15. BÖLÜM - İYOT KOKUSU
Zihnimde git gide büyüyen boşluğun içinde yalnız hissederken, bir görünüp bir kaybolan anıların bu kadar çabuk silinmesine şaşkındım.
Engin'in, "Beyin genelde stres ve öfke duyduğu anları bu gibi durumlarda geçici olarak geriye atabiliyormuş." dediği cümlesi kulaklarımda yankılandı. Demekki bu duyguları baskın yaşadığım anlar olmuştu diye düşünürken, pencereden uzaklaşıp Eda'nın yanına tekrar döndüm.
"Başım ağrıyor." dedim bıkkınlıkla. "Hatta üzerimden kamyon geçmiş gibi her yerim ağrıyor."
"Ucuz atlattın canım. Ben bile hâlâ kazanın şokundayken seni düşünemiyorum. Bu arada Emirhan aradı mı?"
"Emirhan mı? O neden arayacak?"
"Hastaneye o da gelmişti dün gece."
Başımı iki elimin arasına aldığımda bulmaya çalıştığım silik anlar saklandığı pusun ardından çıkmamaya niyetliydi. "Hatırlayamıyorum."
"Yıpratma kendini bu kadar, kısa zamanda düzeleceksin eminim. Emirhan Beyimiz senin için en iyi doktoru buldu bile." dedi gözlerini devirerek.
"Ne bu şimdi? Pek memnun olmuşa benzemiyorsun!"
"Fazla kibarmış gerçekten ve gıcık!"
Cümlesini bitirdiğinde istemsizce tebessüm edişim yüzümde donup kaldığında tekrar zihnime hücum eden kalabalık görüntülerle başım ağrıdı.
"Emirhan'ı hayatıma almam için oldukça hevesliydin oysaki; şimdi de gıcık olduğunu söylüyorsun, bazen seni anlamakta zorlanıyorum." dedim. Sesimdeki imalı tını amacına ulaşmış olmakı ki Eda'nın yüz ifadesi bir anda değişti. Ne diyeceğini bilmemenin verdiği tedirginlikle, "Aksine mutlu olmanı istiyorum. Sadece o... bizim gibi değil. Oldukça farklı biri." dedi.
Bıkkınlıkla solurken, "Sanırım onun aramasını beklemeden ben aramalıyım." diye konuyu değiştirmeye karar verdiğimde cep telefonumu alıp Emirhan'ı aradım. Yaklaşık bir saate geleceğini söylemişti.
"Konum atıyorum, kısa sürede burada olur." dedikten sonra üzerimdeki salaş tişörtü çekiştirerek gösterip devam ettim. "Böyle dışarı çıkamam."
"Ben sana giyecek birkaç parça kıyafet getirdim." dedi. Ayağa kalkıp koltuğun yanına bıraktığı çantadan çıkarttığı kıyafetleri üzerine tutup gösterirken devam etti. "Bunlar sana olur sanırım."
"Olur." dedim tebessüm ederek. "Ne iyi düşünmüşsün." Yüzüne yerleştirdiği samimi gülüşüyle cevap verirken sessizdi. İçimde beni huzursuz eden bazı duygular peyda olurken Eda'nın çıkarttığı kıyafetleri alıp Engin'in yatak odasına geçtim.
Koyu mavi jean ve üzerine seçtiği buz mavisi bluz üzerime tam oturmuştu. Omuzları açıkta bırakan kısmı oldukça hoş duruyordu. Aynadaki görüntüme son kez baktığımda, danığık saçlarımı elimle tarayıp alnımdaki bandajlı yaraya aldırmadan sıkı bir at kuyruğu yaptım. Odadan çıktığımda Engin gelmiş salonda oturuyordu. Üzerimdekileri görünce, "Dolapta sana ait kıyafetler vardı." dedi. "Hatta şurada bir tane de ayakkabın olacaktı." derken dizlerine dayadığı ellerinden destek alarak ayağa kalktı. Koridorda bulunan minik portmantonun yanına gidip dolabın içinden çıkarttığı beyaz spor ayakkabıları gösterdi. "Onlarda mı bu burada kalmış?" dedim gözlerine bakmadan konuşarak. Kapının girişine bıraktığı ayakkabıların yanında dikkatimi çeken başka bir şey vardı. Gördüğüm topuklu ayakkabılar bana aitti.
Bilekten kemerli zarif ayakkabıya bakarken, gözümün önüne gelen sahnede Engin karşımdaydı. Giydiğim saten elbisenin altında abes duran spor ayakkabıları değiştirmek için arabaya gidiyordum. Beynimin bana sunduğu görüntüleri kaybetmemek için gözlerimi kapadım. O an, başıma giren ağrı, bu defa beni yere serecek kadar şiddetliydi. Sanki kafamın içinde dev buzul kayalar vardı ve çıkardığı korkutucu sesiyle parçalara ayrılıyor, büyük bir gürültüyle suya düşerken yarattığı dalgalar sayesinde zihnimde ne var ne yoksa içine alıyordu.
Ağrının şiddetiyle yığıldığımda, bir elimle yerden destek alıyor diğer elimle başımı tutuyordum. Belimde hissettiğim eliyle doğrulmamı sağlarken Engin telaşlıydı. Eda diğer tarafta kolumdan tutarken, ikisinin bir ağızdan sorduğu sorular hece hece uğultuya dönüşüyordu. Sol tarafımda duran Engin'e baktığımda ela gözleri unuttuğum ne varsa hatırlatmak için hevesle bekliyordu. İkisinin yardımıyla doğrulup koltuğa oturduğumda telefonum çaldı. Eda uzanıp telefona baktığında, "Emirhan arıyor." dedi.
Engin'in tavrı anında değişirken gözlerimiz birbirini buldu. Bitkin bir halde, "Sen konuş." dedim. Telefonu açtığında konuşanın kendisi olduğunu belli eden birkaç cümle sıraladı. Telefonu kapandıktan sonra, "Gelmiş aşağıda bekliyormuş." dedi.
"Sizin gelmenize gerek yok ben giderim." diye konuştum. Üçü bir araya geldiğinde hissettirdikleri gerginlik beni fazlasıyla tedirgin ediyordu.
"Olmaz öyle şey, geleceğim!" Engin'in keskin kararı üzerine itiraz edecek gücü bulamazken Eda, "Ben de geleceğim." dedi. Sırayla ikisine bakarken öfkeyle soluyup yavaşça oturduğum yerden doğruldum. Birkaç adım atıp onlara döndüğümde, işaret parmağımı doğrultup konuştum. "Siz ikiniz, hiçbir yere gelmiyorsunuz."
Eda tam itiraz etmek için konuşacaktı ki elimle susturdum. "Annem ararsa pot kıracak bir şey söyleme yeter!"
Gözlerim Engin'i bulduğunda sesimin tınısı anında yumuşadı. "Misafir ettiğin için teşekkür ederim Engin."
Cümlem bittiğinde başını usulca salladı. Çantamı alıp, Engin'in çıkardığı ayakkabıları ayağıma geçirdim. Gözüm hala yerde duran topuklu ayakkabılarımdaydı.
Zihmime düşen son görüntülerden haberi olmayan Eda ve Engin ayakkabıya uzun uzun baktığımı görünce sessizce beni izliyorlardı.
"Görüşürüz." dedikten sonra konuşmalarını beklemeden evden çıktım. Binanın bahçe kapısından çıkarken Engin'in dairesinin bulunduğu kata dönüp baktığımda ikiside camdaydı. Emirhan beni görünce park ettiği siyah arasından indi. Yanıma geldiğinde tedirgindi.
"Solgun görünüyorsun. İyi misin?"
Başımı olumsuz anlamda iki yana salladığımda omuzlarımdan tutup göğsüne yasladı. Ferah kokusu burnuma geldiğinde saçlarıma her zamanki şefkatiyle öpücüğünü bıraktı. Geri çekildiğinde okyanus derinliği gözleri bu defa çoşkun denizleri değil aksine dingin suları anımsatıyordu. Yüzüne taktığı naif tebessümüyle arabasının kapısını açtığında yardımıyla koltuğa oturdum. Başımı tekrar Engin'in dairesinin olduğu kata çevirdiğimde hâlâ bakıyorlardı. Arabanın önünden dolaşıp yerine oturan Emirhan emniyet kemerini taktı.
"Hazır mısın güzelim?"
Ona dönüp tebessüm ettiğimde uzanıp alnımdaki bandajlı yaraya usulca dokundu. Çalışır vaziyette bekleyen arabayı sürmeye başladığında hızını kontrollü bir seviyede tutuyordu.
"Beni deniz kenarına götürür müsün?" Bunu ona bakmadan söyledim. "Tabii." dedi sadece. Ses tonundaki sorgulayıcı tını kendini belli ediyordu.
Sahil şeridinden ilerledikten sonra geldiğimiz yer insanların güzel havayı fırsat bilip doluştuğu sahil kesimiydi. Çimlerin üzerinde, banklarda keyif süren birbirinden mutlu yüzler, belki de düşünmeleri gereken tüm sorunlarını o an için unutup, birlikle ettiği keyifli sohbetlerin eşliğinde ellerindeki bira şişelerinden ya da kahve bardaklarından aldıkları her yudumda kısa süreliğine de olsa unutmayı başarıyorlardı.
Sessizce yürüdükten sonra, boş bulduğumuz banklardan birine oturduk. Bedenim yorgun zihnim bedenimden daha yorgundu.
"İyi geliyor her defasında." dedim dingin denizin ufkuna doğru bakarak.
"Seyretmek mi?" diye sorduğunda okyanus gözleriyle bana bakıyordu.
"Hayır. Kokusu... Koku; unutulmuş anıların oltasıdır. En dipte kalmış anıları bile kancasına takıp çıkatır. O yüzden buraya geldim."
Sorgulayıcı bakışlarını üzerimde hissederken ona döndüm. "Hatırlamıyorum! Dün neler olduysa hiç birini hatırlamıyorum."
Panikle koluma dokunan Emirhan bunu duymayı beklemiyor olacak ki aniden ayağa kalktı. "Bir an önce doktorun muayenehanesine gitmeliyiz."
"Sakin ol." dedim elimi ona doğru uzatarak. Karşılık verip tuttuğunda, usulca çekip tekrar yanıma oturmasını sağladım. "Bazı şeyler silikte olsa kendini gösterdi. Kalıcı bir durum olduğunu düşünmüyorum. Sadece biraz daha burada kalmak istiyorum." derken başımı omzuma doğru eğdim. "Lütfen."
Okyanus gözlerinde beliren tedirginlik kayaları döven hırçın dalgalar kadar şiddetliydi. Üstelik, itiraz edemeyecek kadar da şaşkındı. Gözlerimi kapatıp ılık rüzgarın burnuma emanet bıraktığı iyot kokusuna teslim oldum. Dalgaların sesine karışan silik anlar yerini uğultuya bırakıyordu. Başımın ağrısı yüzünden çatılan kaşlarımla dışardan nasıl göründüğüme aldırmadan gözlerim kapalı bekliyordum.
Zihnime üşüşen görüntüler bir filmi hızlı çekimde izlemek gibiydi. Sahneler silik, diyaloglar eksikti. Ağrım daha da şiddetlenmişti üstelik. Can havliyle yanımda oturan Emirhan'ın dizinden tuttuğumda henüz gözlerim kapalıydı. Kolunu omzuma doğru uzatıp bedenimi kendine çektiğinde göğsüyle buluşan yüzüm ferah kokusuyla denizi utandırıyordu. Serin suları kucaklamış hissini yaşatan bedeni, babamın eksik kalan sevgisini tamamlıyordu adeta.
Gözlerimi usulca açtığımda başımı çenesinin altından yüzüne bakmak için kaldırdım. Yakınlaşsa uçup gideceğimden kokar gibi başını eğip bakmak yerine, birde gözlerini kaçırıyordu. Kolunu attığı omuzuma nazikçe dokunuşlarda bulunarak etrafı izliyor, bense onun güvenilir sıcağına bir adım daha sokuluyordum. Onun yanındayken hissettiğim huzurla tüm eksik parçalarım bir araya toplanıyordu. Hem bana çok yabancıydı, hem de çok tanıdık.
"Gidelim mi artık?" diye konuştuğunda hırıltılı çıkan sesini, boğazını temizleyerek düzeltti. "Kollarımda olmana daha fazla alışmaktan korkuyorum."
Başımı göğsünden kaldırıp geri çekildiğimde yüzümde beliren tebessümle bana doğru uzanan koluna dokundum. "Yanında olmayı seviyorum."
Benden duymayı beklemediği kelimeler dudaklarımdan döküldüğünde okyanus derinliği gözleri hevesle ışıldadı. İçine çeken mavileri mutlu olduğunda efsunlu bir hal alıyordu sanki. İkimizde oturduğumuz yerden kalkıp, arabasına doğru yürüdük. Tekrar kapımı açıp yardımıyla yerime oturduğumda midemden gelen açlık seslerini iki elimde bastırıp yok etmeye çalıştım. Emirhan yanıma oturduğunda bunu hissetmiş gibi konuştu. "Muayenehaneden çıktıktan sonra seni yemeğe götürebilir miyim?"
"Neden olmasın." İki elim hala karnımdayken bu teklifi reddedemeyecek kadar aç olduğumu anladım. Cevabımdan memnun olan adamın gözleri hevesle parlarken, havanın sıcaklığıyla üzerime çöken rehavet beni uykuya davet ediyordu. Kolumla desteklediğim başımı sağ tarafa eğip gözlerimi kapadım. Uykunun içime işlediği ılık esinti göz kapaklarımın sorgusuz sualsiz kapanmasına sebep oluyordu.
Gözlerimi arabanın sarsılmasıyla açtığımda panikle Emirhan'ın kolunu yakaladım. Nefes alışlarım hızlanmış, soluduğum hava ciğerlerimi tatmin etmiyordu. "Özür dilerim güzelim. Önümdeki araç ani fren yaptı." diye konuştuğunda hüzünle bakıyordu. "Seni korkutmak istemedim." Elini usulca yüzüme uzatırken tedirgindi. "İyi misin?"
Arabanın sarsılmasının ardından yankılanan korna sesleri dün gece kaza anını tekrar yaşamama sebep olurken, bu derece korkabileceğimi kendim bile kestirememiştim. Başımı iyiyim anlamında sallayıp yutkunduktan sonra, "Daha ne kadar gideceğiz?" diye bıkkınlıkla sordum. "Az kaldı, gelmek üzereyiz." Derin bir nefes alıp bırakırken arkama yaslandığımda bedenimin titrediğini hissettim.
Camı aralayıp içeriye girmesine izin verdiğim ılık rüzgar yüzüme her dokunuşunda sakinleştirici etkisiyle beni teselli ediyordu. Kısa bir süre sonra Emirhan arabasını yaptığı bir iki hamleyle park edip durdurdu. Hızlıca yerinden kalıp olduğum tarafa geçtiğinde kapımı açtı. Uzattığım elimi havada bekleyen eliyle tuttuğunda sıkıca kavrayıp usulca kendine çekti. Muayenehaneye girdikten sonra, gelmemizi bekleyen asistan güler yüzüyle karşılayıp, doktorun odasına yönlendirdi. Bizi karşılayan kadının önderliğinde odanın önüne geldiğimizde kapısını tıklatıp birkaç saniye bekledi. Kapıyı açtıktan sonra kendisi kenara çekilirken içeri girmemiz için müsaade etti.
Koltuğundan bizi görünce ayağa kalkan ihtiyar doktor burnunun üzerindeki yuvarlak çerçeveli gözlüğü işaret parmağıyla geriye itip, "Hoş geldiniz, buyurun lütfen." dedi. Görünüşüne nazaran daha genç ve dinamik çıkan ses tonu; adamın kırlaşmış, seyrek saçlarını her hecesinde inkar ediyordu. Masasının önünde bulunan kahverengi deri koltuklara doğru ilerlediğimizde elini tokalaşmak için bana doğru uzatıp gülümsedi. "Tekrar hoş geldiniz Eylül Hanım. Nejat ben." Uzattığı elini sıkarken şaşkınlıkla konuştum. "Teşekkür ederim, hoş buldum."
Önümde bulunan deri koltuğa yorgun bedenimi usulca bırakırken ayakta bekleyen Emirhan'a bakıyordum. Kendisi yüzüne takındığı kendinden ödün vermeyen gergin gülümsemesiyle elini Nejat Bey'e uzattı. "Uzun zaman oldu Nejat Bey nasılsınız?"
"Teşekkür ederim Emirhan Bey oldukça iyiyim, sizler nasılsınız?" derken yerine oturmuş masada ellerini birleştirip mesleğinin verdiği ağırlığın tonlamasıyla konuşurken göz ucuyla bana bakıp tekrar Emirhan'a dönüyordu.
"Hazırsanız sizi dinliyorum." diye konuşurken işaret parmağıyla burnunun üzerindeki gözlüğünü düzeltince bakışları tekrar beni buldu.
"Dün gece bir kaza geçirdim ve uyandığımda..." cümlemi yarıda kesen doktor konuşmaya başladı. "Hatırlamadığınız şeyler olduğunu farkettiniz." Başımı onaylayıp salladığımda anlamsızca doktora bakıyordum. "Emirhan Bey, çekilen tomografi görüntüsünü yolladığında inceledim. Küçük ve bence zararsız bir ödem gibi görünüyor. Şimdi ben sizi daha detaylı bir şekilde bilgilendireceğim." dediğinde önünde bulunan bilgisayar monitörünü ikimizin görebileceği bir açıyla çevirdi.
"Bakın, bu görünen puslu noktacık çarpmanın etkisiyle oluşan ödem. Beynimiz vücudumuzun en akıllı ve en benmerkezci organıdır. Travmalarda kendini bazen hafıza oyunları yaparak korumaya alabiliyor. Bazen de tam tersi sonuçlara yol açabiliyor. Şiddetli çarpmalarda hastaları hemen uyutmama çabamız beynin uyanık kalıp işlevini tam anlamıyla yapmasını sağlamaktır. Eğer hasta uyursa beyin travmatik etkiyle kendini bir süreliğine kapatabilir. Yani uyumak için acele etmiş olabilirsiniz."
Gözlerim şaşkınlıkla açılırken omuzlarım yukarı doğru bilmiyorum der gibi kalktığında, sessizce konuşmasına devam etmesini bekledim.
"Şanşlısınız ki ödem kalıcı gözükmüyor. Oluştuğu yer, hipokampus'ta, yani kısaca beynin medial temporal lobunda yer alan, hafıza ve yön bulmada önemli rolün olduğu bölgesinde değil, ama çok yakınında."
Sorgulayıcı bakışlarımı doktordan uzaklaştırıp Emirhan'a çevirdiğimde güven verir anlamda gözlerini usulca kapayıp açtı. Dudaklarım anlık tebessüm edip hızla eski halini aldığında doktora döndüm.
"Şimdi bu ödemin ne durumda olduğunu öğrenmek için sizden tekrar bir film daha isteyeceğim. İçinizi ferah tutun beyniniz travmaya bağlı kendini hala kapatmakla meşgul. Şiddetli baş ağrısı, baş dönmesi ve uyku hali belirtileri bu gibi durumlar için normal, korkmayın."
Sizi dinliyorum dedikten sonra tek kelime dahi ettirmeyen doktor seri şekilde beynimdeki ödemi ve doğurduğu sonuçları anlatırken, haz aldığı mimiklerine kadar yansıyordu. Soracaklarımı dahi unutturan gevezeliği sayesinde apar topar yönlendirdiği görüntüleme merkezine gitmek için odasından çıktık. Az önce duyduklarıma hala anlam veremezken, Emirhan aceleci tavırlarıyla aklımın daha da karışmasına sebep oluyordu.
Arabasının yanına geldiğimizde elini uzatıp kapıyı açarken durdurdum. Sırtımı yasladığım araba açıldığı minik aralıktan nefes almadan bedenimin ağırlığıyla geri kapandı. Hareketim karşısında bir eliyle arabadan destek alırken diğer elini alnımdaki kapalı yaraya götürdü. "Yaralarına merhem olmama izin ver."
Yanaklarıma süzülen gözyaşlarımı görünce avcunun içine aldığı yüzümün nemlenen kısımlarımı baş parmağıyla usulca sildikten sonra eğilip gözümün hemen yanına sıcacık öpücüğünü bıraktı. Kendimi geri çekecek mesafeyi bulamadığımda onu rahatsız etmeyecek bir hareketle başımı yana eğdim. Çaresizliğim karşısında savunmasız kalan adam arabadan destek aldığı elini çekip cebine koydu. Bakışlarını kaçırdığı an yaslandığım kapıyı elimi arkama götürerek açtım. Hiçbir şey demeden yerime oturduğumda ona bakmaktan imtina ediyordum. Kapıyı kapatıp arabanın önünden dolaşırken yüzünden düşen bin parçayı belli etmemek için hızla yerine oturdu.
Görüntüleme merkezine giden yolu aramızda mesken tuttuğumuz sessizlikle sonlandırdık. Yönlendirildiğimiz hastane danışmanı biz gelmeden haberimizi almış, içeri girdiğimizde işlemler oldukça hızlı başlamıştı. Halsiz bedenim bunca kargaşaya rağmen direnmekten başka bir çaba sarfetmiyor, kendime uygun yeri bulsam devrilip günlerce uyumak için anını kolluyordum. İşin en zor tarafı da bunca olanı anneme izah etmek olacaktı. Bunu düşünürken kalbimin korkuyla atmasına engel olamadım. Kolumdaki çantayı Emirhan'a uzattığımda okyanus gözleriyle bakıp elimi ani bir hareketle yakaladı. Desteğini her koşulda hissettiren adam avcumun içine bıraktığı samimi öpücükle bunu taçlandırdı.
Yanımıza gelen hemşirenin önderliğinde tomografi için odaya alındığımda, verdikleri önlüğü giyip tüneli andıran cihazın raylı sistemine uzandım. Cihazdan çıkan sesler, dün gece kazadan sonra hastaneye geldiğimde yine aynı işlemlerin yapıldığını usul usul gözlerimin önüne seriyordu. Hastanenin kendine has kokusu bu görüntüleri destekler şekilde baskın çıkıyordu. Koku... unutulmuş anların oltasıdır diye içimden geçirirken cihazın raylı sistemi hareketlendi. Yanıma gelen hemşire doğrulmam için yardım ederken konuştu. "Geçmiş olsun, birazdan tomografi görüntüsünü teslim etmek için yanınıza uğrayacağım."
"Kısa sürdü." dedim "Bir önce ki daha uzun sürmüştü." Söylediklerime kendim de şaşırmış olmalıyım ki sesli bir şekilde düşünürken mırıldadım. "Hatırladım."
Odadan çıktığımda Emirhan bir eli ensesinde diğer eli cebinde hastane koridorunda endişeyle yürüyordu. Beni görünce yanıma koşar adımlarla gelip konuştu. "Eylül ben çok kötü bir şeye sebep oldum sanırım."
Tam ne olduğunu soracağım sırada telefonum çaldı. Eda arıyordu. Aramayı müsaade isteyip cevapladığımda sesi kilometrelerce koşmuş gibi nefes nefese çıkıyordu. Telefonun diğer ucunda olan biteni anlatan Eda'ya sadece tamam cevabını vererek görüşmeyi sonlandırdım.
"Zaten öğrenecekti. Önemli değil, sıkma canını. Ben ararım şimdi onu. Sesimi duyunca rahatlayacaktır." Cümlemin sonunda koluna teselli edercesine dokunduğumda dudakları mahçup olduğunu belli eden bir hareketle kıvrıldı. Annemi aramak için telefonumu aldığımda yanımıza gelen hemşire görüntülerin bulunduğu dosyayı teslim ettikten sonra yanımızdan ayrıldı. Hastaneden çıkarken daha fazla geciktirmemek adına derin bir nefes alarak annemi aradım. Sesinde birden fazla duyguyu barındıran tonlamasıyla konuşurken, eve geldiğimde detaylıca konuşacağımı söyleyerek telefonu kapadım. Üzerimden büyük bir yükün kalktığını hissederek içime çektiğim derin nefesi burnumdan vererek özgür bıraktım.
Arabaya binip tekrar Nejat Bey'in yanına doğru yola çıktığımızda Emirhan sebep olduğu durumdan dolayı hissettiği suçlulukla sessizdi. Koltuğunun yanına koyduğu direğine dokunduğumda aramızda peyda olan sessizliği gözlerini yoldan ayırmadan bozdu. "Öğrenmiştir diye düşündüm, özür dilerim." diye konuşurken hala gözlerini kaçırıyordu. "Israrla arayınca merak etmesin diye açma gereği duydum. Yapmamalıydım."
Teması kesmeden konuşmaya başladım. "Bende nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. İşimi kolaylaştırdın." Muzipçe ona bakıp gülümserken o, bir yandan yola bakıyor diğer yandan yüzüne yerleştirdiği zoraki tebessümüyle gözlerini kaçırmaya devam ediyordu.
Nejat Bey'in muayenehanesine girdiğimizde yine beklemeden odasına çıktık. Aynı samimiyetle karşılayan adam elimde duran dosyayı, bana doğru uzattığı el hareketiyle istediğinde, yine sessizce aldığı gibi incelemeye başladı.
"Tam da tahmin ettiğim gibi! Önceki görüntüye nazaran küçülme gözle görürebilecek kadar bariz." derken görüntünün olduğu belleği bilgisayarına takıp monitörü bize doğru çevirdi. "Bakın, eminim ki sizde farkı göreceksiniz." Girdiği bahisi kazanmış gibi çoşku içinde beynimdeki ödemin küçüldüğünden bahseden doktor, tahminlerinin doğru çıkması üzerine gerinerek arkasına yaslandı.
"Peki bu unuttuğum anlar..." diye başladığım soru cümlesi yine sayesinde yarıda kalmıştı. "Merak etmeyin, çok uzun sürmez. Beyninizi yönlendirmek sizin elinizde. Onun işini kolaylaştırmak için meditasyon tavsiye ediyorum." Ellerini masada bitleştirip devam etti. "Stres baskın bir duygudur, uzak durmaya çalışın. Öne çıkartmanız gereken üzücü ve stresli anları siz unutmak istiyorsanız eğer şu durumdayken size onları zaten geri vermez. Nefes egrezsizleri yapın, bolca yürüyüşle geçireceğiniz hafta bitiminde sizi tekrar görmek istiyorum."
Emirhan oturduğu yerden ayağa kalkıp doktora elini uzattığında, "Teşekkür ederiz Nejat Bey." diye konuştu. İhtiyar adam iki elinin arasına sıkıştırdığı elini önemli değil anlamında samimiyetle sıktığında, bakışları beni buldu. Yüzünde beliren tebessümle, "Geçmiş olsun Eylül Hanım." dedi. Emirhan'dan çekip uzattığı eliyle tokalaştıktan sonra odadan çıkmak için kapıya doğru yöneldiğim sıra Emirhan arkamdan gelirken doktor seslendi. "Emirhan Bey." Anlık arkamı döndüğümde doktorun kaçamak bakışları dikkatimi çekti. "Dışardayım ben." Başını eğip kararımı kabul eden hareketinin ardından kapıyı kapattı.
Dışarıya tamamen çıktığım da güneşin göz kamaştıran parlaklığına elimi siper ettim. Gözlerimi kapatıp başımı gökyüzüne doğru kaldırdığımda yakıcı sıcaklığın tenimde hissettirdiği karıncalanmayla yüzümü buruşturdum. Burnumdan firar eden yorgun ve derin nefesi ciğerlerimden özgür bıraktığımda rahatlamıştım. Ödem yüzünden belli etmesemde tedirgin hissediyordum. Geçici bir durum olmasına içten içe sevinirken, geriye sadece silik anları hatırlamak kalıyordu. Belimde hissettiğim el sayesinde irkildiğim sıra dudaklarımdan korkumu belli eden zayıf bir nida çıktı. "Korkuttum mu?"
"Bu kadar çabuk beklemiyordum. Boş bulundum." dedim değişen kalp ritmime engel olamayarak.
Belimde duran elini yavaşça kendine çekerek bir adım yaklaşmamı sağladığında ne yapmaya çalıştığını kestiremiyordum. Saçlarıma sıcak nefesiyle dudaklarını hissettirirken şefkati yadsınamaz derecedeydi. "Korkma."
Arabaya bindiğimizde artık midem açlığın verdiği hisle ağrımaya başlamıştı. "Sanırım artık yemek yesem iyi olacak."
Anlık bakışıyla göz göze gelirken hızla yola dönüp kalın dudaklarının arasından dişlerini göstererek gülümsedi. "Seni harika bir yere götüreceğim."
Aklımda ve kalbimde ne varsa, tüm samimiyeti ve içtenliğiyle bana gülümseyen okyanus gözlü bu adamın yanında kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyor, bu hissettiğim güven beni oldukça mutlu ediyordu.
...
Bölüm başlığı fikri için bitkiyesili teşekkür ederim 💛
Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur 😇
Oy verip yorum yapmayı unutmayın 🙏🏻
Bir sonraki bölüm de görüşmek üzere 🙋🏻♀️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top