru davetlilere törene katıldıkları için adımıza teşekkür ederken, otelin bahçeye açılan kapısına doğru yaklaşan tanıdık bir siluet gördüm. Hayal mi, yoksa gerçek mi diye düşünürken sıkı sıkıya kapadığım gözlerimi usulca araladım.

Karşımdaydı... Tenine yakışan buz mavisi rengi elbisesi ve benim gibi özgür bıraktığı omuzlarına dökülen saçlarıyla bekliyordu. Gözlerime inanamadığım gerçeğiyle hızla başımı çevirip Emirhan'a baktım. Mutluluğun verdiği duygu karmaşasıyla sesli bir şekilde ağlarken, bir yandan da gülüyordum. Dudaklarına kuvvetli bir öpücük bırakıp, "Teşekkür ederim sevgilim, çok teşekkür ederim." dedikten sonra uçuşan eteklerimi avuç içlerimde toplayıp, koşmaya başladım.

Kokusunu, sıcaklığını özlediğim -bu hayattaki tek parçamı- annemi kucakladığımda ikimizde ağlıyorduk. Davetliler seyrettikleri kavuşmayı yine alkışlarla taçlandırırken, birbirimize doymaya çalışıyor, her nefeste kokumuzu ciğerlerimize hapsediyorduk. "Sonbaharımın güneşi, Eylül'üm." diye severken titreyen sesine, ne kadar hasret dolu olduğunu da katıyordu. Geri çekilip, gözyaşlarının ıslattığı yüzüne yapışan saçlarını teker teker düzelttim. Hüzünlü ama mutluluktan ağlayan gözlerine bakarken yanaklarına sayısız öpücükler bıraktım. "Buradasın." dedim inanamayarak. Başını sallarken, "Buradayım kızım." dedi. "Peri kızı gibisin. Çok güzel görünüyorsun." Elimden tutup baştan aşağı süzerken, "Keşke babanda görebilseydi." diye ekledi.

"İzlediğini düşünmek mutlu ediyor." dedim gülümseyerek. Emirhan yanımıza geldiğinde annem defalarca teşekkür edip, böyle güzel bir günde yanımızda olduğunu için çok mutlu olduğunu dile getirdi. Aralarındaki görünmez duvarın zamanla kırılacağını düşünüyordum. Annem, küçük bir kız çocuğuymuşum gibi elimden tutup, nikah memurunun yanına kadar götürdü. Emirhan'a teslim ederken, "Çok mutlu olun." dedi. Bunu söylerken bilhassa gözlerinin içine bakmıştı. Emirhan, nezaketen başını eğip, "Merak etmeyin, çok mutlu olacağız." derken bana dönmüş aşkla bakıyordu.

Kusursuz geçen merasimin ardından sadece ikimiz için çalan müzikle göz göze dans ettik. Mutluluğumuza kalkan kadehler havada uçuşmuş, tebrik eden insanlar etrafımızı sarmıştı. Bir köşede annem, diğer köşede Serpil Hanım, tebrikleri uzaktan izliyor, ikisi de elindeki kadehleri çevirip, kendilerini oyalıyorlardı. Kutlama için ayrı bir yere gitmeyeceğimize sevinirken, davetliler için kapattıkları restauranta doğru ilerledik. Masada yanımda yerini alan annem sıkıca elimi tutuyor, her bakışında farklı duygular hissetmeme sebep oluyordu. Ardından bileğime klipsini geçirmeye çalıştığı, eskitme bir künye taktı ve yine gözleri dolarak, "Babanın senin için köşe bucak sakladığı hediyesi." dedi. Bileğimi masanın üzerine doğru kaldırdığım sıra, karşımda oturan Serpil Hanım'ın dikkatini çekmiş, "Ne hoş bir parça." demişti. Emirhan annesinin tepkisiyle, karşılıklı oturduğu arkadaşı Oğuz ile sohbetini kesip bileğimdeki künyeye baktı. "Taşları yakut, pırlanta ve zümrütten yapılmış, anladığım kadarıyla antika sayılabilecek bir parça." dedi. Kolumdaki künyeye yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımla bakarken annem masanın altından küçük bir zarf uzattı. İçinden çıkan not, babamı yanı başımda hissettirirken çevremdekileri umursamadan hıçkırarak ağlıyordum.

"Ben senin için okunacak kitaplar, anlatılacak hikayeler, altı çizili satırlar, güzel şarkılar ve rüyalar biriktiriyorum... birde bu künyeyi saklıyorum senin için güzel kızım. Hayatını birleştirmeye karar verdiğin adama evet dediğinde yani en mutlu gününde, seninle karşılıklı mutluluktan ağlarken, narin bileğine bunu takacağım ve sana sımsıkı sarılacağım."

...

Bölüm Sonu

Yoo, ağlamıyorum. Gözüme Yalçın amcamızın Eylül'e seneler önce yazdığı cümleleri kaçtı. Yakında final için geri sayıma başlayacağız. Sizi seviyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top