12. BÖLÜM - KARŞILAŞMA

İnsandan hatıralarını alsanız geriye ne kalırdı ki? Şimdi silip atmaya, görmezden gelmeye çalıştığım anılarımın sahibinden koşarak kaçıyordum. Araba hâlâ çalışır vaziyette beklerken içine düştüğüm ikilem beni umarsızca çekiştiriyor, güçlü taraf acımasızca galibiyetini yaşıyordu. Tekrar onun olduğu yöne baktığımda kimsenin olmayışını fırsat bilip karşılaştığımız yerden uzaklaşmaya başladım. Arabayı oldukça hızlı sürüyordum. Sanki arkamdan gelecek ve yakalanacakmışım gibi de telaşlıydım. Bir süre ilerledikten sonra deniz kenarına yakın bir yerlerde durup, arabadan indim.

Güneş sıcaklığını eksilterek veda etmeye başlıyor, kızıl renk dingin suyun üzerindeki yansımasını cesurca sergiliyordu. Kendimi kötü hissettiğim zamanlarda denizi izlemek ve sevdiğim kokusunu içime çekmek terapilerin en etkilisiydi.

Geçtiğini sandığım bu his onu gördükten sonra tekrar baş göstermişti. Ruhumu ele geçiriyor, benliğimi bilinmezliğin içine acımasızca atıyordu. Üzerini kapatıp koşulsuz kabul ettiğim yokluğuna alışıyorum derken, karşıma aniden çıkmış olmasının verdiği heyecan onu hayatıma aldığım ilk günki kadar baskındı.

Sahi, neredeydi bu zamana kadar?

Hiçbir şey olmamış gibi yüzünde beliren gamzeleriyle bakıp gülümsüyordu. Zihnimde kalan o yarım gülüş kendini hem kalbime hem de aklıma kazıma niyetindeydi.

Kontrollü olmak zorundaydım. Daha bugün ne istediğimi ya da neyi istemediğimi iyi bildiğim için emin adımlarla çıkmıştım terapistimin yanından. Önemsiz görüp Bahar Hanım'a anlatmamayı tercih ettiğim karşılaşma, şimdi kalbime paslı çivilerini birer birer batırıyordu. En kötü zamanlarımda tek başıma savaştığım acılarımla düşe kalka baş etmeyi öğrenmiştim. Acıyan yaralarıma kendim üfleyip, annem ve Eda sayesinde ayakta kalabilmiştim. Geçen onca kötü zamana inat, şimdi beni yerle bir etmesine müsade etmemeliydim.

Akşam serinliği kendini göstermiş, kıyıya vuran dalgalar içimdeki coşkuyu bilip bana eşlik etmek ister gibi umarsızca kayaları dövüyordu. Hava kararmaya yüz tutmuş, solgun gökyüzü karanlığa tamamen teslim olmak için zamanını bekliyordu. Daha fazla geç kalmadan arabaya doğru yürüdüm. Telefonuma gelen sayısız cevapsız arama ve mesajların içinden Emirhan'ın ismini gördüğümde, diğer bildirimleri umursamadan hemen onu aradım.

Ne zaman kötü hissedersen ben hep yanındayım, diyordu. Bu adam yaralarıma merhem olmak için mi çıkmıştı karşıma ya da bir yerlerden beni mi izliyordu? Kendimi iyi hissettirdiği telefon görüşmemizin ardından arabayı çalıştırıp Eda'nın evine doğru sürmeye başladım. Tilki misali döndüğüm bu yer arabadan indiğim an dizlerimi bedenimden bağımsız bir hale getirmişti.

Kendimi toparladıktan sonra ayağımdaki spor ayakkabıları çıkarıp, buraya ilk geldiğimde giymeyi unuttuğum topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Hızla yürüyüp apartmana girdiğimde heyecandan çıkacakmış gibi atan kalbim yerini olabildiğince güçlü hissettiriyordu. Daire kapısının zilini çaldığımda hemen açıldı. Elinde telefon, yüzünde tedirgin haliyle Eda karşıladı beni.

"Eylül iyi misin?" Cümlesini bitirmeden kollarını boynuma doladı.

"Özür dilerim Eda. Çok özür dilerim." Kendimden geri çekip yüzüne yapışan saçlarını düzelttim.

"Hadi gel benimle kendimize çeki düzen verelim." dedikten sonra elinden tutup odasına götürdüm. Kapıdan içeri girer girmez, bembeyaz olmuş yüzüyle bana bakıyordu.

"Aklım çıktı Eylül neredeydin?"

"Küçük bir sorun çıktı, halledip geldim." dedim panikle. "Telefonum arabada kalmış. Telaşlandırmak istemezdim." dediğimde ne kadar kötü bir yalancı olduğumu daha iyi anlamıştı.

"Engin'le karşılaşmışsınız Eylül. O yüzden gittin değil mi?" dedikten sonra öfkeli haliyle devam etti. "Biliyordum! Kemal'e bunun iyi bir fikir olmadığını söylemiştim."

"Eda! Sakin olur musun? Bir an kendimi kötü hissettim ve bununla başa çıkamayacağımı düşündüm. O an aklıma ilk geleni yaptım ama şimdi buradayım. Yanında!" dedim kendimden emin gözükmeye çalışarak.

Ayakta bir ileri bir geri yapan Eda'yı kollarından tutup durdurdum.

"Korkutmak istemedim." Hüzünlü gözlerle bakarken, aniden sarıldı.

"Sana bir şey oldu diye çok korktum." dedi gözleri dolarken. "Ayrıca senin yüzünden misafirleri bekleticem diye kırk tane bahane uydurdum. Biraz daha burda beklersek beni istemekten vazgeçecekler." dedi muzip bir gülümsemeyle.

"Benim yüzümden evde kalırsan, bir ömür çeneni çekmek zorunda kalırım. O yüzden, hadi çıkalım bir an önce şuradan."

Gülüşmelerimizin dışarıdan duyulduğu belli olacak ki, odadan çıktığımız an bir sessizlik oldu. Eda'nın ailesine uzaktan başımla selam verip oturacak yer arıyordum ki, gözlerini kaçırarak bakan Engin masanın ön tarafına dizili sandalyelerden birinde oturuyordu. Sadece yanındaki yer boştu üstelik.

Eda'nın annesi Nihal teyze, "Geç kızım otur ayakta kalma." dedikten sonra boş sandalyeyi gösterdi. Beklediğimden daha kalabalık olan salonda tanımadığım birçok sima vardı. Tereddüt edecek zaman yoktu. Zaten geç kalmışlığın verdiği bir mahçubiyet vardı ve herkesin gözü üzerimdeydi. Geçip Engin'in yanına oturdum. Daha doğrusu oturmak zorunda kaldım!

Hayat bir şekilde beni pişman etmeyi başarıyordu. Üstelik ben gardımı aldıkça o üzerime geliyor, düşüp kanattığım dizlerimi iyileştirmeden yerine yeni yaralar açıyordu. Yanımdaki adamın kokusu zihnimin karanlık odalarına tekrar tekrar hapsediyordu beni. Geri dönmeyip evime gitseydim, şuan yanında oturmuyor olacaktım diye düşünürken, bir yandan da aylar sonra yanımda olmasının garipliğini yaşıyordum. Stresten olacak ki o da, dizlerini titretmeye başladı. Hemen sağımdaki elalarına bakmamak için zor tutuyordum kendimi. Salonun kapısının önünde bekleyen Eda ile göz göze geldiğimde yüzünde buruk bir tebessüm vardı.

Sessizliğin hüküm sürdüğü ortam kalabalık olmasına rağmen hâlâ odak noktaları olmam beni iyiden iyiye geriyordu. Ayrıldığımızı söylememiş olamaz diye düşünürken Eda'nın annesi Nihal teyze bir Engin'e bir bana bakıp göz kırpıyordu. Mimikleriyle yaptığı ima karşısında başımı sağa çevirmemle göz göze geldik. Gür kirpiklerinin arasından parlayan ela gözleri her kırpışında içime işleniyordu. Biraz daha böyle bakmaya devam ederse tekrar düşmem an meselesiydi ve bu defa ayağa kalkmak için gücüm yetmeyebilirdi. Ani bir hareketle önüme döndüğümde panikle ellerimi ovuşturmaya başladım.

Kemal yanında oturan babasını konuya girmesi için gizlice dürterken oldukça heyecanlı görünüyordu. Babası Bülent amca boğazını temizleyip konuşmaya başladı.

"Evet efendim... malûmunuz gençler birbirlerini görmüş ve sevmişler. Bizler de büyükleri olarak, hayata attıkları bu önemli adımda öncülük etmek için buradayız. Demem o ki sözün kısası, oğlum Kemal'e güzel kızınız Eda'yı istiyoruz."

Eda, Bülent amcanın konuşması üzerine heyecandan duramıyor, derin derin nefesler alıyordu. Onun bu halini izlemek oldukça keyifliydi. Şimdi söz sırası Eda'nın babası Hayri amcadaydı.

"Şeref duyarım Bülent Bey, dediğiniz gibi gençler anlaşmışlar." dedikten sonra Eda'ya şefkatle bakıp, "Kızım Eda, benim için bu dünyanın en kıymetlisidir. Kemal ile mutlu olacaklarına inanıyorum. O yüzden bize düşen hayırlı olsun demektir." dedi.

Cümlesini bitirdikten sonra tekrar Eda'ya bakan Hayri amca içtenlikle gülümsedi. Eda'nın duygulandığı her halinden belli olacak ki gözleri doldu. Babası kızına sıcacık bakıyordu.

Tıpkı benim babam gibi...

Aniden gelen ağlama hissine karşı dudaklarımı ısırıp, başımı önüme eğdim. Hayatımda şu sahneyi babamla yaşayamayacağım gerçeği, kızgın bir demiri boğazımdan acımasızca aşağıya itiyordu sanki. Gözlerimde biriken yaşlar hevesle akmayı beklerken kendimi olabildiğince sıkıyordum. Kalabalıktan utanmasam hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim. Sağımdaki adam varlığını bakışlarıyla hissettiriyordu. O an içine düştüğüm durumu anlamış olacak ki elime dokunmak için harekete geçti. Olduğu tarafa bakmadan ani bir refleksle elimi çektiğimde hamlesi yarıda kaldı. Gözlerimi sımsıkı kapattığımda peş peşe düşen yaşlar, elbisemin üzerine izini bırakıyordu.

Ağladığımı farkedince kendisinin bile zor duyacağı bir sesle, "Eylül?" dedi.

Bir an için yok olmak istedim. Rüzgar yüzünden dalından kopan yaprak misali uzaklara savrulmak, hatta babamın gelmesini ve beni çok uzaklara götürmesini istedim. İstedim ama, gerçeğin acısı yüzüme tokat gibi bir bir vuruyordu yokluğunu.

Babasız herşey ne kadar da zormuş.

En mutlu günlerimde olmayacak olması, daha o günler gelmeden hüznünü yüreğime oturtmuştu bile. Toparlanmam gerekiyordu. Kalabalık, Eda ve Kemal'i sevinçle kucaklarken fırsat bilip yerimden hızla kalktım. Koşar adımlarla banyoya girip kapıyı kilitledim. Daha fazla ağlamamak için gözlerimi tavana dikmiş, banyonun içinde durmadan hareket ediyordum. Ağladığım belli olmasın diye Eda'nın banyo dolabından birkaç malzemesini kullanıp yüzüme renk verdim. Derin bir nefes alıp dışarı çıktığımda Engin kapıda bekliyordu.

Yanından sıyrılıp gidecekken kolumdan tuttu. "Eylül, iyi misin?"

Dokunduğu yere sert bakışlarımı bırakırken, "Bunun için biraz geç kalmadın mı?" dedim.

Kolumu hızla elinden kurtardığımda, bu hareketim karşısında başını çaresizce önüne eğdi. Cevabını beklemeden hemen yanından uzaklaştım.

Hangi cevap, yaşadığım kötü günlerdeki yokluğunun yerini doldurabilirdi ki?

Salona geri dönmek yerine doğruca mutfağa geçtim. Eda koşarak yanıma geldiğinde heyecanla sarılıp parmağındaki zarif yüzüğü gösterdi.

Seviçten tekrar birbirimize sarıldığınızda gözlerimden az önce ağlamış olduğumu farketmemesi için çabaladım. Geri çekilip mutlulukla yüzüme bakarken onun bu hali karşısında hüzünle kıvrılan dudaklarım yerini tebessüme bıraktı. Birbirimize bakarken, ağladığımı anlamış olacak ki görünmez gözyaşımı eliyle yanağımdan sildi.

"Hadi bakalım bu kadar duygusallık yeter Eda Hanım. Daha kahveler yapılacak. Malum kızı verdik." dedim kıkırdayıp fincanları yerinden çıkarmak için dolaba yönelirken.

"Seni de göreceğiz Eylül Hanım. Yakındır, senin de kahveni içeceğiz." dedikten sonra yine o imalı bakışlarını bırakmıştı üzerime.

O sırada mutfağa girdiğini farketmediğimiz Engin, duydukları karşısında gözlerini gözlerime sabitlemişti. Hemen ardından Kemal geldiğinde sessizliğe bürünen ortama şaşkınlıkla baktı. Eda durumu toparlamak adına hemen devreye girdi.

"Sizin ne işiniz var burada? Daha kahveler içilmeden bu ne rahatlık canım?" Bir yandan da Kemal'e kaş göz yapmayı ihmal etmiyordu. Kemal ise ısrarla ne olduğunu anlamaz gözlerle her birimize sırayla bakmaya devam ediyordu.

"Su." dedi Engin. "Su isteyecektim ben."

Gözlerimi kaçırdığımda onun hâlâ bana baktığını biliyordum. Eda, buzdolabından çıkarttığı soğuk suyu bardağa doldurup Engin'e uzattı. Eda'nın havada bekleyen eline şaşkınca bakıyor, bardağı almak için herhangi bir hamlede bulunmuyordu.

"Engin? Buyur soğuk su!" dedi imalı bir şekilde.

Kendine geldiğinde bardağı aldı ve tek nefeste suyu içip, teşekkür ettikten sonra hızla salona gitti. Eda gülmemek için birbirine bastırdığı dudaklarından kıkırdamasını duyururken, Kemal hâlâ ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"Duydu." dedim huzursuzca.

Omuzlarını silkip, göz devirdikten sonra, Kemal'i kolundan tutup salona doğru sürükledi. Tekrar yanıma geldiğinde koluma dokunup, "Zaten öğrenecekti, bugün duyması iyi oldu. Üzerine soğuk su daha da iyi oldu." dedi umursamaz halde gülerek.

"Neyi öğrenecekmiş zaten Edacığım?" diye sordum. İma ettiği şey Emirhan'la kısa zaman da aramızda her ne varsa onun artık gün yüzüne çıkacak olmasıydı. Omuz silkip ve sorumu cevapsız bırakarak kahveleri pişirmeye koyuldu. Başka zaman olsa hesabını sorardım ama bugün yeri değildi.

Kısa bir süre sonra kahvelerin bulunduğu tepsilerle peş peşe salona geçtik. Eda, Kemal için hazırladığı tuzlu kahveyi diğerleriyle karışmasın diye işaretlemişti. Kahveleri aile büyüklerine ikram ettikten sonra Kemal'e ayırdığı fincanı önündeki sehpaya bıraktı. Diğer misafirlere ve Engin'e yapılacak ikram da bana kalmıştı. Tepsiden uzanıp fincanı alırken gözü üzerimdeydi.

"Kahveyi ellerinden sadece ben içmeliydim." Bunu olabildiğince sessiz söyledi.

Bakışlarımın sert rüzgarından nasibini alındığında, hızlı davranıp önünden çekildim. Elimdeki tepsiyle yanındaki sandalyeye tekrar oturup, onun bana fısıldadığı tonda, "Artık çok geç!" dedim.

Kahvesinden yudumlayıp sehpaya geri bıraktıktan sonra, vücudunu tamamen bana çevirip cesurca bakmaya başladı.

"Konuşmamız lazım!" Bu defa ortamdaki insanların da duyacağı bir şekilde söylemişti.

Gözlerim salondakilere bakarken, dişlerimi sıkıp, "Ne yapıyorsun? Kendine gel!" dedim.

"Az önce mutfakta duyduklarımdan sonra oldukça kendimdeyim!"

Sinirlerime hakim olmak zorundaydım. Yerimden kalkıp mutfağa doğru hızla ilerledim. Balkona açılan kapıdan çıkıp sakinleşmek için temiz havayı içime çektim. Bugün bir an önce bitmeliydi. Daha fazla dayanamayabilirdim.

"Eylül?"

Başımı çevirdiğimde arkamda biten Engin kollarımdan tutup kendine çekti. Sarılırken boynuma doğru gömdüğü yüzü, kokumu her nefesinde içine çekiyordu. Kollarım iki yanda dururken, sımsıkı sardığı bedenim hareketsiz kalmıştı. Debelendikçe daha sıkı sarılıyor boğuk sesinden çıkan, "Seni çok özledim." cümlesini defalarca tekrarlıyordu.

Bir an, sadece bir an göğsüne hapsettiği başımı ömrümün sonuna kadar orada tutabileceğimi düşündüm. Daha sonra, tek kelime bile etmeden bitişimizin ve en acılı günlerimde yanımda olmayışının gerçeği şimşek gibi aramıza düştü. Tüm gücümle kendimden uzaklaştırdığımda yüzüne ondan nefret edercesine baktım.

"Nefret ediyorsun benden değil mi?" diye sordu.

Öfkeden nefes alışlarım hızlanmış, üzerine sorduğu soruya verilecek cevabımın olmayışı canımı iyice sıkmıştı. Hiçbir şey demeden yanından ayrılmaya kalktığımda tekrar konuşmaya başlaması aniden olduğum yerde durmama sebep oldu.

"Benim için de hiç kolay olmadı."

Sırtım ona dönüktü ve cümlesini bitirdiğinde duyduklarım karşısında öfkeyle gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım. Ona doğru dönüp üzerine yürürken işaret parmağımı doğrulttum.

"Sen... sen benim neler yaşadığı nereden bileceksin!" İşaret parmağımı göğsüne her kelimede sertçe vurup, "Saçma sapan bir sebep yüzünden ilişkimiz bitti ve sen bunun için hiçbir şey yapmadın Engin!" dedim.

Tam ağzını açıp araya girecekti ki durdurup devam ettim. "Babamı kaybettim ben! Bilinçsiz bir halde günlerce uyutuldum. Uyandığımda ne olursa olsun yanımda olman gerekirdi! Anladın mı beni? Çünkü ben, böyle bir durumda seni asla yalnız bırakmazdım. Şimdi karşıma geçip hiçbir şey olmamış gibi benimle konuşamazsın! Üstelik senin için kolay olmayan şeyler benim artık umrumda bile değil!" dedim. İçimde biriken ne varsa bu anı beklemiş gibi bir bir dökülüyordu dudaklarımdan.

Öfkeyle başlayan cümlelerim, sesimin ağlamaklı tonuyla titrerken o an, güçsüz görünmek isteyeceğim en son şeydi. Karşımda sessizliğini koruyan Engin benim aksime oldukça çaresiz görünüyordu.

"Kemal ve Eda için buradayız. Onlar hayatımızda olduğu sürece denk gelmemiz kaçınılmaz olacak. Daha fazla konuşmak istemiyorum! Şimdi lütfen beni yalnız bırak!" dedim öfkeyle.

"Bitti mi?" dedi yorgun bir sesle. Yüzüne fırlattığım kızgın bakışlarımla, ne diyeceğini merakla bekliyordum. Cevap vermemeyi tercih ettiğimde ellerimi göğsümde birleştirdim.

"Bunun gizli kalması gerekiyordu ama Eda ile konuştuklarınızı duyduktan sonra daha fazla sessiz kalamayacağımı anladım." Başını önüne eğip nefesini bıraktı.

Sorgulayan gözlerle bakarken, "Neyin?" diye sordum. Cevapsız bıraktığı dakikalar nefesimi kesiyordu. Daha güçlü bir tonda tekrar, "Neyin gizli kalması gerekiyordu?" diye bağırırken, sesim bana bile yabancı gelmişti. Duyacaklarım karşısında, henüz öğrenmemiş olmama rağmen yere yığılacakmış gibi hissediyordum. Huzursuzluğum, hissettiğim duygularla bir olup beni yere sermek için zaman kolluyordu.

"Ayrıldıktan sonra..." deyip derin bir nefes çekti ciğerlerine. Tekrar bırakırken devam etti.

"Bak Eylül, kimseyi suçlamanı istemiyorum."

"Engin, madem konuşmaya karar verdin, her şeyi bilmek istiyorum ve ben bugün, burada hepsini öğreneceğim!"

"Yapamam." dedi çaresizce. "Benden duymaman daha doğru olur."

"Öğrenemem mi sanıyorsun?"

"Bunu en çok ben isterim inan. Ama benden değil!"

"Kimden ne öğreneceğim bilmiyorum ve her ne öğreneceksem bir şey değiştirmeyecek! Sende buna inan!"

"Bugün Eda'nın en mutlu günü. Senden isteğim; bugünün bitmesini bekle, lütfen!"

Cümlesini bitirdikten sonra sessizce yanımdan çekip gitti. Olduğum yerde öylece kalmıştım. Ellerimi yüzüme kapatıp az önce olanların gerçekliğini sorguluyordum. Neyden bahsediyordu? Kimden neyi öğrenecektim?

Adımın seslenilmesiyse irkildim. Mutfakta gözüken Eda, dışarda olduğumu görünce yüzdeki mutlu ifadesiyle yanıma geldi.

"Bende seni arıyordum. Hadi gel fotoğraf çekineceğiz."

"Eda... ben eve dönsem olur mu?

"Oyun bozanlık yapma. Hem birazdan herkes dağılır, bizbize kalırız. Lütfen Eylül, kırma beni." Küçük bir çocuk gibi dudaklarını büzüp olduğu yerde sallanırken itiraz etmem imkansızdı. Engin, bugünün bitmesini bekle demişti. Öyle de yapmalıydım. Geçen onca zaman sonra bile içimdeki his ona bu konuda güvenmemi söylüyordu. Yarın ilk işim, Eda ile konuşmak olacaktı.

Balkondan içeri girdikten sonra salonda bekleyen kalabalık ayaklanmış, fotoğraf çekinmek için bekliyordu. Tanımadıklarımın arasında olan biri fotoğraf makinasını çantasından çıkarttı. Bir araya toplanan insanlar, yüzlerinde beliren tebessümle poz vermeye hazırdı. Herkes fotoğrafı çekecek olan kişinin eliyle yaptığı komuta uyuyor, birbirlerine -kareye sığmak adına- daha da sokuluyorlardı. Ben Eda'nın yanında dururken, o Kemal'in hemen yanında ifadesiz bir şekilde bekliyordu. Eda koluma girip elimi usulca sıktı. Bu güven verici hareketi karşısında ona bakıp içtenlikle gülümsedim.

"Hazır mısınız? Çekiyoruuum. Çeeeek-tim!"

Flaş patladığında ortamdaki herkes hep bir ağızdan konuşmaya başladı.

"Evet, şimdi aile büyükleriyle birlikte bir kare alalım."

Eda ve Kemal yan yana geçip birbirlerine aşkla bakarken anneleri ve babaları ikisinin yanlarında yerlerini aldılar. Bense hemen kenarda onların tatlı heyecanlarına izleyerek şahit oluyordum.

Fotoğraf çekinme faslı bittikten sonra Kemal, "Engin ve Eylül." diye seslendi.

Aynı anda birbirimize bakıp Kemal'e döndüğümüzde, "Yakın arkadaşlarımız olarak sizinlede fotoğrafımız olmalı." dedi yüzündeki imalı gülüşüyle Engin'e bakarken. Onunda bu imadan sonra dudakları belli belirsiz kıvrılırken başını önüne eğdi. Eda için dayanmak zorundayım diye düşünerek yanlarına geçtim. Toplu fotoğrafta olduğu gibi yine Eda'nın yanında yerimi aldım. Kemal'in arzusu gerçekleştikten sonra aynı anda yanlarından ayrılarak onları sonraki karelerde baş başa bıraktık.

Misafirler gecenin sonunda müsade isteyip, mutlu bir şekilde ayrılırken, Eda'ya eve gitmek istediğimi söyledim. Biraz daha beklemem konusunda ısrarcı olunca bana düşen sessizce kabul etmek oldu.

Kemal Engin'i alıp balkona doğru çıkarken, Eda beni sıkıştırıp, "Seni balkonda bulduğumda Engin de mutfaktan çıkıyordu. Ne konuştunuz?" diye sordu telaşla. Hatta fazla huzursuzdu bunu sorarken.

Geçiştirmek istediğim için, "Hiç!" diye cevapladım. Tatmin olmamış olacak ki ısrarla sormaya devam etti. "Karşılaştığımda suratı beş karıştı. Yanımdan sessizce geçip gitti. Buna inanmamı beklemiyorsun herhalde?" Verdiğim cevap üzerine tavrı bir önceki sorusuna göre daha sakindi.

Bugün Eda'nın en mutlu günü. Senden isteğim; bugünün bitmesini bekle, lütfen. Yanımdan ayrılmadan söyledikleri zihnimde yankılandı. O yüzden beklemeliydim.

"Nasıl olduğumu sordu. Hiçbir şey olmamış gibi sohbet etmek istemediğim için tepki gösterdim. O da yanımdan gitti. Hepsi bu! Şimdi ikna oldun mu?"

"Tamam tamam kızma. Uzun bir aradan sonra ne konuştuğunuzu merak ettim sadece." dedi ardından belli belirsiz bir rahatlama nefesi bırakırken. Eda'nın bu hallerine daha önce de şahit olmuştum. Karşımda bu denli kıvranırken kalbimi sıkan his kendini tekrar gösteriyordu.

Göz devirerek gitmek istediğimi tekrar söylediğimde, bu defa ısrar etmedi. Ailesi ve akrabalarını yollayıp bizimle kalan Kemal, Engin'i de yanında tutmuştu. "Ben nişanlımı alıp mutlu günümüzü kutlamaya gidiyorum." dedi yanımıza gelip, kolunu Eda'nın beline dolarken.

Kemal'in yanağına öpücük kondurup heyecanla, "Bizimkilere söyleyip çıkalım o halde." dedi Eda.

Sessizce ayakta bekleyen Engin, ellerini cebine atmış günün çiftini tebessümle izliyordu. Eda yanımıza döndükten sonra Kemal'in boynuna sarılıp dudağına minik bir öpücük kondurdu.

"Gidebiliriz sevgili nişanlım."

"Hadi sizde gelin bir şeyler içip dağılırız." dedi Kemal.

Engin benden önce davranıp cevapladı. "Baya yorucu bir gündü. Size iyi eğlenceler."

"Eylül sen gelmez misin?" Derken Kemal'in kolundan kurtulup, bu defa da benim koluma girdi.

"Sizi baş başa bırakıyorum. Sanırım artık eve gitsem iyi olacak. Annem bıraktığımda biraz keyifsizdi."

"Sahiden Sema Sultan neden gelmedi?"

"Bilmiyorum dünden beri keyifsiz. Sordum ama geçiştirdi."

O sıra da huzursuz halleriyle dikkatimi çeken Engin bakışlarını kaçırdı.

"Pekala o halde artık çıkabiliriz." dediğinde Eda'yı durdurdum. Engin ve Kemal kapıdan çıkıp ilerlerken, "Yarın için planın var mı?" diye sordum.

"Hayır yok. Neden sordun?"

"Seninle konuşmak istediğim bir şey var."

Yine büründüğü tedirgin hali dikkatimi çekti. "O-olur." dedi kekeleyerek. Aynı zamanda gözlerini de kaçırmıştı.

Dışarı çıktıktan sonra Eda ve Kemal'le vedalaşıp, yanlarından ayrıldım. Engin bir şeyler demek ister gibi arabasına binip binmemek arası tereddüt ettiğinde hızlı hareket edip yanıma gelmesine engel olmak için arabaya binip, çalıştırdım. Bugün ikinci kez kaçıyordum ondan. Camı açıp içeriye temiz havanın girmesini sağladım. Yol boyu ilerlerken balkonda söyledikleri zihnimi kurcalıyordu. Benden saklanan şeyin ne olduğunu bir an önce öğrenmeliydim. Üstelik bu gizemin içinde Eda ve annemin olduğunu çok güçlü hissediyordum. Hatta Kemal'in bile...

Biraz sonra yaşayacaklarımdan habersiz eve doğru ilerliyordum. Bugünkü karşılaşmanın bedeli umduğumdan daha ağır olacaktı.

...

Yine ne olacak acaba?🤷🏻‍♀️

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur😇

Oy verip yorum yapmayı unutmayın 🙏🏻

Bir sonraki bölüm de görüşmek üzere 🙋🏻‍♀️❤

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top