25. BÖLÜM - SÖZ
Mutlulukla kucaklarken ne kadar sıktığının farkında bile değildi. Onu sevdiğimi söylediğim an, yüzünün aldığı hâli saatlerce sıkılmadan izleyebilirdim. İçinde, dur durak bilmeden heyecanla sağa sola koşan çocuk, yorulmak nedir bilmiyordu. Dudaklarıma kendi dudaklarını bastırıp sesli bir öpücük bıraktı. Hayal mi yoksa gerçek mi diye hâlâ idrak edemezken, "Bir kez daha duymak istiyorum." dedi.
Utanarak dudaklarımı ısırdığım sıra bakışlarımı kaçırdım. "Hadi." dedi yerinde duramaz bir haldeyken. "Tekrar söyle."
Parlayan okyanus derinliği gözlerinin içine baktım. "Seni seviyorum."
Yine o sevdiğim gülüşünü başını geriye atatak duyurdu. Keyfi o kadar yerindeydi ki, Aslı'nın az önceki çaresiz halini çoktan unutmuştu. "Sen benim başıma gelen en güzel şey olabilirsin." dedikten sonra saçlarımdan öptü.
Daha fazla utanmaktan şikayet eder gibi, "Artık masaya dönmemiz gerekiyor." derken elinden çekiştirdim. Emirhan benim aksime yüzüne yerleştirdiği mutluluk ifadesini gizlememekte kararlıydı. Sinan görünce dayanamayıp sordu. "Ne o suratının hali? Eylül'e evlenme teklifi ettin de kabul mu etti? Bu kadar mutlu olmanı kıskandım."
Emirhan ifadesini değiştirmeden konuştu. "Sen anlamazsın Sinancığım. Zira, senin umursadığın konular değil." dedi. "Hem... hayatında Aslı gibi bir kadın varken, başkalarının mutluluğunu kıskanmak senin, kendini sorgulaman gerektiğini gösterir." Gözleri cümlesinin ardından Aslı'yı bulduğunda onun her zaman yanında olduğunu bir kez daha hissettiriyordu. "Ne oldu size acaba?" diye konuştu Sinan. "Bugün bir başka savunur olmuşsunuz Aslı'yı."
Çayımdan yudumladıktan sonra daha fazla dayanamayacağımı anlayıp masaya doğru eğilip, Sinan'la göz teması kurmaya çalıştım. "Kime neyi ispatlamamız gerekecek ki Aslı'yı savunalım." dedim. "Hayatındaki kadına bu kadar umursamaz davranan seni mi savunsaydık yoksa?" Aslı yerinde huzursuzca kıpırdanırken yüzündeki sahte tebessümle, "Bence şakanın dozu kaçmadan, muhabbeti değiştirelim." dedi.
"Bir dakika Hayatım, bir şeyi merak ediyorum." derken Aslı'dan çektiği gözleri beni buldu. "Beni ve Aslı'yı kaç kere yan yana gördün Eylül? Benim ona karşı davranışlarımı nasıl bu kadar rahat yargılayabiliyorsun?"
Başımı iki yana sallayıp histerik bir gülüş bıraktıktan sonra, "Aslı'yı eskiden tanımayı, inan çok isterdim." dedim. Karşımda hüzünlü gözlerle bana bakan kadına gülümsedim. "Hayatında olup, gözlerindeki hüznü anlamayacak kadar kör biriysem, yıllardır tanıyor ya da görüyor olmam onun için ne ifade eder ki? Ben ona bakınca içindekini görebiliyorum. Hüzünlüyken yüzüne takındığı sahte gülüşün emanet duruşunu, mutluysa küçük bir kız çocuğu gibi neşe saçtığını da anlayabiliyorum. Sadece işiyle ilgilenirken başka bir şeye odağı kaymayacak kadar dikkatli olduğunu da." dedim. "Ayrıca mutsuz ve ilgisiz bir kadın, kendini tamamen hayatındaki adama adadığı ve bunun için her şeyiyle çabalarken ışığının yavaş yavaş kaybolduğunu göremez ama, başkaları bunu çok kolay anlar." Derin bir nefes alıp bıraktıktan hemen sonra, "Yani, benim sizi yan yana görmeme gerek yok Sinan." dedim Aslı'nın olduğu yöne doğru bakarak. "Onun gözlerine bakmam yeterli."
Konuşmanın dozunu biraz fazla kaçırdığımı Aslı'nın ağlamaya başlamasıyla anlamıştım. Üstelik artık ağlamasını saklamak için Sinan'dan ya da bizlerden uzağa gitmeye bile gerek duymamıştı. Akmaması için direnirken, bir biri ardına düşen gözyaşlarına yetişemediği için silmeyi de bırakmıştı. Aslı'ya doğru dönüp, hesap sorar gibi iki elini açarak konuştu. "Ben sana karşı hep kör biri miydim?"
Aslı'nın masada duran eline dokunmak istediğinde, geri çektiğini görünce keyfi iyice kaçtı. Bu hareketi sorusunun cevabını veriyordu. Sinan, bize doğru kaçamak bakışlar atarken, bozuntuya vermemek için gülerek konuşmaya çalışması daha da itici duruyordu. "Hayatım özel gününde falan mısın? Ne bu şimdi?" diye sorduğunda Aslı hâlâ sessizce ağlamaya devam ediyordu. İki elini masaya vurarak oturduğu yerden kalktı. "Ne oluyor ya?"
Masadan çıt çıkmazken, Sinan öfkeyle içeri girmek için adımladığı an, Aslı arkasında kalan adama doğru dönmeden, "Hamileyim." dedi. Duyduğu kelimenin verdiği şaşkınlıkla olduğu yere mıhlanan adam, birkaç saniye öylece bekledi. Ardından başını çevirip masaya doğru bakarken kaşları çatılmış, ne duyduğundan emin olmak ister gibi tekrar sordu. "Ne dedin sen?"
"Duydun işte." dedi. "Hamileyim."
Gözlerini kapatıp burnundan ciğerlerine çektiği nefesini bırakırken ellerini cebine attı. "Dert etme hayatım." dedi aymazca. "Kuzenin Emirhan, daha önce yattığı kadınları hamile bıraktığında nasıl bir yol izlemiş sorar öğreniriz."
Sinan'ın canı yandığında en savunmaz insanları bile acıtmak için elinden geleni yapabileceğini çok iyi anlamıştım. İçindeki kin ve öfkeyi kusan ruhunu rahat bırakmamayı kendisi seçerken, asıl Sinan'ın bir kabuktan ibaret olduğunu da ayrıca görebiliyordum. Emirhan yumruklarını sıkarken koluna dokunup, "Sakin ol! Ne dediğini bilmiyor." dedim.
Sakinleştirmeye çalıştığım adam, okyanus gözlerini masaya sabitlerken, bir yandan da dişlerini sıkıyordu. Yaralı elinin üzerindeki kabuklar gerilince tekrar kanamaya başlamıştı üstelik. "Anlaştığın bir hastane var mı Emirhan, Aslı'yı da oraya götürelim." diye konuşurken hayatı boyunca içinde biriken kötü ne varsa o an çekinmeden gösterme çabasındaydı.
Gözlerimi, duyduklarımdan sonra kapatırken olacakları düşünmek bile istemiyordum. Elimi Emirhan'ın kolundan çektiğim sıra bunu bekliyormuş gibi oturduğu yerden ayağa kalkınca arkasındaki sandalye devrildi. Daha sonra Sinan'a doğru yürüyüp yüzüne sağlam bir yumruk geçirdi. Burnunu tutarak yerde kıvranan adam acıyla inliyordu. Aslı, kendini yere atıp Sinan'a sarıldığında adamın başını dizine koydu. Burnundan akan kanları görünce kolundan tutup dik oturmasını sağladı. Masada sadece olanları izlerken, ne kadar hakettiğini düşünsemde Aslı'nın bu hikayede yanan taraf olmasını hazmedemiyordum. Koşar adımlarla içeri geçip ilkyardım malzemelerini getirdi. "Böyle olmaz." dedi Emirhan. "Şu benim anlaşmalı olduğum hastaneye götürelim. Kırılmış olabilir." Yaptığı kinayenin ardından bana doğru baktığında dudaklarımı ısırdım. Başımı iki yana sallarken gerçekleşen bu gereksiz olaya inanamıyordum.
Güçlükle yerden doğrulan Sinan'ın bir koluna Aslı girerken, diğerinde Emirhan yerini aldı. Arkalarından onları takip edip evden ayrılırken, tek arabayla civarın en yakın hastanesine doğru yola çıktık. Emirhan'ın öfkesinin dinmediği arabayı kullandığı hızdan belliydi. Arka koltukta Aslı'nın kucağına yatan adam, acıyla inlemeye devam ederken, kısa sürede hastaneye giriş yaptık. Acil müdahale gerektiren burnun kırık olduğu kesinleştiğinde Emirhan, "Demiştim." dedi alay eder gibi. "Kırk kere diyorum, her şeye burnunu sokma diye ama dinleyen kim! Böyle kırılır işte!"
Aslı, halsiz bir şekilde hastane koridorunda dolanırken, sendelediğini farkedip, bayılmasından korkarak hızla koluna girdim. Oturması için yardım ettiğimde dermansız başını omzuma yasladı. Yaklaşık bir saat sonra Sinan burnundaki bandajla yanımıza gelip, Aslı'nın yanına oturduğunda boğuk çıkan sesiyle "İyi görünmüyorsun." dedi. Bunu söylerken oldukça mahçup bir ifadesi vardı. İleri gittiğini anlamış olacak ki, hiç beklemediğimiz kelimeler zorda olsa dudaklarından çıktı. "Hastaneye gelmişken..." diye konuşacakken, cümlesini yarıda bıraktığı an, göz göze geldik. Söylecekleri, takındığı ifadesiyle pişmanlığını açıkca ortaya seriyordu. Dudaklarım, cümlesine devam etmesini ister gibi kıvrılırken, gözlerimi desteklercesine kapatıp açtım. Ona verdiğim bu işaretle başını sallarken, söz dinleyeceğe benziyordu. Önce, Aslı'nın usulca saçlarına uzandı. Sonra, "Gelmişken, bebeği görelim mi?" diye sordu. Omzumdaki başını aniden kaldıran kadın, duyduklarına inanamaz bir halde karnına dokunup, "Gerçekten mi?" dedi. Kahvaltıda olanların ve değişmeye başlayan hormonlarının etkisiyle yaşadığı duyguları karışıktı. Bu defa mutluluktan olsa gerek, tekrar ağlamaya başladığında Sinan, kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. "Özür dilerim, çok özür dilerim."
Emirhan, koridor duvarına sırtını dayamış iki eli cebinde, yüzünde hüzünlü ama aynı zamanda da mutluluğu yansıtan bir ifadeyle birbirine sarılan çifte bakıyordu. Oturduğum yerden kalkıp yanına giderken gözleri beni buldu. Sırtını yasladığı duvardan ayırıp açtığı kollarının sıcaklığına sıkıca sardı. "Gidelim mi artık?" dedi. "Gördüğüm kadarıyla bizlik bir şey kalmadı." Bunu derken haylaz bir çocuk gibi gülümserken arkamda kalan çifte göz ucuyla bakış attı. Sinan'la telafi konuşması yapmayı şimdilik ertelemiş olacak ki elimden tutup, çıkışa doğru yöneldi. Aslı ve sevdiği adam bizi göremeyecek kadar birbirlerine aşkla sarılıyorlardı.
Hastaneden çıkıp, eve doğru yol alırken, "Londra'ya gidiyoruz değil mi?" diye sordu. Hiç beklemediğim bir zamanda sorulan soruya tereddütsüz, "Gidiyoruz." dediğimde içtenlikle gülümsedim.
"Uçuş işlemleri için pasaportun lazım ama." dedi.
"Anneme gideceğimizi söylemiştin." Bakışlarımı camdan dışarı doğru çevirerek kırgın bir tonda, "Uğradığımızda, evden alırım." diye ekledim.
Başını tamam dercesine salladığında gözünü yoldan ayırmadan uzanıp elimi tuttu. "İçini ferah tut sevgilim. Artık seni kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim."
Sessizliği ruhuma pelesenk ettiğim dakikalarda, içimi saran karmaşık korkuya teslimiyetim kaçınılmaz olmuştu. Şefkatli kollarını hem çok özlüyor, hem de kırgınlığımın verdiği umarsız üzüntüyle ona doğru gitmek için bir adım bile atmak içimden gelmiyordu. Her şeyden önce, annemin bunca şeyden sonra bile bu seyahate mutlak suretle karşı çıkacağından emindim. Yanımdaki adamın zihnimden geçenleri okumuşcasına konuşması düşündüklerimden sonra şaşırtmıştı.
"Londra'ya gitmemize sıcak bakmayabilir, ama en ufak bir tartışma yaşanmasına müsaade etmeyeceğim." dedi.
Söylediklerinin ardından derin bir nefes çekip bıkkınlıkla bırakırken, "Artık hayatıma kimse karışamaz. Yeterince istediği doğrultuda yaşadım." dedim. "Hem... buna cesaret edebileceğini de pek sanmıyorum."
"Daha fazla ertelemeyelim o zaman. Yarın gidip bir an önce konuşalım. Endişelenme! Ben sizi bir süre yalnız bırakacağım."
"Hayır." dedim kesin bir kararla. "Hayatımda olduğunu anlamalı. Yanımda olursan güç alırım."
Uzanıp saçlarımı okşadığında yüzünde duyduklarından memnun olmuş bir ifade vardı. "Hayatında olduğumu çoktan anladığını düşünüyorum." derken savından oldukça emindi.
Kısa bir süre sonra evin bahçesine girdiğimizde kapıda bekleyen adama işaret edip arabayı gösterdi. Uzun boylu, yapılı adam ceketinin düğmesini ilikleyip koşar adımlarla yanımıza gelince müsaade isteyip arabaya bindi. Leyla her zamanki gibi araba sesinden geldiğimizi anlamış ve kapıdan bize bakıp gülümsüyordu.
İçeri girdiğimiz sıra Emirhan çalışma odasına çıkacağını söyleyip merdivenlere doğru yöneldi. Sinan'la olanlardan sonra keyfinin olmadığını bildiğim için üstelemedim. Aslı ile Sinan'ı içten içe merak etsemde birkaç günün ardından mutlaka aramalıyım diye düşünerek kendimi salondaki koltuğa yığılırcasına bıraktım. Leyla, Emirhan'ın yokluğunu fırsat bilip usulca yanıma yaklaşırken merdivenlere doğru kontrol bakışı atmayı ihmal etmedi. Onu bu kadar meraklı görünce, dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yine mi sinirli?" diye sordu. Kendimi gülmemek için zor tuttuğumu görünce kötü bir durumun olmadığı düşüncesiyle derin bir oh çekti.
"Pek sakin olduğunu söyleyemem. Oldukça hareketli bir gün geçirdik." dedim. Ardından hevesli bir şekilde, "Hadi bana eşlik et Leyla Sultan. Seninle karşılıklı birer yorgunluk kahvesi içelim."
İtiraz etmeden -memnun bir ifadeyle- açık olan mutfağa doğru yönelip kahveleri hazırlamaya başladı. Kısa zamanda birbirimize alışmış olmamıza içten içe seviniyordum. Hatta bunu pek çok kez dışa vurup samimiyetimle de gösteriyordum. Leyla da artık bana karşı uzak durmak yerine şefkatini esirgemiyordu.
Bahçeye çıkıp gelmesini beklerken, teras katından Emirhan'ın sesi duyuldu. Telefon görüşmesi yapıyordu. Karşı tarafı ürküttüğü tonlamasından anlaşılırken, elini önündeki demirlere sertçe vurdu. O sırada Leyla kahvelerle yanıma gelince, yukarıya doğru çevirdiğim meraklı bakışlarımın odağını değiştirdim. "Mis gibi kokuyor. Eline sağlık."
"Afiyet olsun." derken onunda duyduğu konuşma sesinden sonra bakışları terasa doğru kaydı. Çocukluğundan beri yanında olduğu için Emirhan'ı iyi tanıyordu. Daha sonra, "Erdem Bey'le konuşuyor." diye ekledi. "Baba-oğul hiç anlaşamaz, Serpil Hanım hep arada kalır."
Kısa bir an, Leyla'ya Emirhan'ın ailesi hakkında hiçbir şey bilmediğimi belli etmek istemedim. Daha sonra bu aileyi bu kadar iyi tanıyan Leyla'dan başka birinin olmadığını düşünüp sormaya karar verdim.
"Bana ailesinden bahseder misin?" Hiç beklemeden konuya girdi. "Doğan'ların evine ilk geldiğim sıralar, Serpil Hanım ve Erdem Bey bebek bekliyorlardı. Emirhan elime doğdu sayılır. Erdem Bey'in ikinci evliliğinden karısı olur Serpil Hanım. Yaşça da küçüktür Erdem Bey'den. Emirhan Bey'in bir de ağabeyi var." diye konuşurken araya girdim.
"Ağabeyi olduğundan daha önce hiç bahsetmedi. Ben tek çocuk sanıyordum." dedim şaşkınlıkla.
"Onunla sık görüşmezler, hatta neredeyse hiç görüşmezler. Enis Bey eski eşinden. Bu kopuklukta Serpil Hanım'ın payı büyüktür."
"Anladım." diyebildim, duyduklarımın verdiği şaşkınlığı henüz üzerimden atamazken.
"Ailesinin Londra'da olduğunu zaten biliyorsundur." diye konuştuğunda birkaç gün sonra oraya seyahat edeceğimizi söyledim. Yüzünde tedirginliğini gösteren bir ifadesi vardı. Her ne için bu duyguya büründüyse merak edip sormadım. Zira yaşamadan öğrenmek duyduklarımdan kaynaklı önyargıya sebep olabilirdi.
Ağabeyi Enis ile alakalı birkaç soru daha yöneltecektim ki Emirhan, bahçeye açılan kapıda göründü. "Birbirinize eğilmiş, fısır fısır ne konuşuyorsunuz bakalım?"
Leyla benden önce davranıp, "Hiç... hiçbir şey." derken ailesiyle alakalı anlattıklarını Emirhan'ın öğrenmesini istemediği belli oluyordu. Hızla oturduğu yerden doğrulup, akşam yemeği için hazırlıklara başlayacağını söyledi. Emirhan uğraşmamasını ve yemeği benimle dışarda yiyeceğini eklerken, bilmediğim birçok şeyin üstünün kapandığı bir an daha yaşıyordum. Aklıma takılan koskoca bir hayat vardı üstelik. Emirhan'ın yemek planını önemsemeden, "Önce annemin yanına gidelim." dedim bir çırpıda. "Daha fazla ertelemek istemiyorum. Ne olacaksa olsun artık."
"Emin misin güzelim?" diye sorduğunda kaburgamı zorlayan kalbim huzursuz ritmiyle hızlanmaya başlamıştı. Sessizce başımı salladığımı görünce, "Pekâlâ. Üzerimi değiştirip hemen geliyorum." deyip tekrar içeri geçti.
Leyla'nın uzanıp şefkatle elimi tutuşu teselli edercesineydi. Ruhumu sıkan mengene nefes almama izin vermezken bedenim en ufak bir belirti dâhi göstermiyordu. Acıyı, öfkeyi, hüznü ya da bunların tam tersi duyguları bastırmak yerine aymazca yaşamak gerekirdi. Çünkü bastırılan her duygu hiç beklenmedik bir zamanda yere sermek için fırsatını kollardı.
Bir süre sonra Emirhan oldukça şık bir şekilde giyinip yanımıza geldiğinde Leyla mutfağa geçmek için ayaklandı. "Hadi güzelim." dedi kendinden emin bir tavırla. "Gidip annenle konuşalım, benimde söylemek istediklerim var."
Parlayan gözlerine soru dolu bakışlar atarken, tebessüm etti. Daha sonra uzattığı eline tutunup kalktığımda belime doladığı eliyle kendine çekti. Alınlarımız buluşup göz göze bakarken, dudaklarımı hasret kalmışçasına öpmeyi de ihmal etmedi. Geri çekildiğimizde sıcacık gülümsemesi parlayan gözleriyle birlikte kendine hayran bırakıyordu.
Elimi bırakmadan birlikte kapıya doğru yönelince evden çıkarken ayaklarım geri geri gidiyor, hissettiğim huzursuzluk anneme duyduğum özlemin önüne geçerken, onu görecek olmanın verdiği heyecanı da ayrıca yaşıyordum.
Arabaya binip çocukluğumun geçtiği semte doğru giderken, dudaklarım mecalsiz kalmışçasına konuşmamaya niyetliydi. Yaklaşık bir saat sonra girdiğimiz sokağa arabayı park etti. İnmeden önce derin bir nefes aldım. Balkona doğru baktığımda tek başına oturan annemi gördüm. Her zamanki gibi sardunyaları renk renk açmış özenle balkonun demirlerine yerleştirmişti. Başını yola doğru çevirip bakınca geldiğimizi gördüğünde, Emirhan sahiplenmek ister gibi tekrar elimden tuttu.
Evin kapısını açıldığında, kapıda görünen kadın birlikte yaşadığımız eski günlere nazaran yaşının aksine daha da bitkin duruyordu. Göz altlarının benimsediği koyu halkalar emanet durmazken, bedeni zayıf ve güçsüzdü.
"Kızım." dedi hasretle. Sesinden aramıza düşen kırıntılar kalbime batıyordu. "Hoş geldiniz." diye devam ederken elimi sıkıca tutan Emirhan'a baktı.
İçeri girmek için adımladığım sıra geri çekilip yol vermek yerine önümde durdu. Kollarına hapsettiği bedenim titrerken, saçlarıma sayısız anne öpücüğü bırakıyordu. Kokluyor, öpüyor, öptükçe ciğerlerine kokumu nakşediyordu. Gözlerinden süzülen yaşlara karışan hıçkırıklarını saklamak için çaba sarfetmezken, özlediğim sıcaklığını da ruhuma işliyordu.
"Hoş bulduk." dedim ağlamaklı bir tonda. Ardımdan Emirhan nazikçe elini uzatıp tokalaşırken hatrını sormayı ihmal etmedi. Uzun yıllar görüşmemiş gibi içinde esen özlem rügarını derinden hissettiriyordu. Salona geçip oturunca, iki yabancı gibiydik. Evine ilk kez gelen bir misafiri ağırlamak için pervane olan annem, bu defa aynı özeni bizim içinde gösteriyordu. "Bir şey için zahmet etme anne, çok kalmayacağız. Sana söylemek istediklerimiz var." dedim Emirhan'a bakarak.
Dirseklerini dizlerine dayayıp ellerini kenetlediğinde sorgulayan gözlerle bakıyordu. Heyecanına engel olduğuma bozulmuş, ifadesi ciddi bir hâl almıştı. "O hâlde sizi dinliyorum." dedi.
Emirhan hıızlı davranıp, "Güzelim, müsaade edersen, Sema teyze ile önce ben konuşmak istiyorum." dedi. Başımı tamam der gibi sallayıp söz hakkımı ona verirken, ritmini bozan kalbim, atışlarıyla dengemi de bozuyordu.
"Ben kızınızı seviyorum Sema teyze. Eylül için hissettiğim duyguları anlatmak istesem, yetersiz kalmasından korkarım. O, yanımdayken mutluyum. Hemde çok. Eylül'ün de mutlu olduğunu düşünüyorum." derken sevgi dolu gözleriyle baktı. "Bu konuşmayı çok önceden yapmak isterdim ama, yaşadığınız bazı tatsız olaylar bunun önüne geçti. Yine de açık yüreklilikle söylüyorum ki, kızınız evleneceğim kadındır."
Cümlesinin ardından gözlerim şaşkınlıkla açılırken ona doğru bakıyordum. Kendisi annemin yüzünden gözlerini ayırmadan ciddi ama bir o kadar da samimi bir şekilde kendini ifâde etmeye çalışıyordu. Annem duyduklarından sonra ellerini birbirinden ayırıp arkasına yaslandı. "Kızım benim için bu hayatta yegâne mutluluk ve yaşam sebebimdir. Samimiyetin için teşekkür ederim. Malesef bizi ayrı düşüren bazı olaylar yaşadık. Hepsi de kızımın iyiliği içindi. Bunu şimdi değil anne olduğunda anlayabilecek. Çünkü o zaman benim gözümle görebilecek. Neyse..." dedi uzatmak istemiyor gibi. "Bana şu durumda düşen ilişkinize saygı duymak. Kızım artık benimle yaşamak istemiyor. Bende, seninle birlikte yaşamasını doğru bulmuyorum. Ama Eylül, her daim sağlam adımlar atan biridir. Böyle bir şeye kalkıştıysa önünü sonunu mutlaka düşünmüştür." dedi.
Umduğumdan daha ılımlı ilerleyen konuşmanın seyri bir nebze rahatlamama sebep olmuştu. Emirhan içtenlikle teşekkür ederken Londra için seyahat konuşmasını bana bırakarak oturduğu yerden doğruldu. "Müsaadenizle." dedi. "Sizi gördüğüme sevindim Sema teyze. Umarım en kısa zamanda tekrar görüşürüz." derken el sıkıştılar. Daha sonra bana doğru dönüp, "Güzelim ben aşağıdayım. Sizin anne-kız baş başa konuşacaklarınız vardır." dedi.
Ayağa kalkıp, Emirhan'a eşlik ettiğimde kapıya doğru birlikte yürüdük. Sakin olmam için ufak bir tembih cümlesi kurarken yanağımdan öpüp, yanımdan ayrıldı. Tekrar salona doğru girerken kokusunu bile özlediğimi anladığım eve hızlıca göz gezdirdim. Eskiden benimdi, bana, bize aitti. Her karışında biriken anılarımız vardı.
Yanına gelince, "Balkona çıkmalım mı?" diye sordu. "Olur." dedim kısaca. Aramıza kaderin ördüğü soğuk duvar, sıcaklığımızı alıp dirhem dirhem götürüyordu. "Kahveye ne dersin? Karşılıklı içmeyeli uzun zaman oldu." diye ekledi.
Başımı sessizce kabul ettiğimi gösteren bir hareketle salladım. Çok uzun zaman önce, annemin hayata karşı güçlü durmam için söylediklerini anımsadım.
"Bir gün yanında olamazsam ve hiç olmayacaksam şunu sakın unutma! Ellerimi hep ellerinde hisset. Gözlerinden yaşlar süzülürse, benim şuan sana baktığım gibi kalbindeki bana içten bakabilmen için gözyaşlarını sileceksin. Sonra iki kahve pişireceksin. Biri sana diğeri olmayan bana. Pişirdiğin kahveleri balkona masamıza götüreceksin. Sonra bana anlatır gibi ne için üzüldüysen, onu anlatacaksın. Ben sana tavsiyelerde bulunmuşum gibi kendini toparlayıp, hayatına önce kendin için, sonra benim için devam edeceksin. Anlaşıldı mı?"
Zihnime düşen cümleler ruhuma çöken karabasandan farksızdı. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın annem, bu dünyada vazgeçemeyeceğim tek varlıktı. Gözümden yaşlar süzülürken elinde kahvelerle yanıma geldi. Omuzuma dokunup ne için hüzünlendiğimi anlamış gibi saçımdan öpüp, "Anlaşıldı mı?" diye sordu. Hızlıca ayağa kalkıp sarıldığımda ikimizde ağlıyorduk. Gizlemeden akıttığınız gözyaşları karşılıklı omuzlarımızda nemini bırakıyordu. Geri çekildiğinde gözlerimin içine baktı. "Ne olursa olsun ben buradayım. Kendine dikkat edeceğine ve kimsenin seni üzmesine izin vermeyeceğine söz ver."
"Söz." derken küçük bir kız çocuğu gibi elimin tersiyle yanaklarımı sildim. "Emirhan'ı seviyorum anne. Bırak, düşersem de dizlerime kendim üfleyebileyim. Artık hayatıma dair verdiğim kararlarımdan sadece ben mesulum."
"Pekala." dedi ciğerlerindeki nefesi pes etmişçesine bırakırken. "Sen nasıl istersen Sonbaharımın güneşi. Yeterki benden gitme."
...
Bölüm sonu
Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.🧡
Oy verip yorum yapmayı unutmayın.☺
Bir sonraki bölüm de görüşmek üzere 🙋🏻♀️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top