19. BÖLÜM - CHOPİN
Geleceğin doğan güneşinin üzerini siyah bulutlarıyla gölgeleyen geçmişim, damla damla yoluma düşerken yaydığı acı toprak kokusu genzimi yakıyordu. Kafesinden firar eden kuş misali nereye konacağımı bilmeden uçarken, alışık olduğum tutsaklığın bitişi kanatlarıma özgürlüğü yaşatsada, hayat bir şekilde korkutarak buna pişman ediyordu.
Yabancı olduğum eve girdiğim andan itibaren hissettiğim bu duygu, kalbimin üzerine tırnaklarını geçirmişti. Belki de hayat, iyisiyle ya da kötüsüyle şimdi başlıyordu. Leyla Hanım'ın benim için hazırladığı oda üst katta Emirhan'ın odasıyla yan yanaydı. Rahatsız olmamam için evden gidebileceğini söyleyip, bunun yanı sıra beni hemen yanı başındaki odada tutması oldukça ironikti. Üzerimi değiştirmekten vazgeçip aşağı salona indiğimde Emirhan evin arka tarafında bulunan havuzun başında iki eli cebinde etrafı izliyordu. Ağustos böceklerinin sesi akşamın karanlığına karışırken çevresi özenle ışıklandırılmış evin görünümü harikulâdeydi.
Ayak seslerimi duyduğu an arkasını dönüp beni görünce gülümsedi. "Evime hoş geldin güzelim." Bunu derken yanıma gelmek için attığı her adım kalp atışlarımın dengesini bozuyordu. Tam karşıma gelince durdu. Mutlu olduğu her halinden belli oluyordu. "Rahat ol lütfen." dedi. "Kendi evindeymiş gibi hissetmen için ne yapabilirim, söyle bana." Şefkatli dokunuşlarına alışmış olan saçlarımı eliyle buluşturdu.
Yüzümdeki tebessüm mahçubiyetle kasılırken, "Teşekkür ederim." dedim. "Kendi evimde hissetmem şuan için pek mümkün gözükmüyor." Cümlemin ardından yüzü asılsada bana hak vermiş olacak ki kollarımdan tutatak konuştu. "Haklısın... umuyorum ki zamanla alışacaksın."
"Seni kırmak istemediğim için davetini kabul ettim ama uzun vadede burada kalamam." dedim bakışlarımı kaçırarak. "Birkaç günün ardından başka bir yere taşınırım sanırım."
Kollarımda temas eden elini usulca aşağı doğru kaydırıp kaçacağımdan korkarcasına ellerimden sıkı sıkıya tuttu. "Üzerine gelip, ısrar etmek istemiyorum." dedi. "Acele karar verme yeter."
Yanında olmam için her şeyi yapabilecek olan okyanus gözlü adama tebessüm ederken başımı tamam dercesine salladım. Havuzun başında duran iki sezlongun arasına konumlandırılmış minik sehpanın üzerinden uzanıp aldığı kumandaya dokununca müzik çalmaya başladı. Yüksek olmayacak bir tonda başlayan klasik müzik, tanıdık notaları kulağıma üflüyordu. Chopin'in en popüler eserlerinden olan ballad, ruhuma en doyurucu hazzını yaşatırken gözlerimi kapadım. Her nota darbesinde yüzüme tebessümün yerleştiği dakikalar birbirini kovalarken ünlü piyanistin kalbiyle bedeninin farklı yerlerde olduğu gerçeği zihnimden geçti. Beste bitişe doğru yaklaşırken Emirhan, "Kalbinin başka bedeninin başka bir ülkede olduğunu biliyor muydun?" diye sordu.
"Az önce tam olarak bunu düşünüyordum." dedim "Ama neden farklı yerlerde bilmiyorum."
"Besteci, biliyorsun ki Polonyalı." dediğinde başımla onay verdim. "1849'da Paris'te ölünce oraya gömülmüş. O dönem Rusya İmparatorluğu'nun hâkimiyetinde bulunan Polonya'ya -memleketi olduğu için- romantik bir jest olarak kalbi cam kavanoz içinde başkent Varşova'ya gönderilmiş." diye anlatmaya başladığında sezlonglardan birine oturdu. "İnanılmaz bir hikayesi var dinlemek ister misin?"
"Tabii." dedim. Hevesle karşısına geçip oturduğumda ekledim. "Hadi anlat."
Meraklı gözlerime, anlatacağı hikayenin verdiği heyecanla bakarken konuşmaya başladı. "Chopin'in o dönemde birçok insanda yaygın olan tafefobi -ölmeden evvel gömülme korkusu- varmış. Otuz dokuz yaşında ölen besteci vefatından önce kardeşine, Beni kesip açmalarını sağlayacağına söz ver, böylece diri diri gömülmediğimden emin olurum. dediği için ölümünün ardından kardeşi de otopsi istemiş. Otopsi sırasında kalbi çıkarılıp saklanmış. Varşova ayaklanması esnasında Naziler, Chopin'in kalbinin bir kasada saklanmasına izin vermişler. 1945'ten bu yana da Varşova Kutsal Haç Kilisesi'nin mahzenlerinde bulunuyormuş."
"İnanılmaz." dedim. Duyduğum hayret verici hikayenin ardından devam ettim. "Gerçekten çok etkileyici."
"Bende ilk öğrendiğimde etkilenmiştim." dediğinde oturduğu yerden ayağa kalktı. "Hemen geliyorum."
Klasik müzikler peş peşe daha kısık bir tonda çalmaya devam ederken, Emirhan elinde iki kadeh ve şişeyle bahçeye açılan kapıda göründü. "Bırakalım Chopin'den konuşmayı artık." dedi. "Evimde ilk gecen ve bunu kutlamalıyız."
Yüzümde beliren tebessüm buruktu. Yaşıyordum fakat benimde Chopin'den kalır yanım yoktu. Bedenim buradayken kalbim kendi evimde, annemin yanında atıyordu. Zihnimdeki trajik benzetmeyi bir kenara bırakarak Emirhan'ın doldurduğu kadehi havalandırdığı elinin yanına uzattım. Kadehler birbiriyle buluşup keyifle çınlarken Emirhan hiç beklemediğim bir şey söyledi. "Hep yanımda olman dileğiyle." Gözlerine yerleştirdiği davetkâr bakışıyla içkisini yudumladı. Söylediği karşısında yaşadığım anlık şaşkınlıkla sessizliğimi korurken ona eşlik ettim.
Fonda çalan müzik eşliğinde ettiğimiz keyifli sohbetin ardından saatler su gibi akıp gitmişti. Oturduğu yerden ayağa kalkıp elini uzattı. "Hadi gel... sana söz verdiğim gibi evi gezdireyim."
Uzattığı elini tebessümle tuttuğum sıra -bırakmamaya niyetli olacak ki- teması kesmeden salona açılan kapıdan el ele içeri girdik. Amerikan mutfağıyla dev salonu geride bırakıp merdivenlere yöneldiğimizde elimi bırakıp geçiş önceliğini verdi. Trabzanları tutup çıkmaya başladığım sarmal merdivenler orta kata gelince beş odanın kapısının bulunduğu yerde sonlandı. Yapının ön bahçeye açılan geniş balkonu ışıklandırma sayesinde huzurlu bir görüntüye misafir ediyordu. Zevkle döşenmiş katın, salondaki ağır eşyalardan ziyade daha iç açıcı bir dizaynı vardı. Aynı katta bulunan odalardan birinin kapısını açtığında içerideki sinema sistemi ve dijital oyunların bulunduğu düzenekler dikkat çekiciydi. "İnsanlardan ve işin yoğunluğundan sıkıldığım zaman soluğu burada alıyorum." dediğinde odayı gösterirken yüzünün aldığı çocuksu ifade oldukça masumdu. Sinema odasının hemen karşısında bulunan iki kapıdan birine yürüyüp elimi uzattığım sıra, ufakda olsa araladığım kapıyı aniden uzanıp kapadı. Verdiği tepki irkilmeme sebep olmuştu. "Özür dilerim." dedim utanarak. "Girmemem gereken bir yer olduğunu tahmin edemedim."
Üzerinde bulunan anahtarı, kapıyı kilitledikten sonra cebine attı. "Yatak odam oldukça dağınıktır. O şekilde görmeni istemedim." derken okyanus mavisi gözlerini kaçırdı. "Leyla sultan bile girmez. Genelde kendim düzenlerim. Eski bir alışkanlık." diye peş peşe cümleleri sıralarken, rahatsız olduğumu anlamıştı.
Başımı anladım der gibi sallarken, içimden artık başka bir yere dokunmayacağım diye geçiriyordum. Üzerine panikle kapadığı odasının hemen yanındaki kapının kulpunu tutup kontrol ettiğinde, kilitli olduğunu anlayıp hissettirmeden bıraktığı rahatlama nefesi yinede duyuldu. Madem bu kadar gizemli odaları vardı, ne diye evi gezdirmek için can atmıştı? Zihnimdekileri kovup teras katına çıkmak için merdivenlere tekrar yöneldim. Çıktığımız alan evin belkide en güzel yeriydi. Duvarlarında sergiyi andıran yağlı boya tabloları bulunan alan, büyük bir ses sistemiyle birlikte eşyasız olarak düzenlenmişti. Sadece özenle dizayn edilmiş bir barı vardı. Arkası, boydan boya ayna ile kaplanmıştı. Her damak zevkine hitap eden sayısız içki şişesinin bulunduğu barın önünde, aynı boyda ve hizada simetrik şekilde dizilmiş bar tabureleri kırmızı rengiyle göz kamaştırıyordu. Loş ışıklandırması tek tuşla daha renkli hale gelen lambalarla göz kamaştırırken terasın dışarıya açılan sürgü kapısını usulca kenara itti. Arka bahçeye bakan teras sergilediği boğaz manzarasıyla ruhu okşuyordu.
Bir süre sonra katları inip tekrar arka bahçeye, havuz başına döndük. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Leyla Hanım benim için hazırladığı odayı gösterdiği andan itibaren ortalıklarda görünmüyordu.
"Leyla Hanım..." Dedim. "Ne zamandır sana yardım ediyor?"
"Beni o büyüttü." derken, kadını sevdiği yüzünün aldığı ifadesinden belli oluyordu. "Annemden daha çok emeği vardır üzerimde."
"Ne güzel... İlk geldiğimizde yanağından aldığın makastan belliydi samimiyetiniz." dedim gülerek.
"Tanıyınca sende çok seveceksin. Kendini ailemize adamış birisi. Yıllar önce vefat eden oğlunun yerine koydu beni. Kayıplarından sonra eşiyle başka başka hayatlara savruldular. Hâlâ evliler ama on beş yılı aşkın zamandır birbirlerinden habersizler."
Duyduğum hüzünlü hikâyenin ardından sordum. "Oğlunu nasıl kaybetti?"
"Annemin anlattığı kadarıyla biliyorum bende. Hiç kendisiyle konuşmadım. Zira değer verdiğim için üzülmesine dayanamam." Cümlesinin ardından derin bir nefes alıp bıraktı. "Ailece çıktıkları tatilin ardından eve dönüş yolunda trafik kazası geçirmişler. Özgür, ön koltukta oturduğu için kaza ânında camdan fırlamış. Uzun bir süre komada kalmış. Beyin ölümü gerçekleşince de..." cümlesi yarım kalırken güçlükle yutkundu.
"Çok acı." dedim gözlerim nemlenirken. "Eşi de suçluluk duygusuyla uzaklaşmayı seçti sanırım." Onaylayan şekilde başını sallarken sezlongun üzerinde bıraktığımız kadehindeki şarabı nefessiz tüketti. Ardından bir kadeh daha doldurup onuda yine aynı şekilde içti. Şaşkınlıkla bakarken daha fazla üzülmesini istemediğim için konuyla alakalı başka soru sormamayı tercih ettim. Okyanus derinliği gözleri hüzünlü olduğunda bir başka parlıyordu. Gözlerimiz buluşup birbirine takılı kaldığında olduğu yerde ayağa kalkıp üzerindeki gömleğin düğmelerini teker teker açmaya başladı. Ne yapmaya çalıştığına anlam veremezken, tek hamlede omuzlarından sıyrılan gömlek yere düştü. Bakışlarımı kaçırmaya çalışmış olmama rağmen hemen karşımda sergilediği kaslı vücuduna bakmaktan kendimi alamıyordum. Adonislerine kadar düşen pantolonuna eli gidince başımı yere eğdim. Cebinde ne var ne yoksa sezlongun üzerine bırakırken, ayakkabılarını da çıkardı.
Usul usul adımlarken aniden havuza dalmasıyla üzerime sıçrayan su irkilmeme sebep olmuştu. "Hadi gel." dediğinde ayağa kalkıp yanına kadar gittim. Yüzerek geldiğinde havuzun kenarından tutundu. "Sayın Doğan, beni şaşırtıyorsunuz doğrusu." dedim gülümseyerek. "Malum bugün evinizde ilk günüm, bunu daha sonraya erteleyelim."
Tutunduğu yerden destek alarak kendini geri atarken, "Pekâlâ Sayın Karan. Dediğiniz gibi olsun ancak sudan çıkmama yardım etmelisiniz."
"Bekle önce sana bir havlu getireyim." der demez arkamı döndüğümde salonun köşesinde bulunan lavabonun dolabından alabileceğimi söyledi. Geri döndüğümde hâlâ havuzdaydı. Alnına düşen ıslak tutamları dalıp çıktığı suyun yardımıyla geriye atarken eliyle düzeltmeyi de ihmal etmedi. Görüntüsünden ödün vermeyen adamın yanına gittiğimde sağ elini uzattı. Elini yakaladığım an havuzun kenarından destek alıp çıktı. Kendime doğru çektiğim bedeni sayesinde üzerim ıslanmıştı. "Senide ıslattım." dedi. Birbirimize oldukça yakın mesafede duruyorduk. Gözlerinin mavisi, okyanus serinliğini yaşatırken kollarımdan tuttu. "Önemli değil." dedim üzerimdeki ıslaklığa bakarak. Beyaz elbisem suyun verdiği cesurlukla iç çamaşırımı sergiliyordu.
Tenindeki damlalar hevesle süzülürken tuttuğum havluyu göğsüne doğru uzattım. Gözlerini benden ayırmadan kurulanmaya başladığında zaman ağır çekimde ilerliyordu. Karşımdaki yakışıklı adamın davetkâr bakışları karşı konulamayacak kadar güzeldi. Yanından yerime oturmak için ayrılacağım an, bileğimden tuttu. Gücünü hissettirirken canımı yakmayan, aynı zamanda nazik olmayacak kadar da sert bir tutuştu bu. Bileğimdeki eline bakıp gözlerim gözlerini bulduğunda ne yapmak istediğine anlam vermeye çalışıyordum ki kendine çekip diğer elini belimin boşluğunda hissettirdi. Bileğimi yüzünün hizasına kaldırıp avucuma dudaklarından kopan öpücüğünü bıraktı. Çenesini alnımla buluşturduğu sıra sıcak nefesinin ritmi hızlanmıştı. Kirpiklerimin heyecanla titrediği saliseler geçmek bilmiyordu. Başımı yüzüne doğru kaldırıp mavilerini seyretmeye başladım. Bana doğru başını eğerken saçlarından süzülen damlalarla gözleri dudaklarımdan ayrılmıyordu. İstemsizce parmak uçlarımın üzerinde yükseldiğim o büyülü anda Emirhan'ın telefonu çaldı.
Gözlerini sımsıkı kapatırken, "Lanet olsun! Kim arıyor bu saatte?" dedi. Bunu söylerken küçük bir çocuk gibi ayağını yere vurmuştu. Tepkisi karşısında gülmemek için dudaklarımı dişlerken arkamı döndüm. İçimde kozasını yırtıp dışarı çıkan minik kelebeklerin dansı vardı. Telefon konuşmasını bir iki adım ötede yapıyor olacak ki sesi oldukça az geliyordu. Kısa bir süre sonra arkamdan gelen çıplak ayak seslerini işitmemle, kaburgamı çıkmak için zorlayan kalbim işimi oldukça zorlaştırıyordu. Arkamdan sarıldığında elleri karnımın çevresinde yerini aldı. Sırtımda hissettiğim kalp atışları benimkinden farksızdı. Yüzünü boynuma doğru yaklaştırdığı sıra saçlarından firar eden damlalar göğsümün arasından aşağıya doğru süzülüyordu. Akan soğuk su bedenimde başlayan harareti dindirmek yerine, her damlada işkence ediyordu. Boynumda sadece nefesini hissettiğim adam kokumu ciğerlerine hapsetmeye kararlıydı. "Nerede kalmıştık?" diye sordu. Hırıltıyla karışık fısıldarken, az önce telefon görüşmesi yüzünden yarıda kalan yakınlaşmayı tamamlama niyetindeydi.
Kollarından nazikçe kurtulduğumu sanıp ona doğru döndüğümde, "Yorucu bir gündü. Odama gideyim artık." dedim. Ellerini tekrar belimde konumlandırırken bir adım daha yaklaştı. "Kaçıyorsun."
Başımı iki yana olumsuz anlamda sallarken niyetimin bu olmadığını hareketimle anlatmaya çalıştım. Aslında haklıydı. Kaçıyordum. Korktuğum için değildi belki ama şuan için bu yakınlaşmanın bana pahalıya patlayacağı hissi beynimi meşgul ediyordu. Mahçubiyetle gözlerimi kaçırırken iki parmağıyla çenemden tuttu. "Eylül... seni seviyorum."
Beklemediğim kelimeler dudaklarından dökülürken yaşadığım şaşkınlıkla gözlerim irileşti. İfademi komik bulmuş olacak ki erkeksi kahkahası aramızda yankılandı. "Neden bu kadar şaşırdın güzelim?" dedi kalın dudaklarının arasından dişlerini gösterirken. "Sana karşı boş olmadığımı tahmin ediyor olmalıydın."
Ne diyeceğimi bilemez hâlde heyecanla dudaklarıma geçirdiğim dişlerim canımı acıtsada, şaşkınlığım bunun önüne geçiyordu. Gözleri yüzümün her noktasında gezinirken yeniden dudaklarımda durdu. "Bunu daha fazla yapmaya devam edersen kendimi tutamayabilirim."
"Neyi?" diye sorduğumda düşünmeden konuşmanın bedelini ödeyecektim.
"Dudaklarını böyle ısırmaya devam edersen... olacaklardan ben sorumlu olmayacağım." diye konuştu. Bu defa saklamak ister gibi dudaklarımı birbirine bastırıp gizlemeye çalıştım. Aniden yaklaşıp burnumun ucuna minicik bir öpücük bıraktıktan sonra, "Takılıyorum güzelim. Senin istemediğin hiçbir şeye kalkışmam." dedi. Belimde duran eliyle yürümem için nazikçe yön verirken bahçe kapısından salona girdik. Merdivenlere gelince yine geçiş önceliğini verdi. Orta katta yanyana olan odalarımızın kapısına gelince birbirimize gecenin son bakışını atıp iyi geceler diledikten sonra içeri girdik. Üzerimdeki nemli elbiseden kurtulup geceliğimi giyinir giyinmez kendimi yatağa bıraktım. Yorgunluğum umarsızca bedenimde kendini hissettirirken, Emirhan'ın dokunduğu yerler karıncalanmaya başlamıştı. Etkisi altına aldığı gerçeğiyle yüzümde beliren tebessüme kendimde şaşırırken, sevdiğini açıkça söylediği an, zihmimde canlanınca tekrar kalbimin hızla çarpmasına sebep olmuştu.
Bunca karmaşanın ardından Emirhan'ın samimi yaklaşımı memnun etsede karamsarlığa kapılmaktan kendimi alamıyordum. Zamana bırakmayı ve bu süre zarfında Emirhan'a şans vermeyi düşünerek gözlerimi kapadım. Yatağın rahatlığıyla uykunun açtığı kollarına hemen teslim oldum.
Uçsuz bucaksız ormanın, yaprakları dökülmüş tüm ağaçları mevsimine ayak uyduruyordu. Ciğerlerimdeki nefes koşmaktan tükenmişti. Uğultu halinde yükselen insan seslerinin içinde tanıdık olanlarda vardı. Daha fazla koşmaya devam edersem yolun sonu uçuruma çıkacaktı. Ardımdan gelen dur ikazlarına aldırmadan sadece kaçıyordum. Takılıp düştüğümde dizlerim umarsızca kanıyor, çıplak olan ayaklarım yara bere içinde kalıyordu. Göğe doğru yükselen ağaçların bitiminde karşıma çıkan annem, bir adım daha atmamam gerektiğini söylüyor, gözyaşları akarken konuşmakta zorluk çekiyordu. Dudaklarından firar eden acı dolu sözler her şeyin benim iyiliğim için olduğunu söylesede, ona olan kırgınlığım dediklerini duymazdan gelmeme sebep oluyordu. Geriye doğru birkaç adım attıktan sonra tüm gücümü toplayıp koşmaya başladım. Annemin feryat çığlıklarına aldırmadan kendimi bıraktığım derin boşluk içime en keskin rüzgarlarını işlerken hızla düşüyordum. Gördüğüm son yüz annemin uçurumun başında ardımdan bakarken solmuş yüzüydü. Büyük bir gürültüyle sırt üstü yere çakıldığımda vücudumda kırılan kemiklerin sesiyle irkilip gözlerimi açtım.
Gördüğüm kâbusun gerçeğe yakın oluşu kasılan vücudumun ağrımasıyla hissediliyordu. Uzanıp gece lambasını yaktığımda odaya göz gezdirdim. Duvardaki saat uyuyalı henüz iki saatin geçtiğini gösteriyordu. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp doğrulduğumda mutfağa gidip su almak için odadan çıktım. Karanlık evin içerisinde ilerlerken merdivenleri temkinli inerek mutfağına geldim. Buzdolabını açıp uzandığım şişeyi dolaptan çıkardığım bardağa doldurdum. Gecenin çöken nemiyle hava oldukça sıcaktı. Salonun köşesinde bulunan lavaboya gidip vücudumun açık yerlerini suyla serinletip tekrar dışarı çıktım. Doldurduğum bardağı alıp odaya geçerken Emirhan merdivenlerde göründü. Kasık çizgilerini sergilediği eşofmanıyla üst bedeni tamamen çıplaktı. O, görüntüsünden zerre kadar rahatsız olmazken, ben üzerimdeki gecelikle görünmekten oldukça rahatsızdım.
"Senide mi uyku tutmadı?" diye sorduğunda gözleriyle baştan aşağı süzüyordu.
"Aslında... hemen uyudum ama gördüğüm kabus uyanmama sebep oldu." Cümlemin ardından heyecanla bardaktaki sudan koca bir yudum aldım. Zira şuanda sohbet etmek için ikimizin de görüntüsü uygun değildi. Adımladığı her saniye yanıma biraz daha yaklaşıyordu. Tam karşıma gelince durdu. Boynuma yapışan ıslak saçlarımı eliyle düzeltirken dokunduğu her nokta içimi titretiyordu. Etkisi altına aldığı anlardan kaçmak için aniden merdivenlere doğru yürümeye başladım ve iyi geceler dileyip koşar adımlarla odama çıktım.
...
Sabahın ferah aydınlığı cıvıldayan kuş sesleriyle odaya dolarken gözlerimi açtım. Son zamanlarda huzurla uyandığım nadir sabahlardandı. Yataktan doğrulup kendimi ılık duşun kollarına teslim ettim. Duşun ardından üzerime mini siyah tulumu giyip, saçlarımı at kuruğu yaptıktan sonra odadan çıktım. Aşağı kata indiğimde Emirhan ortalarda görünmüyordu. Leyla Hanım kahvaltıyı hazırlamış son eksikleri havuzun başındaki masaya yerleştiriyordu. Mutfak tezgahında duran ekmek sepetini alıp yanına bahçeye çıktım.
"Günaydın Leyla Hanım, kolay gelsin."
"Günaydın Eylül Hanım, teşekkür ederim."
"Eylül demeniz yeterli." dediğimde şaşırmış olacak ki konuşmakta tereddüt etti. Mahçubiyetle tebessüm ederken bakışlarını kaçırdı.
"Yapabileceğim bir şey var mı, size yardım edeyim."
"Her şey hazır sayılır, siz zahmet etmeyin lütfen. Sadece Emirhan Bey uyandığında omlet yapacağım. Soğuk yemeyi sevmez."
Leyla Hanım, çocukluğundan beri Emirhan'ın yanında olduğu için neleri sevdiğini ya da sevmediğini iyi biliyordu. Elinde büyüyen adama karşı bugüne kadar resmiyeti elden bırakmamayı tercih eden kadının gözlerindeki hayat yorgunluğu alenen belli olurken, hüzünle bakan gözleri dün gece dinlediğim acı dolu hikayesinin canlı resmiydi. Uzun süre kendisini izlediğimi farketmesi panikle bakışlarımı kaçırmama sebep oldu. İstemdışı koluna dokunuşum, yüreğindeki acıyı hissettiğim içindi. Koluna temas eden elimin üzerine şefkatli dokunuşlar bırakırken sadece gözlerimiz konuşuyordu. Hikâyesini öğrendiğimi anlamış olacak ki hareketim karşısında tek kelime etmedi. Birbirimize bakarken nemlenen gözlerimiz sessizce her şeyi anlatıyordu.
"Günaydın kızlar." Aynı anda sesin geldiği yere döndüğümüzde, Emirhan bahçeye açılan kapıya yaslanmış bizi izliyordu. "Leyla sultan yine harika bir masa hazırlamışsın." diye konuşurken yanımıza gelip, elini kadının omuzuna attı.
Leyla Hanım'dan, "Afiyet olsun efendim." karşılığını aldıktan sonra, masadaki yerine oturdu. Tam karşısına geçip oturunca, "İyi uyudun mu güzelim?" diye sordu. Hemen ardından başımı salladığımda cevabımı beklemeden devam etti. "Akşam yemeğini benimle birlikte hazırlamaya ne dersin?"
Yüzümde beliren tebessümle, "Fazla marifetlisiniz Sayın Doğan. Beni bir kez daha şaşırtmayı başardınız." dedim.
Leyla Hanım, Emirhan'ın omletini servis ederken söylediklerim karşısında gülümsedi. Kadının gülümsediğini görünce aralarında sadece kendilerinin bildikleri bir bakışma gerçekleşti. Israrlarımıza rağmen bizimle kahvaltı yapmak yerine mutfağa geçen Leyla Hanım'ın peşinden yanına gittiğimde, samimiyetime inanmış olacak ki kırmadı. Birlikte Emirhan'ın yanına döndüğümüzde keyifle geçen kahvaltının masamıza konuk ettiği tatlı huzur ruhumuzuda doyurdu.
Annemle balkonda baş başa yaptığımız kahvaltıların ardından bulunduğum masa içimde hüzünle burulan kalbimin yerini bir kez daha hissettirirken, yediğim her lokma boğazımdaki düğüme takılıyordu.
...
Bölüm sonu
"Chopin nocturne no 1 in b flat minor" (bölümde ilk çalan beste)
Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur😊
Oy verip yorum yapmayı unutmayın 🧡
Bir sonraki bölüm de görüşmek üzere 🙋🏻♀️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top