23. BÖLÜM - İZ
Uyandığımda tavandaki aynaya yansıyan yüzüme bakıyordum. Gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda gördüğüm yansımanın gerçekliğine bu defa hayretle baktım. Emirhan'ın yatağındaydım ve yanımda yüz üstü yatan adamın sırtındaki çizgilere yine tavandaki aynadan bakıyordum. Aniden yerimde doğrulduğumda, üzerimdeki geceliğim bacaklarımın yukarısına sıyrılmış askısının biri omuzlarımdan düşmüştü. Buraya nasıl geldiğimi ve üzerimi nasıl değiştirdiğimi hatırlamayacak kadar şarhoş olup olmadığımı zihnimde yokladım.
Silik anlar bir bir gözümün önüne geldiğinde, Emirhan'ı uyandırmadan usulca yataktan kalkıp odasından çıktım. Kendimi ılık duşun kollarına teslim ettiğimde, vücuduma değip yere düşen her damlada eve geldikten sonraki anlar, akan suyla daha da netleşiyordu. Bileklerimdeki kızarıklıklara anlam bulmaya çalışırken, bornozumu giyip aynanın karşısına geçtim. Dudağımdaki yara dikkatimi çekmişti. Uzanıp dokunduğumda uçuğu andıran acısıyla yüzümü buruşturdum. Aynaya biraz daha eğilip bornozumun yakasını açtığım sıra şaşkınlığım katlanmıştı. Boynumun birkaç yerinde beliren morluklar küçüktü ama oldukça dikkat çekiyordu. Banyodan çıkıp üzerimi hızla giyindimde mor olan yerleri kapatıcıyla olabildiğince kamufle etmeye çalıştım.
Odamın kapısı tıkladığı an, Leyla'nın geldiğini tahmin ederek panikledim. Beni bu halde görmesi pek hoş olmaz diye düşündüğümde kapıda Emirhan göründü. Uykulu gözlerle yanıma gelip, sarılacakken dudağımdaki yarayı gördü. Sonra kapatmaya çalıştığım boynumu ve kızaran bileklerimi... "Lanet olsun." dedi. "Bunları ben mi yaptım?"
"Sanırım... ama acımıyor." dedim bakışlarımı tuttuğu bileklerime sabitleyerek.
"Kahretsin! Havyan herifin tekiyim."
Sakinleştirmek ister gibi yüzünü ellerimin arasına aldım. Gördüğü manzara karşısında acı dolu bir ifadesi vardı. "Gerçekten acımıyor." diye tekrarladım.
"Bu, sana yaptıklarımı değiştirmez."
"Pek hatırlamıyorum doğrusu." dedim. "Sadece... biraz yakınlaştık sonrası... bulanık."
Sert adımlarıyla odadan çıkarken, adeta yer titriyordu. Kendi odasına geçtiği belli olacak ki şiddetle çarptığı kapının ardından gürültüler eksilmedi. Her ne fırlatıyorsa, duvara çarpan eşyaların kırılma sesleri geliyordu. Yanındayken her daim huzuru hissettiren adam ilk defa korkuyu damarlarıma zerk ediyordu. Yığılırcasına yatağa oturup ağlamaya başladığımda son bir ses duyuldu, acıyla bağırışının ardından sessizlik peyda olurken yerimden fırlayıp koşar adımlarla odasına gittim. Leyla merdivenlerin başında çaresizce ellerini ovuşturuyordu. Kapısını açtığımda, Emirhan, gardrobunun kırılmış aynasına sırtını yaslamış, kendisine doğru çektiği dizlerinin üzerine kollarını koymuştu. Sağ elinden süzülen kırmızı damlalar ritmik şekilde yere damlıyordu. Panikle yanına kadar gidip dizlerinin önüne oturdum. Hiçbir şey deme gereği duymadan yaraladığı eline dokundum.
Başını yere eğmiş yüzüme bakmaktan imtina ederken, görüntüsü, yaramazlık yaptığı için uyarılan küçük bir çocuğun, hırsını kırdığı oyuncaklarından çıkarması gibi öfkeliydi ama bunun yanı sıra oldukça üzgün görünüyordu. Sadece eli değil, ruhu da yara almışa benziyordu. Dağılmış saçlarına elimi götürünce ani bir refleksle başını geriye çekti.
"Sen benim boğulmaktan asla korkmadığım okyanusumsun. Tedirgin eden dingin sularının ardından gelebilecek fırtına ihtimalini de sevebilirim. Sadece uzaktan ufkuna bakma niyetinde de değilim üstelik. Sarıldığında yaydığın ferah kokun, verdiğin huzurla birlikte eksikliklerimi unutturdu hep bana. Bırak! Teslim olduğum yerdeyken, sana gelmek için kürek çekebileyim."
Yere eğdiği başını sözlerimin üzerine usulca kaldırdı. Gözleri kızarmış, mavileri daha da derinleşmişti. Yanağına süzülen yaşları hüzünle kıvrılan dudağının kenarında durdu. Usulca eğilip gözyaşından öptüm. Geri çekildiğimde sadece bakıyordu. Kirpiklerini her kırpışında acıyı içine kazıyan gözleri, hüznü kovmak yerine mavilerine pelesenk ediyordu. Yerimden doğrulup odasının kapısını açtığım sıra Leyla hâlâ aynı yerde bekliyordu. Ağlamaklı çıkan sesim kadını daha da ürkütmüştü. "Leyla." dedim kollarından tutarken. "Korkma! O iyi. Sadece eline pansuman yapmamız lazım. Bana gerekli malzemeleri getirebilir misin?" Sorumun üzerine başını sallayıp nemli gözleriyle arkasını dönüp merdivenlerden hızlı adımlarla inmeye başladı. Odaya dönmek yerine olduğum yerde Leyla'nın gelmesini beklemek en doğrusuydu. Malzemeleri odaya getirirse, içerisinin ve oğlu gibi sevdiği Emirhan'ın dağılmış halini görürdü. Üzülmesini istemediğim için beklemeye devam ettim. Kısa bir süre sonra telaşla yanıma gelen kadın, elindeki kutuyu uzattığında bileklerimdeki kızarıklığa dikkat kesildi. Dudağımı ise çoktan görmüştü. Benim açımdan da ters giden bir şeylerin olduğunu anlamasının üzerine titreyen elleriyle yüzüme dokundu.
"Onu değiştirebilecek tek kadın sensin Eylül."
Arkamı dönüp Emirhan'ın odasına doğru ilerlerken Leyla'nın hece hece yoluma düşen sözleri, kalbimi umarsızca sıkan paslı bir mengeneden farksızdı. Her şeyi yapboz misali bir araya getirecek zamanım yoktu. Acele edip içeri girdiğim sıra Emirhan bıraktığım yerde öylece duruyordu. Tam karşısına geçip tekrar önüne oturduğumda Leyla'nın verdiği kutunun kapağını açtım. Antiseptik losyondan, kopardığım pamuğun üzerine döküp eline uzandım. Hâlâ sessizdi, sadece başını geriye yaslamış beni izliyordu. Avcumun içine yerleştirdiğim kumral eli ve biçimli tırnakları bir erkeğin eline göre oldukça güzel ve kibardı. Yumruk kemiklerinin üzerinde açılan yaraları bile kusursuz görüntüsüyle bertaraf ediyordu. Yavaşça temizlediğim yarasına üflerken yüzündeki ifadede en ufak bir değişiklik yoktu. Canının acımasından imtina ederken yarasını umursamadan elimi sıkmasıyla gözlerimiz buluştu. "Sana daha fazlasını yapmaktan korkuyorum."
"Sen bana zarar verecek bir şey yapmazsın." dedim yarasını sarmaya başlarken. Bileğimin iç kısmını çevirip gösterdiği izin üzerinde parmaklarını gezdirdi. "Ama yaptım." dedi. Daha sonra uzanıp dudağımın kenarına dokundu. "Öpmek için bile kıyamazken üstelik."
Başımı iki yana sallayıp yüzüme çarpık bir gülümseme yerleştirdim. "Bende rahat durmadım demek ki."
"Sen kendinde bile değildin Eylül!" Durup derin bir nefes aldı. " Kendimi bildim bileli böyleyim ben. Bu... bu hastalık gibi bir şey. Özellikle alkollüyken."
Söylediklerine anlam vermeye çalışırken durumun ciddiyetinin henüz farkında değildim. Ne hastalığından bahsediyordu? Bilmiyordum ve bilmek de istemiyorken, o benim aksime içinde ne var ne yoksa dökmeye niyetliydi.
"Bu hayatta en çok istediğim şey; benim kadınım olman." dedi elini saçlarıma götürürken. "Dün hiçbir şey olmadı Eylül. Benim için durmak oldukça zordu ama sen yaşayacaklarımızın bilincinde değilken sana dokunamazdım."
Kafam oldukça karışmış bir halde iki bileğimi ona doğru uzatıp sordum. "Bunlar nasıl oldu peki?"
"Seninle bu odaya girdiğimiz an başka bir boyuta geçtik sanki." Yerde duran kravatı çenesiyle gösterip, "Bileklerinden yatağa bağladım seni." dedi. Bunu o kadar normal bir şeymiş gibi söyledi ki, yaptıkları ve hatta yapacakları bir şimşek gibi beynimde yankılandı. Tedirginlikle yutkunduğumda, yüzümün kızardığı vücudumu saran sıcaklıktan belliydi. Başımı eğip elinin üzerindeki bandajı dolamaya devam ettim. Ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi bilmeden sadece elini sarıyordum.
Oturduğu yerden doğrulup ayağa kalktığında, "Acı vermeyi seviyorum." dedi bir çırpıda. Bunu söylerken bakışlarını kaçırıp, sırtını bana döndü. "Üstelik hissettirdiği hazzı yaşarken kendimi kaybediyorum ve daha fazla zarar veriyorum."
Cümlesinin ardından elini uzattı. Tereddüt etmeden uzanıp elini tuttuğumda ayağa kalkmam için kendine doğru çekti. Omzumdan önüme düşen saçlarımı geriye atıp, boynumdaki izlere baktı. Acıyla gözlerini kapatıp yanımdan uzaklaşırken arkası dönüktü. Birkaç adım uzağımda olan adama doğru adımlayıp sırtından sarıldım. Ellerim çıplak göğsünde buluşurken kalbi adeta kaburgasının dışındaymış gibi şiddetle atıyordu. "Bunu birlikte aşabiliriz."
Ulaşılmaz, gizemli ve bir o kadar da güçlü bildiğim adam, tüm şeffaflığıyla kollarımın arasında dururken, çaresizliğini sırtından hissettirdiği hüzün dolu nefes alışlarıyla yansıtıyordu. Yaşadığım bu durumu ciddiye almanın tehlikesiyle, hafife almanın sıradanlığı arasında ruhumun sıkışıp kalabileceğini, o an kafamın karışıklığından çıkarıp, kalbimin duyduğu büyük bir merhametle daha da sıkı kucakladım onu. Başını eğip göğsünde birleştirdiğim ellerimin tüm parmak boğumlarından teker teker ve usulca öptü. "Sen benim başıma gelen en güzel şeysin." dedi. Bana doğru dönüp gözlerimin içine bakarken onu bırakmadığım için defalarca teşekkür etti.
"Hadi inip güzel bir kahvaltı hazırlayalım birlikte." dedim. Bunu söylerken en içten gülümsememle bakıyordum. "Hem... Leyla Sultan da çok endişelendi. İyi olduğunu görürse içi rahat edecektir." Başını onaylarcasına sallarken ifademe karşılık yüzünde zoraki bir gülümseme peyda oldu. Eğilip saçlarımdan öptükten sonra içten bir sarılmayla minnettarlığını hissettiriyordu. Gözü odanın dağınıklığına takıldığında, yüzündeki emanet tebessümü tuzla buz oldu. "Düşünme!" dedim. "Kahvaltıdan sonra toparlarız."
Dolabına yönelip üzerine giyecek bir şeyler aradı. El ele kapıdan çıkarken odaya, göz ucuyla baktığımda kalbimin korkuyla atmasına engel olamadım. Sakin ve dengeli bildiğim adam bu defa kendi okyanusunda boğuluyordu. Yanında olduğum her an, serin sularından nasibimi alırken, derinliklerindeki tehlikesiyle bu zamana kadar tek başına mücadele etmişti. Ama artık yalnız değildi. Ben vardım ve her daim de yanında olma niyetindeydim. En kötü zamanlarımda sorgulamadan kollarını açan adama karşı bunu her şeyden önce, borçlu hissediyordum.
Merdivenlerde Leyla, gözleri nemli, buruk bir gülümsemeyle karşılarken, yanımdaki adamın sarılı elini gördüğünde kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Emirhan yanına gidip sarıldığı sıra ikisi de tek kelime etmiyordu.
Leyla hızlıca yanağındaki nemi silip, "Kahvaltı hazır." dedi bahçeyi gösterirken. Okyanus gözleri Leyla'dan sonra beni bulduğunda yalnız olmadığı için içten içe sevindiğini biliyordum. Arkasını dönüp yine bir şey demeden bahçeye çıktı. Kendini daha fazla ağlamamak için sıkan kadın arkasını dönüp ellerini tezgaha dayadı. Koşar adımlarla yanına gidip koluna dokunduğumda bunu bekliyormuş gibi teselli bulmak istercesine sarıldı. "Sakin ol Leyla Sultan." dedim omuzlarından tutup geri çekerken. "Sen böyle yaparsan hissettiği suçluluk duygusu onu bitirir." Dudaklarını birbirine bastırırken başını tamam der gibi salladı. "Hadi, bize katıl da güzel bir kahvaltı yapalım."
"Bugünlük affedin." dedi titreyen sesiyle. "Bugünden sonraki her gün, size eşlik edebilirim."
Israrımın yersiz olacağını düşündüğüm için tek başıma Emirhan'ın yanına döndüm. Leyla masada eksik kalan birkaç tabağı yerleştirirken göz temâsından kaçınıyordu. Keza Emirhan'da aynı durum için imtina ediyordu. Keyifsiz ve sessiz geçen kahvaltının ardından, "Riva'ya gidelim." dedim. Şaşkınlığını gizlemeyerek tekrarladı. "Riva'ya mı gidelim?"
"Evet." dedim, masada kollarımı birleştirip hevesli görünmeye çalışarak. "Hem.. sana sözüm var, unuttun mu?" İfadesi anında değişirken, isteği yapılan küçük bir çocuk gibi mutluydu. Masaya doğru eğilip elimi tuttu. Gözlerindeki hüzünlü derinlik yerini ışıltılı mavilere bırakırken kıvrılan dudakları teşekkür ediyordu. Telefonuma gelen bildirim sesiyle bakışmamız yarım kalırken, okuduğum ileti ürpermeme sebep olmuştu. Sıcak havada soğuk terler döktüren isim konuşmak istediğini söylüyor, birkaç saat sonrası için, her zaman gittiğimiz kafede görüşme teklifi ediyordu. İfademden ters giden bir şeylerin olduğunu anlayan adam meraklı gözlerle bakarken dayanamayıp sordu. "Rengin bembeyaz oldu güzelim. Kötü bir haber mi aldın?"
Başımı iki yana olumsuz anlamda salladığım an, gereksiz bulduğum ama istemdışı gülümsemeye çalışmış olmam, karşımdaki adamı daha da şüpheye düşürmüştü. Her şeyden önce ondan gizlediğim bir şeylerin olduğu gerçeği artık alenen ortadaydı. Boynumdaki izleri bir şekilde saklardım, bileklerimi de takılarla kapatırdım belki, peki ya dudağımın patlamış haliyle nasıl karşısına çıkacaktım. Emirhan'la ilgili olan bu durumda mutlaka bir açık vereceğimin düşüncesi beni rahatsız ederken huzursuzca yerimde kıpırdadım. Okyanus gözleri hâlâ sorgularcasına bakıyordu. "Hadi." dedim dikkatini başka yere çekmek ister gibi. "Gidip odanı toparlayalım." Cümlemin üzerine keyfi daha da kaçmış bir halde yerinden kalktı. Arkasından kalkıp adımlarını takip ettim.
Odasının kapısına gelince kulpundan tuttuğu an, girmek için bekledi. Göz ucuyla bana doğru başını çevirmeden bakarken hâlâ tereddüt ediyordu. Uzanıp koluna usulca dokunduğumda, kesin bir kararla kapıyı açıp odaya girdi. İki elini saçlarının arasından geçirip beklerken, dağılmış odanın her karesine lanet ederek baktı. Kırılmış ayna parçalarını yerden almaya başladığında aceleci davranıyordu. "Elini kesebilir, dikkat et lütfen." dediğimde avucunun içinde topladığı parçalara baktı. "Seni getirdiğim haline her baktığımda ruhuma derin kesikler atılıyorken, elimi çok da umursamıyorum." dedi mahçup bir ifadeyle. "Zira hissettiğim bu acının üzerini hiçbir acı geçemez."
"Söyleme öyle!" diye konuştuğumda elindeki kırık ayna parçalarını yere attı. "Burada durmak istemiyorum." dedi kararlı tonlamasıyla. "Merak etme! Leyla'ya da kalmayacak buradaki dağınıklık. Bir şekilde halledeceğim." Telefonunu eline aldıktan sonra birine mesaj yazdığını farkettim. Telefonla işini bitirip komodininin üzerine bıraktı. "Birazdan çıkmam gerekiyor. Halletmem gereken birkaç önemli işim var."
"Tamam ben de çıkacağım." dedim gözlerimi kaçırarak. "Akşama doğru gideriz sanırım Riva'ya, değil mi?"
"Şirketten çıkarken seni ararım güzelim." Saçlarımdan okşarken nereye gideceğimi sorma gereği duymamıştı ama ben onun bu cümlesiyle nerede olacağını öğrenmiştim. Masadaki tavrım yüzünden belli ki ona karşı yalan söylememi istemiyordu. Müsaade isteyip odasından çıktığım an, kendi odama girdim. Engin'den gelen mesaja henüz cevap vermemiştim. Bir saate kadar bahsettiği yerde olacağımı yazıp yolladım. Ruhumu kemiren huzursuzluk, boğazımı sıkıyordu.
Derin bir iç çekişten sonra dolabımın kapağını araladığımda gözüme çarpan ilk elbiseyi çekip çıkarttım. Dizimin bir karış üzerinde biten mavi kumaşı giyip boynuma mor olan yerleri kamufle etmek için çiçekli bir fular taktım. Genelde saçıma taktığım kumaş parçası bu defa boynumda yer almıştı. Bileklerim, kızarıklığını farkettiğim ilk anki kadar kötü durumda değildi. Saat ve taktığım birkaç aksesuarla artık dikkat çekmiyorlardı. Kapanması en zor kısım dudağımdaki yaraydı. Koyu bir ruj sürüp yaranın dudağımdan taşan kısmını fondötenle kapatmaya çalıştım. İyi görünmek için makyajımın geri kalanını tamamlarken aynadaki yansımamdan hiç de memnun değildim. Fazla kalabalık bir görüntüm vardı. Takılar, fular, koyu tonlardaki makyajımla tarzımın oldukça dışında duruyordum.
Tamamem hazır hissettiğimde odadan çıkıp merdivenlerde karşılaştığım Leyla'ya dışarı çıkacağımı söyledim. Ardından Emirhan'ın odasına girmemesini rica ederken, kendisinin bir şekilde halledeceğinden hızlıca bahsettim.
Arabaya binip Nişantaşı'ndan ayrılırken, karşı yakaya geçmek için acele etmem gerekiyordu. Boğaz Köprüsü'nde trafik olabileceğini düşünerek hızla sürdüğüm dakikalarda Engin'in benimle ne konuşacağını düşünmeden edemedim. Geçen birkaç günün ardından, çocukluğumdan bu yana yaşadığım semti ne kadar özlediğimi farkettim. Beykoz'a gelince hızımı kesip etrafa göz atarak ilerlerken, Avrupa Yakası'nın arbedesini geride bıraktığıma içten içe seviniyordum.
Engin'le birlikteyken sık sık gittiğimiz kafe yol üzerindeydi. İçeri girip göz attığım mekan eskisinden daha güzel görünüyordu. Her zamanki masada bekleyen adam başını deniz manzarasına doğru çevirmiş, oldukça düşünceli bir haldeydi.
Oturduğu masaya yaklaşıp minik bir öksürükle geldiğimi belli ederken, birden karşısında gördüğü için afallamış bir şekilde oturduğu yerden ayağa kalktı. Neredeyse bakmayı unuttuğum ela gözleri en son evime geldiği o olaylı akşam yemeğindeki gibi tedirgindi. Resmi bir el şıkışmasının ardından karşılıklı oturduk. İkimizde ilk konuşacak olanı merakla bekliyorduk ki, aynı anda, "Nasılsın?" diye sorduk. Bu tarz rastgelmeler birlikte olduğumuz zamanlarda da sıkça yaşanırdı. Karşılıklı tebessüm ederken gerilen dudağımın yarası, verdiği acıyla kendini hatırlatıyordu. Belli etmemeye gayret etsemde gözünden hiçbir şeyin kaçmadığı gerçeğiyle bir kez daha irkildim. "Dudağına ne oldu Eylül?"
Her şeyi -en azından anlık da olsa- kılıfına uyduran Eylül'ü hatırlatma sırası bendeydi. "Seninde çok iyi bildiğin üzere zor ve stresli günler geçiriyorum." dedim imalı bir tınıyla. Elimi uzatıp dudağımdaki yarayı göstererek devam ettim. "Yani, bunun olması çok normal."
"Uçuğa benzemiyor ama." dedi. Bunu, kendi kendine mırıldanır bir tonda söylemişti. Paniklememe sebep olan cümlesini hiç duymamış gibi yaparak, beni neden buraya çağırdığını sordum.
Dolandırmadan, direkt konuya girdi. "Emirhan sandığın gibi bir adam değil Eylül!" dedi gözlerimin içine bakarken söyledikleri ne kadar ciddi olduğunu destekliyordu. "Ona güvenerek hata ediyorsun."
"Neye dayanarak bunu söylüyorsun? Hem... güven konusuna girerek zararlı çıkacağını bildiğin halde fazla cesursun Engin."
"Konumuz bu değil!" dedi. "Ben, sadece dikkat..." Cümlesini elimi kaldırarak yarıda keserken oldukça kendimden emin bir tavırla, "Artık kimse, bana ne yapmam gerektiğini söylemesin." dedim. "Yeter Engin! Daha fazla bu saçmalıkları dinlemek istemiyorum. Karşıma geçmiş, dikkat etmem gerektiğini söylüyorsun. Hemde onu tanımıyorken!"
"Sen tanıyor musun ki onu?" diye sordu alay edercesine.
Yine kendimden emin bir şekilde, "Evet!" dedim. "Tanıyorum."
Pes etmeye niyeti yoktu ve köşeye sıkıştırmak için elinden geleni yapıyordu. "Ne kadar iyi tanıyorsun?"
Saçma bir şekilde devam eden atışmamız, hesap soran tavrıyla daha fazla çirkinleşirken, artık kendimi tutma konusunda dayanamayacağımı anladım. "Onun olacak kadar!" dedim bir çırpıda.
Dudaklarımdan firar eden sözlerin pişmanlığını yaşamak içinse artık çok geçti. Gözleri öfkeyle dolarken kirpikleri bile titremiyordu. Daha sonra umursamaz görünmek ister gibi, kaşlarını kaldırıp imayla kıvrılan dudaklarıyla bakarken, duyduklarını hafife aldığını sergiledi. Tavrı sinirlerimin gerilmesine sebep olurken masadan destek alarak ayağa kalktım.
Arkamı dönüp gidecekken, kolumdan tuttu. "Kendine gel Eylül! Bu sen değilsin."
"Farkındayım." dedim. "Ama, hiçbiriniz benden farklı değilsiniz. Üstelik, siz değişeli çok uzun zaman oldu. Tabii ben bunu anlayalı da..."
Sinirle dişlerini sıkarken kolumdaki tutuşuda aynı şekilde şiddetini arttırıyordu. Başını yana çevirip öfkeyle solurken, kolumu bırakması için kendime çektim. "Yapma Eylül!" dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Bir şeyleri telafi etmek için gelmedim buraya ama o adamla da göz göre göre olmana müsaade edemem."
"Ne hakla!" dedim kolumu tekrar kendime doğru çekmeye çalışarak. Canımı acıtan tutuşuna devam erken, arkamdan yükselen tanıdık bir ses duyuldu.
"Eylül onu bırakmanı istiyor görmüyor musun?" dedi gözündeki siyah güneş gözlüğünü çıkarırken. "Zorba mısın sen?"
Engin kolumu bıraktığı an, yumruklarını sıktı. Rahat bir tavırla elini belimde hissettirirken, Engin, yanımdaki adamın her hareketini gözüyle takip ediyor, kendine hakim olmak için fazlaca direniyordu.
Emirhan, "Ayağını denk alsan iyi olur." dedi sakin bir tonlamayla. "Bir dahakine, bu kadar kibar olmayabilirim."
Engin parmağını Emirhan'a doğru uzatıp tehdit eder gibi tutarken, diyeceklerinden vazgeçtiğinde gözleriyle konuşuyordu.
"Kesin artık!" dedim sesimi yükselterek. "Yeterince rezil olduk." Emirhana doğru bakıp, "Gidelim buradan, lütfen." diye ekledim.
Engin masaya dayadığı yumuklarından destek alırken, son kez göz göze geldiğim elaları, bir üşütüp, bir yakıyordu. Bakışlarını camdan dışarı doğru çevirerek başını çaresizce salladı. İki adamın arasında olabilecek herhangi bir husumeti kaldıramayacağımı düşündüğüm için ortamdan bir an önce uzaklaşmak en doğrusu olacaktı. Tamamen dışarı çıktığımızda, Emirhan arabasının kapısını açarak binmemi bekledi. Kendi yerine geçip oturduğunda, uzanıp kolumu kendine doğru usulca çekti. Burnundan bıraktığı öfkeli nefesinin ardından bir şey demeden arabayı çalıştırdı.
Kolumdaki izlerin üzerinde parmaklarımı gezdirirken, sızısı hissediliyordu. Biri severken, diğeri sevdiği için öfkesinden vücudumda geçici de olsa izlerini bırakmıştı. Ruhuma açtıkları derin ve kalıcı yaralardan ise bihaberlerdi. Bir gün içinde geldiğim nokta, kendi halime acıyarak bakmamı sağlarken, hayatıma giren bu iki adamı bir an, hiç tanımamış olmayı diledim.
Hayat, içine düşürdüğü çıkmazında kıvrandırken yaşadıklarımı keyifle seyrediyordu sanki. Oysaki eskiden mutlu olmak için sadece aileme sarılmak bile yeterdi. Yine ve yeniden hissettiğim bu kaybediş hissi, hep kazandığımı düşündüğüm zamanlarda gardımı düşürmek için ansızın çıkıveriyordu ortaya...
...
Bölüm sonu
İyi bayramlar herkese(:
Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.
Oy verip yorum yapmayı unutmayın(:
Bir sonraki bölüm de görüşmek üzere...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top