10. BÖLÜM - RÜYA
Çocukken küstüğüm zamanlarda elma şekeriyle kandırılırdım. Şimdilerde de bunun değişmediği belli olacak ki kutudan çıkan şekerler geceye damga vuran kitaptan bile daha cezbedici halde önümde duruyordu.
Damdan düşer gibi hayatıma giren adam, yaşattığı tesadüflerle beni kendine umarsızca çekiyordu. Gelişen olaylar karşısında elim kolum bağlanıyor, okyanus gözlerinin karşı konulmaz derinliği sayesinde ruhum, çekildiği girdabın içinde debelendikçe boğuluyordu. Yüzünün erkeksi güzelliğini gölgede bırakan mavileri sessizliğin bile sesinin olduğunu, konuşmadan da her şeyin anlatılabileceğini içten içe öğretiyordu.
Her defasında bir sonraki buluşmayı garantiye alan adamın bahanesi bu defa da elma şekerleri olmuştu. Yarın için gelip alacağını söylemiş başka detay vermemişti. Kutuyu alıp odadan çıktığımda annemin yanına gittim. Yüzümde istemsizce beliren tebessüme karşı koymak için direndiğimde bunu çoktan farkeden annem sormak için gecikmedi.
"Ne varmış kutuda?" Bunu söylerken oturduğu yerde toparlanıp heyecanla bana döndü.
"Aç ve gör."
Kutuyu kendine çekip kapağını açtığında gözleri de hayretle açıldı. Elini dudaklarına götürüp şaşkınlığını taçlandıran annem, "Daha önce elma şekeri sevdiğini söylediğin bir muhabbetinizin olmadığına eminim." dedi.
"Tabii ki olmadı."
"Bunca tesadüfün içinde ne hissettiğini çok merak ediyorum?" diye sorduğunda kutudaki drajelerden rastgele alıp ağzına attı.
"Dur tahmin edeyim. Portakallı mı?" Diye sordum.
Annem çikolatanın damağında bıraktığı tadını yokladıktan sonra başını sallayıp cevapladı. "Portakallı."
"Korkuyorum anne ve en kötüsü de ne biliyor musun? Olanların önüne geçemiyorum."
Başımı geriye atıp koltuğa yasladıktan sonra zihnimin tavanında beliren okyanus mavileri göz kırpıyordu.
"Yarın gelip beni alacak. Elma şekerinin biri onun."
"Kabul ettin yani?" İmalı bakışıyla cevabını bildiği sorunun ardından kıkırdayarak başlattığı gülmesini kahkahaya çevirdiğinde, tepkisiz onu izliyordum. En olmadık zamanlarda hiç olmayacak tepkileri beni benden alıyordu.
Bıkkınlıkla bıraktığım nefesin ardından tavrına sinir olduğumu anlaması için kutuyu önünden alıp odama geçerken arkamdan seslendi.
"Bu hallerin hoşuma gidiyor."
Omzumun üzerinden attığım yarım bakışla sessizliğimi koruyup odama girdim. Kokusunun sindiği elbiseden kurtulup kendimi ılık duşa attım. Huzursuz hissettiğim zamanlarda suyun zihnimi arındırdığı düşüncesi her zaman rahatlatıyordu. Banyodan çıktıktan sonra Eda'ya yarın için yanına uğrayacağımı söylediğim bir mesaj attım. Islak saçlarımı sarmalayan havluyu sıyırıp, malum kutuyu tekrar açtım.
"Haydi, deniz kenarına bir yere gidip dolaşalım. Bugün canım insan yüzü görmek istemiyor; geniş, uçsuz bucaksız bir şeye... ve sana bakmak istiyorum!"
Defalarca okuduğum nota uzun uzun baktıktan sonra, kutudaki çikolatalardan birkaç tanesini ağzıma attım. Tadı damağımı şenlendirirken yüzümde beliren mutluluğun resmi uzun bir süre benimle kaldı. Gözlerim kapalı ilerlediğim bu yol, takılıp düşmeyeceğimin garantisini vermezken umarsızca yürüyordum. Yanımda yer almak isteyen adamın çizdiği rotadan habersizdim. Güvenmiyordum ama bana doğru atılan adımlarına da engel olamıyordum.
Hayatın dikenli yollarında yürümeyi öğrendikten sonra savrulup gitmek, hüsranla biten bir yolculuksa eğer seni tekrar dizlerinin üzerinde başladığın yere çaresizce bırakmaktan başka bir işe yaramıyordu. Duyguları bir kenara bırakıp mantık devreye girdiğinde yapılan eylemler her zaman daha sağlam adımlar gerektirirken, bunu hiç yapamamış olmamın verdiği tedirginliği şimdi iliklerime kadar hissediyordum. Çünkü, ne yaşarsam yaşayayım, kalbimin her zaman mantığımdan önce hareket ettiğini biliyordum.
Bu defa kalbim de, aklım da iş birliği yapmış gibi bana ne yapmam gerekeni söylemiyor, huzursuz sessizliğin içinde cevap arayan benliğim beliren ışığın peşinden çaresizce ve ezbere gidiyordu.
Düşüncelerimin zihnimi esir aldığı saatlerde uykuya teslim olan gözlerim uyanmak için dirense de gördüğüm rüyanın kabusa dönüşmesiyle çıkmaza giriyordum.
Uçsuz bucaksız bir denizin ortasında bir sandalın üzerinde tek başıma asıldığım küreklerin ağırlığı, kollarımda gerginleşen kasları kopartırcasına acı veriyordu. Güneş evreni ısıtmak yerine kavuruyordu adeta. Olduğum yerde ayağa kalkıp pürüzsüz suyun uzandığı ufka, elimi gözüme siper ederek baktığımda uzaklardan kararan gökyüzü gelecek olan fırtınanın haberini veriyordu. Aniden başlayan yağmur gök gürültüsüyle şiddetini arttırıyor, derin maviliğin yanı başımda yarattığı girdap, içinde bulunduğum sandalı tüm gücüyle çekiyordu. Çığlığım bulutların arasından düşen şimşeğin kudretini hiçe sayacak kadar keskindi. En acısı da sesimi duyabilecek tek bir kişinin bile olmayışıydı. Ellerimi yüzüme kapatıp içinde bulunduğum afeti yok saymak yetmiyor, kabaran dalgaların sarstığı sandalda umarsızca savruluyordum. Fırtınanın dans ettiği deniz, sandalı alabora ettiğinde çaresiz çırpınmalarım sonuç vermiyordu. Nefessiz kalışım ve ciğerlerime dolan su yavaş yavaş sonumu getiriyordu.
Suyun altındaki son bakışlarım yüzeyi gözlerken, aniden beliren güneş, karanlık derinliği aydınlatmış uzanan meçhul el yaka paça beni kendine çekiyordu.
Dudaklarımda hissettiğim karıncalanma ve sarsılan bedenimle gözlerimi açtığımda denizin rengini utandıracak mavilikte bir çift göz bana bakıyordu. Omuzlarımdan tutan elin sıcaklığıyla uzandığım yerden doğrulduğumda gözlerimi açtım. Annem yanı başımda tedirgin gözlerle bana bakıyordu.
"Rüya gördün kızım, sakin ol."
Rüyanın bıraktığı etki hâlâ devam ediyor nefes almaya çalıştıkça yuttuğum tuzlu suyun tadı genzimi yakıyordu sanki. Elimi boğazıma götürüp öksürdükten sonra derin nefesler almaya devam ettim.
"Boğuluyordum anne. Çok korkunçtu."
"Tamam, geçti kızım sadece bir rüyaydı. Hadi gel yüzünü yıkayıp balkona çıkalım. Kahvaltıyıda orada yaparız. Temiz hava iyi gelir."
Başımı tamam dercesine sallayıp yatağımdan kalktım. Banyoya gidip yüzümü soğuk suyla buluşturduğumda, beni çeken denizin altında nefessiz çırpınışlarım tekrar nefesimi kesti. Aynaya korku dolu gözlerle bakınca solmuş yüzüm rüyanın gerçek kadar etkileyici yanını yansıtıyordu.
Annemin yanına balkona çıktıktan sonra keyifsiz geçen kahvaltının ardından yiyebildiğim iki lokma ile masadan kalktım. Odama geçtiğimde Eda'nın yanına gitmek için hazırlandım. Gri tulum gözlerimle olan uyumunu sağlamıştı. Saçlarımı her zamanki gibi özgürlüğüne kavuşturup hafif bir makyajla hazırdım. Aynanın karşısındaki görüntümden oldukça memnunken, giydiğim ince kumaş, üzerimde hafifliğini hissettiriyordu. Son ritüeli tamamlayıp kokumu bıraktığım odamdan çıktım.
Arabaya atlayıp doğruca Eda'nın yanına gittiğimde hala çalışıyordu. Erken ziyaretim şaşırtmış yüzümdeki keyifsiz havayı hemen farketmişti. İzin alıp bir saat kadar erken çıkma karar verdiğinde her zaman gittiğimiz kafeye doğru yola koyulduk. Kafeye giderken rüyamdan bahsetmek yerine ısrarcı bakışlarına rağmen Emirhan'ın geldiği akşamı anlattım. Yüzündeki muzip ifadesiyle sordu. "Gidecek misin?"
"Henüz olumlu bir yanıt vermedim ama geleceğimi adı gibi biliyor."
"Zeki adammış gerçekten. İşlerin bu boyuta geleceğini asla tahmin edemezdim."
"Bunca tesadüfün bana verdiği mesajı merak ediyorum. Kalbim hayır derken, dilimden dökülen evetlere engel olamıyorum."
"İrdeleme sende zamana bırak." derken göz göze geldik.
Bu kelimesi beynimde çakan şimşekleri aramıza düşürürken, Engin içinde aynı şeyi söylediğini hatırlayıp panikle önüne döndü. Zihnimdekileri kovarcasına başımı iki yana sallayıp yola bakmaya devam ettim. Kafeye geldiğimizde her zamanki masamızın boş olduğunu görüp kimse oturmasın diye hızla o yöne ilerledik. Zafer kazanmış gibi gülerken masaya oturduk. Çocuk kalan tarafımızı en iyi birbirimizin yanında çıkarabiliyorduk. Kıkırdamalarımız devam ederken gelen garsona verdiğimiz şiparişlerin ardından rüyamı anlattım. Nefesini tutmuş büyük bir ciddiyetle beni dinliyordu.
"Bilinçaltı olmuş sanırım. Yani Emirhan'ı sadece senin gözünle biliyorum. Bence sen onun iyi yanlarından ziyade sana göre kötü olan yanlarını dikkate alıyorsun. Başkasına göre belkide kusursuz birisi."
"Haklı olabilirsin. Biraz ön yargılıyım ona karşı. İlk izlenimini hatırlayacak olursak..." derken göz devirip devam ettim. "Korkuyorum Eda! Neyi nasıl yapacağımı bilmediğim bir evredeyken, onun hayatıma bu kadar rahat girmesine şaşkınım. Üstelik sanki yeni değil de çok uzun yıllardır beni tanıyormuş gibi ortak bir çok şey çıkartıyor karşıma."
"Elma şekeri!" Dedi bir solukta.
"Evet! En iyi örnek bu olabilir. Bize geldiği akşam balkona çıktığımızdaki sohbetimize şahit olabilseydin keşke."
"Ben olsaydım o sohbet olmazdı." derken muzipçe güldü.
"Emin ol, olurdu. Annemin yanında bile öz güvenle yaptığı iltifatları duysan şaşkınlıktan dilin tutulurdu."
"Kibar adammış, hakkını yiyemem. Senin rahatsız olduğun şeyler onun yetişme tarzıyla pekte sorun değil gibi."
"Onun da etkisi vardır illa ki. Sadece biraz abartıyor. Annem bile onun bana nasıl baktığını farkedip, söyleyebilecek kadar rahat üstelik."
Eda attığı kahkahasının fazla olduğunu anlayıp elini ağzına siper ederken, bastırmaya çalıştığı çoşkusunu daha sakin halde sürdürdü. Ona gülerek eşlik ederken aniden gelen sessizliğim neşeli ortamı kapı dışarı etti.
"Bana ne yapacağımı söyle! Çünkü, ona karşı nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum."
Bıkkınlıkla bıraktığım nefesle arkama yaslanıp denizin güneşi kucakladığı yerin parlaklığına gözlerimi sabitledim. Baktığım yerin derinliğine zihnimin daldığı anlar bana rüyamı tekrar tekrar yaşatıyordu.
"Elma şekerlerini al ve git!" Bunu derken elini uzatıp bekledi. Doğrulup elini tuttuğumda samimiyetini gösteren sımsıkı dokunuşuyla sıcacık baktı. "Mutlu olmanı çok istiyorum Eylül."
Hüzünle kıvrılan dudaklarım yerini tebessüme bırakırken başımı salladım.
"Gideceğim. Karşımdaki adam bana koşarak gelirken ona bir adım atmak beni korkutsa da gideceğim."
Kahvelerimizi içtikten sonra saatine bakan Eda, "Erken çıktım, geç kalmayayım canım, beni bankaya bırakır mısın?" Dedi.
"Hadi kalkalım o zaman." dedikten sonra hesabı ödeyip kafeden ayrıldık. Eda'yı iş yerine bırakıp, buraya yakın olan kitapevine uğradım. Mağazaya girince etrafımı saran kitap kokusuyla gözlerimi kapadım. Babamı anımsatan koku eskiden hüzünlendirse de şimdiler de varlığını hissettirdiği için yüzümdeki tebessümle baş gösteriyordu.
Stok kontrolleri, muhasebesel birkaç işlemin ardından rafların arasında gezerken aklıma geleni yaptım. Elimdeki kitabı kasaya götürürken paketlemesi için Ahmet'e bıraktım. Bulduğum kartın üzerine yine kitaptan seçtiğim alıntıyı yazıp paketlettim. Kitapevinden çıkıp eve doğru yol aldığımda, yaklaşan saat içimde kıpırdayan heyecanı tetikliyordu.
Evin önüne geldiğimde, annem her zaman ki yerinde balkonda oturuyordu. Beni görünce balkondaki çiçeklerini kıskandıracak gülümsemesiyle el salladı. Eski evimizdeki anılardan kaçmak istesekde yine ona benzer bir dizaynla döşemiştik bu evi. Balkonu bile aynı denilecek kadar benzerdi. Karşılıksız bırakmadan el sallayıp apartmana girdim. Daire kapısına çıktığımda kapıyı çoktan açmış beni bekliyordu. Yanaklarıma kondurduğu öpücükleri sanki aylardır görmemişcesine hasretliydi. Yanağından aldığım makasla sordum.
"Ne yaptın bakalım Sema Sultan?"
"Hiçbir şey. Kahve içiyorum balkonda sana da yapayım mı?"
"Yok anneciğim teşekkür ederim. Eda'yla içtim ben. Selamı var sana."
"Özledim gelmiyor epeydir. Bir akşam Kemal ve Eda'yı yemeğe çağıralım."
"Sen iyi alıştın akşam yemeklerine Sema Hanımcığım." derken boynuna sarılıp yanağına öpücük kondurdum. Elime muzipçe vurup, "Hadi ordan şımarık şey. Git de hazırlan sen. Vakit daralıyor."
Nereden vuracağını iyi bilen annem imalı bakışları ve gülüşüyle yüzümün kızarmasına sebep olurken omuzlarımı silkip yanından ayrıldım. Odama girdiğimde kutudan çıkardığım elma şekerlerini unutmamak için aynamın önüne koydum. Üzerimdekilerden kurtulup kendimi duşa attım. Çıktığımda saat üçe geliyordu. Hızlıca üzerime geçirdiğim jean ve omuzlarımı açıkta bırakan kırmızı crop bluz hem şık hem de spor görünmeme sebep olmuştu. Saçlarım kuruyana kadar yaptığım makyajla hazır sayılırdım. Gri gözlerime çektiğim eyeliner karekteristik şekliyle rengini ortaya çıkarmış yanağımdaki şeftali tonlarındaki allık oldukça doğal duruyordu. Dudaklarıma sürdüğüm parlak ruj ise rengini belli belirsiz gösteriyor abartıdan geri durmamı sağlıyordu. Saçlarıma, sıktığım köpükle şekil verip doğal dalgasını ortaya çıkardıktan sonra ıslak görüntüsüyle çıplak omuzlarımda özgür bıraktım.
Telefonuma gelen bildirimle kalp atışlarım hızlanmıştı. "Yarım saat sonra orada olurum." Yazıyordu. Halbuki kesin bir cevap bile vermemiştim. Nasıl bu kadar emin olabiliyordu geleceğimden? Düşen yüzümle kendimi yatağıma bıraktım. Benimle olmak, daha yakından tanımak istiyor diye düşünürken, bense tüm gücümle buna engel olmaya çalışıyordum. Üzerine de göz ardı edilemeyecek kadar nazik yaklaşımına içten içe sinir oluyordum. Bu kadar ön yargıyı hakedecek bir şey yapmamış olmasına rağmen hem de. Olduğum yerde doğrulup bir an, ne istediğimi sorguladım. Aklımın ve kalbimin kuyusuna fırlattığım taşın çıkardığı ses boşluğunun yankısından başka bir şeyi duyurmuyordu.
İzin vermeliyim. Ne olacağını, bunca tesadüfün getireceği şeyleri merak ederken, ona izin vermeliyim.
Kendi kendime söylenirken saate bakıp son rötuşları yapıp üzerime uygun seçtiğim salaş çantamın içine elma şekerlerini attım. Parfüm şişeme uzanıp, önce göğsüme, kulak arkalarıma ve en son bileklerime sıkıp odamdan çıktım. Anahtarları alıp anneme seslendim.
"Anneciğim çıkıyorum ben."
Oturduğu yerden kalkıp ağır adımlarla yanıma gelirken baştan aşağı süzdü. Tek kaşını kaldırıp, gördüğü son halim karşısında beğendiğini gösteren bir hareketle dudaklarını kıvırdı.
"Çok güzel görünüyorsun."
Yanağına bıraktığım öpücükle ve yüzümdeki tebessümle cevap vermeden çıktığım kapıya kim bilir neler yaşayıp dönecektim. Arabayı açıp koltuğa bıraktığım paketi alıp, onu da elma şekerlerinin yanına bıraktım. Annem balkondan meraklı gözlerle ona bahsetmediğim şeyin ne olduğuna bakıyordu.
Güneş gözlüğümü takıp arabayı kilitlediğim sırada yanıma yaklaşan siyah Jeep tek hamlede arabamın arkasında yerini aldı. Kapısı açılan arabadan inen adam, giydiği jean ve ince keten gömleğiyle oldukça spor görünüyordu. Her zaman takım elbise ile görmeye alışık olduğum için üzerindeki ince gömleği sayesinde vücut hatları belli oluyor, üstten açtığı düğmeleri kumral tenini gözler önüne seriyordu. Bej rengi gömleğin kollarını simetrik şekilde kıvırmış, damarlı kollarını süsleyen koyu mavi saatiyle spor tarzına olabilecek en iyi dokunuşu yapmıştı. İkimizin ayağında da beyaz spor ayakkabılar dikkat çekerken yanıma gelip benim onu incelediğim gibi oda beni göz hapsine aldı. Elini uzattığında kendine çekip yanaklarımızı buluşturduğunda kokumu içine çektiğini sessiz ama hissettiren nefesinden anladım. Arabasının kapısını açıp oturmamı bekledikten sonra, balkonda bizi izleyen annemi sol elini kaldırıp selamladı. Arabanın önünden dolaşırken içeride bulanan kokusu ferah rüzgarlar estiriyordu. Yanıma oturduğunda gözümdeki gözlüğü çıkartıp ona doğru baktım. Gözlerimiz buluştuğunda konuşmak için gecikmedi.
"Çok güzelsin."
"Teşekkür ederim. Sende öyle."
Söylediğim cümlenin sonunda mahçubiyetle dudaklarımı ısırıp başımı kızaran yanaklarımı saklamak ister gibi önüme eğdiğimde, erkeksi kahkahasıyla başını geriye atıp güldü.
"Yani hoş gözüküyorsun." Bunu söylerken utangaçlığımın verdiği tonlama fısıltıya yakındı.
"Teşekkür ederim." dediğinde gülümseyerek bana bakıyordu. Emniyet kemerini takıp arabayı çalıştırdığında, takmak için uzandığım kemer takıldı.
"Ben hallebilirim istersen." dedikten sonra cevabımı beklemeden üzerime doğru eğilip takılan kemeri çekiştirdi. O an ki heyecanla nefesimi tuttum. Yakınlığı kalp ritmimi hızlandırıyordu. Geri çekilirken gözlerinin kaydığı yer, ısırdığım dudaklarım oldu. Kemeri taktıktan sonra bıraktığı derin nefes onunda en az benim kadar etkilendiğini gösteriyordu.
"Teşekkürler."
Az önce bulunduğumuz yakınlığın bünyemizdeki yarattığı sıcaklığı, ikimizde aynı anda camları aralayarak bertaraf etmeye çalıştık. Gülmemek için birbirine bastırdığım dudaklarım benden bağımsız hareket ediyordu. Bir süre sessizliğimizi koruyup öylece ilerledik. Nereye gideceğimizi bilmiyordum. Daha fazla dayanamayıp sordum.
"Nereye gidiyoruz?"
"Deniz kenarına..."
Bıraktığı notta yazandan başka bir şey dememişti. Israrcı davranıp hevesli gözükmemek adına sessiz kalmayı tercih ettim. Gittiğimiz yol tahminleri zihnimde toplarken içten içe hâlâ merak ediyordum. Yaklaşık bir saat sonra geldiğimiz yer Riva'ydı. Tahminlerimin arasında bulunan bu yer en güzel sahile sahipti. Ben durmasını beklerken ilerlediği sarp yollar bilinenin aksine doğru gidiyordu. Çakıl taşlarının süslediği yolun sonunda arabayı durdurdu. Sadece dalga seslerinin olduğu ıssız koy, batmaya hazır olan güneşe kucak açıyordu. Kumsala inerken büyüleyici manzara karşısında yüzümde etkilendiğimi gösteren gülümsemeyle ona baktığımda, o sadece beni izliyordu.
"Harika bir yer burası." dedikten sonra, güneş gözlüğümü tekrar taktım. Usulca denize doğru ilerleyip durduğum yer esen ılık rüzgarıyla bedenimi okşuyor, dalgalı saçlarım omuzlarımı ritmik hareketlerle dövüyordu. Tam önüme gelip duran adam gözlerimdeki gözlüğü usulca çıkarttı. Sorgulayan bakışlarımdan sonra konuştu.
"Gözlerin kadar değil."
Sessiz ama çok şey anlatan bakışmamızdan sonra yanıma geçip ayakkabılarını çıkarttı ve pantolonunun paçalarını bir iki hamleyle katladı. Doğrulup elini uzattığında, sağ elimi ona teslim ederken, desteğiyle ayakkabılarımı çıkarıp paçalarımı kıvırdım. Çekmesem hâlâ tutmaya devam edecek kadar sıkı tutan elini teşekkür ettikten sonra bıraktım.
Çıkardığımız yerde kalan ayakkabılar yan yana beklerken kıyı boyunca yürüdük. Çantamdan çıkarttığım elma şekerlerinin birini ona uzatırken okyanus mavisi gözlerini bana çevirdi.
"Unutmamışsın."
"Bunun için buluşmadık mı?"
Başını gün batımına doğru çevirirken diyeceklerini toparlarcasına sustu. Dili susuyor bir tek gözleri bana konuşuyordu. Bakışlarındaki deli rüzgar kalbimin pencerisini umarsızca döverken, ruhum kafasını kuma gömen devekuşu misali saklandığı karanlıktan çıkmaya korkuyordu.
"Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir. Yeni bir başlangıç için her şeyi yıkmanın vakti." dedikten sonra elini uzattı. Bu da neydi şimdi? Dilinden dökülenleri bu kadar çabuk beklemezken, hissettiğim tedirginlik kıyıya vuran dalgalar misali açığa çıkıyordu. Uzattığı eline korkarak yaklaşan elim titriyor, çıplak ayaklarımıza vuran serin su ikimizi birden içine çekiyordu.
"Korkuyorum!"
"Korkma! Sana yaklaşmama müsade et. Tuttuğum elimi bırakmazsan korkusuzca koşabiliriz."
"Yürümeye yeni alışıyorken sana eşlik edemem."
"Sabırla beklerim. Ama yanında!"
Elimi elinden kurtarmak için aklıma gelen şey, en güzel bahanem olmuştu. Çantamın içinden çıkarttığım paketi uzatırken, yüzünde beliren tebessümle aldı.
Gün batımının kızıllığı okyanus gözlerini rengine hapsediyor, kusursuz yüz hatlarının gölgede kalan yerlerini ifşa edercesine açığa çıkarıyordu. Kalın dudakları yazdığım notu okurken duyduğu hazla kıvrıldı. Derin mavilerini gözlerime sabitlediğinde bakışlarını kaçırmadan konuşmaya başladı.
"Kim bilir ne gibi sebeplerle tesadüf bizi birleştirdi."
Kitabın üzerine bıraktığım nota sesiyle hayat vermiş, âdeta heceler ruh bulmuştu. Mahçubiyetle başımı yere eğerken, iki parmağıyla çenemden tutup nazikçe yukarı kaldırdı. Teması kesmeden bir adım daha yaklaşan adam yüzünü saçlarıma doğru eğip kokumu içine çekti. Burnuma değen teninin kokusu hem yabancıydı hem de çok tanıdık. Korkuyla gözlerimi kapadığımda zihnime üşüşen geçmişimle baş başaydım. Farklı bir koku, farklı bir ten hissediyordum şimdi. Geri çekilip gözlerime baktığında yüzüme doğru süzülen yaşları usulca sildi.
"İzin ver. Boğulduğun da elinden tutup seni çekmeme, nefesin olmama izin ver." Yalvarırcasına bakan gözleri yüzümde dolaşırken, güneş tamamen batmış rüzgar hırçınlaşan denizin kokusuyla varlığını hissettiriyordu.
Rüyamda boğulmaktan kurtaran elin sahibi karşımdaydı. Gözlerimi araladığımda denizin maviliğini utandıracak bir çift göz şimdi gerçekten bana bakıyordu ve duyduğum cümleler rüyamı bilircesine emin çıkıyordu dudaklarından. Şaşkın bakışlarımı yüzünde gezdirirken derin bir nefes alıp konuştu.
"Seni rüyamda gördüm."
....
Ben bu bölümü yazmalara doyamadım, umarım beğenirsiniz.🧡
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın.💃
Özellikle hayalet okurlara sesleniyorum desteğinize ihtiyacım var.🔥
Bir sonraki bölüm de görüşmek üzere 🙋🏻♀️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top