14. BÖLÜM - SİS
Uzattığı eline baktığımda, kalbimin patlamaya hazır bir volkandan farksız olduğunu belli etmemek için huzursuzca karşısında bekliyordum. Yüzüne yerleştirdiği tebessümü hissettiği tedirginlikle titrerken, ifadesi mum ışığının nefes şiddetiyle bile sarsılması gibiydi. Yaydığı cılız ışık, benden gelebilecek aksi bir rüzgarla sönmeye hazır bekliyordu.
Elini havada bırakıp içeri doğru geçmeyi tercih ettiğimde, umduğunu bulamamanın verdiği hisle hüzünle kıvrılan dudaklarını yüzüne yerleştirmiş, yarım bakış gördüğüm hali içimde zamanında yeşerttiği çiçekleri birer birer solduruyordu.
Yorgun bedenimi salonundaki koltuğa bıraktıktan sonra ayaklarımı kendime çekip olduğum yere kıvrıldım. Bu halimi gören Eda, Kemal'in yanından kalkıp henüz salona gelmemiş olan Engin'e seslendi. Getirdiği incecik nevresimi usulca çıplak bacaklarıma örterken yastığı boynumun altına bıraktı. "Henüz uyumaman gerekiyor birkaç saat daha sabret olur mu?" dedi Eda yanımdan gidip Kemal'in yanına otururken.
Başımı kabul eden bir hareketle eğdiğimde, uyku kollarını açmış sıcacık göğsüne bitkin bedenimi sarmak için sabırsızlanıyordu. Engin salona girip kanepesinde beni yatarken görünce, "Buraya fazla yerleşme, benim yatağımda daha rahat edersin." dedikten sonra devam etti. "Bu arada üstünü değiştirmen için odaya da bir şeyler bıraktım."
"Böyle iyi! Sabaha kadar idare edebilirim."
Yine ve yeniden itiraz ettiğim için burnundan soluyarak diğerlerine döndü. "Bir şeyler içer misiniz?" İkisi aynı anda başını olumsuz anlamda sallarken, evlerine gitme kararı aldılar. Yarın sabah erkenden geleceğini defalarca söyleyen Eda, tekrar uyumamam için tembih etti. Engin misafirlerini yolcu ederken, sessizliği fırsat bilen gözlerim usulca kapandı. Yastığından burnuma gelen kokusu sayesinde içimi ezen anılar, kendini gerçek kadar yakından hissettiriyordu.
Karanlığa teslim olan gözlerim ve zihnimin çıkardığı yolculuktan sesiyle sıyrıldım. "Eylül! Uyumaman gerekiyor." Ona doğru bakmadan konuştuğumda, "Uyumuyorum!" dedim. "Gözlerimi dinlendiriyorum." Yanıma gelip beklemediğim bir şekilde kollarımdan çekiştirdi. "Böyle yatmaya devam edersen uyuyacaksın!" Kolumu kendime çektiğimde az önce kapanan gözlerim, bu hareketinden sonra tepkiyle açıldı.
Olduğum yerden doğrulup ayağa kalktığımda panikle, "Nereye?" diye sordu.
"Su alacağım." dedim. Sesimdeki buzdağına çarpıp usul usul dibe batan ela gözleriyle sessizce bakıyordu. Bir an önce sabah ol... kendimin duyacağı bir tonda söylenip mutfağa girdiğimde, gördüklerim cümlemi yarıda bırakmıştı. Buzdolabının üzerine iliştirişmiş fotoğraflarda bulunan yüzler bana şimdi fazlasıyla yabancıydı. Mutlu, çok mutluydular. El ele, göz göze çekilmiş samimi sıcacık kareler o an dile gelse çok şey anlatabilirlerdi. Duyacak cesaretim kalmamışken, umarsızca haykırabilirdi geçmişi. Ne kadar sevdiğimi, nasıl sevildiğimi tekrar tekrar söyleyebilirlerdi.
Arkamda nefes alış verişlerini hissettiğimde sımsıkı kapadığım gözlerimden düşen damlalar birbirini kovaladı. Mutfak dolabına doğru yönelip bardak çıkarttıktan sonra suyu doldurup, uzattı. Başımı olduğu yöne çevirip elindeki suyu aldığımda buğulu gözler bulmayı beklemiyordum.
"Zaman seni, sen olmadan da sevmeyi öğretti bana." dedi. Fısıldayan tonlamasıyla. Elimdeki bardağı bıraktığımda dolabın üzerindeki fotoğraflardan birini uzanıp aldım.
Yüzümde karedeki çifti gördüğümde oluşan tebessüm yanına aldığı hüznü çoktan geride bırakmıştı. "Ne çok eğlenmiştik bugün." dedim ona bakmaktan kaçınarak. "Hemde çok." dedi. "Hatırlıyor musun? O gün kusana kadar yemek yemiştik." diye devam ederken, gözümde canlanan anılar sayesinde kıkırdadım.
Aniden gelen baş dönmesiyle sendelerken, elimdeki fotoğraf yere süzüldü. Hızlıca belimden tutup kendine çektiğinde tedirgindi. Salona doğru adımlarken durdu, "Kanepede yatma, gel şu üstünü değiştirelim önce." Şiddetlenen baş ağrımla beraber itiraz edecek gücü kendimde bulamadım.
Yatak odasına geldiğimizde kapının girişinde bekleme ihtiyacı hissettim. Zira buradaki anıların sıcaklığı yüzüme arsızca çarpıyordu. Yatağının üzerine çıkarttığı kıyafetler bana aitti. Her şeyi saklamış olması içimde kıpırdamaya hazır duyguları ele geçiriyordu. Yanıma geldikten sonra koluma girip içeri ilerlememe yardım etti. Yatağın kenarına oturduğumda gözlerinin içine baktım. Bu defa o benimle göz göze gelmekten kaçınıyordu. Uzanıp yanımdaki kiyafeti eline aldığı an, kolunu yakaladım. "Ben hallederim."
Sessizce odadan çıkmak için doğruldu. "Kapıdayım bir şeye ihtiyacın olursa seslenirsin." Ardından kapıyı kapatıp beni odada anılarımızla başbaşa bıraktı. Kolumu arkadaki fermuara uzattığımda kasılan boynumun acısıyla bağırdım. Kapıdan seslenen Engin'e yanıma gelmemesi için, "İyiyim." dedim. Pes edip yatağa tekrar oturduğumda boynumu gevşetmek için ovmaya başladım. Tekrar fermuarı açmak için yeltendiğimde aynı ağrı daha şiddetle gelmişti. Acıyla dişlerimi sıkıp boynumu tekrar tuttuğumda çaresizce bir süre kıvrandım. Kapıyı tıklatan Engin, "Eylül inat etme, bırak sana yardım edeyim." dediğinde bu defa itiraz edecek durumda değildim.
Benden ses çıkmayınca kapı usulca açıldı. Ona doğru baktığımda henüz kendisini göstermemişti. Daha sonra başını uzatıp beni elbiseyle oturuyorken görünce güldü. "Fazla inatçısın."
Omuzlarımı silklip, küçük bir kız çocuğu gibi eteğimle oynarken komik göründüğümün farkındaydım. "Şu lanet fermuar! Kapanırken oldukça hevesliydi ama şimdi açılmıyor."
"Müsaade et bana." derken omuzuma dokundu. Oturduğum yerde sırtımı ona dönerken kalbimin sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Tek dizini yatağa koyup dengede durmaya çalışırken elbisemin fermuarını tuttu. Onun yutkunma sesini duyduğumda dudaklarımı ısırdım. Her santimini usulca aşağıya çekerken ellerinin titrediğini anlamamak mümkün değildi. Parmak uçları sırtımdan belime doğru teması kesmeden ilerlerken tepeden tırnağa ürperiyordum. Omuzumdaki askılara yönelen elini tuttuğumda ona doğru döndüm. Yüzüne baktığımda yanağından süzülen gözyaşlarıyla oldukça üzgün görünüyordu.
Elimi koluna doğru uzatıp tamamen yanıma oturmasını sağladım. Bu hareketimi bekliyormuş gibi sarıldığında boynuma yüzünü gömdü. Gözyaşlarını hissertirdiği yer nemlenirken, kayıtsız kalamayarak ellerim sırtına yerini aldı. Şimdi ikimizde ağlıyorduk. Sessizce, usulca... Belki de şuan her şeyin farkında olarak, kaybettiklerimiz için ağlıyorduk. Sonra en acı kaybedişim aklıma şimşek gibi düştüğünde yalnız bırakıp eksikliğini hissettirdiği günler düğüm düğüm boğazıma dizildi. Kollarımı yavaşça aşağıya indirdiğimde kendini geri çekti.
"Geç kaldık." dedim. "Her şey için geç kaldık." Gözlerime sabitlediği elalarını, beklemediği cümlemi duyduğunda acıyla kapadı. Başını beni onaylarcasına salladıktan sonra ayağa kalktı ve sessizce odadan çıktı. Gidişinin ardından apar topar üzerimi değiştirip yatağa girdiğimde, sarılırken yüzünü gömdüğü tarafıma başımı eğip kokladım. Az önce yaşanılan sarılma aylar önce edilen vedanın belki de eksik kalmış parçasıydı. Kendimi onun kollarından geriye çekerken kalbimde çatırdayan duygular bu anı bekliyormuş gibi başkalaşıyordu. İlmek ilmek hevesle yeştiştirdiğim çiçekleri bu sarılmanın ardından ellerimle ektiğim topraktan şimdi geri söküyordum.
...
"Ne işim var benim burda!" Gözlerimi açıp, yataktan korkarak doğrulduğumda bedenimde yer yer hissettiğim ağrılar hareketimi kısıtlıyordu. Boynumu tutarak tamamen ayağa kalktığımdaysa hissettiğim baş dönmesiyle yataktan destek alarak geri oturdum. Üzerimdeki kıyafetlerin bana ait olduğu gerçeğine anlam veremezken, elbisem aklıma geldiğinde başımı odanın içine doğru çevirdim.
Göz gezdirdiğim odayı bir zamanlar Engin'le paylaşıyordum. Kaçamak, tatlı buluşmaların sonunda birbirimizi arzularken, bu odayı nefeslerimizle ısıtıyorduk. Gardrobun yanındaki pufun üzerinde duran elbisemi gördüğümde tekrar ayağa kalktım. Yavaş ve temkinli adımlarla dolabın yanına geldiğimde aynaya yansıyan yüzüme şaşırarak baktım. Elimi sarılı alnıma götürüp gözlerimi kapadığımda zihnime çöken sis, istediğim şeyleri bulmama engel oluyordu. Uzanıp elbisemi aldığımda üzerindeki kurumuş kanın rengi midemi bulandırmaya yetmişti.
Elimden düşen saten kumaş yere yığılırken kendimi koşar adımlarla banyoya attım. En son ne yediğimi bile hatırlamazken midemin tamamen boşalmasıyla iyice halsizleşmiştim. Kapıyı tıklatan ses endişeyle, "Eylül, iyi misin?" diye sorarken hâlâ neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Cevapsız bıraktığım adam ıslarla kapıya vururken soğuk suyla yıkadığım yüzüme tekrar baktım. Alnımdaki sargının kenarından altına doğru baktığımda rastgele atılmış birkaç dikişin bulunduğu yarayı gördüm. Islak ellerimle dağılmış saçlarımı geriye attıktan sonra derin bir nefes alıp kapıyı açtım.
Engin karşımda korkulu yüz ifadesiyle bekliyordu. Kapıdan destek alarak ona doğru baktığımda yüzümdeki bilinmezliği anlamıştı. "Neyin var? Hastaneye gidelim mi?" Başımı iki yana olumsuz anlamda sallarken yanından sıyrılıp geçtim. Tekrar uyandığım odaya döndüğümde yatağa oturdum. Arkamdan gelip kapıda dikilen adamın bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Gözüm yerde duran elbisemin üzerindeydi. Ona bakarken midemin bulantısı tekrar baş gösterdiğinde elimi karnıma görürdüm. Gözlerimi kapadığımda ayak seslerini duyduğum Engin, yerdeki elbiseyi alıp elinde bir kağıt parçasını buruşturur gibi avucuna sıkıştırmaya çalıştığında, bana göstermekten kaçındığı için arkasına doğru sakladığı elbiseyle banyoya doğru gitti. Geri döndüğünde eli boştu. Ağır adımlarla gelip yanıma oturduğunda korkarak elini koluma doğru uzattı. Kendimi ani bir hareketle geriye çektiğimde tekrar sordu. "Eylül, iyi misin?"
"Neden buradayım." dedim gözlerine öfkeyle bakarak ve devam ettim. "Alnımdaki yara, sen, bu ev... neler oluyor?
"Hatırlamıyor musun?" Sorduğu sorunun gerçekliğini her kırpışında kirpiklerine kadar yaşayan adam, kayıtsız ve boş ifademe şaşkınlıkla bakıyordu.
Başımı iki yana hayır dercesine sallarken dizlerime dayadığım direkseklerimle ellerimi yüzüme kapadım. Sırtımda hissettiğim elinin sıcaklığıyla geriye doğrulduğumda, "Sakin ol, kendini yıpratma. Her şeyi anlatacağım ama önce bir şeyler yemelisin." dedi. Sesindeki tını bana oldukça yabancı geliyordu.
Her şey bu kadar normalleşmişken aklımın bulanık suyunda hiç bir şeyi net göremiyordum. Sinirle ayağa kalktığımda tekrar başımın dönmesiyle gözlerimi kapadım. Halimi gören Engin refleksle kolumdan tutarken öfkeyle soludum. Her sorumda ellerimle onu göğsünden iterken o, her hamlemde bir adım daha geriye giderek sessizce bana bakıyordu. "Ne oldu bana? Neden yatağında uyandım?" Zihnime çekilmiş sis perdesi sayesinde, bilinmeyenler beni iyiden iyiye geriyordu. "Cevap ver!"
Son hamlemle birlikte sırtı duvara sertçe temas edince, gözlerini öfkeyle kapadı. Sakinleşmeyi beklerken ani bir hareketle ellerimi tutup çekince, sırtımı kendine doğru çevirdi. Hareket etmeme engel olmak için kollarıyla göğsümün etrafından sıkı sıkıya tuttuğu vücudumu kendisine yapıştırdığında tek beden olmuştuk. Kalp atışlarını sırtımda hissederken, "Ne yapıyorsun?" dedim. Elinden kurtulmak için tüm gücümle çırpınıyordum. "Bırak beni!"
"Sakin ol. Az önce, anlatacağım dedim değil mi?"
"Bırak beni dedim sana!" Bunu söylerken dişlerimi öfkeyle sıktım. Bedeninin sıcaklığıyla hissettiğim uzuvları zihnimin bulanık gölüne yetmezmiş gibi, birde arsızca taşlar fırlatıyordu. Kalp atışlarım daha da hızlanırken içinde bulunduğum durumdan bir an önce kutulmak istediğim için çırpınmaktan vazgeçip durdum.
"Sanırım artık konuşabiliriz." dedi Engin. Sakinleştiğimden emin olmak ister gibi başını omzumun üzerinden eğip yüzüme bakmaya çalıştı.
Ona bu kadar yakın daha fazla kalamayacağımı anladığımda pes ettim. "Tamam, bırak artık."
Kollarını usulca gevşettiğinde hemen ondan uzaklaşıp yatağa oturdum. Acıyan kollarımı ovarken gözleri üzerimdeydi, "Özür dilerim canını yakmak istemedim." Cümlesiyle başımı iki yana sallarken sessizdim.
Yanıma gelip oturdu. Kollarımı kendine doğru çekip baktığında silip atmak ister gibi kızaran yerleri eliyle dağıtmaya çalışıyordu. "Özür dilerim, gerçekten özür dilerim."
Cevap vermeme fırsat kalmadan koluma girip yatak odasından çıkartmak için hamlede bulunduğunda salona kadar birlikte yürüdük. Kendisi koşarak mutfağa gitti ve kızaran yerlere soğuk kompres yapmak için elinde buz torbasıyla geri döndü. "Gerek yok." İtiraz ettiğimde yüzünün aldığı ifade nedense hep komik görünürdü. Belki de onu eskiden sinirlendirmek hoşuma gittiği için bana öyle geliyordu.
Dediğimi duymamış gibi tekrar kolumu kendine çekip parmaklarının şeklini çıkarttığı yerlere soğuk kompres yapmaya başladı. Engin günah çıkarma işlemine devam ederken dayanamayıp tekrar sordum. "Alnıma ne oldu?"
"Kaza yaptın." dedi bakmaktan kaçınarak.
"Kaza mı?" diye sordum. Gözlerim boşluğa dalarken, "Neden hatırlamıyorum öyleyse?"
Ciğerlerine çektiği nefesin süresi kadar ne diyeceğini düşünmeye çalışan Engin, vakit kazanmak için aldığı nefesi yavaşça bıraktı. "Ödem yüzünden." Sıkılganlıkla çıkan ses tonuyla devam etti. " Başına aldığın darbeden kaynaklı sanırım. Doktorda bunu anlamak için tekrar görmek istiyor seni. Hem bazı durumlarda istirahat edince kendiliğinden geçebiliyormuş. Bunu yanına geldiğinde sana da söylemişti."
"Hiçbir şey hatırlamıyorum."
"Doktorun yanına detaylı bilgi almak için gittiğimde kısmî unutkanlıklar yaşayabileceğini, beynin genelde stres ve öfke duyduğu anları bu gibi durumlarda geçici olarak geriye atabildiğini söyledi."
"Annem!" dedim. Hızla ayağa kalktığımda Engin'in elinden kayan buz torbası yere düştü. "Annemin haberi var mı?"
"Hayır, Eda'nın evinde olduğunu biliyor."
"Eda'nın mı?" dedim kaşlarımı çatarak. "Peki, neden orada değilim?"
"Her şey fazla karışık biliyorum ama sakince dinlersen en baştan anlatabilirim."
Ellerim belimde salonun içinde bir oraya bir buraya giderken durdum. Vücudumda hissettiğim ağrılar ayakta kalmama fazlasıyla engel oluyordu. Az önce kalktığım yere yani Engin'in yanına tekrar oturdum.
"Sanırım en baştan dinlesem daha iyi olacak." Geriye doğru yaslandığımda Engin'e yan dönecek şekilde oturup ayaklarımı kendime çektim, başımı koltuğun sırt kısmına dayarken boynumun ağrısı kendini gösterince doğruldum.
Engin yerleştiğimi görünce boğazını temizleyip anlatmaya başladı. "Eda ve Kemal'in aileleriyle tanışma faslı vardı dün akşam. Aylar sonra seni ilk kez Eda'nın evinin önünde gördüm. Topuklu ayakkabılarını giymeyi unuttuğun için arabana dönüyordun ve benimle karşılaştın." Daha sonra ben binaya doğru gittiğimde sen arabana tekrar bindin. Yukarıya çıktığımdaysa misafirler çoktan gelmişlerdi. Eda'ya karşılaştığımızı söyledim. Senin bize katılma süren uzayınca Eda telaşlandı. Yaklaşık bir saat kadar senden haber alamadık."
"Haber alamadığınız sıra kaza yaptım sanırım." dedim. Olanları anlamak için Eda ve Kemal'in mutluluğuna sevinmeyi o an için ertelemiştim.
"Hayır." dedi nefesini bırakarak. "Bir süre sonra sen geldin ve kız istendi, kahveler içildi hatta aynı karede fotoğraflarımız bile çekildi."
Dudaklarım başka biriyle alakalı olanları dinliyormuşum gibi şaşkınlıkla kıvrılırken bir yandan da başımı sallıyor, duyduklarıma kendimi ikna etmeye çalışıyordum. "Sonra... sonra ne oldu?"
"Sonra, gelen misafirler dağıldı. Eda'nın ailesi, sen, ben, Kemal kaldık. Kemal ve Eda gecenin devamını dışarıda baş başa kutlamak için bizden ayrıldılar. İkimizde arabamıza binip oradan uzaklaştık."
Gözlerimi yukarı kaldırıp anlatılan olayları zihnimde yap-bozun parçaları gibi birleştirmeye çalıştıkça başımda peyda olan şiddetli ağrı sağlıklı düşünmeme engel oluyordu. Bir zamanlar karanlık odalarına alıştığım zihnim bu defa sisli yönünü ortaya çıkartmış, ben önümü göremedikçe tökezleyip yere düşmemi keyifle izliyordu.
"Peki senin haberin nasıl oldu? Yani kaza yaptığımdan."
"Hemen arkandaydım çünkü." dedi. Sonra kendini suçlu hissettiren cümleleri bir bir döktü dudaklarından. "Benim seni takip ettiğimi anladığın an arabayı daha süratle sürmeye başladın." Sesi titremeye başladığında o anı tekrar tekrar yaşıyordu. Gözlerini kapatıp başını salladığında zihnine gelen görüntülerden kurtulmak istediği belliydi. "Benim... benim yüzümden!"
"Neden beni takip ediyordun?" dedim kendini suçladığı cümleleri dikkate almak yerine kaza anının en temelini öğrenmek istiyordum. "Eda'nın evindeyken tartıştık mı yoksa?"
"Hayır!" dedikten sonra sustu. Konuşmak için tereddüt ettiği sırada ayağa kalktı. Salonun penceresini açıp, masanın üzerinde duran paketten bir dal sigara çıkattı. Başını sağ tarafa eğerek yaktığı sigaradan derin bir nefes çekti. Kısa bir süre ciğerlerine mahkum ettiği dumanı pencereden dışarı doğru üfleyerek özgür bıraktı. Onu izlerken bazı şeyleri unutsam bile kendine has bu hareketini asla unutmayacağımı ve sadece bir tek ona bu kadar yakıştığını düşündüm.
Zamanında Eda, Engin'i unutmam için bir cümle söylemişti. Aklıma gelince istemsizce dudaklarımdan döküldü. "Bazen, bazı şeyleri irdelemeden kabul etmek daha az can acıtır." dedim hüzünle başımı yere eğerken ve devam ettim. "Kendini suçlaman yersiz. O kadar hızlı gitmemiş olsaydım eğer şuan bunları konuşuyor olmayacaktık."
Sigarasını masanın üzerindeki tablaya öfkesini çıkartırcasına bastırarak söndürdü. Tekrar yanıma geldiğinde, dizlerimin önüne oturup yalvaran gözlerle baktı. "Sana iyi gelmiyorum." dedi sesindeki tını aramızda kalan mesafeye umutsuz rüzgarlar estirirken devam etti. "Aylar sonra karşılaşmamızın ardından başına bunun gelmesinde payımın olması beni kahrediyor."
Siyah gür saçlarına elimi götürdüğümde parmaklarımın arasından geçen her bir saç teline olan özlem, kalbimi kasıp kavuran çöl sıcağı kadar dayanılmazdı. Saçlarından yüzüne doğru kayan elimin içine bıraktığı hasret dolu öpücük onsuz geçen günlerimin acısını umarsızca hissettiriyordu.
"Hadi." dedim kolundan tutup yanıma oturmasını sağlarken. "Devam et sonra ne oldu?"
"Direksiyon hakimiyetini kaybettiğin için bariyerlere çarparak durdun. Yanına geldiğimde şoka girmiştin. Dudaklarından tek bir kelime çıktı o an."
Meraklı gözlerle Engin'e bakarken ne söylemiş olabilirim diye düşündüğüm sıra, "Baba." dedi. "Sadece baba dedin ve elimi tuttun." Ellerimi yüzüme kapatıp çaresizliğimi gizlemek adına sessizce ağladım. Bir süre hiçbir şey konuşmadan öylece durduk. Ben ağladım, o sadece yanımdaydı. Geç kalmıştı. Şimdi değil bir sene önce ben ağlarken yanımda olmalıydı diye düşünürken zil çaldı.
"Eda gelmiş olmalı." diye kalkıp kapıyı açtı. Eda'nın heyecanlı halleriyle yanıma gelip sarılması o an içimde büyüyen çığlığı kulaklarıma çarpıyor, hıçkırıklara dönüştürürken gözyaşlarımın şiddetini arttırıyordu. Yaşanan ve konuşulan ne varsa ağır gelmiş olacak ki Engin hızla kapıyı çekip evden çıktı.
Kapının sesiyle Eda'nın kollarından geriye çekildiğimde gözlerine baktım. Ne olduğunu anlamaya çalışan ifadesiyle öylece karşımda duruyordu.
"Hatırlamıyorum." dedim yanağıma süzülen gözyaşlarımı silerken.
Ellerini ağzına götürüp şaşkın gözlerle bakan Eda, ne diyeceğini bilemiyordu. "Doktor Engin'le konuştuğunda bunun olabileceğini söylemişti." dedi kendi kendine söylenir gibi çıkan ses tonuyla.
Sonra birden, "Peki en son neyi hatırlıyorsun?" diye sordu.
Kimsenin hatta benim bile aklıma gelmeyen bu soru Eda'nın dudaklarından çıkmıştı. Cümlesiyle hissettiğim şey sis kaplı bir dağın eteğinde önümü görmeden ilerlerken sadece duyduğum ürkütücü seslerin bana eşlik etmesi gibiydi. Kalbimin atışları bu sesleri yansıtırken, önümü görmeden ilerlediğim sarp yollar da hatırlamadığım anların bilinmeyen yüzüydü.
"Kitapevleri... evet evet! En son evden çıktığımı ve bankaya yani senin yanına doğru ilerlediğimi hatırlıyorum."
"Güzel. Şimdi sakince tekrar düşün canım. Beraber kafeye gittiğimizi hatırlıyor musun?
Gözlerimi sımsıkı kapatıktan sonra olumsuz anlamda başımı salladım. Eda, ne söyleyeceğini bilmez halde ellerini ovuştururken, bıkkınlıkla oflayıp yerimden doğruldum. Bina girişine bakan camın önüne gittiğimde, açık olan pencereden giren ılık rüzgarın unuttuğum anları bana geri getirmesi umuduyla acıyla yutkundum. Apartmana ait kamelyada düşünceli haliyle sigarasını içen Engin'i farketmemle birlikte zihnimdeki sisin içinden çıkan bazı görüntüler kendini gösterip hızla kayboludu.
...
Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur🧡
Oy verip yorum yapmayı unutmayın 🙏🏻
Bir sonraki bölüm de görüşmek üzere 🙋🏻♀️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top