Bölüm 6 - " Cam Kırığı"

Düş

Bölüm 6 – " Cam Kırığı"

"Alice."

Duyduğu ses ile irkilmişti Alice, sıçramaktan kendini alıkoyamadı. Çıplak ayaklarıyla, olduğu yerde birden arkasını döndü. Kuzeni Benjamin pijama takımının üzerine giydiği kabanıyla karşısında dikiliyordu. Telaşla etrafına bakındı. Sadece biraz önce nişanlısının uzaklaştığını gösteren nal seslerini işitmişti. Lakin panik ona beklemediği şeyler yaptırıyordu.

"Be-benny! Tanrı aşkına beni korkuttun! "

Benjamin telaşlı fısıltısını umursamadan yaklaşmıştı. Adeta bir kediymişçesine omzunu kavramış, hiçbir şey söylemeden onu tuttuğu gibi köşke sürüklemişti. Verandaya çıktıklarında içeri geçmek yerine onu sağ kanada çekmiş, evin alt katını bir balkon işlevi ile çevreleyen verandadaki küçük masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturtmuştu. Önlerindeki ahşap tırabzandan sarkan gri, renksiz örtüyü alıp ayağının altına sermiş, paltosunu çıkartıp omuzlarına örtmüştü. Onunla işi bittiğinde geri çekilmiş, içini çekerek karşısındaki sandalyeye oturmuştu.

"Evet Alice, şimdi seni dinliyorum."

Adam bir şeyleri duymuştu, bundan emindi. Fakat neyi duyup neyi duymadığını bilmeden konuşmaya nasıl başlayacağını bilmiyordu. Temkinli davranmayı seçti Alice. Önce kuzeninin neler bildiğini öğrenecekti.

"Ben neden bahsettiğini anlamıyorum."

"Lütfen. İkimiz de neden bahsettiğimin farkındayız."

"Eğer Robert'ı kast ediyorsan, evet o buraya geldi ve sadece konuştuk. Hepsi bu."

Karanlığa rağmen, Benjamin'in gözlerine süzülen endişe belirgindi. Masada eğilerek önüne birleştirdiği ellerinden birine uzanıp tutmuştu. Parmakları elini o kadar güçlü sıkıyordu ki adeta eklemleri beyazlamıştı.

"Benimle konuşabileceğini biliyorsun. Sana yardım etmek istiyorum. Alice bugün beni çok korkuttun. Daha bunu çözememişken o adamın seni gecenin bir yarısı tekrar ağlattığını gördüm. Endişelenmememi bekleyemezsin."

Ellerini çekip sandalyesinde geri yaslandı Alice, kollarını göğsünde birleştirdi. Her şey onun için karmakarışık bir hal alırken işin içinden nasıl çıkacağını çözemiyordu.

"Tanrı aşkına senin ondan nasıl haberin oldu? Ben bile güçlükle fark edebildim."

"Odalarımız alt alta. Camına gelen taşın gürültüsü odamda duyulmuyor mu sanıyorsun? Ne olduğuna bakmak için arka kapıdan çıkıp geldim, siz ikinizi ağacın altında gördüm."

İçinden her şeyi gördü diye geçirmeden edememişti. Robert'a sarılması, ona sarılarak ağlaması, yanağına bıraktığı öpücük... Sevdiği adam görmemesini dilediği her ana şahit olmuştu. Koltukaltında birleştirdiği elleri birer yumruk haline dönüşmüştü. Nişanlısına kızmaktan kendini alıkoyamıyordu. Bir gece yarısı gelmiş, ona olan duygularından, sevgisizliğinden emin olduğu anda tekrar tüm dengeleri bozup ortadan kaybolmuştu.

"Sen orada durup bizi mi izledin Benjamin ?"

"Tamam, ne kadar uygunsuz bir hareket olduğunun farkındayım. Fakat bana inanmalısın, senin için endişelendim. Önemsemiyor olabilirsin fakat bugün bir sinir buhranı geçirip kendini kaybettin, sakinleştirici ile önü alınabildi."

Benjamin'in hararetli fısıltısı bir an duraksamıştı. Yüzündeki huzursuz ifade alaycı bir sırıtış ile belli belirsiz bozulmuştu. Alice altından iyi bir şey çıkmayacağına adı kadar emindi.

"Siz ikiniz arasında bir şey var, bu aşikâr. Dürüst olmam gerekirse ilişkinizi şairane buluyorum. Sana fısıldadığı şeyleri duymadım ama hatasını affettirmiş gibi gözüküyordu."

Elinde olmadan homurdandı Alice.

"Şairane mi? Ne bu yeni komedyanızdan bir şaka falan mı? "

"Stuart ile konuştum. Öğlen kavga etmişsiniz, o kadar şiddetliymiş ki ikinizin sesi de Doyle Mülkü boyunca yankılanmış. Bu mahrem ayrıntıya değinmek istemem ama işin sırlarından biri orada yatıyor; duyduğum kadarıyla bağıra çağıra kavga ettiğin nişanlın seni arabana binmeden önce öpmüş. Sonrasında arabada fenalaşıp hava almak istediğini söylemişsin ve Stuart'ın kollarında bayılmışsın. Aynı gün içerisinde, vakit gece yarısını geçtikten sonra pencerenin altına gelen nişanlınla buluşuyorsun, sanki hiçbir şey olmamışçasına birbirinize sarılıyorsunuz. Bakıldığında bir komedyaya benzemiyor ama tutkulu bir hikâye olduğu kesin, ne dersin ?"

Benjamin'in alaycı ses tonunun altında bir iğneleme olduğunu hissetti Alice. Stuart'ın anlatmaması gereken her ayrıntıyı kuzenine anlatmasına sinirlenmişken, adamın sesinde, cümlelerinde ve tavrındaki bu onaylamayan hissi aldığında kızgınlığı bir anda yok olmuştu. Benjamin Doyle ile olan ilişkisini sorgulamaya başlamıştı. Bu onun için bir umut ışığı olabilirdi.

"Ne demek istediğini anlamıyorum."

"Seninle açık konuşmamı ister misin Alice? "

Dudaklarını ısıran Alice usulca başını sallamıştı.

"Bu adam için belli hisler besliyorsun, seni anlıyorum. Zengin ve mevki sahibi birisi. Yakışıklı olduğunu da inkâr edemem. Yüzbaşı her genç kızın evlenmek isteyeceği bir erkek. Fakat henüz evlenmemişken seni bu kadar üzen birinin evlendikten sonra neler yapabileceğini düşünmek beni endişelendiriyor."

Onunla birlikte olmamı istemiyor. Alice'in zihninde yankılanan tek cümle buydu. Sebeplerle ya da bakış açılarıyla ilgilenmiyordu. Bir anda tüm dimağına hâkim olan bu düşünceyi yıkabilecek hiçbir koşul umurunda değildi. Onu bir müddet daha mutlu kılabilecek bu fikre sıkı sıkıya tutunmuştu.

"Bilmiyorum Benny. Her şey o kadar karışık ki. Tek bildiğim herkesin onunla nişanlı olduğum için ne kadar şanslı olduğumu söyleyip durduğu."

Benjamin masanın üzerinde elini ona doğru uzatmıştı. Üşümüş parmaklarının onunkilerle buluşmasına izin verdi Alice. Başını kaldırdığında göz göze gelmişlerdi. Elinde olmadan yüzüne bir gülümseme yayılmıştı. Bu karşısındaki Benjamin'i de güldürmüştü. Gece soğuktu ve tenleri esen rüzgâr ile ürpermişti. Fakat Alice parmaklarının ucunda yükselen sıcaklığı hissediyordu. Gerçek aşkın bu olduğunu düşündü. Yıkılmışken onu ayağa kaldıran Benjamin'di. Üşüdüğünde, ruhunun derinliklerine kadar titrediğinde onu ısıtan adamın bu gülüşüydü. Benjamin onu yakıp yıkmak yerine ayakta kalması için her an destek olmuştu.

Alice için ona âşık olmamak aptallıktı.

"Diğerlerini bilemem. Fakat Yüzbaşı Alice Princeton'ın sevdiği adam olduğu için çok şanslı. Sadece ona bunu birinin hatırlatması gerek."

Keşke bilsen diye geçirdi içinden Alice keşke sevdiğim adamın sen olduğunu bilsen. İçinde konuşabilecek cesareti bulmayı her şeyden çok isterdi. Ona tüm hislerini açıklamayı, asıl sevdiği adamın en başından beri o olduğunu söylemeyi her şeyden çok arzuluyordu. Lakin diline vurulmuş kilidin anahtarı henüz eline geçmemişti.

"Bunu ona söylediğinde sana teşekkür edip ne kadar şanslı olduğunu bildiğini söyler. Benimle yalnız kaldığı ilk anda ise mahrem anlarımızı paylaştığım için ateş püskürür. Ama sonra..."

Alice duraksamıştı. Onu duraksatan hissin ne olduğunu dahi bilmiyordu. Sadece birkaç an önce ona sarıldığı an zihnine dolmuştu. Sesinin tekrar kulaklarında çınladığına yemin edebilirdi; Sadece bir şeyi aklından çıkarma; ben seni seviyorum.

"Sonra ne? "

Sıçrayarak düşüncelerinden sıyrılmıştı. Mavi gözleri önce etrafta gezmiş, sonrasında ise kuzenini bulmuştu. Elini avucundan çekti usulca. Ayağa kalkıp üzerindeki ceketini çıkararak kucağına bırakmıştı.

"Teşekkür ederim Benny. Konuşmak gerçekten iyi geldi fakat vakit çok geç. Bence artık odalarımıza geçmeliyiz."

Kucağına bıraktığı ceketini kavrayan Benjamin gülümseyerek başını iki yana doğru sallamıştı. Mırıltısı belli belirsiz bir şaşkınlık taşıyordu.

"O adamı seviyorsun Alice."

Olduğu yerde donakaldı Alice. Şaşkınlığı kuzeninkinden büyüktü.

"Ne ?"

"O adamı seviyorsun. Bak bunu anlıyorum ve bu gerçekten iyi bir şey. Birini sevmek ve biri tarafından sevilmek dünyanın en güzel hissi. Sadece şunu unutma; gerçek aşk tutsak etmez, özgürleştirir. Yüzbaşının seni isteklerinin tutsağı haline getirmesine izin verme."

Alice daha ilk şokun etkisini atlatamamıştı. Benjamin nişanlısı ile olan ilişkisini desteklemiyor diye sevinmişken, onu sevdiğini sanması katlanabileceği bir şey değildi. Şalına sarınıp ona doğru ilerledi, hiddetle adamı sevmediğini savunacakken Benjamin ondan önce davranıp omuzlarını kavramıştı.

"Sen benim için çok değerlisin. Kimsenin seni üzmesine izin vermem ufaklık."

Gözlerini kapattı Alice. Şalını saran elleri birer yumruk haline gelmişti. Dişlerini o kadar sıkmıştı ki gıcırtısı dahi duyabiliyordu. Geriye çekilip adamın ellerinin omuzlarından düşmesini sağladı. İçinden gelen tek şey bağırıp çağırarak karşısındakine kör olduğunu haykırmakken belli belirsiz gülümsemişti. Derin çaresizliğinin içerisinde başka türlüsü elinden gelmiyordu.

Bekleyeceğim. Bir gün beni fark edecek ve ben o güne kadar bekleyeceğim.

İki Hafta Sonra

"Çabuk ol Dorothy. Şimdi bağıracak, biliyorsun."

Biliyorum diye homurdanan kadın telaşlı kocası Womack 'in aksine sabah uyandığı gibi demlediği çayı beyaz fincana dikkatli ve yavaş bir şekilde döküyordu. Sütsüz, şekersiz, demi yoğun bir fincan çay. Sabah rutinini adeta kutsal bir ayinmişçesine dakika dahi sektirmeden uygulayan Robert Doyle her sabah saat 06.30'da uyanır, uşağı Womack 'in eşliğinde elini yüzünü yıkayıp giyinir, hava soğuk olsa dahi köşkün korusunda kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra 07.00'de hazır bekleyen kahvaltı masasına otururdu. Sabahın ilk saatlerinde her zaman olduğundan daha huysuz olan adam çoğunlukla konuşmadan kahvaltısını eder, onu bekleyen işlerini ve gününü planlamak adına çalışma odasına geçtiğinde ise muhakkak bir fincan çay içerdi. Karı-koca olarak genç adamın sabah huysuzluğunu dindirdiğini gözlemledikleri bu bir fincan çayın ise 08.00'dan sonra masasında olma lüksü yoktu. Robert Doyle için kurallar adeta bir kırmızı çizgi ile belirlenmişti.

"Womack !"

Yüzbaşının çalışma odasından mutfağa kadar yankılanan sesi duyulduğunda Womack ile Dorothy mutfak kapısının üzerinde duran küçük saate bakmaktan kendilerini alıkoyamamışlardı. Saat 08.05'ti.

Açık mutfak raflarının alt kısmında duran gümüş tepsiyi uzandı Womack. Karısı hazırladığı fincanı özenle yerleştirmiş, sonrasında ise usulca kolunu kavramıştı.

"Dorothy bu sabah kendini pek iyi hissetmiyor de. Biliyorsun beni senden daha çok seviyor, anlayacaktır."

"Belki de bunu ona bizzat söylemek istersin ?"

"Ah hayır, sevgili kocam ile bu günler için evlendim."

Womack elindeki tepsi ile homurdanarak mutfaktan çıkmıştı. Köşkün arka kısmına bakan mutfak geniş bir hole çıkıyordu. Üst kata açılan geniş merdiven holü iki koridora bölüyor ve bu koridorlar geniş antrede tekrar birbirine bağlanıyordu. İlerleyen Womack bu iki koridordan sağ tarafta olana doğru ilerlemişti. Bu koridor boyunca iki oda bulunuyordu; çalışma odası ve yüzbaşının misafirleri için ayırdığı yemek odası.

Çalışma odasının açık kapısının önüne geldiğinde kıvrılan işaret parmağını ahşap kirişe vurarak içeri girmişti. Gözleri masanın üzerinde açık duran defterinde gezen Robert bununla birlikte bakışlarını kaldırmıştı.

"Sanırım bu sabah çayı mutfak yerine bizzat Hindistan'dan getirdin."

"Özür dilerim efendim. Dorothy bu sabah kendini pek iyi hissetmiyor, bu yüzden biraz yavaş kaldı."

Dorothy'nin sözlerinin doğru çıktığını görüyordu Womack. Gecikme ona bağlı olsa adamın asla tolere etmeyeceğinden adı kadar emindi. Lakin kadının kendini iyi hissetmediğini duyan yüzbaşının kaşları kırışmıştı.

"Ciddi bir şey mi? "

"Hayır efendim, endişenizi gerektirecek bir durum söz konusu değil. Havalardan olmalı, sadece biraz halsiz."

"Dorothy tek başına yoruluyor Womack, bunun farkındayım. Sen de öyle. Size yardımcı olacak kalıcı birilerini bulmamız gerek."

Çay fincanını masanın üzerine bırakan Womack birkaç adım geri çekilmişti. Genç adamın yüzünü incelediğinde endişesini görebiliyordu. Bunu birbirlerine asla sözlü bir şekilde dile getirmemişlerdi. Lakin hem Dorothy hem de o yüzbaşının kendilerini ailesi olarak gördüğünü biliyorlardı. Öfkeli adamın Dorothy'nin rahatsız olduğunu duyduğu an tüm hırçınlığını bir kenara bırakma sebebi buydu. Yüzbaşı Doyle annesini, babasını, onu yetiştiren büyükannesini, kan bağı olan tüm insanları kaybetmişti. Aile olarak görebileceği sadece bu iki insan kalmıştı ve onları kaybetmekten derin bir korku duyuyordu.

"İnce düşünceniz için teşekkür ederim efendim. Lakin şu an için bu böyle bir ihtiyacın olduğunu sanmıyorum."

Ona katılan Robert çayından bir yudum alıp memnuniyetle gözlerini kapatmıştı.

"Tanrım. Beni insan kılan şey bu çay Womack, artık kesinlikle inanıyorum."

Ona ne şüphe diye içinden geçirmişti yaşlı adam. Sırıtmamak için dudaklarını ısırmışken Doyle gözlerini aralamıştı. Çayın etkisi saniyeler içinde geçmiş gibi duruyordu. Adamın yüzü huysuz bir ifadeye bürünmüştü.

"Bayan Princeton'dan herhangi bir haber var mı ?"

"Henüz yok efendim."

Bununla birlikte elindeki fincanı gürültüyle bırakan yüzbaşı homurdanmıştı.

"Tabi ki olmaz. Neden olsun ki? Bir aptal gibi gecenin bir yarısı penceresinin önüne dikildim, saçma sapan şeyler söyledim. Şu an beni istediği her işkenceyi yapabileceği bir zavallı olarak gördüğüne eminim."

O geceyi gayet iyi hatırlıyordu Womack. Yüzbaşı neredeyse gün ağarmak üzereyken odasından fırlamış, hiçbir açıklama yapmadan ahırdaki atına binip ortadan kaybolmuştu. Arkasından koşup ne olduğunu nereye gittiğini sormasına hiçbir karşılık vermemişti. Dorothy ile birlikte adamın gelişini endişe ile beklemişlerdi.

"Biliyor musun bu durumda senin de suçun var Womack. Beni durdurman gerekirdi."

Elindeki tepsi ile birlikte kollarını önünde birleştiren Womack adamın öfkesinin yükseldiğini hissediyordu. Bu da onu açık hedef haline getirmişti.

"Efendim belki anın telaşı içinde unutmuş olabilirsiniz fakat ben o gece size sayısız kez-"

"Tamam yeter. Ne kadar haklı olduğunu dinlemek istemiyorum."

Womack son iki haftada hâlihazırda sert ve hoyrat bir mizacı olan adamın içine düştüğü durumun farkındaydı. Aşk kimilerini umutlandırıp neşelendirirken yüzbaşını katlanılmaz bir adam haline getirmişti, görebiliyordu.

"Haddimi aşabilir miyim efendim? "

"Elbette Womack. Fakat çayımı henüz bitirmedim ve hala kendimi daha az insan hissediyorum. Bilmen iyi olur."

Ne cevap vereceğini bilememişti yaşlı adam. Bu onu bir an duraksatmış olsa dahi konuşmasına engel olmamıştı.

"Belki Bayan Princeton'a siz bir mektup yollayabilirsiniz."

Çayını içen Robert Doyle gözlerini kısarak fincanı kendinden uzaklaştırmıştı.

"Bunu yapmayacağım."

"Karar elbette size kalmış efendim. Ben Bayan Princeton'a ait birkaç sözün size kendinizi daha hissettireceğini bildiğim için söyledim."

Söyledikleriyle birlikte yüzbaşı arkasına yaslanmıştı. Ellerinin birer yumruk haline geldiğini görebiliyordu Womack. Kendini daha az insan hissettiğini söyleyen adamın öfkesi yükseldiğini hissetmişti.

"Kendimi yeterince küçük düşürdüm, daha fazlasını yapmayacağım."

"Cesaretimi mazur görün efendim fakat Bayan Princeton'a kendinizi küçük düşürecek ne söylemiş olabilirsiniz ki ?"

Sorusuyla birlikte yüzbaşının yüzü kasılmıştı. Hissettiği duygunun öfkeden öte olduğunu görebiliyordu Womack. Doyle yaptığı şey her neyse, bundan gerçekten utanç duyuyordu.

"Onu sevdiğimi söyledim."

Kendine şaşırmaması gerektiğini tembih etti Womack. Karşısındaki adam için sevgi böylesine yabancı bir olguydu. İçinde nişanlısına karşı saf bir sevgi vardı, bunu görüyordu. Yüzbaşı sadece bu saf sevgiyi nasıl işleyip karşısındakine sunacağını bilmiyordu.

"Kalbinizi sevdiğiniz kadına açmak sizi içtiğiniz çaydan daha fazla insan kılar efendim."

"Öyle mi dersin? Beni getirdiği şu hale bak öyleyse. Göğsümde lanet bir yara var, ordudan atılmak üzereyim. İki ay sonra kraliyet mahkemesine çıkarılıp yargılanacağım. Kendime orduda kalmamı sağlayacak bir savunma hazırlamam gerek. Benim tek yapabildiğim şey ise Alice Princeton'ı düşünmek."

Tanrı bizi korusun diye geçirdi içinden Womack, Robert Doyle gerçekten âşık.

"Böyle olmaması gerek. Babası ile konuştum, evlenmemize izin verdi. Demek istediğim, onunla evleneceğim, onun kocası olacağım. Alice Princeton'ın lanet kocası ben olacağım. Bunun yetmesi gerek. Bu şekilde hissetmemem gerek."

Gülümsememek için kendini zor tuttu Womack. Dorothy haklı diye düşünmüştü. Tanrı gerçekten de yanlış insanı aşk ile sınıyordu.

"Bayan Princeton'a çayınızı istediğiniz saatte masanızın üzerine bırakmadığı için kızamazsınız efendim. Belki de mutfağa gidip bizzat hazırlamanız gerekmektedir."

Robert'ın gözleri bir anlığına devrilmişti. Deri koltuğuna tekrar oturduğunda fincanına uzanmıştı. Çayını usulca içmiş, dudaklarını masasının üzerindeki mendili ile kurulamıştı. Tekrar uşağına döndüğünde hırçın sesi öfkesini kaybetmişti. Lakin içindeki kavgayı kazanmasının uzun bir zaman alacağı aşikârdı.

"Sorun da bu Womack, ben çay yapmayı bilmiyorum."

* * *

"Sarhoş denizciye ne yapalım?

Sarhoş denizciye ne yapalım?

Sarhoş denizciye ne yapalım?

Sabahın bu erken saatinde!

Ayılana kadar tekneden atalım

Ayılana kadar tekneden atalım

Kaptanın kızının yatağına sokalım

Kaptanın kızının yatağına sokalım

Ah işte uyandı!

Ah işte uyandı!

Sabahın bu erken saatinde!

İşte sarhoş denizciye bu yapılır!

İşte sarhoş denizciye bu yapılır!

İşte sarhoş denizciye bu yapılır!

Sabahın bu erken saatinde!"

Piyano başındaki Alice avazı çıktığı kadar bağırarak söylediği şarkısını bitirdiğinde küçük odadaki herkes katılarak gülüyordu. O kadar ki Jane, Evangeline ve piyano hocaları Bay Newman onu alkışlamaktan kendilerini alıkoyamamışlardı. Kırklı yaşlarının sonundaki adam piyanonun başında Alice'i izliyordu. Gülmeyi kesip biraz olsun kendine gelebildiğinde şaşkınlığı saklayamamıştı.

"Tebrik ederim Alice. Bu şarkının notalarını kendin çıkarmış olmalısın. Daha önce nereden dinledin? "

"Kuzenim ile bir İrlanda tavernasında dinlemiştik Bay Newman."

"O zaman bu şarkının tuluma daha uygun olduğunu biliyorsun."

Gülümseyen Alice hevesle başını sallamıştı. Adama nasıl müziği aklına nakşedip notalarını çıkarmak için uğraştığını anlatacakken çalıştıkları odanın kapısı birden açılmıştı. Üzerine paltosunu giymiş olan babası Thomas Princeton hoşnutsuz ifadesiyle onları süzüyordu. Babasının bu tavrını onunla birlikte yanı başında dikilen Bay Newman da seçmişti.

"Ne diyeceğinizi biliyorum Bay Princeton. Fakat siz de biliyorsunuz ki Alice her dersin sonunda istediği bir şarkıyı çalma hakkına sahip. Onu başka türlü piyanonun başında tutamıyorum."

"Biliyorum Bay Newman. Ben sadece bu derslere Alice'i katarak acaba zaman mı kaybediyoruz diye düşünüyorum."

O ana kadar adeta uslu bir kedi gibi oturduğu yerde babasını izleyen Alice, adamın bu sözleri ile homurdanmıştı.

"Haksızlık ediyorsun baba, Bay Newman aramızda en yeteneklinin ben olduğumu söylüyor. Bunu Eva bile kabul etti."

Piyanonun karşısındaki küçük koltukta kuzeni ile oturan Evangeline kıkırdayarak başını sallayıp kardeşini onaylamıştı. Jane de kahkaha atmamak için dudaklarını sıkıyordu. Fakat Thomas Princeton onlar kadar eğlenmiş değildi.

"Bu yeteneğini uygunsuz sarhoş şarkıları ile harcama öyleyse Alice. Eğer bir daha böyle bir şarkı söylediğini ya da çaldığını duyarsam derslere sadece Jane ve Eva katılır. Anlaştık mı ?"

Eteğinin altından ayağının tekini kaldırdı Alice. Ellerini arkasında birleştirip işaret parmaklarını birbirlerine geçirdikten sonra sırıtmamaya çalışarak babasına söz vermişti.

"Söz veriyorum babacığım, bu sondu."

"Güzel. Bu arada, akşam Grangé'da bir davet veriliyor. Yüzbaşı siz derste iken haber yolladı, kendisine eşlik etmeni rica ediyor."

Alice kızardığını hissetti. Babası ile nişanlısı hakkında konuşmaya bir türlü alışamamıştı.

"Cevabın ne yönde oldu ?"

"Geri çevirmedim. Sanıyorum bir iki saate seni almak için burada olur."

"Ama baba, ben de bu akşam sizinle birlikte Williams'ların yemeğine katılmak istiyorum."

"Bay ve Bayan Williams yokluğunu yadırgamayacaklardır Alice. Benjamin de davette olacak, akşam birlikte döneceksiniz. Onun sözünden çıkmanı istemiyorum, bu konuda da anlaştık değil mi? "

Alice Robert'ı görmek için istekli değildi. Aradan geçen zaman onu yatıştırmış olsa dahi kırgınlığı sürüyordu. Lakin davete Benjamin'in de katılacağını duymak en azından somurtmasını engellemişti.

"Nasıl istersen, biliyorsun ben hep uslu bir kız olmuşumdur."

Tıpkı onun gibi gök mavisi gözleri olan babası sözüyle gülümsemişti.

"Bilmez miyim, elbette biliyorum."

Evden çıkmak üzere olan Thomas Princeton, müzik hocasına gideceği yere bırakabileceğini söyleyip yanına almıştı. Babası ve müzik hocası odayı terk ettiklerinde, oturduğu yerden adeta zıplayarak kalkmıştı Alice. Kuzeni ve kardeşine doğru dönmüştü.

"Görüyorsunuz değil mi? Beni sinirlendirmesi için yanımda olması bile gerekmiyor. Emrivaki budalası."

Nişanlısına budala dedikten sonra irkilip etrafına bakındı. Annesi ve babasının adama karşı nasıl hassas bir saygıları olduğunu biliyordu. Ona bu şekilde hitap ettiğini duysalar kesinlikle kızarlardı.

İlerleyip küçük koltukta birlikte oturan Jane ve Eva'yı ittirerek aralarına girmişti. Jane'in giydiği pembe elbisenin eteğini savuşturdu. Bakışları ikisinin arasında gidip geliyordu.

"Bu akşam için planlarım vardı. Demek istediğim, gerçekten iyi planlar."

Sözleri Eva'nın yüzünde muzip bir sırıtışın belirmesine yol açmıştı. Alice bu gülüşü biliyordu. Kendisi bizzat şeytanın gülüşü olarak adlandırmıştı.

"Lütfen kardeşim, sen aramızdan ayrılmış olabilirsin ama planın içerisinde hala bir Princeton kızı var."

"Ve Princeton kızlarının yaptığı en iyi iş nedir? "

Evangeline ve Alice kısa bir an sırıtarak birbirlerine baktılar. Sonrasında ise sol taraflarında kalan kuzenlerine dönerek şeytani planlarını fısıltı ile dile getirmişlerdi.

"Çöpçatanlık."

Aralarındaki gülüşmeler bununla birlikte kahkahaya dönüşmüştü. Alice gerçekten de bu akşam Grangé'daki davet yerine Williams'ların yemeğine katılmak istiyordu. Uzun zamandır aile dostları olan Williams ailesinin oğulları James Williams'ı kuzeni için gözüne kestirmişti. Genç adam yakışıklıydı, doktorluk yapıyordu ve tanıdığı kadarıyla oldukça da kibar birisiydi. Sevgili kuzeni için daha iyisini düşünemiyordu. İkisinin arasını yapma planını ilk Eva'ya anlatmıştı. Onun da desteğini aldıktan sonra iki koldan Jane'i ikna etmeye koyulmuşlardı.

"Kızlar, gerçekten alınmanızı istemem ama çöpçatanlığın en iyi meziyetiniz olduğunu sanmıyorum."

Jane'in sözleri ile sahte bir kızgınlığa büründü Alice. Yaslandığı koltukta doğrulup ellerini beline yerleştirdi.

"Nedenmiş o? "

"Evangeline bekâr ve sen yüzbaşı ile evleniyorsun."

Omzunun üzerinden Evangeline'e döndü. Kuzenine katılmaktan kendini alıkoyamamıştı.

"Sanırım Jane haklı Eva. Senin bekâr olmanı başarısızlık olarak görmüyorum fakat benim yüzbaşıyla evlenecek olmam gerçek bir çuvallama."

"Bunun hakkında eski bir deyiş biliyorum sanırım; terzi kendi söküğünü dikemezmiş."

Evangeline'in sözleri onları tekrar kahkahaya boğmuştu. Birlikte koşuşturup odalarına çıkmışlardı. Yaptıkları çöpçatanlık planının başını çeken Alice kızları odasına sürüklemişti. Kendisinin henüz hiç kullanmadığı, Doyle'un hediyesi olan ipek eldivenlerini kuzenine ödünç vermişti. Giyeceği beyaz elbiseye yakışacağını düşündüğü safir küpeleri ve kolyesini de kutusuyla birlikte kucağına bırakmıştı. Ayrıca nişanlısının Çin'den getirdiği, insanı çeken yoğun miskleri de kuzeni için açığa getirmişti. Her zaman onun için koşuşturan hazırlık ekibi bu sefer Jane için seferber olmuştu. Üç kız önceden sadece Evangeline'e, artık Evangeline ve Jane'e ait olan odaya koşturarak geçmişlerdi. Eva ve Alice kuzenlerini hiçbir ayrıntıyı atlamadan hazırlamışlardı. Sonrasında ise adeta bir hediye kutusu edasıyla ona bir köşede oturmasını tembihleyen Alice ablasının hazırlanması için yardım etmişti.

Kızlar annesi ve halası ile birlikte akşam yemeği için ayrıldığında, evde Benjamin ile yalnız kaldığını biliyordu Alice. Bu kalbini heyecanlandırsa da, odasına yöneldiği an onu durduran Stuart'tan kuzeninin yıkandığını öğrenmişti. Sırıtmasının önüne geçemedi. Aklını sapkın düşüncelerden uzaklaştırmaya çalışarak Bridget'ı odasına çağırdı. Herkes gittikten sonra hazırlanması için ona birinin yardım etmesi gerekiyordu.

Hizmetçileri ile birlikte krem rengi yakaları olan, parlak bir kırmızıya sahip elbisesini seçmişlerdi. Bridget korsesini sıkmak konusunda Eva'dan aşağı kalmamış, adeta onu nefessiz bırakmıştı. Kendisi sıska sayılabilecek bir zayıflıktayken zor katlandığı bu işkenceyle kilosu olanların nasıl başa çıktığını anlayamıyordu.

Bridget elbisesini giydirdikten sonra saçlarını düzgün bir topuz yapmış, yakasıyla uyacak krem rengi bir kurdele ile süslemişti. Hazır olduğunda oturduğu sandalyeden kalkıp odasındaki boy aynasında kendisine şöyle bir baktı. Herhangi bir takıya ihtiyaç duymuyordu. O akşam hediye paketi olmak niyetinde değildi.

Alice, Jane ve Eva'ya ayırdığı vakit yüzünden hazırlanmakta geç kaldığını biliyordu. Neredeyse her bir köşesini dağıttığı odasını toplayan Bridget'a sokulup yanağını öperek teşekkür ettikten sonra adeta koşarak odasından çıkmıştı. Alt kata indiğinde, açık salon kapısından Benjamin'in sesini işitmişti. Adam birileriyle konuşuyordu. Stuart ya da Nora'dır diye düşündü. Elbisesinin eteklerini kavramıştı, salona kollarını savurup kendi etrafında dönerek girdi.

"Ta ta ta taam! Nasıl gözüküyorum Benny ?"

Alice'in yüzündeki, dişlerini gösteren büyük gülümseme, salondaki karşılıklı koltukların arasında kalan ikili berjerin birinde oturan nişanlısı Robert Doyle'u görünce yavaşça solmuştu. Kolları iki yanına düşmüş, yanakları utandığında hep olduğu gibi kızarmıştı.

"Ro-ro-robert geldiğini bilmiyordum, özür dilerim."

Kekelediği içi kendinden nefret etti. Bakışlarını devirmemek için çabalıyordu. Robert Doyle'un köşeli sert yüzündeki ifadesizlik içindeki neşeyi şiddetli bir hortum gibi söküp götürüyordu.

"Özür dilenecek bir şey yok. Rahatsız edilmemeni bizzat rica ettim, bu arada Bay Avery ile sohbet etme şansım oldu."

Benjamin'in hareli yeşil gözleri yüzbaşına dönmüştü. Yan yana oturuyorlardı, onları böyle görmek Alice'i önünü alamadığı bir huzursuzluğa sevk ediyordu.

"Lütfen, bana Benjamin diyebilirsiniz."

"Memnuniyet duyarım. Siz de bana Robert diye seslenebilirsiniz. Yüzbaşından sonra insanlar ismimi söylemekte zorlanıyorlar fakat zamanla alışılıyor. Öyle değil mi Alice ?"

Bu sözün altındaki imayı biliyordu Alice. Nişanlısı üstü kapalı bir şekilde ona taş atıyordu. Herhangi bir karşılık vermemeyi seçti. Kendini gülümsemek için zorluyordu.

"Ben hazırım. Eğer isterseniz çıkabiliriz."

Hem Benjamin hem Robert birlikte ayağa kalkmışlardı. Kapının önünde beklerken yanına ilk gelen Robert olmuştu. Bir müddet göz göze kaldılar. Üzerine eğilen Robert yanağına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra kulağına fısıldamıştı.

"Benim fikrimi sormadın ama çok güzel gözüküyorsun."

Yutkunmak zorunda kaldı Alice. Nişanlısı geri çekildiğinde tekrar göz göze gelmemek için bakışlarını kaçırdı. Mırıldanarak kapıdan çekilip hole doğru ilerlemişti.

"Teşekkür ederim."

Aralarında daha fazla konuşmasına izin vermeden bahçeye geçmişlerdi. Robert'ın arabası hazırdı ve onları bekliyordu. Binmeye hazırlanırken Benjamin'in hareketlenmediğini fark etti Alice. Bu onu rahatsız etmişti.

"Benny? Neyi bekliyorsun ?"

"Maalesef ben size eşlik edemeyeceğim. Öncesinde halletmem gereken bir iş var. Sizinle orada görüşürüm."

Hoşnutsuz bakışlarının Robert'a dönmesine engel olamadı. Baş başa kalmalarına izin vermemeliydim diye düşündü. Nişanlısının Benjamin'i kıracak bir şeyler söylediğine emindi. Üçü de aynı davete gidecekken Benjamin'in onlardan ayrılması için başka bir açıklama bulamıyordu.

"Peki, görüşmek üzere."

Nişanlısının arabacısı yardımıyla kabine geçmişti. Açık kapıdan Robert'ın kuzeni ile el sıkıştığını görebiliyordu. Bunun yanında mırıldanarak bir şeyler konuştuklarını hissetmişti. Lakin iki adamın da sesi oldukça kısıktı. Ne konuştuklarını olduğu yerden duyamıyordu.

Meraklı gözleri ikisi üzerinde dönerken, Robert Benjamin'in yanından ayrılıp arabaya geçmişti. Onu bekleyen arabacı kapılarını örtmüş, kısa bir an sonrasında ise evin bahçesinden ayrılmışlardı.

İlk anki çekingenliğini üzerinden atan Alice, gözlerini karşısında oturan adama dikmiş, hiçbir korku duymadan onu izliyordu. Tıpkı Benjamin gibi o da davet için titiz bir şekilde hazırlanmıştı. Sıradan bir takım yerine askeri üniformasını giymeyi tercih etmişti. Elbisesi gibi kırmızı olan ceketinin üzerinde madalyaları parlıyordu. Siyah pantolonu adeta o gün ilk defa kullanıyormuşçasına pürüzsüzdü. Siyah, deri çizmelerinin de yeni cilalandığı belli oluyordu.

Bakışlarının nasıl bir mesaj verdiğinin farkında değildi. Gözlerini üzerine dikmiş, nişanlısını izlerken onu rahatsız ettiğini boğazını temizlediğinde anlamıştı.

"Bir sorun mu var ?"

Elbette diye geçirdi içinden Alice, üniformasıyla tam karşımda oturuyor.

"Benjamin ile ben gelmeden önce ne konuştunuz? "

Robert oturduğu yerin yanındaki deri bölmeye elini sokup gümüş bir sigara tabakası çıkarmıştı. İçerisinden bir tane alıp parmağına vurduktan sonra kol hizasındaki apliğin mumuna uzanarak yakmıştı. Dudaklarına yerleştirip içine derin bir nefes çektikten sonra Alice'e dönmüştü.

"Sormadım fakat rahatsız oluyorsan söndürebilirim."

"Zararı yok."

Robert sigaranın yükselen dumanıyla gözlerini kısmıştı. Gözlerinin yandığı böylelikle fark etmişti Alice. Adam gözündeki rolü öylesine hoyrat ve sertti ki dumanın gözlerine zarar verdiğini düşünmek bile saçma geliyordu.

"Pek bir şey konuştuğumuz söylenemez."

"Öyle mi? Peki neden bizimle gelmedi o halde ?"

Nişanlısı sesindeki imayı henüz anlamamıştı. Arkasına yaslanmış sigarasını içerken bir şey bilmediğini göstermek için omzunu silkmişti.

"Senden daha fazlasını bilmiyorum. Davetini yeniledim fakat kabul etmedi."

Homurdanmaktan kendini alıkoyamadı Alice. Nişanlısını tanıyordu. Pervasızlık onun için nefes almak kadar basit ve sıradandı. Benjamin'i kıracak bir şey söylemişse dahi bunu daha o an unuttuğu biliyordu.

"Benim hatam, siz ikinizi en başından yalnız bırakmamalıydım."

Robert, nişanlısının onu suçladığını henüz kavramıştı. Kısık gözleri üzerine dönmüştü. Sigarasını dudaklarından çekip parmaklarının arasına aldı.

"Bu ne demek şimdi ?"

Cevap vermemeyi seçti Alice. En başından beri adamın üzerinde olan gözleri dışarıyı bulmuştu. Fakat aralarındaki ilişkinin tetikleyici kalıbını kullanmış, benim hatam demişti. Aralarındaki tartışmanın fitili yakılmıştı ve yüzbaşı körüklemekten çekinmiyordu.

"Kuzeninin benim yüzümden mi gelmediğini düşünüyorsun ?"

Alice tekrar bir cevap vermemişti lakin öfkeli gözleri tekrar adamı bulmuştu.

"Cevap ver Alice."

"Özür dilerim fakat dünyadaki en kibar insan olduğun söylenemez. Ve evet, senin yüzünden bizimle gelmediğini düşünüyorum."

Birden ve hınçla konuşmuştu Alice. Kelimeler ağzından düşünmeden çıkmıştı. Düşünceleri aksi yönde değildi. Fakat adamın öfkesinden korkuyordu. Bir arabada yalnız kalmışlarken onu sinirlendirmek istemezdi.

Aralarında kısa bir sessizlik olmuştu. Belli etmek istemese de devirdiği gözleri karşısında oturan adama korkuyla dönmüştü. Parmaklarının arasındaki sigarayı çeviren Robert'ın gözleri de onun üzerinde dönüyordu. Tekrar dudaklarına götürüp içine çektikten sonra dumanını yavaşça dışarı bırakmıştı. Oturduğu yerde, dirseklerini diz kapaklarına dayayarak ona doğru eğilmişti.

"Neyim ben senin için? Bir canavar mı?"

Yutkunmak zorunda kaldı Alice. Robert'ın sesi sakin ve derinden geliyordu. Öfkelenmiş gibi değildi. Arabanın loş kabininde siyah gözlerinin parladığını seçebiliyordu. Utandığını hissetti. Gözlerini devirerek mırıldanmıştı.

"Benjamin ile tartışmış olabileceğinizi düşündüm. Öyle demek istemediğimi sen de biliyorsun."

Robert nefesini gürültülü bir şekilde dışarı vermiş, sonrasında ise tekrar arkasına yaslanmıştı. Külleri etrafa dökülen sigarasından bir nefes daha solumuştu.

"Kuzenin ile tartışmadım. Bana uzun uzun seni anlattı. Geçirdiğimiz zaman hiçbir zaman kaliteli olmadığı için buna minnettar olabilirdim. Fakat bana üstü kapalı bir şekilde seni üzdüğümü söyledi. Bana... Bana..."

Alice adamdan hoşlanmadığını kabul ediyordu. Robert Doyle yer yer kaba ve hoyrat bir adamdı. Geçinilmesi zor birisiydi. Fakat konuştuğunda karşısındaki etkileyen derin ve tok bir sesi vardı. Alice'in aksine konuşurken asla duraksamaz ve kekelemezdi. O an ise gözlerini kapatmış ve dişlerini sıkıyordu.

"Senin yanına yakışmadığımı ima etti. Fakat onunla tartışmadım. Sadece dinledim. Hepsi buydu."

Alice üzülmesi mi yoksa sevinmesi mi gerektiğini çözememişti. Şaşkınlıkla donakalmıştı. Robert'ın gece yarısı birden geldiğinde Benjamin onu bahçeye çekip konuşmuştu. Adamın tavırlarından hoşlanmadığını ona da anlatmıştı. Fakat bunu Robert'a da söyleyebileceği aklının ucundan dahi geçmemişti.

"Be-ben neden bö-böyle davrandığını a-anlamıyorum."

"Adam baharın değerini gül solduğunda anlar."

Yanaklarının kızardığını hissediyordu Alice. Bu sözlerin kime ait olduğunu tahmin etmek zor değildi.

"Güzel söz değil mi? Bir de şunu dinle; Alice mutlu bir bebekti, mutlu bir çocuktu, mutlu bir genç kızdı, umarım gelecekte de mutlu bir kadın olur."

"Benjamin bana gerçekten değer verir. Benim için endişelenmiş olmalı."

"Peki ben sana değer vermiyor muyum? Seni biraz olsun tanımıyor muyum?"

Ne cevap vereceğini bilemedi. Robert'ın üzerinde dolaşan gözleri ısrarcıydı ve karşılık bekliyordu. Lakin Alice'in hiçbir cevabı yoktu.

"Seninle yaklaşık bir sene önce Grangé'da ilk kez karşılaşmıştık, hatırlıyor musun ?"

Usulca başını sallamıştı Alice.

"Bahçede yanına gelmiştim ve tanışmıştık. Sonrasında sen ailenle birlikteydin. Dikkatini çektiğimi sanmıyorum. Ama sen benim dikkatimi çekmiştin. Tüm akşam seni izlemiştim. Müzik çalmaya başladığı an olduğun yerde ritim tutmaya başlamıştın, çok geçmeden bir genç adam yanına gelip dans etmek istemişti fakat onu reddetmiştin. Tüm akşam boyunca kardeşinle fısıldaşıp kahkaha atmıştın. Annen sizi her defasında uyarmıştı. Evangeline sözünü dinlemişti fakat sen umursamadan gülmeye devam etmiştin."

Alice devirdiği gözlerini şaşkınlıkla kaldırmıştı. Robert kendinin dahi unuttuğu ayrıntıları hatırlıyordu. Karşılaştıkları akşam boyunca gerçekten de gülüp kahkaha atmıştı çünkü Evangeline onunla dans etmek isteyen adamı kör olmakla itham etmişti, birlikte dalga geçip gülüşmüşlerdi. O an nişanlısı hatırlatmasa bunun aklına geleceğini dahi sanmıyordu.

Robert biten sigarasından son bir soluk çekip arabanın küçük penceresinden dışarı fırlatmıştı. Bakışları üzerine döndüğünde kızgın olduğunu sanmıyordu. Köşeli yüzü yabancı bir hisle bulutlanmıştı.

"Kuzenin bu akşam küstahlık etti. Seni tanımadığımı, sadece güzel olduğun için evlenmek istediğimi düşünüyor. Ne diyebilirim ki? Güzelliğin inkâr edilemez. Ama ben hayatım boyunca birçok güzel kadınla birlikte oldum. Ve seninle evlenmek istiyorum. Kuzenin bunun farkında değil, belki sen de. Fakat ben, bana uzun uzun anlattığı o neşeli kızla uzun zaman önce tanıştım."

Bir şey söyleyemedi Alice. Hayatında ilk kez Benjamin'e kızgın olmanın kıyısındaydı. Onu korumak istediğini biliyordu. Yüzbaşı ile olan ilişkisini onaylamaması da hoşuna giden başka bir gerçekti. Fakat adamla bu kadar hoyrat konuşmuş olmasını anlayamıyordu.

Ne diyeceğini bilemeden Robert'a bakıyorken arabaları durmuştu. Kapının yardımcıları tarafından açılması ile ondan önce davranıp inmişti. Elini uzanıp onun da inmesine yardımcı olmuştu. İlk kez karşılaştıkları yer olan Grangé'ın bahçe kapısındalardı. Bakışlarını ona çevirdi. Girmesi için kolunu uzatmıştı. Parmakları ceketinin kırmızı kumaşını kavrarken ilerlediler. Susması için kendini tembihledi Alice. Robert'ın ne kadar kaba bir adam olduğunu biliyordu. Benjamin sadece korumak için onunla konuşmuş olmalıydı. Kızgın olması gereken kişinin nişanlısı olması gerektiğine kendini ikna etmeye çalışıyordu.

Fakat dudaklarından dökülen fısıltının önüne geçememişti.

"Özür dilerim, seninle o şekilde konuşmaması gerekirdi."

Robert'ın siyah gözleri üzerine dönmüştü. Bunu duymayı beklemediği açıktı.

"Önemli değil."

Ve bu uzun bir süre için aralarındaki son konuşma olmuştu. Nispeten daha az kalabalık olan bahçeyi geçerken nişanlısı selamlaşmak için birkaç kez duraklamıştı. Yanındakilere onu nişanlısı olarak tanıtıyordu. Alice'e düşen ise gülümsemek ve tanıştığına memnun olduğunu söylemekti.

Davetin verildiği salona girdiklerinde Robert yarım saatten az bir süre yanında kalabilmişti. Bu süre boyunca davet sahibi Conan White onlara eşlik etmişti. Yalnız kaldıkları ilk anda ise adının Trennwith olduğunu öğrendiği bir adam selam vererek yanlarına gelmiş ve Dük Armitage'in onunla özel olarak konuşmak istediğini söylemişti. Bununla birlikte Robert ona dönerek omzunu kavramıştı.

"Hemen döneceğim, burada kal olur mu ?"

Nasıl istersen diye mırıldanmıştı Alice. Nişanlısı Trennwith ile kalabalığın içerisinde kaybolurken onları izlemişti. Bir müddet hiçbir şey yapmadan oyalandı. Gözleri ile etrafını süzdü, tanıdık bir yüz arıyordu. Aklına Benjamin geldi. Robert onu kıracak bir şey demediğini söylüyordu. Peki o zaman neden bizimle gelmedi diye düşündü. Aklına başka bir şey gelmiyordu.

Kalabalığın içerisinde onu görmek için çabalarken garsonlardan biri önünde durup bir şey isteyip istemediğini sormuştu. Bir an tereddüt etse dahi küçük tepsinin üzerindeki nane likörüne uzandı ve teşekkür etti. Robert'ın onun yanında içmesine kızacağını sanmıyordu.

Elindeki nane liköründen ilk yudumunu almasıyla yüzünü ekşitmiş, neden böyle bir şey yaptığı için kendini sorgulamıştı.

"Sanıyorum liköre alışkın değilsiniz."

Yüzünün ekşimesi ile kıstığı gözlerini araladı. Otuzlu yaşlarının ortalarında gibi duran, iyi giyimli bir adam usulca yanına sokulmuştu. Gözü bir yerden ısırsa dahi kim olduğundan emin değildi.

"Kalabalığa ayak uydurmaya çalışıyorum."

"Takdir edilesi bir davranış. Lakin zaman alacağı aşikâr."

"Belki de. Fakat boşa geçirilecek bolca vaktim olduğu için bir sıkıntı yaşayacağımı sanmıyorum Bay..."

Tanımadığı adamın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluşmuştu. Uzanıp boştaki elini dudaklarına götürüp öpmüş, ardından kendini tanıtmıştı.

"Dustin Clarence. Tanıştığıma memnun oldum Bayan Princeton."

Alice adamın onu tanıdığını fark etmesiyle derin bir şaşkınlığa düşmüştü. Bu ismi duyduğunu sanmıyordu.

"Ben de Bay Clarence. Daha önce karşılaşmış mıydık? "

"Maalesef Bayan Princeton, böyle bir şanstan mahrum kaldım. Ortak bir arkadaşa sahibiz, sizi onun aracılığı ile tanıyorum."

"Öyle mi? Kim olduğunu merak ettim."

"Nişanlınız Robert Doyle. Kendisi benim yakın dostumdur."

Robert'ın herhangi bir dostu olması Alice'i adamın adını bilmesinden daha fazla şaşırtmıştı. Nişanlısının insan ilişkilerinde ne kadar yeteneksiz olduğunu biliyordu.

"Bana sizden hiç bahsetmedi."

"Bu ara küçük bir sürtüşme yaşıyoruz. Lakin yakında kökünden çözeceğimize eminim."

"Robert anlaşması zor biridir. Eğer bu anlaşmazlığı çözmeniz için yardım edebileceğim bir husus varsa lütfen söyleyin."

Komik bir şey söylediğini sanmıyordu Alice. Lakin sözleri Dustin Clarence 'in kıkırdamasına yol açmıştı.

"Korkarım ki yapabileceğiniz hiçbir şey yok Bayan Princeton. Lakin nişanlınızla işim bittiğinde parmağınızdaki yüzüğü çıkarmak isteyebilirsiniz. Size geç kalmadan ondan kurtulmanızı tavsiye ederim. Belki nişanlınıza değil ama kendinize bir iyilik yapmış olursunuz."

Dustin Clarence, herhangi bir şey söylemesine izin vermemişti. Tekrar uzanıp elini öpmüş, sonrasında iyi akşamlar dileyip kalabalığın arasında tıpkı Robert gibi kaybolmuştu. Bir müddet şaşkınlıkla olduğunu yerde kaldı Alice. Adamın sözlerini kafasının içinde tekrar seslendirdi. Dost olmak bir yana Robert ile düşman oldukları açıktı. Onu bu kadar cüretkâr sözler söylemeye iten sebebi merak etmişti.

Olduğu yerde daha fazla duramayacağını hissediyordu. Kalabalığın içerisinde ilerlemeye başladı. Ne nişanlısı Robert ne de Benjamin salonda gözükmüyordu. Yanında olmasını umduğu Trennwith bile ortalarda yoktu.

Elindeki likör bardağı ile salondan çıkıp giriş holüne geçti. Robert'ın dük ile üst katta konuşabileceğini düşünüyordu. İnsanlardan müsaade isteyerek ilerleyip merdivenlere ulaştı. Sessizliğe bakılırsa üst katta pek kimse yok gibi duruyordu.

Likörünü içerek merdivenleri çıktığında, ortalıkta gerçekten pek kimsenin olmadığını gördü. Bu onu şaşırtmamıştı. Birkaç, birkaç erkek köşelerde sohbet ediyordu. Ne Robert ne de Benjamin aralarında değildi.

Bahçeye çıkmak için aşağı inecekken, holün sonundaki koridorun ucundan gözüken odalardan birinin kapısı açılmıştı, bakışlarını çevirdi. Bu isteyerek yaptığı bir şey olmamıştı. Ses dikkatini çekmişti ve refleks olarak bakışları kapıya doğru dönmüştü.

Odadan önce sarı saçları dağılmış bir genç kadın çıkmıştı. Oval yüzlü ve beyaz tenliydi, yanakları kızarmıştı. Renkli olduğunu seçtiği gözleri yerdeydi, dudakları saklamak için uğraştığı bir gülümseme ile kıvrılıyordu.

Odanın kapısı kapanırken bir kol uzanıp belini sarmıştı. İlk seçebildiği bu olmuştu. Gözlerini kısmak zorunda kaldı. Kadının belini saran kol onu kendine çekmiş, sonrasında ise bedeni ile ahşap kapı kirişi arasına sıkıştırmıştı.

Likörün etkisinde olduğunu düşündü. Kıstığını gözlerini kırpıştırdı. Uzaktayım diye düşündü, yanlış görüyor olabilirim. Bununla birlikte elindeki likör bardağını sıkarak öne doğru birkaç adım attı. Her adımda kalbinin nasıl sıkıştığını hissedebiliyordu. Attığı her adım onu kabul etmek istemediği gerçeğe yaklaştırıyordu.

Odadan çıkan bu sarışın kadını o akşam ilk kez görüyordu Alice. Fakat ona sarılan adama neredeyse tüm ömrünü vermişti. O an başka birinin parmaklarının dolaştığı bronza çalan açık kahverengi saçlarının sarı olduğu zamanları hatırlıyordu. Güldüğünde kenarında küçük çizgiler olan hareli yeşil gözlerini, bir erkeğe göre iri sayılan dudaklarını, her zaman büyük ve çirkin olmasından hayıflandığı fakat ona göre mükemmel olan burnunu, sarıldığı kadının nefesini üzerinde hissettiği yüzündeki her bir ayrıntıyı zihnine nakşetmişti. Yanılmadığının farkındaydı. Karşısındakinin Benjamin olduğunu biliyordu. Kollarına sardığı kadının dudaklarına eğilip onu öpmüştü.

Nefesinin kesildiğini hissetti Alice. Göğsünün ortasına bir yumruk yemiş gibi canı yanıyordu. Dudaklarından kısık bir inleme çıkmıştı. Elinde parçalanana kadar likör bardağını ne kadar sıktığını farkında bile değildi. Cam avuçlarının arasından ufalanıp gitmiş, elini kan içinde bırakmıştı.

"Hanımefendi, iyi misiniz ?"

Tanımadığı bir adamın sesiyle irkildi. Yanına gelmiş, endişe ile onu izliyordu. Güçlükle de olsa başını sallayabilmişti. Fakat dikkatini tek çektiğini kişi bu adam olmamıştı. Benjamin'in öptüğü kadın kanayan elini fark etmiş, irkilmişti. Kolunu dürterek Benjamin'i uyardığında hızla arkasını döndü Alice. Kanamasını umursamadan eteğini kavrayıp koşarak merdivenlerden indi. Gözyaşlarından önünü görmekte zorlandığı an ağladığını anlamıştı.

Ne yaptığını umursamadan holü geçip kendini bahçeye attı. Herkes ıslak yüzüne ve kanayan eline bakıyordu. Tıpkı üst kattaki adam gibi birkaç neyi olduğunu sormuştu. Umursamadı. O an konuşabileceğini sanmıyordu. Nereye gittiğini bilmeden kalabalığın içerisinde ilerlerken bir el kolunu kavrayıp çekmişti. Duraksayıp başını kaldırdı. Robert Doyle kırışmış alnı, endişeli gözleri ile onu izliyordu.

"Alice? Ne oldu?"

Konuşmak istedi Alice. Dudaklarını aralayıp konuşmak için çabaladı. Fakat içinden yükselen hıçkırığın kurbanı olmuştu. Çekinerek etrafına bakındı. Çevresindekiler onu izliyordu. Kendini hiç olmadığı kadar utanmış hissetti. İnleyerek olsa konuşmayı başarmıştı.

"Be-beni bu-bu-buradan gö-götürür müsün Ro-robert? Ya-yalvarı-rım."

Robert daha fazla bir şey söylememişti. Kolunu omzuna sarıp onu göğsüne çekerek sarılmıştı. Yüzünü adamın ceketine gömdü Alice. Hıçkırıklarla ağlamaya devam ederken Robert kulağına fısıldıyordu.

"Tamam, ben buradayım, korkmana gerek yok."

Robert geri çekilip eliyle ıslak yüzünü silmişti. Boğazından yeni bir hıçkırık yükseldiğinde ise şşşt diye fısıldayıp onu kolunun altına alarak omzunu kavramıştı. İnsanlardan müsaade isteyip arabalarına geçtiler. Davete gelişlerinin aksine, Robert bu sefer yanına oturmuştu. Tıpkı bahçede olduğunu gibi onu tekrar kolunun altına almıştı. Direnmedi Alice. Başını göğsüne yaslamış, hıçkırıklarla ağlarken arabalarının açık camından insanların hala onları izlediğini seçebiliyordu. Robert'ın boşta olan eli kanayan avcuna dokunmuştu. Batmış cam kırıkları etine saplanmıştı. Islak gözlerini yarasına çevirdi. Dudaklarından kısık bir inleme çıkmıştı. Robert buna kendinin sebep olduğunu düşünüp özür dilemişti. Alice bunu önemsemiyordu. Avucundaki yaranın er ya da geç iyi olacağının farkındaydı. Fakat o akşam, içinde açılan derin yaradaki cam kırıklarını nasıl temizleyeceği hakkında hiçbir fikri yoktu.

Yazan ; İlknur DUMAN

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top