11. BÖLÜM - KUMSAL

İnsanın dışından söylediğiyle içinden hissettiği arasında dağlar kadar fark vardır demiştim. Karşımda duran okyanus gözlü adam benim aksime içinde ne var ne yoksa dökme niyetindeydi. Oysaki kurumak üzere olan bir göletin içinde çırpınan balığın göz yaşlarıyla çoğaltmaya çalıştığı suyun sığlığı kadar umutsuzdu benim için birini kalbime kabul etmek. Şimdiyse karşımda, okyanusları bile bağışlamaya hazır birisi vardı.

Görülen rüyaların benzer olması, artık tesadüf kelimesinin basitliğini ortaya çıkarmaktan başka bir şey değildi. Çünkü bu tesadüften öte, kaderdi. Boğulmamak için çırpındığım sudan çekip çıkaran el, hayata tutunmam için tüm gücüyle kendine çekmişti beni. Hayat bir denizdi, zihinse denizin dibi... Düşüncelerimin derinliğinden beni çıkaracak eli artık tutmaya karar verdiğimde, bunu açık açık demesem bile artık tavırlarımdan belli ediyordum.

Rüyasını anlatırken, hissettiği korkuyu tüm bedeniyle yeniden yaşıyordu sanki. Birbirine yakın cümleleri benden duyunca en az benim kadar şaşıran adam, ben ne düşüneceğimi bilemez halde beklerken kollarımdan tutup kendine çekti. Göğsüyle buluşan başım eksik kalan huzurumu tamamlarcasına sıcaklığını ruhuma nakşediyordu. Kulağımda yankılanan kalp atışları ritmini bozmazken, saçımı okşayan elleri şefkatini gösteriyordu. Gözlerimi kapatıp dalgaların sesiyle birlikte burnuma dolan ferah kokusuna teslim olurken ellerim benden bağımsız bir hareketle belinde yerini aldı. Sarılıyorduk. Sımsıkı. Sahiplenircesine. Ben limanını bulmuş batmaktan kurtulan tekneydim. O ise beni iskelesine düğüm düğüm bağlayan liman...

Bedenlerimiz ayrılınca yüzüme düşen saçlarımı öptükten sonra nazikçe geriye atıp yüzümde oluşan tebessümle mutluluğunu ikiye katladı.
Hava karardığı için arabasının bagajından çıkardığı kamp fenerini yakıp aynı yerden katlanabilir sandalyeleri çıkarttıktan sonra yanıma geldi. Sandalyeleri kuma sabitleyip feneri ikisinin arasına bıraktı. Uzattığı elini tuttuğumda, sandalyeme oturmamı sağladı. Tekrar arabaya gidip hızla geri döndüğündeyse hırkasını omuzlarıma bıraktıktan sonra saçlarıma yine öpücüğünü bıraktı. Babam dışında kimse saçlarımdan öpmemişti. Bu hareketi beni oldukça etkiliyordu.

"Son bir şey kaldı hemen geliyorum." dedikten sonra elinde iki kadeh ve bir şişeyle gelip yanıma iyice yaklaştırdığı sandalyesine oturdu.

"Araba kullanacaksın. İçmesek mi?"

"Bir kadehin zararı dokunmaz sanıyorum. Hem... sarhoş olursam bu yalnızca güzelliğindendir."

Yine utandırmayı başarmıştı. Şarabın dolduğu kadehler havada birleşince mutlulukla çınlayıp dudaklarımızla buluştu. Yudumladığım lezzetin damağımda bıraktığı tat inanılmazdı.

"Bu harika bir şey. Yıllanmış olabilir mi?"

"Şaraplardan anlıyorsun sanırım." Bunu derken eline aldığı şişeye bakarak devam etti. "Annem Fransa'ya gittiğinde getirmişti. Üç yıldır benimle ama senin dudaklarını bekliyormuş."

"Şaraplardan pek anlamam. Babam sayesinde bolca tadım yapmışlığım vardır ama. Hem... Daha kötüsü de olabilirdi. Hiç açılmadan seninle eve dönmek gibi..." dedikten sonra kıkırdayıp kadehten bir yudum daha aldım.

"Ama açıldı. Benim sana açıldığım gibi..." dediğinde karanlıkta bile parlayan mavileri derinleşerek beni yine içine çekiyordu. Üstelik her cümlesinde yüzümün kızarmasına sebep olan şeyler söyleyip, beni mahçup etmeyi başarıyordu. Ettiğimiz sohbet yemeyi unuttuğumuz elma şekerleri kadar tatlı ve bir o kadar da keyifliydi. Saati sorduğumda gece yarısına az kaldığını söylemişti.

"İstersen dönebiliriz." derken gözleri kal der gibi bakıyordu.

"Zaman hızlı geçmiş." dediğimde omuzumdaki hırkasını kucağıma aldım. "Sanırım dönsek iyi olacak."

Başını kabul ettiğini gösteren bir hareketle eğip oturduğu yerden kalktı. Elimden tutup kalkmama yardım ettikten sonra benimle birlikte arabaya yöneldi.

"Bunlar burda mı kalacak." derken elimle kumsalda duran eşyaları gösterdim.

"Bizden hatıra kalsın." dedi. Benden beklediği bir şeylerin olduğu kesindi.

"Belki yine geliriz." dedikten sonra yere bıraktığımız boş kadehleri ve şişeyi aldım. Gözleri hayran kaldığı bakışlarıyla yüzümde dolaşırken kumun üzerinde ne varsa hepsini toparlayıp bagajına yerleştirdi.

"Bunu söz olarak kabul ediyorum." Bakışları sivri bir ok gibi ona karşı örmeye çalıştığım duvarı delip geçiyordu.

Yüzümde beliren gülümsemeyle cevap vermeden arabaya bindiğimde, o da hızla yerine oturup arabayı çalıştırdı. Riva'dan çıkana kadar sessizliğin hüküm sürdüğü dakikalar, şehrin ışıklarıyla sonlandı.

"Geldiğin için teşekkür ederim."

"Geleceğimi biliyordun." dedim imalı bakışlar yollayarak. "Hem... sormayı unuttum neden elma şekeri?"

"Çok severim ve seninde seveceğini düşündüm."

"İsabetli bir seçim olmuş."

"Biliyorum." derken bir çok ortak noktamızın olduğunu belli eden bakışını üzerime bıraktıktan sonra tekrar yola döndü.

Ona karşı içimde kalbimi kıpırdatan hisler yerine, eksik yanımı tamamlayan, aradığım huzuru ve içtenliği koşulsuz verebilecek bir arkadaşın olduğu hissi daha ağır basıyordu. Onun bana karşı olan yakınlığı benim hissetiklerimin aksine olduğunu bildiğim halde içine gireceğim hatta girdiğim çıkmazdan bihaberken bile konumu ne olursa olsun hayatımda bir şekilde artık yerini belirliyordu.

Saçlarıma bıraktığı şefkatli öpücükleri, bir babanın çocuğuna duyduğu sevginin göstergesi gibiydi. Bunca olanın beni ona çekmesi karşısında o misafir bile sayılmazdı artık. Aksine yıllardır tanıyormuş gibi bir his yaşatıyordu.

Eve doğru yaklaştığımızda hediye ettiğim kitap için sıcacık bir teşekkür etti. Samimi bir vedanın ardından eve çıktığımda annem uyumamış gelmemi bekliyordu. Yanına gidip televizyonun aydınlattığı loş ortamda uzandığı koltuktan gülen yüzüyle doğruldu.

"Tahmin ettiğimden uzun sürdü görüşmeniz."

"Biraz öyle oldu." diyebildim dizine özlediğim sıcaklığına hasret kalmış gibi yatarken. Saçlarımı okşayıp yüzüme kaydırdığı elini öptükten sonra yüzümü tamamen ona çevirip konuştum.

"Biliyor musun? Elma şekerini oda çok seviyormuş."

"Ne hoş. Zaten bunun başka bir açıklaması olamazdı."

"Bize geldiğinde balkonda ettiğimiz sohbet, Sabahattin Ali'nin kitabından ibaretti. Bende bunca tesadüfün bizi buluşturduğu bu kitabı ona hediye ettim."

"Güzel düşünmüşsün." dedi annem. Beklediğimden daha sakin cevaplar veriyordu.

"Dahası var." dedim, dizinden kalkıp doğrulduğumda merakla gözlerini açtı.

"Bugün gördüğüm rüya var ya..."

"Eee?"

Birebir aynı değil tabii ama o da görmüş." Cümlemi bitirdiğimde şaşkın gözlerle sessizce bana bakıyordu.

"Hadi anlat." dedi merakla.

"İkimizin olduğu bir teknedeyken, çıkan fırtına yüzünden suya düşüyorum ve beni çekip çıkartıyor. Aslında bu kadar basit değil. Yani, anlatırken rüyasını tekrar yaşadı sanki. Yüzünün aldığı ifadeden tedirginliğini anlamamak mümkün değildi."

"Senin rüyanda mı böyleydi?"

"Tam sayılmaz ama beni de sudan biri çekti ve meçhul elin sahibi oydu."

"İnanılmaz!" derken gözleri boşluğa takılmış anlattıklarımı zihninde tartıyordu.

"Bence de." dedikten sonra yanağına öpücük kondurup iyi geceler diledim ve odama geçtim. Üzerimdekileri değiştirip kendimi yatağa attıktan kısa bir süre sonra uykuya teslim oldum.

Gözlerimi açtığımda, halsiz bedenim yataktan kalkmama müsade etmiyordu. Son zamanlarda terapistimin kullanmamı önerdiği ilacı aksatıyordum. Bunun etkisinin olabileceğini düşünüp yaklaşan randevuyu öne çekmek için Bahar Hanım'a mesaj attım. Birkaç saat içinde dönüş yapmış, beni yanına çağırıyordu. Son zamanlarda ani gelişen olaylar yüzünden tedavimi aksatmam beklemediğim sonuçlara sebep olabilirdi. Artık beni huzursuz eden o rüyayı da görmüyordum. Hatta uzun zamandır babamın olduğu bir rüya bile görmemiştim. Gün içinde dolu olduğundan en son randevuyu benim için ayarlamıştı. Son yaşadıklarımında içinde olduğu uzunca bir sohbet bekliyordu beni.

Odadan çıktığımda annem yeni uyanmış uykulu gözleriyle bana bakıyordu.

"Günaydın, erkencisin! Dünden sonra daha geç uyanırsın sanıyordum."

Dağınık görüntümle gidip yanağına kocaman bir öpücük kondurdum.

"Günaydın. Bugün Bahar Hanım'a gideceğim."

Annem bende ki değişimi farkediyor, çok fazla kurcalamak istemediği için anlık sohbetlerle geçiştiriyordu. Tarihi öne çektiğimin de farkındaydı ama nedenini sormak yerine sessiz kalmayı tercih etmişti.

"Kaçta gideceksin?"

"Akşam üzeri orada olurum sanırım."

Garip bir şeyler hissediyordum ama adını koymam için annemin biraz daha konuşması gerekiyordu. Beklemediğim şekilde yüzüne yansıyan durgunluğu beni tedirgin ediyordu.

"Anne, durgunsun neyin var?"

Yüzüne yerleştirdiği sahte gülümsemesiyle yanağımı okşadı. "Bir şeyim yok kızım iyiyim. Sadece biraz halsizim."

"İstersen iptal edebilirim."

Başını iki yana hayır anlamında sallayıp, "İyiyim!" dedi.

Üzerine gitmek istemediğim için ısrar etmedim. Yaptığımız sessiz kahvaltının ardından telefonumun çalmasıyla odama geçtim. Eda arıyordu. Sesi oldukça telaşlıydı. Hissettiğim telaşını gizlemek için sesine çektiği perde yine de ele veriyordu onu. Öğlen buluşmak üzere sözleşip telefonu kapadık. Acaba Kemal ile ilgili bir sorun mu oldu diye düşünürken, huzursuzluğum kalbimde korkan kuşların kanat seslerini kulaklarıma umarsızca çarpıyordu. Daha fazla beklemeden hazırlanıp evden çıktım. Önce sırayla kitapevlerine uğrayıp yapılacakları hallettim. Eda'nın çalıştığı bankaya yakın olan mağazayı en sona bıraktım. Saat geçmek bilmiyordu. Biraz oyalandıktan sonra Eda'nın yanına gitmeye karar verdim.

Beni görünce yüzünde beliren tebessümle ayaklandı. Selamlaşmaya fırsat vermeden çantasını alıp koluma girdi.

"Bir an önce çıkalım sana anlatacaklarım var."

"Dur tamam sakin ol! İyi misin?"

Başını iki yana sallarken cevapsız bırakışı gerilmeme sebep olmuştu. Arabaya binip herzaman ki kafeye gittik. Yol boyu stresten tırnaklarını kemirip tek kelime etmemişti. Masamıza geçtikten sonra çatılan kaşlarımla onu seyrediyor ve konuşmasını bekliyordum. Kafenin garsonu artık bize ve ne içtiğimize alışık olduğu için kısa bir süre sonra kahvelerimizi masaya bırakıp sessizce uzaklaştı.

"Anlatacağım ama önce sen dün akşamı anlatacaksın bana. Senin kibarcıkla nasıl geçti buluşma?" diye sordu merakla.

Bir an yüzüme istemsiz bir gülümseme yerleşti. Eda bu halimi görünce aklında her ne varsa hevesle bir kenara bıraktı.

"Riva sahillerinde uzun uzun yürüdük. Sonra beni evime bıraktı."

Tek kaşını kaldırmış bu kadar kısa kesmemden dolayı duyduklarına ikna olmamış gibi bakıyordu.

"Off... Peki tamam!" Diye pes ettiğimde yüzüne yerleşen meraklı bakışları ve gülümsemesiyle pür dikkat dinlemeye başladı. "Sandığımdan daha iyi geçti." dedim. "Yani, artık karşıma çıkan tesadüflerin kaderim olduğunu düşünecek kadar inanıyorum ona."

"Ee.. sonra?"

"Sonrası sarılarak şefkatini hissettirdi. Güven vericiydi. Eksilen yanlarım tamamlanmaya başladı sanki."

"Eylül... İnanamıyorum sarıldınız demek! Öptü mü peki seni?" Bunu derken masaya eğilip fısıldar gibi söylemişti.

"Yok artık Eda! Daha neler. Hem ne münasebet canım! Güven veriyor dediysem o kadar da değil!"

Gözlerimi devirip arkama yaslandığımda, hızlanan kalbim ve sıcak basmasıyla oldukça rahatsız hissediyordum kendimi. Eda umarsızca kahkaha atarken sinir olduğumu anlayıp daha fazla uzatmadı.

"Tamam kızma! Şakaydı."

Konuyu bir an önce değiştirmek için atağa geçtim. "Bırak şimdi sulu şakalarını bir kenara da anlat bakalım. Bu halinin sebebi ne?"

Masaya eğilip konuşmasını beklerken en ciddi tavrımı yüzüme takındım. Sorum karşısında rengi atan Eda yine panik oldu.

Derin bir nefes aldıktan sonra, "Kemal ve ailesi bu akşam bizimkilerle tanışmaya geliyor. Geleneklerine bağlı bir aile oldukları için isteme merasimi bile olabilir." dedi bir çırpıda. Heyecandan ellerini ovuştururken, gözlerime hâlâ çaresizce bakıyordu. Onun bu dengesiz hali karşısında kendimi zor tutuyor, gülmemek için birbirine bastırdığım dudaklarımdan kopan arsız kahkahanın karşısında Eda şaşkınlıkla beni izliyordu.

"Komik olan ne Eylül?"

"Eda! Tedirgin hallerin bu yüzden miydi?" Gülüşüm kesik kesik devam ederken derin bir nefes alıp kendimi toparladım. "İyi de bu harika bir haber. Şuan senin havalara uçuyor olman lazım. Bu halin ne?"

"Yanımda olacaksın değil mi?" dedi. Benim neşeli halimin aksine yüzünde emanet duran huzursuz ifadesiyle.

"Tabii ki olacağım! Bunu nasıl soru?" dedim.

"A- ama..." diye kekelemeye başlamıştı ve Eda bunu yapıyorsa, mutlaka dilinin altından benim hoşuma gitmeyen bir şeyler çıkardı.

"Edaaa!" dedim. Sesimdeki ciddiyet az önce attığım kahkahanın yüzümdeki yansımasını tuzla buz ederken.

"Engin..." dedi kendisinin bile zor duyduğu bir sesle.

Adını duyduğum an nefesimi kesen zihnimdeki kokusu anında burnuma dolup, ciğerlerimi saran zehirli bir sarmaşığa dönüşmüştü. O an, koca bir lokmayı çiğnemeden mideme indirmek ister gibi yutkundum. Adını duymayalı aylar geçmişti. Merakımı belli etmek istemeyerek yarım ağızla sordum.

"Ne olmuş ona?"

Ne diyeceğini bilemez halde öylece karşımda gözlerini kaçırarak duruyordu. Bir kez daha sormak istemiyordum ama Eda'nın bir an önce konuşması lazımdı.

"Akşam Kemal'in yanında olmak için o da gelebilir." dedikten sonra panikle, "Yine de kesin değil." dedi.

Şimdi tedirgin hallerinin sebebini anlıyordum. Yanında olmamamdan korkuyordu. Engin'in geleceğini duyarsam vazgeçerim sanıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi davranıp, en yakın arkadaşımın en önemli gecesinde yanında olmalıydım. Beni bir an olsun yalnız bırakmayan Eda'ya en azından bunu borçluydum.

"Olabilir." dedim normal bir durummuş gibi göstermeye çalışarak. "Biz ayrılmış olabiliriz Eda. Kemal ve sen bizim yakın arkadaşlarımızsınız. Yani bugün olmazsa elbet bir gün bir araya geleceğiz."

Eda, gösterdiğim olgunluk karşısında hem şaşkındı hem de duygusal. Uzanıp elimi tuttu.

"Tekrar..." derken yüzünü yere eğip cümlesini yarım bıraktı.

"Merak etme kendimi kontrol edebiliyorum artık ve tekrar o berbat hastane günlerine dönmeye hiç niyetim yok." dedim gülümseyerek.

Belli etmiyordum ama korkuyordum. Üzerinden koca bir sene geçmiş, aylarca adını bile duymamıştım. Şimdiyse, bu akşam için onu göreceğim gerçeği, beni yalnız bıraktığı kötü günlerimin cam kırıklarını yeniden kalbime batırıyordu.

"Teşekkür ederim Eylül. Yanımda olduğun için, ailem olduğun için teşekkür ederim."

Buruk bir gülümseme vardı yüzümde Eda'nın gözlerine bakarken, Bahar Hanım'a anlatacak yeni bir olay daha çıkmıştı üstelik. Saate bakıp kalkmamız gerektiğini söylediğimde hesabı ödeyip kafeden ayrıldık. Terapiye gideceğimden bahsetmek istemediğimden bunun konusunu hiç açmayıp Eda'yı hazırlanması için evine bıraktım.

"Biraz işim var. Onları halledip hemen yanına geleceğim. Merak etme geç kalmam." dedikten sonra Eda'ya göz kırpıp, Bahar Hanım'ın muayenehanesine doğru yola koyuldum.

Eda'nın evinden uzaklaştıktan sonra arabayı kenara çekip durdurdum. Belli etmemek için akla karayı seçtiğim dakikaların acısı şimdi gözlerimden beni pişman edercesine akıyordu. Tam hayatıma çeki düzen vermişken, bir şeyleri yoluna koymaya başlıyorken, neden bu olmak zorundaydı? Başımı direksiyona dayayıp ağlarken içime attığım ne varsa hıçkırdıkça birer birer dökülüyordu. Bu defa değil, bu defa izin vermemeliydim. Çünkü kontrollü olmak zorundaydım. Kendim için, hayatını, anılarını benim için geride bırakıp değiştiren annem için güçlü olmak zorundaydım. Yüzümü ıslatan göz yaşlarımı elimin tersiyle silip arabayı çalıştırdım. Bahar Hanım'ın muayenehanesinin önüne geldiğimde akan makyajımın yüzümdeki izlerini temizleyip arabadan indim. İçeri girdiğimde asistanı Canan Hanım yüzündeki samimi gülümsemesiyle karşıladı.

"Hoş geldiniz Eylül Hanım."

"Hoş buldum Canan Hanım nasılsınız?"

"Teşekkür ederim, iyiyim. Bahar Hanım yaklaşık yarım saat sonra müsait olur."

"Biliyorum." dedim tebessümle. "Aceleci davranıp erken geldim. Beklerim."

"Sade içtiğinizi hatırlıyorum. Kahve ikram edeyim size."

"Bugünlük kotamı doldurdum. Hem akşam kız isteme kahvesi de içeceğim. O yüzden teşekkür ederim."

"Peki efendim. Hayırlı olsun bu arada."

Başımı teşekkür eder gibi eğip, samimi tavrına yüzümdeki tebessümle karşılık verdim. İçimde kopmaya alışık fırtına rüzgarını daha şiddetli hissettiriyor, bu defa gömüldüğüm suya sessizce teslim olmak istiyordum. Depresif düşünceler zihnimi meşgul ederken, içeriden çıkan danışan Canan Hanım'la yeni bir randevu oluşturduktan sonra motive olmuş haliyle çıkıp gitti.

Odasının kapısından başını uzatıp, "Eylül, hoş geldin canım gelsene." dediğinde, oturduğum yerden kalkıp, Bahar Hanım'ın odasına girdim. Çıkan danışanın kendisi yoktu ama kokusu kalmıştı. Camı aralayıp ağır parfüm kokusunu penceren özgür bıraktıktan sonra koltuğuna oturdu. Müsade isteyip önündeki notları düzenledi.

"Eveet. Artık konuşmaya başlayabiliriz. Nasılsın bakalım, her şey yolunda mı?"

Bir doktordan ziyade, arkadaş gibi yaklaştığı için kendimi daha rahat hissediyordum. Oturduğum koltukta toparlanıp derin bir of çektim.

"Seni sıkan şey ne Eylül, hadi anlat bana."

Hayatıma damdan düşer gibi giren adamı anlattığımda, terapistimi bile şaşırtmayı başarmıştım.

"Evrendeki en büyük enerji, düşünce enerjisidir. Kısacası, bizler düşüncelerimizle hayatımızı değiştirip yeniden yapılandırabiliriz. Nasıl ve nereden geleceğini bilmeden, tarifler vermeden sadece gönülden gelen arzularımız doğrultusunda hareket edersek ve hak ettiğimize inanırsak zaten gelecektir beklenilen... Nasıl'ı düşünmek Evren'in işi. Bizim de tıpkı bir katalogdan seçer gibi, hayatlarımızda neler olmasını istiyorsak onları sipariş vermemiz yeterli, gerisine karışmadan. İyi de Nasıl? demeden."

Cümlesini bitirip ayağa kalktı. Daha sonra yanıma gelip oturduğunda elimi tuttu, "Yani Eylülcüğüm, sen istedin ve o geldi. Bazen biz farkında olmadan hayatımıza birilerini ya da bir şeyleri belirli zamanlarda konuk edebiliyoruz. Olumlu yanlarının bilincinde ve ne istediğimizi bilerek hareket edersek yolladığın enerji sana ne istiyorsan onu getirecektir."

Sessizce dinliyor, cümlelerinin arasına girecek herhangi bir şey söylemiyordum. Terapiden ziyade tavsiyelerden ibaret ilerleyen sohbet sonlara doğru gülüşmelerle daha da eğlenceli hale gelmişti. Bu akşam için karşılaşacağım insanı Bahar Hanım'a anlatmamaya karar verdim. Çünkü ne istediğimi ya da neyi istemediğimi iyi biliyordum. Kullanmamı önerdiği ilacı artık bırakmam gerektiğini söylediğinde aksatmış olduğum zamanları böylece dert etmeme gerek kalmamıştı. Samimi bir vedanın ardından muayenehaneden ayrıldım. Sonraki terapi için randevu oluşturmayıp, sadece ihtiyacımın olduğu zamanlarda yanına uğramamı söylemişti. Bu iyi bir haberdi. Demek ki bana iyi gelen şeyler artık fazlasıyla etkisini gösteriyordu.

Eve geldiğimde annem balkonda kahvesini içiyordu. Yüzümde en mutlu gülümsememle sarılıp yanaklarından öptüm.

"Güzel kızım benim. Bahar Hanım'la görüşmen baya iyi geçmiş anlaşılan."

"Oldukça iyi." dedim odama gidecekken arkamı dönüp, "Bu akşam diğer kızını istemeye geliyorlar Sema Hanım hadi kalk da hazırlan. Kahveleri kızımızı verdikten sonra içeriz."

Annem heyecanla yerinden fırladı. "Ne? Ay Eylül ciddi misin? Kemal'in ailesi Eda'yı mı isteyecek?"

"Evet anneciğim aynen öyle." dedim kıkırdayarak. "Canım arkadaşım bizimle o kadar fazla ilgilendi ki, onun hayatında olan gelişmelere hep geri kaldık. Şimdi sıra bizde Sema Sultan."

"Kızım ben gelmesem, sen ikimizin yerine gitsen olmaz mı? Ben şimdi tutamam kendimi ağlarım, kızın moralini bozmayayım." Cümlesini bitirdiğinde bile gözleri dolmuştu.

"Oyun bozanlık yapma Sema Hanımcığım, sensiz olmaz."

Yüzümü okşayıp hüzünle kıvrılan dudaklarını araladı, "Sen git kızım. Benim de tebriklerimi ilet. Nasılsa uzunca bir süre bu akşamı bıkmadan anlatacak bize ve bizde sıkılmadan dinleyeceğiz." derken güldü. "Hem pek keyfim de yok açıkcası. Eda bana küsmez sen onu ikna edersin."

"Bu durgun hallerini ayrıca konuşacağız. Peki tamam, ısrar etmiyorum o halde. Onu bir şekilde ikna ederim."

Odama gidip hızla gardrobumu açtım. Mezuniyet balosunda giydiğim elbise gözüme çarptığında, zihnime üşüşen anılardan sıyrıldım. O gece giydiğim limon sarısı elbiseye benzeyen aynı formda mini saten elbisemi yerinden çıkarttım. Saçlarımın dalgalarını belirginleştirip hafif bir makyaj yaptım. Rastgele üzerime sıktığım parfüm şişesini bırakıp telaşla odadan çıktım. Bilekten kemerli ayakkabılarımı elime alıp spor ayakkabılarımı giydim. Topuklu ayakkabılarla araba kullanmayı sevmiyordum. Annemle vedalaşıp evden çıktım.

Eda'nın evinin önüne geldiğimde heyecandan ellerim titriyordu. Hemen arabadan inip anahtarı çantama attım. Apartmana doğru yürürken ayakkabılarımı değiştirmediğimi farkedip söylenerek geri döndüğümde, bir çift ela gözle buluştum. Esmer tenine giydiği takım elbisesinin içinde nefes kesici duruyordu. Esen ılık rüzgarın burnuma getirdiği kokusu dayanılmazdı. Bir süre birbirimize bakarak geçen sessiz zamanı özlediğim sesiyle parçaladı.

"Hala topuklu ayakkabıya alışamadın mı?" derken sol yanağına doğru kıvrılan gülümsemesinin ortaya çıkarttığı gamzesi göz kırpıyordu.

Gözlerimi gözlerinden ayırmadan başımı iki yana sallayarak, "Alışamadım." dedim.

Daha fazla hiçbir şey olmamış gibi ayaküstü sohbet etmek istemediğim için hızla arabaya yürüdüm. Anahtarı çıkarıp kapıyı açtım ve az önce kalktığım koltuğa geri oturdum. Başımı çevirip olduğu yere korkarak baktığımda Engin apartmana doğru gidiyordu. Geriye yaslayıp sakinleşmeye çalıştım.

Sanki daha dün vedalaşıp, bugün arkadaşlarımız için tekrar bir araya gelmişiz gibi hissediyordum. Onu gördükten sonra değişen duygularım dizlerimin titremesine sebep oluyordu. Gür siyah saçlarının ortaya çıkardığı ela gözleri, onu takip eden erkeksi burnu ve zamanında dudaklarımdan ayıramadığım belirgin dudakları gözümün önünden gitmiyordu. Bu akşam aynı ortamda gözlerine bakmadan nasıl durabilirdim. En acılı zamanlarımda beni yalnız bırakmasını bile hafızamdan silip atacak kadar özlemiştim onu. Buna daha fazla katlanamayacağımı düşünerek kontağı çevirip arabayı çalıştırdım.

Sanırım buradan gitsem iyi olacak! diye söylenirken, bir yanım Eda'yı düşünüp kalmam gerektiğini söylüyor, diğer yanım koşarak uzaklaşmam gerektiğini umarsızca haykırıyordu. Baskın gelen taraf Eda'yı yalnız bırakmama sebep olacaktı.

...

Sizce Eylül, kaçacak mı? Yoksa Eda'nın yanında mı olacak?🤷🏻‍♀️

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.😍

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.🌟

Bir sonraki bölüm de görüşmek üzere 🙋🏻‍♀️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top